Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bonus 4





● EKİN GÖKSOY ●



Nora'nın garip tavrının ardından Ege ile gitmesinin üstünden bir iki dakika geçmişti. Sıla da ben de bir şey söylemeden hala devam eden filme gözlerimizi dikmiş oturuyorduk. Film ikimizin de umurunda değildi. Konuşmaya önce kim başlarsa, kavgayı da o çıkartmış olacaktı ve ikimiz de bundan kaçınıyorduk. Biranın son yudumu içip yerimden kalktım.

"Başka bir şey ister misin?" diye sordum, elimdeki şişeyi gösterip.

Başını salladı, koltukta öne doğru kaydı. Üzerinde siyah, hafif bol bir gömlek vardı. Deri ceketini koltuğun kenarına atmıştı. Tek bacağı, diğerinin üzerine konumlanmıştı. Biranın son kısmını başına dikip boş şişeyi bana uzattı. "Hayır."

Uzun kirpikleri kaşlarına doğru kıvrılmıştı. Öfkesi yerli yerinde durduğundan koyu gözleri daha da koyulaşmış, bana her an yürürlüğe girecek bir kasırga gibi bakıyordu.

Mutfağa girdiğimde dolaptaki biraları pas geçip şaraba uzandım. Kırmızı. Sıla gibi.

İki kadeh çıkartıp şarabı doldurdum. Elimde kadehlerle döndüğümde bir an için bir şey söyleyecek gibi oldu ama araladığı dudaklarını kapatıp ona uzattığım kadehi aldı.

Yanına tekrar oturduğumda bana doğru yavaşça döndü. Koltuğun ucunda, bacak bacak üstüne atmış halde otururken kadehin altını dizine yasladı.

"Şimdi," dedi üst dudağından daha dolgun olan alt dudağına dilini değdirdiğinde. "Biraz bu geceyi konuşalım."

"Bu şaraba yazık olacak demek oluyor..." dedim, kadehten bir yudum aldığımda.

Benim yaptığımı yaptı. Şaraptan bir yudum aldı ve gözlerime 'oldu mu' ifadesi ile baktı.

Gülümsedim. Koltukta arkama yaslanıp onu izlemek istiyordum ama kavga etmek istiyordu. Ve Sıla Aslan istediğini alma konusunda da oldukça iyiydi.

"Şöyle yapalım," dedim, ben de öne doğru kayıp elimdeki kadehi sehpayı bıraktığımda. "Sen bana peşin peşin bağır, hiç ben kendimi savunmaya kalkmayayım."

"Ekin," dedi, keskin bir ifade ile. İşte başlıyorduk. "Ciddi ol."

"Sıla..." dedim, gözlerimi gözlerine dikip. "Bu kez ben haklıyım."

Dudaklarından alaycı bir 'hah' sesi döküldü.

"Araba yarışı ne demek Ekin?"

"İki araba yan yana geliyor..." dedim, ellerimi birbirine paralel duracak şekilde ona doğru uzattığımda.

İki elime birden değecek şekilde vurdu. "Ekin!"

"Aradı konuşalım dedi, gittim." dedim, kestirmeden konuyu özetleyerek.

"Yarışarak mı konuşuyorsunuz siz?"

"Aybars işte..." dedim, ciddileşerek. "Hem sen daha iyi bilirsin tarzını."

Bilmezdi, biliyordum ama ihtimali dahi içimde közlenip duran öfkeyi alevlendiriyordu.

"Ne konuştunuz?" diye sordu, yaptığım imayı pas geçerek.

"İşte havadan sudan..."

"Ekin anlat doğru düzdün." dedi, sesi yükselmişti. Kasırga yaklaşıyordu.

"Sıla," dedim. "O adam tekin değil."

Yerinden kalkıp karşıma dikildiğinde kollarını göğsünde bağladı. "Öyle mi?"

Alayla güldü. "Tekin değilse de benim derdim, tekinse de... Sen neden onunla kapışıyorsun ki?"

"Bak," dedim yerimden kalktığımda. "Kendini koruyamazmışsın gibi davranıyormuşum gibi oluyor ama öyle değil. Sıla ben biliyorum, sen kimi hangi mesafede tutacağını bilirsin ama Aybars tehlikeli birisi. Gördün Nora'ya ne yaptı."

"Nora'ya..." Kollarını çözdü birkaç adım ileri gidip tekrar bana döndü. "Nora buna sebep oluyor farkındasın değil mi? Tamam Aybars'ı savunmuyorum ama farkında değil misin? Nora her şeyin bir oyun olduğunu sanıyor."

"Sanmıyor." dedim. Keşke biraz daha esnek olabilseydi. "Korkuyor."

"Neyden korkuyor ya, insanlara karşı dürüst olmaktan mı?"

"Hayır," dedim. "Kaybetmekten korkuyor, aile bildiği arkadaşlarının elinden kaymasından korkuyor. Gözünün içine bakıyor Sıla. Ona konuşma izni vermiyorsun bile."

"Konu Nora değil," dedi keskin bir sesle. "Ama şunu bil, eğer sen olmasaydın bizimle iki dakika bile geçiremezdi. Ege de ben de buna izin vermezdik."

"Yapma Sıla," dedim ona doğru bir adım attığımda. "Umurunda değilmiş gibi yapma."

"Umurumda değil." diye bağırdı. Öfkesi ona eli geçiriyordu çünkü haklı olduğumu biliyordu. "Yarın sabah başka bir ülkeye de gidebilir, keyfi bilir."

"Ege aylar sonra ilk kez bu kadar yanımızda." dedim, bildiği bir gerçeği hatırlatarak. "Çünkü onun da eksik parçası döndü. Benim de, senin de, Mert'in de... Kabul et artık, Nora'yı çıkarıp atamazsın, bütünü bozamazsın."

"Bütün..." Burnundan nefes alıp güldü. "Bütün falan yok Ekin, uyan artık! Lisede değiliz, çık o bahçeden, büyü!"

"Sürekli bunu yapıyorsun, ikna oluyor musun bari işe yarıyor mu?" diye sordum, sert ama düşük çıkan sesimle.

"İkna olunacak bir şey yok Ekin... Her şeyi tozpembe görmeyi tam şu an bırakman gerekiyor. Her şeyi düzeltemezsin, herkesi bir arada tutmazsın. Bazı insanlar aksaklık yaratır, bazı insanlar gemiye su aldırır. Bazı insanları bırakmak ve gitmelerine izin vermek gerekir."

"Öfkelisin, öfken geçince tüm bu söylediklerine pişman olacaksın."

"Öfkeliyim evet." diye bağırdı. "Öfkeliyim çünkü bugün saçma sapan fikirlerin yüzünden kendini tehlikenin içine attın. Öfkeliyim çünkü gözün döndüğünde her zaman içinde durduğun sınırların dışına taşıyorsun. Öfkeliyim çünkü bana bir şey olmaz tavrın yüzünden canın yanabilirdi."

"Öfkelisin çünkü," dedim gözlerimi simsiyah bakan gözlerine diktim. "Kontrolün dışına çıkan her şeyden nefret ediyorsun."

Koridora doğru birkaç adım attı, ardından bana doğru yürüdü.

"Şimdi de kontrol manyağı ben oldum öyle mi?"

"Ben öyle demedim..." dedim.

"Sen zaten ne diyorsun ki Ekin? Sen zaten bugüne kadar ne dedin ki?"

"Ne dememi istiyorsun Sıla," dedim, birkaç adım ilerlediğinde peşinden giderek.

"Söyle, söyle ne dememi istiyorsan söyle onu diyeyim."

Koridorda biraz daha ilerlediğinde salonun ışının uzağında kaldığımız için karanlıkta dikiliyorduk.

"Kontrol manyağı benim tabii, ne söyleyeceğine de benim karar vermem lazım" Derin bir nefes aldı. "Ne var biliyor musun Ekin? Senin gibi kaçmadığım ve saklanmadığım için artık beni cezalandırmana izin vermeyeceğim."

"Ben mi seni cezalandırıyorum?" diye sordum, işaret parmağım göğsüme değerken.

Gözleri gözlerime kilitlendiğinde bir şey demeden öylece duruyordu. Bakışlarındaki meydan okuma karanlıkla birleştiğinden varlığımı ele geçiren türdeydi.

Ve tam o an, milyon yıl düşünsem tahmin etmeyeceğim bir hamle yaptı. Varlığı, varlığım ile çarpıştı.

Elleri boynumu iki yandan kavramıştı, dudakları dudaklarıma sertçe çarpmış ve bedeni, bedenimin sıcaklığı ile karışacak kadar yakındaydı.

Sıla Aslan beni öpüyordu.

Şaşkınlıktan açılan gözlerimi yavaşça kapattım, koltukta uyuya kalma ihtimalimi göz ardı ettim ve dudaklarının ahengine teslim oldum.

Yumuşak dudaklarına tezat olarak öpüşü sertti. Dudaklarım, dudakları ile bir savaşa maruz kalıyordu ve bu var olduğuna inanamayacağım kadar mükemmel bir savaştı.

Onu yavaşça duvara doğru iterken çarpmaması için elimi koyup sırtını duvara yasladım.

Dişleri alt dudağıma sürttüğünde gözlerimi açıp elmacık kemiklerinin üzerinde titreyen kirpiklerine baktım.

Eşsiz bir sanat eseri kadar güzeldi ve beni öpüyordu. Yirmi iki yıldır evrende yer kaplıyordum, ilk kez yere de göğe de böylesine sığamıyordum.

Dudaklarımı dudaklarından ayırır ayırmaz çene çizgisi boyunca minik öpücükler eşliğinde boynuna ulaştım. Boynuna bu denli yakın olmak kalbimde bir ağırlık yaratmıştı. Onu hak etmiyordum, biliyordum. Ona dokumak kendimi tuttuğum sınırları yerle bir ediyordu, biliyordum ama bir kere pimim çekilmişti. Geri dönüşü yoktu. Kokusu burnumdan ciğerlerime dolarken, bedenimi ele geçiren bu hisse nasıl karşı koymam gerektiğini bilmiyordum.

Tek eli ensemden uzanıp saçlarımın arasına karıştığında başımı boynundan çıkartıp kopkoyu gözlerine baktım. Parlıyordu. Onun da bana ihtiyacı varmış gibi parlıyordu. Mümkün müydü? Benim ona muhtaç olduğum kadar onun da bana muhtaç olması mümkün müydü?

Düşünmedim, düşünmek için fazla olağan dışı bir an yaşıyordum. Uzandım ve aralık dudaklarına, dudaklarımı karıştırdım.

Dudaklarımı büyük bir hevesle karşıladığında sırtını duvara biraz daha yaslayıp tek bacağını belime doğru kaldırıp tuttum. Parmakları tişörtümü yukarı kıvırmış ve karnımın üstünde minik dokunuşlar bırakıyordu.

Bir elim bacağından kalçasına uzandığında, diğeri boynunun üstünü kavramıştı. Bana bakmasını sağladım, gözlerini görmek istiyordum.

Aralık dudaklarından sızan kesik nefesleri ıslak dudaklarıma çarpıyordu. Göğsü düzensiz soluğu ile inip kalkarken göğsüme çarpıyordu. Ona biraz daha yaklaştım, aramızda var olacak minik bir boşluğa bile tahammülüm yoktu.

Burnumu yavaşça burnuna değdirdim ve ardından minik bir öpücük bıraktım. Kirpikleri hafifçe kırpıştı. Eşi benzeri yoktu...

"Sana," dedim dudaklarının üstüne dudaklarım değerken. "Bir daha öyle seslenirse..."

Gözleri eğlenen bir ifadeyle parladı. "Sana kimse öyle seslenemez."

Dudaklarına dudaklarımı sertçe bastırdım. "Kimse!"

Tek eli tişörtümü biraz daha yukarı sıyırdığında boynundaki elimi çektim ve tişörtü ensemden tutarak çıkarttım. Koridora attığımda bakışları kısa bir an için üzerimde oyalandı. Parmak uçları karnımın üzerinde yavaşça gezindi.

"Iıım," dedi mırıltıyla. "Yakından daha güzel görünüyormuş."

Güldüm. Dudaklarıma doğru uzandığında pas geçip omzumu öperken bu kez parmaklarını sırtımda gezintiye çıkartmıştı.

Diğer bacağını da belime sarmasını sağladığımda kucağıma çıkması için yavaşça kaldırdım.

Gülüşüyle kıvrılan dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Öpebildiğim kadar çok öpmek istiyordum. Öpemediğim her anın acısını çıkartırcasına...

Kucağımda olduğu için artık yukarıdan bakan gözlerime gözlerimi çevirdim. Çenesine, boynuna ardından gömleğin açıkta bıraktığı kadarıyla göğüslerine öpücükler bırakırken odamın kapısına ulaşmıştım. Kapıyı ayağımda ittiğimde dudaklarını dudaklarıma hapsetmişti.

Üzerindeki gömleğin birkaç düğmesini çözdüğümde bu kez sırtını odanın kapısına yaslamıştım.

Gömleği pantolonun içinden kurtarıp kalan düğmelerini de hızla açtığında omuzlarından sıyırıp her bir noktaya, sert öpücükler bıraktım.

Teninin kokusu aklımı başımdan alıyordu.

Zihnimde bir ses hiç durmadan çığlık atıyordu. Öptüğüm, dokunduğum, tenini tenime karıştırdığım kadın Sıla'ydı. Hayal dahi edemezdim onu öpebildiğim bir anı.

Gömleği çıkarmamıştı ama şu an karışımda duran manzara zaten başımda kalmaya hevesi olmayan aklımın uçup gitmesine neden olmuştu.

Sıla siyaha çalan gözleriyle bana bakarken ben nefes almakta dahi zorluk çekiyordum.

"Yaklaş." dedi.

Benim için hazır bekleyen dudaklarına dudaklarımı bastırdım.

Kucağımdan yavaşça yere inmesini sağladığımda, kapıya yüzünü dönmüştü. Omuzlarından düşmüş gömleğini tuttum ve çıkartıp yere bıraktım. Uzun saçlarını tek omzuna doğru ittiğimde açıkta kalan her kısma dudaklarımı bastırdım.

"Sıla..." dedim, bir mırıltıdan çok bir yakarış gibi.

Ölüyordum sanırım...  Ölmeden evren bana son bir kıyak geçmişti.

Kalçalarını kasıklarıma bastırdığında nefesim tekledi.

"Söyle." dedi, usul çıkan sesiyle. "Söyle bana ne istediğini söyle."

Kulağının arkasından başlayan öpücüklerim boynunu keşfe çıktığında tek elimi göbeğine bastırıp kendimi ona biraz daha yasladım.

Evren, bana mucizeden ön izleme sunmuştu ama sahip olmayacağım kadar değerli bir şeydi kollarımın arasında tuttuğum. Sıla'yı üzme ihtimalim bile beni yok ediyordu ve benimle olursa başka bir seçenek kalmazdı. Arkadaşım olan Sıla'yı da kaybedemezdim. Ona tam şu an bütün ruhumu, varlığımı, benliğimi sunmak istiyordum ama yapamazdım. Onu benimle yakamazdım.

Bana dönmesini sağladığımda dudaklarına dudaklarımı tekrar bastırdım. Muhtemelen son kez... Bu anı, hayatımın sonuna kadar gördüğüm en güzel rüya olarak hatırlayacaktım ama daha fazlasını isteyemezdim.

Saçlarımın arasında gezen elini tutup avucunun içine dudaklarımı bastırdım.

"Söyle..." dedi, gözleri gözlerime kilitlendiğinde.

Söyleyemezdim. Kal diyemezdim... Ona yetmezdim, yetemezdim.

Gözlerimi kapattım, bir adım geri çekildim. Bedeninin sıcaklığı bedenimden uzaklaştığı an attığım adımdan -ya da atmadığım- pişman olmuştum ama mecburdum.

"Korkak." dedi, belki de haklıydı.

Gözlerimi açmadım, biraz önce benim için parlayan gözlerindeki hayal kırıklığını görmeye gücüm yoktu. Keşke bilseydi, o hayal kırıklığını daha büyük hayal kırıklıklarına sebep olmamak için göze almıştım. Keşke bilseydi...

"Bu anı," dedi kapının açılma sesini duyduğumda. "İkimiz de unutacağız. Yaşanmadı, duydun mu beni?"

Başımı belli belirsiz salladım.

Kapıyı kapattı, biraz sonra büyük kapının da kapanma sesini duydum. Gözlerimi yavaşça açıp biraz önce bedenin doldurduğu boşluğa baktım.

Yapmam gerekeni yapmıştım ama içimde yükselen sızı neden tam tersini söylüyordu?

Hızla koridora doğru ilerleyip yerde duran tişörtümü aldım. Saat fazlasıyla geç olmuştu. Anahtarı alıp kapıyı açtığımda asansör zemin kata ulaşmıştı. Asansörü tekrar çağırdım. Saçlarımı sıkıntıyla çekiştirdim. Değişen rakamları gözlerimle takip ederken dizimi hızla sallıyordum. Asansör olduğum yere ulaştığında açılan kapıdan içeri girip zemin katın düğmesine bastım.

Bu saatte taksi bulamazdı. Telefonumu yanıma almamıştım ama siteden çıkmadan onu yakalayabilirdim. Asansör zemin kata ulaştığında binanın içinde hızla koşup dışarı çıktım bahçenin ortasında duruyordu. Bakışları gökyüzüne sabitlenmişti. Muhtemelen bildiği tüm küfürleri adımla eşliyordu.

"Sıla," dedim. Hızla bana döndü. Gözleri kızarmıştı, ağlamamak için kendine meydan okuyordu.

Bakışlarını benden çekip yürümeye başladığında kolundan tutup kendime doğru çektim.

Beni göğsümden itecekken elini de tuttum. Yüzüne doğru yavaşça eğildim. "Geç oldu." dedim.

"Evet," dedi keskin sesiyle. "Çok geç oldu."

"Seni eve ben bırakırım."

"Gerek yok," dedi, elimdeki elini çekmeye çalışırken.

"Hem ben seni meşgul etmeyeyim, öpüşlerine anlamlar yüklemeyecek birilerini bul."

"Hadi," dedim tuttuğum kolundan çekerken. "Araba otoparkta."

"Gelmiyorum seninle, hem dokunma bana." dedi kolunu elimden çerken.

"Sıla, lütfen yürü."

"Lütfen..." Olduğu yerde durdu. "Bırak şu kibar adam ayaklarını ya..."

Ona döndüm. Titriyordu ama farkına varamayacak kadar öfkeliydi. Ceketini yukarıda bırakmıştı. Gömleği inceydi ve gecenin ayazı ona pek yardımcı olmuyordu.

Kollarımı etrafına doladım ve onu göğsüme hapsettim.

"Titriyorsun," dedim dudaklarım saçlarına değerken. Tenim bir kere karışmıştı tenine, şimdi uzak durmak çok zordu. "Yukarı çıkalım hadi, gitme."

Beni ittiğinde daha sıkı sarıldım. "Özür dilerim..." dedim. "Daha fazlası olamadığım için özür dilerim."

"Çekil Ekin," diye bağırdı. "Çekil bende hata, senden cesaret bekliyorum. Bende hata senden konuşmanı bekliyorum." Kollarımdan kurtulduğunda bakışlarını yere indirdi. "Yarın dedi, bu gece hiç yaşanmamış gibi olacak. Gözlerinde tek bir ima görürsem..."

"Bir daha bakmazsın, biliyorum." dedim.

"Bakmam..." dedi.

Bahçenin çıkışına yöneldiğinde yapabildiğim tek şey benden uzaklaşan adımlarını izlemekti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro