Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

5. Bölüm







Amiralle Mrs. Croft'un Kellynch Malikânesi'ni görmeleri için kararlaştırılan sabah, Anne hemen her gün yaptığı gibi Lady Russell'ın evine kadar yürümesinin ve her şey bitene kadar ortalarda görünmemesinin daha doğru olacağını düşündü, sonra da onları görme fırsatını kaçırmış olduğu için üzüldü.

İki tarafın buluşması son derece iyi geçti, konuyu hemen karara bağladılar. Her iki hanım da anlaşmaya gönüllü gelmişti, bu yüzden birbirlerine nazik davrandılar; beylere gelince, Amiral öylesine içten gelen bir neşeyle, öyle güvenilir bir açık görüşlülükle yaklaşıyordu ki Sir Walter ister istemez etkilendi, Amiral'e kendisinden iyi yetişmiş bir beyefendi olarak söz edildiğini Mr. Shepherd'dan öğrendiği için Sir Walter da en iyi, en kibar tavrını takınmıştı.

Ev, arazi ve mobilya beğenildi, Croft'lar da beğenildi, koşullar, zamanlama, her şey ve herkes uygundu; Mr. Shepherd'ın kâtipleri işe koyuldu, "Bu sözleşme gösterir ki," diye başlayan metnin üzerinde tek bir değişiklik bile yapılmadı.

Sir Walter, hiç tereddüt etmeden, Amiral'in ömründe tanıdığı en yakışıklı denizci olduğunu söyledi, hatta onun saçını kendi adamları yapacak olsa herhangi bir yerde onunla birlikte görülmekten utanmayacağını söyleyecek kadar bile ileri gitti. Amiral de dönüş yolunda arabayla parktan geçerlerken karısına sevimli bir içtenlikle, "Bize Taunton'da söylediklerine rağmen bence pek yakında anlaşacağız, hayatım. Baronet öyle çok matah bir adam değil ama kötü birine de benzemiyor," dedi. Bunlar birbirine denk sayılabilecek övgülerdi.

Croft'lar, Aziz Michael yortusunda taşınacaklardı, Sir Walter ondan önceki ayın içinde Bath'e taşınmayı önerdiğinden gereken hazırlıkları yapmak için kaybedecek zaman yoktu.

Kiralayacakları evin seçiminde Anne'in bir katkısı ya da söz hakkı olmasına izin verilmeyeceğinden emin olan Lady Russell, onun bu kadar çabuk gitmesinden yana değildi, Noel'den sonra Bath'e onu kendisi götürene dek yanında kalmasını sağlamak istiyordu, ancak birkaç haftalığına Kellynch'ten uzak kalmasını gerektiren bazı işleri vardı, bu yüzden de istemesine rağmen Anne'i davet edemedi, Anne ise Bath'in gözleri kör eden ışıltısında eylül sıcaklarından çok korkmasına, taşradaki güz aylarının güzelliğini ve hüznünü kaçıracağı için çok üzülmesine rağmen her şeyi göz önüne aldığında kalmak istediğini düşünmüyordu. En doğru, en akıllıca, dolayısıyla da en az acı verecek olan diğerleriyle birlikte gitmek olacaktı.

Ancak ona farklı bir görev yüklenmesine neden olan bir gelişme yaşandı. Sık sık rahatsızlanan, rahatsızlıklarını her zaman çok önemseyen ve ne zaman bir şey olsa Anne'i çağırmaya alışmış olan Mary hastalandı, sonbahar boyunca sağlığına kavuşmayacağını tahmin ederek Anne'in Bath'e gitmek yerine Uppercross'taki köşke gelmesini ve o istediği sürece orada kendisine eşlik etmesini rica etti, daha doğrusu buyurdu, zira buna pek rica denilemezdi.

"Anne'siz yapamam," oldu Mary'nin gerekçesi; Elisabeth de, "Öyleyse, Anne seninle kalsın çünkü Bath'te kimsenin ona ihtiyacı olmayacak," diye karşılık verdi.

Yakışık almayan bir tarzla da olsa işe yaradığı için istenmek işe yaramıyor diye istenmemekten en azından daha iyidir. Anne de işe yarar olduğunun düşünülmesine, ona bir görev verilmesine sevinmişti; ayrıca bunun taşrada, hem de onun çok sevdiği kendi köyünde oluşuna da kesinlikle üzülmemişti, kalmayı seve seve kabul etti.

Mary'nin bu daveti Lady Russell'ın sorununu çözmüştü, sonuç olarak Anne'in, Lady Russell onu götürene dek Bath'e gitmemesi, aradaki tüm zamanı da Uppercross'taki köşk ile Lady Russell'ın Kellynch'teki evinde geçirmesi kararlaştırıldı.

Buraya kadar her şey yolundaydı ama Kellynch Malikânesi planındaki bir tersliği fark edince Lady Russell âdeta şaşkınlıktan donakaldı; Mrs. Clay, Elisabeth'i bekleyen tüm işlerde ona son derece önemli ve değerli yardımlarda bulunmak üzere Sir Walter ve Elisabeth ile birlikte Bath'e gidecekti. Lady Russell böyle bir yola başvurulduğu için son derece üzgündü, şaşırmış, kaygılanmış ve korkmuştu, Anne'in hiçbir işe yaramasına izin verilmezken Mrs. Clay'in bu kadar yararlı olmasının Anne için küçük düşürücü olması da onu iyice çileden çıkarıyordu.

Anne bu tür aşağılanmalar karşısında duygusuzlaşmıştı ama Lady Russell kadar o da bu planı mantıksız buluyordu. Sessiz gözlemlerine ve babasının karakteri hakkında, çoğu zaman daha az olmasını yeğleyeceği bilgisine dayanarak bu yakınlığın aile için son derece ciddi sonuçlar doğurması olasılığının hayli yüksek olduğunu hissediyordu. Babasının şimdilik böyle bir düşüncesi olduğunu sanmıyordu. Mrs. Clay çilli, dişlek ve hantaldı; Sir Walter onun arkasından bu kusurlarıyla sürekli alay ederdi ama genç bir kadındı, bütünüyle bakıldığında hoştu da, keskin bir zekâsı ve hoşa giden tavırları vardı, bu özellikler bir araya geldiğinde içlerinden birinin tek başına olacağından kat kat daha çekici oluyorlardı. Anne bunların öyle tehlikeli olabileceklerini düşünmüştü ki ablasının dikkatini bu konuya çekmekten kendini alamadı. Başarı şansını düşük görüyordu ama böyle bir aksilik olursa kendisinden çok daha acınacak duruma düşecek olan Elisabeth'in onu kendisini uyarmadığı için suçlayacak nedeni olmamalıydı.

Anne ablasıyla konuştu ama görünüşe göre bu, yalnızca Elisabeth'i kızdırmaya yaramıştı. Elisabeth onun nasıl böyle saçma bir kuşkuya kapıldığını anlayamadı ve durumlarını bildiğinden her iki tarafın da adına karşılık verdi.

"Mrs. Clay kim olduğunu hiçbir zaman unutmaz," dedi. "Onun hayata bakışını senden çok daha iyi bilirim, evlilik konusunda, seni temin ederim ki özellikle hassastır, mevki ve sınıf eşitsizliğini çoğu insandan daha şiddetle ayıplar. Babama gelince, bizim iyiliğimiz için bunca zaman bekâr kalmış bir adamdan şimdi kuşkulanmak gerektiği gerçekten hiç aklıma gelmezdi. Mrs. Clay çok güzel bir kadın olsa, sürekli yanımda olmasının yanlış olabileceğine katılırdım, gerçi babamın asla kendisinden aşağı biriyle evlenmeyeceğine eminim ama o zaman bu, onun mutsuz olmasına yol açabilirdi. Oysa bütün iyi özelliklerine rağmen zavallı Mrs. Clay'in güzel olduğu bile söylenemez, ben gerçekten de onun burada tamamıyla güven içinde kalabileceğini düşünüyorum. Babamın onun kişisel kusurlarıyla alay ettiğini hiç duymamış gibisin, oysa biliyorum, en az elli kere duymuşsundur. O dişiyle, çilleriyle. Çiller beni babam kadar rahatsız etmiyor. Üç-beş çilin bir yüzün güzelliğini bozmadığını düşünüyorum ama babam onlardan tiksiniyor. Onun Mrs. Clay'in çillerinden söz ettiğini duymuş olmalısın."

"Hoş tavırların insanı zaman içinde razı edemeyeceği bir kişisel kusur yoktur," diye karşılık verdi Anne.

"Ben çok farklı düşünüyorum," dedi Elisabeth kısaca. "Hoş tavırlar güzel hatları daha da öne çıkarabilir ama çirkin olanları asla örtemez. Her neyse, böyle bir durumda herkesten çok benim kaybedecek şeyim olduğuna göre senin bana öğüt vermeni son derece gereksiz görüyorum."

Anne'e bu kadarı yetmişti, konuşmanın sona erdiğine sevindi, işe yarayacağından da tamamıyla umutsuz değildi. Bu kuşku Elisabeth'i kızdırmış olsa da onun tetikte olmasını sağlayabilirdi.

Arabaya koşulan dört atın son görevi Sir Walter'ı, Miss Elliot'ı ve Mrs. Clay'i Bath'e götürmekti. Yola çıkarlarken hepsinin de keyfi yerindeydi; Sir Walter, ortalıkta görünsünler diye kendilerine haber uçurulmuş olabilecek üzgün kiracılarla çiftlik çalışanlarını küçümseyici bir tavırla başıyla selamlıyordu, aynı dakikalarda Anne de kederli bir sükûnet içinde, ilk haftayı geçireceği eve doğru yürüyordu.

Arkadaşı da ondan daha keyifli değildi. Lady Russell ailenin bu şekilde dağılmasından fazlasıyla etkilenmişti. Onların saygınlığını kendisininki kadar önemsiyordu, onlarla her gün görüşüp konuşmak da değer verdiği bir alışkanlık haline gelmişti. Terk edilmiş arazilerine bakmak acı veriyordu, bu arazinin yabancı ellere düşeceğini bilmek daha da kötüydü; bu kadar değişmiş bir köyün kimsesizliğinden ve melankolisinden kaçmak ve Amiral Croft ile Mrs. Croft ilk geldiklerinde ortalarda olmamak için yapacağı yolculuğa, Anne'den ayrılması gereken gün çıkmaya karar verdi. Böylece, yola birlikte çıktılar ve Lady Russell, yolculuğunun ilk durağında Anne'i Uppercross'a bıraktı.

Uppercross orta büyüklükte bir köydü, birkaç yıl öncesine kadar tamamıyla eski İngiliz tarzındaydı; çiftçilerin ve işçilerinkinden hallice sadece iki ev vardı köyde; biri, toprak sahibinin yüksek duvarlı, bahçe kapısı büyük, yaşlı ağaçları olan sağlam ve yenilenmemiş köşkü, diğeri de kendine ait küçük güzel bir bahçenin ortasındaki, pencerelerin çerçevesini sarmış bir asma ile bir armut ağacı bulunan küçük, derli toplu papaz eviydi; toprak sahibinin oğlu evlenince burası çiftlikevi olacak şekilde geliştirilmiş, onun oturabileceği bir köşke dönüştürülmüştü; verandası, yere kadar camlı kapıları ve diğer güzellikleriyle bu köşk de yarım kilometre kadar ilerideki, çevreye daha uyumlu ve hayli büyük görünümü ve eklentileriyle dikkat çeken Büyük Ev kadar yoldan geçenlerin gözüne çarpıyordu.

Anne burada sık sık kalmıştı. Uppercross'taki âdetleri de Kellynch'tekiler kadar iyi bilirdi. İki aile çok sık görüştüklerinden ve birbirlerinin evine her saatte girip çıkmaya çok alışık olduklarından Mary'yi yalnız bulmak Anne için şaşırtıcı oldu doğrusu ama yalnız olduğuna göre hasta ve keyifsiz olması doğal sayılırdı. Ablasından daha becerikli olsa da Mary, Anne kadar anlayışlı ve iyi huylu değildi. Sağlığı ve keyfi yerindeyken, kendisiyle gerektiği gibi ilgilenildiğinde çok neşeli olurdu ama en ufak bir rahatsızlık onu tamamıyla yıkardı. Yalnız kaldığı zamanlar oyalanabileceği uğraşıları yoktu, Elliot'ların kendilerini beğenmişliklerinden payına düşeni bolca aldığı için de her türlü sıkıntısının yanısıra bir de kendisinin ihmal edildiğini ve önemsenmediğini düşünmeye pek yatkındı. Dış görünüşüyle diğer iki kardeşle de boy ölçüşemezdi, gençliğinin baharındayken bile ancak "hoş bir kız" sayılabilirdi. Vaktiyle çok şık olan mobilyaları, geçirilen dört yazın ve iki çocuğun etkisiyle zaman içinde yıpranmış olan sevimli küçük salondaki rengi atmış kanepeye uzanmıştı, Anne'i görünce onu, "Demek sonunda geldin! Seni asla göremeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Çok hastayım! Konuşamıyorum bile. Sabahtan beri Tanrı'nın tek bir kulunu görmedim!" diyerek karşıladı.

"Seni böyle bulduğuma üzüldüm," diye karşılık verdi Anne. "Perşembe günü bana yolladığın haberlere bakılacak olursa keyfin yerindeydi."

"Evet, büyütmemeye çalıştım, hep öyle yaparım; aslında o zaman da hiç iyi değildim ama daha önce hiç bu sabahki kadar hasta olduğumu sanmıyorum, yalnız kalamayacak kadar kötüydüm. Düşünsene, ya aniden korkunç bir kriz geçirseydim, çıngırağı da çalamasaydım! Lady Russell gelmedi demek. Onun bu yaz bu eve üç kere bile geldiğini sanmıyorum."

Anne uygun bir karşılık verip Mary'ye, kocasının nasıl olduğunu sordu. "Ah! Charles ava gitti. Onu saat yediden beri görmedim. Ne kadar hasta olduğumu söylememe rağmen yine de gitti. Çok gecikmeyeceğini söyledi oysa hâlâ dönmedi, saat de neredeyse bir oldu. Bütün sabah Tanrı'nın tek bir kulunu görmedim, inan bana," dedi Mary.

"Oğlanlar yanında değil miydiler?" diye sordu Anne.

"Gürültülerine dayanabildiğim sürece yanımdaydılar ama onlarla başa çıkmak öyle zor ki bana yarardan çok zararları dokunuyor. Küçük Charles hiç sözümü dinlemiyor. Walter'ın da ondan aşağı kalır yanı yok hani."

"Yakında kendini daha iyi hissedersin," diye neşeyle karşılık verdi Anne. "Ben geldiğim zaman seni daima iyileştiririm, biliyorsun. Büyük Ev'deki komşuların nasıllar?"

"Ne desem yalan. Bugün Mr. Musgrove dışında hiçbirini görmedim, o da durup pencereden konuştu ama atından inmedi; ona ne kadar hasta olduğumu söylememe rağmen de hiçbiri yanıma uğramadı. Musgrove hanımlarının işlerine gelmedi herhalde, onlar kendilerini hiç zahmete sokmazlar zaten."

"Onları ilerleyen saatlerde görürsün belki. Saat daha erken."

"Onları hiç istemiyorum, emin ol. Konuşmalarına, gülüşmelerine tahammül edemiyorum. Ah, Anne! Hiç iyi değilim! Perşembe günü gelmemen büyük acımasızlıktı."

"Sevgili Mary, bana çok iyi olduğunu yazmıştın, hatırlasana! Neşeli bir mektup yolladın, gayet iyi olduğunu, acele etmeme gerek olmadığını söylüyordun; durum böyle olunca benim son ana kadar Lady Russell ile kalmak isteyeceğimi düşünmüşsündür, onu bir yana bırak, o kadar sıkışıktım, yapacak o kadar çok işim vardı ki Kellynch'ten öyle kolay kolay daha erken ayrılamazdım."

"Bak sen! Senin yapacak ne işin olabilir ki?"

"Bir sürü şey vardı, inan bana. Şu anda hepsini hatırlayamıyorum ama sana bazılarını anlatabilirim. Babamın kitap ve tablolarına ait dökümünün bir kopyasını çıkarıyordum. Elisabeth'in bitkilerinin hangilerinin Lady Russell'a gideceğini anlayabilmek ve Mackenzie'ye anlatabilmek için onunla birkaç kez bahçeleri dolaştım. Kendime ait de ufak tefek bir sürü işim vardı, ayrılacak kitap ve nota sayfaları, nelerin yük arabasıyla gönderileceğini zamanında anlamadığım için tekrar toplamam gereken sandıklarım, bir de yapmam gereken daha sıkıntılı bir iş vardı; mahalledeki hemen her eve bir tür veda ziyareti yapmak. Bunu istedikleri söylenmişti bana ama bütün bunlar çok zaman aldı."

Mary, "Öyle olsun!" dedi ve bir anlık sessizlikten sonra, "Dün gece Pooles'larda yediğimiz akşam yemeği hakkında bana hiçbir şey sormadın ama!" diye ekledi.

"Demek gittin, öyle mi? Sormadım çünkü gitmekten vazgeçmek zorunda kaldığını düşündüm," dedi Anne.

"Ah, evet! Gittim. Dün çok iyiydim, bu sabaha kadar hiçbir şeyim yoktu. Gitmesem tuhaf kaçardı."

"Gidebilecek kadar iyi olmana çok sevindim, umarım güzel vakit geçirmişsindir."

"Kayda değer bir şey olmadı. Akşam yemeğinde neler olacağı, kimlerin orada olacağı önceden biliniyor zaten; insanın kendi arabası olmaması da öyle tatsız bir şey ki. Beni, Mr. ve Mrs. Musgrove götürdüler ama çok sıkıştık! İkisi de çok şişman, çok yer kaplıyorlar, Mr. Musgrove da hep önde oturuyor. O yüzden ben, Henrietta ve Louisa ile birlikte arka koltuğa sıkıştım, bugünkü rahatsızlığımın nedeninin pekâlâ bu olabileceğini düşünüyorum."

Anne'in biraz daha sabır göstermesi ve kendini neşeli davranmaya zorlaması Mary'ye adeta ilaç gibi geldi. Çok geçmeden kanepede dik oturmaya ve akşam yemeği vakti geldiğinde yerinden kalkabileceğini ummaya başladı. Derken dalgınlıkla ayağa kalkıp odanın öbür tarafındaki bir çiçek demetini düzeltti, ardından soğuk etini yedi, ondan sonra da ufak bir gezintiye çıkmayı önerecek kadar iyileşti.

"Nereye gidelim?" diye sordu Mary hazır olduklarında. "Onlar seni görmeye gelmeden önce Büyük Ev'e uğramak istemezsin herhalde, değil mi?"

"Benim için hiç sakıncası yok," diye yanıt verdi Anne. "Mrs. Musgrove ve kızları kadar iyi tanıdığım insanlardan böyle bir resmiyet beklemek hiç aklıma gelmez."

"Ah! Ama en kısa zamanda seni ziyaret etmeleri gerekir. Benim kardeşim olarak hak ettiğin ilgiyi göstermeliler sana. Yine de gidip onlarla biraz oturabiliriz, bunu aradan çıkardıktan sonra da gezintiye çıkarız."

Anne bu tip bir ilişkiyi oldum olası çok mantıksız bulmuştu ama bunu değiştirmeye çalışmaktan da vazgeçmişti çünkü sürekli birbirlerine kırılsalar da her iki tarafın da artık başka türlü yapamayacağına inanıyordu. Böylece, Büyük Ev'e gittiler ve tam yarım saat pırıl pırıl zemininde küçük bir halı serili olan eski moda kare salonda oturdular; evin kızları bu salona piyano, arp ve çiçeklikler koymuş, her yana da sehpalar yerleştirmişlerdi, bu şekilde odaya zamanla istedikleri gibi karışık bir hava vermeyi başarmışlardı. Ah! Ahşap kaplı duvarlarda asılı portrelerdeki kişiler, kahverengi kadifeler içindeki o beyefendiler, mavi satenler içindeki o hanımlar olan biteni görebilselerdi keşke, düzenin nasıl yerle bir edildiğinin farkında olsalardı! Portreler bile gözlerini dikmiş şaşkınlık içinde bakar gibiydiler.

Musgrove'ların kendileri de evleri gibi bir değişim, belki de gelişim içindeydiler. Anne-baba eski, gençlerse yeni İngiliz tarzına bağlıydı. Mr. ve Mrs. Musgrove çok iyi insanlardı; dost canlısı ve konukseverdiler, çok eğitimli değillerdi, pek kibar da sayılmazlardı. Çocuklarının hayata bakışları ve tavırları daha moderndi. Kalabalık bir aileydiler ama Charles dışındaki yetişkinler yalnızca on dokuz ve yirmi yaşlarındaki Henrietta ile Louisa idi, Exeter'deki bir okuldan olağan başarılarla geri dönmüşler, şimdi de diğer binlerce genç kız gibi çağa uygun, mutlu ve neşeli bir hayat sürüyorlardı. Giysileri en kalitelisindendi, yüzleri güzeldi, son derece neşeliydiler, tavırları rahat ve hoştu, evde sözleri geçiyor, dışarıda da seviliyorlardı. Anne hep onların ömründe tanıdığı en mutlu insanlar olduğunu düşünmüştü ama yine de hepimizin içindeki o rahatlatıcı üstünlük duygusu onu da Musgrove kızlarının yerinde olmayı istemekten kurtarıyordu, Anne daha ince ve daha eğitimli olan kendi düşünce yapısını kızların eğlenceli hayatlarıyla değişmeye razı olmazdı, onların hiçbir şeylerine imrenmiyordu, yalnızca kendi kız kardeşleriyle pek yaşayamadığı, görünürdeki o mükemmel uyumlarına ve anlaşmalarına, aralarındaki o karşılıklı hoş sevgiye özeniyordu.

Musgrove'lar onları büyük bir nezaketle karşıladılar. Görünüşe göre Büyük Ev'deki ailenin bir kusuru yoktu, Anne çok iyi biliyordu ki çoğu zaman en az suç onlarda oluyordu. Yarım saati keyifli bir sohbetle geçirdiler, sonunda Mary'nin daveti üzerine gezintilerine genç Musgrove hanımlarının da katılması Anne'i hiç şaşırtmadı

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro