Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 4

"Ah, kaldırımlar biliyor, 
Bir devir muhteşemdik.
Güz güneşinden hüzünlü,
İlkyazdan şendik."


"Güz."

Güz mü?

Yastığa başımı biraz daha bastırdım. Uykumun en sevimli kısmındaydım, rüyamda Ege'yi görüyordum...

Baba gerçekten Ege'den bu kadar mı nefret ediyorsun?

Kapı tıklatıldığında gözlerimi daha sıkı kapatıp "Uyuyorum." diye mırıldandım.

"Görüyorum." dedi babam ne yüksek, ne alçak çıkan daima düz olan sesiyle. "Öğrenci işleri ile randevun vardı."

"Randevu değil o," dedim, sesin geldiği yöne sırtımı dönerken.

"Kaydını yeniletmekten vazgeçtiysen, okula dönmekten de vazgeçtin olarak kabul ediyorum." dedi.

"Sadece..." dedim, sakin kalmaya çalışarak. "Uykum var."

"Çok normal," dedi, kinayeli olduğunu bildiğim ama sabit tuttuğu sesiyle. "Gece oldukça geç döndün."

Sessizce gitmesini bekledim.

"İngiltere'den döneli henüz iki gün oldu ama sen kendini hemen o zırtapozun çöplüğüne attın."

Yatakta hızla doğrulup oturdum. "Sen barın Ege'ye kaldığını biliyor muydun?"

Elindeki kahve kupasından yavaş bir yudum alırken yüzüme baktı. "Burada olmayan sendin, ben değil."

Gözlerimi kıstım. "Yağız abi söyledi değil mi?"

Başını yavaşça iki yana salladı. "O çocuk, Yağız'ın yarısı kadar bile akıllı olsaydı..."

Babamın Ege'yi değil de abisini sevmesinin tek bir sebebi vardı, o da ticari zekasının olduğuna inanması. Yağız Fırtına, onun gözünde gelecek vadeden bir işletmeciydi. Ege ise serseri, haylaz, işe yaramaz ya da kendi deyimi ile zırtapozdu.

"Ne yapardı, barı sana mı satardı?"

Kahvesinden sakince bir yudum daha aldı. "Prensiplerime uyan bir anlaşma olmazdı ama en azından kendisini kurtaracak kadar para geçerdi eline."

Yataktan kalktığımda odanın iki farklı ucunda olan terliklerimi es geçerek çıplak ayaklarımla banyoya doğru yürüdüm.

"Doğru senin prensiplerinde en yakın arkadaşının şirketini yarı fiyatına satın almak var. Ege'nin yüzüne bakamıyorum... Ama zaten istediğin de buydu değil mi? Ege benden uzak olsun da." Kapıyı hızla çarptığımda sesini duymuştum ama ne dediğini anlamaya çalışmadan suyu açtım.

Duş almam, saçlarımı kurutup şekle sokmam, okula dönüş için ayarladığım elbisemi giymem ve makyajımı yapmam yarım saatten fazla sürmüştü.

Aşağı kata indiğimde babam mutfak masasında tabletinden günlük gazeteleri okuyordu.

Kupamı raftan alıp demlikten kahve doldurdum. Benim için hazırladığı tabağın önündeki sandalyeye oturup kahvemden bir yudum aldım.

"Portakal suyu sıktım." dedi, gözünü okuduğu sayfadan ayırmadan.

"Kahve içiyorum." dedim, bariz gerçeği ortaya sererek.

"Miden için sağlıklı değil."

"Çok ironik değil mi..." Bakışları bana döndüğünde yapmacık bir ifade ile gülümsedim. "Yaptığın her şeyi yapmamamı söylüyorsun."

"Ben senin kullandığın ilaçları kullanmıyorum Güz, midem seninki kadar yorulmuyor."

Kahvemden inadına bir yudum alırken onaylıyormuş gibi başımı salladım. Ege, Sıla, Ekin ve Mert dışında herkese yaptığım gibi, ona da -mış gibi yapıyordum. Bu hayatta gerçek Nora Güz İlgen'i tanıyan sadece dört kişi vardı. Ve o dört kişiden sadece bir tanesi, tüm yalınlığı ile her şeyimi biliyordu.

Son bir yıl hariç her şeyimi.

"İngiltere'deki doktorun ile konuştum," dedi elindeki tableti kapatıp masaya bırakırken. "Burada görüşmen için bir randevu ayarladı. Branşında en iyilerden biriymiş."

Alayla güldüm. "Aa, nasıl en iyisi olmaz? Koskoca Bülent İlgen, biricik kızını sadece en iyilerinden biri olan bir doktora mı yolluyor? İnanılır gibi değil."

"Güz," dedi, sandalyesinden kalkıp bana doğru yürürken. "Yaptığım her şeyi senin için yaptığımı bir gün anlayacaksın."

Omzuma dokunup elindeki kupayı lavabonun içine bıraktı. "İşe gitmem gerekiyor, saat 10'da bir toplantım var."

Kahvemden bir yudum daha aldım. "İstersen seni ben bırakabilirim?"

"Hayır," dedim.

Telefonumu çıkartıp yeniden yüklediğim yazışma uygulamasını açtım. Ekin'in isminin olduğu kısmı tıkladım.

"Pişt, sarışın! Okula geçerken beni de alır mısın?"

Birkaç saniye sonra yazdığına dair uyarı belirdi ekranda.

"Hazırlan! Şimdi çıktım evden, hemen geliyorum."

"Ekin bırakacak." dedim, ceketini giyerken bakışlarını benden çekmeyen babama.

"Tamam, ders programını aldıktan sonra doktorun asistanını arayıp programına uygun olarak belirle görüşmeleri."

Kapıya doğru ilerlerken seslendi. "Doktorun bilgileri mailinde var."

Hemen ardından duyulan kapının kapanma sesi ile yerimden kalktım, henüz dokunmadığım tabağımdan bir peynir dilimi ağzıma atarken geri kalanını tezgaha bıraktım. Kahvemden bir yudum daha aldım. Kapının önünde duran aynadan rujumu tazeledim ve dışarı çıktım.

Ekin'nin arabası bahçe kapısının önüne park etmişti. Hızla ilerleyip kapıyı açtım.

"Günaydın." dedim, uzaktan öpücük atıp kemerimi takarken. "Aldığın için sağ ol."

"Lafı olmaz..." Dikiz aynasını kontrol ederken gülümsedi. "Biraz hızlı gideceğiz ama antrenman var."

"Seçmelerin sonucu belli oldu mu ki?"

Başına tersini çevirip taktığı şapkasının da kattığı havalı duruşu ile gülümsedi.

"Yani... Bana belli oldu." dedi, imalı bir gülüşle.

"Koç aradı sabah, takımı topla antrenmana çıkart, iyice bir paslarını atsınlar, dedi. Ben de öyle yapacağım."

Ana yola çıktığında hızla gaza bastı. "Sıkı tutun bebek!"

"Canlarına okuyacaksın yani." dedim, arkama yaslanırken.

Minik bir kahkaha attı. "Yani... Canları kalırsa."

Tekrar hızla gaza bastığında birkaç araba solladık.

"Ege ile konuştun mu?"

Üzerinde kot bir gömlek vardı, kollarını katlamıştı ve içine beyaz askılı bir atlet giymişti.

"Ayrıca bu yeni tarzın mı?"

Ekin üstüne bakıp gözlerini kısa süreliğine bana çevirdikten sonra yola döndü. "Ne, beğenmedin mi?"

"Daha önce seni gömlek giyerken sadece özel günlerde gördüğüm için... Yadırgadım."

Önce kaşlarını çattı, sonra omuz silkti. "Ciddi duruyor."

Gözlerimi kıstım. "Evet, içine askılı atlet giymediğin zaman..."

Ağzım şaşkınlıkla açıldığında torpidoya doğru kayıp yüzüne baktım. "Sıla ile bir ilgisi var mı?"

"Ne?" dedi, hızla. "Ne alakası var Sıla ile?"

Kahkaha atarken tekrar arkama yaslandım, ellerimi dizlerime vurdum. "Sıla ve 'olgun erkeklerden hoşlanırım' tavrı... Tahmin etmeliydim."

"Hayır! Ne alakası var, yani ne akalası var Sıla ile? Hem o olgun erkeklerden mi hoşlanıyormuş, daha önce hoşlandığı bir erkek ile tanışmadım da. Hem hoşlansa bile neden tanışayım? Tanışsam bile neden hoşlanayım?"

Sustu. Derin bir nefes aldı.

"Yakacağım bu gömleği..." dedi, mırıltıyla.

Kahkahamı tutmaya çalışsam da başarılı olamamıştım. "Hayır, hayır... Sana çok yakışmış. Olgun göstermiş."

Kendimi tutamayarak daha yüksek sesle kahkaha atmaya başladığımda benden tarafa bakmadan arabayı sürmeye devam etti.

Okula giden sokağa girdiğimizde hızını azalttı.

Ekin Göksoy... Asla bir şeyleri doğrudan göstermezdi, her şeyin zamanı vardı onun için. Beklerdi, sabırlıydı. Herkesle anlaşır, konuşur ve samimi olurdu ama kimseyi hayatına gerçekten almazdı. Onu sevmeyen çok az kişi vardı, o kişilerin çoğunluğunu ise kalbi kırık kızlar oluşturuyordu. Ekin hovardaydı, burnu havadaydı, aklına eseni yapardı ama asla kalpsiz değildi. Sadece bazen kalp kırıcıydı.

Okulun içine girdiğimizde Ekin her zamanki gibi ilgi çekiyordu ve bu kez yanında ben vardım. Ekin Göksoy çarpı Nora Güz İlgen tam olarak çifte odak demekti. Lisede durum bunun birkaç katıydı, yine de Güzel Sanatlar Fakültesi'nin de hakkını yememek lazımdı...

"Hemen antrenmana mı gideceksin?" diye sordum arabadan inerken.

"Evet, on beş dakika sonra başlayacak gidip ısınmam lazım."

Başımı salladım. "Öğrenci işlerinde işim bitsin, gelirim spor salonuna."

"Ekin, Ekin, Ekin, Ekin..."

Mert bize doğru saniyede sekiz kilometre hızla Ekin'in adını bağırarak koştuğunda ikimiz de şaşkın bakışlarımızı ona çevirdik.

"N'oluyor?" dedim, telaşla.

"Gördüm... Yine gördüm. Müzik odasındaydı. O şeyi çalıyordu, büyük var ya kocaman hani bacağın arasına alınıp çalınıyor." Tam karşımızda durduğunda nefesini düzeltmeye çalıştı. "Çello!" diye bağırdı hemen ardından.

Kaşlarımı çatıp bir Ekin'in muzip bir gülüş ile kaplanan yüzüne bir de nefes nefese kalmış Mert'e bakıyordum.

"Kimi görmüş?" dedim, dikkatle ikisini birden süzmeye devam ederken.

Ekin, Mert'in omzunun iki yanına avuçlarını yerleştirip ona doğru biraz eğildi. "Nefes al, evet." Başını sallarken sırıttı. "Şimdi en baştan anlat."

Mert ellerini kullanarak abartılı bir ifadeyle "Müzik odasının önünden geçiyordum..." dedi. Ekin onu "Evet..." diye onayladı.

Tiyatro sahnesi izliyormuş gibiydim, o kadar şapşal ve sevimliydiler ki...

Tam o sırada Ege'nin mat siyah Jeep'i okul bahçesine girdi, önümüzden geçerek Ekin'in arabasının yanına park etti. İçinden önce Berrak indi. 

Berrak. 

İndi.

Dün sahip olduğum tüm güç eriyip ayaklarımın altından beton zemine süzülmüş gibiydi. Dün, bir yıldır görmediğim ela gözlerin, gözlerime değmiş olmasıyla ayakta duruyordum. Ama bugün... Bugün tüm bunlara katlanabilecekmiş gibi hissetmiyordum.

16 yaşımdan beri gözlerini bir kez olsun gözlerimden çekmemiş olan adam tam karşımda başka bir kadının elini tutarak yürüyordu. Biri beni hemen şimdi vursun, vursun ki o zaman versinler seni ellere.

Ve çalsın dursun kalp radyomda aynı şarkı; "Seni versinler ellere, beni vursunlar. Sana sevdanın yolları, bana kurşunlar..."

Mert ve Ekin sessizleştiğinde onlara dönüp gülümsedim. "Ben içeri geçiyorum, antrenmana yetişmeye çalışırım."

Ekin başıyla onayladığında Mert'e döndüm. "Detayları sonra anlat bana, seni bu kadar heyecanlandıran kız kimmiş çok merak ettim."

Mert uzanıp bana sarıldığında bir anlık şaşkınlıktan sonra ben de kollarımı sırtına doladım.

"Üzülme..."

Buradaydı. Dün gece dediği gibi, tam burada... Daha sıkı sarıldım. Yavaşça kollarımı çözerken gülümseyip merdivenlere doğru yöneldim.

"Nora," dedi, tam şu an adımı sesinde duymayı asla istemeyeceğim tek kişi.

Neden bugün? Dün yapsaydın ya şovunu, gücüm varken, neden bugün?

"Biraz konuşalım mı?" diye devam etti, sahip olduğum en değerli şeyin ellini sıkı sıkıya tutan kişi.

Derin bir nefes aldım. Nora Güz İlgen bundan daha fazlasıydı, en azından öyle olmalıydı. Sakince ona doğru döndüm. Elimde olmadan bakışlarım bakışlarını değil de Ege'nin elini tutan elini bulduğunda, kendime içimden okkalı bir tokat atmak istedim, keşke yapabilseydim.

Oradaydı ama benim değildi... Gözleri gözlerime değmiyordu bile.

Unutmuş muydu beni? Hiç mi sevmiyordu artık? Biraz bile?

Peki...

"Konuşalım." dedim, 'canını yakarım' ses tonumla.

Ne demişler, rakibini küçümseme... Ben de ekliyorum, kendini asla küçümseme!

Ege'ye döndü, parmak uçlarında yükseldi, belli belirsiz çıkmış sakallarının üstünden yanağına minik bir öpücük bıraktı. "Hemen geliyorum." dedi.

Merak etme Ege'si, hemen geliyor... Bir yıllığına başka bir ülkeye falan gitmeyecek. Onu yapan tek bir aptal var burada, kim olduğunu hepimiz biliyoruz.

Ege başını sallayıp onu onaylarken bana bakmadı. Berrak'ın belini kavrayan elini çekerken de bana bakmadı. Berrak bana doğru bir adım attığında da bana bakmadı. Gözleri bir kez olsun değmedi gözlerime. Öylece duruyordum okulun bahçesinde, kimsesiz kahverengilerimle. Çok sevdiğim elalar Ekin'e döndü ve Berrak tam karşımda dikildi. Varlığı yeterince karşıma çıkmıyormuş gibi.

Merdivenlere yönelip topuklarımı emin adımlarla basamaklara vurarak çıktığımda Berrak da beni takip etti. Okulun girişinden direkt olarak kafeteryaya ilerledim. Cam kenarında bir masaya oturdum. Berrak karşımdaki sandalyeye ilerleyip önce çantasını astı, sandalyeyi çekip oturduğunda dirseklerini masaya yasladı.

Sandalyeye yaslanıp bir bacağımı diğerinin üzerine attım. Başımı hafifçe eğip dudağımı tek kenarını yukarı çıkartacak şekilde gülümsedim.

Ellerini yüzüne bastırıp gözlerini kapattı, birkaç saniye sonra oturuşu dikleşti ve gözlerini yüzüme dikti.

"Ege'ye aşığım."

Bir nefes alsaydın Berrak, bir soluklansaydın, bir yerleşseydin oturduğun yere. Ben 16 yaşımdan beri aşığım, cümleye bir gün bile böyle başlamadım. Sakin!

Yüzümde karşıdan bakıldığında asla çözümlenemeyecek bir ifade ile oturmaya devam ettim. Önce o ne anlatacaksa anlatsındı, sonra söylenecek kelimeler elbet dökülürdü ikimizin arasında duran çelik masaya.

"Bak... Biliyorum, arkandan iş çevirmişim gibi duruyor. Onu ilk gördüğümde..."

"Dünya bir toz bulutuydudan başlayacaksak, kahve alayım?" diye sordum araya girerek kinaye ile.

Gözlerini kapatıp tekrar açtı. Sakin kalmaya çalışıyordu. Ben sakin kalabiliyorsam, o da kalabilmeliydi. Sonuçta güne Ege'nin gözleri gözlerine değerek başlayan oydu. Birkaç dakika önce avuç içlerine, avuç içleri de değiyordu. Daha ne istiyordu?

"Demek istediğim... Ege'yi ilk gördüğümde sevgili olduğunuzu bilmiyordum. Ve onunla ilk konuştuğumda da... Ta ki o günün akşamı Ekin'in evindeki partiye kadar sevgilisi olduğunu ve sevgilisinin sen olduğunu bilmiyordum."

"Evet..." dedim, anlattığı hikaye çok heyecanlıymış gibi.

"Ege sana aşıktı..." dedi. Durdu, yüzüme baktı.

O yüzümden ne düşündüğümü çözemeye çalışırken, içimde bir yer geçmiş zaman kipi ile sancıyordu.

"Sadece aşık da değildi, dünyada başka biri yokmuş gibi... Ege seninle nefes alıyordu. Üzgünüm ama sen o nefesi kestin Nora."

"Güz..." dedim, sakince. "Bana bundan sonra Güz diyeceksin..."

Derin bir nefes aldı. Sabrı taşıyormuş gibiydi. Taşsın.

"Baban gibi mi?" diye sordu.

"Sen sanıyorsun ki... Şimdi karşıma geçmiş böyle konuştuğunda sana hak vereceğim. Sen sanıyorsun ki..."

Durdum. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Öfkem tarafından ele geçirilmek üzereydim.

"Berrak... Ege'ye aşıksın o kısım tamam. Anlıyorum da, Ege'den bahsediyoruz. Elbette ona aşık olacaksın."

Gözleri parladı. Gerçekten aşıktı, karşımda bana hiç benzeyemeyen ama benimle çok benzer bir özellik taşıyan birisi oturuyordu.

Ege Fırtına, tüm bunlar bittiğinde, bana bunun da hesabını vereceksin.

"Nora... Döneceğini kimse tahmin etmiyordu."

Sanırım buraya kadardı, sabrımın bir sınırı vardı ve biz o sırının doruk noktasına ulaşmıştık.

"Sen de dedin ki bu kız nasıl olsa dönmez, sevgilisi de kırık bir kalbe sahip, hoop kaparım ben bu adamı?"

"Hayır..." dedi, sıkıntıyla. "Hayır, öyle değil. Bak yanlış anlıyorsun. Biz Ege ile her şeyden önce yakın arkadaş olduk."

"Öyle mi?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Yakın arkadaş oldunuz? Öyleyse Ekin neden sevmiyor seni?"

Çünkü gittiğim yerden bir asır dönmeyeyim, Ekin Göksoy benim yerime yine de kimseyi koymaz.

"Ekin ile biz pek ortak özelliklere sahip değiliz." dedi, sanki bunu açıklayabilirmiş gibi çabalayarak.

"Bak Berrak, düzgün kızsın, cesursun da. Karşıma geçtin, tüm varlığım olan adama aşık olduğunu söylüyorsun. Yetmiyor, iyi arkadaşız diyorsun. Yetmiyor artık sana aşık olduğunu ima ediyorsun."

Başını eğip boynunu sıktığında yerimde dikleşip masaya doğru eğildim.

"Ege'nin hayatında bir yer edinmişsin, görüyorum. Ege istemediği sürece seni oradan kimse çıkartamaz, biliyorum. Ben Ege'nin bütün köşelerini, bütün yollarını, bütün duraklarını ezbere biliyorum. Ben Ege'nin, Ege henüz kendini tanıdığı zamanlardan bu yana kim olduğunu biliyorum. Sana bunları anlatacak değilim..."

Yerimden kalktım, kucağımdaki çantamı koluma taktım. "Ama şunu bil, Nora Güz İlgen şehre döndü."

Bir cümle daha kurmasına izin vermeden öğrenci işlerine gitmek için biraz önce geldiğim kısmı geri dönüyordum ki yukarı kaldırmadığım bakışlarım sebebiyle birine çarptım.

Birine değil, Ege'ye çarptım.

Başımı kaldırdım. Saçlarının üstü ne çok uzamıştı, başını bana doğru eğdiğinden önüne dökülüyordu. Uzanmak istedim, uzanıp saçlarını avucuma sıkıştırmak. Saçlarının kokusu avuç içime sinsin istedim. 

Ege... Gözlerimi, gözlerine esir ettiğim. Bir kerecik sarılsaydı kollarım sana, bir kere hissetseydim ben hala orada bir yerlerde miyim... Bir kere bak bana, görerek beni. Ege!

"Bitti mi konuşmanız?" dedi, yüzüme bir yabancıymışım gibi bakarken.

Keşke vursaydı beni, bağımsız bir filmde olsaydık mesela, yönetmen tam şu an çekip vurulmamı talep ederdi. Kalbimden.

"Sana aşıkmış." dedim, gözlerinin ifadesiz de olsa gözlerime değmesinden güç alan sesimle.

"Biliyorum." dedi.

Biliyorum... Öylece, doğrudan, pat diye. Biliyorum.

"Vursana beni." dedim, öylece, doğrudan, pat diye.

Kaşları çatıldı. "Ne?"

Sinirle güldüm. "Tepinip duruyorsun ya kalbimin üstünde, çek vur daha kolay."

"Ne saçmalıyorsun Nora?" dedi, umursamazca.

Adım dilinden öylesine bir isimmiş gibi dökülüyordu. Ölüyordum, anlamıyordu.

"Adımı şöyle söyleme, hiç kimseymişim gibi... Söyleme..." dedim, dişlerimi sıkarak.

Bana baktı, sadece baktı, öylesine. Ardından bakışları omzumun arkasından bir noktaya sabitlendi. Muhtemelen Berrak'ın hala oturduğu masaya... Yanımdan yürüyüp gitti, öylece...

Sahiden Ege, çekip vursana beni...

Merdivenler yerine asansörü kullanıp öğrenci işlerinin olduğu kata çıktım, neyse ki tüm belgeler hazır olduğundan kaydımı yeniletmem yaklaşık on dakika sürmüştü ve ardından elime tutuşturulan ders programıyla odadan çıktım. Dersler haftaya başlayacaktı ama yeni öğrenciler çoktan kampüsü doldurmuştu.

Giriş kısmına geri döndüğümde "Basketbol tanımına seçilenler panoya asılmış." diye bağıran bir kız sesi ile o tarafa döndüm.

Kıvırcık saçlı, yüksek bel kot pantolon üstüne açık sarı kısa bir tişört giymiş sevimli bir kız yanındaki başka bir kıza kağıdı gösteriyordu.

Ekin'in isminin olduğuna yüzde yüz emin olduğum listeye doğru ilerledim. Ege'nin seçilmiş olduğunu düşünüyordum ama basketbol konusundaki isteksizliğini birilerine dile getirmesinden korkuyordum. Bu sebeple panoya yaklaştım.

"Seçilmiş." diye bağırdı aynı kız.

Moralim oldukça bozuktu ve yabancı kişilerle iletişim kurmak pek bana göre değildi. Yine de kıvırcık saçlı kıza dönüp "Kim seçilmiş?" diye sordum merakla. Ege Fırtına'nın aşıkları listesine bir isim daha eklenecekse bugün öğrenmem en iyisiydi. Yeterince darbe almıştım, bir tanesine daha dayanabilirdim.

Kız önce bana baktı, sonra bana biraz daha baktı, ardından gülümsedi. Gördüğüm en sevimli gülümseme olabilirdi, gülüşüne bütün ruhunu katıyordu sanki. Bugün uyandığımdan beri içimi rahatlatan tek şey bu gülüş olmuştu.

"Şey..." dedi, utanarak. Ardından dudaklarını ısırıp parmağıyla listeden bir noktayı gösterdi.

Mert Orhon.

Mert'in seçilmesine mi seviniyordu? Neden?

Listeye hızla göz gezdirdim. İlk sırada Ekin Göksoy yazıyordu. Elbette. Bir altından Mert Orhon ve onun da iki altında Ege Fırtına.

"Geçen sene, maçları izliyordum da..." diye açıkladı.

Bakışlarımı listeden çekip gülümsedim. Gülüşümün gözlerime ulaştığından emindim.

Elini bana doğru uzatıp "Çisil." dedi.

Ben de aynısı yapıp elini sıktım. "Nora."

"Aaaa, sen bizim sınıftasın. Yani sanırım, başka birinin adının Nora olduğunu sanmıyorum." 

"Sizin sınıf?" dedim, merakla.

"İletişim ve Tasarım -2, dondurmuşsun sanırım. Sınıftan birileri konuşuyordu."

"Evet." dedim, "3. Sınıf olmam gerekiyordu ama dondurunca..."

"Demek aynı sınıftayız, güzel." dedim.

Bunu gerçekten sevmiştim. Sınıfta, okulda benden nefret etmeyen birinin olması güzel bir histi. Ve beni tanımayan... Sıfırdan bir başlangıç... İlk kez birini hayatıma bu kadar hızlı alacaktım... Değişmeye çalışıyordum madem bu da ilk adımı olsundu.

"Çisil..." dedim gülümseyerek. "Benimle basketbol antrenmanını izlemeye gelmek ister misin?"

Önce gözleri heyecanla büyüdü, sonra yüzü asıldı, ardından gözlerini havaya dikip düşündü.

"Rahatsız etmez miyiz?" diye sordu, çocuksu bir heyecanla.

Gülümsedim. Neşesi ve heyecanı karşısındaki kişiyi ele geçiriyordu. "Basketbol takımı bayılır seyirciye, hadi gidelim."

Ben gelmeden önce konuştuğu şimdi ise telefonuyla panodaki kağıtların fotoğrafını çeken kıza döndü. "Ayşin, bizimle gelmek ister misin?"

Kız önce bakışlarını telefonundan çekti ardından Çisil'e döndü. "Eve dönmem lazım, başka zaman." dedi.

Çisil kıza sıkı sıkı sarıldıktan sonra bana döndü. "Gidebiliriz."

Spor salonuna doğru ilerlerken Çisil'in bir parlayıp bir sönen ışığı ile gülümsedim.

"Sür şu topu, sür sür!" diye bağıran Ekin'in sesi salona girdiğimiz an duyulan ilk şey oldu. "Pas versene lan, oradan üçlük mü atılır?"

"Akın, tek oynama Akın!"

"Hay si-"

Çisil tam yanımda durduğunda Ekin, bakışlarını seyirci kısmının üst tarafından girdiğimiz için bize çevirmişti.

"Kaç ölü var?" diye bağırdım aşağı doğru.

"Komple, böylece gömeceğim hepsini. Kürekleri hazırla."

Kahkaha attım. Aşağı doğru ilerlerken Çisil de benimle aynı anda adımlıyordu. "Misafirimiz var."

Tam o anda Mert benchlerden kalkıp bize doğru baktı. Baktı ve olduğu yerde kaldı. Birkaç adım daha attığımda arkamı döndüm. Çisil de olduğu yerde kalmış öylece duruyordu. Bir Çisil'e bir Mert'e baktım.

Ekin'e döndüm, göz kırpıp Çisil'i işaret ediyordu.

"Çisil..." dedim, ilerlemesi için.

"Şey," dedi, kedi mırıltısı gibi çıkan sesiyle. "Ben gelmesem, hem ben şey yapayım, bizim sınıftan sorumlu hocayı bulayım, şeyi sorayım..."

"Sonra sorarsın." dedim, kolundan tutup bana doğru hafifçe çekerek. "Hadi."

Mert, Ekin'in kolunu tuttu, kendisine çekti ve bizden bakışlarını ayırmadan bir şeyler söyledi.

Ekin'in gözleri kısıldı, sonra imalı bir ifade ile gülümsedi. 

"Bu kadar yeter, herkes duşlara." diye bağırdı Ekin.

Tüm takım bu anı bekliyormuş gibi hızla toparlanmaya başladı.

Ege ortada yoktu, antrenmana katılmamış olamazdı. Ekin buna asla izin vermezdi, disiplinli bir kaptandı.

Ekin, Mert'i tutup bize doğru ilerlerken en ön sırada oturan Sıla'yı gördüm.

"Sıla," dedim sevimli olmasını umduğum sesimle.

Sıla oturduğu yerden kalktığında bakışları bana döndü. "Bak, bu Çisil. Yeni sınıf arkadaşım."

"Ne zamandır yeni arkadaş ediniyorsun?" diye sordu, siyah deri sırt çantasını takarken.

"Bugünden itibaren." dedim, neşemi bozmamaya çalışarak.

Çisil'e doğru bir adım atıp elini uzattı. "Merhaba Çisil, ben de Sıla."

Çisil elini sıktığında Mert ve Ekin bizim yanımıza ulaştı.

"Selam," dedi Ekin, muhteşem cazibesi ile gülümseyerek. "Ekin Göksoy, ama sen bunu elbette biliyorsun."

Çisil kibarca gülümsedi. "Evet," dedi. "Biliyorum. Ben de Çisil Azak."

Mert 'pause' tuşuna basılmış gibi hareketsiz duruyordu ve Çisil gittikçe daha çok kızarıyordu. Çisil kısmına az da olsa vakıftım ama Mert'e neler oluyordu?

Sıla durumu anlamış gibi gülümseyerek Çisil'e yaklaştı ve onu biraz bizden uzaklaştırarak sohbet etmeye başladı.

"Neler oluyor?" diye sordum, Mert'e doğru döndüğümden Sıla ve Çisil'e arkamı dönmüştüm?

Mert ağzını birkaç kez açtı ama bir türlü kelimeleri seçemediğinden olacak ki konuşamadı ve tam o sırada araya Ekin girdi.

"Sabah bahsi geçen, müzik odasındaki kız..." Başıyla Sıla ile konuşan Çisil'i işaret etti.

"Yok artık!" dedim, bağırarak.

Ekin başını 'yaaa' imasıyla sallarken Mert, Çisil'e gözlerinden kalpler çıkarak bakıyordu.

Vay be.

"Aynı sınıfta mısınız?" diye sordu Mert.

"Öyleymiş." dedim.

"Nora..." dedi başını iki yana sallarken, "İyi ki döndün."

Ekin ile birlikte gülmeye başladığımızda Mert de bize katıldı.

Mert'i omzundan tutup Sıla'ların olduğu tarafa doğru yavaşça çekiştirdim. Mesajı almış olacak ki, gidip ikisinin sohbetine dahil oldu.

"Ege nerede?" diye sordum Ekin'e. "Katılmadı mı antrenmana."

"Katıldı. Antrenman onun için biraz ağrılı geçti diyelim... Erken bırakmak durumunda kaldı."

Gözlerimi kıstım. Kolunu omzuma attığında çıkışa doğru ilerledi. "Mert, hadi!" diye bağırdı arkaya doğru.

"O ne demek?" diye sordum.

"Sol omzu, eskisinden biraz daha ağrıyor." diye açıkladı.

"Ekin!"

Kolunu tutup omzumdan çektim.

"Hiç bana bağırma... Dün yaptığını cezasız bırakacak değildim."

"Beni bıraktın ama." dedim.

Kızmaya hakkım yoktu, beni koruyordu ama yine de sinirlenmiştim.

"Cezasız kalmış gibi bir halin yok Nora..." dedi, bana doğru bir adım atıp. "Görmüyor muyum sanıyorsun, o kız Ege'nin yanındayken canının nasıl yandığını anlamıyor muyum?"

"Senin cezan Ege, canını onun kadar kimse yakamaz zaten. Aranızdaki duruma ben karışmam ama eğer sana fiziksel zarar vermeye kalkarsa, karşılığını alır."

"Ne zamandır Hammurabi Yasaları ile ilerliyorsun?" diye sordum, canımın acıdığı kısmı pas geçerek.

"Sen şehre döndüğünden beri..." Burnumun üstüne işaret parmağı ile dokunup göz kırptı.

Mert ve Ekin duşlara doğru ilerlediğinde oldukça iyi anlaşan Çisil ve Sıla'ya döndüm.

Çisil birçok açıdan hepimizin kalbini fethetmişe benziyordu... Güzel.

Aramıza hoş geldin Çisil Azak.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro