Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

32 ~ Kızıl Ölüm Meleği

"Ölümün nefesinden akan kan, senin soluğunda durdu. Şimdi ne yapacaksın? Ölecek misin, öldürecek misin?"

***

Alixandrea Corvyn - Wild is the Wind

***

32. Bölüm

"Sık kafana."

Elimde silahla öylece Furkan Duymaz'a baktım. Dalga geçer gibi bir hâli yoktu.

"Komik değilsin." Dediğimde gülümsedi. "İnan bana istediğimde çok komik olabilirim, Desise. Şimdi sana bir seçenek sunuyorum. Ya sen öleceksin ya da Araf Pakgör." Dudağımın kenarında şeytani bir kıvrım belirdi.

"Öyle mi? Bana seçenek sunabilecek kulvarda değilsin, Duymaz. Asıl ben sana seçenek sunarım ve kazanırım." Furkan göz devirdi. "Lütfen! Bu havalı lafları dökmek için çok mu bekledin? Oyun oynamıyoruz. Sevgilini hemen şu an öldürebilirim." Omuz silktim. "Öldür, bana ne bundan?"

Herkesin şaşkın bakışlarını üzerimde hissediyordum.

Başımı havaya kaldırdım ve düşünürcesine dudağımı büzdüm. "Tabi, sen Araf'ı öldürdüğün an mutlak suretle kız kardeşin de ölecek. Yazık. Çifte cenaze yapalım fazla masraf çıkmasın." Furkan'ın keyifli bakışları buz tuttu, gülüşü söndü. Abimin gururlu bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"Blöf yapıyorsun." Dedi Furkan dişlerini sıkarak.

Kollarımı göğsümde bağlayarak ağırlığımı tek bacağıma verdim. "Öyle mi dersin? Neydi adı? Tuğba... Evet evet. Tuğba Duymaz. Tıpkı sana benziyor, abisi." Dedim sırıtarak. "İpek gibi upuzun kızıl saçları, porselen gibi beyaz teni, abartısız şirin çilleri... Boyu senden bayağı kısa ama olsun." Dedim rahatlıkla. Sanki Araf şu an arkamda ağaçta asılı değilmiş gibi.

"Onun kılına zarar verirsen ölümlerden ölüm beğen." Dedi nefret saçan koyu renk gözleriyle. Yüzümü buruşturdum. "Yapma! Alınırım! Burada misafir olan sensin, Duymaz. Öncelik senin." Dediğim gibi silahı topuğuna ateşledim.

Bir anda tüm silahlar patladığında kendime siper edecek bir çınarın arkasına geçmiştim. Çatışma sesleri ormanda yankılanırken bir yandan kendimi, diğer yandan Araf'ı koruyordum. Gerçi buna pek de gerek kalmıyordu. Çünkü Siyah maskeler Araf'ın etrafını çevirmiş, tamamen onu koruyordu. Karaslan ve Kara adamları da bizi.

Elimdeki silahın mermileri bittiğinde bir kenara fırlattım ve pantolonumun belinden kendi silahımı çıkardım.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Bir kaç kere mermi sıyıracakken kendimi kurtarmıştım. En sonunda silah sesleri sustuğunda Furkan'ın tüm adamları yerdeydi. Karla kaplı ormanı kan gölü götürüyordu.

Sayıca ondan kat kat fazla olmamıza rağmen geri çekilmeyen kendisiydi.

Ağacın arkasından çıktığımda Furkan Duymaz'a doğru ilerledim. Elini omzuna bastıran Akın Kara, ve abim de peşimden geldi. Açelya da abimin yanındaydı. Anlaşılan abim onu bırakmamıştı.

Tek dizimi yere koyarak çöktüm ve yeşil gözlerimi Furkan'ın koyu renk gözlerine diktim. "Ne o? Mağlubiyetin acısı ayağına mı vurdu, Furkan Duymaz?"

"Alın şu pezevengi. Neyine güvendi bilmiyorum ama üçlü bir ittifak beklemediği açık." Dedi Akın öfke kusarak. Sırıttım. "Şahin? Girdap'a mı yakalandın?"

***

Ormanın derinliklerindeki dağ villasına girdiğimizde Akın'ın adamları da Duymaz'ı depoya kapatmışlardı. Dört kişi nöbet tutuyordu.

Siyah maskeler ve Karaslan'ların adamları da bahçede evin etrafını sarmıştı.

Dayım ve çok sevgili babacığım bu anı görse peş peşe kalp krizi geçirirlerdi herhâlde. Pakgör'lerin ve Karaslan'ların adamları ortak olmuş bir şekilde bizi koruyordu.

Deri ceketimi çıkarıp kanepeye fırlattıktan sonra kendimi de oraya attım. Beyaz kanepeye yayılırken Akın da şömineyi yakıyordu.

Araf'ı ağaçtan kurtarmıştık ve kendisi şu an duştaydı. İçimde yanına gitmek için beni dürtükleyen libidoma bir tokat yapıştırdım ve gözlerimi yumdum. Akşam saatleriydi ve ben çok yorgundum.

"Uyuma, daha yemek yiyeceğiz." Dedi Akın, elindeki siyah demirle ateşi karıştırırken. Başımı çevirip ona baktım. "Sen yaralı değil misin? Neden bakmadın omzuna?" Yüzünü buruşturdu. "Boş versene. Alışkınım. Zaten ciddi bir şey değil." Oflayarak kalktım. "İlla beni kaldıracaksınız. Bir kere de söz dinleyin!"

Mutfaktan abimle Açelya'nın sesleri geliyordu ama onlara bakmadan geçip merdivenleri çıktım. Banyoya girdiğimde kapıyı kapattım ve duş kabinindeki Araf'a bakmadan ecza çantasını aramaya başladım.

Araf kabinin kapısını hafifçe aralayıp ıslak muhabbet kuşu gibi suratıyla bana baktı. "Ne yapıyorsun?"

"Ecza çantasını arıyorum."

"Yaralandın mı!?" Dedi endişeyle kapıyı iyice açarken. "Hayır ben değil, Akın yaralandı." Endişe yerini öfkeye bıraktı. "Sana ne Akın'dan?"

"Zaten bana ne?" Dedim dünyanın en normal şeyini söyler gibi. "Ama herifle ortağız. Kan kaybından geberirse bir işime yaramaz."

"Gebersin it! Karaslan'ların tek düşmanı o mu? Ben ne güne duruyorum?" Başımı çevirip ona boş boş baktım. "Kıskanıyorsun anlıyorum ama gereksiz. Benim tek erkeğim sensin."

"Zahmet olacak." Dedi çocuk gibi küserek. Kabinin kapısını kapattı ve bana kıçını döndü. Hınzır bir bakış atıp ayakkabılarımı sessizce çıkardım. Kabin kapısını açtığımda şaşkınlıkla bana baktı. Büyük bir adım atarak kabine girdim ve kapıyı kapattım. Göğsünden ittirerek sırtını duvara yasladım. Burnunun dibine girip bir elimi göğsüne koydum. "Çok mu kıskandın sen?" Dedim kadınsı bir sesle. Göz devirerek başını çevirdi. Yüz hatları hâlâ sertti ve burnundan soluyordu.

"Yüzüme bakmayacak mısın?" Diye sordum bu sefer başımı yana eğerek. Duş başlığından akan su beni de sırılsıklam etmişti. Kırmızı bluzum üzerime yapışmıştı.

Erkekliğine dokunduğum an kendimi yüzüstü kabin camına yapışmış buldum. Araf'ın refleksine hayran kalırken nefesini kulağımda, sertliğini arkamda hissediyordum.

"Yaramazlık yapmayalım, Nefes Hanım." Diye fısıldadı kulağıma. "Git. Akın'ın bekler, kan kaybından ölmesin." Diyerek beni birden bıraktı ve uzaklaştı. Yarıda kalmışlık, eksiklik hissiyle ona ters ters baktım.

Kolundan tutup kendime çevirdim ve dudaklarına yapıştım. Beni geri çevirmedi, çevirmezdi. Dudağını ısırdığımda inledi. Hafifçe geri çekildim. "O benim falan değil. Ama sen, Araf Pakgör. Benimsin ve parmağıma taktığın bu yüzük de en büyük kanıtı." Gülümsedi ve sırtımı kabine yasladı. Dudakları çenemden boynuma kayarken elini pantolonumdan içeri sokmuştu.

Düğmeyi ve fermuarı kendim açıp ona yardımcı oldum. Dudakları bluzumun yakasına geldiğinde geri çekildi ve bluzumu üzerimden çıkarıp yere attı. Dudakları tekrar boynumla buluşurken elini kadınlığımda hissettim. İnleyerek kafamı kabine vururcasına yasladığımda boynum daha da açılmıştı.

"Araf..." Kulağıma fısıldadı. "Dün gece yetmemiş anlaşılan?"

"Deli misin?" Diye sordum nefes nefese. "Sana asla doymayacağımı bilmiyor musun?" Duraksadı ve gözlerime baktı. İkimizin aklında da aynı anı belirmişti.

Vals müziği sona erdiğinde ve yerine klasik bir müzik çaldığında kimileri bizi alkışladı, kimileri de çift halinde piste dökülerek dansa başladı. Tüm bunlar olurken Araf ve ben ayrılmadık, birbirimize baktık. Bir şey düşünüyor gibiydi. Düşündüğü her neyse bir anda kaşlarını çattığında benimkiler de çatıldı. Neler oluyordu?

Ona şüpheyle baktığımı fark ettiğinde kaşları birden düzeldi ve gülümsedi. Ama inanmadım. İçime kurt düşürmüştü. "İyi misin?" dediğimde sırtımdaki eli belime indi. Hafif hafif sallanırken müziğe değil, kendi zihnimizdeki sese uyum sağlıyor gibiydik. "Ne zaman iyi oldum ki?" Buna verecek bir cevap bulamadım. "Tam 'mutlu olacağım' derken gerçekler senin de yüzüne tokat gibi çarpıyor mu, Desise?" Dudaklarım aralandı. Kafasında türlü türlü düşünceler dolanıyor ve engel olamıyordu. "Kimin çarpmaz ki?" dedim durgun bir sesle. "Benim çarpmadığı anlar sayılı." dedi birden. Merak ve beklentiyle ona baktım. "Sen. Nefesimin radarlarına girdiğin an hepsi sanki korkmuş gibi yok oluyorlar. Sen hep nefesimin radarlarında olsana." İster istemez gülümsedim. "Oluyorum ya?" Burnunu burnuma dokundurdu ve geri çekilmedi. "O zaman neden bana yetmiyor?"

"Doyumsuz olduğundandır." dedim ciddi olmadığımı belirtircesine alayla. Güldü. "Doğru. Sana doyumsuzum."

"Rol çalma." Dedikten sonra güldüğünde gözlerim seyir zevki gamzelerine kaydı. "Varsın çaldığım rol senin olsun. Müstakbel kocam değil misin?" İşte bu. Araf Pakgör'ün gözlerini güneş gibi ışıldatacak cümle bu kadardı. On iki sene beklediği kadına kavuşmuştu ve evleneceklerdi. Ondan mutlusu olduğunu düşünmüyordum.

Nefes olsaydı onunla evlenmezdi. Nefes sadece kendisini düşünürdü, tıpkı babası gibi.

Ama ben şu an Eda'ydım. Tüm çıplaklığımla Eda'ydım. Onun aşık olduğu ve ona aşık olan kadın.

***

Üzerimi değiştirerek aşağı indiğimde siyah şort etek ve bebe mavisi askılı giymiştim. Evin içi son derece sıcak olduğu için üşümüyordum. Saçlarımı kurutup at kuyruğu yapmıştım. Ayaklarımda siyah, diz üstü çizme vardı. Spor ayakkabı giymeyi düşünmüştüm ama dışarıda kar vardı. Evden acil çıkmam gerekse boku yerdim.

Salona girdiğimde Araf'ın çoktan inmiş, koltukta oturmuş telefonuna odaklandığını gördüm. Aslında herkes salondaydı ama ben bir tek Araf'a odaklanmıştım.

"Sonunda." Dedi Açelya. "Nerelerdesiniz kızım siz? Biz yedik siz kaldınız!"

"Ben tokum." Dedi Araf gözlerini telefonundan ayırmadan. Bu kadar dikkatli neye bakıyordu?

"Neden acaba?" Dedi Açelya imayla. Abim ters ters Açelya'ya baktı. "Ne?" Dedi Açelya abime. "İki saattir yoklar ortalıkta."

"Sus, Açelya." Dedi abim sinirlenerek. Tc abisi.

Akın'a döndüm. Siyah bir kazak giymişti. Buradan Araf'la pişti olmuşlar gibi görünüyordu ama erkek kazaklarının çoğu böyleydi zaten. Abimin kazağı koyu lacivertti.

"Senin omzun ne oldu?" Dönüp Araf'a baktı ama Araf hiç oralı olmadı. "Sevgilin halletti." Dedi homurdanarak. Şaşkınlıkla Araf'a bakarken gülmemek için zor durdum. Gerçekten Akın'a pansuman mı yapmıştı?

"Üzgünüm, Nefes." Dediğinde abime döndüm. "AkAr shipliyorum kardeşim, affet beni." Dediğinde Açelya kahkaha attı. Göz devirdim. Sinir olmuştum.

Çok güzel, şimdi de ben mi kıskanıyordum? Akın'dan?

Akın'ın cinsel yönelimini bilmiyordum. Belki de biseksüeldi? İmkânsız değildi.

Pür dikkat Akın'a baktığımı fark ettiğimde silkelenip kendime geldim. Araf'ın bakışlarını üzerimde hissettim. Başını hareket ettirmemiş, sadece gözlerini kaldırıp bana odaklamıştı. Lanet olsun böyle çok yakışıklı görünüyordu.

Erken balayı kararı aldınız da benim mi haberim yok? On iki saatte bir sevişiyorsunuz, Nefes!

Sana ne? İstersem saat başı sevişirim!

Sen çıldırdın iyice.

Araf ona attığım ahlaki değerleri zorlayıcı bakışları fark ettiğinde bıyık altından gülerek telefonuna döndü.

Keşke baş başa gelmiş olsaydık. Sonuçta salonda herkesin içinde gidip de kucağına oturamazdım, öyle değil mi?

Sana banyonun taşlı yolları, Nefes'ciğim. Git bi kendine gel.

Kendi kendime konuştuğum her an burada bitmek zorunda mısın?

Belki.

Kanepeye kurulduğumda şömine başında oturan Akın da gelip yanıma oturdu. Araf, radarlar tarafından ona anında ileti gitmiş gibi hızla bize baktığında kaşlarını çatmıştı.

Fırsat bu fırsat diyerek yerimden kalktım ve Araf'ın oturduğu koltuğun düz geniş kolçağına oturdum. Araf karşı koymadı, aksine kolunu belime sardı. Ben de kolumu sol omzuna atıp dengemi korudum ve başına doğru eğilip telefonuna baktım.

Babam kişisi.

Dayımla konuşuyordu.

Hemen gelmek zorundasınız!

Baba bunun olanaksız olduğunu biliyorsun!

Ve sen de beni anlamıyorsun. Hemen dönmezseniz bir felaket gerçekleşebilir.

Furkan pezevengi elimizde zaten. Fakat hemen dönmemiz imkânsız bunu sen de biliyorsun.

Asıl Nefes her şeyi hatırlarsa asıl o zaman göreceğiz imkânsızı, Yağmur!

Baba-

Devamını okuyordum ki Araf hemen telefonun ekranını kapattı. Mesajlarını okuduğumu yeni fark etmiş gibiydi.

"Nefes her şeyi hatırlarsa" mı demişti? Neyi hatırlayacaktım?

Kara kara düşünerek parkeye odaklandım. Araf'ın yüzüne baktım ama hiçbir cevap alamayacağım kadar boştu yüz ifadesi.

Sanırım daha çözmediğim çok şey vardı.

Ve izlemem gereken iki video! Annemin o görüntüsünden sonra devamını izlemeye cesaret edememiştim. Ve galiba bu hata olmuştu.

Ve daha acı bir detay vardı ki; evleneceğim adam her şeyi biliyordu. Arkamdan kazılmış her kuyuyu, beni bitirmek uğruna yapılan her şeyi, geçmişimi, ailemi... Her şeyi. Benimle ilgili her şeyi benden daha fazla biliyordu.

Ve bu kötüydü. Çok kötü.

Bir an önce İstanbul'a dönmeliydik. Bir an önce!

***
Yatak odasına girdiğim gibi kapıyı kapattım. Bavuldan laptopu ve hard diski çıkarıp yatağa yerleştim. Laptopu açtıktan sonra kulaklığımı ve hard diski bağladım.

Şifreyi mi arıyorsun? Hemen arkanda. Bazen de kalbinin hemen içinde.

Geçen gün Şifreyi mi arıyorsun yazarak dayımın annemi evden attığı görüntüye ulaşmıştım. Şimdi sırada Hemen arkanda vardı.

Tek tek deneyerek sonunda bulduğumda kulaklıklarımı aceleyle kulaklarıma taktım.

Video başladı.

Yine bir mobese görüntüsüydü. Bir caddeye aitti. Arabalar vızır vızır geçiyor, kaldırımdaki insanlar hayatlarına yetişmeye çalışıyordu. Görüntüyü biraz daha ileri sardım.

Bakır kızılı saçlara sahip genç bir kadın girdi kadraja. Simâsı tanıdıktı ama daha önce hiç görmediğime emindim.

Zeynep Karaslan. Baha Karaslan'ın annesi, Yağmur Pakgör'ün öz kuzeni, Oğuz Karaslan'ın karısı.

Kaldırımda artık ilk seferki kadar insan yoktu. Zeynep Karaslan ise telefonda konuşuyordu. Bu mobese görüntülerinin sesi yoktu.

Sonra kadraja giren başka birisi.

Kanım dondu.

Zeynep Karaslan'ı omzundan tutup kendisine çevirdi. Tartışmaya başladılar. Zeynep Karaslan telefonu çoktan kapatmıştı. Belki de kapatmaması gerekirdi.

Sonrasında o kişi, Zeynep Karaslan'ı su gibi akan caddeye itti.

Babam.

Babam, karısı Zeynep Karaslan'ı kendi elleriyle öldürdü.

Tepki veremedim, ekrana bakakaldım. Yutkunamadım, nefes dahi alamadım.

Zeynep Karaslan can havliyle çırpındı fakat ona çarpacak olan arabadan kurtulamadı. Havaya savruldu ve zemine çakıldı. Yüreğimden bir soğuk hava dalgası geçti.

"Annem trafik kazası sonucu makinelere bağlı yaşamaya başladı. Beyin ölümü gerçekleşmişti. Kalbi atıyordu ama aslında yaşamıyordu. Çok küçük bir çocuktum o zamanlar. Annemin uyanacağına inanıyordum, uyanıp bana sarılacaktı. Uyanmadı. Sonrasında fişini çektiler ve öldü."

Trafik kazası diye biliyordu.

Gözlerim doldu.

Bu adamı birileri artık durdurmalıydı! Yaptığı her şeyin bedelini ödemeliydi.

Abim, Baha, annesini öldürenin trafik olduğunu sanıyordu. Cinayet olduğunu bilmiyordu.

Kapı çaldığında irkildim. Kim gelmiş olabilirdi? Açıldığında Açelya gözüktü. "Eda?" Dedi şaşkınlıkla. "Ne yapıyorsun burada? Merak ettim bir anda yukarı çıkınca. Araf da gergindi." Kapıyı sırtıyla kapattı ve yanıma geldi. Öylece hareketlerini izledim. Bakışları önce laptopa, sonra hard diske, sonra da yüzüme takıldı. Yatağa otururken "Videolardan birini mi açtın?" Dedi durgunca. Videoları biliyor muydu? Hangisinin ne olduğunu?

Suratına bunu sorgulayarak baktığımı fark ettiğinde "Hard diski elbette biliyorum. Bilmemem garip olurdu." Dediğinde dan diye "Videoların ne olduğunu biliyor musun?" Diye sordum.

Olağan bir şekilde reddetti. "Hayır bilmiyorum. Bilseydim Oğuz Karaslan beni yaşatmazdı. Onu bitirecek şeyler bunlar ne de olsa."

Açelya, sevdiği adamın; babasının annesini öldürdüğünü ve sevdiği adamın bunu bilmediğini öğrense susmazdı. Oğuz Karaslan'a hesap sormaya kalkardı. Sonrasındaysa az önce de dediği gibi, onu öldürürlerdi.

Bunu bile bile ona anlatamazdım. Ölüm fermanını kendi ellerimle yazamazdım.

"Hangisini izledin? Ne varmış videolarda?" Diye sorduğundaysa gözlerimi bir anlığına yumdum. Açtığımdaysa hard diski bilgisayardan ayırdım. Şifresiz açamazdı ve şifreyi bilen iki kişi vardı, Araf ve ben.

"Boş versene. Dediğin gibi, sen bunları öğrenirsen seni öldürürler. Boşuna risk alma." Gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Peki sen?"

"Bana bir bok yapabileceklerini ön görüyor musun gerçekten? Hiçbir halt yapamaz. Benim karşımda duramayacağını biliyor. Araf'la yattığımı öğrendikten sonra iyice kudurdu. Ona yapacağım herhangi bir şeye karşı siper alacaktır. Neden, biliyor musun? Çünkü kredisi hiç yokken bana tokat atmak ve hesap sormak gibi bir haddi olduğunu düşündü. Hataydı, bedelini ödeteceğimi biliyor." Dedim laptopun ekranını kapatırken.

"Ama merak etmesin. O günlere daha var. En azından şimdilik." Gülümsedi. "Sen aynı sensin. Abin Furkan sana tokat attığında eline yanlışlıkla olmuş gibi yaparak kaynar su dökmüştün. Tabi benim içim yanmıştı." Dedi anılara dalmış bir ifadeyle.

"Çünkü abime aşıktın." Dedim imayla. Sonra aniden çirkefleşerek "Neden sürekli benim abilerime aşık oluyorsun kızım sen?" Dediğimde kahkaha attı. "Abilerin de aşık olunmayacak gibi sanki! Ama Allah var, Baha Furkan'ı gömer atar." Dik dik baktım. "Abilerim arasında ayrım yapmamı ve yaptırmamı bekleme lütfen. Furkan'ı gömmeden de sevebilirsin Baha'yı." Omuz silkti. Sonra birden yüzünü buruşturdu, "Ay bak aklıma geldi ya... Furkan ile evleneceğimizi, mavi gözlü çocuklarımızın olacağını hayal falan ediyordum! Ergenliğin zirvesi."

Gülmemek için yanağımın içlerini ısırıyordum.

"E tabi kurarsın, ikiniz de mavi gözlüydünüz. Senin simsiyah, onun sarı saçları vardı. Sen Furkan'a aşıkken beni bile merak ettiriyordun nasıl çocuklarınız olacağını." Sinek kovalar gibi elini havada salladı, "Aman aman, hiç bahsetme bile!"

"Mafya köstebeğiydin ama polis abime aşıktın." Dedim ben de anılara dalarak. "Wattpad hikâyesi gibi." Dedi sırıtarak.

"Asıl wattpad hikâyesi olan ne, biliyor musun?" Dedim imayla. Merakla baktı. "Köstebeği olduğun mafyanın oğluyla sevgili olman." Suratındaki sırıtış, aptal sırıtışa döndü. Tereyağı gibi erimişti yine. Aşık olduğu zaman kendinden geçiyordu.

Kapı açıldığında oraya döndük. Abim ikimize bakıyordu. "Bitti mi konuşmanız?" Dedi gergin bir şekilde. Sanırım az önce konuştuklarımızı duymuştu.

Onu gördüğüm gibi gözümün önüne Zeynep Karaslan'ın ölümü düştüğünde Açelya'nın sıçmış olduğu pek de umurumda olmadı açıkçası.

"Bitti, gel." Dedi Açelya gülümseyerek. "Bence sen gel." Dedikten sonra odadan çıktı abim. Açelya bana tedirgin bir bakış attıktan sonra kalkıp abimin peşinden gitti.

Gözlerim kapalı laptopa kaydı.

Üçüncü videoyu izlemeye cesaretim ve gücüm var mıydı?

Değer verdiğim birinin daha zarar gördüğünü izlemeye gücüm var mıydı?

Kapı aniden açıldığında bu sefer gelen kişi Araf'tı. "Yine mi bensiz baktın videolara?" Dedi sitemle. İçeri girdi ve kapıyı kapatıp karşıma oturdu. "İyi misin?" İyi değildim, ama bunu Araf'a nasıl söyleyeceğimi de bilmiyordum. Çok karmaşık bir hikâyenin tam ortasına düşmüştüm.

"Neyi hatırlayacağım?" Diye sordum direkt. Konuyu değiştirmiştim ama bunu anlamayacak kadar afallamıştı. Sorum onu tedirgin etmişti.

"Sana yalan söylemedim hiçbir zaman. Ve söylemeyeceğim de." Dediğinde beklentiyle ona baktım. "Hipnozdan bahsetmiştim sana hatırlıyor musun?" Başımı salladım. "İşte onunla ilgili bir şey. Bununla ilgili detayları öğrenmen için daha çok erken. Lütfen sorgulama, zamanı geldiğinde sana hepsini anlatacağımı biliyorsun." Doğru söylüyordu. Benden sakladığı ne varsa zamanı geldiğinde illa ki söylemişti. Yine öyle yapacaktı.

"Şimdi ne yapacağız peki?" Dediğimde sıkıntılı bir nefes verdi. "Furkan Duymaz'ı infaz edip görevi tamamlayacağız."

"Sen yap." Dediğimde şaşkınlıkla yüzüme baktı. "Neden? Şüphe çekecek, bundan öncekini de ben yapmıştım."

"Biliyorum ama sayı kazanmanız gerekiyor. Bu yüzden de sen yapmalısın." Dudak büzdü ve sen bilirsin dercesine başını yana yatırıp kaldırdı. "Zevkle."

Esnediğimde elimin tersiyle ağzımı kapattım. "Hadi uyuyalım, geç oldu." Üstüme çöken yorgunlukla geriye yaslandım. "Şu an hiç kalkıp üstümü değiştiresim yok, çok yorgunum."

"Ben değiştireyim mi?" Kaşlarım havaya kalkarken hayretle ona baktım. "Sen de iyi alıştın beni soymaya." Dediğimde güldü. "Sanki sen durumdan memnun değilsin." Memnundum ama bunu dile getirmesem de olurdu.

Bavuldan saten pijama takımımı çıkarıp yatağın üstüne koydu. Bebe mavisi askılıyı çıkarıp, pijamanın açık gri renk uzun kollu body cropunu üzerime geçirdi. Çok yumuşak, likralı ve rahattı. Siyah şort eteği de çıkardıktan sonra magenta pijama şortu bacaklarımdan geçirdi. Saçımdaki tokayı canımı yakmamaya çalışarak özenle çıkardı ve eliyle saç diplerime masaj yaparak dağıttı.

Her hareketiyle onu bir kez daha sevmemi nasıl sağlıyordu gerçekten?

O da üzerini değiştirdikten sonra yanıma geldi ve hemen kedi gibi sokuldum. Güçlü kolları, güçlü bedenimi sımsıkı sarmıştı, kimse almasın der gibi.

***

Uyandığımda Araf yanımda değildi. Bir süre öylece yatıp kendime gelmeyi bekledikten sonra yorganı çekip kalktım. Koridordaki lavaboya girip çıktıktan sonra odaya döndüm.

Üstümdeki pijamaları çıkarıp koyu karamel rengi crop bluzu giydim. Kolları avuçlarıma kadar uzanıyordu. Altıma da siyah termal tayt giydikten sonra siyah kısa topuklu botlarımı giydim. Bağcıklarını bağladıktan sonra aynaya baktım. Makyaj çantamı alıp gözaltlarımı kapatıp gözlerime günlük bir makyaj yaptım. Düz saçlarımı tarayıp omuzlarıma bıraktım. Şeftali tonlarına yakın nude mat ruju da sürdüğümde ilk defa Nefes'ten bu kadar uzaktım.

İddialı giyim yoktu, topuklu ayakkabılar yoktu, koyu göz makyajı yoktu, koyu ruj yoktu, dalgalı saçlar yoktu.

Uzun zaman sonra ilk defa Eda Arslan'a bu kadar yakındım.

"On dokuz yaşında."

Tanımadığım bir adam sesi zihnimde yankılandığında aynaya bakan bakışlarım dondu. Şakağıma bıçak saplanmış gibi bir ağrı girdiğinde parmaklarımı oraya bastırdım. Sendelerken hızla gardropun kenarına tutundum. O sırada kapı açıldığında Araf içeri girmişti. Koyu lacivert bornozu üzerindeydi, duştan çıkmış olmalıydı.

Hâlimi gördüğünde beti benzi attı, telaşla yanıma gelip kolumdan tuttu ve yüzüme baktı. "Nefes!?"

"Başım çok ağrıyor." Dedim acıyla. Kafamı koparıp atsalardı keşke.

Araf belimden tutup destek olarak yatağa oturttu ve önümde diz çöktü. "Bir şey mi oldu?"

"Bilmiyorum." Dedim çaresizce. Yüzümde gezinen bakışları farklıydı. Bir şeylerden korkar gibiydi sanki, ya da endişelenir gibi. Bir sürü yüzümü izlediğinde bakışları öyle boştu ki, düşüncelere daldığına emin olmuştum. Fakat bu başımdaki ağrı, bir şeyleri algılamama engel oluyordu. Migren ağrısını andırsa da onun gibi değildi, sonuçta Migren dağılan bir şeydi.

Kalktı ve kendi bavulundan beyaz bir kutu çıkardı. Kapağını açıp avucuna bir tane ilaç düşürdü ve yanıma geldi. "Al iç." Sorguyla yüzüne baktığımda burukça gülümsedi. "Merak etme, ağrını dindirecek bir şey. Susuz içiliyor." İlacı alıp ağzıma attım ve zorlukla yuttum. Susuz hap içmek zordu.

Araf giyinirken ayağa kalkmadan öylece oturdum. On beş dakika içinde Araf tamamen hazırdı ve ilaç da etkisini göstermişti.

Beyaz bir örme kazak, siyah pantolon ve haki mont giymişti. Saçlarını kurutmuş, kaldırıp havalı bir görüntüye sahip olmasını sağlamıştı. Bileğine saatini taktıktan sonra silahını da beline yerleştirdi.

"Üstüne bir şey al da çıkalım. Bugün bitsin şu iş artık." Dediğinde başımı sallayıp ayağa kalktım. Ağrıdan eser kalmamıştı ve sanki zihnim ferahlamıştı.

Siyah, düğmeli kaşe kabanımı giyip düğmelerini bağladım. Mini silahı derin cebime koydum ve diğer cebime de telefonumu koydum. Telefonun arkasında kimlik ve kredi kartı gibi şeyler vardı, çantaya ihtiyacım yoktu. Telefonun yanına rujumu da attıktan sonra Araf ile beraber odadan çıktık.

Kapının önüne çıktığımızda herkesin hazır bir şekilde bizi bekliyor olduğunu gördüm.

Saks mavisi kaşe kabanının içerisinde bembeyaz ormanda güzelliğine güzellik katan Açelya ile göz göze geldim ilk. Çok güzel bir kızdı aslında ama o bunu kabul etmiyordu.

"Hazır mıyız?" Dedi Akın. "Hazırız." Dedim ve Araf'a döndüm. Önden ilerleyerek evin arkasına ilerlemeye başladı. Nöbet tutan adamlar ikiye ayrılarak girişi açtı. Siyah çelik kapıyı anahtarla açtı ve iterek içeri girdi. Arkasından biz de girdik. Merdivenleri indikten hemen sonra açıklığa çıkmıştık.

Yarım ay şeklinde merdivenlerin önünde dikildiğimizde Araf önümüzdeydi. Onun önünde de sandalyeye bağlı Furkan Duymaz oturuyordu.

Bize baktığında kaçınılmaz sona geldiğini anlamış gibiydi fakat gözlerinde korku yoktu.

Araf belindeki silahı çıkarıp Furkan'ın başına dayadı ve emniyetini açtı. Hepimiz Furkan'a bakıyorduk ama Furkan bir tek bana bakıyordu.

"Son sözün var mı, Şahin? Formalite icabı." Dedi Araf çelik gibi sesiyle. Furkan gözlerini yine benden ayırmadı. "O kulüpte ilk tanıştığımızda.." diye başladığında benimle konuştuğunu anlamak zor değildi. "Seninle yatmak gibi bir amacım yoktu. Aksine, ilk defa barda tanıştığım bir kadını sadece tanımak istedim." Bunu bu şekilde düşünmesini de yine ben sağlamıştım.

Öyle olmasaydı bile, beni ben olarak kabul edecek birisini isterdim. Fakat Şahin, sadece Nefes'i severdi. Eda'yı değil. Ben ise hem Nefes'tim, hem Eda.

"Şu an karşımda gördüğüm kadın, o kadından çok farklı." Dediğinde ilk kez ağzımı açtım. "Çünkü o gün gördüğün kadın Nefes Karaslan'dı. Desise'nin ta kendisi. Bugün ise Nefes değil, Eda'yım. Neden, biliyor musun?" Hiçbir şey söylemeden devam etmemi bekledi. "Çünkü Nefes, seni Araf'a bırakmazdı. Kendisi öldürürdü. Ben vezirim, şah değil."

"Şah ölürse oyun biter, Desise. Vezir olduğunu idda etsen de Şah'sın." Benimle inatlaşıyor muydu? Sandığımdan daha aptaldı, halbuki zeki olduğunu düşünmeye başlamıştım.

"Ah be, Şahin." Dedim sitemle. "Gerçekten hâlâ anlayamamış olman ya aptallığını gösterir, ya da satranç bilmeyişini." Araf'ın hâlâ sözümü kesmemek için Furkan'ı öldürmeyişi takdire şayandı. Saygılı erkeğim benim.

Ona doğru yaklaştım. "Bak, aptala anlatır gibi anlatıyorum: Bana tuzak kurduğunu zannederken tuzağa düşen sen değil misin? Daha kardeşinden bile haberin yok, fakat o benim elimde, benden gelen tek bir onay cümlesini bekleyen bir cellatla beraber aynı odada. Vezirin eli kolu uzundur, her yere ulaşır. Fakat şahın tek özelliği, kendi etrafında dört dönerek kaçmasıdır. Sence..." Dedim ve üzerine hafifçe eğildim. "Kaçacak birisine mi benziyorum?" Yüzüme öylece öfkeyle baktığında geri çekildim. "Sık kafasına." Dedim ve arkamı onlara dönüp abimlerin yanına ilerledim.

Silah sesi bodrumda yankılanırken gözlerimi yumdum.

Bu silah sesi, benim için yeni bir devrin başlangıcıydı.

Kızıl ölüm meleği, Sarışın şeytana meydan okumaya geliyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro