Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Mum



"Göze göz, dişe diş" dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin.''

(Matta, 5:38-39. baplar)


Bu olay derebeylik zamanlarında yaşandı. Her türden derebeyi vardı o zamanlar. Tanrı ve ölüm korkusu olan, insana merhamet etmeyi bilenler de vardı, hatırlamaya bile değmeyecek, köpek gibi olanlar da. Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu.

Bir beyin çiftliğinde böyle bir kâhya vardı. Köylüler bey için angaryada çalışıyorlardı. Toprak bol ve verimliydi; su, çayır, orman hepsi vardı ve hem beye, hem köylülere pekâlâ yeterdi, ama bey başka bir çiftliğindeki bir uşağı getirip onlara kâhya yaptı.

Kâhya eline gücü geçirir geçirmez köylülerin tepesine bindi. Onun da bir ailesi –karısı ve evli iki kızı–vardı, epey de para biriktirmişti: Günaha girmeden, rahatça yaşayıp gidebilirdi, ama hırs dolu olduğundan günah batağına saplandı. Köylüleri angarya haricinde işe koşmaya başladı. Bir tuğla fabrikası kurdu; kadın erkek ayırmadan herkesi ölesiye çalıştırdı ve tuğla ticaretine başladı. Köylüler Moskova'daki beye şikâyete gittiler ama işe yaramadı. Bey kâhyayı kovmadı, köylüler de elleri boş döndü. Kâhya köylülerin kendisini şikâyete gittiğini öğrenince onları daha çok çalıştırmaya başladı. Köylülerin yaşamı daha kötü olmuştu. Köylüler arasında da güvenilmez insanlar vardı: Kâhyaya arkadaşlarını ihbar etmeye ve birbirlerini dolandırmaya başlamışlardı. Ahali arasında kargaşa çıktı, kâhya bu işe çok kızdı.

Durum her gün biraz daha kötüleşiyordu; halk kuduz vahşi bir hayvanmış gibi kâhyadan korkmaya başlamıştı. Kâhya köyden geçecek olsa, ona görünmemek için herkes kurttan kaçar gibi saklanıyordu. Bunu gören kâhya daha çok kızıyor, iyice korkunç oluyordu. Dayakla, angaryayla herkesi canından bezdiriyor, köylülere yapmadığı eziyet kalmıyordu.

Bazen onun gibi zalimlerin ortadan kaldırıldığı olurdu; köylüler de bunu düşündüler. En cesurları bir köşede toplanıp konuştu: "Bu canavara daha fazla katlanacak mıyız? Zaten mahvolmuşuz, hem böylelerini öldürmek günah değildir!"

Paskalyadan önce bir gün ormanda toplandılar: Kâhya beyin ormanının temizlenmesini emretmişti. Yemekte şunları konuştular:

— Ne yapacağız şimdi? İliğimizi kemiğimizi kuruttu herif. Çalışmaktan canımız çıktı: Gece gündüz demeden çalışıyoruz, ne bize rahat veriyor, ne kadınlara. Hoşuna gitmeyen en ufak şeyde hemen bize kusur buluyor, sonra gelsin kırbaç. Semyon kırbacın altında öldü. Anisim'i zincire vurup öldürdü. Daha ne diye bekleyelim? İşte akşam gelip yine bağırıp çağıracak; atından indirip bir balta darbesiyle işini bitirmeli. Götürüp bir yerlere gömeriz köpek gibi, atını da suya salarız. Yalnız anlaşalım: Hepimiz birlik olmalıyız, kimse ele vermemeli!

Bunları söyleyen Vasili Minayev'di. Kâhyaya kini hepsinden çoktu. Kâhya her hafta onu kırbaçlıyordu; üstelik karısını da zorla alıp kendisine aşçı yapmıştı.

Köylüler aralarında anlaştı; akşamüzeri kâhya geldi. Atıyla gelmişti; ağaçları yanlış kestiler diye hemen azarlamaya başladı. Ağaç yığını arasında bir ıhlamur ağacı da görmüştü.

— Ben ıhlamurun kesilmesini emretmedim. Hanginiz kesti bunu? Söyleyin çabuk, yoksa hepinizi döverim!

Ağacı kimin kestiğini öğrenmek için herkesi sorguya çekti. Sonunda Sidor'u gösterdiler. Kâhya yüzü gözü kan içinde kalıncaya kadar Sidor'u dövdü. Az ağaç kestiği için Tatar Vasili de kamçıdan nasibini aldı. Sonra evine döndü kâhya.

Karanlık çökünce köylüler yine toplandı. İlk konuşan Vasili oldu:

— Ah ne biçim milletiz be! İnsan değil bildiğin serçeyiz. "Karşı çıkacağız, karşı çıkacağız," iş başa düşünce herkesin ödü koptu. Serçeler de atmacaya karşı aynen böyle toplanıp, "Teslim olmayalım, karşı duralım!" derler, ama atmaca gelince hepsi korkup çalılara saklanır. Atmaca da canının istediğini yakalar. Sonra ortaya çıkar serçeler, cik cik diye sayım yaparlar. "Kim eksik? Vanka. Eh, şansı açık olsun. Hem bunu hak etmişti zaten." Siz de böylesiniz işte. Teslim olmayacağız diyorsanız olmayacaksınız! Sidor'u dövmeye başladığında üstüne atılıp işini bitirecektiniz. "Teslim olmayalım, karşı duralım!" Haydi oradan, atmaca gelince çalılara saklandınız hepiniz.

Böyle konuştukça konuştular ve kâhyayı öldürmeye kesin karar verdiler. Paskalya haftasında köylülere bey için yulaf ekmeleri emredildi. Köylülere bu kadarı da fazla geldi; Vasili'nin evinin arkasında bir toplantı yaptılar yine.

— Adam Tanrı'yı da unutmuş, –dediler.– Böyle şeyler yapmaya devam edecekse, gerçekten ölmeyi hak ediyor. Biz zaten mahvolmuşuz!

Bu kez Pyotr Miheyev de gelmişti. Miheyev gayet uysal bir adamdı ve köylülere katılmıyordu bu konuda. Konuşmaları dinledikten sonra şöyle dedi:

— Büyük bir günah işliyorsunuz dostlar. Bir insanın canını almak ciddi bir günah. Bir ruhu yok etmek kolay, peki sonra sizin ruhunuz ne olacak? Adam kötülük ediyorsa ediyor. Katlanmak gerek dostlar.

Vasili bu sözlere çok kızmıştı:

— Sen de bir şey tutturmuşsun: İnsan öldürmek günahtır. Tamam, öldürmek günahtır, biliyoruz. Fakat iyi bir insanı öldürmektir günah olan; Tanrı bile böyle bir itin öldürülmesini emreder. İnsanları kurtarmak için kuduz köpekleri öldürmek gerekmez mi? Bu herifi öldürmemek daha büyük bir günah olur. İnsanların kanını döküyor yahu! Azap çekeceksek insanların iyiliği için çekelim bari. Çözülecek olursak hepimizi mahvedecek adam. Boş konuşuyorsun Miheyiç. Peki İsa'nın yortusunda çalışırsak daha küçük bir günah mı işlemiş olacağız? Yoksa sen çalışmayacak mısın?

Miheyev:

— Neden çalışmayayım? –dedi.– Çift sürmeye yollanırsam giderim. Ama kendi isteğimle gitmem. Tanrı da günahı kime yazacağını bilir. Kendim için konuşmuyorum dostlarım. Bize kötülüğe kötülükle karşılık vermemizi istese, Tanrı bize böyle bir kanun gönderirdi, ama o başka türlüsünü gönderdi. Sen kötülüğü yok etmek istiyorsun, ama o senin içinde büyüyor. İnsan öldürmek kolay, ama kan ruhuna da sıçrar. İnsan öldürenin ruhu kanar. Kötü bir insanı öldürünce kötülüğü de yok ettiğini sanırsın, sonra bir bakarsın ki yok ettiğini sandığın kötülükten daha beteri senin içinde büyüyor. Musibete boyun eğersen, gün gelir musibet de sana boyun eğer.

Köylüler anlaşamamıştı: Fikirler çatışıyordu. Bazıları Vasili gibi düşünüyor, bazıları da Pyotr'a katılıp günaha girmemeyi, katlanmayı tercih ediyordu.

Pazar günü Paskalya kutlandı. Akşamüzeri beyin adamlarıyla gelen muhtar, kâhya Mihail Semyonıç'ın emirlerini iletti: Ertesi gün bütün köylüler yulaf için çift sürmeye hazır olacaktı. Muhtarla beyin adamları bütün köyü dolaşarak herkese ırmağın ardında mı, yoksa ana yolun kenarında mı çalışacağını bildirdi. Köylüler sızlanıp yakınsalar da karşı gelmeye cesaret edemediler ve sabah sabanları alıp çift sürmeye gittiler. Kilisede ayin için çanlar çalıyor, ahali her yerde yortuyu kutluyor, erkeklerse çift sürüyordu.

Geç kalkan Mihail Semyonıç ev işlerini denetledi; ev halkı, karısıyla dul kızı (yortu için köye gelmişti) giyinip süslenmiş, uşağın biri onları çoktan ayine götürmüştü bile. Döndüklerinde hizmetçi semaveri ısıttı, Mihail Semyonıç da onlara katıldı, çaya oturdular. Mihail Semyonıç çayını içtikten sonra çubuğunu yakıp muhtarı çağırttı:

— Ey, köylüleri tarlaya yolladın mı?

— Yolladım Mihail Semyonıç.

— Peki hepsi gitti mi?

— Hepsi gitti, bizzat götürdüm.

— Tarlaya götürdün ama çift sürüyorlar mı? Git bir kolaçan et, öğleden sonra benim geleceğimi de söyle; her iki saban bir desyatina[3] toprak sürmüş olacak, hem de düzgün sürülecek! Boşluk bulursam yortu falan dinlemem!

— Başüstüne efendim.

Muhtar gitmek için kalktı ama Mihail Semyonıç onu durdurdu. Bir şey söylemek ister gibi yüzünü gözünü buruşturdu, ama nasıl söyleyeceğini bilemedi bir an. Biraz daha bocaladıktan sonra şunları söyleyiverdi:

— Bana bak, bu soyguncular benim hakkımda ileri geri konuşuyor, biliyorum. Kim bana sövüyor, kim neler diyor hepsini bana anlatacaksın. Bu eşkıyaları bilirim, hiçbiri çalışmayı sevmez; yan gelip yatmaya, aylaklık etmeye bayılırlar ama! İşkembelerini doldurmaya, yortulara da bayılırlar, ama çift sürme zamanı geçecekmiş, ekim gecikecekmiş hiç düşünmezler. Kısacası git konuşmalarını dinle, kim neler diyor hepsini bana bildir. Bunları bilmem gerekiyor. Haydi git şimdi; bana bak, hiçbir şeyi gizlemeyecek, her şeyi anlatacaksın ona göre!

Muhtar dönüp çıktı, atına binip tarlaya, köylülerin yanına gitti.

Kâhyanın karısı kocasının muhtara söylediklerini duymuştu; yanına gidip adama yalvarmaya başladı. Uysal, iyi yürekli bir kadındı. Elinden geldiğince kocasını sakinleştirmeye, köylüleri kollamaya çalışırdı. Bu kez de kocasından merhamet dilemeye koşmuştu işte.

— Mişenka, kocacığım, –dedi,– şu kutsal günün, yortunun hatırına sana yalvarıyorum: İsa aşkına angaryaya koşma köylüleri.

Mihail Semyonıç karısının söylediklerine hiç aldırmadı, sadece güldü.

— Anlaşılan epeydir sopa yemedin sen, –dedi.– O yüzden cesarete gelmişsin. Üstüne vazife olmayan işe ne karışıyorsun?

— Mişenka canım, seninle ilgili kötü bir rüya gördüm, gel beni dinle, bırak şu köylüleri!

— Bana bak, anlaşılan içyağını çok yiyince kırbaç işlemez sanıyorsun. Ayağını denk al!

Çok kızan Mihail Semyonıç hâlâ yanan çubuğunu karısının ağzına yapıştırıp odadan kovdu ve yemek istedi.

Börek, etli lahana çorbası, kızarmış domuz, sütlü erişte, pelte, vişne likörü ve kekle mükellef bir ziyafet çeken Mihail Semyonıç, karnı doyunca aşçı kadını çağırttı ve şarkı söylemeye zorladı; kendisi de gitarını alıp ona eşlik etti.

Mihail Semyonıç'ın keyfi yerine gelmişti; gitarın tellerini tıngırdatıyor, aşçı kadına gülüyordu. Muhtar gelip selam verdi ve tarlalarda gördüklerini anlatmaya başladı.

— Ey, sürüyorlar mı? Yetiştirebilecekler mi?

— Neredeyse yarısından fazlasını bitirmişler.

— Boşluk var mıydı?

— Hiç görmedim, korkudan gayet iyi sürüyorlar.

— Toprak nasıl peki?

— Tam tavında yumuşacık, haşhaş gibi un ufak oluyor dokununca.

Muhtar sustu.

— Ya benim hakkımda ne diyorlar, söven var mı?

Muhtar tereddüt ediyordu, ama Mihail Semyonıç her şeyi açıkça söylemesini emretti:

— Her şeyi anlat; senin ağzından çıkmadılar ya, onların sözleri işte. Gerçeği söylersen ödül var, ama onları korursan kamçıyı yersin. Hey Katyuşa, şuna bir kadeh votka ver de cesaretini toplasın.

Aşçı kadın muhtara votka getirdi. Muhtar kâhyaya kadeh kaldırıp içti, dudaklarını sildi ve konuşmaya hazırlandı. "Ne çıkar bunda," diye düşündü, "Methedilmemesi benim suçum değil ki; öyle emrediyorsa gerçeği söylerim." Cesareti yerine gelmişti.

— Homurdanıyorlar Mihail Semyonıç, –dedi.

— İyi de ne diyorlar? Söylesene.

— Biri, "Tanrıya falan inanmaz o," dedi.

Kâhya güldü.

— Kim söyledi bunu?

— Hepsi söylüyor. İçine şeytan girmiş de diyorlar.

Kâhya yine güldü.

— Her kimse güzel demiş. Ama kim ne dedi tek tek söyle. Mesela Vaska ne diyor?

Muhtar köylülerin isimlerini vermeyi düşünmüyordu ama Vasili'ye öteden beri düşmandı.

— En çok söven Vasili.

— E ne diyor peki? Söyle yahu.

— Korkunç bir şey söylüyor. Feci bir ölümden kurtulamayacak diyor.

— Hah aferin! E neden ağzını açıp bakıyormuş da öldürmüyormuş o zaman? Eli mi varmıyormuş yoksa? Neyse seninle sonra hesaplaşırız Vaska. Ya Tişka iti ne diyor?

— Hepsi kötü şeyler söylüyor.

— Ne gibi şeyler?

— Bunları tekrarlamak bile çok çirkin.

— Neden çirkin olsun? Korkma söyle.

— Göbeği çatlayacak, midesi dışarı fırlayacak diyorlar.

Mihail Semyonıç buna bayılmış, kahkaha bile atmıştı.

— Bakalım ilk kimin midesi fırlayacak. Bunu kim söyledi? Tişka mı?

— Hiç kimse iyi bir şey söylemiyor ki, hep sövüyor, tehditler savuruyorlar.

— Peki Pyotr Miheyev? O ne diyor? O da rezilin tekidir; ağız dolusu sövüyor, değil mi?

— Yok Mihail Semyonıç, Pyotr sövmüyor.

— Neden sövmüyor ki?

— Köylüler arasında size sövmeyen tek kişi o. Kurnaz bir adamdır! Beni şaşırtıyor Mihail Semyonıç!

— Nasıl şaşırttı?

— Öyle bir şey yaptı ki! Bütün köylüler şaşırdı.

— Ne yaptı?

— Çok tuhaf bir şeydi. Ona uğramıştım. Turkin tepe-

sinin yamacında çift sürüyordu. Ona yaklaştıkça birilerinin şarkı söylediğini duydum; derinden gelen tatlı bir sesti. Sabanın arasında da bir şeyler parlıyordu sanki.

— Neymiş o?

— Ateş gibi bir şeydi parlayan. Biraz daha yaklaştım ki ne göreyim? Beş kapiklik bir mumu sabana tutturmuş meğer; mum yanıyor, rüzgârdan da hiç sönmüyordu. Pyotr ise yepyeni bir gömlek giymiş çift sürüyor, bir yandan da bir yortu ilahisi mırıldanıyordu. Sabanı döndürüyor, sarsıyor ama mum sönmüyordu. Gözlerimle gördüm, sabanı salladı, ters çevirdi ama mum hiç sönmedi!

— Peki ne dedi?

— Hiçbir şey demedi. Beni görünce yortumu kutladı ve ilahi söylemeye devam etti.

— Peki sen bir şey dedin mi?

— Demedim ama köylüler yaklaşıp onunla alay etti: "Paskalya'da çalıştığın için günahın asla affedilmeyecek Miheyiç," dediler.

— Ne cevap verdi?

— Sadece, "Dünyada barış, insanda iyi niyet olmalı!" dedi ve tekrar sabana sarılıp atları dürterek ince sesiyle ilahi söylemeye devam etti; mumsa hep yanıyor, hiç sönmüyordu.

Kâhya gülmeyi kesmiş, gitarı bir yana bırakmış, başını önüne eğerek düşünceye dalmıştı.

Uzun süre oturduğu yerden kalkmadı, aşçıyla muhtarı defetti ve gidip perdenin arkasındaki yatağına uzandı; sonra da saman yüklü bir arabayı çekiyormuş gibi ahlayıp oflamaya başladı. Karısı yanına gelip onunla konuşmaya çalıştı ama beriki cevap vermedi. Sadece şu sözler dökülüyordu dudaklarından:

— Beni yendi! Şimdi anlıyorum!

Karısı onu kandırmaya çalıştı:

— Git de köylüleri serbest bırak. Belki o kadar büyütülecek bir şey değildir! Hiç korkmadan neler neler yaptın da şimdi mi cesaretini kaybettin?

— Mahvoldum ben, beni yendi.

Karısı bu kez bağırmaya başladı:

— Sürekli, "Beni yendi, beni yendi" diyorsun. Hemen koş köylüleri serbest bırak, o zaman her şey yoluna girecek. Haydi kalk, ben atını eyerletirim.

Atını getirdiler, karısı tarlaya gidip köylüleri serbest bırakması için kocasını kandırmıştı.

Mihail Semyonıç atına binip tarlalara yollandı. Köyün çevresindeki çite varınca bir kocakarı kapıyı açıp onu içeri aldı. Köy halkı kâhyayı görünce kaçıştı ve kimi avlusuna, kimi bir köşeye, kimi de bostanına saklandı.

Kâhya köyü bir uçtan diğerine geçip diğer kapıya vardı. Kapı kapalıydı, kâhya da at üstündeyken açamazdı. Kapıyı açmaları için seslendi ama cevap veren olmadı. Atından inip kapıyı açtı, tekrar binmek istedi. Bir ayağını üzengiye koyup eyere oturmak için diğerini de kaldırmıştı ki bir domuz atını ürküttü, hayvan da çite doğru sıçradı; ağır bir adam olan kâhya eyere oturamayıp çite doğru yüzüstü yuvarlandı. Çitteki kazıklardan birinin sivri ucu yukarı doğruydu ve diğerlerinden uzundu. Kâhya da tam bu kazığın üstüne düştü. Kazık karnını deldi ve kâhya yere yıkıldı.

Köylüler tarladan dönerken, atları burunlarından soluyarak kapıya yaklaşmak istemedi. Köylüler elleri iki yana açılmış olarak yerde sırtüstü yatan Mihail Semyonıç'ı gördüler; gözleri açıktı, bağırsakları dışarı fırlamıştı! Pıhtılaşmış bir kan gölünün ortasında yatıyordu; toprak kanını çekmemişti.

Köylüler korkup atlarını öbür kapıya sürdüler. Sadece Pyotr Miheyiç atından inip kâhyaya yaklaştı; adamın gözleri açık, cansız yattığını görünce gözlerini kapadı ve oğlunun yardımıyla kâhyanın cansız vücudunu arabaya koyup evine götürdü.

Bey, kâhyasının yaptıklarını öğrenince günahtan kurtulmak için köylüleri azat etti ve çiftliğini de vergi karşılığı onlara verdi.

Köylüler de Tanrı'nın gücünün kötülükte değil, iyilikte olduğunu anladı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro