12. Bölüm
Anne ve Henrietta ertesi sabah ilk kalkanların kendileri olduğunu görünce kahvaltıdan önce yürüyerek sahile inmeye karar verdiler. Güneydoğudan esen hafif rüzgârın suları, böylesine dümdüz bir kıyının izin verdiği ölçüde görkemlice yükseltmesini izlemek için kumsala gittiler. Sabahın güzelliğini övdüler, denize hayran oldular, ferahlatan esintinin tadını çıkarttılar ve sustular, ta ki Henrietta birdenbire,
"Ah, işte! Birkaç istisna dışında deniz havasının insana iyi geleceğine eminim," diyene kadar. "Geçen ilkbahar geçirdiği hastalıktan sonra Dr. Shirley'ye de büyük yararı dokunduğuna hiç kuşku yok. Bir ay Lyme'da kalmanın ona kullandığı bütün ilaçlardan daha iyi geldiğini; denize yakın olunca kendini hep gençleşmiş hissettiğini kendisi de söylüyor. Sürekli deniz kenarında yaşıyor olmayışının çok yazık olduğunu düşünmeden edemiyorum. Bence Uppercross'tan taşınıp Lyme'a yerleşmeli. Sen de öyle düşünmüyor musun, Anne? Sence de yapabileceği en iyi şey bu olmaz mı, hem kendisi hem de Mrs. Shirley için? Mrs. Shirley'in burada kuzenleri var, biliyorsun, bir sürü de eşi-dostu; onu neşelendirirler, hem eminim ki kocası bir kriz daha geçirecek olursa tıbbi yardıma kolaylıkla ulaşabileceği bir yerde yaşamaktan da memnun olur. Aslında, Dr. ve Mrs. Shirley gibi hayatlarını başkalarına iyilik ederek geçirmiş insanların son günlerini Uppercross gibi bir yerde harcamalarını pek üzücü buluyorum, bizim aileyi saymazsan orada dünyanın geri kalanından tamamıyla kopuklar. Keşke Dr. Shirley'in arkadaşları ona bunu önerseler. Gerçekten de bunu yapmaları gerekir. Kilise'den izin alma konusuna gelince, onun yaşını ve kişiliğini düşününce bunun bir sorun olmayacağını sanıyorum. Yalnızca, kilisesini bırakıp gelmeye kendisi razı olur mu, onu bilemiyorum. Öyle disiplinli, o kadar işine bağlı ki! Sen de bu kadar bağlılığı biraz fazla bulmuyor musun, Anne? Bir din adamının başka birinin de pekâlâ yerine getirebileceği görevler yüzünden sağlığını feda etmesinin bir vicdani yanılgı olduğunu düşünmüyor musun? Hem Lyme'dayken, Uppercross'tan yalnızca otuz beş kilometre uzaklıkta olacağı için insanların herhangi bir yakınmaları olursa bundan haberi de olacaktır."
Anne bu konuşma boyunca birkaç kez kendi kendine gülümsedi, tıpkı genç adamın duygularını paylaşmış olduğu gibi bu kez de genç kadınınkileri paylaşarak yardımcı olmak amacıyla yaklaştı konuya, gerçi bu kez daha az yararı dokunacaktı, zira Henrietta'nın söylediklerini onaylamak dışında ne yapabilirdi ki? Konuyla ilgili söylemesi mantıklı ve yerinde olacak her şeyi söyledi; Dr. Shirley'in dinlenmesi gerektiği konusunda Henrietta'ya katılıyordu; doktorun, dinamik ve saygın bir genç adamı yatılı yardımcı olarak tutmasının ne kadar iyi olacağını, hatta bu yatılı yardımcının evli olmasının daha da iyi olacağını söyleyecek kadar da ince davrandı.
Arkadaşından son derece memnun kalan Henrietta, "Keşke Lady Russell, Uppercross'ta yaşasaydı ve Dr. Shirley ile yakın olsaydı. Onun herkesi etkileyebilen bir kadın olduğunu hep duyarım! Ona bir insanı her şeye ikna edebilecek biri gözüyle bakmışımdır hep! Ondan korkuyorum, bunu daha önce de söylemiştim sana, bayağı korkuyorum çünkü çok zeki ama aynı zamanda çok büyük saygı da duyuyorum, keşke Uppercross'ta onun gibi bir komşumuz olsa," dedi.
Henrietta'nın minnetini gösterme şekli Anne'i eğlendirmişti; olayların gidişatı ve Henrietta'nın yeni görüşleri sayesinde dostunun Musgrove'lardan birinin gözüne girmesi de hoşuna gitmişti; ancak alışılmış bir karşılık verecek ve Uppercross'a da böyle bir kadın gelmesini dileyecek kadar zaman bulmuştu ki, Louisa ile Yüzbaşı Wentworth'ün kendilerine doğru geldiğini görüp bir anda konuşmayı kestiler. Onlar da kahvaltı hazır oluncaya kadar bir gezintiye çıkmışlardı ama çok geçmeden Louisa bir mağazadan alması gereken bir şey olduğunu anımsadı ve hep birlikte geri dönüp kasabaya gitmelerini önerdi. Hepsi Louisa'nın isteğini yerine getirmeye hazırdı.
Sahilden yukarı çıkan merdivene geldiklerinde tam o sırada aşağıya inmek üzere olan bir beyefendi kibarca geri çekilerek onlara yol verdi. Merdiveni çıkıp adamın yanından geçtiler, geçerlerken de Anne onunla göz göze geldi; adam, Anne'e fark etmemesi mümkün olmayacak bir hayranlıkla baktı. Anne, dikkat çekecek kadar güzel görünüyordu, esmekte olan hafif rüzgâr ve yine bu rüzgâr sayesinde feri yerine gelen gözleri çok düzgün ve çok güzel olan yüz hatlarına gençliğin tazeliğini ve diriliğini yeniden kazandırmıştı. Beyefendinin (adam, hali tavrıyla tam bir beyefendiydi) onu çok beğendiği apaçık ortadaydı. Yüzbaşı Wentworth'ün hemen Anne'e dönüp bakmasından onun da bunu fark ettiği belliydi. Yüzbaşı, Anne'e bir an için gözleri parlayarak bakarken, "O adam sana vuruldu, şu anda ben bile sende yeniden Anne Elliott'ı andıran bir şeyler görüyorum," der gibiydi.
Louisa'nın işini halletmesini bekledikten ve çevrede biraz daha gezindikten sonra otele döndüler; daha sonra Anne, odasından çıkmış hızla yemek salonuna doğru ilerlerken yan odadan çıkan aynı beyefendiyle az kalsın çarpışıyordu. Anne, kendileri gibi onun da oranın yabancısı olduğunu zaten düşünmüştü, diğerleriyle birlikte otele dönerken iki otelin çevresinde dolanıp duran iyi giyimli uşağın da bu beyefendiye hizmet ettiğini tahmin etmişti. Hem uşağın hem de efendisinin yas giysileri içinde olmaları da bu görüşünü destekliyordu. Şimdi bu beyefendinin kendileriyle aynı otelde kaldığı ortaya çıkmıştı, bu ikinci karşılaşma pek kısa sürmüş olsa da beyefendinin halinden Anne'i çok güzel bulduğu bir kez daha anlaşılmış oldu, adamın hemen yakışık aldığı gibi özür dilemesi de onun yol yordam bilen bir kişi olduğunu gösteriyordu. Otuz yaşlarındaydı, yakışıklı değilse de hoş bir adamdı. Anne onun kim olduğunu merak etti.
Kahvaltıları bitmek üzereydi ki (Lyme'a geldiklerinden beri neredeyse ilk kez) duydukları bir araba sesiyle gruptakilerin yarısı pencereye koştu. Bir beyefendinin iki atlı arabasıydı bu, ahırdan ön kapıya geldiğine göre biri otelden ayrılıyor olmalıydı. Arabayı yas giysileri içindeki bir uşak sürüyordu.
Arabanın iki atlı olduğunu duyan Charles Musgrove onu kendisininkiyle karşılaştırmak için ayağa fırladı; yas kıyafetli uşak da Anne'in ilgisini çekti, böylece altısı da bakmak için pencereye üşüşmüşlerdi ki arabanın sahibi kapıdan çıkıp, otel çalışanlarının nezaket ve saygı gösterileriyle uğurlanarak arabasına bindi.
"Ah! Yolda karşılaştığımız adammış," dedi Yüzbaşı Wentworth, yan gözle Anne'e bakarak.
Musgrove kızları da bunu onayladılar, tepenin arkasında gözden kaybolana kadar adamı izledikten sonra da kahvaltı masasına geri döndüler. Hemen ardından garson odaya girdi.
"Affedersiniz," dedi Yüzbaşı Wentworth, "az önce ayrılan beyefendinin adını biliyor musunuz acaba?"
"Evet, efendim, Mr. Eliott adında çok varlıklı bir beyefendi, dün gece Sidmouth'tan geldi. Akşam yemeğinizi yerken arabanın sesini duymuşsunuzdur herhalde, efendim; şimdi de Crewkherne'ye gidiyor, oradan Bath'e, sonra da Londra'ya geçecek."
"Eliott mı!" Son derece seri bir şekilde konuşan garson tüm bunları söyleyene kadar gruptakilerin pek çoğu defalarca bakışıp bu adı defalarca yinelemişlerdi.
"Tanrım!" diye bağırdı Mary, "bu bizim kuzenimiz olmalı; bizim Mr. Eliott olmalı! Öyle değil mi, Charles, Anne? O da yasta, görüyorsunuz, bizim Mr. Elliot da yasta olmalı. Ne tesadüf! Bizimle aynı otelde! Anne, bu bizim Mr. Elliot, değil mi? Babamın vârisi olacak olan?" Garsona dönerek, "Affedersiniz, Kellynch ailesinden olduğunu duymadınız mı hiç? Uşağı bundan söz etmedi mi?" diye sordu.
"Hayır, hanımefendi, soyadlarını söylemedi ama efendisinin çok varlıklı olduğunu ve bir gün baronet olacağını söyledi," diye karşılık verdi garson.
"İşte! Gördünüz mü!" diye bağırdı Mary, kendinden geçerek. "Tam dediğim gibi! Sir Walter Elliot'ın vârisi! Eğer giden oyduysa bundan söz edilmiş olacağından emindim. Uşaklarının gittiği her yerde bunu duyuruyorlar, hiç kuşkunuz olmasın. Ama Anne, düşünsene ne tesadüf! Keşke, ona daha dikkatli baksaydım. Keşke, kim olduğunu vaktinde bilseydik, keşke onu bize tanıtsalardı. Bizi tanıştırmamış olmaları ne kötü! Sizce yüzü Elliot'lara benziyor muydu? Ben ona pek bakmadım, atlara bakıyordum ama sanırım Elliot'ları biraz andırıyordu. Arma neden dikkatimi çekmedi acaba! Ah! Paltosu kapatmıştı, arma onun altında kalmıştı, öyle olmalı yoksa eminim görürdüm, uşak yasta olmasaydı üniformasından da anlardık," dedi.
"Tüm bu olağanüstü koşullar bir araya geldiğine göre," dedi Yüzbaşı Wentworth, "kuzeninizle tanışmamanızı Tanrı'nın takdiri diye görmemiz gerekir."
Anne, Mary'nin dikkatini çekebildiğinde, Mr. Elliot ile babasının aralarının yıllardır iyi olmadığını, bu yüzden de böyle bir tanışmanın hiç arzu edilecek bir şey olmadığını ona usulca anlatmaya çalıştı.
Öte yandan kuzenini görmekten ve Kellynch'in gelecekteki sahibinin hiç kuşkusuz bir beyefendi olduğunu ve sağduyulu bir insana benzediğini bilmekten içten içe memnun kalmıştı. Onunla daha önce de karşılaştığını hiçbir şekilde anlatacak değildi; neyse ki Mary daha önceki yürüyüşleri sırasında onun yanından geçmelerinin pek üstünde durmamıştı ama kendisi onun yanında hiç bulunamamışken Anne'in koridorda onunla karşılaştığını ve onun Anne'den nazikçe özür dilediğini duysa bunun kendisine haksızlık olduğunu düşünecekti; hayır, kuzenler arasındaki bu küçük görüşme tamamıyla gizli kalmalıydı.
"Elbette," dedi Mary, "bir daha sefere Bath'e mektup yazdığında Mr. Elliot ile karşılaştığımızı anlatacaksın. Babamın bundan kesinlikle haberi olmalı bence, onunla ilgili her şeyi anlat."
Anne ona karşılık vermekten kaçındı ama yalnızca anlatılmasını gereksiz bulmakla kalmadığı, anlatılmaması gerektiğine de inandığı bir durumdu bu. Yıllar önce babasının zor durumda bırakılmış olduğunu biliyordu, bunda Elisabeth'in de payının olduğunu tahmin ediyordu; Mr. Elliot'ı düşünmenin her ikisini de rahatsız ettiğinden de kuşkusu yoktu. Mary, Bath'e hiç mektup yazmazdı; çok seyrek ve yalnızca sudan konularda yazışıyor olsalar da Elisabeth ile mektuplaşmak Anne'e düşüyordu.
Lyme'daki son gezintilerini yapmak üzere sözleştikleri Yüzbaşı Harville, Mrs. Harville ve Yüzbaşı Benwick onlara katıldığında kahvaltı biteli çok olmamıştı. Saat birde Uppercross'a gitmek üzere yola çıkmalıydılar, o zamana dek birlikte olacaklar ve olabildiğince açık havada dolaşacaklardı.
Hep birlikte dışarı çıkar çıkmaz Anne, Yüzbaşı Benwick'in yanına geldiğini gördü. Bir gece önceki sohbetleri genç adamın Anne'den uzak durmak istemesine neden olmamıştı; ikisi bir süre birlikte yürüdüler, daha önceki gibi Mr. Scott ile Lord Byron'dan söz ettiler, hangisinin diğerinden üstün olduğu konusunda daha önce de olduğu gibi herhangi iki okur kadar farklı düşünüyorlardı. Derken grupta bir değişiklik oldu ve Anne yanında Yüzbaşı Benwick yerine Yüzbaşı Harville'i buluverdi.
Yüzbaşı Harville âdeta fısıldayarak, "Miss Elliot, bu adam-cağızı bu kadar çok konuşturmakla büyük iyilik yapmış oldunuz. Keşke böyle bir dostla daha sık birlikte olabilse. Bu kadar dışa kapalı olmak onun için iyi değil, biliyorum; ama ne yapabiliriz ki? Buradan ayrılamayız," dedi.
"Hayır," diye karşılık verdi Anne, "bunun olanaksız olduğunu görebiliyorum ama belki zamanla düzelir, zamanın her derde deva olduğunu biliriz, hem unutmayın Yüzbaşı Harville, dostunuzun acısı hâlâ taze sayılır – bu üzücü olay daha geçen yaz yaşanmış, sanırım."
Yüzbaşı Harville içini çekerek, "Evet, doğru, daha geçen Haziran'dı," dedi.
"Mr. Benwick'in hemen de haberi olmamış, öyle değil mi?"
"Evet, Ağustos'un ilk haftasında Cape'ten eve dönene kadar haberi yoktu, Grappler'e yeni atanmıştı. Ben o sırada Plymouth'taydım, dehşet içinde ondan haber almayı bekliyordum; mektup yazıyordu ama Grappler'e Portsmouth'a gitme emri verilmişti. Ona orada haber vermek gerekecekti ama bunu ona kim söyleyecekti? Ben söyleyemezdim. Ona bunu söylemektense hemencecik serenin ucuna asılmayı yeğlerdim. O iyi yürekli adamdan başka kimse yapamadı bunu." (Yüzbaşı Wentworth'ü gösterdi.) "Laconia, Plymouth'a bir hafta önce gelmişti, tekrar denize açılması gibi bir tehlike söz konusu değildi. Yüzbaşı diğer tehlikeleri göze aldı, izin istemek için mektup yazdı ama yanıtını beklemeden yola çıktı ve gece gündüz hiç durmadan Portsmouth'a kadar gitti, gider gitmez de Grappler'e çıktı, bir hafta zavallıcığın yanından hiç ayrılmadı. İşte böyle yaptı, zavallı James'e ondan başka da kimse yardım edemezdi. Onun bizim için ne kadar değerli olduğunu bilmem artık anlayabiliyor musunuz, Miss Elliot!"
Anne bu soru üzerinde dikkatle düşündükten sonra kendi duygularının izin verdiği ya da Mr. Harville'inkilerin kaldırabileceği kadarıyla karşılık verdi, Mr. Harville bu konuda daha fazla konuşamayacak kadar etkilenmiş görünüyordu; tekrar bir şey söylediğinde bütünüyle farklı bir konuda konuşmaya başladı.
Mrs. Harville, eve dönene kadar kocasının yeterince uzun yürümüş olacağını söyleyerek tüm grubun birlikte yapacağı son yürüyüşün yönünü de belirlemiş oldu; gruptakiler Harville'lere kapılarına dek eşlik edecekler, sonra da geri dönüp yola çıkacaklardı. Hepsinin yaptıkları hesaba göre zamanları buna ancak yetecekti ama Cobb'a yaklaştıkça herkesin içinden orada bir kez daha yürüyüş yapmak geldi; hepsi o kadar istekliydiler ki Louisa çok geçmeden on beş dakikanın –Cobb'da yapılacak bir yürüyüşün bu kadar süreceği hesaplanmıştı– bir fark yaratmayacağına karar verdi; bunun üzerine Yüzbaşı ve Mrs. Harville ile evlerinin kapısında nazik bir şekilde vedalaştıktan, birbirlerini karşılıklı davet edip, karşılıklı sözler verdikten sonra son ana kadar onlarla olmak isteyen Yüzbaşı Benwick ile birlikte Cobb'a hak ettiği gibi veda etmek üzere yola koyuldular.
Anne, Yüzbaşı Benwick'in tekrar yanına geldiğini gördü. Önlerindeki manzara karşısında Lord Byron'ın "lacivert deniz"lerinden söz açılması kaçınılmazdı; Anne de dikkatini verebildiği sürece onu seve seve dinledi. Ancak çok geçmeden ister istemez dikkati başka yöne kaydı.
Hava, hanımların yeni Cobb'un yüksek kesimlerinin keyfini çıkaramayacakları kadar rüzgârlıydı, bu yüzden merdivenden inip aşağı kesimine gitmeye karar verdiler, Louisa dışında hepsi basamaklardan sessizce ve dikkatlice indi, Louisa'nınsa illa Yüzbaşı Wentworth'ün yardımıyla aşağı atlaması gerekiyordu. Yaptıkları bütün yürüyüşlerde Yüzbaşı onu tutup basamaklardan atlamasına yardımcı olmuştu, Louisa bu hisse bayılıyordu. Ancak ayaklarının altındaki yüzey sert olduğu için Yüzbaşı bu kez daha isteksizdi ama yine de Louisa'nın istediğini yaptı. Louisa kazasız belasız yere indi, iner inmez de hoşuna gittiği için bir kez daha atlamak istedi ve koşarak basamakları tırmandı. Yüzbaşı ona bunu yapmamasını söyledi, Louisa'nın fazlasıyla sarsıldığını düşünüyordu ama hayır, mantıklı davranmaya çalışması ve söyledikleri hep boşunaydı; Louisa gülümseyerek, "Atlamaya kararlıyım," dedi, Yüzbaşı ellerini uzattı ama Louisa ondan yarım saniye daha erken davrandı ve Aşağı Cobb'un asfaltının üzerine yığıldı, yerden kaldırıldığında hiçbir hayat belirtisi göstermiyordu! Herhangi bir yara bere, kan ya da görünür bir morluk yoktu ama gözleri kapalıydı, soluk almıyordu, yüzü ölü gibiydi. Oradaki herkes için dehşet verici bir andı!
Onu kucağına almış olan Yüzbaşı Wentworth kollarının arasındaki genç kadınla birlikte diz çökmüş, acı içinde sessizce kıvranarak Louisa kadar solgun yüzüyle ona bakıyordu. Mary kocasına tutunarak, "Öldü! Öldü!" diye bağırdı ve kapıldığı dehşetle Charles'ın olduğu yerde donup kalmasına neden oldu, bir an sonra kız kardeşinin öldüğünü sanarak bunu kaldıramayan Henrietta da kendinden geçer gibi oldu, Yüzbaşı Benwick ile Anne onu tutup aralarına alarak desteklemeseler basamaklara yığılacaktı.
Yüzbaşı Wentworth'ün ağzından çıkan ilk sözler, "Bana yardım edecek kimse yok mu?" oldu, sesi umutsuz çıkmıştı, gücünü tamamıyla yitirmiş gibiydi.
"Gidin, onun yanına gidin," diye bağırdı Anne, "Tanrı aşkına, ona yardım edin. Henrietta'yı tek başıma tutabilirim. Beni bırakın, Yüzbaşı'nın yanına gidin. Louisa'nın ellerini ovun, bileklerini de. İşte burada amonyak ruhu var; alın şunları, alın."
Yüzbaşı Benwick söyleneni yaptı, tam o sırada Charles da kendini karısından kurtardı, böylece her ikisi de Yüzbaşı'nın yanına koştular, Louisa'yı doğrultup aralarına alarak ona daha sıkı destek oldular, Anne'in önerdiği her şeyi de yaptılar ama hiçbir işe yaramadı; o sırada sendeleyen ve ayakta durabilmek için duvara tutunan Yüzbaşı Wentworth feci bir acı içinde,
"Aman Tanrım! Annesiyle babası!" diye bağırdı.
"Doktor!" dedi Anne.
Yüzbaşı bunu duymuştu, bu söz onu bir anda harekete geçirdi, "Doğru, doğru, hemen bir doktor bulmalı," dedikten sonra fırlayıp gidiyordu ki Anne,
"Yüzbaşı Benwick gitse daha iyi olmaz mı? Doktoru nerede bulacağını o bilir," diye atıldı.
Düşünebilecek durumda olan herkes bunun daha iyi bir fikir olduğunu anladı, bir an sonra (her şey bir anda yapılmıştı) Yüzbaşı Benwick, zavallı Louisa'nın cesede benzer bedenini tamamıyla ağabeyine bırakmış, olabildiğince hızlı bir şekilde kasabanın yolunu tutmuştu.
Geride kalan perişan topluluğa gelince, mantıklı düşünebilen üçlüden hangisinin daha çok acı çektiğini söylemek güçtü: Yüzbaşı Wentworth'ün mü, Anne'in mi, yoksa Charles'ın mı? Gerçekten sevgi dolu bir ağabey olan Charles hıçkıra hıçkıra Louisa'nın başında bekliyor, gözlerini kız kardeşlerinden birinden ayırdığında ya onun kadar kendini kaybetmiş olan diğerini görüyor ya da kendisinden gücünün yetmediği bir yardımı isteyen karısının isterik heyecanına tanık oluyordu.
Bütün gücü, aklı ve gayretiyle Henrietta'yla ilgilenen Anne hâlâ ara sıra ötekileri rahatlatmaya uğraşıyor, Mary'yi sakinleştirmeye, Charles'ı kendine getirmeye, Yüzbaşı Went-worth'ü yatıştırmaya çalışıyordu. Beylerin her ikisi de ne yapacaklarını ona sorar gibiydiler.
"Anne, Anne, şimdi ne yapacağız? Tanrı aşkına, şimdi ne yapmak gerek?" diye bağırdı Charles.
Yüzbaşı Wentworth de gözlerini ona çevirmişti.
"Onu otele götürsek daha iyi olmaz mı? Evet, daha iyi olur! Onu usulca otele götürün."
"Evet, evet, otele," diye yineledi Yüzbaşı Wentworth, kendini biraz olsun toplamıştı ve bir şeyler yapmaya can atıyordu. "Onu kendim taşıyacağım. Musgrove, sen diğerlerine göz kulak ol."
Bu sırada Cobb çevresindeki işçiler ve sandalcılar da kazayı duymuşlar, pek çoğu istenirse yardım etmek için yanlarına gelmişti; hiç olmazsa ölü bir genç kız göreceklerdi, hayır, ölü iki genç kız göreceklerdi çünkü durum kendilerine ilk anlatılandan da ilginç çıkmıştı. Bu iyi insanların arasında en düzgün görünenlerine Henrietta teslim edildi çünkü biraz kendine gelmiş olsa da hâlâ yardıma muhtaçtı; Anne onun yanında yürüyor, Charles da karısıyla ilgileniyordu, bu şekilde az önce neşeyle geçtikleri yollardan tarifsiz duygularla geri yürümeye koyuldular.
Harvilles'lerle karşılaştıklarında henüz Cobb'dan çıkmamışlardı. Karı-koca Yüzbaşı Benwick'in, evlerinin yanından uçar gibi geçip gittiğini görmüşler, yüz ifadesinden bir terslik olduğunu anlamışlar ve hemen yola çıkmışlardı; yolda karşılaştıkları insanlar onları bilgilendirmiş ve olay yerine yönlendirmişti. Yüzbaşı Harville şaşkına dönmüş olsa da sağduyusu ve soğukkanlılığıyla hemen yararlı oldu; karısıyla aralarındaki bir bakışma da ne yapılması gerektiğini belirledi. Louisa onların evine götürülmeliydi; herkes onlara gitmeli ve doktorun oraya gelmesini beklemeliydi. Karı-koca tereddütlere kulak asmayacaklardı. Yüzbaşı Harville sözünü dinletti: hepsi onun çatısı altında toplandı; Mrs. Harville, Louisa'yı üst kata çıkartıp kendi yatağına yatırırken kocası da ihtiyacı olan herkese destek, likör ve ayıltıcı ilaçlar veriyordu.
Louisa bir kere gözlerini açmış ama çok geçmeden bilincinin yerine geldiğini gösteren bir şey yapmadan tekrar kapamıştı. Yine de bu hayat belirtisi kız kardeşine iyi gelmişti; Henrietta onunla aynı odada olmaya hiç dayanamasa da umudun ve korkunun yarattığı gerginlik sayesinde tekrar kendinden geçmedi. Mary de gittikçe sakinleşiyordu.
Doktor göz açıp kapayıncaya kadar gelmişti. O, hastayı muayene ederken korkudan neredeyse bayılacaklardı ama doktor umutsuz değildi. Louisa, başına sert bir darbe almıştı ama doktor daha ciddi yaralanmaların bile iyileştiğini görmüştü; kesinlikle umutsuz değildi; iç açıcı şeyler söyledi.
Doktorun durumu umutsuz bulmaması, Louisa'yı birkaç saat içinde kaybedeceklerini söylememesi ilk başta çoğunun umduğundan iyi bir haberdi; yüreklerine su serpilmesiyle nasıl bir esrikliğe kapıldıklarını, Tanrı'ya birkaç kez coşkuyla şükrettikten sonra nasıl sessiz ve derin bir sevinç yaşadıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Anne, Yüzbaşı Wentworth'ün "Tanrı'ya şükür!" derkenki ses tonunu ve yüz ifadesini ömrü boyunca unutmayacağına emindi, onun daha sonra bir masa başında oturup başını, kavuşturduğu kollarına dayayarak yüzünü saklaması; çeşitli duygulara yenik düşmüş, dua ederek ve derin derin düşünerek bunları yatıştırmaya çalışır gibi duruşu da belleğinden silinmeyecek olan bir başka manzaraydı.
Louisa'nın kol ve bacaklarına bir şey olmamıştı, başı dışında hiçbir yerinden yaralanmamıştı.
Grubun şimdi yapılacak en iyi şeyin ne olduğuna karar vermesi gerekiyordu. Artık birbirleriyle konuşup fikir alışverişi yapabilecek durumdaydılar. Harville'lere bu şekilde yük oldukları için çok üzülmelerine rağmen Louisa'nın bulunduğu yerde kalması gerektiği kesindi. Onu başka bir yere götürmek olanaksızdı. Harville'ler kendilerine yük olunduğuna dair tüm tasaları giderdiler, minnet söylemlerini de ellerinden geldiğince bastırdılar. Onlar erken davranmış, ötekiler daha düşünmeye bile başlamadan her şeyi ayarlamışlardı. Yüzbaşı Benwick odasını onlara bırakıp kalacak başka bir yer bulduğunda bütün iş çözülmüş oluyordu. Harville'ler yalnızca evde başka kimseyi konuk edecek yer olmayışına üzülüyorlardı; yine de belki "çocukları hizmetçi odasına yerleştirebilir ya da bir yerlere portatif bir yatak koyabilirlerdi", karı-koca orada kalmak isteyebilecek iki-üç kişiye daha yer bulamayacaklarını düşünmeye bile dayanamıyorlardı, gerçi Miss Musgrove'u gözleri hiç arkada kalmadan Mrs. Harville'e emanet edebilirlerdi. Mrs. Harville çok deneyimli bir hemşireydi, uzun zamandır yanlarında çalışan ve gittikleri her yere onlarla birlikte gitmiş olan çocuk bakıcısı da öyleydi. Bu ikisi olduğu sürece Miss Musgrove'un bakımı için gece gündüz başka kimseye ihtiyaç yoktu. Tüm bunlar karşı konulmayacak bir dürüstlük ve içtenlikle söyleniyordu.
Ne yapacaklarına karar verebilmek için kafa kafaya verip konuşanlar Charles, Henrietta ve Yüzbaşı Wentworth'ten oluşan üçlüydü; bir süre yalnızca şaşkınlıklarını ve kaygılarını dile getirebildiler. "Uppercross, biri Uppercross'a gitmeliydi, haber vermek gerekiyordu, Mr. ve Mrs. Musgrove'a bu haberi nasıl verebilirlerdi, saat geç olmuştu, yola çıkmaları gereken saatin üstünden bir saat geçmişti bile, mantıklı bir saatte orada olabilmek olanaksızdı." İlk başta bu tip telaşlı sözlerden öteye geçemiyorlardı ama bir süre sonra Yüzbaşı Wentworth ağırlığını koyarak,
"Bir dakika daha kaybetmeden karar vermeliyiz. Her an çok değerli. Birisi kararını verip hemen Uppercross'a hareket etmeli. Musgrove, ya sen gideceksin ya da ben," dedi.
Charles da Yüzbaşı'ya hak verdi ama kendisinin oradan ayrılmamaya karar verdiğini açıkladı. Yüzbaşı Harville ile karısına elinden geldiğince az yük olacaktı ama kız kardeşini böyle bir durumdayken bırakıp gitmesi doğru olmazdı, zaten gitmeyecekti. Bu kadarına karar verilmişti; Henrietta da ilk başta aynı şeyi söyledi. Ancak çok geçmeden farklı düşünmeye ikna edildi. Onun kalması ne işe yarardı! O ki bir işe yaramasını engelleyen acılar çekmeden Louisa'nın odasında bulunmaya ya da ona bakmaya dayanamamıştı! Henrietta hiçbir yararı dokunmayacağını kabul etmek zorunda kaldı; yine de gitmek istemiyordu, ama sonra anne-babasını düşünerek kalmaktan vazgeçti ve bir an önce evine varmak için sabırsızlanmaya başladı.
Tam planda bu noktaya vardıkları sırada Anne, Louisa'nın odasından çıkmış sessizce aşağı iniyordu, açık olan salon kapısının hemen ardından konuşulanları istemeden duydu.
"Öyleyse anlaştık, Musgrove," diye bağırdı Yüzbaşı Wentworth, "sen kalıyorsun, ben de kız kardeşini eve götürüyorum. Ötekilere gelince, Mrs. Harville'e yardım etmek için bir kişi kalsa yeter bence. Mrs. Musgrove hiç kuşkusuz çocuklarının yanına dönmek isteyecektir ama Anne kalırsa çok iyi olur, ondan daha uygun, daha becerikli biri düşünülemez."
Anne, kendisinden bu şekilde söz edildiğini duymanın uyandırdığı heyecandan kurtulmak için bir an durakladı. Diğer ikisi de Yüzbaşı Wentworth'ün söylediklerine içtenlikle katıldılar; ardından Anne salona girdi.
Yüzbaşı Wentworth Anne'e dönerek coşkuyla ama aynı zamanda neredeyse eski günlerdeki gibi sevecenlikle, "Eminim siz kalırsınız, kalır ve ona bakarsınız," dedi. Anne kulaklarına kadar kızarınca Yüzbaşı kendini toplayıp onun yanından uzaklaştı. Anne seve seve kalacağını, buna hazır olduğunu dile getirdi. O da böyle düşünmüş, kalmasına izin verileceğini ummuştu. Mrs. Harville için de uygunsa Louisa'nın odasında bir yer yatağı ona yeterdi.
Geriye tek bir şey kalmıştı, onu da hallettiler mi her şey tamamdı. Mr. ve Mrs. Musgrove'un, onların gecikmesi yüzünden bir miktar telaşlanmaları arzu edilse de gruptakileri geri götürmek için Uppercross'un atlarının kullanacağı süre bu belirsizliğin korkutucu boyutta uzamasına yol açacaktı; bu yüzden Yüzbaşı Wentworth'ün önerisi ve Charles Musgrove'un da onayıyla Yüzbaşı'nın otelden tutacağı tek atlı hafif bir arabayla gitmesinin, Mr. Musgrove'un arabasıyla atlarının da ertesi sabah erkenden Uppercross'a yollanmasının daha iyi olacağına karar verildi, böylece Louisa'nın geceyi nasıl geçirdiğine dair haberleri de yollayabilirlerdi.
Yüzbaşı Wentworth hemen kendi üstüne düşenleri yapmaya koştu, iki hanım da hemen peşinden ona katılacaklardı. Ancak Mary plandan haberdar olduğunda bütün huzurları kaçtı. Mary çok rahatsız olmuş ve öfkelenmişti, Anne'in değil de kendisinin gitmesinin istenmesinin haksızlık olduğunu söyleyerek yakındı durdu, ne de olsa Anne, Louisa'nın hiçbir şeyi değildi ama o, yengesiydi, bu yüzden de Henrietta'nın yerine o kalmalıydı orada! Kendisi niçin Anne kadar yararlı olmasındı? Bir de üstüne üstlük Charles'ı orada bırakıp, yanında kocası olmadan eve dönecekti demek! Hayır, bu çok büyük kabalıktı. Kısacası, o kadar çok söylendi ki kocası daha fazla dayanamadı; Charles Musgrove razı olduktan sonra ötekiler karşı çıkamayacağı için de yapacak bir şey kalmıyordu. Anne'in yerine Mary'nin kalması kaçınılmaz olmuştu.
Anne, Mary'nin kıskançlığından ve düşüncesizliğinden kaynaklanan isteklerine daha önce hiç bu kadar gönülsüzce razı olmamıştı ama başka çaresi yoktu; böylece kız kardeşine göz kulak olan Charles ve kendisiyle ilgilenen Yüzbaşı Benwick ile birlikte kasabaya doğru yola çıktı. Yolda telaşla ilerlerken bir an için o sabah daha erken saatlerde aynı noktalarda yaşadıkları olayları düşündü. Şurada Henrietta'nın Dr. Shirley'in Uppercross'tan ayrılması için yaptığı planları dinlemişti, az ileride Mr. Elliot'ı ilk kez görmüştü; şu anda Louisa ya da onun iyiliği için çırpınanlar dışındakilere ancak kısacık bir an ayırabilirdi.
Yüzbaşı Benwick Anne'e büyük yakınlık gösteriyordu; yaşadıkları sıkıntı hepsini birbirlerine kenetlemiş olduğundan Anne de kendini ona gittikçe daha yakın hissediyor, hatta bunun belki de tanışmalarını ilerletmeleri için bir fırsat olduğunu düşünmekten zevk bile alıyordu.
Yüzbaşı Wentworth tetik üstünde yollarını gözlüyordu, dört kişilik hafif bir araba da kolaylık olsun diye caddenin en sonunda hazır bekliyordu ama Yüzbaşı'nın, kız kardeşlerin yer değiştirmiş olduklarını görünce yaşadığı şaşkınlık ve kızgınlık, Charles'ı dinlerken çehresinin değişmesi, şaşkınlıktan ağzının açık kalması, kendini tutup sonunu getirmese de ağzından çıkan sözler Anne için son derece onur kırıcı bir karşılama oldu ya da en azından genç kadının kendisine yalnızca Louisa'ya yararı dokunduğu sürece değer verildiğini düşünmesine yol açmış olmalıydı.
Anne sakin olmaya ve mantıklı davranmaya çalıştı. Emma'nın Henry'sine hissettikleriyle boy ölçüşemeyecek de olsa Yüzbaşı'nın hatırı için Louisa'ya sıradan bir ilgiden çok daha fazlasını gösterirdi; Yüzbaşı'nın, bir dosta yardım etmekten gereksiz yere kaçındığını düşünerek ona haksızlık etmeye uzun süre devam etmeyeceğini umdu.
Bu arada arabaya da binmişti. Yüzbaşı her ikisinin de binmesine yardım etmiş, kendisi de aralarına oturmuştu; Anne, Lyme'dan işte bu şekilde, bu koşullarda, şaşkınlık ve karmaşık duygular içinde ayrıldı. Bu uzun yolculuk nasıl geçecekti, davranışlarını nasıl etkileyecekti, ne konuşacaklardı, Anne bütün bunları kestiremiyordu. Neyse ki, her şey normal gitti. Yüzbaşı, Henrietta ile ilgileniyordu; hep ona doğru dönüyor, konuşacak olursa da hep onun görüşlerini desteklemek, umutlarını beslemek amacıyla konuşuyordu. Genellikle sakin davranıp sakin konuşmaya çalışıyordu. Henrietta'yı kaygılanıp üzülmekten kurtarmak ister gibiydi. Yalnızca bir keresinde, Henrietta Cobb'a yaptıkları o son talihsiz gezintiye üzülürken ve akıllarına böyle bir şey gelmiş olmasına hayıflanırken Yüzbaşı kendini tamamıyla kaybetmiş gibi, "Bundan söz etmeyin, bundan söz etmeyin," diye bağırdı. "Ah, Tanrım! Keşke o son anda ona boyun eğmeseydim! Keşke yapmam gerekeni yapsaydım! Ama öyle hevesli ve öyle kararlıydı ki! Sevgili, tatlı Louisa!" dedi.
Anne, Yüzbaşı Wentworth'ün artık karakter sağlamlığının her zaman herkese mutluluk ve yarar sağlayacağına dair eski fikrinin doğruluğunu sorgulayıp sorgulamadığını ya da tüm diğer erdemler gibi bunun da oranları ve sınırları olması gerektiğini fark edip etmediğini merak etti. Bazen ikna etmesi kolay bir kişiliğin de kararlı bir kişilik kadar mutluluk getirebileceğini anlamamasının pek mümkün olmadığını düşündü.
Hızla yol aldılar. Anne, aynı tepelerin ve aynı nesnelerin bu kadar çabuk karşısına çıkmasına hayret etti. Hızlı ilerledikleri ve yolculuğun sonundan da biraz korktukları için yol yarı yarıya kısalmış gibiydi. Yine de Uppercross civarına geldiklerinde karanlık çökmek üzereydi, bir süredir hiçbiri tek kelime etmemişti, Henrietta yüzüne bir eşarp örtmüş olarak köşede sırtını yaslamış oturuyordu, ağlaya ağlaya sonunda uyuyakalmışa benziyordu, tam son tepeyi tırmanıyorlardı ki Yüzbaşı Wentworth birdenbire Anne ile konuşuverdi. Sesi kısık ve ihtiyatlıydı.
"Ne yapsak daha iyi olur diye düşündüm de. Henrietta ilk başta gözükmesin. Buna dayanamaz. Siz onunla arabada kalsanız, ben de gidip Mr. ve Mrs. Musgrove'a haber versem diye düşündüm. Sizce de böylesi uygun olur mu?"
Anne böylesinin uygun olacağını söyledi. Yüzbaşı istediği yanıtı almıştı, başka bir şey demedi. Ama Anne Yüzbaşı'nın kendisine danışmış olduğunu hatırladıkça sevindi, bu soruyu hem bir dostluk göstergesi hem de Yüzbaşı'nın onun görüşüne duyduğu saygının kanıtı olarak gördüğü için çok mutlu olmuştu; ayrılma zamanının geldiğini de gösteriyor olması bile bunun değerini azaltmadı.
Yüzbaşı Wentworth, Uppercross'a üzücü haberi verdikten ve anne-babanın olabilecekleri kadar sakin, kızlarının da onlarla birlikte olduğu için çok daha iyi olduğunu gördükten sonra aynı arabayla Lyme'a dönmek istediğini açıkladı; atlara yem verildikten sonra da yola koyuldu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro