30 ~ Anlaşma
"Fısıltımın her bir melodisi, onun kalp atışına denkti. Peki çığlıklarım?"
***
Jamie Salisbury - Quest For Perfection
Andrea Bonini - Te Shoot Out
***
30. Bölüm
"Meşhur Desise ile tanışma vakti geldi sonunda."
Göz ucuyla Araf ve Baha'yı zorla arabaya bindirdiklerini gördüğümde buz gibi gözlerimi mavi gözlere çevirdim. "Kimsin lan sen?" dediğimde güldü. "Çok eğleneceğiz, söz." diye fısıldadı ve geri çekildi. "Bir araba benimle kalsın, siz de misafirlerimizi götürüp ağırlayın. Ayıp etmeyin sakın, çok kızarım." dediğinde adamları itaatle başlarını sallayıp Araf, abim ve baygın Açelya'yı götürdüler. Bu tanımadığım ama şimdiden kıl olduğum adamla baş başa kalmıştık.
"İtfaiye ve ambulansı beraber bekleriz, değil mi, Desise? Sıkılmazsın umarım."
"Sen daha fazla kim olduğunu söylemezsen benim canım daha çok sıkılacak." dedim dişlerimin arasından. Bacaklarımın hemen yanındaki silahımı sımsıkı tutuyordum. "Ah, evet. Kabalığımı maruz görün. Ben namı değer Akın Kara. Siz de pek muhterem Karaslan ailesinin en kıymetli varisisiniz?" Soruma cevap vermemiş gibi suratına bakmaya devam ettim. Biraz daha açmalıydı. Müneccim değildim, sadece isminden onu tanıyamazdım.
"O zaman şöyle söyleyeyim; o dağ evinden hard diski çalan benim." İşte şimdi gerçek bir aydınlanma yaşamıştım. Hard diski geri istiyordu ve bu uğurda her şeyi yapacak gibiydi. "Detaylı konuşmamızı evde yaparız. Ah, tabi önce şunu almam gerek." Bir anda elini attı ve yerini ezbere bilirmiş gibi tek seferde silahı kavradı. Vermemek için dirensem de sıkışmış bacağımla yapabileceğim pek bir şey yoktu. Zorla alıp beline koyduktan sonra geçip arabasına bindi ve beni kendimle baş başa bıraktı. Diğer arabalar çoktan gitmişti ve kalan arabalar da dikkat çekmeyecek kadar normal bir şekilde emniyet şeridine çekilmişti.
Buz gibi sert hava içime işlerken Araf'ın ceketine sıkıca sarılarak kollarımı bağladım. Geriye yaslanarak karşıya bakmaya başladım. Çok geçmeden ambulans ve itfaiye geldiğinde Akın denen adam inmiş, kuzenim gibi davranmaya başlamıştı.
"Çok teşekkürler gerçekten. Yakınımızın nişanına gidiyorduk arkadaşlarla beraber. Kuzenim de dalgınlığına gelmiş virajı alamayıp girmiş bariyerlere. Allah'tan şarampole yuvarlanmadın, kuzen." dedi bana kınarcasına bakarken. Ona öfkeli bakışlarımı göndermekten çekinmedim.
Sağlık çalışanlarının kontrolünde, itfaiyeciler sayesinde bacağım kurtulduğunda beni ambulansa almışlardı. Ufak çaplı sağlık kontrollerinden sona hastaneye gitmeye gerek olmadığını söylemişlerdi. Bu sırada çekici gelip hurdaya dönmüş arabayı alıp götürmüştü.
Hastaneye gitseydik kaçmam daha kolay olabilirdi. Fakat abim, sevgilim ve eski dostum bu şerefsizin elindeydi. Hayatları bana bağlı olabilirdi.
Ambulans ve itfaiye ekipleri gittiğinde arkalarından bakıyordum. Akın Kara ile gitmekten başka çarem yoktu.
"Eveet! Geldik en heyecanlı yere." dedi ellerini birbirine vururken. "Ne saçmalıyorsun?" dediğimde omuz silkti. Aniden enseme inen bir şeyle acıyla çığlık attım ama çok sürmeden her yer karardı.
Göz açıp kaparmış gibi bir zaman dilimi.
Rüya dahi görmemiştim.
Ensem zonklarken güçsüzce elimi enseme attım. Gözlerimi yavaşça araladığımda koyu kahverengi duvar kağıdıyla kaplanmış duvarla bakıştım. Bir yatakta yatıyordum ve sağ elim kelepçeyle yatağa bağlanmıştı. Öylece serbest bırakmalarını elbet beklemiyordum fakat yatak da biraz abartıydı sanki ?
"Tayfun taktiği mi uyguluyorsun, Akın?" kapının önünden sesler geliyordu. Kulağıma yankılı gelse de bunun beynimin bir oyunu olduğunu biliyordum. Normalde yankılı değildi, ben öyle duyuyordum.
"Babanın sikik taktikleri zerre umurumda değil, Aksel."
"Benim de değil. Ama sana bakınca onu görüyorum. Ne derler bilirsin? Kız halaya oğlan da-"
"Sikeceğim şimdi dayını da seni de! Çok konuşma git bak kız uyanmış mı."
"Tamam tamam." Adım sesleri yaklaştığında derin bir nefes verdim. Kilidi açıldı ve hemen ardından da kapı. Buğday tene sahip kumral bir adam girdi içeri. Pek kaslı bir şey değildi fakat boyu uzundu. Akın'ın Aksel dediği adam bu olmalıydı. Tayfun adında bir adamın oğlu. Aynı zamanda Akın da onun yeğeniydi. Bu durumda Aksel ve Akın kuzendi. Ve Akın, dayısını zerre sevmiyordu.
Bu bilgiler ne işime yarayacaktı bilmiyordum ama yarardı elbet bir gün işime.
"Eda Karaslan uyanmış." dedi sırıtarak. Bunda da pezevenk tipi vardı.
Ahşap sandalyeyi tek hamleyle çekti ve ters bir şekilde oturdu. "Ben Aksel Cenkat. Akın'ın kuzeniyim. Bahsedildiği kadarıyla sen de Oğuz Karaslan'ın kızı oluyorsun. Ve Gökhan Karaslan'ın kıymetli yeğeni." Gülümsedim. "Bu zeka sana fazla." dediğimde güldü. Dişleri bembeyazdı ve göze çarpıyordu. İşlem yaptırdığı bariz belliydi.
"Senin zekan da çok met ediliyor, Desise. Şüphen olmasın. Fakat merak ediyorum, o zekanı birazdan layığıyla kullanabilecek misin?"
"Ben kullanırım kullanmasına da, siz algılayabilir misiniz, şüpheliyim." dedim göz devirirken. Tekrar güldü. "Ego da var biraz sanırım?" Onaylamadım. "Hayır, ego değil. Gereksiz mütevazilik yapmak yerine neyin ne olduğunu bilip kabul ediyorum. Tavsiye ederim." Yerinden kalktı ve bana yaklaştı. Elini başımın kenarından yatağa bastırıp üzerime eğildiğinde yüz hatlarımı dikkatle izliyordu. Yerime sinmek yerine meydan okuyarak baktım gözlerine. Parlak gözleri vardı ve renkliydi. Ne rengi olduğunu bu loş ışıkta anlamam mümkün değildi. "Araf Pakgör gerçekten çok şanslı."
"Sizin aksinize. Çünkü hard diskin yerini hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz." dediğimde sinirlenmesini ya da gülmesini bekledim. İkisini de yapmadı. "Hard disk umurumda değil. Onu isteyen Akın, ben değilim?" Göz devirdim. "Ne istiyorsun benden o zaman? Akıl okuma gibi psişik yeteneklerim yoktur, bilesin."
"Şu ana kadar bir isteğim yoktu." dedi. Elini yüzüme yaklaştırdı ve saçımı çekti. "Artık var. Madem açık açık konuşuyoruz; artık seni istiyorum."
"Ne yazık ki her istediğimiz olmuyor." dediğimde gülümsedi. "Benimki olacak ama. Babamdan öğrendiğim en önemli şey neydi, biliyor musun? Gerekirse kan akıtacaksın, ama yine de istediğini alacaksın." Yüzümü buruşturdum. "Sizin bu saçma sapan zihniyetiniz yüzünden kaç kadın ölüyor. Neden? Sırf kendi iradeleriyle birini istemedikleri için. Sizi isteyen varken istemeyeni zorlayıp bir de onu öldürüyorsunuz. Sonra da gelip racon keser gibi böyle cümleler kuruyorsunuz. O raconu sikerler." dedim.
"Fazla konuşuyorsun, Desise. Sesini kolayca keserim ama hala nefes alıyor olursun. Hem de sık, nefes nefese." Güldüm. "Biliyorum, sevgilimden. Ve biliyor musun? Bunu bilecek tek kişi de yine sevgilim. O yüzden uza."
"Uzayacak şey ben değilim." dedi gülerek. "Seni bağırta bağırta-" Bacağımı kırıp dizimi hemen yakınımdaki bacak arasına geçirdiğimde inledi ve dengesini kaybedip yere düştü. Yatakla onun arasından çıktığım için ferah bir nefes aldım. Oksijen gibisi yoktu. Sesi de kesilmişti. Sadece acıyla inliyordu.
Kapı açıldığında Akın girmişti. Gürültüye gelmiş gibi bir hali vardı. "Ne oluyor lan burada? Aksel, ne bok yiyorsun?"
"Hiç canım, alt tarafı tecavüz edecekti!" dedim kinayeyle. Akın'ın bakışları Aksel'e döndü. "Babanın yolundan mı gidiyorsun, orospu çocuğu!?" Aksel zorlukla ayağa kalktı. "Yok öyle bir şey, uyduruyor."
"Seni bilmiyorum ben sanki, sikik! Siktir git babanın köpekliğini yap! Benim yanımda işin yok!" Aksel öfkeyle Akın'a baktı. "Pişman olursun." Akın, Aksel'i ensesinden tutup kaldırdı ve kapıya doğru itti. "Sikime kadar yolun var, Aksel!"
Akın'ın kapıdaki adamları içeri girip Aksel'i aldılar ve götürdüler. Akın ellerini cebine soktu ve bana döndü. "O pezevengin kusuruna bakmayın siz. Babasının yolundan gittiği belliydi, hiç almamalıydım yanıma." Hiçbir şey söylemedim. Yorum yapmak gibi bir hakkım yoktu. "Siz iyisiniz, öyle değil mi?"
"Şu kelepçe çıksa daha iyi olacağımdan emin olabilirsiniz." dediğimde bakışları kelepçeye kaydı. Cebinden minik bir anahtarlık çıkarıp kelepçeyi çözdüğünde kurtulan bileğimi ovuşturdum. Yataktan doğrulup ayaklarımı saldım ve oturur pozisyona geldim. "Teşekkürler." dedim nezaket gereği. Beni ve değer verdiğim insanları kaçıran birine teşekkür edecek değildim yoksa.
"Önemli değil. İsterseniz içeri geçelim?" diye bir öneride bulunduğunda donuk gözlerimi ona çevirdim. "İçeriden kastınız ne?"
"Araf Pakgör, Baha Karaslan ve Açelya Bostan'dan bahsediyorum. Onların yanına." Endişe tohumları yüreğimi sarmaya başlarken başımla onayladım. Yataktan kalktığımda dengem bozuldu ama hemen ayak ucundaki yatak başına tutundum. "İyi misiniz yoksa yardım edeyim mi?" Elimi havada salladım. "Gerek yok, uzak durun." Sessiz kaldı. Başımın dönmesi geçtiğinde yavaş adımlarla odadan çıktım. Akın'ın yönlendirmesiyle bodrum katına indik.
Duvarda kocaman, yuvarlak bir havalandırma ve dönen pervane vardı. Havalandırma sayesinde ortamın havası ferahtı. Tavandaki düşük voltajlı floresanlar sayesinde de ortam aydınlanıyordu.
Açelya yoktu.
Fakat abim ve Araf sandalyelere bağlıydı. Yan yana oturtulmuşlardı üstleri çıplaktı ve darp izleri vardı. Araf'ın kan içinde olan bedenine bakarken benim canım yanıyordu. Gözlerimi yumdum ve bunun kâbus olmasını diledim. Olmadı.
"Çok merak ediyorum ne sandınız? Karaslan'lar bizden hard diski çalacak, Baha Karaslan onu kendi elleriyle gidip sevgili kardeşine verecek. Ve biz de her şeyi bilmemize rağmen susup oturacak mıyız?" Akın rahat bir tavırla ellerini cebine sokup bir kaç kez öne geriye sallanırken güldü. "Neden? Salak mıyız biz? Desise Hanım;" dedi ve bana döndü. "Biz beyefendileri biraz zorladık, tüm ikna gücümüzü kullandık ama yok, konuşmuyorlar. Sizden ricam; bizi zor durumda bırakmamanız. Hard disk nerede?"
Kollarımı göğsümde bağlayıp ağırlığımı tek bacağıma verdim ve Akın'a alayla baktım. "Güzel soru. Ama cevabı olmayan bir soru." Oflayarak kollarımı iki yana saldım. "Bu ne biçim müsafirperverlik? Dilim damağım kurudu, hani ikram?" Dedim ellerimi iki yana açarak. Akın baş üstüne der gibi başını eğdi. "Ne içersin?"
"Şampanya. Mümkünse üç damla limon damlatın." Dedim ve köşedeki kahverengi deri koltuğa ilerleyip rahat bir tavırla oturdum. Araf'tan tarafa bakmamaya çalışıyordum. Bakarsam süngüm düşerdi, savunmasız kalırdım.
"Duydunuz." Dedi Akın ve yanıma gelip koltuğun düz yumuşak kolçağına oturdu. Geriye yaslandığım için bana arkası dönük duruyordu. Ona tuhaf tuhaf baktım ama o bunu görmedi.
Değişik bir adamdı.
Akın parmağını şıklattığında abimin çıplak pazusunda çakmak söndürdüler. Eş zamanda abimin acı dolu çığlığı yükselirken ben de yerimden hızla doğrulmuştum. Kahretsin!
"Ben kibar bir adamım. Tekrar soruyorum; hard disk nerede, Nefes Hanım?" Dedi Akın tatlı olduğunu zannettiği bir şekilde.
Kapı açıldı ve elinde tepsiyle bir adam girdi. Tepside ince uzun kadehte şampanya vardı. Şampanyayı tepsiden aldım ve tekrar geriye yaslanıp bacak bacak üstüne attım.
Aklımda bir plan vardı. O yüzdendi rahatlığım.
Şampanyadan bir yudum alıp şampanyayı tuttuğum kolumu kolçaktan aşağı saldım. Başımı yana eğip bana bakan herkese tek tek baktım. En son Akın'da durdum. Uğursuz bir mavilikle parlayan gözleri, bu kibarlıkların tamamen racon olduğunu, hafife almamam gerektiğini bağırıyordu.
Fakat onun göremediği bir şey vardı ki; ben Asise'ydim. Oyun değil, oyun tanrıçası.
"Size ortaklık teklif ediyorum, Akın Bey." Dediğimde havada keskin bir gerilim kokusu belirdi. Ölüm sessizliği. Herkes sus pus oldu, nefes sesi dahi yoktu.
Akın bir süre gözlerime bakarak orada bir şeyler aradı. Sonra kaşlarını havaya kaldırdı ve yerinden kalkıp karşıma geçti. Ellerini cebinden çıkarmamıştı.
"Ortaklık? Siz, ki, Eda Nefes Karaslan? Oğuz Karaslan'ın özbeöz kızı? Babanızın baş düşmanıyla ortak olmak istiyorsunuz?" Güldü. Komik bir espri yapmışım gibi güldü hem de. "Güzel şakaydı."
"Oyunu biliyorsunuz, değil mi?" Diye sordum hiç bozuntuya vermeden. Çünkü bozulacağım bir şey yoktu. Bugün, bu gece, benim istediğim olacaktı.
"Elbette biliyorum." Dedi dünyanın en normal şeyinden bahseder gibi.
"Ben Karaslan'ların değil, Pakgör'lerin tarafındayım. Sadece sevgili babacığım onların tarafında olduğumu zannediyor. Asaf Pakgör, Araf ve abim Baha Karaslan dışında diğer herkes de öyle." Doğruyu söyleyip söylemediğimden emin olmak ister gibi yüzüme uzun uzun baksa da şaşırdığı bariz belliydi.
"Annemin katilini ölsem de savunmam." Dedim saf nefretle. "Baha Karaslan o hard diski neden bana verdi sanıyorsunuz? Çünkü ben de Oğus Karaslan'ın fişini çekmek istiyorum. Ve onu yerle bir edecek her şeyin altına imzamı düşünmeden, zevkle atarım." Dedim hiç olmadığım kadar büyük bir özgüvenimle. Kâfirin kanına susamış bir kılıç kadar keskindi kendimden eminliğim ve Karaslan ailesine olan nefretim.
"Kendi ayaklarımla o ailenin avukatına gidip dedemden kalan tüm mirası, her şeylerini, garantileri olan her şeyi üzerime geçirdim. Ve bile isteye kendi irademle soy adımı Karaslan yaptım. Neden biliyor musunuz? Karaslan soy adıyla Pakgör'lerin tarafında savaşmam onun gururunu paramparça edecekti. Ve bu da yetmeyecek. Karaslan soy adına sahip olarak evleneceğim Araf Pakgör'le." Şuurunu açık tutmakta zorlanan Araf Pakgör ilk defa başını zorlukla kaldırdı. Sesimden, nefesimden, cümlelerimden, her şeyimden güç almıştı. Benden güç almıştı. Ve gözlerini bana çevirebilmesine yardım eden gücü yine benden almıştı.
Evlenme teklifini burada, ortak olmak üzere olduğum, babamın baş düşmanının ininde, onun omuzları düşmek üzereyken; omuzlarındaki tüm yükü paylaşırcasına kabul etmiştim.
Dayımın ilk günlerde dediği gibi.
Eşit güçte ve mevkideydik. Öyleyse yüklerimizi paylaşacak, birbirimize güç olacaktık. Aşkla.
"Vay..." Dedi Akın Kara hayretle. Samimi olduğunu görebiliyordum. "Bu gerçekten çok epik! Epik romantizme her zaman hayran olmuşumdur. Açıkçası hayallerimi yıktınız, Nefes Hanım? Ben şahsen size ilanı aşk etme planları yapıyordum. Belki evlenirdik bile." Araf hırlayarak öne atıldığında gülümsememek için dudaklarımı ısırdım.
Araf Pakgör kıskançlığı diye bir gerçek vardı.
"Sakin ol, taze damat!" Dedi Akın elinin içini yere doğru çevirip hafifçe indirirken. Kudurmuş bir köpeğe sakin olmasını söyler gibiydi. Göz devirdim.
Sonra bana döndü. "Açıkçası heyecanlandım, Nefes Hanım! Böyle bir şey kesinlikle beklemiyordum. Desise ile ortak olmak..." Dedi kulağa nasıl geldiğini merak eder gibi havaya bakarken. Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. "Gerçekten şahane. Fakat biliyor musunuz, Nefes Hanım? Sözler senettir." Elini uzattığında adamlarından birisi bir kağıt uzattı. Akın ceketinin iç cebinden bir kalem çıkardı ve bir kaç boşluğu doldurdu. Sonra bana uzattı.
Bardağı fondip yapıp bir köşeye fırlattım ve tuzla buz oldu. Umurumda olmadı. Kağıdı elime alıp inceledim.
Ortaklık sözleşmesi. Gerektiği vaadeden önce sonlanırsa tazminat ödemek durumundaydım. Gerçekten sözü senet olarak istemişti.
"Peki senin sözünün senet olduğunu ben nereden bileceğim? Bu sözleşmede zararda olan kişi sadece benim." Dedim elimdeki kağıdı elimde buruştururken. Aynı zamanda zevkle gülümsüyordum.
Ayağımı kaydırma ihtimali olan bir senete imza atmazdım. Çünkü eğer anlaşmayı o feshederse tazminatı yine ben ödüyordum.
Aptal değildim, aptal yerine konulmaktan özellikle nefret ederdim.
"Zekisiniz. Düşünmeden ve okumadan bir şeyi imzalamamanız de takdir edilesi. Son zamanlarda herkes dikkatsiz ne yazık ki!" Dedi gülümseyerek. "Bunu iltifat olarak ne yazık ki kabul etmiyorum çünkü duymaya alıştığım bir şey." Dedim göz devirerek.
Üst üste attığım bacağımın üstüne kolumu yaslayarak öne eğildim. "Bu savaşta da, ortaklıkta da güçlü olan el benim. Ortaklık sizin tarafınızdan sona ererse, siz yüklü bir tazminat ödersiniz. Benim tarafımdan sona ererse de ben öderim. Ayrıca her iki durumda da hard disk bende kalır." Kaşları çatıldı. Onun aksine benim keyfim yerine gelmişti.
"Saçmalık." Omuz silktim. "Bence hiç değil. Hard disk zaten bendeydi, yine bende kalacak. Ayrıca dediğim gibi, güçlü olan el benim. Yani ben değil, sen benimle iyi anlaşmak zorundasın." Göz kırptım. "Anlaşıldı?"
"Fazla güveniyorsun kendine. İstesem tam şu an gözünün önünde sevgilini ve abini öldürebilirim." Omuz silktim. "Öldür. Oyunun ana başı benim. Onlar ölse de oyun devam edecek ve benden hiçbir güç eksilmeyecek. Ne, biliyor musun? Sadece kaybedecek hiçbir şeyim kalmamış olacak. Bu senin için en tehlikelisi olur, emin ol."
Uzun uzun düşündü. Ben de o sırada içinde bulunduğumuz değişik odayı inceledim. Havalandırmanın pervaneleri dönerken uğultulu bir motor sesi odayı dolduruyordu.
"Bu iş hiç de umduğum gibi gitmedi." Dedi memnuniyetsizlikle. "Ne bekliyordun?" Dedim tıpkı bir kaç dakika önce onun dediği gibi. "Elimdeki gücün farkında olduğum hâlde senin karşında pusup oturmamı mı? Neden? Sırf senin adamların etrafı kuşattı diye mi? Tek telefonumla her şeyini kaybedersin. Kaldı ki tek hedefin babamı bitirmek."
"Planın ne?" Diye sorduğunda anlaşmayı kabul ettiğini anlamıştım. Sinsi bir gülümseme yüzümdeki yerini aldı.
"Şu boş senetlerden birini bana verin bakalım." Dedim yerimden kalkarak. Adamlardan birisi bir kağıdı Akın'a, Akın da bana uzattı. Kalemi alıp seneti doldurduktan sonra imzaladım ve Akın'a uzattım. O da imzaladıktan sonra ikili kağıdın yapraklarını ayırdı. Beyazı kendi elinde tutarken renkli olan parçayı bana verdi. Katladım ve elimde tuttum.
"Öncelikle abim ve sevgilimi çöz. Ve de acilinden iki doktor çağır. İkisiyle itinayla ilgileneceksin." Bunu zaten yapacak gibiydi. Adamına bir bakış attı ve adamlar ikisini çözmeye başladı.
"Şimdi?" Diyerek bana döndü.
Gülümsedim.
"Şirketin var mı?" Başını salladı. "Güzel." Gülümsemem genişledi.
"Karaslan Holding'in bana ait olan %25 hissesini sana satacağım. Şirkete ortak olacaksın." Akın'ın adeta gözleri parladı. Baş düşmanının şirketinde hak sahibi olmak onun için paha biçilemez bir şeydi.
"Karşılığında da hard disk her zaman bende duracak." Diyerek devamını getirdim.
"Kabul."
O şirkette bir çöpümün dahi kalmasını istemiyordum.
Çünkü başlarına yıkacaktım ve kendi bindiğim dalı kesecek kadar aptal değildim.
Fakat görüyordum ki Akın Kara her ne kadar kendisini zeki sansa da tam da öyle bir aptaldı. Gerçek planlarımdan asla haberdar olmayacaktı. Tazminat dahi ödemeden bu işten sıyrılacaktım.
Çünkü Akın Kara ölecekti.
***
"Hallettiniz mi her şeyi?" Dedim telefonumu kulağıma dayarken. Aynı zamanda odada volta atıyordum. Parke zeminde topuk seslerim yankılanıyordu.
Kocaman bir aslan logosuna sahip, beş yıldızlı Karaslan Otel'deydim. Bana ait olan otelde.
Akın Kara ile yaptığımız anlaşma ve konuşmadan sonra geçici süreliğine yollarımızı ayırmıştık. Ayrıca rezidansın ifşa olması an meselesiydi. Bu otel bana aitti ve benim sözüm geçerdi. Tam anlamıyla güvenli bir yer bulana kadar burada kalacaktık.
Baha ve Açelya'ya ayrı ayrı süitler ayarlatmıştım. Bizimki de en üst kattaki kral dairesiydi. Araf'la aynı süitte kalıyorduk ve kendisi şu an duştaydı.
Süit, lüks bir evi aratmıyordu.
"Hallettirdim, efendim." Dedi Cemal. Kendisi İstanbul'da olmasına rağmen hem orayı hem burayı iyi idare ediyordu.
O rezidansta tek bir çöpümüz dahi kalmamıştı ve bize dair hiçbir iz bulunmaması için özenle temizletmiştim. Birazdan kıyafetler, dosyalar ve hard disk elimde olacaktı.
"Maserati Ghibli ne durumda?"
"Her şey yolunda. Sadece rengine karar vermeniz gerekiyor." Düşündüm.
"Siyahı çok seviyorsun heralde?"
"Nefret ederim. Kırmızıdır en sevdiğim renk."
Kırmızı en sevdiği renk olmasına rağmen neden her şeyini siyah kullanıyordu?
Kırmızı araba almak gibi bir şey istesem de bunun nasıl bir tepki doğuracağını bilmiyordum. Kişisel alanlarına ve isteklerine saygı duymalıydım, koca adamdı sonuçta. "Siyah olsun." Dedim o yüzden.
Telefon kapandığında pencere kenarına ilerledim ve uçsuz bucaksız deniz manzarasına baktım.
"Anne ama ya boğulur ölürsem? Ya sen çok ağlarsan?" Annem güldü ve avucumdan öptü. Sarı saçları yüzüne dökülüyordu. "Ben yanında olacağım. Ben olduğum sürece boğulmana asla izin vermem."
Ve bizzat kendisi kendi elleriyle itmişti beni o kuyuya. Belki kuyunun dibinde su vardı? Boğulacaktım? O zaman da yanımda olacak mıydı?
Dolan gözlerimi kırpıştırdım ve odada gezdirdim.
Evrim Arslan her zaman benim kanayan yaram olacaktı.
"Nefes?" Düşüncelere daldığımı ve Araf'ın çoktan banyodan çıkmış olduğunu bile duymadığımı şimdi anlıyordum. Üzerindeki bornozun önünü öylesine salaş bir şekilde bağlamıştı ve göğsü neredeyse açıktı. Teninden akan damlalara odaklanmamaya çalıştım. "İyi misin? Yorgun görünüyorsun."
Yorgun bir nefes verdim. "Cidden yorgunum. Bekle istersen birazdan getirecekler kıyafetleri ve diğer eşyaları." Onaylayarak başını salladığında ona doğru ilerledim. Ellerimi göğsüne koyduğumda o da belime sarılmıştı. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Asıl sen iyi misin? Dayak yiyen sensin." Yüzündeki yara izlerinde elimi gezdirdiğimde elimi tutup öptü. "Önemli olan ben değil, sensin. En büyük yara senin ruhunda, benim yüzüm dağılsa da sorun değil." Burukça gülümsedim ve en çok ihtiyacım olan şeyi yaparak ona sımsıkı sarıldım. Burnunu saçlarıma gömdü ve derin nefesler çekti içine.
"Biliyor musun?" Dedi kısık sesle birden bire sessizliği bozarak. "Dünyanın en klişe sözünü söylemiş olacağım ama bunu göze alıyorum." Başımı kaldırıp merakla yüzüne baktım. "Kokun ayrı, bakışın ayrı, yüzün, gülüşün ayrı... Apayrı meftun ediyor beni. Öyle ki, sonumu bir tek sen getirecekmişsin gibi..." Donakaldım. O gün o gece zihnimde beliren sahnenin muadilinin tam şu an gerçekleşiyor oluşu beni korkutmuştu. "Neden, biliyor musun? Çünkü yeşil gözlerin öylesine bir girdap ki... Beni acımasızca içine çekip karanlığına tutsak edebilir. Beni karanlığa iten babamdı, çekense sensin." Girdap gözler...
"Gözlerin yeşil bir girdap gibi. Çevresi koyu yeşil. Ve göz bebeğine gittikçe daha da koyulaşıyor, göz bebeğinde simsiyah oluveriyor. Her şeyi içine çeken sonsuz bir girdap gibi. Her şeyi acımadan yok edecek bir girdap. Beni bu girdap gözlerinle yok edeceksin, Desise."
Ürperdiğimi yalnızca ben değil, Araf da anlamıştı. Bana daha sıkı sarıldı.
"Orada ciddi miydin?" Diye sordu. "Karaslan soy adına sahip olarak evleneceğim Araf Pakgör'le." Dedi orada söylediğim cümleyi tekrar ederek. "Bunu söylerken ciddi miydin?" Ona aptal olduğunu hissettirecek bir bakış attım. "Sence, Araf? Havaya konuşmuş gibi mi duruyorum? Kolların arasında?" Gülümsedi. "Desene Eda Nefes Karaslan Pakgör bomba gibi geliyor?" Sesi keyif doluydu.
Onu daha da keyiflendirecek bir şey söyledim.
"Eda Pakgör. Senin karın olmayı hak eden kişi Eda, Araf. Nefes değil. Çünkü senin canını yakan kişi her zaman Nefes'ti." Omuz silkti. "İnsan nefes almaya devam ediyorken diğer organlara aldığı hasarlar illa ki iyileşirmiş. Canımı yaktığını iddia ettiğin Nefes, benim nefesim oldu. Eda benim karım olmasaydı da her zaman sevgilim olurdu. Onun hak ettiğini iddia ediyorsun ama hak eden asıl kişinin her şeyiyle beraber ta kendin olduğunu anlayamıyorsun. Ben Eda ve Nefes arasında hiçbir zaman ayrım yapmadım, Nefes. Tek bedeni ikiye bölen sensin." Doğru olabilirdi ama benim dediklerim de bir gerçeği yansıtıyordu.
Eda, Araf'ı kıracak hiçbir şey yapmamıştı. Onu paramparça edecek ne varsa hepsini Nefes'ken yapmıştım.
"Eda." Tüm sinirlerim uyarılmış gibi birden ürperdim ama yine de bakışlarımı hala kolları arasında olduğum sevgilime çevirdim.
"Biraz uzun sürdü ama... Sanırım sana kendimle ilgili söylemem gereken önemli bir şey var." Merakla ona baktığımda kollarını bedenimden ayırdı ve tamamen karşıma geçti.
"Bunu sana söylemek istemedim, babamın söylemesini de istemedim. Çünkü sende nasıl bir iz bırakacağını ikimiz de bilemezdik. O kadar beklenmediktin ki bizim için... Bebekliğinden beri seni takip etmemize rağmen seni yine de tanımıyorduk ve istemeden ağır bir darbe indirmekten korktuk." Her cümlesinde yüreğime çöreklenen korku artıyordu.
"Bana bir soru sormuştun, hatırlıyor musun? İsmimi öğrendiğin gün, an."
"Araf."
Bir an afalladım ve boş bulunup "Ne?" Dedim. "İsmim. Araf. Araf Pakgör."
"Ama baban sana Ya ile başlayan bir şey diyordu?" Kaşları çatıldı. "Araf diyorsam Araf, Desise. Kimlik göstereyim mi?"
"Evet, hatırladım." Dedim durgun bir sesle. Hatta kafamda bir çok isim türetmeye çalışmıştım ama Araf bir türlü söylememişti.
"Nefes... Benim diğer adım Yağmur."
Dudaklarım kendiliğinden aralandı ve öylece kaldı.
Her ismi düşünürdüm, her birini. Ama annemin ismi aklımın ucundan geçmezdi.
"A-ama..." Dedim gözlerim dolarken. "Neden?" Araf doğduğunda annem yaşıyordu. Neden ölmüş gibi onun ismini koymuşlardı?
Yoksa bu ölüm planlı olabilir miydi?
"Ben doğduğumda annen hastaymış. Yağmur unisex bir isim olduğu için de babam böyle bir şey yapmak istemiş. Ama ben o ismi hiçbir zaman kullanmadım. Özellikle de senin yanında. Sen nasıl ki Eda'yı kullanmıyorsan ben de aynıyım. Yağmur Araf Pakgör."
Ve Eda Nefes Karaslan.
"Bana ismini yaşatmayı nasıl başarıyorsun?" Dedim inanamaz bir şekilde. "Beni köşeye sıkıştırıyor, ismin gibi arafta bırakıyorsun."
"Sen de benim nefesimsin. Bence ödeştik." Dedi ve göz kırptı. "Nasıl rahatladım bilemezsin. Korkudan kendi ismimden kaçıyordum resmen." Gülümsedim.
"Ee Yağmur Araf Pakgör?" Dedim kocaman gülümseyerek. "Nerede yüzüğüm? Bomboş evlilik teklifi mi yapılır?"
"Beklerseniz gelecek birazdan, Eda Nefes Karaslan." Dedi o da aynı benim gibi. Güldüğümde kapı çalmıştı. "Ben bakarım sen açma bu hâlde." Dedim elimle üstünü göstererek.
Kapıyı açtım ve gelen bavulları içeri taşıyıp kapıyı kapattım. Bavulları sürükleyerek yatak odasına getirdiğimde Araf onları elimden almış, yan yana bir şekilde yatağa yatırmıştı.
Kendi bavulunu açtı ve kurcaladıktan sonra siyah kadife bir kutu çıkardı. Yüzük olduğunu bildiğim için gülümsemem kendiliğinden yerini almıştı.
Önümde diz çöktüğünde kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Resmen bornozla evlilik teklifi yapıyordu.
Kutuyu açtığında ışıklı kutulardan olduğunu görmüştüm ilk. Kutunun ışığında parlayan yüzüğe baktığımdaysa gözlerim büyümüştü. Beyaz altından kraliçe model tek taş yüzüğün zarafet ve asaleti karşısında şaşıramıyordum bile. Bakakalmıştım.
"Romantizm kotamı doldurduğumu düşünüyorum ve öküz moduna geçerek direkt soruyorum." Dediğinde ufak bir kahkaha attım. Haklıydı. "Benimle tek kan bağımızın karı-kocalık olduğu başka bir evrende evlenir misin, Desise?"
"Peki ya bu evrende evlenirsem?"
"Valla fark etmiyor evlen yeter." Dediğinde güldüm. Diz çökerek onun hizasına geldim. "Önümde diz çökecek kişi sen değilsin, sevgilim. Düşmanlarımız." Kutuyu tutan elini avucumun içine aldım ve kutuyu kapatıp bir kenara koydum. Elime en çok yakışan şey basit bir yüzük değil, onun eliydi. Parmaklarımızı kenetledikten sonra dudaklarına bir öpücük kondurdum. "Seninle değil başka evren, her evrende evlenirim, Araf Pakgör."
Parmaklarımızın kenetli olduğu ellerimizi ayırmadan belime götürdüğünde kolumun tersi de belime değmişti. Kendine çekti ve burnunu boynuma değdirip asırlardır süren bir hasretten kurtulur gibi kokumu içine çekti. "O hava olmadığını iddia ettikleri sıçtığımın uzayında bile nefesim olursun sen benim. Senin olduğun yer her nefes, her yer yaşam bana. Kokunu duyayım yeter."
Yere çöktüğünde beni de kucağına çekti. Zaten mini olan eteğim iyice sıyrıldığında bacaklarım tamamen açıktaydı, kapalı kalan tek yer mahrem bölgemdi. Araf pozisyonumuzu bozmadan beni geriye doğru yatırdı ve sırtım sert zeminle buluştu. Araf elini başımın kenarından zemine yaslarken ben de bacaklarımı onun bedenine dolamıştım. Bornozu ise çoktan açılmıştı fakat bu umurumuzda değildi.
Siyah bluz üzerimden ayrılırken sütyensiz olduğum için göğüslerim tamamen meydana çıkmıştı. Çünkü yanımda iç çamaşırı yoktu ve o gece elbiseyi de çamaşırsız giymeliydim.
Ruhumdaki yaranın daha ağır olduğundan bahsediyordu.
Fakat her bir dokunuşuyla bir yaranın dikişini attığından habersizdi. Şüphesiz ki benim tek merhemim ve ilacım oydu.
***
Kurutucuyla saçlarımı kuruturken aynadaki yansımama bakıyordum. Artık gerçekten uyumam gerekiyordu ve ciddi anlamda yorgunluktan çökmüş durumdaydım.
Yerde başlayan serüven duvarda, yatakta ve sonra en son banyoda son bulmuştu.
Kurutucuyu tuttuğum sağ elimde parlayan yüzüğe gözlerim takıldığında hafifçe gülümsedim. Bu yüzük ve bu gece, gerçekten kavuştuğumuzun resmi kanıtlarıydı.
Açıkçası az önce yaşanmış şeylerden sonra içeri gitmeye biraz utanıyordum. Cinsellikten ya da çıplaklıktan utanan birisi hiçbir zaman olmamıştım fakat bu gece olanlar farklıydı. İkimiz de ilk defa bu kadar vahşileşmiş ve kendimizden geçmiştik. Açıkçası onun da şu an benimle aynı düşündüğünden emindim.
Saçlarımın ıslaklığı gittiği için fön makinesini kapattım. Saçlarım nemli duruyorlardı ama ıslak değillerdi. Bu yüzden gönül rahatlığıyla banyodan çıktım.
Yatak odasına girdiğimde yatağa yaklaştım. Araf'ın uyuyakalmış olduğunu görünce kocaman sırıttım. Birileri isyan bayrağını benden önce çekmişti. Eh, haksız da sayılmazdı.
Yatağa girdiğimde yan dönmüş bir şekilde uyuyakalmış Araf'ın sırtına sarılarak gözlerimi kapattım. İlk an yorgunluktan kaynaklı olarak yoğun bir ağrı hissetsem de gerisi kendini uykuya bırakmıştı.
Tiz bir mesaj sesiyle uykum bölündüğünde yavaşça gözlerimi araladım. Saatin kaç olduğundan emin değildim fakat pozisyon değiştirdiğimize göre bir kaç saat geçmiş olmalıydı.
Komodindeki telefonumu alıp ekranı açtım. Saat dörde geliyordu. Ve bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmişti. Bu bilinmeyen numaralardan gelen mesajlar hep başıma iç açıyordu.
Fakat bu seferki zaten başımda olan bir belayı büyüten bir mesajdı.
"Kim olduğunuzu ve amacınızı biliyorum. Ve bence sahibi olduğun otel bile kurtaramaz seni.
F.D."
F.D.
Furkan Duymaz.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro