17★Pişmanlık
✦
Seonghwa, koridordaki konferans odasından gelen bir diğer bağırışla oturduğu yerden sıçrarken elindeki kağıdı kırıştırdı. Şu anda o toplantıda olmadığı için ve katılması gerekenlerde de o kadar gürültü patırtı olmadığı için kendisini şanslı sayıyordu. Tabii bu bulunduğu ortamın onun için rahatsız edici olmadığı anlamına gelmiyordu.
İç çekerek önündeki kağıtları koydu, sayıların hepsi birbirine girip hepsi kocaman siyah bir leke oluşturmuştu, ayrıca her şeyi çıktı almak da vakit öldürmekten başka hiçbir işe yaramıyordu. Şakaklarını ovuştururken Seonghwa tekrar iç çekti. Son birkaç haftadır özellikle kendisi için iş aşırı yorucuydu. Üstelik neredeyse her gün bağırılan tembel editörlerden biri de değildi.
Yeosang'tan ayrıldığından beri Lucas'ı memnun etmek çok zorlaşmıştı. Çekici gülüşünün altına pusu kuran öfkesi artık çığırından çıkmıştı ve ona çok yaklaşan ya da en basitinden birazcık sinir eden kişilere resmen anında parlıyordu.
"Selam," dedi birisi ve aynı anda Seonghwa'nın cam kapısı açıldı. "Konuşulanları duydun mu? Yine mecburi işten çıkarma başlatılacakmış!"
"Selam Taeil," diye mırıldandı Seonghwa ve hızla kafasıyla çalışma arkadaşını selamladı. "Yine mi? Herkesi çıkarması tam bir aptallık olur, sonuçta burada çalışan kişilere ihtiyacı var..."
Taeil kapı çerçevesine yaslandı, sağ koluyla kapıyı açık tutuyordu. İş arkadaşı Seonghwayla aynı departmanda çalışıyordu ve sürekli Seonghwa'nın asla merak etmediği yeni dedikodular getiriyordu. Ama Taeil iyi bir adamdı ve ona karşı soğuk olmasının hiçbir manası yoktu.
"Yenilerini işe alır," dedi Taeil omuz silkerek. "Biliyorsun ya, herkes burada çalışmak istiyor!"
"Burası Şeytan Marka Giyer filmi değil ama," dedi Seonghwa laf çarparcasına ama dediğinin doğru olmadığını biliyordu.
"Eh... ama öyle," dedi Taeil, soluna baktı ve hızla Seonghwa'ya geri döndü. "Ve işte geliyor, gittim ben!"
Taeil, Seonghwa'nın ofisinden uzaklaşır uzaklaşmaz Lucas'ın iki asistanı cam kapının önünden geçtiler. Korkutucu patronu Seonghwa'ya karşı her zaman kibar olsa da şansını zorlamak istemiyordu. Ayrıca Yeosang'la olanları olur da öğrenirse onun için cehennemin kapıları sonuna kadar açılabilirdi.
Seonghwa dudağının kenarını ısırırken sandalyesinde geriye yaslandı. Gözleri masasının üzerine koyduğu altın rengi çerçevedeki kusursuz ailesini sergileyen fotoğrafa kaydı. Hayatının koca yalanı olan ailesi.
İş arkadaşları ne zaman sorsa gülümseyip her şey yolundaymış gibi davranıyor olabilirdi fakat Seonghwa gerçek mutluluğun ne olduğunu neredeyse unutmuştu.
Ya da ta ki son zamanlara kadar...
Çok sevdiği hayatının aşkıyla karşılaşmak her şeyi çok daha kötü etkilemişti. Fakat Yeosang başkasıyla, Seonghwa'nın yeni, güçlü patronuyla oldukça mutluydu ve her şey yolunda gibi göründüğü için Seonghwa araya girmemeye ve geçmişi geçmişte bırakmaya karar vermişti.
Fakat en sonunda yapamamıştı. Yıllar önce taşa dönüşmüş kalbi, yerinden koparılıp parçalanarak ayaklarının önüne atılmak için tekrar canlanmıştı. Yeosang'ı her gördüğünde, bir zamanlar kendi kollarının arasında sardığı kişiyi Lucas her öptüğünde tarif edemeyeceği bir acı çekiyordu.
Seonghwa derin ve uzun bir iç çekerken gözlerinin kenarında biriken yaşları gizlemek için elleriyle yüzünü kapattı. Eğer daha önce Yeosang'ın sadece kalbini kırdığı düşünüyorduysa artık tamamen bitmişti. En son birbirlerini gördüklerinde her şeyi mahvetmişti.
Yeosang zapt edilmesi zor birisiydi, ilk tanıştıkları zamanda bile öyleydi. Bunu bilmesine rağmen Seonghwa, Yeosang'ın istediği kişiyle yatıp kalkmasına neden bu kadar şaşırdığı sorusuna bir cevap veremiyordu.
Ya da verebilirdi. Hatta tek bir kelimeyle açıklayabilirdi.
Kıskançlık.
Yeosang mutlu bir ilişkiyi ve mutluluğu hak ediyordu sonuçta ama Lucas'la ayrıldıktan sonra Seonghwa her gün kendi zihniyle savaşmıştı. Tüm anıları tekrar hücum ederken ne kadar mutlu ve aşık olduğunu çığlıklarla hatırlatıyorlardı. Ve belki, belki tekrar aynı şekilde hissedebilirdi.
Beraber geçirdikleri gece hiç hesapta yoktu ve Seonghwa için o kadar baş döndürücüydü ki istemediği şeyler söylemişti. Elbette bir hataydı ama sadece ikisinin de içinde bulundukları durumdan dolayı beraber olamamaları açısından bir hataydı. Yine de pişman olmadığı anlamına gelmiyordu. Yeosang'ın dudaklarını ve vücudunu yıllardan sonra tekrar hissetmek Seonghwa'yı tekrar yaşıyormuş gibi hissettirmişti.
Yeosang hala hayatının aşkıydı ve her zaman da öyle olacaktı.
Ama artık çok geçti. Yeosang, Lucas'la olan ilişkisini bitirmiş olabilirdi ama bu onun Seonghwa'ya karşı bir şeyler hissettiği anlamına gelmiyordu ve kendi bedeninde hissetmeyi sevdiği o teninde yeni izler görmesi Seonghwa'nın onu tamamen kaybettiğini anlaması için yeterliydi.
Ve canını çok yakıyordu, ilk seferinden daha çok.
✦
Güneş saatler önce batmıştı ama Seonghwa herkes işten çıktıktan sonra bile çalışmaya devam ediyordu. Her zamanki gibi. Evinde ne kadar az vakit geçirirse o kadar iyiydi. Gerçi Tzuyu de nadiren eve geliyordu, her ne ile uğraşıyorsa umurunda değildi. Sürekli kızlarını kendi ailesine bırakıp bir yerlere gidiyordu.
Fakat mutlu yuvası olması gereken o koca boşluk gece yarılarına kadar çalışmasından çok daha berbattı, tüm gün küçük sayılara bakmaktan kan çanağı olmuş gözlerinin başını ağrıtmasına rağmen hem de.
Seonghwa'nın boş olduğunu düşündüğü evine giderken kulaklarına aniden değişik bir ses ulaştı. Birisi ağlıyor gibiydi...
"Merhaba?" diye sordu Seonghwa tereddüt ederek, duvardaki boş raflardan ve boş masadan anladığı üzere kullanılmayan ofise doğru girdi.
Aniden birisi masanın arkasından fırladı ve Seonghwa şaşkınlıkla geriye sıçradı. Ve şaşkınlığı onunla da kalmadı, karşısındaki kişi dağınık saçlarla ve bir elinde boş bir bardak diğerinde ise İskoç viskisini tutan patronundan başkası değildi.
"Ah... Park," diye mırıldandı Lucas, tökezleyerek ofis sandalyesine oturdu. Hızla elinin arkasıyla yüzünü sildi, ikisi için de çoktan deli gibi sarhoş olduğu çok belliydi.
"E-efendim... Rahatsız ettiğim için özür dilerim!" Seonghwa hızla sırtını dikleştirdi, soru sorup sormama arasında gidip geliyordu. Fakat sırf nezaketten sormaya karar verdi. "İ-iyi misiniz?"
"Evet." Lucas boğazını temizledi, masanın diğer tarafındaki sandalyeyi işaret etti. "Al, benimle birlikte iç."
Ve Seonghwa soru sormadığını bildiği için yavaşça sandalyeye oturdu, elleri gergin bir şekilde kucağındaydı. Lucas ona bir bardak İskoç viskisi doldurdu ve oldukça uzun süren bir sessizlik oluştu.
Lucas bir şeyler mırıldanmaya başladı, Seonghwa ne söylediğini anlamakta güçlük çekiyordu. Aynı zamanda biraz huzursuzdu, sadece patronunun önünde oturmuyor aynı zamanda hayatını mahvettiği kişinin önünde oturuyordu.
Lucas'ın anlamsız mırıldanmaları kısa süre içinde Seonghwa'nın sessiz kalmasını umduğu o malum konuya dönüşmüştü bile. Fakat şu anki halinde Lucas o soğuk dış görünüşünü ve özel hayatını kapalı kapılar ardında tutan irade gücünü boş vermişti.
"Küçük de olsa içimde her zaman onu bir gün kaybedecek olmanın korkusu vardı," dedi Lucas, ikisi için birer bardak daha doldurdu. "Üç yıl... asla beni sevdiğini söylemedi. Bir kez bile."
Gerginlikten ensesinde ter damlacıkları birikirken Seonghwa sandalyesinde kıpırdandı. Lucas devam etti, Yeosang'ın onu nasıl önemsediğinden ve kesinlikle para için olmadığından ki bunun onu özel biri yaptığından bahsediyordu. Ayrıca Lucas'ın genç adamın yakınlık kurma problemi olduğunu bildiğinden, hatta ilişkileri ciddileşmeye başladığında Yeosang'ın ona bunu anlattığından bahsediyordu. Fakat Lucas günün birinde birbirlerini karşılıklı sevecekleri umuduna tutunmuştu.
Gözleri kayıp boş bir şekilde yere bakarken Seonghwa boğazındaki yumruyu yutmaya çalıştı. Yeosang'la olan ilişkisini mahvettiği için Tzuyu'den uzun zamandır nefret ediyordu fakat kendisi de aynı şeyi bir başkasına yapmıştı.
"Hiç çok değerli bir şeyi, kendi hayatından daha değerli bir şeyi kaybettin mi? Eğer henüz kaybetmediysen umarım öyle bir şey yaşamazsın..." Sözler sandalyesinde arkasına yaslanan Lucas'ın ağzından çıkarken bastırmaya çalıştığı göz yaşları yüzünden gözleri parlıyordu.
"Ben... kaybettim," dedi Seonghwa fısıldayarak.
"Bunu duyduğuma üzüldüm. O zaman sanırım nasıl hissettiğimi anlayabilirsin..."
"Tahmininizden daha iyi anlıyorum efendim."
~~
"Seni... seni seviyorum."
"N-ne?" Sorusu Seonghwa'nın dudaklarından bir fısıltıyla çıkmıştı.
"Seni seviyorum Park Seonghwa."
Park Seonghwa bu sefer kesinlikle doğru duymuştu. Yeosang'ın sözleri yavaşça Seonghwa'nın kalbini sarmalarken bedenini ve ruhunu saf mutlulukla dolduruyordu. Yeosang birkaç kez gözlerimi kırpıştırdı, yüzünde mahçup bir gülümseme belirirken küçük göz yaşı damlaları gözlerimin kenarlarına birikmişti.
"Ben... ben de seni seviyorum Yeosang," dedi Seonghwa kocaman gülümseyerek, içinde biriken hisleri sonunda kelimelere dönüşmüştü.
Güzel bir çiçeğin açması gibi o kelimeleri dudaklarından dökülmesi Seonghwa'yı hiç olmadığı kadar özgürleştirmişti. Tam o dakikada sonsuza dek kalacağını hissederken kanatları olmadan uçuyordu.
~~
______________________________________________
Bu hikayede yanan Lucas oldu :(
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro