Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

6. Bölüm




Anne'in, aralarındaki uzaklık yalnızca beş kilometre de olsa bir topluluktan ayrılıp başka bir topluluğun içine girmenin çoğu zaman tamamıyla farklı sohbet konularını, görüşleri ve düşünceleri de beraberinde getireceğini öğrenmek için Uppercross'a yapacağı bu ziyarete ihtiyacı yoktu. Daha önce de ne zaman orada kalsa bu durum onu şaşırtmıştı, Kellynch Malikânesi'nde herkesçe bilindiği ve yaygın ilgi gördüğü düşünülen konulara buradakilerin ne kadar yabancı olduklarını ya da bu konuları ne kadar önemsiz bulduklarını diğer Elliot'ların da görme şansları olsun istemişti, ancak bütün bu deneyimine rağmen şimdi insanın kendi çevresinin dışında bir hiç olduğunun farkında olmak konusunda yeni bir ders alması gerektiğini kabullenmek zorunda hissediyordu kendini; kalbi Kellynch'teki iki ailenin de gündemini haftalardır meşgul eden konuyla çarparak geldiği için haliyle bu konuya daha çok merak ve ilgi gösterilmesini beklemişti, oysa Mr. ve Mrs. Musgrove ayrı ayrı da olsa benzer sözler sarf etmişlerdi, yalnızca, "Demek Sir Walter ile ablanız gittiler, Anne. Bath'ın neresine yerleşirler sizce?" diye pek de yanıt beklemeden sormuşlar; genç hanımlar, "Keşke kışın biz de Bath'e gitsek ama unutma baba, gideceksek iyi bir yerine gitmeliyiz, senin Queen Square'in bize göre değil!" diye eklemişler; Mary ise, "Şerefim üzerine yemin ederim hepiniz Bath'a keyif yapmaya gittiğinizde ben burada daha rahat edeceğim," diye hevesle tamamlamakla yetinmişti bu konuşmayı.

Anne'in tek yapabildiği, ileride aynı yanılgıya düşmemeye karar vermek ve Lady Russell gibi gerçekten halden anlayan bir dostu olduğu için daha da büyük minnet duymaktı.

Musgrove erkeklerinin korumaları ve avlamaları gereken hayvanları vardı, kendi atları, köpekleri ve gazeteleriyle oyalanıyorlardı; hanımlar da tüm zamanlarını başka sıradan şeylerle, ev işleri, komşular, giysiler, dans ve müzik gibi konularla ilgilenerek geçiriyorlardı. Anne her küçük topluluğun kendi sohbet konularını belirlemesini çok yerinde buluyordu, kendini içinde bulduğu bu topluluğun pek yakında saygın bir üyesi olmayı umuyordu. Orada en az iki ay geçireceği düşünülecek olursa, hayal dünyasını, belleğini ve düşüncelerini olabildiğince Uppercross ile doldurmak boynunun borcu sayılırdı.

Bu iki ay onu hiç korkutmuyordu. Mary, Elisabeth gibi itici ve kardeşlik duygularından yoksun değildi, ablasının onun üzerinde hiç etkisi olmadığı da söylenemezdi, evdeki diğer kişiler arasında da Anne'in rahat etmesine engel olacak kimse yoktu. Eniştesiyle her zaman iyi anlaşırdı, onu neredeyse anneleri kadar seven ve annelerinden daha çok sayan çocuklar da ilgisini çeken, oyalanmasını sağlayan ve ona iyi gelen bir uğraşı kaynağıydılar.

Charles Musgrove nazik ve hoş bir adamdı, sezgilerinin de huyunun da karısından üstün olduğuna kuşku yoktu ama Mary ile karı-koca oldukları düşünüldüğünde nüfuz, konuşma ya da saygınlık bakımından geçmişi hiç aratmayacak biri de değildi, bununla birlikte Lady Russell gibi Anne de, eniştesinin daha denk bir evlilik yapmış olsaydı çok ilerlemiş olabileceğine inanıyordu, gerçekten anlayışlı bir kadın, eniştesinin kişiliğini olumlu etkilemiş, alışkanlık ve uğraşlarının da daha yararlı, mantıklı ve incelikli olmalarını sağlamış olabilirdi.Görünüşe göre, Charles Musgrove avlanmak dışında hiçbir şeyi büyük bir hevesle yapmıyordu, geri kalan zamanını kitap okuyarak ya da başka bir yararlı uğraşla değerlendirmiyor, boşa harcıyordu. Karısının arada sırada görülen bayağılıkları her zaman yerinde olan neşesini pek kaçırmıyordu, onun mantıksızlıklarına bazen Anne'in saygısını kazanacak kadar iyi katlanıyordu, aralarında sık sık ufak tefek anlaşmazlıklar olsa da (çoğu zaman iki taraf da fikrine başvurduğu için Anne bunlara istemese de karışmak zorunda kalıyordu) bütün olarak bakıldığında mutlu bir çift sayılabilirlerdi. Daha fazla para istedikleri konusunda her zaman aynı fikirdeydiler, her ikisi de Charles'ın babasından cömert bir hediye bekliyordu ama başka konularda olduğu gibi bu konuda da Charles, Mary'den üstün sayılırdı, çünkü Mary böyle bir hediyenin verilmemiş olmasını büyük bir ayıp olarak değerlendirirken Charles hep babasının, parasını harcayacağı başka birçok yer olduğunu ve onu istediği gibi harcamaya hakkı olduğunu ileri sürüyordu.

Çocuklarının yetiştirilmelerine gelince, Charles'ın teorisi karısınınkinden çok daha iyiydi, uygulamada da çok kötü sayılmazdı. Anne onun sık sık, "Mary karışmasa ben onları çok güzel yetiştiririm," dediğini duyuyor ve buna inanıyordu da, oysa Mary'nin, "Charles, çocukları o kadar şımartıyor ki onları yola getiremiyorum," dediğini duydukça içinden, "Çok doğru," demek hiç gelmiyordu.

Anne'in Uppercross'ta kalışının pek hoş olmayan bir yönü tarafların ona fazlasıyla güvenmeleri ve onu, her iki evin rahatsızlıklarına da gereğinden fazla sırdaş etmeleriydi. Kardeşini biraz etkileyebileceği bilindiğinden sürekli bu gücünü mümkün olanın ötesinde kullanması isteniyor ya da en azından ima ediliyordu. Charles Anne'e, "Mary'yi, kendini sürekli hasta sanmaktan vazgeçirebilsen keşke," deyip duruyordu; Mary de mutsuz bir ruh haliyle, "Charles beni ölürken görecek olsa bile bir şeyim olduğuna inanmaz. Ama sen istesen, eminim ki onu gerçekten çok hasta olduğuma, şimdiye kadar itiraf ettiğimden de daha hasta olduğuma ikna edebilirsin, Anne," diyordu.

Mary, "Babaanneleri onları sürekli görmek istese de çocukları Büyük Ev'e yollamaktan nefret ediyorum çünkü onları o kadar şımartıyor, onlara o kadar çok abur cubur ve tatlı yediriyor ki mutlaka hastalanıp dönüyorlar ve günün geri kalanını huysuzlanarak geçiriyorlar," diye söyleniyordu. Mrs. Musgrove ise Anne ile baş başa kalabildiği ilk fırsatta, "Ah Anne, keşke Mary de çocuklara biraz sizin yaklaştığınız gibi yaklaşsa diye düşünmeden edemiyorum. Çocuklar, sizinleyken ne kadar farklı davranıyorlar! Ancak kabul etmek gerek ki çoğunlukla şımarıklar! Yazık ki kardeşinize onları nasıl idare edeceğini gösteremiyorsunuz. Zavallı küçük canlarım, onlara çok düşkün olduğum için söylemiyorum, dünyanın en sağlıklı ve iyi çocukları onlar! Ama Mary onlara nasıl davranması gerektiğini bilmiyor! Tanrım! Bazen ne kadar sorun çıkarıyorlar. İnanın Anne, bu yüzden onları evimizde daha az görmek istiyorum. Mary onları daha sık davet etmediğim için pek memnun değil sanırım, ama her an 'yapma', 'etme' demek zorunda kaldığınız ya da ancak gereğinden fazla kek-pasta vererek bir nebze zapt edebildiğiniz çocuklarla birlikte olmanın çok zor olduğunu bilirsiniz," demişti.

Ayrıca Mary ona, "Mrs. Musgrove bütün hizmetkârlarının öyle güvenilir olduklarına inanıyor ki bunu sorgulamak büyük ihanet sayılır ama üst kat hizmetçisiyle çamaşırhanedekinin, işlerine güçlerine bakacak yerde bütün gün köyde sürtüp durduklarına eminim, inan abartmıyorum. Nereye gitsem onlara rastlıyorum; çocuk odasına da iki girişimden birinde mutlaka onlardan birini görüyorum. Jemima dünyanın en güvenilir, en sağlam insanı olmasa çoktan şımarmıştı çünkü bunların onu sürekli birlikte dolaşalım diye çağırdıklarını söylüyor," diye anlatmıştı.

Oysa Mrs. Musgrove şöyle diyordu: "Gelinimin işlerine asla karışmamayı prensip edinmişimdir çünkü biliyorum ki karışmam yakışık almaz ama size Mary'nin çocuk bakıcısını pek beğenmediğimi söyleyebilirim çünkü siz işleri yoluna koyabilirsiniz, Anne. Onun hakkında tuhaf hikâyeler duyuyorum, sürekli boş boş dolaşıyor, kendi bildiklerime dayanarak da şunu söyleyebilirim; o kadar şık giyiniyor ki yanına yaklaşan bütün hizmetçilerin ahlakını bozabilir. Mary ona çok güveniyor, biliyorum, ama size bu kadarını söylüyorum ki tetikte olun, uygunsuz bir şey görecek olursanız söylemekten çekinmeyin."

Mary, Büyük Ev'de başka ailelerle birlikte yemek yediklerinde Mrs. Musgrove'un ona hak ettiği önceliği vermediğinden de yakınıyordu; ona, sofradaki yerini kaybetmesine neden olacak kadar kendi evindeymiş gözüyle bakılması için bir neden göremiyordu. Bir gün, Anne, genç Musgrove hanımlarıyla baş başa dolaşırken onlardan biri de mevkiden, mevki sahibi insanlardan ve mevki kıskançlıklarından söz ettikten sonra, "Sana bazı insanların mevkileri konusunda nasıl saçma sapan bir tutum takındıklarından söz etmekte bir sakınca görmüyorum çünkü herkes senin bu konuda ne kadar rahat ve kayıtsız olduğunu biliyor, ama biri de Mary'ye bu konuda bu kadar inatçı olmamasını, özellikle de sürekli annemin önüne geçmeye çalışmamasını söylese ne kadar iyi olur. Annemden önce geldiğinden kimsenin kuşkusu yok ancak bu konuda bu kadar ısrarcı olmasa daha iyi olacak. Annemin bunu hiç umursadığı yok ama birçok kişinin bunu fark ettiğini biliyorum," demişti.

Anne tüm bunları nasıl yoluna sokabilirdi? Sabırla dinlemekten, her yakınmayı yumuşatmaktan, onları birbirlerine mazur göstermekten, bu kadar yakın komşulukta olması gereken hoşgörüyü öğütlemekten ve kız kardeşinin lehine olacak öğütleri olabildiğince vurgulamaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.

Ziyareti başka her yönden çok iyi başlamış ve ilerlemekteydi. Yaşadığı mekânın ve konuşulan konuların değişmesi, Kellynch'ten beş kilometre uzaklaşmış olmak Anne'in moraline çok iyi gelmişti; sürekli ona eşlik edecek birinin olması da Mary'nin rahatsızlıklarını azaltmıştı, öbür aileyle her gün görüşmelerinin de yararı dokunuyordu, Küçük Ev'de daha büyük bir yakınlık, özel bir paylaşım ya da yapılacak iş güç de olmadığından bu görüşmeler hiçbir şeye engel olmuyordu. Olabildiğince sık görüşüyorlardı, her sabah buluşuyorlar, akşamları da pek nadir ayrı geçiriyorlardı; zaten Anne, Mr. ve Mrs. Musgrove'un saygıdeğer varlıklarıyla kızlarının gevezelikleri, gülüşmeleri ve şarkı söylemeleri olmasa günlerini bu kadar iyi geçiremeyeceklerine inanıyordu.

Anne, Musgrove kızlarının her ikisinden de daha iyi piyano çalıyordu ama sesi güzel değildi, arp çalmayı bilmiyordu ve oturup onu beğeniyle dinleyecek sevgi dolu bir anne-babası da yoktu, bu yüzden onun çalması pek kimsenin aklına gelmiyordu, kendisinin de farkında olduğu gibi yalnızca nezaket gereği ya da diğerleri biraz dinlensin diye çalması isteniyordu. Çaldığında da bundan yalnızca kendisi zevk alıyordu ama onun için yeni bir şey değildi bu. Hayatındaki kısa bir dönem dışında, on dört yaşındayken annesini kaybettiğinden beri birinin onu adil bir değerlendirme yaparak ya da gerçekten çalışından zevk alarak dinlemesi ve cesaretlendirmesinin mutluluğunu yaşamamıştı. Müzik söz konusu olduğunda kendini dünyada yalnız hissetmeye alışıktı, Mr. ve Mrs. Musgrove'un, kendi kızlarının çalmalarını yeğlemeleri onun onurunu kırmaktan çok onlar adına mutlu olmasına yol açıyordu.

Büyük Ev'deki gruba bazen başkaları da katılıyordu. Çok kalabalık bir çevreleri olmamasına rağmen Musgrove'ları herkes ziyaret ediyordu, onlar herkesten çok yemek daveti veriyorlar, başka ailelerden daha çok gelip gidenleri, davetli ya da davetsiz konukları oluyordu. Adamakıllı sevilen insanlardı.

Kızlar dans etmeye bayılıyorlardı; akşamlar, arada sırada önceden planlanmamış küçük balolarla son buluyordu. Musgrove'ların, Uppercross'a yürüme mesafesinde yaşayan daha az varlıklı kuzenleri vardı; bu kuzenler, bütün eğlenceleri için Musgrove'lara güvendiklerinden ne zaman olsa gelmeye, neye olsa ilgi duyuyormuş gibi yapmaya ya da nerede olsa dans etmeye hazırdılar, daha faal bir görevdense müzisyenliği bin kat yeğleyen Anne de, onlara saatlerce halk dansı müzikleri çalıyordu; bu nezaketi sayesinde Mr. ve Mrs. Musgrove onun müzik yeteneğine her zamankinden çok ilgi gösteriyorlar, çoğu zaman şöyle diyorlardı: "Aferin, Anne! Gerçekten çok iyi! Tanrım! O küçük parmaklarınız tuşların üstünde nasıl da uçuyor öyle!"

İlk üç hafta böyle geçti. Aziz Michael yortusu günü geldi, şimdi Anne'in yüreği yine Kellynch için çarpmalıydı. Sevgili yuvaları başkalarına devrediliyor; bütün değerli odalarına, mobilyalarına, korularına ve manzaralarına başka gözler ve eller sahip oluyordu. 29 Eylül'de pek başka bir şey düşünemiyordu Anne; o akşam bir nedenle günün tarihini not etmekte olan Mary de, "Tanrım! Croft'lar Kellynch'e bugün gelmeyecekler miydi? İyi ki daha önce aklıma gelmedi bu. Ne kadar moralimi bozuyor!" diyerek onunla aynı hisleri paylaştığını gösterdi.

Croft'lar tam da denizcilerden beklenecek bir hızla Kellynch'e yerleştiler, artık onları ziyarete gitmek gerekiyordu. Mary bu zorunluluktan ötürü çok hayıflanıyordu. "Kimse ne kadar acı çekeceğini bilemezdi. Bu ziyareti olabildiğince ertelemeliydi," ama yine de Charles'ı daha ilk günlerde kendisini oraya götürmeye ikna etmeden rahat edemedi, döndüğünde de neşeli ve rahat görünmekle birlikte ruhsal bir çalkantı yaşadığını söylüyordu. Anne gitmesinin mümkün olmayışına içtenlikle sevinmişti. Ama Croft'ları görmek istiyordu, onlar ziyarete karşılık verdiklerinde evde olduğu için sevindi. Croft'lar geldiklerinde evin beyi yoktu ama iki kızkardeş evdeydi; Amiral, Mary'nin yanına oturup küçük oğlanlarla şakalaşarak ilgilenirken Bayan Croft da Anne'e kaldı, böylece Anne rahat rahat bir benzerlik arayabildi ve bu benzerliği yüz hatlarında bulamadıysa da ses tonunda, tavrında ve yüzündeki ifadede yakalayabildi.

Mrs. Croft ne uzundu ne de şişman ama iri yapısı, dik duruşu ve dinç görünümü ona saygın bir hava veriyordu. Parlak siyah gözleri, güzel dişleri ve genel olarak sevimli bir yüzü vardı, yine de denizde neredeyse kocası kadar zaman geçirmiş olduğu için hava koşullarının yıprattığı, güneşten kararmış cildi onu gerçek yaşı olan otuz sekizden birkaç yıl daha büyükmüş gibi gösteriyordu. Hoş mizacından bir şey kaybetmeden ya da kabalığa kaçmadan, kendine güven sorunu ve nasıl davranması gerektiği konusunda kararsızlık yaşamayan kişiler gibi açık, rahat ve ölçülü davranıyordu. Kellynch ile ilgili her konuda ona son derece düşünceli yaklaşması Anne'in hoşuna gitti ve Mrs. Croft'un onun gözünde değer kazanmasını sağladı, kadının önyargılı davranmasına neden olacak bir şeyden haberi olmayışına ya da kuşkulanmayışına da, özellikle daha ilk tanıştıkları anda, o ilk dakikada bundan emin olduğu için, sevindi. Bu yönden son derece rahattı, bu yüzden de dayanma gücü ve cesareti vardı, ta ki Mrs. Croft birdenbire,

"Kardeşim bu yöredeyken kardeşinizle değil sizinle tanışma zevkine erişti, sanırım, öyle değil mi?" diye sorana kadar.

Anne, yüzünün kızaracağı yaşları geride bıraktığını umuyordu ama heyecanlanma yaşını kesinlikle geride bırakmamıştı.

"Belki de evlendiğini duymamışsınızdır," diye ekledi Mrs. Croft.

Anne artık gerektiği gibi yanıt verebilirdi, Mrs. Croft'un, bundan hemen sonra söylediklerinden sözünü ettiği kişinin Mr. Wentworth olduğunu, o ana kadar her iki kardeş için de geçerli olabilecek şeyler dışında bir şey söylememiş olduğunu fark ederek sevindi. Mrs. Croft'un Frederick'ten değil de Edward'dan söz ediyor olmasının ne kadar mantıklı olacağını hemen anladı ve kendi unutkanlığından utanarak eski komşularının yeni durumuna gereken ilgiyi göstermeye koyuldu.

Ziyaretin gerisi sakin geçti, ta ki konuklar tam kalkmak üzereyken Anne, Amiral'in Mary'ye, "Pek yakında Mrs. Croft'un erkek kardeşlerinden birini bekliyoruz, onun adını duymuşsunuzdur sanırım, değil mi?" dediğini duyana dek.

Küçük oğlanlar üzerine atılıp, eski bir dostlarıymış gibi ona sıkıca sarılıp gitmemesini isteyince Amiral'in sözü yarım kaldı; çocukları paltosunun cebine koyup yanında götürmek gibi önerilere fazlasıyla dalınca da başladığı sözü bitirecek ya da hatırlayacak fırsatı olmadı. Anne, hâlâ aynı erkek kardeşten söz edildiğine kendini inandırmak durumunda kaldı. Yine de, Croft'ların, oraya gelmeden önce ziyaret ettikleri diğer evde bu konuda bir şey söyleyip söylemediklerini merak etmeyecek kadar emin olamadı bundan.

Büyük Ev'in sakinleri o akşamı Küçük Ev'de geçireceklerdi, yıl sonuna bu kadar yakın bir zamanda böyle ziyaretler yürüyerek yapılamayacağından Anne ve Mary atlı arabanın sesine kulak kabartıyorlardı ki Musgrove kızlarının küçüğü içeri girdi. Onun mazeret bildirmek için geldiği, akşamı kendi başlarına geçirmek zorunda kalacakları akıllarına gelen ilk kötü düşünceydi; Mary tam alınmak üzereydi ki Louisa arabada arpa yer kalsın diye yürüyerek geldiğini söyleyerek durumu toparladı.

"Bunu niçin yaptığımızı da anlatacağım," dedi Louisa. "Hepsini anlatacağım. Annemle babamın bu akşam keyifsiz olduklarını haber vermek için önden geldim, özellikle de annemin hiç keyfi yok, aklı fikri zavallı Richard'da! Bu yüzden arpı getirmenin iyi olacağını düşündük çünkü sanırım arp, piyanodan daha çok hoşuna gidiyor. Niye keyfi olmadığını da anlatacağım size. Bu sabah Croft'lar ziyarete geldiklerinde (sonra buraya da geldiler, değil mi?) Mrs. Croft'un erkek kardeşinin, Yüzbaşı Wentworth'ün, İngiltere'ye henüz döndüğünü ve doğruca onları görmeye geleceğini söylediler, onlar gittikten sonra da annem bir zamanlar zavallı Richard'ın yüzbaşısının adının Wentworth ya da ona benzeyen bir şey olduğunu hatırladı ne yazık ki; ne zamanmış, neredeymiş bilmiyorum ama Richard ölmeden çok önceymiş, zavallı adamcağız! Annem, Richard'ın mektuplarını ve öteberisini karıştırdıktan sonra gerçekten de öyle olduğunu anladı, bunun aynı adam olduğundan son derece emin, aklı fikri bu konuda ve zavallı Richard'da! Bu yüzden hepimiz olabildiğince neşeli olmalıyız ki böyle hüzünlü şeyler düşünmesin," diye ekledi.

Bu hazin aile hikâyesinin içyüzü şuydu: Musgrove'lar ne yazık ki çok belalı, hiç umut vaat etmeyen bir oğul sahibi olmuşlardı; bu oğullarını yirmi yaşına gelmeden kaybedecek kadar da şanslıydılar; bu oğulları, karadayken aptalca davrandığı ve ele avuca sığmadığı için denizci yapılmıştı, ailesi onunla hiçbir zaman pek ilgilenmemişti, gerçi daha fazlasını da hak etmiyordu, aile ondan nadiren haber alabilmiş, iki yıl önce ölüm haberi Uppercross'a ulaştığında da pek fazla üzülmemişlerdi.

Şimdi kız kardeşleri ondan "zavallı Richard" diye söz ederek onun için ellerinden geleni yapıyor olsalar da Dick Musgrove aslında kalın kafalı, duygusuz, hayırsız adamın tekiydi, yaşarken de öldükten sonra da kısa adından başka bir şeyle anılmayı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı.

Denizde birkaç yıl geçirmiş, bütün deniz asteğmenlerinin, özellikle de her yüzbaşının kurtulmaya can attığı türden asteğmenlerin başına gelen görev değişiklikleri sırasında Yüzbaşı Frederick Wentworth'ün firkateyni Laconia'da altı ay bulunmuş ve Yüzbaşı'nın etkisiyle Laconia'dan ailesine iki mektup yazmıştı; yokluğu sırasında ailesi ondan yalnızca bu iki mektubu almıştı, başka bir deyişle herhangi bir çıkar gözetmeden yazdığı mektuplar yalnızca bu ikisiydi, ötekilerin hepsi para istemek için yazılmışlardı.

Dick Musgrove her iki mektupta da yüzbaşısından övgüyle söz etmişti, ancak ailesi bu konularla ilgilenmeye o kadar alışık değildi, kişilerin ve gemilerin adlarına karşı öyle dikkatsiz ve kayıtsızdı ki zamanında bu yazılanlar onlarda pek yer etmemişti, Mrs. Musgrove'un birdenbire tam da bugün Wentworth adının oğluyla ilintisini hatırlaması insan beyninde arada sırada çakan şimşeklerden biri olsa gerekti.

Mrs. Musgrove mektuplarını karıştırmış ve her şeyin tam da düşündüğü gibi olduğunu görmüştü; aradan bunca zaman geçtikten sonra oğlunu sonsuza dek kaybetmiş ve onun tüm kusurlarını unutmuşken bu mektupları tekrar okumak sinirlerini fazlasıyla bozmuş, oğlunun ölüm haberini ilk duyduğu günden daha çok üzülmesine yol açmıştı. Bu kadar şiddetli olmasa da Mr. Musgrove da aynı şekilde etkilenmişti, Küçük Ev'e vardıklarında belli ki önce anılarını tazelemek sonra da neşeli akrabaları tarafından olabildiğince rahatlatılmak ihtiyacındaydılar.

Musgrove'ların Yüzbaşı Wentworth hakkında bu kadar çok konuşmalarını, onun adını bu kadar sık anmalarını, geçmiş yıllar üzerinde bunca düşünmelerini ve sonunda onun, Clifton'dan döndükten sonra bir-iki kez karşılaştıklarını hatırladıkları –çok hoş bir genç adam olan– Yüzbaşı Wentworth'le aynı kişi olabileceğine, hatta büyük olasılıkla öyle olduğuna karar vermelerini ama bu karşılaşmanın yedi yıl önce mi yoksa sekiz yıl önce mi yaşandığından emin olamamalarını dinlemek Anne'in sinirlerini zorlayan yeni bir durum oluşturmuştu. Ancak Anne bu duruma alışması gerektiğini anladı. Yüzbaşı Wentworth'ün gelmesi gerçekten de beklendiğine göre bu konuda duyarsız olmayı kendine öğretmek zorundaydı. Mesele yalnızca Yüzbaşı Wentworth'ün bekleniyor olması, hem de pek yakında bekleniyor olması değildi; Musgrove'lar, zavallı Dick'e göstermiş olduğu yakınlıktan ötürü Yüzbaşı'ya minnet duyuyorlar, oğullarının altı ay boyunca onun gözetiminde olmasının ve ondan, yazım hatalarından yoksun olmasa da "iyi ve cesur bir adam, yanlızca ona mercan balığı beyendirmek çok zor," diye büyük övgüyle söz etmesinin etkisiyle kişiliğine büyük saygı besliyorlardı; bu yüzden de geldiğini duyar duymaz kendilerini ona tanıtıp bir yakınlık kurmaya niyetlendiler.

Alınan bu karar akşamın rahat geçmesini sağladı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro