Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

47

Victoria'nın can sıkıcı ve saçma ziyaretinin ardından beni bir sürprizin daha beklediğini tabiki bilemezdim. Gece yarısını biraz geçe kapım nazikçe çalındı. Aslında kapı açma gibi işler için bir hizmetçi bulundurabilirdim. Ama George dışında kimsenin varlığına tahammülümüm yoktu. Bu yüzden yataktan oflayarak çıktım ve kapıyı açtım. İkinci bir kötü sürpriz ile karşı karşıyaydım. Ve bu birinci kadar kolay değildi.

"Ben senin kralınım. Unuttun mu?" diye mırıldandı keyifsizce. Hızla reverans ettim ve yolundan çekildim. Odaya garip bir bakış attı ve içeriye girdi. Sarı saçları dağılmış, yeşil gözleri yorgunluktan ve fazla içkiden kızarmıştı. Onu ilk defa bu kadar bitkin ve keyifsiz görüyordum. Odanın ortasına geldi ve biraz önce çıktığım yatağa baktı. Yüzünde adlandıramadığım garip bir ifade vardı. O yatağa bakmak canını sıkıyormuş gibiydi sanki. Belki de daha ötesiydi. Bir şey demeden masanın üzerindeki şarap sürahisine uzandı. Şu sıralar Arthur'un en iyi dostu şüphesiz şarap sürahileri ve dolu kadehlerdi. Ama benim sürahimde şarap yoktu. Gergince içini çekti. "Galiba ayık kafayla konuşacağım."

Onun ayık kafadan kastı neydi anlayamamıştım. Çünkü zaten sarhoştu. Bu geceyi sağ salim atabilirsem çok sevinecektim. Yorgundum ve başımda hiç geçmeyecek gibi duran bir ağrı vardı. Uyumak istiyordum.

"Nasıl? Yeni yatağına alışabildin mi?" diye mırıldandı yarı dili dolanarak.

"Majesteleri izninizle, çok yorgunum."

Gözlerini yüzüme sabitledi. Öfkeli, yorgun ve kanlı gözlerini. Bir o kadar da kederli. "Ah, prenses rahatsız oldu. Bir zamanlar çok sevdiği adamı görmek canını sıkar oldu." diye söylendi. "Tabiki de yeni yatağına alışkın."

"Ne demek istiyorsun?" Öfkelenmeye başlamıştım. Cehennemden çıkma karısının paranoyakça tavırları yetmezmiş gibi bir de Arthur'un paranoyak tavırları çıkmıştı başıma.

"Yalandı değil mi? Aramızdaki herşey. En başından beri onunlaydın. Beni onunla aldattın!"

"Bizim aramızda bir şey yoktu ki seni aldatayım." dedim büyük bir soğukkanlılıkla. "Bunu sen söyledin. Hatta imzalayıp, belgeledin de."

Delirmiş gibi parlayan kırmızı gözleri dolan yaşlarla parlıyordu. "Evet, ben yaptım." Bana doğru yürüdü. Otamatik olarak geri çekildim. "Ben duyurdum bunu." Artık gözyaşları akıyordu. "Hayatımın en büyük hatasını yaptım."

"Sen sarhoşsun. Ne dediğini bilmiyorsun." dedim çabucak. Kafam karışmıştı. Ne yapıyordu böyle? Bu nasıl bir oyundu?

Güldü. Gülüşü hırçındı, sanki hıçkırır gibi çıkmıştı. "Sarhoşum, belki de değilim. Aslında hiç bu kadar kendimde olmamıştım."

Başımdaki ağrı kuvvetleniyordu. Midem yanmaya başlamıştı. Bu saçmalıklardan gerçekten usanmıştım. "Ne istiyorsun Arthur?"

"Seni."

Ne diyeceğimi bilemeden, ağzım bir karış açık ona bakarken buldum kendimi. Tamam, belli ki saraydaki bütün içkileri içmişti. Hatta ülkedeki. Midem daha çok yanmaya başlamıştı. Kusacak gibiydim.

"Ben hala seni seviyorum İsabel." dedi hıçkırarak. "Ve bunu şimdi fark ediyorum."

"Sus." dedim dayanamayarak. Duymak istemiyordum. Lanet olsun! Hızla üzerime yürüdü ve beni kollarının arasına aldı. Bu kadar zaman sonra ona temas etmek çok ilginçti. İçimde bir yerlerin sızladığını hissediyordum. Elimde değildi. Ağlamaya başladım.

"Dokunma bana. Lütfen."

"Senin de beni sevdiğini biliyorum." dedi yumuşacık bir sesle. "Bizim aramızdaki bağ hala duruyor."

"Yanılıyorsun!" Hızla ondan uzaklaştım. "Bizim aramızdaki bağı sen kopardın. Hem de çok, çok önce. Aptal evlilik belgesi saçmalığı çıkmadan çok önce. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum ama gitmeni istiyorum. Benim seni sevdiğim falan yok! Ben Edmund'u seviyorum."

Yüzümde patlayan tokadın şiddetiyle sarsıldım. Midemdeki kasılma ve başımdaki ağrı eş zamanlı olarak arttı.

"Biliyordum! Beni aldattınız! Kandırdınız! Çocuklar ondan değil mi? Edmund'un çocuğu onlar!" diye haykırarak omuzlarımdan sarsmaya başladı beni. Bacaklarımdaki bağın koptuğunu hissedebiliyordum. Aniden karnıma bir yumruk yemişim gibi acıyla haykırdım ve iki büklüm oldum. Arthur şaşkınlıkla beni bıraktı ve geriledi. İkinci sancı daha şiddetli geldi. Acıyla haykırarak yere yığıldım. Hayır, hayır, hayır! Bu olamaz! Bu olmamalı diye haykırıyordum içimden. Kollarımı karnıma doladım ve üçüncü sancıyla haykırdım. Arthur bembeyaz bir yüzle beni izliyordu.

"Sen... İsabel?"

"Kan! Çok kan var!" diye haykırdım. Geceliğim bacaklarımdan akan kanla kıpkırmızı olmuştu. Acı dolu bir çığlık attım. İçimdeki acı ve korku dayanılmazdı. "Bebeğim! Bebeğim ölüyor! Arthur onu kaybediyorum!"

Ben yeni bir sancıyla çığlık atarken, Arthur'un gürleyen sesi sarayda yankılandı. "Ebe getirin! Ebe getirin!"

Koşturan ayak seslerini duyuyordum. Arthur titreyen elimi sıkıca tuttu. "Bir şey olmayacak. Geçecek İsabel. İyi olacaksın." diye mırıldandı nazikçe.

"Onu kaybediyorum Arthur. Bebeğim ölüyor!"

Son sancıyla kafamı arkaya atıp resmen uludum. Ve Arthur'un kucağına yığıldım.

***
Doğum sancısı gibiydi. Ebeler etrafımda dönüyordu. Üzerimi kat kat örttüler. Ayaklarıma sıcak tavalar kondu. Sürekli sıcak içecekler içirdiler. Ve beklediler. Sancılarım hiç durmuyordu. Çarşaflara yapışmıştım. Sanki içim yırtılıyor gibiydi. Tenim yapış yapıştı ve aklımı kaybedecek kadar yorgun ve korkuyordum. Ölüyordum. Ebeler sabaha dayanamayacağımı söylüyorlardı. Biliyordum.

Gün ağardığında yatakta hızla doğruldum ve karnıma sarıldım. Boğazım yırtılırcasına çığlık attım. İçim parçalanıyordu. Bir şey içimi tırnaklarıyla kazıyordu. Birden içimin boşaldığını hissettim. Acı kesilivermiş, yerini derin bir sızıya bırakmıştı. Baştan aşağıya titredim. Derin bir nefes aldım. Etraf kararmıştı. En son hatırladığım şey yastığıma düşen kafamın ağrısıydı. Gözümden bir damla yaş aktı kapanırken. Biliyordum. Onu kaybetmiştim.

***
Gözlerimi açtığımda odam karanlıktı. Başım dönüyordu ve çok halsizdim. İçim bomboştu. Elimi karnıma koymak için kaldırdım ama o kadar halsizdi ve titriyordu ki. Dudaklarımdan bir inilti yükseldi. Gözyaşlarım sıcak damlalar halinde yanaklarımdan süzülüyordu.

"Çok üzgünüm İsabel."

George yatağımın kenarına oturmuş, kederli bir ifadeyle yüzümü inceliyordu. Titreyen elimi sıcak ellerinin arasına aldı. Dostumun yakışıklı çehresi bitkindi.

"Onu kaybettim." diye fısıldadım. "Edmund..."

"Şş... Yorgun düşmemelisin. Edmund iyi olacak."

O kadar bitkindim ki yeniden rahatsız edici bir uykuya daldım. Rüyamda karanlıktan kaçıyordum.

Karanlık pençeleri olan bir hayvan gibi peşimden geliyordu. Ne kadar koşarsam koşayım pençesini omuzuma geçirmişti. Acıyla haykırıp yere düştüm. Omzundan oluk oluk kan akıyordu. Kan siyah denecek kadar koyuydu ve bir lav kadar da yakıcıydı. Yere damlayan kanlar birer alev parçasına dönüşüp, büyük bir ateş oluşturdu. Birden ateşten bir halkanın ortasında bulmuştum kendimi. Halkanın etrafında siyah cübbeler giymiş, başlıklarını yüzlerine kadar çekmiş insanlar vardı. Ateş cübbelerini tutuşturuyor ama onlar fark etmiyordu. Alevler daha da yükseldi ve ateşin içinde bir gölge alev topu gibi kükredi. Kırmızı ve siyah karışımı, hayvanla insan arası bir yüz belirdi alevlerin içinde. Ben korkuyla olduğum yerde süzülmüş nefes bile alamazken, boş göz çukurlarında ateşler yanan yaratık gözlerini üzerime dikti. İşte o zaman çıplak olduğumu fark ettim. Ellerimle bedenimi örtmek istiyor ama yaratıktan gözlerimi bir türlü alamıyordum. Yaratık birden duman oldu ve etrafımda dolaştı. Hipnoz olmuş halde dumanı izlerken ateşin içinden bir adam çıktı. Uzun boylu,oldukça çekici bir adamdı. Fırça gibi kızıl, sarı saçları, simsiyah gözleri vardı. O kadar göz alıcı ve yakışıklıydı ki onu hayran gözlerle izliyordum. Geniş omuzlarına ve göğsüne uzandı ellerim ister istemez. Elim bedenine değdiği gibi yandı. Acıyla elimi çektim. Yüzünde çarpıcı bir gülümseme belirdi ve güçlü eliyle elimi tuttu. O kadar sıcaktı ki! Göğsüne koydu beyaz elimi. İçin için yanan kaslarını hissedebiliyordum. Ama artık canımı yakmıyordu ateşi. Tam tersi tenimi gıdıklıyor, bedenimin zevkle ürpermesine neden oluyordu. Yaşadığım yoğun zevkle gözlerimi kapattım.

"Bana gel Tanrıça'm." diye mırıldandı güçlü bir ses ve ağır bir aksanla. Bu aksanı hiçbir yerde duymadığıma yemin edebilirdim. Sanki kadim çağlardan kalma gibiydi. O kadar hoş bir tınısı vardı ki!

"Sen de kimsin?" diye mırıldandım hayranlıkla. Yeniden şahane gülümsemesini bahşetti yüzüme. Hayatımda hiç bu kadar yakışıklı bir adam görmediğime yemin edebilirdim. Derin gülümseyişine karşılık içimi hayranlıkla çektim. Kalp atışlarım hızlanmıştı. İçten içe bana dokunmasını diliyordum. Bu isteğimi anlamış gibi yanan elini yüzüme koydu. Bedenim zevkle titredi. Yumuşak ve ateş gibi yanan dudakları dudaklarıma kapandı. Öpüşü çok hafif ve çok tatlıydı. Daha derin istiyordum. Daha fazlasını istiyordum. Kollarımı boynuna doladım ve ateş gibi yanan bedenini bedenime bastırdım. Kendimden geçiyordum. Cübbelerin hep bir ağızdan bir ilahi mırıldandığını duyuyordum.

"İsabel!"

Hızla gözlerimi açtım. Edmund karşımdaydı, halkanın çok ilerisinde. Yüzünde derin bir hayalkırıklığı ve acı vardı. Başını hayır der gibi sallıyordu. Onu karşımda görünce derin bir suçluluk duygusuna kapılmıştım. Çok utanıyordum.

"Edmund... Ben..."

"İsabel!"

Seninde öfke yoktu, kin yoktu. Kaşlarımı çattım. Sesi uyarıyla doluydu. O sırada ateşten adam yeniden görüş alanıma girdi.

"Bana gel Tanrıça'm." dedi yine o müthiş sesi ve aksanıyla. Edmund'u unuttum birden. Yeniden ona doğru sokuldum.

"Anne!"

James'in sesi öyle çaresiz ve korkuyla yükselmişti ki biri iğne batırmış gibi hızla irkilmiştim. Ateşin ilerisine baktım. Onu arıyordum. Uzaktaydı. Şükürler olsun, ateşten uzaktaydı. Endişeli ve korku dolu gözlerle beni izliyordu. Küçük elini bana doğru uzattı. Ona doğru uzanırken ateşten adam yeniden yanımda belirdi.

"Bana gel Tanrıça'm." diye mırıldandı daha da karşı konulmaz bir sesle. Ama bu sefer kendimi kaybetmeye fırsat bulamadan ikinci feryadı duydum.

"Anne!"

"Cecilia!" diye haykırdım ateşe doğru. Ateşten adam yeniden belirdi. Bu sefer ısrarlı bir ses tonuyla aynı cümleyi tekrarladı. Ama artık onu duymuyordum. Sıcak kolları omuzlarımı sardı. Hızla ittirdim.

"Hayır!"

Bu sefer bir bebeğin ağlayan sesi yankılandı zihnimde. İçimde derin bir boşluk hissettim. Bebek deli gibi ağlıyordu. Cecilia ve James bir ağızdan korkuyla bağırıyordu.

"Anne!"

Ağlamaya başladım. Onların yanına gitmeliydim. Ama ateş etrafımı sarmıştı. Cübbelilerin uğursuz ezgileri gittikçe yükseliyordu. Ateşten adam ısrarla sözlerine tekrar ediyordu.

"CEHHENEMİN DİBİNE GİDİN!"diye haykırdım deli gibi. Ateşten adam kolumu tuttu. Acıyla haykırdım. Tuttuğu yer cayır cayır yanıyordu.

"Ateşin çağrısına itaat et." dedi sertçe. Bu sefer korkunç bir ses çıkmıştı. Çocuklarım yeniden haykırdılar. Acımı unuttum. İçimde yumuşak bir ses güven bana ve söylediklerimi kulak ver diye mırıldandı. İçimden yükselen sese uydum.

"Denizlerin Tanrısı İdilous! Bana kötülüğü temizleyen suyun gücünü bağışla!"

Adamın yakışıklı yüzü birden eğrildi ve çirkinleşti. Gözlerimi yumdum ve suyu çağırdım. Köpüren dalgaların sesini ve serinliğini duyabiliyordum. Ateşten adam çirkin bir sesle kükredi. Cübbeliler sustu. Köpüklü su zihnime dolarken ateş çığlıklar atarak yok oluyordu. Temizlendiğimi hissediyordum. Kafamın içinde yanan ateş yerini tatlı bir serinliğe bırakırken kendimi özgür hissediyordum. James ve Cecilia'nın neşeli kahkahası yankılandı etrafta. Ve artık ağlamayan bebeğin gülen sesine karıştı.

"İsabel!"

Edmund yüzünde derin bir gülümseme ile beni izliyordu. Sesi yumuşacık ve neşeliydi. "Dayanmalısın!" diye seslendi aynı yumuşak tonla. "Onu ancak sen yok edebilirsin!"

Ve gözlerimi açtım.

***

"Bu kadar mı?"

"Bu kadar."

George düşünceli gözlerle beni inceliyordu. Sabah olmuştu. Hala yatakta yatıyordum. Kalkmaya halim yoktu. Her yerim acıyordu. Ve berbat haldeydim. İçim bomboştu. James ve Cecilia'mı düşündükçe içimin sızısı azalıyordu en azından. Konuşmak istemiyor, saatlerce ağlamak istiyordum ama bu rüya kafamı allak bullak etmişti. George beni ziyarete geldiğinde ona olanları anlattım. Odada Linda dışında kimse yoktu. O da doğuştan sağır ve dilsizdi. Bir kova ve fırçayla yerleri fırçalamakla meşguldü.

George kaşlarını çatmış, gözlerini yere dikmiş düşünüyordu. Tanrı Meneldur ve karanlık müritlerini bilmiyordu. Zaten bu lanet ülkede kimse kadim çağları bilmiyordu ya.

"Bu ne demek hala anlamıyorum." diye mırıldandı en sonunda. "Onun Meneldur olduğuna emin misin?"

Omuz silktim. Başım ağrıyordu ve sonsuza kadar uyumak istiyordum. "Emin değilim." diye mırıldandım.

"Pekala." dedi ayaklanarak "Sen dinlen, ben de kütüphaneye gidip, şu ateşten adamı bir araştırayım." diye mırıldandı.

"Linda'yı da yolla. Fırçanın sesi beynimi yırtacak gibi." George solgun yüzüme biraz daha dikkatle baktı.

"İyi olacaksın."

"Olmayacağım. Onu öldürdüler."

George'un yüzü bir anda bembeyaz kesildi. "Ne demek istiyorsun?"

"Bilmiyorum. Sadece..." yutkundum. "Edmund'a ihtiyacım var." diye fısıldadım ağlamaya başlayarak.

"İsabel... Ona haber vereyim mi?"

"Geldiği zaman öğrenecek değil mi?"

Başını salladı. Bir şey diyecekken onu durdurdum. "Yoruldum Geo."

George elimi sıktı ve alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu. "Yaşamana çok sevindim. Bir an sandım ki..." Koyu gözlerinde yoğun acı vardı ama daha fazlası da var gibiydi. Bu düşünce beni huzursuz etti ve bakışlarımı kaçırdım kafamı sallarken. Elimi bir kez daha sıktı ve Linda'ya doğru yürüdü. Elimi omzuna koymasıyla kız irkilerek ona baktı. George eliyle kovayı, fırçayı ve kapıyı gösterdi. Linda ürkekçe bana baktı. Başımı salladım. Fırçasını kovanın içine attı. Eteklerini toplayarak, kovasını da alıp George ile birlikte çıktı. Arkamı yaslanıp, gözlerimi yumdum. Victoria 'nın sinsi gülüşü belirdi zihnimde. "İç." diye fısıldadı kadehi uzatarak. Hıçkırmaya başladım. Nasıl bu kadar cani olmuştu? Bu kadar mı kanlıydı elleri? Küçük bir bebekten bile korkacak kadar korkak mıydı? Çığlık atmak istiyordum. Deli gibi bağırmak istiyordum. Başucuma koydukları haşhaş sütünü aldım. Bu ağrıları ve acıları azaltmaya yarıyordu. Ve uyumaya da. Sütü bir dikişte bitirdim. Kısa süre içinde uykuya daldım.

***

Victoria üzerinde hala geceliğiyle, gözleri ağlamaktan şişmiş bir halde odanın içinde volta atıyordu. Titreyen parmaklarındaki etleri koparıyordu. Barry odaya girdiği gibi boynuna atladı ve ağlamaya başladı.

"Sakin ol. Sakin ol."

"İsabel'i seçti." diye sayıklıyordu deli gibi ağlayarak. "Beni öldürecek. Lauren beni ortadan kaldıracak. Korumalısın beni. Yalvarıyorum."

Barry sıkıca Victoria'ya sarıldı ve sakinleştirmek için saçlarını okşamaya başladı. Genç kadın kollarında tir tir titriyordu. "Sakin ol. Kimse sana zarar vermeyecek. Seni koruyacağım. Ne pahasına olursa olsun. Lütfen, sakinleş ve ne olduğunu anlat bana."

Victoria yavaşça başını salladı. "Oturmak istiyorum." diye fısıldadı. Barry onu koltuğa oturttu ve bir kadeh şarap tutuşturdu eline.

"Onları gördüm."

"Kimleri?"

"İsabel ve Meneldur'u."

Barry'nin nefesi kesilmişti. Yüzü bembeyaz olmuştu. "Ee?"

"Kutsal çemberin ortasındaydılar. Sevişiyorlardı." diye fısıldadı. "Çemberin etrafındaydınız. Meneldur... o... İsabel'e Tanrıçam diyordu." Yeniden ağlamaya başladı. "Onlara engel olmak istedim. Meneldur... Ona haykırdım. Tanrıça benim, ben kraliçeyim!" Derin bir nefes aldı. "Ateş, ateş beni sardı. O... Meneldur, o kadar güzeldi ki. Ona dokunmak istedim ama o beni yaktı. Bana... ateşin çağrısına itaat et dedi ve... Ve..."

"Ve?" diye fısıldadı Barry

"Yandım. Ateş beni yaktı." diye mırıldandı hayretle. Barry dehşet dolu bir nefes aldı. Odanın içinde volta atmaya başladı. "Ne demek bu?"

"Bilmiyorum." diye hıçkırdı Victoria. Yeniden ağlamaya başladı. "Beni koruyacak mısın Barry?" diye yalvarmaya başladı. "Beni koruyacak mısın?"

O sırada kapı çaldı. Birbirlerine korkuyla baktılar. Kapı bir daha çaldı. Bu sefer garip bir melodiyle çalmıştı. Victoria sakinleşti. "Linda olmalı. Onu İsabel'in odasına yollamıştım." dedi hızlı hızlı. Linda elinde kova ve fırçayla odaya daldı.

"Onu reddetmiş."

"Ne?"

Linda duyduklarını anlattı. Victoria derin bir nefes aldı ve koltuğa yığıldı. Aynı nefesi Barry'de almıştı.

"Ama biliyor." dedi Linda çabuk çabuk. "Bebeğin öldürüldüğünü biliyor."

"Bildiğini biliyorum." diye mırıldandı genç kadın çatlak bir sesle. Acıyla yutkundu. Boğazı acımaya başlamıştı.

"Ama kanıtlayamaz." dedi Barry. Victoria başını salladı.

"Bütün bunlar ne demek oluyor?"

"Lauren nerede?"

Kapı açıldı. İçeriye buz gibi bakışlarla Lauren girdi. Victoria tedirgince ayağa kalktı. Barry gerildi.

"Herşeyi biliyorum. Nedenini de biliyorum." dedi buz gibi bir sesle.

"Neden?" diyebildi Victoria uzun bir sessizlikten sonra. Adam şeytani bakışlarla genç kadını süzdü. Victoria ürperdiğini hissetti. İstemdışı bir hareketle kollarını karnına doladı.

"Çünkü çok uzadı Vic." diye mırıldandı yavaşça. "Meneldur sıkıldı. Daha fazla kurban lazım. Hiç ilerlemiyorsun."

"Arthur ikna olmak üzere ve..."

"Fazla vaktin yok Vic. Edmund'u neden gönderdik?"

"Arthur'u bizim tarafımıza çekmek için. Onu karanlık mürit yapabilmek için." diye fısıldadı Victoria.

"Peki oldu mu?"

"Olmak üzere."

"YETMEZ!" diye gürledi adam. Genç kadın korkuyla büzüştü. "Arthur bir an önce bizden biri olmalı. Bir an önce! Edmund dönmeden bu işi halledeceksin Vic. Çok vaktin yok."

Hızla Linda'ya döndü. "Benimle gel." dedi bir hışım. Öfkeyle çıktı. Victoria bacaklarının titrediğini hissediyordu. Barry onu omuzlarından tutmasa yere yığılacaktı.

"Sakın ol." diye fısıldadı. "İsabel onu red etmiş. Daha vaktimiz var. Arthur'u ikna etmelisin Vic."

Victoria kederle başını salladı. Yaşlarla dolu gözlerini Barry'e dikti. "Çok yorgunum." diye fısıldadı ağlarken. "Barry, bebeği sormadı bile."

Barry anlayışla başını salladı. Elini genç kadının şiş karnına koydu "O iyi olacak. Oğlumuz çok sağlıklı biliyorum. Sizi koruyacağım. Sana yemin ediyorum aşkım."

Victoria başını ağır ağır salladı ve kafasını genç adamın omzuna yasladı. "Çok yoruldum."

"Sen çok güçlü bir kadınsın Vic. Baş rahibemizsin. Meneldur'un Tanrıçası ve Karanlık Kraliçe'sin. Karanlık Prens'in anasısın. Bir tarih yazacak kadınsın. Yorgun olmalısın. Tarihe geçmek her zaman acı verir."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro