Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 1: Yangın

Not: Amber erkek ismi olarak kullanılmıştır.

İyi okumalar. 💕

"Her zaman olduğu gibi yine ortalarda yok. Biri şu çocuğa dakik olmayı öğretmeli Grace."

Yanımda her zaman olduğu gibi Elizabeth vardı. Her şeyin sorunsuz ve bir problem çıkmaması istiyordu. Bu sebeple yine deliye dönüyordu. Gülümseyerek etrafı incelemeye başladım. Etrafı aydınlatan renkli lambalar, sokak taşlarına döşenmiş koruyucu simgeleri büyük şölenin havasına uyum sağlıyordu. Evlerin üzerine asılan kraliyet bayrakları, ateş simgeleri, hava simgeleri ve suyun simgeleri önceki yıllara göre farklı dizayn edilmişti. Yeni kararların alınacağına bir işaret olduğu bile söylenebilirdi.

13. Geleneksel Oyunlar'ın sergilendiği bugün de farklı değişiklikler, bizlere verilen bir haber yerine geçiyordu. Bu bizler için ya bir sürpriz ya da bir infaz olurdu. Yıllar önce katıldığım ilk geleneksel oyunda verilen karar, biz koruyucuların seçilmesiydi. Yeteneklerimizi ortaya döken bu zalim oyun, şu an bulunduğum konumun yeterince hakkını veriyordu.

Kolumu arkadan çekeleyen Elizabeth'e döndüm. Bazen gereğinden fazla endişeli olabiliyordu. Sanırım şu an o anlardan birindeydi. Tanrım, hepsi bugünü bulmak zorunda mıydı?

"Grace bir sorunumuz daha var."

Kolumu bıraktıktan sonra bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Nereye baktığını anlamak için ben de başımı yukarıya kaldırdım. Bir sorun göremediğimi söyleyeceğim sırada minik, narin eliyle bir noktayı gösterdi.

"Sınırı geçmeye çalışanlar var. Bugün 13. Geleneksel Oyunlar Günü. En ufak bir aksaklık çıkmaması gerekiyor ve evet senin aptal kardeşin hâlâ ortalıklarda yok."

Ardından yüzünü bana çevirerek gözlerini devirdi. Kıkırdayarak başımla onu onayladım. Kardeşim Ransom, gerçekten tam bir aptal olabiliyordu. Bazen nasıl ateş koruyucusu seçildiğini düşünmeden edemiyordum doğrusu.

"Elizabeth ben biraz oyun alanını dolaşacağım. Belki Ransom'a rastlarım ha? Kolundan tuttuğum gibi buraya, sana getiririm."

Başını isteksiz bir şekilde onaylarcasına salladı. Elizabeth'in Ransom'a karşı birtakım duygular beslediğini biliyordum ve oldukça güzel bir kızdı.

Kalın bukleli uzun açık kahverengi saçlara, süt beyazı bir tene, iri yeşil gözlere ve kıvrımlı bir vücuda sahipti. Her ne kadar belli etmek istemese de Ransom'u önemsediğini görebiliyordum.

Bir yandan oyun alanında yapılan son hazırlıkları incelerken, diğer yandan etrafa Ransom'u arıyordum. Bir çift keskin kahverengi göz, bakış açıma girince Ransom olduğunu anladım.
Pelerinimin ucunu düzeltip sert bakışlarımı ona doğrulttum. Gülümseyerek el salladı.

"Her yerde seni aradığımızın farkında mısın? Sen yine mi içiyorsun yoksa? "

Birkaç adım gerilerken başını iki yana salladı. Bu tür günlerde bizlerin içmesi yasaktı. Oyunun kurallarını ve yönetimini biz sağlıyorduk. Oyunu yöneten üç kişi vardı. Hava koruyucusu Amber, ateş koruyucusu Ransom ve su koruyucusu olan Grace. Yani ben oluyorum.

Düşüncelerimi bir köşeye bırakırken Ransom'u arkadaşlarının arasından çekip yanıma sürükledim. Cebinden piposunu çıkarıp etrafa duman üflemeye başlayınca, ağzındaki pipoyu alıp yere fırlattım.

"Oyun alanına, hemen! Daha fazlasına göz yumamam."

Önden önden yürümeye başlarken o da peşimden adımlarıma yetişmeye çalışıyordu. Biraz sağa sola sallanması, sarhoş olmasına ramak kaldığı anlamına geliyordu.

"Anı kurtardın Grace. Biraz eğlenmek bizlerin de hakkı değil mi? Doğru, bugün 13. Geleneksel Oyunlar Günü. Elbette oyun sahasında olmalıyız."

Olduğum yerde dururken Ransom'a doğru döndüm. Elimin birini uyarmak amacıyla salladım.

"O koca çeneni kapat ve önüme düş. Kör kütük sarhoş olmadan seni o masadan kaldırdığım için bana şükretmelisin."

Başıyla bana bir reverans yaparak yürümeye devam etti. Elizabeth onu bu hâlde gördüğü için çıldıracaktı. Adımlarımı hızlandırarak tekrardan Ransom'un önüne geçerek kolundan çekiştirdim.

"Oyuncular bizi bekliyorlar. Bu hâlde konuşabileceğini sanmıyorum. Sadece ben konuşsam daha iyi olacak."

Başını onaylarcasına salladı ve adımlarıma uyum sağlamaya çalıştı. Oyun alanı görünüyordu. Muhafızlar halkı oyun alanına girmemesi sağlamak için sınırlarda duruyorlardı. Derin bir nefes alarak kalabalığın arasından oyun alanına girdim.

"Sizler, evet sizler! Bugün 13. Geleneksel Oyunlar Günü ve problem çıkaranın icabına bizzat ben bakacağım. Koruyucu Grace Leslie Henderson."

Başımla muhafızları selamlayarak oyun alanının arkasına doğru yürüdüm. Ransom da peşimden geliyordu.

"Oyun liderlerinin sahnedeki yerlerini almasına beş dakikadan az kaldı Elizabeth. Amber nerede? "

Başıyla arkayı gösterdi. Amber elinde bir kadeh ve kurabiyesiyle keyif çatıyordu. Gözlerimi devirerek Amber'i yanımıza çağırdım.

"Benden daha kötü olanlarda varmış. Selam Ransom. "

Başıyla Ransom'u selamlayarak benim yanıma doğru geldi. Elinin birini omzuna atarken kadehini arkadaki masaya bıraktı.

"Bu sene yeni bir kural olacak. Öldürmek yok. Sadece yetenekleri sergilenecek."

"Bu saçmalık Grace. Oyunun içinden sağ çıkan yine olmayacak. "

Amber'in elini omzumdan çektim ve tek kaşımı bir hamlede havaya kaldırdım.

"İtirazı olan olmayacak. Kral böyle emretti. Karşı çıkmak istemeyiz değil mi? Şimdi kendinize çeki düzen verin ve peşimden sahneye çıkın. Kuralları okuyacağım."

İkisi de başını sallarken Elizabeth de görev yerine doğru gitti. Sahne arkasından bizim için hazırlanan masaya doğru gittik. Kibarlık için sandalyemi çeken Amber'i selamlarken, kralın tepe kuledeki balkonundan halkını selamladığını gördüm.

Ardından alkış seslerinin kesilmesi için muhafızlara işareti verip sahnenin ortasına geçtim.

"Sevgili Borntown halkı, ben koruyucu beşinci Henderson kuşağından Grace Leslie. Birazdan oyunun kurallarını sizler için açıklayacağım. Bu sene oyunlara eklenen yeni bir kuralımız var. Rakipler arası düello da öldürmek yasak. "

Etraftan gelen yuhalama seslerini umursamayarak kuralları okumaya başladım.

"Kural 1: Rakip takımların hiçbirine silah verilmeyecek.

Kural 2: Takım içindeki kavgalarda kişi diskalifiyesi olacaktır.

Kural 3: Yaralamak serbesttir.

Kural 4: Oyuncular yeteneklerini göstermek için göz boyama sihri kullanmayacak.

Kural 5: Öldürmek yasaktır.

Yarışmacılara başarılar diliyoruz ve sahneye davet ediyoruz."

Amber ve Ransom masadan kalkarak takımların bulunduğu noktalara geçerek komutlar yağdırmaya başladı.

"Burmese takımı sağa! Wonsero takımı sol tarafa!"

İzleyicileri selamladıktan sonra iki takımı süzmeye başladım. Hepsi onaltı-yirmi yaşlarında genç kız ve erkeklerden oluşuyordu.

Kızlar ve erkekler için ayrı kışla alanları bulunuyordu. Oyun döneminden iki ay öncesinde gruplar halinde çalıştırılıyor ve bizlerin gözlemine sunuluyordu. Koruyucular masalarına geçerken ben de kendi yerime geçtim.

Yarış düdüğü çaldığında uzun bir sürece girdiğimizi fark ettim. Önümüzde bir liste vardı. Oyuncuları puanlayacağımız bir liste.

Wonsero ve Burmese takımlarının oyuncularının isimleri ve gerekli şeylerin hepsi listenin içinde yer alıyordu. Oyun için etrafa örülen bariyer, izleyicileri pek hoşnut etmesede can güvenliği için gerekliydi.

"Wonsero önde gidiyor. John Kimberley'i görüyor musun? Savunması oldukça iyi. Bahse varırım tam bir baş sihirbaz. "

Amber ve Ransom aralarında oyuncuların durumunu tartışırken görüş alanıma giren bir oyuncu vardı. Çevik, zeki ve sihrini kullanmayı bilen genç bir kız. Pelerininin arkasında Emma Drew yazıyordu.

Uzun inatçı saçları, sıkı bir at kuyruğu yapılmıştı. Uzaktan seçebildiğim kadarıyla esmer bir tene sahipti. Biçimli küçük burnu ve dudağının kenarında bir yara izi vardı. Amber'i dürterek Burmese takımındaki Emma Drew'i gösterdim.

"Sanırım aradığımız savunmacıyı bulduk. Emma Drew'i işaretle. John Kimberley de yeni baş sihirbaz adayımız. "

Arena sürekli olarak değişiyordu. Geniş bir alanın içinde birbiriyle yarışan iki takım, Borntown kasabasının en iyi iki grubuydu.

"Arenaya bir el atmalıyız. Kullandıkları büyüler ilgimi çekmiyor. Kışlalarda eğitim düzeyi arttırılmalı."

Başımla Amber'i onaylarken arenayı küçük bir hareketiyle zeminden ayırdı. Ardından gözlerim izleyicilere kaydı. İzleyiciler arenanın gerisindeydi ve güvenlik için bariyeri daha da güçlendirmem gerekiyordu. Gözlerimi devirerek bariyerleri yavaş hareketlerle döndürüp daha da büyülttüm.

Dev bariyerler izleyicilerin her ne kadar hoşuna gitmese de saydam bir su tabakası oluşturdum. Ardından Ransom karşı takımın bariyerlerine saydam bir ateş tabakası oluşturdu.

"Arena değişikliği için hazırız Amber. Ne yapacağımızı biliyorum. Komutlarıma uymanız yeterli."

İkisi de başını salladı. Mone roda bet sihir hamlesi, geleneksel oyunlarda arenayı kızıştırmak için kullanılan bir yöntemdi. Yine bir ilke imza atacak bu oyun fazlasıyla zorlaşacaktı.

Mone roda bet sihir hamlesi, yanıltıcı birçok şey üzerine kurulmuştu. Bu hamle 16. yüzyılın başlarında, kraliçe 3. Sandra tarafından geliştirilmiş ve sadece belli başlı kuşaklara hediye edilmişti. Henderson ailesi de bu kuşaklardan biriydi.

Gözlerimi kapatarak odaklanmaya başladım. Bu sihirli hamleyi bilen sayısının az olduğu kadar, kullanan sayısı da azdı. Etrafımda kendimi koruyabileceğim kadar küçük bir kalkan oluşturdum. Ransom ve Amber oturdukları masadan kalkmışlardı.

Geniş arenanın dönüştüğü hâle bakarken gözleri yerlerinden çıkacak gibiydi. Oluşturduğum arena gelecekteydi. Arenanın içi beyaz bir zeminle döşenmiş, büyük metrelerce uzanan binalarla kaplıydı. Oluşturulan gökyüzünü saran yağmur bulutlarının pek masum durduğu söylenemezdi. Oyuncular etrafını incelerken dışarıdan görebildikleri tek şey benim yüzüm olmuştu.

Oyuncular sadece bu sihirli hamleyi kullanan kişinin yüzünü görebileceklerini bilmiyorlardı. Bu da oyuncuların kendilerini kanıtlamaları için verilen bir şans yerine geçiyordu.
Arena oyuncuları yer değişimleriyle şaşırtmaya ve yanıltmaya başlamıştı.

Gelecekteki farklı bir boyutta yarışan oyuncuların, karşı takımlardan kendi takım arkadaşlarına bürünen halleriyle karşılaşıyorlardı. Oyunun zevki şimdi çıkmaya başlıyordu.

Bakışlarım oyuncular arasında geziniyordu. Kimileri sürekli yer değiştiren büyüyüp küçülen binaların arkalarına, kimileri büyülerle oluşturulan kalkanlarla, kimileri de zekasını kullanarak arenanın en orta noktasında düelloya tutuluyordu.

Arenanın en orta noktasında bulunan John ve Emma birbirleri etrafında dönüyor, savunma hamleleriyle birbirlerine ölümcül bir meydan okuyordu.

"Bunu görmek için sabırsızlanıyorum." diyen Ransom'a gülümsedim.

"Arenanın ortasındaki iki oyuncuyu zeminden ayır Amber. Düelloyu görmek istiyorum. Öncelikle geriye kalanların icabına bakılmalı."

Başını sallayan Amber arenanın en orta kısmıyla kalan bölmeyi ayırırken, kalan oyuncular kendi aralarında pes ederek arenanın bariyerinden kendini dışarı atıyordu.

"Bu kadar kolay olacağını nereden biliyordun? O hamleyi nereden biliyorsun?"

Gülümsedim. Geldiğim ailenin büyü, sihir alanında ün salmış olduğunu herkes biliyordu fakat bu güç Ransom için geçerli değildi. Ransom iyi bir savunmacı, iyi bir uçucu ve iyi bir ateş gücüne sahipti. Ailedeki en güçlü büyü ve sihir gücü bana aitti. Henderson soyundan 2. Prenses Larisa'yla neredeyse eş değer, belki de daha da üstünde olduğunu söyleyenler de bulunuyordu.

Arenanın içine küçük bir büyü katmayı düşünürken ortada sadece iki oyuncunun kaldığını gördüm. Onlarda beni görebiliyordu. Damarlarımda git gide hareketlenen güç, arenayı küçültmem için beni uyarıyordu.

John ve Emma'ya gülümseyerek arenayı iki elimin arasında yoğunlaşan güçle küçültmeye başladım. Yükselen tezahürat sesleri beni daha da tatmin ediyordu. John ve Emma arenanın küçülmesinden endişe duymuyor gibiydi. Daha çok alevlenen bir rekabetin içinde olduklarını biliyorlardı.

Emma'nın arena içinde kullandığı yükselme büyüsü, John'u sadece güldürmüşe benziyordu. Karanlık çökene kadar süren oyunda birçok hamleyle karşılaşmıştık. Arenaya birçok hile ve yanıltıcı araç koyulduğundaysa, oyun boyunca hiçbirinden yanılmayan sadece iki genç savaşçı vardı. John ve Emma.

13. Geleneksel Oyunlar bir ilke imza atacaktı. İki farklı takımdan birer oyuncu takımlarını gururlandırarak iki farklı görevde yer alacaktı.

Oyunun bitmesine ve zamanın dolmasına sayılı dakikalar kalmıştı. Çanlar çalmaya başlarken pes edip bırakan yarışmacılar büyülü arenadan çıkarılıyordu. İzleyiciler ortada kalan son iki oyuncuya bakıyordu. Emma ve John'un arasında geçen konuşmalara gelen tezahüratlara eşliğinde gülümsedim.

Koruyucuların oturduğu masadan kalkarak arenanın sihrini ufak bir hareketle kaldırdım. Şaşırmış bir biçimde bakan Emma ve John, etrafına bakındı.

"13. Geleneksel Oyunlar bugün bir ilke imza atıyor. Ben su koruyucusu Grace Leslie bu iki şampiyonu sizlere sunmaktan gurur duyuyorum. Wonsero takımından John Kimberley ve Bermese takımından Emma Drew için büyük bir alkış alalım."

Emma ve John şaşırmış bir biçimde yanıma doğru gelirken, Amber ve Ransom'da ayaklanmıştı. İkisini tebrik ederken takımların tezahüratları ve alkış sesleri arenanın içinde yankı yapıyordu. Birbirlerine dehşetli bir şekilde bakan iki rakip, önlerine dönerek izleyiciyi selamladı.

"Koruyucu kurulunun en başının ben olduğumu biliyorsunuz. Bunlar Amber ve Ransom. Detayları sonrasında konuşacağız. Yarış sonrasındaki ziyafete hazırlanacaksınız. Size yolu göstereyim. Amber siz de buranın icabına bakarsınız. "

Amber başını sallayarak arenanın arka çıkışına doğru gitti. Emma ve John'a beni takip etmelerini söylerken bir yandan görevleri hakkında onları bilgilendiriyordum.

"Benim için bir onurdur efendim. Sizlerin fikrini değiştiren nedir? İki oyuncunun kazanması bu sene ilk defa görüldü.''

Emma yanımdan yürürken ona tebessüm ettim ve odasını gösterdim. Arena yakınlarındaki küçük kraliyet evlerinde ağırlanacaklardı.

"Odalarınız, daha doğrusu evleriniz burası. İçeride siz kazananlar için her şey mevcuttur. Bir şeye ihtiyacınız olursa dışarıdaki muhafızlara söylemeniz yeterli."

İkisi de başıyla beni onaylarken evlerine girdiler. Üzerime çöken yorgunluğu umursamadan Elizabeth'in yanına gittim. Sokaklar Borntown'ın zafer çığlıklarıyla yankılanıyordu.

Yüzüme minik bir tebessüm kondurdum. Kralın kullandığım hamleyi görmüş olduğunu da biliyordum. Biz oyuncuların hamlelerini, kral ve baş yardımcısı da bizim hamlelerimizi izliyordu. Tepe kuleden gelen çan sesleriyle birlikte büyülü arenanın yok oluşu, normal zeminine dönüştürülmüş haline baktım.

Yine de büyük bir alana sahipti. Metrelerce genişlikte olan arena alanının çevresi duvarlarla çevriliydi. Duvarların ardındaysa betondan oluşan basamaklar bulunuyordu. Bu basamakların en üst kısmından oyunları izlemek, küçüklüğümde bana en keyif veren şeylerden biriydi.

Elizabeth ile uzun bir süre konuşmaya dalınca, kraliyet evlerinden birine geçerek oyun sonrası ziyafet için hazırlanmaya başladık. Büyük geniş dolapların içi, bizler için hazırlanmış çeşit çeşit elbiselerle doluydu.

Elizabeth aynalı dolabın çekmecesinden takıların bulunduğu kutuyu çıkardı. Ardından dolaptan elime tutuşturduğu gök mavisi elbiseyi giymem için yardım etti. Ardından kutunun içinden yakut kolyeyi çıkardı.

"Bence şu yakutu takmalısın Grace. "

Elizabeth'in elime tutuşturduğu kolyeyi alıp boynuma geçirdim. Aynanın karşısındaki yansımam, nefes kesici görünüyordu. Gökyüzünü kıskandıracak bir maviye sahip gözlerim, koyu renklerle göz önüne çıkarılmıştı. Dudaklarıma sürülen kan kırmızısı ruj ve omuzlarımdan aşağı dökülen dalgalı saçlarımla bir uyum içindeydi.

"Sen de çok güzel görünüyorsun Elizabeth. Hakkını yiyemeyiz."

Ardından gülümsedi ve içeriye paldır küldür dalan Ransom görüş açımıza girdi. Aniden arkasına dönen Ransom'a gülerken önüne dönebileceğini söyledik.

"Bölüyorum sizi ama Grace kasaba girişinde ormana doğru yayılan bir yangın var. Bence üzerine daha rahat bir şeyler giymelisin. Bu kabarık elbiseyle oraya gitmen zor olacak."

Üzerimdekileri süzerken bir anlığına Elizabeth'e döndü. Gözlerini kırpıştırdıktan sonra bana döndü.

"Tamam Ransom şimdi dışarı çık ve beni bekle, geliyorum."

Başını sallayıp odadan çıktı. Ardından isteksiz bir biçimde üstümdeki elbiseyi çıkarıp saçlarımı arkamda topladım. Elizabeth bu durumdan ötürü yatağın üzerine oturup homurdanmaya başladı.

"Bir gün sorunsuz geçemez mi? Özellikle şölen zamanı. Bütün eğlencenin tadı gidiyor ve sen de gidiyorsun Grace."

Son olarak pelerinimi giyerken Elizabeth'in ellerini tuttum. Görevimin bu olduğunu biliyordu ve üstelemek istemiyordu.

"Geri geleceğim Elizabeth. Geri geldiğimde yüzünün asık olmasını istemiyorum, tamam mı?"

Başını salladıktan sonra ben de odadan çıkıp Ransom'un yanına gittim. Yakınlarda çıkan yangının duman kokusu etrafa çoktan yayılmıştı bile. Yüzümü ekşiterek öksürdüm.

"Araba nerede? Yoksa faytonla mı gideceğiz. Şu uçan kraliyet araçlarından bize de tahsis edilse fena olmaz."

Ransom faytonu gösterirken göz devirerek içeri girdim. Koskoca koruyucu Grace Leslie bir faytona biniyordu. Tam bir skandal.

"Faytonla nasıl hızlı gideceğiz? Baş sihirbaz olmadan varmamız uzun sürecek."

Bu sözüm üzerine dışarıdan gelen kıkırtı sesiyle baş sihirbaz Perver'in faytonu yönettiğini görmüş oldum. Kafamı açık olan minik pencereden dışarı çıkardım. Fazla hızlı gidiyorduk ve vakit tükeniyordu.

"Perver daha hızlı gidemez miyiz? Kurtarmam gereken bir kasaba var da."

Gözlerini deviren Ransom'a ölümcül bakışlarımı gönderiyordum. İçeriye dolan yoğun duman kokusuyla öksürmeye başladım. Faytonun etrafında oluşturduğum bariyerle rahat bir nefes alabilmiştik. Anlaşıldığı üzere gelmiştik. Faytondan inerek etrafa göz attım.

İnsanlar etrafa koşuşturuyor, saklanmaya ve yangını söndürmeye çalışıyordu. Kimisi bağırırken, kimisi için için ağlıyordu. Gözlerimi kapatarak odaklanmaya başladım.

Yavaş hareketlerle oluşturduğum yağmur bulutları, kasabayı çepeçevre sarmıştı. Yüzümü gökyüzüne doğru çevirirken etrafıma ördüğüm koruyucu bariyerle birlikte havada yükselmeye başladım.

Yağmur bulutlarını yangın alanlarına doğru sürüklerken bir kısmı sönmeye başlamıştı bile. Birkaç sözcük mırıldanarak ellerimle daireler çizmeye başladım. Havada uçuşan su daireciklerini itici güçle birlikte yangın bölgelerine aktarılmıştı.

Ormanlara doğru yayılan yangın, uzun bir uğraştan sonra durmuştu. Bitkin düşen bedenimi kontrole almak için fısıldadığım sözcükler bana güç kazandırıyordu. Koruyucu bariyeriyle birlikte zemine inerken derin bir soluk aldım.

Perver ve Ransom faytondan çıkıp yanıma gelirken endişeli görünüyordu. Gülümsemeye çalışarak onların yanına gittim. Baş sihirbaz bana sarılırken Ransom köşede Perver'in benden ayrılmasını bekliyordu.

"İyi iş çıkardın Grace. Kasabanın bu tarafı harap olmuş bir biçimde. Kral buraya muhafızları yollamaya başladı bile. Perver faytonu olabildiğince hızlı uçur. Arena alanındaki şölene gidiyoruz."

Perver başını onaylarcasına salladı ve faytona bindi. Biz de onun peşinden arka kapıdan faytona bindik. Yangını çıkaranlar bugün sınırdan geçenler olmalıydı ve bunun bedeli ağır olacaktı. Fazlasıyla ağır.

&

"Bir kadeh de Grace için! Koruyucumuz çok yaşa!"

İnsanlar kahkahalar, çığlıklar eşliğinde dans edip bir şeyler içiyordu. Ben de bir şeyler içip etrafı seyredenlerdendim. Bana kaldırılan bir kadehe daha tebessüm edecek halim kalmamıştı. Elizabeth koluma vururken şölen kapısında bekleyen genç adamı gösterdi.

"Seninle bir şey konuşmak istiyor sanırım."

Kapıya yaslanmış bana doğru gözlerini tebessümlü bir şekilde diken Dominic, sonunda el sallamayı akıl edebilmişti. Masadakiler ayaklandığımı görünce, "İzninizle hemen döneceğim." diyerek masadan kalktım.

Pelerinimin ucunu düzeltip şölenin kapısına doğru yürüdüm. Başımı iki yana sallayarak Dominic'i dışarıya çıkardım.

"Burada ne arıyorsun? Sana çevremde dolaşmaman gerektiğini kaç kere söylemem gerekiyor?"

Sinirden dolayı ellerimde hafif bir titreme vardı. Fark etmemesi için ellerimi pelerinimin cebine sokuşturdum. Dominic gülümseyerek yüzüne düşen bir tutam dalgalı saçını geriye savurdu.

Sokakları aydınlatan cılız ışıklar yüzünün ayırt edilebilmesi için yeterliydi. Bal rengini andıran gözleri parlıyordu. Kolumdan çekiştirerek önümüzdeki boş kraliyet evlerinden birini gösterdi.

Kapıyı açarak içeri girdim. İçerisi yoğun bir toz kokusuna hakimdi. Elimle ışığın düğmesini aradım ve sonunda odanın içi aydınlanmıştı.

"Ne istiyorsun Dominic?"

Dominic içeri girerken artık gülümsemiyordu. Sırtını duvara yaslayarak başını iki yana salladı.

"Grace, Grace, Grace... Sakin olursan elbette konuşacağız. Evet seninle bir konu hakkında konuşacağım. Hak etmediğin bir özellik konusunda."

Gözlerimi devirdim. Dominic sürekli benimle yarış halindeydi. Bazen bu hırsının hislerinin bana yoğunlaşmasından dolayı korkuyordum.

"Yine aynı konu mu? Büyü yapamıyorsan benim sorunum değil Dominic."

Bakışları üzerimde uzun bir süre gezindi. Ardından elinin birini saçlarının arasına daldırdı.

"Büyü ile birilerini, hatta birini yok ettiğini biliyorum ve bildiğim kadarıyla kral bunu bilmiyor."

Bunu asla kanıtlayamazdı. Yıllar önce yanlış büyüyü kullanmamdan ötürü bir canlıyı büyüyle yok etmiştim ve bunu bilen sadece ben ve Elizabeth'ti. Gülümseyerek birkaç adım öne geldim.

"Bunu asla kanıtlayamazsın Dominic. Benimle yarışmaktan vazgeç. Asla benden iyi olamayacaksın."

Yutkunuş seslerini yakınında olduğum için duyabiliyordum. Etrafıma bakındığımda birçok dolap görebiliyordum. İçleri kitaplarla dolu bir sürü dolap.

"Senden daha önemli işlerim var Dominic. O yüzden gidiyorum."

Kapıya doğru giderken kolumdan yakaladı.

"Seni sevdiğimi biliyorsun Grace."

"Aynı duyguları paylaşmıyoruz Dominic."

İçerideki toz kokusu burnumu kașındırmaya başlarken kapıya doğru ilerledim.

"O kapıdan çıkarsan pişman olacağın şeylere yol açacaksın."

Üzerimdeki tozları silkeleyerek gülümsedim.

"Şu an burada olmam yeterince pişmanlık verici. "

Kolumdaki elini indirerek kapıdan dışarı çıktım. Derin bir nefes alarak şölen alanına doğru yürüdüm. Yangının yorgunluğu üzerime giderek çökmeye başlamıştı. Adımlarımı şölen alanından çekip eve doğru sürükledim. İyi bir uykuyu hak ediyordum.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro