
𝐈 𝐅𝐄𝐄𝐋 𝐈̇𝐓 𝐂𝐎𝐌𝐈̇𝐍𝐆
Bölüm şarkısı: Overhated, Billie Eilish-Shameless, Camilla Cabello.
YEAR: SEPTEMBER, 2012
PLACE: NEW YORK
Yalnız kaldığım anda yazdığım uzunca günlük bitmişti ve şimdi Shelia yani psikoloğumun tavsiyesini uygulayacaktım. Basit bir tavsiyeydi, hatta ilk duyduğumda bana baya saçma gelmişti. Onun deli olduğunu bile düşünmüştüm. Çünkü neden bir insan çocukluğunun bulunduğu evin kapısını hayal eder, oradan yavaşça içeriye girip yatağa oturur ve kendisinin girdiği kapıdan çocukluğunun gelmesini hayal ederek onunla konuşurdu ki?
Bana pek akıllıca gelmedi. Ama yine de denemem gerekiyordu. Bu tramva tedavim için önemliydi. Denemek için evimin rahat koltuğuna yattım. Elimi göbeğimin üzerine koydum ve gözlerimi kapattım.
Kahverengi ahşap kapı gözlerimin önünde silik bir şekilde belirdi. Anılarıma yeni giriş yaptığım için her şey bulanık sayılırdı. Netleştirmek için kendimi biraz zorlamam gerekti. Net gördüğüm kahverengi kapı ise bunu başlangıcı olandı.
Yavaşça o kapıya yürüdüm. Yatakta yatan benin neden o kadar kalbinin hızlandığını anlamadan yaptım bunu. Kulbu çevirirken duyduğum gıcırtılı ses hoşuma gitti. İçeriye girdim. Ergenliğimden kalan gurur duyduğum uzun ve büyük kitaplığıma yürüdüm. Ellerimi oraya koymayı düşledim. Sanki orada onların kokusunu alabilecekmişim gibi dışımdan derin bir nefes çektim.
Bu iyi gelmişti. Kalp atışlarımın krize dönmesini engellemişti. Şimdi ise odamı süzdüğüme göre işin zor kısmına gelmiştik. Yatağa oturup ergen Rowena'nın gelmesini beklemekten bahsediyordum. Bunu yaparken bacaklarımın bağı çözüldü. Nefesim sıklaştı.
Bu etkinliği hiç sevmemiştim.
Ergen Rowena, gülümseyerek içeriye girdiğinde gözlüğünü burnunun üzerine itip beni fark etti ve gülümsedi. Bunların hepsi benim hayalimdi ama küçük çocuğun konuştuğunu hissedebiliyordum. Kitap okumaya burada şükür etmem gerekiyordu çünkü hayal kurarken hiç zorlanmamıştım.
"Merhaba." Ergen Rowena kesin bunu söylerdi. Hisli bir merhaba. "Merhaba." Aynı şekilde karşılık verdim. "Sen kimsin?" Dudaklarıma hoş bir gülümseme yayıldı. "Gelecekten gelen benim. Neyse otursana." Yavaşça yanıma geldi. Benim hayal ettiğim bir şey olduğu için bu durumun saçmalığını sorgulayarak zaman harcamamıştı.
"Evet daha az ergen olan ben, bana ne söylemek istiyorsun?" Ancak kendime karşı bu kadar küstah olabiliyordum zaten. "Bu kadar kırıcı olmak zorunda değilsin. Yani kendine karşı. Daha yapıcı olmaya ne dersin? Biliyorum, büyümek zorunda kaldın ama bunun suçlusu sen değilsin. Neden bunu kırarak yapıyorsun? Hem de sonsuza kadar seninle olacak bir bedeni."
"Bunu istemeden yapıyorum." Diye cevap verdi. "Hayatım boyunca yalanla büyüdüm. En yakınlarım tarafından. O büyük yalanı örtmek için küçük yalanları kullandılar ve o büyük yalanların üzerini örttüler. Ben dayanamıyorum anlıyor musun? Şu koca dünyada kimseye güvenmiyorum."
"Ama birine güvenmemenin kaynağı neden biz olalım ki? Sonuçta onlar hata yaptı. Neden biz kendimizi cezalandırıyoruz?" Yüzü düştü ama hemen altta kalmadan cevap verdi. "Çünkü çünkü bilmiyorum anlıyor musun? Sadece elimden ne gelir bilmiyorum. O yüzden bildiğim tek yoldan devam etmeliyim."
"Neden yenisini öğrenmiyoruz?" Cevap veremeyince gözlerimi açtım.
Koltukta doğruldum. Az önce yaptığım şeyden sonra Shelia'nın ne kadar dahi bir kadın olduğunu anladım. Derinlerde kendimle sohbet etmenin ne kadar mutluluk verici olduğunu unutmuştum ve bunu bana hatırlatmıştı. Bu kadar güvensiz kişiliğe sahip ergen Rowena'nın ergenlikten serpilen Rowena'ya zarar vermesi durdurulamaz gibi geldi.
Gözlerim doldu. Yalanı hayatıma öyle kolay çekiyordum ki, artık güvensiz ve etrafına bakıp çekingence başını eğen biri oluvermiştim. Acı olan ne biliyor musunuz? O kadar çok yalanla karşılaşmıştım ki, kendimin varlığından şüphe eder hale gelmiştim.
Bu korkunçtu. Nefesim göğsüme zarar vermeye başladı. Kaburgam kalbime battı sanki. Acıyla inleyip koltuğa tekrardan yattım. Elimi kalbime götürüp masaj yapmaya başladım ama hiçbir işe yaramadı. O kadar acıyordu ki gözlerim sürekli doluyor, pınarlarıma sanki tuzlu bir şey sokuyorlarmış gibi hissediyordum.
"Tanrım!" Kapalı tutmaya çalıştım. Babam acaba ona hiç benzemiyorum diye mi beni sevmedi? Neden annem beni terk etti? Onun için yeterince korunmaya muhtaç gelmedim mi? Neden yalnız bıraktınız beni? Neden ha?
Kalbim çok acıyordu. Ruhsal bir acıdan bahsetmiyordum, fiziksel olandı ve dakikalar bu acıyla daha katlanılmaz oluyordu. Kalp krizi geçiriyormuşum gibiydi. Yalancı spazm bile geçiriyor olabilirdim. Hastalığımın, yani Okb teşhisinin konduğundan beri en çok bunun olmasından korkmuştum. Çünkü kafamda daha fazla hale getireceğimi biliyordum.
Bastırmaya çalışıp bunu biraz olsun başarabildiğimde sesli bir nefes verdim. Ağrım olmadan önceki beni ne kadar çok özlemiştim öyle. "Hoşgeldin dostum." Güldüm ama sonunda biriken yaşların patlama hissiyle dökülmesiyle bu son buluverdi.
Bıraktığım günlüğümü yeniden elime aldım ve boş bir sayfa açıp tükenmez kalemin topuna vurup yazmaya başladım.
Take you like a drug
I taste you on my tongue
(Seni bir uyuşturucu gibi alıyorum,
Tadını dilimde hissedebiliyorum.)
Büyümeyle gelen zehrin tadı daha da acılaşıyor.
Odada bana gülümseyen kız artık ağlıyor.
Onu gülümsemesinin kaybolduğunda duvarlarımdan kanlar akıyor.
Kanlar akıyor.
Büyümek zorlaşıyor.
Ve birisi bana gelip ne kadar şanslı olduğumu söylüyor.
Birinin gülüşünü öldürmenin nasıl şans olduğunu anlamıyorum.
Korkuyu tadan küçük kız sessizce ağlıyor.
Dünyaya bağlanmanın ne demek olduğunu öğreniyor.
Şarkı olmamıştı, daha çok yazı gibi olmuştu. O yüzden bunu melodiye dökmenin saçma olacağını düşündüm. Haklıydım. Kimse bu kadar iç karartıcı bir şey dinlemek istemezdi. Günlüğümü kapayıp saatler sonunda koltuğumdan kalktım. Vitamin eksikliğinden gözlerim kararırken, kenara tutunup mutfağa yürüdüm.
Akşam olmuş gibi görünüyordu ve ben uyanıp koltuğa oturduğumdan beri hiç kalkmamıştım. Diğer insanlar gibi yemek yemeli, uyumalı-ki bunu her tatil günümde yapıyordum-', dışarı çıkmalı ve kaçmayı kesmeliydim ama hiçbirini yapmak istemiyordum. Her şey fazla mı olmuştu?
Buzdolabına doğru giderken bunu düşünmüştüm. Dolapta gördüğüm şarabı alıp kendime bardaklıktan bardak aldım. Yemek masamın üzerinde duran makyaj yaparken kullandığım aynayı görünce yutkundum. Korkunç görünüyordum. Yüzüm şişmişti, gözlerimin altı mosmordu.
Saçlarım 3 gündür banyo yapmadığım için birbirine girmişti. Uyduruk toplayış bile bunu gidermeye yetmemişti. Akan makyajı saymıyordum bile. Kesinlikle şu an abarttıkları güzellikte değildim. Yine de bu şarap içmeme engel olmadı. Kendime bir kadeh koyup dudaklarıma götürdüm.
Madem ergen Rowena'nın tavsiyesini istiyorsun, o zaman al bir tane. Ne istiyorsun? Sarhoş bir bağımlı olup evinde gebermeyi mi? Bu sana, bu bana yakışır mı serpilen Rowena?
Gözlerimi kapattım. İç ses mi denilir bilmiyorum ama beynimde yankılanan düşünceye hak verdim. Oturduğum yerden kalkıp şarap şişesini alarak duvara attım. Duvar sıvılaştırılmış kan rengini alırken, yere dağılan cam parçalarına baktım.
Elimle kulaklarımı kapatıp odama kaçtım. Dayanamıyorum artık. Çığlık atmak istiyorum, yapamıyorum. Ağlamak istiyorum ama yaşadığım durumdaki kişilere bunu layık görmüyorum. Çok zorlanıyorum artık. Gerçekten o kadar zorlanıyorum ki.
"Dayanamıyorum."
Dışımdan söylemek kabul etmek miydi bilmiyorum ama artık bunun böyle olmasını istemediğime karar verdim.
***
Başlangıç olarak Anna Karenina'nın galasına misafir olarak katılmakla başladım. Toronto uluslararası festivalde gösterime sunulan yerde bulumak, biraz olsun iyi gelmişti. Onlarca film gezmiş, hepsine olmasa da bazılarına kaçak olarak girmiştim ve gizli işler karıştırmak hoşuma gitmişti.
Lakin Anna Karenina'ya açıkça geldim çünkü bizzati olarak Keira tarafından davet edildim. Onu çok özlemiştim. Kucağında küçük bir çocukken çekildiğim fotoğrafımın bulunduğu bir kadındı ve ona saygı duyuyordum. Benden sadece 8 yaş büyüktü ama büyük kardeşim diyebileceğim bir bağımızın olduğunu hatırlıyorum.
Hem Aaron ile de uzun zamandır görüşmüyordum. Ani bir kararla evlendiğinden beri bağımız kopmuştu. Onunla yeniden sohbet etmek istiyordum. Böyleydi işte.
Gitmeye hazırlanırken, son bir kez daha kombinime bakma ihtiyacı duydum. Katlı eteğimin dantelleri düzeltilirken, üzerimdeki ikinci parçası olan siyah saten sütyenin düğmeleri vuruldu. İnci kolyem özenle boynumda yerini alırken, kırmızı rujum ve buğulu göz makyajımla içimdeki enerjiyi dışarıya vurmuş gibiydim.
"Gidebiliriz." Hazırlık odasından ayrılıp otelin gala bölümüne gitmeye hazırlandım. Arkamda boyumun iki katı korumalarla birlikte bunu yaparken, rahatsızca yerimde kıpırdandım. Hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı ama ne olduğunu çözemedim.
"Suyunuz var mı?" Sorduğum soruyla adam mikrafonuna bir şey söyledi. Asansörden indiğimizde tıpkı diğer korumalar gibi giyinen bir adam bana su uzattı. Tebessüm edip suyu alarak teşekkür ettim ve rujuma dikkat ederek suyu içmeye çalıştım. Biraz göğüs çatalıma damlamıştı ama sorun olacağını zannetmiyorum.
Suyu daha fazla dökmeden bana veren adama geri verdim. Ve o değerli salona girdim. Anında Keira'nın dikkatini çekmiştim. Beni gördüğünde yüzündeki hoş gülümsemesiyle yanıma koşmaya çalıştı. İnsanları itip gelmeye çalışırken çok sevimli görünüyordu.
"Rowenaaaa!" Bana sıkıca sarıldığında gözlerim doldu ama hemen geri gönderdim. Ondan ayrıldığımda gözlerimi kirpip yüzünü inceledim. Çok güzeldi. Keira gerçekten müthiş bir kadındı. "Geleceğine dair ümidimi kaybetmiştim."
"Ben de öyle. Ama senin için değer bebeğim." Tekrardan sarıldım. "Seni gerçekten özledim Keira." O varken babam gibi hissettiren bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Bu gizliden hoşuma gidiyordu. "Bana neler oluyor anlatmalısın."
"Olan bir şey yok. Sadece ölen şeyler var." Demekle yetindim. "Waow konu uzun olmalı. Bu aptal gala bittiğinde seni bulacağım. Şimdi Joe ile olmalıyım ama aklım sende." Kolumu okşayıp bıraktı ve gözden kayboldu.
Gözlerim bu sefer Aaron'u aradı. Hamile karısının karnını seviyordu. Onu rahatsız etmek olurdu bu. O yüzden tek başıma takılmak isterken başka birini gördüm. Bu kimdi böyle? Kimdi bilmiyordum ama çok iyiydi. Soluk bir teni, teninin getirdiği garip bir his vardı. His garip olmasına rağmen güzeldi.
Mavi gözleri iri elmacık kemiklerinin ardından etrafa dolanırken, dolgun kırmızı dudakları beyaz teniyle tezatlık oluşturuyordu. Yutkundum. Bu adamda tehlikeli güzellik denen şey vardı. Uzun süre inceliyince dizlerimin bağı çözüldü.
Bana bakınca düşecek gibi oldum. Neden bu kadar etkilenmiştim ki? Daha yeni ilişkiden çıkmıştım. Aptallık etme Rowena, yeni bir belaya hazır değilsin. Başka yere bak. Bakmaya çalıştım ama canım sadece ona bakmayı istiyordu. Hem yanıma da geliyordu. Elim ayağına dolaştı.
Yanıma geldiğinde başımı kaldırıp kendisine baktım. Neydi bu adam? Deve soyundan gelen biri mi? Neden bu kadar uzundu? Boyu uzun olanın... Düşünmeyi bırakıp kafamda kürek kırmak istiyordum. "Merhaba. Rahatsız ediyor muyum?" Etrafıma baktım. Sakin ol. Aptal gibi davranıyorsun. Neden bu kadar panik oldum ki? "Hayır."
"Güzel." Alt dudağımın içini dişlerken konuşma başlatmak istedim. "Filmden misiniz?" Başını salladı. "Önemsiz biriyim. Herhangi bir yan karakter." Saçma bir şey söyledim. "Büyük aptallık." Bunu söylediğimde koyu mavi gözleri doğrudan beni buldu. "Öyle mi dersiniz?"
"Öyle derim. Güzel bir görünüşe sahipsiniz. Adınız nedir?" Elimi tuttu. "Bill. Siz?" Başını hafif bir açıyla sola doğru eğdi ve sorarcasına baktı. "Rowena." Dışından alışmaya çalışır gibi tekrar etti. "Rowena. İsminiz sıra dışı."
"Babam ismim özel olsun istemiş." Elimi dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktı. "Söylemeliyim ki babanız bu işi başarmış." Elimi çektim. Çekmezsem içimdeki yoğun alevden balon gibi havaya uçacaktım. "Sizi yakında başka projelerde görebilecek miyim?"
"Evet. Hemlock Grove diye bir dizim çıkacak." İzleyeceğim. Çok izleyeceğim. En çok ben izleyeceğim hatta. "İzleyeceğimden şüpheniz olmasın." Güldü. Gülüşü bile tenimi ürpertti, kaçmam gerektiğini söyledi ama beni aldatan birine sadık kalma fikri beni rahatsız etti. "Fikirlerinizi duymak isterdim."
"Belli mi olur? Belki de duyarsınız." Neden aptalca konuşuyordum ki? "Belki. Duymamı ister misiniz?" Başka yönlere çekme. Çekme. "Anlamadım." Aramızdaki masanın mesafesini iki adım kadar kapattı. Yanaklarım yanarken etrafıma bakma ihtiyacı duydum.
Neden bu kadar utanıyordum ki? "Duymamı ister misiniz?" Ona baktım. Artık çok geç. "Ne olduğuna bağlı." Elimi öbür elimin içine alıp eldivenimi çıkarttım ve eldiveni avucuna bıraktım. Dokunurken bile elektrikten ölecek gibiydim. Yoğunluğu ve enerjsi bambaşkaydı. "Eşyalarımın eksik olmasını sevmem."
"Eksik olmaması için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz. Sonuçta üzülmenizi istemem." Dişlerimle ağzımın içini kaç kere kıstırdığımı sayamıyordum bile. "Üzmeyin beni, olur mu?" Rowena, kendine gelmen gerekiyor. Eldiveni alıp kaçmaya ne dersin?
Tamam fazla saçma oldu özür dilerim.
Masanın üzerindeki ikramlardan birini alıp birinin bardağa vurmasıyla oraya döndüm. Sanırım filmi izlemek için çağrılıyordum. "Benimle oturmak isteyip istemediğinizi sormama izin verin."
"Olabilir." Dudaklarımı kıvırıp sinema salonuna girdim. Benden hemen sonra gelirken, adımlarımı bilerek yavaşlattım. Bu onun nereye oturacağına, daha doğru bir ifadeyle oturacağımıza karar vermesine kadar sürdü. Arkalarda bir yerdi. Ki yardımcı karakter olduğundan bunu sorgulayan kimse olmamıştı.
Etrafıma bakıp kimsenin bakmadığına emin olduktan sonra yanına oturdum. Bakışlarını üzerimde hissederken perdeye bakmaya çalıştım. Ellerim bacaklarımın üzerinde heyecandan ne yapacağını bilemezce dururken, filmin başlamasını istiyordum. "Bakışlarınız çok derin. Biri görebilir."
"Sorun değil. Sizinle görülmeyi tercih ederim." Gülmemeliyim. Ciddi olmalıyım, filme odaklanıp dikkatleri üzerime toplamamalıyım. Ah! Neden bu kadar zor olmak zorunda ki? Şükürler olsun, film başlamıştı ve herkes filme odaklanmıştı.
Eldivensiz elimi sinema koltuğuna yerleştirirken elini hissettim. Sıcaklığı derimin üzerinde bir şeylerin hareketlenmesine sebep oldu. "İleriye gitmeli miyim?" Sorusuna karşılık başımı salladım. Eli kolumu okşarken karnımdan eteğime geldi. Eteğimin arasından bacaklarıma geldi.
Bacaklarımın içinde, üzerinde her yerinde elleri vardı. Beklemediğim anda bacaklarımın arasına geldiğinde kısa bir an nefesimi tuttum. Oldukça sessiz bir ortamda bu yaptığım delilik olabilirdi. O bunu umursamıyorken, ben neden umursayayım ki?
Giydiğim tanganın üzerinden bacaklarımın arasını okşamaya başladı. Nefesimi tamamen tutmuş, devam etmesini bekliyordum. "Nefes alın." Oturduğum yerden kalkıp dışarıya çıkmaya başladım. Olduysa olduysa 10 dakikadır buradaydım ve çıkmam garip karşılanabilirdi ama orada herkesin içinde allıklarım kadar kızarmak istemiyordum.
Dışarıya çıkmayı başardığımda bulduğum tuvalete girdim. Yanıyordum resmen. Bacaklarım titriyor, yanaklarım olduğundan daha fazla kan pompalıyordu. Kapı yavaşça açılırken olduğum yerde dönüp ona baktım. Sırıtarak yanıma doğru yürüyordu. Amacına ulaşmanın mutluluğuydu bu. "Ter içinde koşarak gidip saklanırken kapıyı kitlemediniz mi gerçekten?"
"Kitlememi isteyeceğinizi düşünmedim." Adımları beni bulurken yerimde durmak epey zordu. "Çok doğru düşünmüşsünüz." Adımları birden önümde bitti ve elini belime koyup bulunduğu yeri okşamaya başladı. "Oynamayın artık." İsyan edercesine söylediğim sözler onu eğlendirdi.
Belimdeki eli birden durdu ve bakışlarını yüzüme çıkarttı. "Bunu ne kadar zor devam ettirdiğimi söylemeliyim." Parmaklarımı yüzüne götürdüm. Dudağında gezindim. "Zor olan her şeyin sonunun güzel olduğunu duydum. Belki sizin için de öyledir."
Bacaklarımı tutup mermer zemine oturttuğunda, bulunduğu yerden ayrılıp kapıyı kitledi ve aceleci adımlarla yanıma geldi. Bacağımı tutup kalçasına attı. Aynı zamanda tangayı çıkarttı. Diğer bacağımı yerleştirdiğimde belimi ona doğru büktüm.
Kumaşın üzerinden hissedebildiğim sertlikle gözlerimi ona çıkarttım. Bacağımı indirip pantolonunun kemerinden tutup kendime yaklaştırdım. Bunu yaparken vücut ısım o kadar yüksekti ki, kemerin demir kısmında parmak izlerim oluşmuştu.
Kemeri açıp kenara attım. O düğmesini açarak bacaklarımı bu sefer kalçasına daha sert bıraktı ve içime girdi. Hareketleri başta yavaşken sonradan hız kazandı. Dudaklarımın arasından kaçan inlemeyle elini dudaklarıma götürdü. Aynı şekilde o da inlerken hızla ağzını kapattım.
Hız kazanan her beden çarpışında elini ağzımdan çekti ve dudaklarını vücudumda gezdirmeye başladı. Her yerinde ıslak bir imza halinde onu hissediyor ve deli gibi kasılıyordum. Kafam cama gelirken bunu fark eden Bill, elini cama yerleştirip çatalımdaki dudaklarını karnıma indirdi.
Son kez gidip gelirken bacağımı tuttu. Ben boşalırken o içimden çıktı ve son kez yanağımı öpüp üzerini giyindi. Eteğimi yeniden giyip tangamla beraber sütyenimi de giyip arkamı döndüm. Bill bu sefer orayı kapattı. Yanına gidip dudaklarımızı birleştirip ayrıldım. Kapıyı yavaşça açıp arkamı döndüm ve gülümseyerek oradan ayrıldım. "Umarım yeniden görüşürüz Rowena."
"Umuyorum ki Bill." Salona geri döndüm. Artık aklımdan geçen boyu büyük olanın düşüncesi kesinlik kazanmıştı. Cevap ise evetti. Filmin bizim kaybettiğimiz zamanına bakılırsa neredeyse yarısı bitmişti ve ben yeni girmiştim. Aslında neler olacağını kitabını okuduğumda gayet net biliyordum ama arkadaşlarımın oyunculuğuyla izlemek isterdim.
Yerime geçtikten tam 17 dakika sonra Bill yanıma geldi. O benim aksime son derece rahattı. Yüzüne yeni birliktelikten sonra can gelmiş ve kızarmıştı. Dudaklarının rengi artık daha kırmızı görünüyordu. Onun üzerinde yarattığım etkiyi son derece sevmiştim. "Bu güzeldi."
"Herkes anlamış mıdır?" Diye sordum. "Evet. Muhtemelen ama onlara ne?" Göz ucuyla salona baktığımda 2 kişi dışında kimsenin bizi incelemediğini fark edip biraz olsun gerilmeyi kesmeye çalıştım. Bir türlü kötü bir şey yapmadığım konusunda kendimi ikna edemiyordum.
***
Torantomagazines: Oyunculuğunu Aaron Taylor Johnson ve Keira Knightly'nin yaptığı Anna Karenina filmi bugün itibariyle Toranto film festivalinde çıktı ve galaya gir çok ünlü oyuncu akın etti. Bunların başında şu sıralar Marvel karakteriyle konuşulan Rowena Maisie Depp'de bulunuyor. Kendisi aldığımız duyumlara göre yan karakter olan ve yakın zamanda dizisi çıkacak olan Hemlock Grove'un ana karakteri Bill Skarsgard ile oldukça samimi bir şekilde görüntülenmiş.
W: Maşallah Zayn ne çabuk unutuldu. Hala onlar nasıl ayrıldı, neden ayrıldı anlamadım bu arada. Çok saçma değil mi?
T: Bence Rowena Zayn'i Bill ile aldattı. O yüzden Zayn'de haklı olarak gururuna yediremeyip ayrıldı #arkandayızzayn
U: YA NE APTAL NE GÖTTEN ŞEYLER BUNLAR SOKUCAM TÜM TEORİLERİNİZE
I: Pardon Bill Skarsgard kim?
I'ya yanıt: G: İkon aq
O: Ay geçenlerde kafeden çıkarken görmüştüm Rowena'yı aşırı korkunç görünüyordu. Belki Bill ona iyi gelir. #YANINDAYIZROWENA
P: sanki karının bir akrabası falan öldü amk ne bu tepki wocoqkckqkx
Y: Ay komik wkxkwckwk herhalde Bill ve Rowena sevişirken orada mikrafon tutuyordunuz
Y'ye yanıt: P: Ne alaka amk? Sen annenle baban sevişirken dinliyor musun?
P'ye yanıt: Y: Asıl sana ne alaka? Ikisi aynı şey mi?
A: Evlenin diye yorumladım.
A'ya yanıt: P: Ya siktir woxoqoxkw yorum 3456 beğeni almış çok alakasız ama aşırı güldüm.
***
Bill'in o delirtici gerilimi diye bir şey var arkadaşlar.
Neyse ben bu bölümü atıp uyumaya gidiyorum.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro