Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7. Bölüm







Yalnızca birkaç gün sonra Yüzbaşı Wentworth'ün Kellynch'te olduğu öğrenildi, Mr. Musgrove ona uğramıştı, döndüğünde onu öve öve bitiremedi, bir hafta sonra Croft'larla birlikte Uppercross'a akşam yemeğine geleceğine dair de Yüzbaşı'dan söz almıştı. Mr. Musgrove, Yüzbaşı Wentworth'ü kendi evinde ağırlayıp mahzenindeki en sert ve en iyi içkileri sunarak ona minnetini göstermek için öyle sabırsızlanıyordu ki daha erken bir tarih ayarlanamadığı için büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Daha bir hafta vardı, Anne'e göreyse yalnızca bir hafta, sonra karşılaşmak zorunda kalacaklardı herhalde; pek yakında Anne, bir hafta olsun kendini güvende hissedebilmeyi arar olacaktı.

Yüzbaşı Wentworth, Mr. Musgrove'un gösterdiği nezakete gecikmeden karşılık verdi, az kalsın Anne de aynı yarım saat içinde Büyük Ev'e uğrayacaktı. Anne ile Mary de tam oraya gitmek için yola çıkmak üzereydiler ki Mary'nin büyük oğlunun, kötü bir şekilde düştüğü için eve getirilmesi onları yollarından alıkoydu, Anne'in daha sonra öğrendiğine göre gitselerdi Yüzbaşı'yı kesinlikle orada bulacaklardı. Çocuğun durumu yüzünden ziyaretten tamamen vazgeçtiler; Anne, sonradan çocuk için çok tasalandıkları sırada bile, Yüzbaşı ile karşılaşmaktan kurtulmuş olduğunu öğrenmeyi kayıtsızlıkla karşılayamadı.

Oğlanın köprücükkemiğinin yerinden çıktığı anlaşıldı, sırtından böyle bir darbe almış olması çok telaşlanmalarına neden oldu. Kaygı dolu bir öğleden sonra geçirdiler, Anne'in hemen yapması gereken bir sürü iş vardı, eczacıyı çağırtmalı, babayı bulup bilgilendirmesi için birini yollamalı, annenin sinir krizi geçirmesine engel olmalı, hizmetçileri denetlemeli, küçük kardeşi uzak tutmalı ve canı acıyan zavallı çocukla ilgilenip onu yatıştırmalıydı, bir de akıl eder etmez Büyük Ev'e haber yolladı, bunun sonucunda da işe yarar yardımcılar yerine korku içinde sorular soran insanlarla kuşatıldı.

Eniştesinin eve dönüşü onu rahatlatan ilk şey oldu, karısına en iyi o bakabilirdi; ikinci kurtarıcısıysa eczacının gelişiydi. O gelip çocuğu muayene edene kadar ne olduğunu bilemedikleri için hepsi en kötüsünü bekliyordu, büyük bir yaralanma olduğunu düşünüyorlar ama yerini kestiremiyorlardı, artık köprücükkemiği yerine takılmıştı, Mr. Robinson durmadan yoklasa da, ovalasa da, yüzünde ciddi bir ifadeyle hem babaya hem de teyzeye alçak sesle bir şeyler söylese de, hepsi iyi haber bekleyebilir, bir nebze rahatlamış olarak dağılıp akşam yemeği yiyebilirlerdi, işte iki genç hala ancak o zaman, tam kapıdan çıkmak üzerelerken, yeğenlerinin durumunu biraz olsun unutup Yüzbaşı'nın ziyareti hakkında bilgi verebildiler, anne-babalarının arkasından beş dakika daha Küçük Ev'de kalarak Yüzbaşı'yı ne kadar beğendiklerini, onun bugüne kadar tanıyıp da beğendikleri erkeklerin hepsinden ne kadar daha yakışıklı ve hoş olduğunu anlatmaya çalıştılar. Babalarının ona yemeğe kalmasını söylediğini duyunca ne kadar sevindiklerini, Yüzbaşı elinde olmayan nedenlerle kalamayacağını söyleyince ne kadar üzüldüklerini, anne-babaları ertesi gün akşam yemeğine gelmesi için ısrar edince geleceğine söz vermesine yine ne kadar mutlu olduklarını anlattılar, Yüzbaşı ona bu kadar ilgi göstermelerinin nedenini kavramış gibi son derece hoş bir tavırla söz vermişti. Kısaca öyle zarif davranmış ve konuşmuştu ki ikisinin de başlarını döndürmüştü, kızlar bunları anlattıktan sonra koşarak gittiler; görünüşe göre, yürekleri sevinçle olduğu kadar aşkla da dolup taşıyordu ve belli ki küçük Charles'tan çok Yüzbaşı Wentworth için çarpıyordu.

Kızlar, babalarıyla birlikte karanlık çöktükten sonra küçük çocuğu sormak için çıkıp geldiklerinde de aynı hikâye ve aynı coşkunluk gösterileri tekrarlandı, vârisi için duyduğu ilk tedirginliği üstünden atmış olan Mr. Musgrove da kızlarının sözlerini onaylayıp kendi övgülerini dile getirdi, Yüzbaşı Wentworth'ün ziyaretini ertelemek için artık bir neden kalmadığını umduğunu ve Küçük Ev'dekilerin büyük olasılıkla Yüzbaşı ile tanışabilmek için küçük çocuğu bırakmak istemeyeceklerini düşünerek üzüldüğünü belirtti. "Ah, hayır! Oğlumuzu bırakmak mı," annesi de babası da bu düşünceye katlanamayacak kadar telaşlıydılar, Anne de bu karşılaşmayı atlatacak olmanın sevinciyle onların itirazlarına katılmaktan kendini alamadı.

Aslında, sonradan Charles Musgrove gitmeye daha hevesli göründü; "çocuğun durumu gayet iyiydi, Yüzbaşı Wentworth ile tanışmayı o kadar istiyordu ki belki akşam onlara katılabilirdi, akşam yemeğine kalmazdı ama yarım saatliğine uğrayabilirdi." Ama karısı, "Ah, hayır, Charles! Gitmene kesinlikle dayanamam. Ya bir şey olursa?" diyerek buna şiddetle karşı çıktı.

Oğlan geceyi rahat geçirdi, ertesi gün de iyi görünüyordu. Omurgasının hasar görmediğinden emin olmak için zamana ihtiyaç vardı ama Mr. Robinson telaş edilecek bir durum görmedi, bu yüzden de Charles Musgrove daha fazla eve kapanmasına gerek olmadığına karar verdi. Çocuğun yataktan çıkmaması ve olabildiğince sakin bir şekilde oyalanması gerekiyordu ama bir baba evde kalıp da ne yapacaktı? Kadınlara göre bir işti bu, hiçbir işe yaramayacakken kendini eve kapatması son derece saçma olurdu. Babası, Yüzbaşı'yla tanışmasını çok istiyordu, aksini gerektirecek geçerli bir neden olmadığına göre gitmesi gerekirdi; bu tartışma Charles'ın, avdan döndükten sonra hemen üstünü değiştireceğini ve akşam yemeğini Büyük Ev'de yiyeceğini açıkça ve cesaretle söylemesiyle son buldu.

"Çocuk bundan iyi olamazdı," dedi Charles, "o yüzden, az önce babama geleceğimi söyledim, o da bana hak verdi. Ablan yanında olduğuna göre, hayatım, vicdan azabı çekmeme de gerek yok. Sen oğlanı bırakmak istemezsin ama ben bir işe yaramıyorum, biliyorsun. Herhangi bir şey olursa Anne beni çağırtır."

Eşler çoğunlukla karşı çıkmanın ne zaman işe yaramayacağını anlarlar. Mary de Charles'ın konuşma şeklinden onun gitmeye kararlı olduğunu, onu sinirlendirmesinin bir işe yaramayacağını anladı. O yüzden o odadan çıkana kadar hiçbir şey demedi ama Anne ile baş başa kalır kalmaz,

"Demek, bu zavallı çocukcağızın başında ikimiz nöbet tutacağız, bütün gece yanımızda Tanrı'nın tek bir kulu olmayacak! Böyle olacağını biliyordum. Benim kaderim bu. Bir terslik olduğunda erkekler her zaman işin içinden sıyrılırlar, Charles da bir erkek işte. Ne kadar duygusuz! Zavallı küçük oğlundan kaçması büyük duygusuzluk, doğrusu. Durumunun ne kadar iyiye gittiğini söyleyip duruyor! Durumunun iyiye gittiğini ya da yarım saat sonra ani bir değişiklik olmayacağını nereden biliyor ki? Charles'ın bu kadar duygusuz olacağını düşünmezdim doğrusu. Yani şimdi o gidip keyfine bakacak ama zavallı bir anne olarak benim, yerimden kıpırdamama izin yok, oysa çocuğun yanında kalması en uygun olmayan insan benim. Asıl, anne olduğum için benim sinirlerimin yıpratılmaması gerek. Bunu hiç kaldıramam. Dün nasıl sinir kirizi geçirdiğimi gördün," dedi.

"Ama yalnızca yaşadığın ani telaşın, geçirdiğin şokun etkisiyle oldu o. Bir daha öyle sinir krizi geçirmezsin. Canımızı sıkacak bir şey olacağını sanmıyorum. Mr. Robinson'un talimatlarını son derece iyi anladım, hiç korkum yok, doğrusu kocana şaşmıyorum, Mary. Çocuk bakmak erkeğin işi değil, onun uzmanlık alanına girmez. Hasta bir çocuk her zaman annesine aittir; öyle olmasının nedeni de çoğunlukla annenin kendi duygularıdır," dedi Anne.

"Ben de her anne kadar çocuğuma düşkün olduğumu sanıyorum ama hasta odasında Charles'tan daha fazla işe yarıyor muyum emin değilim, yanlış olduğunu bile bile çocukcağızı sürekli azarlayıp duramam ki, bu sabah gördün, ona uslu durmasını söylemeye kalkıştığım an sağa sola saldırmaya başlıyor. Böyle şeyleri benim sinirlerim kaldırmıyor," diye karşılık verdi Mary.

"Ama bütün gece oğlundan uzak kalırsan için rahat eder mi?"

"Eder, babası bunu yapabiliyorsa ben neden yapamayayım? Jemima çok dikkatli bir kadın, saat başı bize Charles'ın nasıl olduğuna dair haber yollayabilir. Bence gerçekten de Charles babasına hepimizin geleceğini söyleyebilirdi. Dün çok telaşlanmıştım ama bugün durum çok farklı."

"Gideceğini haber vermek için geç kalmadıysan sen de kocanla gidebilirsin sanırım. Küçük Charles'ı bana bırakın. Ben onunla kalırsam, Mr. ve Mrs. Musgrove da bunda bir sakınca görmeyeceklerdir," diye önerdi Anne.

"Ciddi misin?" diye bir çığlık attı Mary, gözleri parlayarak. "Tanrım! Bu harika bir fikir, gerçekten harika! Ben gitsem de olur kalsam da, nasılsa evde bir işe yaramıyorum – değil mi? Hırpalandığımla kalıyorum. Bir annenin duygularına sahip olmadığın için sen çok daha uygun bir insansın. Küçük Charles'a ne istersen yaptırabilirsin, senin sözünü hemen dinler. Böylesi onu Jemima'yla yalnız bırakmaktan bin kat daha iyi. Ah! Gideceğim elbette, Charles kadar benim de gidebiliyorsam gitmem gerektiğine eminim çünkü özellikle de benim Yüzbaşı'yla tanışmamı çok istiyorlar, senin tek başına kalmayı dert etmediğini de biliyorum. Çok iyi akıl ettin doğrusu, Anne. Gidip Charles'a haber vereyim de hemen hazırlanayım. Bir sorun olursa bizi hemen çağırtabilirsin, biliyorsun ama seni telaşlandıracak bir şey olacağını hiç sanmıyorum, emin ol, sevgili oğlum için içim rahat olmasa dünyada gitmezdim."

Hemen ardından kocasının giyinme odasına koşup kapıyı tıklattı, Anne de onun peşinden yukarı çıktığı için karı-kocanın arasında geçen tüm konuşmayı duyabildi, Mary, sevinçten uçarak, söze başladı:

"Ben de seninle geleyim diyorum, Charles çünkü evde ben de senden fazla işe yaramıyorum. Kendimi sonsuza kadar eve kapayıp küçük Charles'ın yanında kalsam da onu istemediği bir şeyi yapmaya ikna edemem. Onunla Anne kalacak, evde kalıp çocuğa bakmayı o üstlendi. Kendi önerdi bunu, bu yüzden ben seninle geleceğim, böylesi çok daha iyi olacak çünkü salı gününden beri Büyük Ev'de akşam yemeği yemedim."

"Anne çok nazik davranmış," diye karşılık verdi kocası, "senin gelmene de çok sevinirim ama hasta çocuğumuza baksın diye Anne'i evde tek başına bırakmak ona haksızlık olmaz mı?"

Anne, söze karışıp kendi nedenlerini anlatacak kadar yakındaydı, ikna olmanın en hafifinden akla uygun olduğu bu durumda, tavrındaki içtenlikle ikna etmeyi kolayca başardığı eniştesi, Anne'in evde kalıp akşam yemeğini tek başına yemesine daha fazla karşı çıkmadı ama hâlâ ilerleyen saatlerde, çocuk gece uykusuna yattıktan sonra Anne'in onlara katılmasını istiyordu, gelip onu almayı önerdi ama Anne razı olmadı, durum böyle olunca da Anne, çok geçmeden kız kardeşiyle kocasının keyifleri pek yerinde olarak evden çıktıklarını zevkle izledi. Gidince mutlu olmalarını umdu, bu mutluluk ne kadar garip inşa edilmiş görünürse görünsün; kendisine gelince, büyük olasılıkla bir daha hiç olmayacağı kadar rahatlamış hissediyordu kendini. Çocuğa en iyi kendisinin baktığını biliyordu, Frederick Wentworth'ün yalnızca bir kilometre ötede başkalarını etkiliyor olmasından ona neydi.

Yüzbaşı'nın, karşılaşmaları olasılığıyla ilgili ne düşündüğünü bilmek isterdi. Genç adam belki de bunu umursamıyordu, bu koşullarda umursamamak mümkünse elbette. Ya umursamıyor ya da istemiyor olmalıydı. Anne'i tekrar görmeyi istemiş olsaydı bunca zaman beklemezdi; uzun süre önce, hayat ona tek eksiği olan maddi bağımsızlığı erkenden sunduğunda Anne'in, onun yerinde olsaydı yapmış olacağına inandığı şeyi yapardı.

Kız kardeşiyle kocası yeni tanıştıkları kişiden ve genel olarak ziyaretlerinden çok memnun kalmış olarak döndüler. Müzik dinlemiş, şarkı söylemiş, sohbet etmiş, gülüp eğlenmişlerdi, gece çok güzel geçmişti; Yüzbaşı Wentworth'e hayran kalmışlardı, Yüzbaşı hiç çekingen ya da tutuk davranmamıştı, sanki hepsi de birbirlerini çok iyi tanırmış gibi hissetmişlerdi, Yüzbaşı hemen ertesi sabah Charles ile birlikte ava çıkacaktı. Kahvaltıya gelecekti ama Küçük Ev'e değil, gerçi ilk başta önerilen buydu ama daha sonra Büyük Ev'e gelmesi için ısrar edilmişti, o da çocuğu düşünerek Mrs. Musgrove'un ayağının altında olmak istememiş ve nasıl olduğunu onlar da tam anlayamadan, bir şekilde kahvaltı için Charles ile babasının evinde buluşmaları kararlaştırılmıştı.

Anne durumu anlamıştı. Yüzbaşı onu görmekten kaçınıyordu. Yüzbaşı'nın onun hakkında eski bir uzak tanıdığın soracağı türden bir-iki şey sorduğunu öğrenmişti, belki o da Anne'in kabul ettiği, hatta özellikle belli ettiği gibi, karşılaştıklarında tanıştırılmaktan kurtulmak için böyle yapmıştı.

Sabahları Küçük Ev'de gün, hep Büyük Ev'dekinden daha geç saatte başlardı, ertesi sabah aradaki bu fark o kadar açılmıştı ki Charles gelip ava çıkmak üzere olduklarını, köpekleri almaya geldiğini, kız kardeşleriyle Yüzbaşı'nın da yolda olduklarını söylediğinde Anne ile Mary daha yeni kahvaltıya oturmuşlardı, Charles'ın kız kardeşleri Mary'yi ve küçük oğlanı yoklamak, Yüzbaşı da rahatsız etmeyecekse Mary'yi ziyaret etmek istemişti, Charles oğlanın iyi olduğunu, Yüzbaşı'nın hiçbir rahatsızlık vermeyeceğini söylemiş olmasına karşın o yine de Charles'ı haber vermesi için önden yollamadan rahat etmemişti.

Bu ilgiden son derece hoşnut kalan Mary, Yüzbaşı Went-worth'ün gelişini sevinçle karşıladı, Anne ise karmaşık duygular içindeydi, bu duygular arasında en rahatlatıcı olanı da bu ziyaretin kısa sürecek olmasıydı. Gerçekten de kısa sürdü. Charles hazırlıklarını tamamladıktan iki dakika sonra diğerleri geldi, hepsi salondaydılar. Anne, Yüzbaşı Wentworth ile göz göze gelir gibi oldu, onun hafifçe eğildiğini, nezaket gereği selam verdiğini gördü; sesini duydu; Yüzbaşı, Mary ile konuştu, söylemesi uygun düşen her şeyi söyledi, ardından genç Musgrove hanımlarına dönüp bir şeyler söyledi, bu kadarı onlarla içli dışlı olduğunu göstermeye yetmişti; oda dolu gibiydi, seslerle ve insanlarla dopdolu, ama birkaç dakika içinde her şey bitti. Charles pencerede gözüktü, her şey hazırdı, konukları eğilerek selam verip gitmişti, genç Musgrove hanımları da birdenbire, ava giden beylerle birlikte köyün çıkışına kadar yürümeye karar vermişler ve çıkıp gitmişlerdi; salon boşalmıştı, Anne kahvaltısını bitirebilirdi.

"Geçti artık! Geçti!" diye tekrarladı içinden, gergin bir minnettarlıkla. "En kötüsünü atlattım!"

Mary bir şeyler söylüyordu ama Anne dikkatini ona veremedi. Frederick Wentworth'ü görmüştü. Karşılaşmışlardı. Bir kez daha aynı odada bulunmuşlardı.

Ancak, çok geçmeden mantıklı düşünmeye ve duygularına gem vurmaya çalıştı. Sekiz yıl, her şeyden vazgeçeli neredeyse sekiz yıl olmuştu. Şimdi, aradan geçen bu zamanın geride bıraktığı ve silikleştirdiği heyecanları uyandırmak ne kadar saçmaydı! Sekiz yıl neleri değiştirmezdi ki? Türlü türlü olaylar, değişimler, yabancılaşmalar, uzaklaşmalar — bu süre zarfında bunların hepsi yaşanmış olmalıydı, geçmiş de unutulmuş olmalıydı — bu da ne kadar doğal ve kesindi! Sekiz yıl, Anne'in kendi hayatının neredeyse üçte biriydi.

Yazık ki, tüm bu akıl yürütmelerine rağmen sekiz yılın, derine işlemiş duygular için pek de uzun bir süre sayılamayacağını anladı.

Peki şimdi Yüzbaşı'nın tavrını nasıl yorumlamalıydı? Ondan uzak durmak mı istiyordu? Bir an sonra bu soruyu sormasına neden olan aptallığı yüzünden kendinden nefret etti.

Ne kadar akıllıca davranmaya çalışırsa çalışsın sormaktan kendini alamayacağı bir sorunun yanıtını merak etmekten çok geçmeden kurtuldu, çünkü genç Musgrove hanımları yürüyüşten dönüp Küçük Ev'e yaptıkları ziyareti sonlandırdıktan sonra Mary kendiliğinden ona dedi ki:

"Yüzbaşı Wentworth sana pek kibar davranmıyor, Anne; oysa bana ne kadar ilgi gösterdi. Henrietta, buradan çıktıklarında ona senin için ne düşündüğünü sormuş, o da, 'O kadar değişmiş ki neredeyse tanıyamayacaktım,' demiş."

Mary, ablasının duygularına saygı gösterecek kadar hassas değildi ama bu kez bir yarayı kaşıdığından tamamıyla habersizdi.

"Tanıyamayacağı kadar değişmişim demek." Anne, sessiz ve derin bir onur kırıklığı yaşayarak bu sözü tamamıyla kabullendi. Hiç kuşkusuz değişmişti, misilleme de yapamazdı çünkü Yüzbaşı değişmemişti, ya da en azından olumsuz yönde değişmemişti. Anne bunu kendine çoktan itiraf etmişti, daha farklı da düşünemezdi, varsın Yüzbaşı onun hakkında istediğini düşünsündü. Hayır, Anne'in gençliğini ve güzelliğini yıpratan yıllar Yüzbaşı'ya yalnızca daha çekici, daha erkeksi bir hava vermiş, onun kişisel üstünlüklerine zerre kadar zararı dokunmamıştı. Anne, karşısında aynı Frederick Wentworth'ü görmüştü.

"Öyle değişmiş ki onu neredeyse tanıyamayacaktım!" Bu sözler aklından hiç çıkmayacaktı. Yine de çok geçmeden bunları duyduğuna sevinmeye başladı. Bu sözler kendine gelmesini, heyecanını bastırmasını, sakinleşmesini sağlamıştı, bu yüzden de onu daha mutlu etmiş olmalıydılar.

Frederick Wentworth bunu ya da buna benzer bir şeyleri söylemişti ama söylediklerinin Anne'in kulağına gideceğini hiç düşünmemişti. Onu çok bozulmuş bulmuştu, kendisine sorulunca da bir anda içinden geçenleri olduğu gibi söylemişti. Anne Elliot'ı affetmemişti. Anne onu kullanmış, terk etmiş ve hayal kırıklığına uğratmıştı; daha da kötüsü böyle yaparak zayıf karakterli olduğunu göstermişti; Yüzbaşı'nın kararlı yapısının kaldırabileceği bir şey değildi bu. Anne başkalarını memnun etmek için ondan vazgeçmişti. Başkalarının sözüne çok fazla önem vermişti. Zayıflık ve korkaklık göstermişti.

Frederick, ona içtenlikle bağlanmış, o günden sonra da hiçbir kadını ona denk görmemişti ama onu görmek istemesinin doğal bir merak hissi dışında hiçbir nedeni yoktu. Anne'in, Frederick üzerindeki etkisi sonsuza dek silinmişti.

Yüzbaşı'nın şimdiki amacı evlenmekti. Zengindi, artık karaya döndüğüne göre de aklını çelecek birini bulur bulmaz yuva kurmak niyetindeydi, aslında aranıyordu da, derdi tasası olmayan bir şıpsevdi hızıyla âşık olmaya hazırdı. Genç Musgrove hanımlarının hangisi kendisini isterse ona gönül verebilirdi, önüne çıkacak herhangi başka bir genç kadına da tutulabilirdi, Anne Elliot dışında elbette. Ablasının bu konuda yürüttüğü tahminlere karşılık verirken, bu istisnayı kendisine saklamıştı:

"Evet, Sophia, karşında aptalca bir evlilik yapmaya hazır biri var. On beş ile otuz yaş arası kim isterse beni elde edebilir. Biraz güzellik, birkaç gülümseme, donanmaya edilecek bir-iki övgü dolu söz, kapıldım gitti demektir. Kadınlar arasında bulunamadığı için kibarlaşamayan bir denizciye de bu kadarı yetmez mi zaten?"

Ablası, kardeşinin bunu karşı çıkılmasını istediği için söylediğini biliyordu. Genç adamın ışıl ışıl parlayan gururlu gözlerinden kibar olduğundan emin olmanın mutluluğu okunuyordu, genç adam tanışmak istediği kadını fazlasıyla ciddi bir tavırla anlatırken de Anne Elliot, aklından hiç geçmiyor değildi. "Akıllı ve iyi huylu bir kadın," demekle yetiniyordu. "Böyle bir kadın istiyorum, işte. Biraz daha azına da razı olurum elbette ama çok da azı olmamalı. Budala denirse densin bana, bu konuya çoğu erkekten daha fazla kafa yordum."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro