3 Aralık Özel
*Merhabalar!
*3 Aralık'a özel bölümümüzle geldim.
*Bugün itibariyle Yağmurun Nefesi 2 yaşında!
*Birinci yılımızda sınav dönemindeydim ve özel bir şeyler yapamadım.
Ama bugünü fırsat bildim ve ne zamandır aklımda olan şeyi bugün yayınlama kararı aldım.
*Bu kitaba başlarken yanımda olan o iki isim, şu an yanımda değil. İkisiyle de dostluğum kötü bitti, ama emeklerini hiçe sayacak değilim. Buradan ikisine de teşekkür ediyorum, bu kitaba etkileşim vererek büyümesine yardımcı olan en başta ikisiydi çünkü.
*Umarım bu sürprizim hoşunuza gider, desteğiniz için hepinize minnettarım.
*Hadi buraya hepimiz YN için birer 🩸,🍁,❄️,🌺 emojileri bırakalım! Gerçek YN okurları, her birinin kimi temsil ettiğini bilirler ;)
*Akıştaki bir detayla ilgili ufak bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Eda, Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi için (özel bölümden hariç, kitapta şu an 2021 Nisan'dayız) iki sene sınava hazırlandı ama Boğaziçi'nde Hukuk geçen sene (Gerçekte- Şubat 2021'de) açılmış OWBDOWHDKWBSOABSJHA Bilmiyormuş gibi ve hukuk sanki orda daha önce de varmış gibi davranıyoruz, şşştt 🤫
*İyi okumalar dilerim 🩸
"Vezir ve Şah"
***
Tom Odell - Another Love
Gazapizm, Cem Adrian - Kalbim Çukurda
Tomme Profitt, Sam Tinnesz - Glass Heart
***
ARAF
Uzun süre tuttuğumdan olsa gerek, ellerim terlemişti ve parmaklarımın arasındaki pilot kalem kayıyordu. Yine de odağımı önümdeki kağıttan ayırmıyordum.
Pilot kalemin mavi mürekkebi, her el hareketimde bir şekil çizerek beyaz kağıtta dağılıyordu. Her kalem darbesi, resmi daha da belirginleştiriyordu.
Badem gözler, gözlerime mühürlüydü. Anca bu şekilde bakabilirdim onun gözlerinin en içine. Çünkü benden korkardı, hatta benden nefret ederdi.
O o kadar mükemmeldi ki... O kadar iyilerine layıktı ki... Ah, ne saçmalıyordum ki? Sanki bana dönüp de bakma ihtimali vardı! Yine kendi kendime gelin güvey oluyordum!
Normal bir tanışmamız olmayacaktı, normal bir adam yüzüne bakmayacaktı.
Dişlerimi birbirine bastırdım. Ah, baba! Neden böyle olmak zorundaydı ki? Hiçbir fikrimi, tavsiyemi dinlememişti. Her şey onun istediği gibi olmak zorundaydı! Ben onun piyonuydum ve o ne isterse onu yapmak zorundaydım.
Benim iradem yoktu, irade hakkım da yoktu.
Dışardan bakan birisi, şirketini biricik oğluna teslim etmiş iyi bir baba ve aile şirketini yöneten başarılı bir genç görürdü. İmrenirdi belki, ne kadar da şanslı derdi!
Neden öyle değildi ki?
Gözlerimin yanmaya başladığını hissettiğimde kalemi masaya vurarak bıraktım ve ayağa kalkıp pencereye doğru ilerledim.
Pencerenin kulpunu çevirip ittirdiğimde pencere kırk beş, belki de elli derecelik açıyla dışarı doğru açıldı. Yağmurla karışık beton ve toprak kokusu direkt içeriyi sardı ve ciğerlerime doldu. Hava soğuyordu, soğumuştu. Daha da soğuyacaktı.
Korkuyordum. Korkuyordum çünkü işlemediğim bir cinayeti işlemişim gibi gösterecektim.
Korkuyordum. Korkuyordum çünkü herkes bana korkuyla, canavarmışım gibi bakacaktı.
Korkuyordum, çünkü o da orada olacaktı.
Korkulu bakışlara alışkındım, çocukluğumdan beridir yüzüm yüzünden benden hep korkmuşlardı zaten. Ama onun korkması beni bitirirdi.
Maskeyi ölsem bile çıkartmayacaktım. Evet evet, böyle yapacaktım. Asla.
Kapı çalındı. "Gel!" Dediğimde açıldı ve topuk sesi duydum.
"Araf Bey. Babanız Asaf Bey sizi çağırıyor." Yutkundum ve sesimi düz tutmaya çalıştım. Dışarıdan ne kadar olgun, dik ve güçlü görünüyorsam da; içimden bir o kadar harabe ve çocuktum.
"Tamam, Deniz. Sen git." Kapı kapandı ve sessizlik yeniden odada hâkim olan tek şey oldu.
Elim cebimdeki telefonuma gitti. Parmak izimi okutarak açtım. Ana ekranda o vardı. Babamın uzaktan çektirdiği fotoğraflardan birinin fotoğrafını telefonumla gizlice çekmiştim ve ana ekranıma koymuştum. Gülüyordu. Yanındaki kız Açelya'ydı. Hiç bilmediği babasının onun yanına daha bebekken yerleştirdiği küçük ajan. Evrim Hanım buna razı gelmişti, çünkü Oğuz Karaslan'ın hiçbir art niyeti olmadığını biliyordu.
Gerçi babamın da yoktu. Ondan neden hiç hoşlanmıyor, bilmiyorum. Sadece onu tanımak isteyen dayısıydı.
Gerçi önümüzde kanlı bir oyun vardı. Bu yüzden istemiyor ve sevmiyor da olabilirdi. Sonuçta Karaslan'lar, Arslan ailesine babam kadar hiç yaklaşmamıştı.
Saat ve tarihe baktım.
11:36.
14 Kasım Cumartesi.
Yarın Pazar'dı ve resmi tatildi. Babamla ikimizin de ortalıkta olmaması dikkat çekmeyecekti. Pazartesi'den sonrası için de babam birkaç plan kurmuştu. Şehir dışındaki bir toplantıya gittiğimiz gözükecekti, fakat toplantıya giren asıl kişi sağlam bir çalışanımız olacaktı. Biz de o sırada...
Neyse.
Onu görecek oluşuma inanamıyordum.
Ama bir yandan da görmek istemiyordum. Çünkü onu gördüğüm ilk an, bana dehşetle bakan gözleri olacaktı.
Telefonumu tekrardan cebime yerleştirip odamdan çıktım ve yandaki çift kapaklı kapıya ilerledim. Babam oradaydı. Önce kapıyı çaldım. Bu kapıya her geldiğimde kalbim boğazımda atıyordu. Korkacak hiçbir durumun olmadığı anlarda bile çok korkuyordum. Babamdan korkuyordum. Aslında ondan herkes korkmalıydı. Onun dışında. Çünkü babam onu çok seviyordu.
O.
Eda.
Elektrik çarpması gibi bir hisle irkildim. Bir an duraksadım. Kimsenin görüp görmediğini kontrol etmek için dönüp arkama baktım. Herkes kendi işindeydi. Zaten bu katta çok bi' çalışan da olmazdı. Sessiz kattı burası. En sessiz.
Eda.
Yutkunamadım. Kalbimin göğüs kafesime her vuruşu bir savaş ihtarı gibiydi. Avucum yumruk haline geldi ve sıktım. Parmak boğumlarım beyazlamış olmalıydı, çünkü bu his rahatsız ediyordu. Ölecek gibiydin ama ölmüyordun, yaşayacak gibiydin ama yaşayamıyordun. O araftı. Eda araftı, ne ölüm ne de yaşam.
Adımın Araf olduğunu hatırladığımda belli belirsiz gülümsedim. Değişik bir tesadüftü sanki.
Yağmur Araf Pakgör'dü benim adım. Yağmur adını babam, Araf adını annem koymuştu.
Yağmur unisex bir isimdi aslında. Halam Yağmur Pakgör'ün kanser hastası olması, babamı tetikleyen şey olmuştu. Kardeşinin adını bana koymak istemişti. Halamın bunu istemediğini söylemişti annem ölmeden iki gün önce. Ama babam inat edince kabullenmek zorunda kalmıştı. İsimlerin, sahiplerinin kaderini taşıdığına inanırmış halam. Kendi kaderini, ismi aracılığıyla bana yaşatmaktan korkmuş.
Babamın sesini duyuşumla kapıyı açıp içeri girdim. Solunum maskesi boynunda bir kolye gibi asılı duruyordu. Ara ara tutup nefes alıp geri bırakıyordu. Nefes almak için bile bir tüpe muhtaç olmasına rağmen sanki hiçbir sağlık problemi yokmuş gibi sağlam ve dinç görünüyordu. Hızlı hızlı birkaç sayfa ve dosya kontrol ediyordu. Göz ucuyla bana bakıp yeniden önündekilere döndü. Arkamdan kapıyı kapatıp yanına doğru ilerledim ve önündeki koltuğa oturdum.
"Kötü görünüyorsun." Dedim mesafeli bir şekilde.
"Merak etme henüz ölmüyorum." Dedi alayla. "Senin de beklediğin bu gerçi."
"Öyle bir beklentim yok. Kuruntu yapıyorsun." Dedim homurdanarak.
"Olamaz zaten." Dedi çenesini dikleştirirken.
Sıkılmış bir nefes verdim. "Beni neden çağırdın, baba?"
"İki günümüz kaldı, Yağmur. Ne boklar yiyorsun? Hiçbir şeyin ucundan tutmuyorsun, anca oturup resim çiziyorsun!" Elini masaya vurdu ve gür bir ses çıktı. "Ben seni bunun için mi yetiştirdim!? Saçma sapan kağıt karala diye mi!?" Parmağını bana doğrulttu. Gözleri ateş püskürtüyordu. "Sana o kadar eğitimi boşu boşuna verdirmedim ben. Benim paramı ve emeğimi boşa çıkartırsan bedelini ödersin! Herkesin bir varoluş amacı vardır! Senin varoluş amacın da benim dediklerimi yapmak!"
Ah, evet. Odamda bir de babamın kamerası vardı.
"Dünyada binlerce kız varken gidip de kendi kuzenine aşık oldun, geri zekalı oğlum! Gözünün önünde senin için ölmeye razı o kadar kız varken sen kuzeninle ne bok yemenin hayalini kuruyorsun!?"
Sözleri direkt yüreğimi hedef alırken hiç etkilenmemiş gibi baktım. "Seçil'den mi bahsediyorsun?"
"Seçil veya başka biri! Fark eder mi!?"
"Eder. Çünkü Seçil, sizin kararınızla ölecek zaten. Hem de iki gün sonra!"
"Ölmek zorunda. Ortada ihanet var."
"Peki neden bunu o bahsettiğin kıymetli yeğenine yaptırıyorsun!?"
"Çünkü Eda tarafsız! Taraf seçse bile tarafsız olmaya devam edecek. Hem Pakgör, hem Karaslan kanı taşıyor! Bu sıfatta biri başkası olsaydı ona yaptırılırdı."
"Onu kandırıyorsunuz, değil mi?" Dedim kaşlarımı çatarak. "Tek amacınız, onu taraf seçtiğine inandırarak bilmediği gücünü sömürmek. Leş kargaları gibisiniz."
Hızla ayağa kalktığında sandalyesi gürültüyle dönerek geriye doğru gitti ve arkasındaki dolaba çarptı. Solunum takımının kablosu boynunda asılı olduğu için doğrulamadı, tekrar eğilmek zorunda kaldı. Boynundaki solunum maskesinin kablosunu çıkarıp fırlattı ve yanıma gelip yakama yapıştı. Nefes alış verişim hızlanmıştı, korkuyordum ama belli etmek istemiyordum.
"Eğer senin bu saçma sapan hastalıklı hislerin benim önüme taş koymaya kalkarsa kendi oğlumu yok etmekten çekinmem! Duydun mu beni?"
Kaşlarım çatıldı.
"Ona ne yapacaksın, baba?" Bir an duraksadı, sonrasında burnundan soluyarak yakamı bıraktı ve çekildi. "Hiçbir halt yapacağım yok! Herhangi bir şeyden bahsettim! Kanlı bir oyun bu! Önümüze ne çıkacağı ve ne yapmak zorunda kalacağımız meçhul!"
"Eda'nın kılına zarar gelirse sen de unutma, baba. Kendi babamı yok etmekten çekinmem." Babam gülmeye başladı.
"Ben ölünce tüm gücüme sahip olacak olan kişinin sen olacağını mı sanıyorsun? Sana ben ölünce bile rahat yüzü yok, oğlum. Sen bir piyon olarak ölmeye mahkumsun. Neden, biliyor musun? Ben olmasam sen şu kapıdan dışarı adım bile atamazsın!"
Gururum ayaklar altında eziliyordu, dişlerimi sıktım. "Beni bu hâle getiren kim peki?"
Gerindi. "Benim." Dedi. Gurur duyuyordu kendisiyle. Yumruklarım sıkılıydı, bedenim kaskatıydı. Ağlamak istemiyordum, ama benim suçum neydi? Neyin acısını çıkartıyordu benden?
"Keşke o yangında annemle beraber ben de ölseydim." Dedim. Sesimin titrememesi için kendimi sıkıyordum. "Çünkü sen yalnızlığa mahkum olması gereken bir insansın, baba. Ama şükrediyorum, en azından Eda'yı seviyorsun."
Babam odanın ortasında durdu ve ellerini kalçasının iki yanına koyup tehditkâr bir ifadeyle bana baktı. "Eğer onun yanında da benimle böyle konuşursan..."
"Ne yaparsın?" Dedim kaşlarımı kaldırarak. Her şeye rağmen meydan okumaktan geri duramıyordum. Sonunda paşa paşa dediğini yapacağımı bilsem de...
"Eda'yı bir daha göremezsin."
Tüm kaslarım bir anda gevşedi ve afalladım. Babama bakakaldım. "Nasıl? Nasıl göremem?"
"Eda'nın varlığıyla yokluğu bir olur. Ölse bile haberin olmaz, öyle bir yokluktan bahsediyorum. İnan bana, bunun için yeterli gücüm var. Ve tek damla göz yaşına da kanmam."
Köşeye sıkışmış gibi hissetmeden edemedim. Dişlerimi birbirine kenetledim, gözlerim yeniden yanmaya başladı. Babamın karşısında küçük bir oğlan çocuğu gibiydim her zaman. Hiç büyüyememiştim.
"Bana bunu neden yapıyorsun, baba?"
"Sen Gülşah'la hayalimizdin. Gülşah artık yok. Hayallerin de canı cehenneme."
Annem olmadıkça benim bir kıymetim hiçbir zaman olmayacaktı... Hiçbir zaman sevmeyecekti.
Hiçbir zaman sevilmeyecektim.
Gülümsedim. "Tamam. Çıkabilir miyim artık?"
"Kuzey Berat'la iletişime geç. İstenen isimlerin tamamını gönderdiğinden emin ol. Sonrasında onlarla iletişime geç ve bir şekilde kandırıp 16 Kasım'da sana verdiğim adrese gelmesini sağla. Adamları ve sistemleri ben hallederim. Sabah sekizde de yanıma gel. Şimdi çıkabilirsin." Hiçbir şey söylemeden bir asker gibi kabullenip odadan ayrıldım. Kendi odama geçene kadar düz ve keskin olan ifademi hiç bozmadım. Kendi odama geçsem ne fayda? Orada da izliyordu beni.
Odama gitmekten vazgeçip bu kattaki lavaboya girdim. Boş bir kabine girip kapıyı kilitledim ve sırtımı yaslayıp gözlerimi yumdum.
Elmas bir kafes böyle oluyordu sanırım.
Herkesin yanında iyi baba oğul rolleri, ama baş başa kalınca...
Tuvalet kabinleri benim yalnızlığımı paylaşabildiğim tek yerdi. Çünkü odamda da, dairemde de kameralar vardı. Babamın esiriydim, ondan habersiz tuvalete bile gidemiyordum.
Tuvalette şu an kimsenin olmadığını bilmenin rahatlığıyla ekranımı açtım ve Eda'nın resmine baktım. Çok güzel gülüyordu, su gibi.
"Bir gün bana da böyle güler misin acaba?" Dedim ama sesim öylesine güçsüz çıktı ki, babam duysa beni hemen burada öldürürdü.
Büyük ihtimalle şu an odasında soru çözmekten kafa patlatıyordu.
Benim sınav senemde babam özel hocalar tutarak nefes aldırmadan sınava hazırlandırmıştı. Tercih listemde ise Pakgör Holding'in anlaşmalı olduğu üniversite haricinde hiçbir üniversite yoktu. Bölümler ise sadece holdingde yapabileceğim işlerle alakalıydı. İşletme, halkla ilişkiler, finans, tasarım, endüstri... Tam burslu işletme kazanmıştım, varisi olduğum holdingin tam bursuyla okumuştum. Gerçi ödeyen yine babam olduğu için tam burslu olmasının hiçbir anlamı da kalmamıştı.
İlk sene okumuştum, ikinci senemde ise bu kanlı oyun başlayacağı için dondurmuştum. Belki sonra devam edebilirdim, umarım devam edebilirdin.
Eda ise Boğaziçi hukuk için ikinci kez sınava hazırlanmayı göze almıştı. Ve biz bunu mahvedecektik. Hayallerini elinden alacaktık ve bizzat buna aracı olacaktım.
Yumruğumu kabin duvarına geçirdiğimde içe doğru çatlaklar ve kırıklar oluştu. Elimin üst kısmında derin bir sızlama ve acı vardı ama umursamadım.
İstemsizce iç çekerken ağlamaya başladığımı yeni fark ediyordum. Maskemi çıkarıp kenara fırlattım. Klozetin kapağını kapatıp üstüne oturdum ve dirseklerimi dizlerime koyup kafamı ellerimin arasına hapsettim. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp kısa sakallarıma karışırken ses çıkarmamaya çalışıyordum.
Beni bunu yapmak zorunda bıraktığı için babamı hiçbir zaman affetmeyecektim.
Eda beni hiç tanımıyordu, ama ona ne kadar ihtiyaç duyduğumu bilse, onun için yabancı olan bir adama sarılır mıydı? İyilik olsun diye sadece. Sevmese de olur.
Bir süre sessizce ağlayıp kendimi rahatlattıktan sonra kimse olmadığından emin olup kabinden çıktım. Yüzümü soğuk suyla yıkayıp otomattan kağıt havlu aldım. Yüzümü kuruladıktan sonra temizlemiş olduğum maskemi yüzüme taktım. Kimse ağladığımı anlayamazdı.
Odama geçtiğimde kupada sıcak çay istedim. Çayım geldikten sonra içip boğazımı yumuşattım. Sesimin düzeldiğine emin olduktan sonra Kuzey lavuğunu aradım.
"Alo?" Sorgulayıcı kalın ses, Kuzey'e ait değildi. Onu aradığıma emindim. Kaşlarım çatıldı. "Pardon, kimsiniz?" Dedim. "Kuzey'i aramıştım."
"Ben Kartal. Arnaldo Berat da denebilir. Neden aradın Kuzey'i?" Arnaldo Berat. Kuzey'in kuzeni. Göz devirdim. Lavuktan kaçarken lavuğun hasına tutuluyordum. "Bir hesabımız vardı. Muhatabım sen değilsin." Dedim koltuğumda geriye yaslanırken.
"Kuzey şu an nezarethanede. Polislerin, yeraltı meselelerini konuşmanıza izin verecek kadar misafirperver olduğunu hiç sanmıyorum." Kahkaha attım. "Düştü mü sonunda mapus damlarına?"
"Komik mi, hıyar herif?" Dedi sinirlenerek. Görmese de omuz silktim. "Valla bence komik. Layığını bulmuş, kalsın orada."
"Valla kaşınıyor." Diye homurdandığını duydum. Alay ederek "Kaşınıyorum, gel de kaşı." Dedim.
Kafamda o kadının hığaağaa diye bağıran sesi yankılandı.
"Hasta mısın oğlum sen? Siktir git belanı arama."
"İstesem de siktir olamam." Dedim göz devirerek. "Git Kuzey'le konuşuyor musun ne yapıyorsun. Onun göndermesi gereken dosyayı sen gönder. Acil olmasa fare suratına ihtiyaç duymazdım."
"Dikkat et o fare seni zehirlemesin."
Kaşlarım çatıldı. "Lan o tam tersi!"
"Amına koyayım biri bitiyor bini başlıyor siktiğimin sokuk sektöründe!"
Sırıtarak "Hadi yakışıklı, seni bekliyorum." Dedim. Bunları gıcık etmek benim için büyük bir keyifti. Sürekli sıçmık Kuzey'in dalga geçmelerine katlanıyordum ama bu sefer dalga geçen bendim ve zevkliydi.
"Kapat lan sikik! Arayacağım seni." Dedi ve kapattı.
Demek ki bahsedilen sikik kendisiydi.
Başımı iki yana sallayarak güldüm ve telefonu kulağımdan ayırdım.
Başka bir numarayı tuşlayıp kulağıma götürdüm.
"Alo. Melisa merhaba, ben Araf Pakgör. Asaf Pakgör'ün oğlu."
İnce ve nazik sesi geldi "Ah, evet tanıdım. Buyurun, Araf Bey? Ciddi bir durum yoktur umarım?" Espri olsun diye sizli bizli konuşmuştu. Güldüm.
Melisa, şirket avukatımız Pekin Bey'in çalıştığı Hukuk Bürosunda çalışan avukatlardan birisiydi. Kendisiyle zamanında tanışıklığımız olmuştu ve güvenilir biriydi.
"Aslında var. Senden bir ricam olacaktı."
"Nasıl bir rica?"
"Bir arkadaşımın başı belaya girmiş, şu an nezarethanede. Onun avukatlığını yapıp onu oradan çıkarmanızı istiyorum." Kısa bir sessizlik oldu. "Sen benim için değerli bir isimsin, Araf. Tabi yardım ederim."
"Gereken ödemeyi ben yapacağım. Onlar yapmak isterse selamımı iletmen yeterli." Dedim gülümseyerek. Kuzey'e yaptığım her türlü itlik serserilik hoşuma gidiyordu.
"Tamamdır. Sen bana bazı bilgileri gönder, gerisini bana bırak."
"Tamamdır, teşekkür ederim."
"Rica ederim ne demek?"
Telefonu kapattık. Kuzey'in bilinen kişisel bilgilerini gönderdim ve gerisini ona bıraktım. Melisa'nın işini hakkıyla yapacağından şüphem yoktu.
❄️
Alarmımın rahatsız edici sesiyle kaşlarımı çattım. Kolumu uzatıp komodindeki telefonuma ulaştım. Yerini ezbere bildiğim kapatma kısmına dokunup kaydırdım ve alarm kapandı. Sırtüstü dönerek bir süre bekledim. Sonrasında gözlerimi yavaşça araladım.
Beyaz tavan, bugün gördüğüm ilk şey olmuştu.
Her zamanki gibi yalnızdım ve ev de sessizdi. Bu benim için anormal bir durum değildi. Holding'deki rezidansımda kalıyordum ben hep. Babam da işlerine çok düşkün olduğu için çoğunlukla komşu dairemdeydi. Nadiren büyük evimize giderdi.
Yataktan kalkıp odadan çıktım ve banyoya girdim. Tuvalet ihtiyacımın ardından elimi yüzümü yıkayıp aynada kendime baktım. Üstümdeki siyah tişörtün yakası ıslanmıştı. Yüzümdeki korkutucu yanık yarasını her gün aynada görmeye alışkındım ama Eda alışkın olmayacaktı. O hep korkacaktı.
Kabullenmenin acısıyla gözlerimi yumdum ve ızdırabımı yüreğime gömdüm.
Elimin ve yüzümün ıslaklığını havluyla kurulayıp mutfağa girdim. Yumurta haşladım ve kendime tek kişilik bir kahvaltı tabağı hazırladım. Çayımı da alıp yemek masasına geçtim. Sessiz kahvaltının ardından yatak odama geçtim.
Bugün 15 Kasım'dı. O büyük gün yarındı. Eda beni yarın görecekti, yarın nefret edecekti.
Siyah pantolon üstüne beyaz boğazlı kazak giydim. Kazak inceydi, terletmez ya da üşütmezdi. Baharlıktı. Saçlarımı tarayıp kızarmış duran gözlerime göz damlası döktüm. Beyaz montumu üzerime geçirip telefon, cüzdan, araba anahtarı ve sigara paketini ceplerime koydum. Saat yedi elli sekizdi. Babamın kapısına gitmek için iki dakikam vardı.
Ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Ev anahtarını cebime koyup babamın dairesine doğru ilerledim. Bir dakika kala zile bastım. Derin bir nefes verdim, yetişmiştim.
Kapı açıldı ve genç kadın beni karşıladı. "Hoş geldiniz, Araf Bey."
Başımı sallayıp içeri girdim ve salona geçtim. Babam ve Seçil, kahvaltı masasında karşılıklı kahvaltı yapıyordu.
Seçil'in gözleri, beni gördüğü an ışıldamıştı. Bu ışıltı her seferinde beni rahatsız etmişti. Eda'ya ihanet ediyormuşum gibi hissetmiştim. Benden uzak durmuyordu bir türlü. Eda'ya aşık olduğumu bildiği hâlde.
Korkup kaçsın diye yüzümü bile göstermiştim ama daha da bağlanmıştı. Resmen yakama yapışmıştı.
Kız kıza eğlenmeye gittiklerinde bir gölgede saklanıp hep Eda'yı izlerdim. Seçil her seferinde beni fark ederdi ve her seferinde de kalbi kırılırdı ama yine de vazgeçmezdi. Aptaldı. Kendi canını kendisi yakıyordu.
"Günaydın." Dedi neşeyle. Sarı uzun saçlarını balık sırtı örmüştü. Üstünde ince askılı bir bluz ve bol, örme hırka vardı.
"Günaydın." Dedim mesafeli bir şekilde. Babamın sağına oturdum. "Aç değilim, çay alayım sadece."
"Çay yok." Dedi babam. "Filtre kahve getir, Müzeyyen. Bilinci açılsın da beynine kan gitsin biraz."
Filtre kahveden nefret ederdim. O da bunu bilirdi. Yine de hep zorla içirirdi. Güya beni ayık tutuyordu.
Kısa sürenin ardından zift gibi filtre kahve, önümdeki yerini almıştı. Kusmaktan korkuyordum. Bunu yaparsam babam çok kızacaktı.
Seçil endişeyle bakıyordu bana. O da biliyordu nefret ettiğimi. "Asaf amca, bence bu seferlik çay içsin. Büyük günden önceki son rahat günü sonuçta. Değil mi? Bu seferlik onun istediği gibi olsa?" Yine beni kurtarmaya çalışıyordu.
"Aşılamaz kurallar var, Seçil!" Dedi babam sertçe. "Araf çay içemez, yasak!"
"Ama neden? Bunu anlayamıyorum. Eda da çayı çok sever. Yağmur teyze de çok severdi." Babam masaya yumruğunu vurunca Seçil irkildi. Bense alışkındım.
"Anma onun adını!" Evet, kardeşinden bahsediyordu. Öz ve ikiz kardeşinden.
Belki de halam çok sevdiği için benim de sevmem babama batıyordu. Halamdan nasıl nefret ettiyse, onu hatırlatan hiçbir şeye katlanamıyordu.
Bana döndü. "Ne zıkkımlanıyorsan zıkkımlan sen de! Sonra da odama gel!" Dedi ve salondan çıkıp çalışma odasına geçti. Kapının çarpma sesi geldiğinde birkaç saniye sessizlik oldu. Önüme bir anda çay konduğunda şaşkınlıkla kafamı kaldırdım. Müzeyyen abla bana gülümsedi ve mutfağa gitti.
Seçil, önümde duran kahve fincanını aldı ve bir anda kafasına dikti. Gözlerim büyüdü. "Ne yapıyorsun be?" Dedim afallayarak. Yüzünü buruşturarak boş bardağı tekrar önüme koydu. "Bardağı bitirmen istendi, ben de senin yerine bitirdim. Iyy, bu şeyi nasıl seviyorlar anlamıyorum. Katran içmiş gibiyim."
"Deli misin sen? Sevmiyorsan niye içiyorsun?"
"Sen içemiyorsun diye." Dedi omuz silkerek.
Çaya bir kaşık şeker ekledim. "Manyaksın, amına koyayım." Diye homurdandım ağzımın içinde. Ama yine de duymuştu. Burukça gülümsedi. "Sen Eda için yapmaz mıydın?" Ona baktım. "Ben Eda için ölürüm bile, bu çok basit bir şey. Bir tutma."
"Asıl manyak sensin, amına koyayım." Diyerek misilleme yaptı.
Masada sessizlik hâkim oldu yeniden. Çayımı yudumlarken kendimi şanslı hissettim.
"Bir şey merak ediyorum..." Dedi. "Birini hiç tanımadan, hiç görmeden nasıl bu kadar sevebilirsin?"
"Aşkta mantık arıyorsan aşık değilsindir ve ne olduğunu da bilmiyorsundur." Dedim ona dik dik bakarak. Gülümsedi. "Sana aşık olmadığımı mı ima ediyorsun?
"Evet. Takıntılısın."
"Beni tanısan böyle demezdin."
"Seni tanımak istemiyorum."
Bana kırgınlıkla baktı ama çok da takılmadım. Her seferinde ona uzaklaşmasını söylüyordum ve her seferinde yine dibimde bitiyordu. Kırılması artık benim suçum değildi.
"Seçil, şu konuda bir anlaşalım: Ben Eda'yı seviyorum. Senin en yakın arkadaşını hani? Ve ne olursa olsun bu işin sonunda onunla olacağımı bilmene rağmen hâlâ diretiyor olman önce kendine, sonra arkadaşına, sonra da bana saygısızlık. Seni sevmiyorum ve hiçbir zaman da sevmeyeceğim! Hiçbir zaman! Anla şunu artık!"
"Anladım zaten." Dedi. "Ben artık senden sevgi dilenmiyorum. Sadece yakınında olmak istiyorum. Bunu bari çok görme bana. Özlüyorum ben seni."
"Özleme." Dedim. "Neyi özlüyorsun? Kırılmayı mı? Benim yakınımda olmak sana zarar veriyor işte, niye kendine bunu yapıyorsun?"
"Sen niye kendini sadece zarar sanıyorsun?" Dedi. Sesi sertleşmiş, kaşları çatılmıştı.
Çünkü öyleydim.
Hiçbir şey söylemedim. Çayımı içip kalktım ve babamın yanına gittim.
Dün söylediklerinin aynısını tekrarlamıştı. Akşama kadar babamın söyledikleriyle uğraşmıştım. Bugün yapılması gereken her şey bittiğinde sonunda beni azad etmişti. Ve ben de kendimi yine burada bulmuştum.
Işığı açıktı, perdesi kapalıydı. Yine ders çalışıyordu kesin.
Telefonumu çıkardım ve Açelya'yı aradım.
"Yine ne var?" Diyerek açtı. Göz devirdim. "Kıvırcık, Eda'yı bi' arasana. Nasılmış evde durum nasılmış, dersleri nasılmış... Falan filan işte öğren işte kızım."
"Niye sen söyledin diye bunu yapayım ki? Hem zaten daha bugün konuştum onunla, tekrar arayıp tekrar aynı şeyleri soramam."
"Söyle o zaman." Dedim. "O iyi mi?"
"İyi, Araf! Sürekli arayıp durma beni, benim de başımı yakacaksın! Yürü git lan!" Telefonu suratıma kapattı. Oflayarak telefonu tekrar cebime koyduğum sırada perdede bir gölge gördüm. Hızla karanlığa saklanıp pencereyi izlemeye başladım.
Eda, perdeyi çekti ve yüzü göründü.
Kalbim hızlı hızlı çarpıyordu.
Pencereyi açtı ve dışarı uzanıp derin nefesler aldı. Sıkılmış olmalıydı. Tam şu an onu aşağı çağırmayı ve sarılmayı o kadar isterdim ki...
"Seni seviyorum." Derdim. "Seni çok seviyorum. Seni hep çok sevdim. Sen beni sever misin peki?"
Sevmezdi. O o kadar mükemmeldi ki, benim gibi bir adama bakmazdı. Eskiden birlikte olduğu heriflerin yakışıklılığını hatırlayınca kaşlarım çatıldı. Çok şanslıydılar, ona sarılmışlardı.
Çok şanslıydılar, Eda onları sevmişti.
"Eda!" Furkan'ın sesi, sessiz sokakta kolayca duyulmuştu. Gece yarısıydı ve sokakta kimse yoktu.
"Yat artık, annem kızmaya başladı."
Eda arkasına dönüp baktı. "Ya abi daha deneme çözeceğim, beni bi' salın. Gidin yatın siz."
"Manyak sarı kız! Valla saklarım tüm kitaplarını, nah çalışırsın. Yat uyu."
Eda ofladı. Gülümsedim. Çok tatlıydı.
"Tamam yatacağım, git sen."
"He ben de inandım. Yattığını görmeden tek adım atmam."
Eda camı kapattı ve içeri girdi. Birkaç dakika sonra ışık kapanmıştı. Yine de burada beklemeye ve penceresini izlemeye devam ettim. Yaklaşık bir saat sonra ince bir ışık vurdu perdesine. Gülmemek için zor durdum. Tabiki uyumayacaktı.
Onun uykusuz gecelerini ve emeklerini çalacak olmaktan nefret ediyordum. Kaç kere babamı vazgeçirmey çalışmıştım, hatırlamıyordum. Sonuç değişmemişti.
Fısıltım, gecenin sessiz karanlığında kayboldu.
"Özür dilerim, nefesim."
❄️
"Evet böyle. Sistemlerin hepsi hazır, öyle değil mi?" Babam siyah maskelere direktif veriyor, bense bir kolona yaslanmış boş boş etrafı izliyordum.
"Zor bir gün senin için, ha?" Yanıma kadar gelmiş, benim gibi sırtını duvara yaslamış olan adama baktım. Açık kahverengi düz saçlarının tarzı ona hava katıyordu. Tam bir zengin piç tiplemesine sahipti.
"Siktir git, Cenk."
"Tamam, anlıyorum. Gerçekten de çok zor. Eda'yı göreceksin." Tüylerim ürperdi. Yutkunamadığımı hissettim. "Tamam anladık sus artık."
Sıkıntılı bir nefes verdi. "En sevdiğim doğum günüm (!)" Dedi keyifle alay ederek. "Aslında güzel bir şeye aracı olacağım için mutluyum. Tabi eğer sözünüzü tutup gerçekten de büyük suça sahip şerefsizleri öldürecekseniz?"
"Aksini ne zaman söyledik?" Dedim sinirlenerek. Zaten gergindim, bir de Cenk'i çekemezdim! "Yardımın için teşekkürler ama boş konuşmalarına katlanacağımı düşünmüyorsundur umarım? Üstelik böyle sikten bir günde!"
"Kalbim kırıldı." Dedi avucunu göğsüne bastırırken. Sonra güldü. "Tamam tamam sinirlenme. Rahatlatmaya çalışıyorum seni."
"Çok yardımcı oldun, amına koyayım." Diye homurdandım.
"Asaf abi seni böyle görmeden toparlan bence. O da gergin, sana sıçramasın."
Çarkına sıçtığımın hayatında hiçbir şeyim yolunda gitmiyordu. Her şey babamın lehineydi ve onun istediği gibi ilerliyordu.
Bu beni endişelendirmiyor değildi. Eda'nın hayatının tehlikeye girmesinden korkuyordum.
"Ben geldim!" Bu gece ölecek birisi için fazla neşeli olan Seçil, sahaya giriş yapmıştı.
"Hoş geldin, prenses!" Dedi Cenk ve kollarını açtı. Seçil, Cenk'e sarılırken gözlerini benden hiç ayırmadı. Onu kıskanmamı falan mı bekliyordu? Buna anca gülerdim.
"Sen yine geldin mi?" Dedim hoşnutsuzlukla.
"He geldim kör misin?" Dedi Seçil de dil çıkararak. Cenk gülerek ondan ayrıldı. "Açelya da gelecek mi?" Seçil yüzünü buruşturdu. "Aman, gelmesin! Onu gördüğüm gibi sinirlerim tavan yapıyor."
"Eda'yı kıskanıyorsun."
"Ne münasebet! Açelya'ya gıcık oluyorum."
"Hisleriniz karşılıklı." Dedim onu sinir etmek isteyerek. Göz devirdi. "Götümün kenarı."
"Aman Burak duymasın." Dedi Cenk. "Açelya'ya pek bi' düşkün."
"Ne zevksiz erkekler var ya..." Dedi Seçil dalgalı sarı saçlarını arkaya atarak.
"Bayıl bir de, Seçil."
"Sıkıldım sizden." Dedim oflayarak. "Gidiyorum ben. Peşimden geleni vururum."
"Bu da şimdiden girdi moda." Dedi Cenk.
Üst kata çıktım. İç balkonda asıl tesisat ayarlanıyordu. Boş odalardan birisine girdim ve kapıyı kapattım.
Hazır hissetmiyordum. Hiçbirini istemiyordum. Normal insanlar gibi Eda'nın karşısına çıkıp onunla olmak, devamında okulumu bitirip normal bir hayat yaşamak istiyordum.
Bir katil olmak istemiyordum. Onu katil yapmak istemiyordum.
Aşağıda bana ihtiyaç yoktu, zaten babam buradaydı. Bu yüzden akşam saatlerine kadar bana bulaşan olmamıştı. Saat yediye gelmişti. Aşağıdan akoru yapılan müziklerin sesleri geliyordu. Kapı açıldı ve babam içeri girdi. "Yağmur. Her şey hazır. Sen de hazırlan ve hazır bir şekilde bekle. Ne söyleyeceğini ve yapacağını biliyorsun, değil mi?"
"Biliyorum."
"Hiçbir hata istemiyorum. Yıllardır bu günü bekledik, sakın!" Başımı salladım. Omzuma eliyle birkaç kez vurdu. "Ben gidiyorum. Gerisi sana emanet." Ve sonra gitti. Sanki oğlu değil de adamıydım.
Karanlık odada ilerledim ve pencerenin önünde durup dışarı baktım. Kurbanlar çoktan gelmişti ve eğlence başlamıştı. Yarım saat kadar sonra gürültülü müzik sesi de evi sarmıştı.
Bir araba yaklaştı ve içinden o indi.
Duvara yasladığım elimin titrediğini hissettim. Nefes alış verişlerim hızlanmıştı ve kalbim yine acımasızca çarpmaya başlamıştı.
"Gelme! Kaç!" Diye bağırmak istedim. Ama bunu yapamazdım.
"Özür dilerim, sevgilim." Diye fısıldadığımda sesim titremişti. Yanan gözlerimi kapatıp bir süre sindirmeye çalışarak bekledim. Tekrar açtığımda Eda orada değildi.
❄️
Kapı sessizce açıldı ve siyah bir maske içeri girdi. "Maske, zamanı geldi." Ürperdim. "Tamam." Dedim.
Kız kimdi bilmiyordum. Babam ayarlamıştı. Yine babamın emriyle öldürülmüş ve bir panoya sabitlenmişti. Gerçekten vahşetti, fakat sesimi çıkaramadığım çok şeyden birisi de buydu.
Bu cinayeti ben üstlenecektim. Benim yaptığımı düşünecekti herkes. En başta da Eda.
Odadan çıkıp aşağı indim ve karanlık koridora girdim. Göz ucuyla baktığımda Cenk sahneye çıkıyordu. Sahnede bir pasta vardı. Pastadaki mumu üfledi ve çocuk gibi kendini alkışlamaya başladı.
Mal amına koyayım, dememek için zor duruyordum.
O anda ışıklar söndüğünde beklenen an gelmişti. Cenk hızla sahneden inip karanlığa karışarak kayboldu. Pasta yok edildi, pano sürüklenerek sahneye yerleştirildi ve ben de sahneye çıktım. Çıkan uğultuda kimse hiçbir sesi duymamıştı. Siyah maskeler her yanı sardı. Herkesin korktuğunu hissediyordum. En başta da Eda'nın...
Bunu yapacak olduğum için kendimden nefret ediyordum.
Bir kız çığlığı yankılandı.
Ayarlanan ışıklandırmaların hepsi bir anda yandı ve evi aydınlatan tek şey, ince ince yerleştirilmiş kırmızı ışıklar oldu.
B
eni ve arkamdaki cesedi gördükleri gibi çığlık çığlığa bağırmaya başladılar. En önde Seçil ve Eda vardı. Seçil'i görüyordum fakat Eda'ya hiç bakmamıştım. Hazır değildim, korkuyordum. Orada beni mahvedecek hisler görmekten korkuyordum.
"Hepinize merhabalar." Dedim. Mikrofonda cihaz vardı ve sesim robotik çıkıyordu.
"Güzel bir tanışma gecesi oldu." Diyerek başımı arkaya çevirdim ve cesede baktım.
Yarrak oldu, demek istedim ama bunu sesli dile getirmedim.
"Ben Kızıl Maske. Bu gece buradan kimse sağ çıkamaz."
İlk defa baktım ona.
Kızıl Maske ben değildim. Karşımda duran kadındı. Ama o kimliğini alana kadar adı bana emanet olacaktı.
Odağımı onun gözlerinden ayıramadım. Onun gözleri, kanlı canlı karşımdaydı. Gerçek değil gibiydi. O kadar güzel ve o kadar mükemmeldi ki... Gerçek olduğuna inanamıyordum.
Gözlerini benden ayırıp arkamdaki cesede çevirdiğinde yutkundum. İşte o korktuğum başıma geliyordu.
Ama gözlerinde korku yoktu. Çok sakin görünüyordu.
Tekrar bana baktı. Nefessiz kalıp öleceğim sandım. Avuçlarım terledi, göğsüm ağrıdı.
Etrafına bakmaya başladı ama ben ondan başka hiçbir şeye bakamadım. Mucize gibiydi. Gerçekten karşımdaydı!
Fazla sakin görünüyordu. Sanki her şeyi biliyordu ve bu anı bekliyordu. Ama öyle olmaması gerekiyordu. Öyle değildi. Neden böyleydi?
Yutkundu.
Kendinin de öleceğini düşünüyor olmalıydı.
Bir anda dönüp yine bana baktı. Bana işkence ettiğinin farkında değildi. Beni öldürdüğünün farkında değildi. Onu değil öldürmek, tam şu an onun için ölebileceğimin farkında değildi.
Bir anda hareketlendi ve sahneye yaklaştı. Merdivenlerden çıktı ve karşıma geçti. Onun her adımı, benim ölüme olan adımımdı. Gözleri elimdeki kanlı bıçağa kaydı. Sonra tekrar bana baktı. Neden bu kadar normal davranıyordu? Onu tetikleyecek sözleri henüz mırıldanmamıştım bile!
"Sen kimsin?" Dedi soğukkanlı bir şekilde.
Hayatını mahvedecek olan adam.
"Kızıl Maske." Dedim duygularımı belli etmeyecek kadar düz bir sesle. "Az önce duydun diye hatırlıyorum?" Elimi kaldırıp bıçağın kanlı ucunu, tulumunun yakasında usulca gezdirdim. Özellikle ona zarar vermemeye dikkat ettim. Kan lekesi ona bulaştı.
Kırmızı zaten onun rengiydi. Kendisi istemese de bu böyle olacaktı.
Aslında ne kadar da benziyorduk... İkimiz de istemeden bir şeylere zorlanıyorduk.
Başını sallayarak saçlarını arkaya attı. Bileğimi tuttuğunda yandım. Kavruldum. Kül oldum.
Sanki hemen şimdi kalp krizi geçirecektim. Nefesimi tuttum.
"Gīzé?" Dedi. Zaman.
O zaman tam şu andı.
Bu kelimeyi de anlamını da bilmiyordu. Neden söylediğini bile bilmiyordu. Bu da babamın oyunuydu.
Çok güçsüz hissettim bir an. "Gīzé." Burukça gülümsedim. Acıyla gülümsedim, o bunu görmedi ama sanki hissetmiş gibi ürperdi.
Şimşek çaktı, elektrik gidip geldi, ev bir anlığına aydınlanıp onu tamamen görünür yaptı ve sonra sonsuz bir karanlığa gömüldü. Kırmızı ışık var olmaya devam etti.
Gözlerimiz öyle kenetliydi ki... Sanki birimiz başını çevirse diğeri ölecekti.
Eğer böyle olacak olsaydı, ölene kadar başımı ondan çevirmezdim.
Öyle de oldu. Başını çeviren ilk o oldu. Tekrar ve tekrar cesede baktı. Yine.
Işıklar, düşük voltajla açıldı ve ortam loş bir şekilde aydınlandı. Biz birbirmize hapsolmuş gibi bakarken herkes her şeyi toplamış, sanki hiçbir şey olmamış gibi salon temiz hâle gelmişti.
Etrafa baktı, sonra bana baktı, sonrasında cesede baktı, sonra yine etrafa baktı. Şaşkın görünüyordu.
İki siyah maske, Seçil'i iki kolundan tutmuş, diz çöktürmüştü. Oraya bakamadım. Bu kadarını da yapamazdım. Seçil'den nefret etmiyordum, onu bir insan olarak seviyordum. Ama samimi davranamıyordum, çünkü umutlanıyordu. Şimdiyse onun ölümünü izleyecek değildim.
Eda'nın derin derin nefes alıp verdiğini gördüm. Yüzünde hiçbir duygu olmasa da korkusunu hissedebiliyordum ve bu dünyanın en sikten hissiydi.
Seçil, öleceğini anlamıştı. O, planın bu şekilde olduğunu bilmiyordu. Can havliyle kurtulmaya ve bağırmaya çalışıyordu.
"Desise." Dediğimde elektrik çarpmış gibi irkildi. "Sen başlı başına bir oyun bozansın. Kendini bozansın." Transa girmiş gibi şokla bana baktı.
"Desise." Onu o kadar dikkatli izliyordum ki, her hareketini ve tepkisini fark edebiliyordum. Yumruklarını sıkmıştı. "Al nehir sana feda olsun. Seçilme. Seç. Sen buna layıksın. Yok et, ez, parçala. Sen mutlak var olacak olansın. Gerisi çöp." Bu sözleri söylerken içime içime nasıl da ağladığımı bilmiyordu, bilemezdi. Merak da etmezdi ya gerçi...
"Yılanın başını ez. Senin varlığına yokluk katacak." Sinirlenmiş gibi kaşlarını çattı ama bir tepki vermedi. Bileğimi hâlâ sıkıca tutuyordu.
"Desise. Kendini boz, gerçekliği açığa çıkar. Sen buna layıksın. Bu senin rengin." Eli bileğimden elime kaydığında ürperdim. Bıçağı kavradı. Kendi avuçları içine alıp benden uzaklaştırdı. Sonrasında bana arkasını döndü ve merdivenlerden indi.
Onu tutup engel olmak, sonrasında buradan uzaklaştırıp çok uzaklara kaçırmak ve kurtarmak istedim. Bunu istediğim kadar hiçbir şeyi istemiyordum!
Seçil'in tam karşısında durduğunda gözlerimi sımsıkı yumup arkamı döndüm. Korktuğumu hissettim, cesaretim kırıldı. Ama bu geceyi bozacak en ufak bir şey yaparsam Eda'yı bir daha hiç göremezdim.
"Eda. Sana neden bir şey yapmıyorlar bilmiyorum. Ama kurtar beni, gidelim, ne olur?" Rol yapıyordu. Eda transtan çıksın ve onu kurtarsın, öldürmesin diye rol yapıyordu. Yüzümü buruşturdum ve yumruklarımı sıktım.
Duraksadı. "Eda? Neden bana öyle bakıyorsun?"
Hayır, hayır, hayır!
Tam "Hayır!" Diye bağırmak için hızla arkama dönmüştüm ki tam o sırada Eda bıçağı kaldırıp Seçil'in boynuna indirdi. Dehşetle irkilerek donakaldım, yutkunamadım. Sıktığım yumruklarım anında gevşedi ve tüm bedenim uyuştu.
Seçil'in cansız bedeni yere yığıldı. Kendimden iğrendim, nefret ettim, yok olmak istedim!
Kurban verilmişti. Eda'nın zihnine yerleştirilmiş Desise'nin ortaya çıkması için birini öldürmesi gerekiyordu. Ve bu olmuştu.
O artık Eda Arslan değildi. Desise'ydi.
Ne demişti babam?
Ah, evet.
Nefes.
Ben hariç burada bulunan herkes onun önünde diz çöktü. Desise'nin.
"Desise'nin ilk kurbanı başarılı." Dedi mekanik seslerden birisi.
O Nefes olmuştu.
Nefes, karşısındaki sabitli boy aynasına baktı. Kendisini inceledi uzun uzun. Üstünde Seçil'in kanı vardı. Yavaşça gülümsedi kendi yansımasına.
Gözlerimi sımsıkı yumup bir çocuk gibi içli içli ağlamak istedim.
Eda'nın masumiyetini el birliğiyle öldürmüştük. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın. Bu gece için kendimi son günümde bile affetmeyecektim.
Derin bir nefes alıp sesimi düz tutmaya çalıştım. "Hoş geldin."
İç balkona kurulmuş düzenekten kırmızı saten kumaş aşağı doğru indi ve onun başına düştü. Eterli kumaş onu bayılttı ve yere yığıldı. Titreyen dizlerime zorlukla emir verdim ve sahneden ağır ağır indim.
Siyah maske takmış adamlardan bizim adamımız olmayanlar maskelerini çıkarıp fırlattılar. "Gökhan Bey'e planın başarıyla tamamlandığını haber vereceğim."
Onlara hiçbir şey demedim. Sessizce ve yavaşça Eda'nın- yani Nefes'in baygın bedenine yaklaştım. Nefesimi tutarak kumaşı tuttum ve çekip kenara fırlattım.
Usulca eğildim ve diz çöküp onun kapalı gözlerine, mükemmel olmasa da güzel olan burnuna, dolgun dudaklarına, kemikli çehresine baktım. Halamla benzemekten daha fazlasıydı. Aynıydılar.
Onu kucağıma alıp buradan çıkarmam gerekiyordu ama dokunmaya kıyabilir miydim?
Yüzüne düşmüş saçlarını incitmekten korkar gibi sakince çektim. Kokusu parmak uçlarıma bulaşır mıydı böyle? Eğer öyle olacaksa bu elimi hiç yıkamazdım.
Onu dikkatlice kucağıma aldığımda bağrıma basıp herkesten saklamak isteyeceğimi bana neden kimse söylememişti?
Başından beri istediğim gibi onu buradan çıkardım ve hazırlanmış arabanın arka koltuğuna geçtim. Önde de şoför oturuyordu.
Araba hareket ettiğinde onun başını göğsüme yasladım ve sıkıca sardım. Saçlarını kokladığımda gözyaşlarım anında akmaya başlamıştı ama maskem sayesinde şoför görmemişti.
En azından evine gidene kadar ona sarılabildiğim için kendimi dünyanın en şanslı adamı ilan edebilirdim.
Eve geldiğimizde şoför indi ve bagajdan siyah bir çarşaf çıkardı. Araçtan inerken bizi gizledi ve başımdan itibaren örtüp uçlarını sırtımdan uzatarak Eda'yı gizledi. Bizi bit silüet şeklinde görürlerdi böyle.
Apartmana girdim. Evrim Hanım, kapıda ağlayarak hazır bir şekilde bekliyordu. Eda'nın kan lekesi içinde olduğunu görünce olduğu yere çöktü ve içli içli ağlamaya başladı.
Ayakkabımı çıkarıp içeri girerken Hakan Bey'in koridorda görünür olması, hepimizin donakalmasına sebep oldu. Sorgulayarak Evrim Hanım'a baktım ama o dehşetle kocasına bakıyordu. Uyanmasını o da beklemiyor olmalıydı.
"Neler oluyor burada? Kimsin sen? Kızıma ne oldu!?"
"Hakan yalvarırım bağırma, Furkan uyanmasın. Her şeyi anlatacağım." Dedi Evrim Hanım ağlayarak.
"Anlat!"
"Önce Eda'yı yatırayım." Dedim.
"Ben de üstünü değiştireyim. Yalvarırım salonda sessizce bekle beni." Dedi Evrim Hanım.
Eda'nın odasına girdim.
Toz pembe ve beyazın sahiplik ettiği oda, canımı bir kez daha yakmıştı. Toz pembe ve beyazı kana bulayan adam olmaktan tiksinç duyuyordum. Ona sarılarak sabaha kadar ağlayabilirdim burada.
Eda'yı dikkatlr yatağının üstüne yerleştirirken eğilip kulağına fısıldadım. "Yalvarırım beni affetme, sevgilim. Hiçbir zaman affetme."
İstemeye istemeye ondan uzaklaştım ve Evrim Hanım'a bir bakış atıp önce odadan, sonra da evden çıktım. Şoförü kendi evine bırakıp arabayla beraber yola çıktım. Camların hepsini açtım ve maskemi çıkardım. Hız yaparak otobanda ilerlerken akmak için an kollayan göz yaşlarımı serbest bıraktım.
Bu geceden itibaren hiçbir şey onun için aynı olmayacaktı. Belki de günün birinde bana lanet edecekti engel olamadığım için.
O kadar pis bir heriftim ki, ona bir kez olsun sarılabildiğim için neredeyse değer diyecektim.
Allah benim belamı versin.
Ama yalvarırım senden vermesin, sevgilim. Senden vermesin.
"Beni affetme." Dedim sanki duyacakmış gibi.
"Eğer bir gün beni affedecek olursan, senin hayatını mahvedecek kilidi açan anahtarın ben olduğumu unutma."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro