Bölüm 20: BÜYÜLEYİCİ OĞLAN
Fırından daha yeni almış olduğu çıtır bunyonları beyaz renkli bir tabağa koydu. Bunyonlar bir çeşit simitti. Bütün simitten tek farkı içinde çikolata sosu bulunmasıydı. Kısaca Bunyonlar, sade simidin çeşitli tatlı soslarla soslandırılmış haliydi.
Tabağının hemen yanına bir bardak kuş sütü koydu. Normalde inek sütü içmeyi tercih ederdi Yey. Fakat buranın küçük marketlerinde istediği süt yoktu. Aradığı süt de muhtemelen büyük marketlerde olmalıydı. Sırf bir kahvaltı için büyük marketlere uğramak saçma geldi. Bu yüzden kuş sütünü almayı karar vermişti. Hem tadının da nasıl bir şey olduğunu merak ediyordu. Sandalyeye oturdu ve müzik perisini çağırdı. Ona kendisi için bugünkü gündeminde ne olacağına dair şarkılar söylemesini istedi. Müzik mini perisi kendisine şarkı söylerken Yey de bunyonları iki eliyle böldü. Bunyonlardan birinin içindeki yoğun çikolata dışarıya parmaklarına doğru taşmıştı. Yey, parmaklarını yalayıp diğer bunyonu ortadan ikiye böldü. Bu bunyonun içinden ise gül reçeli fışkırdı. Parmaklarına doğru fışkıran gül reçelini de yaladıktan sonra yay kızımız masadan kalktı ve elinde oluşan yapışkan hissi uzaklaştırmak üzere ellerini yıkayamaya hemen yanı başında duran lavaboya gitti. Ellerini yıkadı ve kuş sütünden bir yudum aldı. Tadı inek sütü gibi değildi. Tahıl, fındık veya badem sütü gibi de değildi. Çok değişik ama lezzetli bir tadı vardı.
Kahvaltısını bitiren Yey, bugün de bulamayacağı aşk yüzünden hayal kırkılığına uğramıştı. Masadan kalktı ve bulaşıklarını yıkayıp doğruca odasına geçti.
***
Üzerine turuncu, pembe ve kırmızı çizgilerden oluşan beyaz renkli uzun kollu üstünü giydi. Altına da beyaz kumaş pantolonunu giydi. Bu pantolonunu çok seviyordu. Kot pantolonları gibi dar değildi. Rahattı. Kendisini bunaltmıyordu. Hava yağışlı olduğu için siyah renkli üzerinde bordo renginden kareleri bulunan yağmurluğunu giydi. Kafasına kapüşonunu geçirdi ve çantasını yanına alarak evden ayrıldı. O sırada yanında mini perisi Flame de uçmaktaydı. Yağmuru görünce kollarını iki yana açmış döne döne yağmurun tadını çıkarıyordu. Yey, bu durumu gülümseyerek izledi. Sonra da "E Flame, senin ilişki durumun nedir? Hala Mizu ile görüşüyor musunuz?"
Flame dönmeyi bırakıp kendisine kaşlarına çatarak "Sence bu senden dolayı mümkün olur muydu? Üstüne üstlük onun mini perisi kızıl saçlı prensesin ki muhtemelen artık kraliçe... mini perisi ile çok iyi anlaşıyor. Sanırım birbirlerinin ruh eşiydi." Dedi.
Yey elini ileriye doğru uzattı. Yağmur damlalarının ellerini okşamasına izin verdi. "Rüyalarıma inanmıştım... Sanırım her rüyaya inanamamak lazım... Flesch adına mutluyum. Umarım bende bir gün beni özel hissettiren birini bulabilirim." İçinden de 'Öyle birini bulabilecek miyim Tengrim, yoksa hayatımın sonuna kadar yalnız yaşayıp sonunda da ölecek miyim? Benim kaderimde ne var? Sonsuz yalnızlık mı?' Kafasında bu düşünceler akarken Flame minik eliyle Yey'in yanağına dokunmuştu.
"Hey, tabi ki sende bir gün seni özel biri gibi hissettiren birini bulacaksın. Sadece şu an karşımıza çıkmadı. Ama kim bilir akademide karşımızı çıkar belki de."
Yey gülümseyerek tepki verdi. Fakat içten içe buna inanmıyordu. Geriye kalan son umutlarını da tüketmişti. Yalnız kalacağına inanmaya başlamıştı. Belki de artık yalnızlığı ile yüzleşmeli ve aşkın peşinden koşmayı bırakmalıydı. Gelmiyordu işte... aradığı o kişi onu bulmuyordu. Yoktu ortalıklarda. Kim bilir belki de etrafında o kadar çok güzel kız vardı ki Yey'i görmüyordu bile ya da kurmuş olduğu bu haremde onu aramasına gerek yoktu ki. Onun etrafı doluydu ve Yey yapayalnızdı. İçindeki öfkeyi hissetti.
Sinirli bir şekilde az önce binmiş olduğu hava otobüsünde bulunan tutanaklardan birine tuttu. Otobüs şansına doluydu. Kötü şans... Hayat ona neden sürekli kötü şans veriyordu ki? Diğer insanlar için iyi şans gibi gözüken ama kendisi için hep kötü şans olan? Bazen Yey onlara 'O zaman yaşadığın hayatı bana ver ve bende seninkini alayım. Böylece herkes mutlu olur.' Ama bu imkansızdı. Herkes istemediği bir hayatı yaşıyordu. İstedikleri hayat ise bir başkasının istemediği hayattı. Böyle absürttü işte yaşam dediğimiz şey.
Otobüsten indi. Etrafını incelemeye başladı. Her normal okulda olduğu gibi burası da ağaçlar ve çiçeklerle süslenmişti. Zaten çıplak beyaz parıldayan ama beton olmadığından emin olduğu binaları ancak doğa süsleyebilirdi. Beyaz taş yoldan ilerlemeye başladı. Kuşların cıvıltısını duyabiliyordu. Bu ona yaşadığını hissettiriyordu.
Kupa krallığında veya Değnek Krallığı gibi değildi. Kupa Krallığında bulunan bütün binalar birer mimari eserdi. Binaların çoğunda havuz ya da akvaryum bulunurdu. Bu havuzlarda balıklar, su canlıları mevcuttu. Kuşlardan çok balıkları görürdünüz. Sonra da kendinizi hayali bir dünyanın içinde kaybolurken bulurdunuz. Kuşlar o kadar da fazla değildi anlayacağınız. Sonra bunun sebebini öğrenmişti. Kupa Kraliçesi kuş pisliklerinden hiç hoşlanmadığı için görevlilere şehri planlarken kuşların etrafı pisletemeyeceği şekilde binaların yapılmasını emretmiş. Ortaya da böyle bir şehir çıkmış. En azından Kupa Krallığında canlılar vardı.
Değnek Krallığı... ondan da felaketti. Her yer kayalıklarla doluydu. Öğrendiği bilgiye göre bazı dağlar volkanik dağlardı ve bunların birkaçı hala aktifti. Aktif olan dağların etrafında yemyeşil doğal alanlar mevcuttu. Mesela Yıldız Limanı da bu aktif volkanik dağların ilerisinde bir yerlere kurulmuştu. Bunun dışında kraliyet sarayı iki aktif volkanik dağın arasına yapılmıştı. Değnek Kralı çılgın bir manyak olduğu için böyle riskli şeyleri yapmaya çok severmiş. Hoş, Talu'nun da ondan pek bir farkı yoktu. Aslında geçiş yapabileceği görsel açıdan hiç hoş olmasa da volkanın lav toplarından korunabileceği bir sarayları daha mevcuttu. Ama o babasının kalmayı tercih ettiği sarayda kalmaya karar vermişti. Halkın bulunduğu evler ise insanların çocukların olmasına ve yaşlarının büyük olmasıyla bağlantılıydı. Yaşlılar ve çocukları olan aileler güvenilir alanlarda hayatlarını sürdürürken, kanları fıkır fıkır kaynayan gençler ise hemen sarayın duvarlarının ardında bulunan evlerde hayatlarını sürdürmekteydi. Eh tabi oradaki hayat daha renkliydi. Ağaçlar, rengarenk çiçekler ve çeşit çeşit hayvanlar hepsi volkanik dağın eteklerinde bitmişti. Bu görsel şenlik gençleri ve risk almayı seven kraliyet ailesini cezbediyordu. Sonuç olarak kuşların sesini duymak için risk almanız gerekirdi. Aksi taktirde kayalıkların bulunduğu kurak yerlerde göreceğiniz tek kuş akbabalar gibi gözüken ateş kuşlarıydı. Onu da insanlar haberleşme aracı olarak kullanıyorlardı.
Tılsım Krallığı ise tam bir cennetti. Bütün yaşlı burçlar emekliye ayrıldıklarında oradan bir ev satın alır ve yaşamlarının sonuna kadar orada yaşarlardı. Genç burçlar için ise iş sonrasında dinlenmek için gidilen bir tür tatil beldesiydi.
Binadan içeriye girdi. İçerisi ferahtı. Etrafta mezun olan habercilerin ve habercileri eğiten bilge burçların, yıldız krallıklarından verilen madalyonlar cam bir dolapta sergileniyordu. Biraz daha ilerlediğinde yıldız krallıklarında meydana gelen eski önemli haberlerinde cam dolaplarında sergilendiklerini gördü.
Merdivenlerden çıktı. İkinci katta birinci katta daha fazla burç vardı. Anlaşılan burada bulunana çoğu burç yeni gelmişti. Konferans salonuna doğru gitmesi gerekiyordu. Yey, yoğun olan topluluğun gittiği tarafa doğru ilerledi. İlerlerken binanın duvarlarında yıldız krallıklarının kral ve kraliçelerinin resimleri bulunan tablolar ve onların bayrakları asılı olduğunu görüldü. Değnek Kralının tablosu ile Kupa Kralının tablosu değiştirilmemişti. Hala eski kralların tablosu bulunmaktaydı. Muhtemelen bir hafta sonra Eski Kupa Kralının resmini değil de Flesch'in tablosunu görecekti. Hımm, bu çok garip bir histi. Bir zamanlar rahatça görüp konuşabildiği insan artık bir kraldı. Üstüne üstlük evliydi. Onu bir daha göremeyecekti. Ama bence bu kendisi için daha iyiydi. Böylece onu unutması daha kolay olacaktı. Tabi yanlışlıkla televizyonu açıp onu haberlerde görmediği sürece...
Konferans salonundan içeriye girdiğinde koltukların çoğunun dolu olduğunu gördü. Ön koltuklar boş bırakılmıştı. Muhtemelen oraya önemli kişiler gelecekti. Yey, bu şekilde düşünürken bir yandan da boş koltuk arıyordu. En sonunda ortalarda boş bir koltuk bulmuş ve oraya yerleşmişti.
Çok geçmeden ön koltukların sahipleri de geldi ve Yey hiç karşılaşmak istemediği birini o gün görmek zorunda kaldı. Flesch... Bir anlık gözleri karşılaştı. Yay kızımız hemen gözlerini kucağında duran ellerine dikti. Hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı. Kendi içinden 'Onun burada ne işi var?' diye sorguluyordu. O sırada Flame kulağının dibinde kendisine şu şekilde fısıldadı. "Sakin ol! Bir şey yok. Kafasını kürsüye döndürdü. Kafanı kaldırabilirsin."
Yey, kafasını kaldırdı. Onun sarı saçlarını hala görebiliyordu ve tabi ki yanında yeni eşi olan kızıl saçlı kızı da görebiliyordu. Kız çok güzeldi. Öyle biriyle evli olmuş olmasına şaşırmamıştı. Kendisini kızıl kraliçeyle karşılaştırdığında her zaman çirkin buluyordu. Zaten onun gibi bir soylu neden kendisi gibi ezik bir köylüye baksındı ki?
Herkes yerli yerine oturduğunda haber akademisin ünlü muhabiri kürsüye geçti. Kürsüye geçen kişi adam değil kendisinden birkaç yaş küçük olan genç bir delikanlıydı. Genç yaşta hiç kimsenin ulaşamayacağı bilgilere ulaşarak sunmuş olduğu haberler sayesinde yıldız habercisi unvanını almaya hak kazanmıştı. Yey, oğlanı baştan aşağı süzdü. Üzerine beyaz bir gömlek giymişti. Gömleğin yakası beyaz göğsünü açığa çıkartacak kadar açıktı. Gömleğin kol kısımları ise dirseğinin biraz altına kadar kıvrılmıştı. Boynunda demirden bir kolye ve bileklerinde ise boncuklu bilezikler vardı. Saçlarının ön perçemleri kıvırcıktı ve saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Sol kulağında tüylü bir küpe bulunmaktaydı. Onu dışarıda görseydiniz muhtemelen onun yıldız habercisinden çok yıldız ünlülerinden olduğunu falan düşünürdünüz. Yüz hatları oldukça erkeksiydi. Sesi de bir o kadar güzel. İşte Yey o an da bu oğlanda etkilenmişti ve kabul edelim Flesch'den iki kat daha iyiydi.
O gün Yey, ünlü yıldız muhabirinin ne dediğine odaklanamadı. Sadece biri ona az önce büyü yapmış gibi oğlanı seyre daldı. Oğlanın ismi Göktuğ idi. Gözlerinin rengi kendisininki gibi koyu kahverengiydi.
'Hey, Yey. Ne zaman geliyorsun? Yey... orada mısın? Yey! Tamam... eğer meşguliyetinden dolayı cevap vermiyorsan sadece beni dinle. Saat 19:30 da yemekler gelecekmiş. Bundan sonra da yemek verilmeyecekmiş. Ona göre gelsen iyi olur.'
Kafasındaki ses Konçuy'a aitti. Yurdun kendilerine vermiş olduğu Kılıç iletişim aparatından kendisiyle telepatik bağlantı kurmuştu. Yey, Konçuy'un dediklerini algılayabilmek için gözlerini kucağındaki ellerine yöneltmişti. Sözler bittiğinde kafasını kaldırmış ve o an Göktuğ'nun gözlerinin kendi üzerinde durduğunu fark etmişti. Hemen utanarak kafasını yine kucağında bulunan ellerine yöneltti. Bu çok garip bir histi. Kalbi çok hızlı çarpıyordu. Heyecanlanmıştı. Yüzünün kızarık olup olmadığını bilmiyordu. Çünkü son zamanlarda yüzü fazlasıyla kızarıktı. Arkadaşları ona bir şifacıyla görüşmesini önermişti ama Yey buna hiçbir zaman gerek duymuyordu. Sebep belliydi işte. Yediği saçma salak yiyecekler kendisine dokunuyordu. Hepsi bu.
Yey'in artık gözleri hem duvarda bulunan saatte hem de oğlanın küpesindeydi. Oğlan o kadar çok yakışıklıydı ki onun dediklerini algılayabilmek için kulağında bulunan tüy şeklindeki küpeye bakarak ancak odaklanabilmişti.
Binadan çıktığında bir şeyin kafasına damladığını hissetti. Serin bir şeydi. Elini kafasına götürdü. Neyse ki kuş dışkısı değildi.
Yürümeye devam ettiğinde artık su damlaları yavaş yavaş önündeki zemini ıslatıyordu. Zemindeki açık olan yerler yağmur damlalarının hızlanmasıyla diğerlerini de koyulaşmasına sebep olmuştu. Yey elini ileriye doğru uzattı. Eline gelen yağmur damlalarından yağmurun yağmaya başladığını anladı.
Omuzunda oturan Flame hemen kafasından hiç indirmediği kapüşonundan içeri girip yağmurluğunun altında kalan yere oturdu. Şu an omuzunda bir çıkıntı varmış gibi gözüküyordu. İşte orada Flame'in minik kafası bulunmaktaydı.
Otobüs durağına doğru ilerlerken omuzunda oturan mini perisi konuşmaya başladı. "Yıldız muhabiri çok ateşliydi, değil mi? Hadi ama Yey, ondan etkilendiğini hissettim." Dediğinde Yey, Flame ile baş başa olduğunu bildiği için rahat bir şekilde duygularını aktardı.
"Evet, yatağa atılacak bir tipe benziyor. Tek gecelik ilişkiler için mükemmel tip. Ah... onu arzuluyorum galiba." Dediğinde kafasını sağa sola salladı. Kendisi bu davranışları hiç onaylamıyordu. Yanında uçan mini perisi "Yani senin gözünde o eğlenilecek erkeklerden... ha!"
Kafasını gökyüzüne kaldırdı Yey. Yağmur damlaları yüzüne damlıyordu. Hemen karşısında camları siyah olan siyah bir araba durdu. Arka koltuğun siyah camı biraz aralandı. Yay kızımız kafasını aşağıya indirdi. Durakta ondan başka kimse yoktu. Belli ki uçan arabanın sahibi ona yol tarifi soracaktı. Sorun şuydu ki o da bu şehre yeni gelmişti. Bu yüzden ne yazık ki adama yardım edemeyecekti. Fakat Yey'in tahmin ettiği gibi olmadı. Çünkü görmüş olduğu kafa bir zamanlar Değnek Prensi olan şimdilerse kral olmuş Talu'ya aitti.
"Yey, bu sensin. Atlasana!" dediğinde Yey bunun emir olmadığını biliyordu. Bu yüzden nazikçe teklifi geri çevirmek için ağzını açtığında arka koltuğun kapısı açıldı. Yey... filmlerde olduğu gibi birazcık sohbet edip onu geri bırakacaklarını düşünerek arabaya bindi. Ama kapı arkasından kapanır kapanmaz harekete geçmişti.
O sırada Talu, Değnek Kraliçesi İnci'ye kendisinden bahsediyordu. "Hani sana bahsetmiştim ya bir zamanlar liderlik eğitimi veriyordum diye. Hah öğrencilerimden beri."
Yey, o sırada utanmış bir biçimde gülümsüyordu. Talu hemen resmi tanışma faslını başlattı. "Yey, bu da geçmiş zamanda kalbimi çalmış olan Kaptan İnci, şu an ki unvanıyla Değnek Kraliçesi İnci." Dediğinde Yey anlamayan ifadeyle bakıyordu. Her zaman prenses değil miydi yani? Demek ki bütün krallar... gerçi koç erkeklerinden ne bekliyordu ki? Koç burçları genelde kendi seçtikleri ile evlenirdi. Bir başkasının seçtiği ile değil, bir başkasının kendisini seçmesi sonucunda değil.
"Talu... Yani Kral Talu..." dediğinde Talu hemen sözünü kesti. "Resmi ifadeleri bırak Yey. İkimizde birilerinin bizimle normal bir şekilde konuşmasını özledik, değil mi İnci?" dediğinde İnci kafasını sallamıştı. Yey elini uzattı. "Ben de Yey." İnci kendisine doğru uzatılan elini sıcak bir şekilde tutmuştu.
Talu "E Yey, şimdi ne yapıyorsun? En son Tılsım Krallığına kaçmıştın." Dediğinde Yey "Hayır, kaçmadım. Sadece kendimle kalmaya ihtiyacım vardı. Yolumu bulmaya..."
"Yani yolun Kılıç Krallığı üzerinde miymiş?"
Yey o sırada kucağında duran ellerine baktı. Öyle umut ediyordu. "Umarım." Şeklinde cevap verdi. Sonra da kafasını kaldırıp "Peki sizi nasıl tanıştınız?" diye sorduğunda Talu o uzun hikâyeyi anlattı Yey'e. Konuşmaların bazı yerlerinde İnci de katılıyordu. Bazı yerlerde kahkaha atılıyordu. Yanlış anlaşılmalar şimdi çözülüyordu aralarında. Değnek Kralının, İnci'ye yaşatmış olduğu kısımlarda ise Yey elini yumruk yapıp sıkmıştı. "Bu korkunç. Eğer eski Değnek Kralı olmasaydı ona gününü gösterirdim." Dediğinde Talu gülerek "Merak etme! O işi Köpük halletti. Haberlerde görmüşsündür zaten." Dediğinde Yey'in aklına oğlak kızını tanışmak için odasına girdiklerinde bilgisayarında gördüğü sessiz haber aklında canlandı.
"Köpük ne yapıyor?" diye sorduğunda Talu "Şu an Baltafa ile düğün hazırlıkları için uğraşıyor." Dediğinde Yey göz bebeklerini irileştirmişti. "Onlar evleniyor mu? İyi, ama Köpük bir deniz kızı değil mi? Nasıl olacak?" diye sorduğunda bu soruya bu sefer İnci cevap verdi.
"Kupa Kraliçesinin foyaları ortaya çıkınca Köpük'e bacaklarını geri vermek zorunda kaldı. Kraliçe olmasaydı ek olarak otuz yıllık hapis cezası alırdı ama onun yerine Değnek Krallığına girme yasağı aldı. Böylece asla karşılaşmayacaklar. Değnek Kralına gelince onu da kutuplarda bulunan soğuk saraya hapsettiler. Artık bize kimse acı çektiremeyecek ve dört krallık da huzurlu bir şekilde olacak." Dedi ve gülümsedi.
"Anlıyorum. Sizin adınıza sevindim." Dedi ve "Ben artık ineyim. Iı... yemek saatini kaçırmamam lazım da." Ekledikten sonra mahcup bir şekilde gülümsedi.
Talu "Tabi nereye gidiyorsun? Biz seni bırakalım." Dediğinde yay kızımız "Hayır, ben kendim gide..." karşı çıkmaya çalıştı fakat araya İnci girerek "Bu yağmurlu hava da asla bırakmayız. Seni biz götüreceğiz, tamam mı?" dediğinde Yey ağzını açtı fakat yeni değnek kraliçesi, kralın biricik dostunun konuşmasına izin vermedi. "Bu bir emirdir." Deyince Yey'in söylediği tek şey "Teşekkür ederim." Oldu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro