
𝐓𝐄𝐄𝐍 𝐂𝐇𝐎𝐈𝐂𝐄
YEAR: JULY, 22–2012
PLACE: CALIFORNIA, INGLEWOOD
Birazdan Kick Ass, Waverly büyücüleri ve Diana albümümden aday gösterildiğim ödül töreni sahnelenecekti. Bunun için saatler önce uyandırılarak bakıma alınmış, yüzümü temizlettirdikten sonra gene aynı özenle haftalar öncesinden hazırlanan mor elbiseme bakıyordum. Gergindim, daha önce hiç ödül almamıştım.
Nasıl olacak, neler yapmam gerekecek bilmiyordum. Bu konularda ne kadar da ilk olacağım dense bile, küçükken babamın sevimli kızı olarak arkasından gelirdim. Beni ödül törenlerinde gezdirdiğinden oradaki insanların nasıl gülümseme yarışlarına girdiğini, herkesin birbirine karşı dünyanın en iyi insanı olup nasıl sonra arkalarından konuştuklarını ve bunun üzerinden prim yaptıklarını biliyordum.
Yani az çok biliyordum ama bu heyecanlı olmama engel değildi. Neyse ki 1D grubunun da adaylığı bulunuyordu ve bu da o ortamda yakınım olan birinin olması demekti. Zayn orada üyesi olduğu gruba göre hareket edecek olsa bile, onunla olan bağım bir şekilde kendimi mutlu hissetmeme sebep oluyordu.
"Rowena çok güzelsin..." Selena'ya bakıp gülümsedim. "Bakan kişinin güzelliği." Yanağından öpüp geri çekildim. "Keşke sen de gelebilsen, benimle olabilsen o kadar güzel olur ki." Yanağımı okşadı. "İsterdim. Ama ben ancak ödül anında gelebilirim."
Yalancı sitemine sırıtıp onayladım. "Peki. O zaman giyinmeme diğerleri gibi yardım eder misin?" Onayladı ve üzerimdeki korsenin cırtcırt kısımlarını düzeltti. Elbisemi korumasından çıkartan Carla ve Olivia, üzerime doğru getirdiklerinde bacaklarımı kaldırdım ve elbisenin üzerime geçmesini sağladım.
Fermuar kısmında biraz zorlanmıştık çünkü son günlerde kullandığım antidepresanlardan ötürü fena iştahım acıktı ve bu da göbeğime vurmuştu. Yaptığım spor dolayısıyla bu kilo almamışım gibi görünmemi sağlasa da, elbisemin dar gelmesi bize neyin ne olduğunu gösteriyordu.
Ne olursa olsun elbise vurulduğunda, makyaj için oturdum. Normalde tam tersini yaparlardı ama ben elbisemi giymeden makyaj yaptıklarında sanki elbisem pislenecek gibi hissediyordum. O yüzden böyle yapmıştık. "Eee ondan sonra kavga ettiniz mi?"
"Ne kavgası? Hee sen o atışmayı diyorsun. Hayır, kavga etmedik ama Zayn bu konu hakkında hala net değil. Hep arada davranıyor, ne hissettiğini bilmiyorum." Selena buklelerimi düzeltirken çekingence fikrini dile getirdi. "Jimmy'e katılacaksınız biliyorsun değil mi? O zamana kadar probleminiz devam ederse, bu ekrana yansır güzelim."
"Haklısın ama şu an mutluyum. Bu bozulsun istemiyorum." Selena sessiz kalarak düzeltmeye devam etti. Ben de önüme döndüm. Sessizlik kısa sürede makgözümün far rengimi sormasıyla bozulurken, simli beyaz bir tane seçtim ve göz çevreme yapılan makyaja karşılık sadece seyrettim. "Rowena hanım yemeğiniz geldi!"
Carla içeriye sebze burger getirdiğinde, ellerimi birbirine çırpıp bana kızgınlıkla bakan Selena'nın bakışlarından kaçmaya çalıştım. "Hey! Senin için yemek yapmıştım ben." Ellerimi havaya kaldırdım. "Upss yakalandık galiba. Bak açıklayabilirim.."
"Tamam bu seferlik affettim. Ama başka zaman olmaz bil." Sebze kızartmalarını ağzıma üçer beşerli sokarken, onayladım ve hamburgerimden büyük bir ısırık aldım. "Kime ne diyorum ki." Rujum için dudak çevremi kalemle oluşturduklarından, biraz zorlanarak yesem bile başardım ve sabah elmayla duran midemi yemekle doldurdum.
Karnımı doyurasıya kadar makyajıma ara verildi. Ben yemeğimi bitirdiğimde makyaj tamamen oturtuldu ve salsa sos kokmayayım diye parfümüm daha çok kullanıldı. Saçlarıma son dokunuş verildi. Hazır olduğumda da arabama bindim ve alana doğru gitmeye başladım.
Heyecanlıydım. Eşyalarımı konser vermek için hazırlamış, piyanomu güvendiğim kargo şirketiyle alana göndermiştim. Parçalarımdan Valse için kullanacak, hatta açılışı ben yapacaktım. Benden sonra 1D grubu çıkıyordu. Açılış konusunda bana teklifte bulunduklarında işin altında kalacağımı düşünmüştüm ama iş böyle değildi. Yapabilirdim, yapacaktım.
Bunun heyecanını hissediyordum. Yol bu heyecanla geçmiyor gibi hissediyordum ama sorun yoktu. Gerginliğim sadece 10 dakika sürdü. Korumalar eşliğinde arabadan indim ve dışarıdaki uzun kuyruğa bakıp gülümsedim.
İçeriye girip ferah alanda yürüdüm ve arkadaki hazırlık odasına ilerledim. Bir çok kişi vardı. Hatta Selena'nın yakın arkadaşı, bağları en az bizimki kadar mükemmel olan Taylor Swift de buradaydı. Enerjisini çok seviyordum, güçlüydü. Örnek alınacak, idol edinilecek türden biriydi. Herkes onunla konuşurken bu enerjiyi fark ediyordu.
"Merhabaaaaa!" Kollarımı boynuna dolayıp geri çekildim. Kesinlikle harika görünüyordu. Kırık beyaz renginde, düz bir elbise giymişti. Sadece kalp dekoltesi ve dekolteyi kaplayan kol tülleri bulunuyordu. Makyajına baktığımda... Bu kadının makyaja ihtiyacı yoktu. Mavi gözleri başlı başına parlıyordu. "Sen Rowena olmalısın değil mi?"
Yutkunarak dalgın dalgın bakmayı kestim ve hızla başımı salladım. "Selena senden çok bahsediyor." Gülümsedim. Ardından olayı şakaya vurdum. "Umarım iyi yönlerimi anlatıyordur." Beni onayladı. "Kötü özelliğini hiç duymadım." Tebessümümü genişlettim. "Bunu duyduğuma sevindim."
Konuşmamız sessizliğe bürünürken, biri kolunu omzuma attı. Başımı çevirdiğimde gördüğüm Zayn ile rahatlayarak ona sarıldım. "Oh! Siz çocuklar yoksa!?" Zayn utanarak Taylor'a cevap verdi. Saçlarını kaşıdı ve gülümsedi. "Evet." Taylor onun tavırlarını anlayıp burukça güldü. Magazin haberlerinden duyduğum kadarıyla Jake Gyllenhaal ile olan ilişkisi zorlayıcı bir şekilde bitmişti ve hala içeride bir yerde, bunun etkisinde olduğunu tahmin edebiliyordum.
"Çok yakışıyorsunuz sizin adınıza mutluyum. Şimdi gitmem gerek." Başka bir şey demeden önüne dönüp gitti. Bakakaldım desem yeriydi. "Onun adına üzgünüm." Zayn'nin yorumuyla arkasından baktım ve önüme döndüm. "O iyi birini hak ediyor."
Dudaklarımın üzerine minik bir öpücükle dikkatimi Taylor'dan çekip Zayn'e verdim. "Heyy kameralar burada biliyorsun değil mi?" Daha çok öptüğünde elimi boynuna koyup saçlarına götürdüm. Bunun acilen durması gerekiyordu. O yüzden ne kadar istesem bile geri çekilmek zorunda kaldım. Birbirimize bakıp gülümserken, dudağına bulaşan rujumu sildim.
"Rowena Depp!" İsmim söylendiğinde, gitmek için hazırlanırken Zayn son bir kez beni kendine çekti ve dudaklarımızı birleştirdi. Utanarak ondan ayrılıp görevliyi takip ettim. Birlikte bir alan üzerinde yürüdük ve konser kısmına geldik. Alkışlar yükselirken yerime geçip sandalyeme oturdum.
Parmaklarımı yavaşça piyanoya yerleştirip akortlarını inceledim ve Valse notalarını çalmaya başladım. Çığlıklar kulağımı delercesine yükselirken, sakin kalıp hata yapmamak çok zordu. Sanki her an çuvallayacakmışım gibi geliyordu. Ama çuvallamayacaktım. Bunun için çok çalışmıştım. Yapacaktım.
Gerginliğimi atmak için kambur duruşumu dikleştirdim ve burnumdan rahatlatıcı bir nefes aldım. Bu iyi gelmişti. Çalma hızım daha iyileşince, sakinliğimin meyvelerini yemeye başladım. O kadar güzel bir ortam vardı ki Valse melodilerinde, herkes sanki benim notalarımı
duymuyormuşta kendi hikayelerini düşünüyorlarmış gibi hissediyorum. Ki zaten öyleydi. Melodilerimin anlamı bana özeldi, herkes kendi anlamını yükleyebilirdi.
Zaten sanat eseri herkesin kendine pay biçtiği görüş değil miydi? O yüzden güçlü bir şeye imza attığımı bilmek, kendimi gururlu hissetiriyordu. Melodilerimin sonunda ise aldığım tepkiler, bu gururun yerini mutluluğa bırakıyordu. O kadar tiz çığlıklar vardı ki şu an, gerçekten ödülün ismimin hakkını verdiklerinden emindim.
Eğilip tebessüm ettim. Selamlarımı verdim ve az önce geçtiğim yerden geçip koşarak beni kenarda bekleyen Zayn'nin kollarına atladım. Sıkı bir sarılmayla birleştikten sonra geri çekildik. "Nasıldı?" Büyülenmiş gibi bir hali vardı. "Bir peri izliyordum sanki."
"Gerçekten mi?" Elimden tutup beni kendi çevremde döndürdü ve sarıldı. "Seninle olduğum için gerçekten çok şanslı bir adamım." Yalancı. "Bence beni biraz büyütüyorsun." Kahkaha attı. "Hayır bebeğim. Sen mükemmelsin, sadece mükemmel."
O anda kendimi çekilmez bir şeyin içinde buldum. O kadar ani olmuştu ki. Etkisi beni mahvetmişti. Başım döndü, bundan midem bulandı. Karnıma ardı ardına kramplar girmeye başladı. Gözlerimin önünden beyaz benekli hareler geçiyordu. "Zayn... Ben tuvalete gitmeliyim. Arkadaşların seni çağırıyor hem." Elimi tutan elini bıraktım ve tuvalete doğru yürüdüm. "Hey! Rowena! Rowena iyi misin? Rowena!"
Arkamı dönmeden elimi havaya kaldırdım ve okey işareti yapıp yürümeye başladım. Biliyordum, normalde çıkması gerekmese beni orada bırakmazdı ama gitmesi gerekiyordu. Benimle değil başkalarıyla olmalıydı. O yüzden bu benim fırsatımdı. Tek kalmam gerekiyordu.
Nereye gideceğimi bilmeden, kaos gibi olan odadan ayrıldım ve koridor boyunca yürümeye başladım. Gözlerimin halen beneklendiğini hissedebiliyordum, bu kesinlikle güzel bir his değildi. Bir kapı gördüm. Kırmızı renkliydi, o an onu açmak istedim. Kulbu tuttum ve ardımdan kapatıp kendimi balkona attım.
"Sen?" Başımı kaldırıp gördüğüm yüzle gülümsedim. "Ben?" Beni gördüğünde, yüzünden sıcacık ellerinle bile hissedilebilir bir gülümseme geçti. Ben ise enkaz gibiydim. Gözlerim karardığı için yeterince tepki veremedim. Bu da tabii ki dikkatinden kaçmadı. "Heyy sen iyi değilsin."
"Ve sen de benim kurtarıcım olmak zorunda değilsin." Beni zorlamadan yanıma geldi. Herhangi bir fiziksel temasta bulunmadı ama düştüğümde beni yakalayabilecek kadar yakınımdaydı. "Sen de kendini seni kurtarmamı gerektirecek durumlarda bırakma o zaman."
"Fazla... bunlar çok fazla." Gösterişle bezenmiş kıyafetimi önemsemeden bulunduğum yere çöktüm. Çok geçmeden yanıma oturdu. Kollarımda onun ceketi bulunuyordu. Normalde olsa istemezdim ama şu an çok üşüyordum ve ceket polarlı olduğundan beni çok güzel ısıtıyordu. "Fazla olan ne?"
"Beni dinlemek zorunda değilsin. Gidebilirsin, benim gibi biriyle birlikte bulunmak zorunda değilsin." Sanki o sözleri ona söylemiyordum, söylediğim kişinin sesi kulaklarıma dolarken başka birine söylüyordum. "Ben bir yabancıyım. Bunları söyleyeceğin kadar tanımıyorum seni."
"İşte güzel olan yanı da bu ya. Gidersen çok canım acımaz. Ah niye böyleyim ki? İstemiyorum, istemiyorum cidden bak. Sürekli aynı çok sıkıldım." Sustu. Uzaklara baktığında onu inceledim. Ardından bunun yanlış olduğunu bildiğimden önüme döndüm. "Sorun ne? Sen... korkunç görünüyorsun. Yorgunsun, hem de çok fazla." Gözlerimi kapattım. "Bunun hakkında konuşmak istediğimden emin değilim."
"Haklısın. Hiçbir şey hakkında konuşmak zorunda değilsin." Gözlerim o kadar yanıyordu ki. "Ama kendini mutsuz edecek durumlarda bulunuyorsun. Bu hoşuma gitmedi. Sevmedim." Kahve gözleri ilgiyle üzerimde dolandı. "Kalbim kırıkken, üzgünken ya da ağlarken yanımda bulunan sen... Beni sadece en kötü anımda gördün. Ben normalde böyle biri değilim. Eğlenceliyim, yemin ederim öyleyim ama sorunum ne bilmiyorum."
"Bana kendini kanıtlamak zorunda değilsin. O günkü kız çocuğunun nasıl olduğunu gördüm. Ve sen ona hiç iyi bakmıyorsun. Gözler yalan söylemez." Önüme döndüm. "Bazen o kadar çok ağlamak istiyorum ki, kendimi parçalayacak kadar duyguları yırtıp dipte kalan tozları süpürecek kadar ağlamak istiyorum."
"Arzun benim için önemli. Ağlayabilirsin, bağırabilirsin. Hatta her türlü garipliği yapabilirsin. Ama belki yeri değildir, sadece bekle." Oturduğu yerden kalktı. Beni de kaldırdı ve üzerimdeki ceketi aldı. "Senin buraya gelmen mantıksız. Gerçekten neden buradasın sen?"
"Gelmemden rahatsız olduğunu düşünmeye başlıyorum." Gülümsedim. Böyle olmadığını bildiği için onun ifadesi de pek ciddi değildi zaten. "Bunun böyle olmadığını biliyorsun. Sadece gelmeni beklemiyordum." Aynı ifadeler, tanıdığım o gergin kavrayış bile aynı. "Üzgünüm. Seni merak ettiğim için burada bulunmak istedim, seni rahatsız etmeden sadece showu izleyecektim ama bir şekilde sen geldin."
"Pişman mısın?" Omuz silkti. "Neden pişman olayım ki? Bu iyi bile oldu. Aklımdaki soru işaretleri kalktı. Şimdi yaptığım şeyden sonra beni yumruklamak istersen karşı çıkmayacağım." Beklemediğim bir anda saçımı nazikçe kulağımın arkasına sıkıştırdı. Çok nazikti. Onu görmesem saçıma dokunduğunu hissedemezdim. Gülümseyip yanağına küçük, hissedilmeyecek bir tokat attım. "Daha fazlasını bekliyordum."
"Şaşırtmayı severim." Saçımı bıraktı ve ellerini belinin arkasına alıp gülümsedi. "Şaşırmayı sevdiğimi söylemiş miydim?" Kırmızı kapıyı açıp ona döndüm ve kısa bir andan sonra kapıyı kapatıp kaçtım. Resmen kaçmıştım. Onu uzun zaman sonra yeniden görünce garipsesem bile, bir şeylerin yolunda olduğuna dair verdiği hissi ne kadar özlediğimi fark ettim.
Omuzlarım dikleşti. Yalnız olmadığımı anladım. Kalabalıkların içinde oluşan ses onun yanındayken yoktu. Bu değeri verdiğim zaten hiç kişi yoktu. Çok azdı. Bir... belki iki... bilmiyordum. Cevap vermem pek mümkün değildi. Aynı zamanda kendimden de utanıyordum, çok zayıftım. Birinin varlığına bel bağlayacak kadar ne zaman umutsuz olmuştum?
Bunları düşünmek için doğru bir zamanda olduğumu zannetmiyordum. Zaten uzun zamandır ortalıklarda yoktum, biraz daha gitmezsem problem olabilirdi. O yüzden etrafımda döne döne eskisine nazaran daha iyi bir şekilde kaos ortamına döndüm ve terleyerek gelen sevgilime doğru koştum.
Beni görür görmez gülümseyerek yanıma gelirken, kollarımı ona doladım. "Beni korkuttun. İyi misin?" Geri çekildim. "Şu an iyiyim." Koluma girdi. "Cidden korkuttun beni." Ne demem gerektiğini düşündüm. "Üzgünüm seni o anda bırakmam doğru değildi." Yanağıma dudaklarını değdirip geri çekildi. "Üzgün olma. Sadece sana yardım etmene izin ver."
"O kadar isteklisin, ha?" Kolları arasındayken başını boynuma yerleştirince ellerimi beline koydum. "Sen gergin görünüyorsun. Bana söylüyorsun ama sen iyi değilsin. Ne oldu?" Bana daha sıkı sarıldı. "Bunu sonra konuşalım mı?" Onun şu an sadece sarılmaya ihtiyacı varmış gibiydi, ben de buna onu sağladım.
Bana sıkıca sarıldı. Başı göğsümün üzerindeyken boğuk sesiyle konuştu ve bana sokulabildiği kadar sokuldu. "Gidelim mi buradan? Başka bir şey istemiyorum. Sadece sen yanımda ol." Elimi Zayn'nin çenesine koyup göğsümden kaldırarak yüzüme bakmasını sağladım. "Bunun olmayacağını biliyorsun. Sorunun ne olduğunu söyle bana Zayn."
"Midem karıncalanıyor. İyi hissetmiyorum." Elimi avuçları arasına aldı. Dudaklarını hafifçe bastırdı ve geri çekildi. "Bir şeyler mi içtin?" Başını olumsuz yönde salladı. "Peki o halde." Kulağına eğildim. Biraz şımarık, biraz eğlenceli ses tonuyla onu ayakta tutacak bir şey verdim. "Beni hayal etmeye ne dersin?"
Anında enerjisi değişirken, dilini dudaklarında gezdirdi. "Ama çıplak. Gecenin sonunda ne olur bilemezsin." Gözleri açıldı. "Bunu sevdim." Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp başımı salladım. "Şimdi git." Beni öpüp geri çekildiğinde az önce onun moralini yükseltmek için takındığım ifadeden anında sıyrıldım.
"Hey sen!" Başımı kaldırdığımda bunun Chris Hemsworth olduğunu gördüm. Yanıma gelip elimi sıktı. "Böyle seslenince kendimi suçlu gibi hissettim." Gülümsedi. "Üzgünüm burada insanlarla konuşmak için böyle yollara başvuruyorum." Kahkaha attım. "Biraz düşük tonla yapsak daha hoş olabilirdi ama bunu da sevdim. Nasılsınız?"
"İyiyim sen? Doğrusu haberlerini görüyorum, sen iyi gibisin." Kariyerimden bahsediyor olmalıydı. Eğer öyleyse dışarıdan kesinlikle iyiydi. "Deniyorum diyebilirim." Kimseye perdenin arkasını gösterme. Bunu kullanırlar. Doğruydu. Aklımda canlanan, ajandama not aldığım sözler kesinlikle doğruydu. Belki Chris öyle biri değildi ama başkalarının sağladığı güvensizliklerin bedelini ödüyordu. Ya da ben fazla dramatize etmiştim.
"Denediğin halin buysa, yaptığında beni geçersin diye düşünüyorum." Kıkırtıyla dediği şeyi reddettim. "Yapmayın lütfen. Sizin aksiyon filmlerinizi geçecek kadar hiçbir zaman iyi olamam." Chris dudak büzdü. "Bence sen herkesten iyi olacaksın."
"Ooo bu büyük bir düşünce. Umarım layık olabilirim." Omzumu sıktı ve arkadaşına dikkat kesilip konuşmayı sonlandırdı. "Öyle olacağından eminim. Şimdi gitmeliyim, kendine iyi bak." Gittiğinde yüzümde sıcak bir gülümseme oluştu. Bu adamla fazla samimi olmayan, ama samimiyetten uzak da olmayan tatlı bir bağım vardı ve bunu seviyordum.
Jennifer Lawrence'ı gördüm. Koşarak yanına gittim. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyordum. O benim kraliçemdi. Açlık oyunları kesinlikle muhteşemdi ve X-Men'den bahsetmiyordum bile. "Heyyyy! Bir imza alabilir miyim? Jennifer hanım lütfen lütfen!" Yakalarına yapışarak konuştuğumda Jennifer kameralara bakıp inanamazca yakalarına yapışmış beni kendinden ayırdı ve sarılıp geri çekildi.
Ödül töreni başlayasıya kadar Jennifer ile havadan sudan sohbet ettim. Ödül töreni başladığında, Ian Somerhalder ve Ian Harding'in ortasındaki adımın yazılı olduğu yere geçtim. Önce Ian Harding ile el sıkıştım ardından Ian Somerhalder'a döndüm. "Merhaba!"
"Merhaba!" Heyecanlı herkesle tanışmayı bekleyen fanlar gibiydim ve bu halimden zerre pişman değildim. "Aklıma bir fikir geldi." Ian anlamaz gözlerle bana bakarken, telefonumu kurcalayıp yeni yeni ünü artan Instagrama girdim. Kendi hesabım haricinde başka bir hesap daha açmak için e-mail hesabı kurdum ve dakikalar sonra hesabım tamamdı.
"Fotoğraf çekilebilir miyizz?" Ian beni onaylayınca arka kamerayı açtım ve sevimli olduğunu düşündüğüm fotoğraflardan birini çektim. "Artık tam bir fan girl oldum." Ian hala ne demek istediğimi anlamamıştı. Ben ise onunla çekildiğimiz fotoğrafı hesabıma yüklüyordum bile. "Fotoğrafı sosyal medya hesabımda kullanıyordum, sorun olur mu? Hemen silebilirim istersen."
"Yok problem değil. Hesabının adı ne?" Kahkaha attım. "Şey şu." Ekranı gösterdim. Gösterdiğim an bir kaç kişi bize baktı çünkü Ian yüksek sesli bir kahkaha attı. "Gerçekten ismi tanınmışkişileriseviyorum mu?" Omuz silktim. "O kadar güzel bir isim değil mi? O yüzden güldün itiraf et." Gözlerindeki yaşları silerken, postunu gördü ve tekrardan kahkaha attı. "Şey Ian çok harika biri. Nina çok şanslı. Tam bir fan girl oldun."
"Ayıp değil mi? Kalbimi kırdın şu an." Gülmeye devam ediyordu. "Ah Rowena gerçekten çok komiksin. Teşekkür ederim hiç bu kadar gülmemiştim." Göz kırptım. Bakışlarımı Ian'dan çevirip etrafta dolaştırırken, Zayn'i gördüm. O an biraz yaptığım şeyden dolayı suçluluk duydum. Yüzü asılmıştı. Beni görünce gülümsemeye çalıştı ama fark etmemem için epey geç kalmıştı.
Ödül töreni başladığında, dikkatimi biraz olsun başka yere vermeyi başardığımda ilk olarak kazananları sunmak için ben çağrıldım. Ian'nın yardımıyla eteğimi düzelttim ve parmak uçlarımda yürüyüp ödül alanına çıktım.
Elime koca bir kart verdiler. Herkesin bakışı bir anda üzerimde gezindi. Bu hem benim için, hem de ileride uzun yıllar çalışacağım ekip arkadaşlarım için önemliydi. "En iyi aksiyon oyuncusuu!" Uzattığımda salondan kahkaha sesleri yükseldi. "Kim ki bu oyuncu? Durun okuyamıyorum. Daha iyi bakmam gerekiyor."
"Ah sanırım bir şeyler gördüm. Değerli dostum Chris Hemsworth!" Chris'in aday olduğu filmdeki rolü gösterildiği sırada, Chris ödülü almak için yanıma geldi. Adaylar cidden kuvvetliydi ve Chris kesinlikle ödülü iyi kazanmıştı. Robert Downey vardı, ki oyunculuğu herkesin dilindeydi. Tom Cruise vardı. Bundan bahsetmeme bile gerek yoktu. Tom Hardy vardı. Pek benim tarzım değildi ama başarılı olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Belki buradaki tek adaletsiz, kazanması en az olan kişi bir Logan Lerman'dı.
Hollywood devleri dururken, onun kazanma ihtimali üzgün olarak belirtmeliyim ki yoka yakındı. Chris konuşma yaparken onu dinledim. Robert ile aralarındaki samimiyet dolayısıyla ona laf çarptığında başımı eğip güldüm. Bu da benim Marvel'a girişim hakkında önemli bir delil sayılacaktı fanlar tarafından.
Ama Robert cidden komikti. Chris'in lafını sanki bir iltifat gibi karşılamış, ellerini açıp ona öpücükler göndermişti. Chris sahneden indiğinde, ben kalmaya devam ettim. Çünkü bunu programdan özellikle ben istemiştim. Biraz pr olabilirdi ama benim için önemli bir şey yapıyordum.
"Bunu söylemeden önce şunu dile getirmek istiyorum. Bunu yaparken söylemeliyim ki, bu kazanan gerçekten hak eden birine gidiyor. Son derece başarılı, insanlara son derece nazik olan program Kardashians!" Çığlıklar yükseldi. Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyordu. Kahkaha attım. "Biraz komikti ama kabul edin." Kim sahneye çıkınca onu öptüm.
"Tebrik ederim. Hak ettiğin bir ödül oldu." Ellerimi çırparak inerken, Nina Dobrev bana şaşkınlıkla baktı. Onun yanına geçmek için Ian'dan izin aldım. Koltukları değiştirdik ve sohbet ettik. "Kimse yapamazdı bunu biliyorsun değil mi?"
"Ben kimse değilim." Saçlarımı alayla geriye attım. "Herkes şok oldu." Kristen ve Robert'e bakarak el sallayıp cevap verdim. "Daha fazlasını hak ediyorlar. Belki de yapmalıydım. Neyse onlar haksız mücadelelerine devam ettikleri sürece, adaletsizle adaletli hep çatışmaya devam edecek."
Nina güldü. Ona eşlik ettim. Kim neredeyse yüzünün allıkla aynı renk olasıya kadar kızardığında, benimle uğraşacağını hissettim. Bana gülümsediginde bu midemi bulandırdı ama son derece samimiyetsiz bir gülümsemeyle bunu örtüp el salladım. Taylor Posey kendisi ödül aldığı sırada, benim kazandığımı açıkladığında koşarak ödül alanına gittim. Taylor ile sonra tanışacak,
tanınmışkişileriseviyorum hesabıma fotoğraf isteyecektim. Bunu aklıma yazmayı unutmadım.
"Şafak vaktini hakkında çok şey oldu, ben genellikle onların yanında değildim ama arkadaşlarım kesinlikle muhteşemlerdi. Bu ödülün hatrına Kristen ve Robert'i daha çok görmek istediğimizi halkın ile benim isteklerimle dile getirdiğimi bilmenizi isterim çocuklar." Robert heyecanla Kristen'ı öpecekken, benim bile beklemediğim bir hareketle Taylor'u öptü. Kahkaha atarak başımı geriye attım ve gülüp onları işaret ettim.
"Onlar harika."
Merhabaaaaaa! Uzun zaman oldu. Ve muhtemelen bundan sonra da uzun zaman sürecek. Ne zaman bölümler sıklaşır bilmem ama bunu nasıl buldunuz? En sevdiğiniz yer neresiydi? Rowena'nın Getaway Car ismine çok uyduğunu, kitabın neden isminin bu olduğunu daha net anladığınızı düşünüyorum wockqkxkqkxlalxlak
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro