Bonus 8
https://youtu.be/_6jX-jI9K9I
●Ege Fırtına ●
"But If you loved me...
Why'd you leave me?"
Ama eğer beni sevdiysen...
Neden beni terkettin?
(Bölüm şarkısı: Kodaline, All I Want)
Bagetleri elimde iki tur çevirdim. Kirpiklerim gözlerimi örttüğünde içimdeki ritmi bulmak için bekledim. Müzik odasında tek başımaydım. Günün en sevdiğim saatleri bunlardı artık. Sessizlik ve sessizliği örten müzik. Bagetler zile, davula ne kadar sert değerse o kadar çok susuyordu her şey. Kimsenin olmadığı anlarda saklanmam gerekmiyordu. Kimse yoktu, kimse gözlerime o gitti diyerek bakmıyordu. Kimse, nerede olduğunu bile bilmiyorsun ifadesi ile durmuyordu karşımda. Tanıdığım bedenler benim tarafımdan çizginin dışına itildiğinden dudaklarımdan adının dökülmesi de beklenmiyordu. Kimse bir adım ötemde ondan bahsetmiyordu. Ya da ben duymuyordum... Ben artık birçok sesi duymuyordum, zihnim öylesine yoğun bir bağırış kopartıyordu ki dışarıdaki sesler dışarıda kalıyordu. Oysa içeri, dışarıdan kat be kat gürültülüydü.
Kollarımı hareket ettirdim. Özgürlük buydu, buradaydı. Bu kadardı benim dünyam. Bu müzik odası kadar. Kollarımın ritmi ile başım da sallanmaya başladığında gözlerimi kapattım. Saçlarım alnıma dökülüp geri çekilirken ritmin içinde hapsoldum. Kalbim atıyordu hala. Neyse ki müzik vardı. Müzik vardı. O yoktu, gitmişti. Ama müzik vardı... Müzik beni terk etmezdi, beni bırakıp gitmezdi.
Bacaklarım, kollarım, başım, omuzlarım ritmin içine hapsolmuşken benim yarattığım dışında var olan bir titreşim bedenime yayıldı. Siyah pantolonumun cebinden telefonu almak için durduğumda, bagetleri sol elime alıp telefonu çıkarttım. Mert'ten mesaj gelmişti.
"Geldi."
Tek kelime.
Mert uzun cümleler kurardı, mesajlarda bol emoji kullanırdı, çok konuşur bunu da yazışmalarına yansıtırdı.
Sol elimdeki bagetler yere düştüğünde yavaşça olduğum yerden kalktım.
Tek kelime.
Geldi.
Telefon ekranından gözlerimi çekmeden bateriden uzaklaştım. Göğsümdeki yanmayla tuttuğumu anladığım nefesimi sertçe serbest bıraktım. Hızlı soluklar aldım.
Mert beni kandırmazdı, hele böyle bir konu da... Mert yalan söylemezdi. Mert susarak görürdü içimi, soru bile sormazdı. Geldi diyorsa bu tek bir anlama geliyordu...
Müzik odasının kırmızı halısını takip eden adımlarım kapıya ulaştığında telefonu cebime attım. Nefes alışlarımı sıklaştırdım. Gözlerimi on saniyeliğine kapatıp açtım ve kapıdan çıkıp merdivenlere yöneldim. Birkaç adım sonra kapının önündeki koridora ulaşacaktım.
Dönmüş müydü? Sahiden.
Yüzüme vuran ışık kanıt mıydı buna, gün birden daha parlak daha aydınlık mı olmuştu? Mümkün müydü?
1 yıl olmuştu...
1 yıl 21 gün.
Tam karşımda duruyordu. Merdivenin hemen bitiminde, omuzlarına çöken ürkekliği ile...
Başımı yere eğdim. Hazır mıydım gözlerine bakmaya? Gözleri, hala bir mucizeymişim gibi bakıyor muydu? Var mıydım hala onda? Onun bende olduğu kadar. Dönmüştü. Dönecekti biliyordum... Bana geri dönecekti. Benden gittiği gibi. Öfkem göğsümü tekmelerken çekmedim gözlerimi yerden. Yüzünde göreceğim ifadeden ölesiye korkuyordum. Bakışları, onlar söyleyecekti bana... Kim olduğumu yeniden?
Başımı yavaşça kaldırdım. Gözleri oradaydı. Tam karşımda. Bir çift çikolata kahve... Tüm o sarılığın, parıltının, ışıltının ortasında kalmış bir çift yumuşak kahverengi.
Donuk bakışlarımı yüzünde tuttum. Rol yapmıyordum. İçim çekilmişti sanki... 1 yıl 21 gün önce çekip gitmişti. Nereye gittiğini bilmiyordum, neden döndüğünü bilmiyordum. Bana mı dönmüştü? Bunca şeyden sonra umut eden yanım yok olmuştu. Bunca yıkımdan tek başıma çıkmaya çalışırken öğrenmiştim. Kimse sonsuza kadar yanınızda kalmaz. O da kalmamıştı. Bir sabah uyanmıştım ve yoktu. Şimdi ise sanki onu son görüşümün üstünden birkaç saat geçmiş gibi duruyordu karşımda.
Sarı saçları güneşi kıskandıracak parlaklığında omuzlarına dökülüyordu.
"Ege." dedi.
Bu tonlamayı biliyordum. Bu tonlamada kaybediş vardı, bu tonlamada çaresizlik vardı. Şimdi bekliyordu, adını söylememi. Emin olması gerekiyordu kapıyı açacağımdan. Kapıda kalmayacağından. Kalacaktı.
Adı dilime yakarıştı. Yasımı bölüyordu, gözlerime değen gözleri. Üzerimden dağınıklığı topluyordu bakışlarındaki özlem. Beni yeniden var ediyordu. Etmemeliydi. Bende ona yetecek kadar ben kalmamıştı. Bende bana yetecek kadar bile ben kalmamıştı. Benden geriye kül kalmıştı. Toz toprak kalmıştı.
Bakışlarımı çektim bakışlarından. Sussun istedim yeniden yükselmeye başlayan tüm sesler. Sussun istedim gözlerindeki haykırışlar. Yürüyüp gitme vaktim gelmişti... Dönmüştü evet ama dönecek bir yeri yoktu artık. Benim bile evim yokken, ben ona nasıl sığınak olacaktım? İkimizden bir şiir olmazdı artık, cümle bile olmazdı.
Bir kere giden hep giderdi...
Cebime koydum tüm keşkeleri, tüm belkileri, tüm yakarışları... Bir bir indim merdivenleri. O dönmüştü, buradaydı. Ben neredeydim?
Turnikelerden çıkıp toprak yola doğru ilerledim. Ana yola çıkmadan durup okulun sınırını belirleyen duvara yaslandım. İki elimi birden diz kapaklarımın üzerine yaslayıp öne doğru eğildim. Göğsümü tekmeleyen bu his, neydi? Neden birden tüm sesler bu kadar duyulur olmuştu? Nefesim, niye yetmiyordu ciğerlerime?
Dönmüştü.
Biraz, sevinsem olmaz mıydı?
Dönmüştü.
Kapanıp dizlerine, uyusam olmaz mıydı?
Olmazdı.
Dönmüş olması bir şey ifade etmezdi, etmemeliydi.
Gitmişti. Bir kere gitmişti. Şimdi bütün fiillerinin altı gitmek kalemi ile çizilecekti. Döneceğini bilmek yetmezdi. Dönecek olması gitmelerini affettirmezdi.
Yine de dönmüştü.
Bana geri dönmüştü.
Nefesim sakinleştiğinde duruşumu dikleştirdim. Boynumdan omuriliğime doğru yayılan ürperti hissi yerini soğukluğa bıraktı. İçim alevler içinde kavrulurken tenim soğuk soğuk terliyordu. Buradaydı. Onunla aynı yerdeydim. Aynı şehirde. Aynı ülkede. Buradaydı.
Derin bir nefes aldım. Göğsüm daralıyordu.
Gözleri, gözlerimin önünde duruyordu sanki hala. Saçları, ürkek bakışları, durduğu yerden emin olmasını sağladığını düşündüğü için giymekten vazgeçmediği topuklu ayakkabıları, iki yanında öylece sahipsiz duran elleri... Her şeyiyle gözümün önündeydi. Hiç gitmemiş gibi dönmüştü. Hiç gitmemiş gibi...
Dönmüştü. Neden hala emin olamıyordum?
"Fırtına." dedi Ekin olduğunu anlamam için bakmamın gerekmeyeceği ses.
Yanıma ulaştığında karşıma geçti, yüzüme baktı.
O döndü, diyordu şimdi de bakışları. Nora gittiğinde en çok Ekin'den kaçmıştım. Nora gittiğinde en çok Ekin'in yanına sığamamıştım. Hep farklı bir bağları olmuştu onların. Ben ne isem Nora da öyleydi Ekin için. Ekin dostlarına derin bir bağ ile sahip çıkardı. Nora gittiğinde benim kadar yıkılan da o olmuştu bu sebeple. Benden çok aramıştı. Çünkü ben terk edilmiştim. O ise geride bırakılmıştı. Onlar dosttu, dostlukta bazen bir iletişim yeterdi. Yıllar sonra bir kere arardın, yarım saat konuşurdun bir bakardın eskisi gibi olmuş ilişkiniz.
16 yaşından beri sevdiğiniz kadın bir sabah ortadan kaybolduğunda, 1 yıl 21 gün sonra dönmesini sakin karşılayamıyordunuz. Yani en azından ben. Ekin dost kaybetmişti. Ben hem dost hem sevgili kaybetmiştim. Sevgili... Nora asla bu kadar olmamıştı. Hep eksik bulurdum onun için 'sevgilim' demeyi. Eksik kalırdı Nora için. Nora her şeydi.
Dostumdu, sırdaşımdı, yanında en çok güldüğüm çekinmeden ağladığımdı, dizlerine yatıp uyurken yenilendiğimdi, içimde sevgi yeşertendi, kalbimi büyütendi... Nora bir kadından, bir sevgiliden, hatta aşktan bile daha fazlasıydı.
Ve gitmişti. Tüm anlamlarını da alıp gitmişti. Beni ailemin içine düşürdüğü karmaşanın ortasında yapayalnız bırakmıştı. Beni onsuz, beni savunmasız, beni çıplak bırakmıştı. Gitmişti. Şimdi hiçbir dönüş affettiremezdi gidişini.
"Gidelim." dedi Ekin.
Suskunluğumu çözümlediğini biliyordum ama kırgındı. O Nora'yı kaybettiği gece beni de kaybetmişti. Ben onu kendimden uzaklaştırmıştım. Aramıza mesafe koymuştum. Sıçtığım boku bilen adamı kendime yabancı etmeye uğraşmıştım. Boşuna bir uğraştı. Ekin çok da uzağa gitmemişti, beni görebileceği ama müdahale etmeyeceği noktada kalmıştı. Bana alan vermişti. Şimdi yine aynısını yapıyordu. Tepkimi bekliyordu.
Bir şey söylemeden yürümeye başladığımda o da benimle ilerledi.
Biliyordum, beni bekliyordu. Biliyordum, yine dört bir yandan işgal edecekti alanlarımı. Biliyordum, topuklarını vuracak yere göğsünde bağladığı kollarıyla meydan okuyacaktı bana. Bıraktığı her şeyi, bıraktığı yerde bulmayı umacak kadar arsızdı. Hep öyleydi... Yine de, bir bakışı yeterdi.
Bir bakışın yeter Nora.
Ekin benden önce bölümün binasına girdiğinde müzik odasına yöneldim. Bütün eşyalarım oradaydı. O spor salonuna doğru ilerlediğinde ben de eşyalarımı almak için aşağı kata ilerledim. Müzik odasına ulaştığım hala boştu. Baterinin arkasında duran spor çantamı aldım. Dışarı çıkmadan önce çantanın kenarına sıkıştırdığım kahverengi defteri çıkartıp aynı yerden pilot kalemi aldım.
Dönmüştü.
10 Eylül 2017
"Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin...
Ayağını bastın odama,
kırk yıllık beton çayır çimen şimdi.
Güldün,
güller açtı penceremin demirlerinde.
Ağladın
avuçlarıma döküldü inciler.
Gönlüm gibi zengin,
hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin."
-Nazım Hikmet Ran
https://youtu.be/aameVgeFSno
"Sen bi güldün, güneş doğdu içime.
Yaşamak kaçtı seni görünce içime."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro