28 ~ Tılsım
"Kaderin ilmek ilmek örüldüğü ipleri yerini bulduğunda mı öleceksin? Yoksa benim olduğunda mı?"
***
Keti - Ver Beni Yalnızlığa
Aydilge - Gel Sarıl Bana
Handan Kara - Kulakların Çınlasın
***
28. Bölüm
Aşağı kata indiğimde etrafa bakındım ama abimi de Açelya'yı da göremedim. Hava almaya ihtiyacım vardı.
Canımı yakıyordu.
Canımı yanmasına izin vermeyecektim.
Bir bakışı bile kalbimi sızlatırken ben onu oraya nasıl kanata kanata gömecektim?
Çocukluk aşkıydım.
Çocukluk! 8 yaş!
İlk günden beri bana farklı davranmasının sebebi bu olabilir miydi? Biraz çekingen, biraz mesafeli, ara ara soğuk.
Unutamadım, sürekli aklımdaydı. Hiçbir kız ilgimi çekmezken o kıza tutkun olmuştum. O... Kazada bile aklıma gelen ilk kişi o kız olmuştu. Kim olduğunu bilmeden sevmiştim o kızı. Kim olduğunu bilmeden sevmiştim seni. Bir gün tanışacağımız günün ümidiyle yaşadım. Ve kendime bir söz verdim; yüzümü hiçbir zaman göstermeyecektim. Korkardın, kaçardın, ölürdüm.
Kuru soğuk, sert hava suratıma çarparken Araf'ın her bir cümlesi zihnime vurgundu. İki elimle saçlarımı geriye doğru yatırırken ellerim kafamda duraksadı. Gözyaşlarım boşaldı. İç çekerken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Bulut dolu kara gökyüzüne.
Göz yaşlarım makyajımı akıtarak çeneme doğru bir yol izlerken yumruklarımı sıktım.
Beni sevdiğini iddia ederken Cansu ile olmasını sindiremiyordum.
Biraz ilerideki arabamıza ilerledim. İçinde kimse yoktu. Nerede olduklarını merak etsem de fazla aldırmadım. Elbet gelirlerdi. Elimi arabaya yasladım ve destek alarak başımı yere eğdim.
Kan damlası ikiye bölünmüştü. Biri kar tanesine kavuşmak için hızlanırken diğeri kendisi olmak ister gibi yavaştı. Ama o hızlanan bilmiyordu ki kar tanesine kavuşmak isterken kendi sonunu getirecekti?
"Acı. Özlem. Aşk. Hissettiğin bu." İrkilerek arkama döndüğümde Araf'la burun buruna kaldım. Geri çekildiğimde sırtım arabaya çarpmıştı. Bir küfür mırıldandım.
"Tek sorun Cansu mu?" Dediğinde arkadaki levhadan bakışlarımı çekip Araf'a yönlendirdim. "Cansu? Tek sorun nasıl Cansu olabilir, Araf? Sorun sensin! En büyük sorun sensin!" Dedim içimdekileri kusarcasına.
"Biliyorum. Aşk adamı değilim. Aşığım ama buna nasıl uyum sağlayacağımı bilemiyorum. Ben buna alışkın değilim, Eda." Eda. İrkildim ama o bunu görmedi, kimse görmedi. Sarsıldım ama kimse görmedi. Araf Eda'ya aşıktı, Nefes'e değil.
"Ben seni sadece uzaktan sevmeye alıştım ve şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Elim kolum bağlı, Nefes." Dedi. Eda'ya aşıktı ve sesini Nefes'e duyurmaya çalışıyordu.
"Cansu'yla sevgili olurken hiç zorlanıyor gibi değildin." Dedim. Burukça gülümsedi. "Sevmediğin biriyle olmak kolaydır, Nefes. Ama sevdiğinle olmak, işte bu en zorudur. Kendinden eksilte eksikte, kanata kanata başarman gerekir. Çünkü çoğu insanın aşkı sadece kendisine zarar verir."
"Bu yüzden mi biz böyleyiz?" Dedim kendimce sorgulayarak. "Evet. Ne sen ne de ben. Kendimizden taviz vermeyi, eksilmeyi, kanamayı kabul etmiyoruz. Bu yüzden birbirimizi kanatıyoruz. Her daim." Hiçbir şey söylemeden öylece yüzüne baktım. Bana olan aşkının kendisine zarar verdiğini söylüyordu. Haklıydı. Onunki de bana zarar veriyordu.
"Neden hiç ilişkim olmadı sanıyorsun? Herhangi bir ilişki, cinsel de dahil. Neden bakir olduğumu sanıyordun?" Gerçek düşüncelerimi söyledim, "Yüzün yüzünden olduğunu sanıyordum." Omuz silkti. "Değil, Nefes. Yüzüm hakkında tek çekincem sensin. Senin korkmanı istemedim ben hiç. Yoksa diğerlerinin ne düşündüğü çok da sikimde değil. Herkesin yaşadıkları ve izleri kendinedir." Bir süre durdu ve sonra konuşmaya devam etti.
"Bu yanık neden oldu, biliyor musun? Çünkü babamın bir hatası yüzünden evimiz kundaklandı. Annem ölürken ben de yüzümün yarısını kaybettim. Omzumun sol kısmında da var yanık izi ama orayı dövmeyle kapatabildim. Fakat yüzümü kapatamıyorum işte." Donakaldım.
Sonra Araf ve dayımın tartışmasında Araf'ın söyledikleri aklıma geldi. Ben Arslan ailesiyle yüzleşmeden hemen önce.
"Ben senin yüzünden bu hâldeyim lan zaten! Al, bak! Eserinle gurur duy!"
"Baksana! Neden kafanı çeviyorsun, baba!"
"Bir yetimin hayatını kararttıktan sonra Allah bunun acısını evladından çıkarttığında mutlu oldun mu baba?! Ben canlı canlı yanarken mutlu oldun mu?! Her şey senin yüzünden! Şimdi gelip bana bir şeyleri düzeltmeye çabaladığını söyleme! Sen sadece kendi vicdanını rahatlatıyorsun. Bak etrafına; zamanında hayatını kararttığın kim şu an mutlu? Halam? Nefes? Ben?"
Bir göz yaşı daha düşerken hiçbir şey diyemeden öylece yüzüne bakıyordum.
Annesinden hiçbir zaman bahsetmeyişi dikkatimi çekmişti.
Annemden, benden ve hatta kendisinden bile bahsetmişti. Ama annesinden hiçbir zaman bahsetmemişti. Babasıyla yüzleşip hesap sorarken bile.
"Ne dövmesi?" Dedim konuyu değiştirmek isteyerek. Araf şaşkınlıkla bana baktı. "Görmedin mi?" Düşündüm. Dövme falan hatırlamıyordum. "Hayır, görmedim." Dedim. Sırıtmaya başladığında yumruğumu omzuna geçirdim. "Gülme be. Sen de görmedin?" Manidar bir bakış attığında gözlerim büyüdü. Görmüş müydü yani? O görmüşken ben nasıl görmemiştim?
"Kalbinin üstündeki kırmızı kurşun yarası dövmesini ve boynundaki Desise yazan dövmeyi tabiki gördüm." Belimdekini görmemişti ama.
Sırıttım.
"Diğerini görmemişsin ama." Kaşları çatıldı ve uzun uzun düşündü. "Eminim başka dövme yoktu." Bu sefer ben manidar bir bakış attım. "O kadar emin olma, vardı." Çatık kaşları altından bana bakarken meraktan kudurduğuna emindim. Tam şu an sadece ceketimi çıkarsam görebilirdi ama ben bunu yapmayacaktım. Zaten donuyordum!
Elini uzatıp yüzüme düşen saçlarımı çekerken yanağıma ve şakağıma temas etmişti. Başımı çekerken elini indirdim. "Dediğim şeyin arkasındayım. Cansu hayatında olduğu sürece bana asla dokunamazsın." Bana anlamını çözemediğim bir şekilde baktı ve gülümsedi. Neye gülümsediğini anlamadığım için kaşlarımı çattım. "Ne?"
Ellerini cebine soktu ve dikleşti. "Duruşuna ve gururuna hayranım." Bu muydu yani? "Ne bekliyordun? Olması gerekeni yapıyorum ben. Kaleci var diye gol atmayalım mı, diyecek onursuzlukta birisi değilim ben." Başını salladı.
"Eda?" Bardan çıkmış Açelya'nın şaşkın sesiyle oraya döndük. Araf elleri cebinde bir şekilde boş boş Açelya'ya bakıyordu. Açelya'nın ağlamış olduğunu gördüğümde kaşlarım çatıldı. Abim ortalarda gözükmüyordu. Onunla tartışmış olmalılardı.
"Ne oluyor?" Diyerek yanımıza geldi. "Kurbanı paketleyecekken çok sevgili rakibimiz tarafından basıldım." Dedim şikayet eder gibi. Araf bıyık altından gülerken, ne kurban ne de Araf Açelya'nın umurunda değil gibiydi.
"Araf beni eve bırakır mısın?" Dediğinde ikimiz de şaşkınlıkla Açelya'ya baktık. Çok bitkin görünüyordu. Abimle dönmek istemiyordu. Abi ne bok yedin?
Araf, "Bırakırım, sorun yok." Dediğinde Açelya yavaşça başını sallayıp Araf'ın arabasına ilerledi, Araf gidecekken kulağıma eğildi. "Bunu da kıskanmazsın, değil mi?" Elimi kaldırdım ve tam vurmak üzereyken Araf kaçtı.
Araf ve Açelya gittiğinde abim çıktı. "Neler oluyor?" Dediğimde omuz silkti. "Bir şey yok." Boş boş baktım. "Yalan atma, basbaya bir şey olmuş. Açelya neden ağladı?"
"Sadece hâlâ Eflin'i sevdiğime dair ufak bir konuşma yaptım, Nefes. Bir şey yok." Ne olduğunu deli gibi merak etsem de bir şey demedim. Kendi aralarında olan bir meseleydi. Ayrıca bugün yeterince düşünecek şey biriktirmiştim. Üstüne ekleme yapmak beni delirtirdi.
"Neyse ne. Açelya'nın üzerine bu kadar gitmeni hiç doğru bulmuyorum. Kız ağlıyordu." Dedim. "Senin gibi mi?" Demesiyle donakaldım. "Ha?"
Çenesiyle yüzümü işaret etti. Araf yüzünden makyajımın aktığını unutmuştum. Göz yaşı izlerini anlamayacak kimse yoktu.
"Önemli bir şey değil. Soğuk gribi gibi bir şey." Dedim elimle makyaj kalıntılarını silmeye çalışarak. "Soğuk gribi?" Dedi abim dünyanın en saçma şeyini demişim gibi. "Ya her neyse işte adı. Var ya hani. Gözler soğuktan fazla etkilenince göz yaşları boşalıyor yanıyor falan. Bilmiyorum ismini soğuk gribi değil mi? Göz gribi mi? Ne?" Öyle olsun bakalım, der gibi güldü ve "Yürü, Nefes." Deyip şoför koltuğuna geçti. Ben de oflayarak yanına bindim. Siyah leke olmuş ellerimi birbirine sürttüm ama çıkmadı. Göz devirip kucağıma bıraktım.
Araba harekete geçerken başımı çevirip camdan dışarı baktım.
Duvarda siyah sprey boyayla yazılmış yazı dikkatimi çekti.
Şifreyi mi arıyorsun? Hemen arkanda.
Gözlerim büyürken oturduğum yerde doğruldum. Abim bu hareketliliğimi fark ederek bana baktı ve sonra hemen yola geri döndü. "Ne oldu?"
"Şifre. Hard disk! İkinci şifreyi buldum! Abi... Geriye sekiz şifre kaldı."
****
Yünlü tayt ve sweatshirt rahatlığına kavuşmuş, salonda volta atıyordum. Gecenin ikisi olmasına rağmen abimle ikimiz hâlâ salondaydık.
"Hard disk Araf'ta. Önce şifrelerin hepsini bulmak istiyorum. Birinci şifreyi seçim gecesi Ferah'ın boynunda dövme şeklinde bulmuştum. Basbaya elime verilmişti. İkincisi de İzmir'de. Yani burada duvara yazılmış bir şekilde."
Abim düşünceli bir şekilde "Peki ikinci şifre olduğunu nereden biliyorsun?" Dedi.
"Çünkü birinci şifrenin devamıydı. Şifre yoluyla bir mesaj veriliyor bize. Babam ya da amcam. Kim yaptı bilmiyorum ama bir mesaj var, bu belli."
"Tamam bu ikinci şifreyi de aklımızın bir kenarına not ettik." Dedi abim işaret parmağıyla şakağına bir kez vurarak. "Furkan Duymaz? En son onunla beraber gördüm seni." Aklıma Araf ile olanlar gelince ofladım. "Halletmek üzereydim. Araf Pakgör mahvetti her şeyi." Yüzünü buruşturdu. "Övsem mi sövsem mi bilemedim. Bizim ailenin sayı kazanmasını istemiyorum ama Pakgör'ler kazanırsa da ben öleceğim." Dedi. İki ucu boklu değnek dedikleri tam olarak buydu işte.
"Neyse ne. Şimdiki adım ne?" Dedim konuyu oyuna getirerek. "Furkan pezevengi sizden şüphelenmiştir. Elbet araştırır. Bu herif önemli birisi. Kendisine ulaşmanızı engelleyecek her yolu deneyecektir. Şanslıyız ki yarın akşam doğum günü. Araf da bu fırsatı kaçırmayacaktır. Ona pabuç bırakamayız. Doğum günü partisi olacak. Yerinde olsam yarın sabah alışverişe çıkardım."
***
Saç tokamı çözüp komodine koydum ve yatağa gömüldüm. Rahatlıkla gülümserken ne kadar yorulduğumu yeni fark ediyordum. Hemen uykuya dalabilirdim.
Tam uykuya dalmak üzereydim ki duvara çarpma sesleri gelmeye başladı. Sorun şuydu ki yatak da duvarın dibindeydi. Ve ses ekstra geliyordu. Bir şey vuruyor gibiydi. Aldırmamaya çalışsam da rahatsız edici seslere inleme sesleri eklendi. Gözlerim kocaman olurken sıçrayarak yatakta doğruldum.
Her katta iki daire vardı!
"Ah! Ah!" Cansu'nun sesi...
Boyun posun devrilsin Araf.
Ayağa kalktım ve içimde biriken şeylerle ne yapacağımı bilemedim. Basbaya benim duvarıma çarpa çarpa sevişiyorlardı! Gerçekten inanılmaz! Çok değil, daha bir kaç saat önce Araf bana neler demişti?
Hırsla kapıyı açtım ve aşağı inip evden çıktım. Karşı kapıyı yumruklayarak çaldığımda aklımdaki tek şey sadece daha az ses yapmalarını 'rica etmek'ti. Araf kapıyı üstü çıplak ya da bornozla açarsa ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Zaten şu an hissettiğim yıkımı da anlatmam asla mümkün değildi.
Uzun bir sessizlik oldu. Hissettiklerim öfkeye dönüştüğünde kapıyı yumruklamaya başladım.
Sonunda açıldığında karşımda Araf vardı.
Üstünde lacivert tişörtü ve koyu gri pijama altı vardı. Saçları dağınıktı, maskesi yoktu, gözleri kısıktı. Uyku mahmuru.
"Neler oluyor, Nefes?" Dedi uyku mahmuru daha da kalınlaşan sesiyle. Bu ses tonu her seferinde üstüne atlama isteğimi kamçılıyor olsa da o aptal sesi susturdum.
Araf gerçekten uykudan uyanmıştı. Bu ifade rol olamayacak kadar gerçekti.
Cansu! Allah'ın cezası kaltak!
"Sevgilim? Neler oluyor?" Dedi Cansu Araf'ın aksine dinç bir şekilde kapıya gelerek. Üstünde soluk toz pembe-beyaz renklerinde, dantelli seksi bir gecelik ve kısa sabahlık vardı. Saçları gayet düzgündü ve gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Gerçekten gece böyle mi uyuyordu? Hiç mi kaşıntı yapmıyordu ya da rahatsız etmiyordu? Poşet giymiş gibi de mi hissettirmiyordu?
Ben şahsen tayt ve sweatshirtlerin köpeğiydim.
"Sen odana git." Dedi Araf mesafeli bir şekilde. Bana baktığı gibi bakmıyor, benimle konuştuğu gibi konuşmuyordu onunla.
Cansu gitmek üzereyken "Cansu!" Diye seslenerek durdurdum onu. "Kendi kendini tatmin etmeye çalışırken duvarları yumruklamamaya ve çok bağırmamaya çalış. Komşular rahatsız oluyor." Hak edene hak ettiği gibi davranmak benim hamurumda vardı. Aklınca Araf ile seviştiklerini zannetmemi sağlamaya çalışıyordu. Buraya kadar geldiğimde bunu başardığını düşünmüştü.
Evet başarmıştı. Ama bir yere kadar.
Araf anlamamış bir şekilde bir Cansu'ya bir bana bakarken, Cansu öfkeden kıpkırmızı olmuş bir şekilde ayaklarını yere vura vura içeri gitmişti. "Ben hiçbir şey anlamadım." Diyerek bana döndü. "Ne oluyor, Nefes? Ne yumruklaması, bağırması?"
Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Sevgilin komşularınızı rahatsız ediyor, Araf Bey. Bence uyarın yoksa yönetici sizi evden atabilir."
"Ben hâlâ anlamadım." Salak mısın Cemile, diye bas bas bağırmak istesem de sustum. "Cansu, onu duvarlara çarpa çarpa becerdiğini düşünmemi istediği için duvarımı yumruklayıp inliyordu. Uyuyamadım artık sesten. Diyorum ki; bu kadar yokluktaysa bir oyuncak falan hediye et." Araf bir süre suratıma baktı. Sonra gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Bu, daha da sinirlenmeme sebep oldu. "Tamam söylerim." Dediğinde umurumda değilmiş gibi yüzüme düşen düz saçlarımı geriye itip "İyi olur." Dedim. Adeta trip atarcasına "İyi geceler." Dedim ve arkamı döndüm.
Avucunu karnımda hissettikten saliseler sonra boşluğa çekildim ve sırtım göğsüne çarptı. Donakalırken nefes almayı kestim. Ilık nefesini kulağımda hissettim. Fısıldadı; "Merak etme. Duvarlara çarptığım ve çarpacağım tek kadın sensin. Buna detaylar da dahil." Gülümsememek için yanaklarımın içlerini, dudaklarımı dişledim. Sakın gülme, Nefes. Sakın! Sakın!
Karnımdaki eline elimi koydum. Çekmek için koymuştum ama bir an duraksadım. Kulağımın altıyla boynum arasındaki bir yere hızlı bir öpücük kondurduğunda irkilerek onu hızla ittim ve geri çekildim. Şokla ona bakarken o ise bir kolunu kapı pervazına yaslamış, gülerek beni izliyordu. Resmen gözleri parlıyordu.
"Hep hayalimdi. Gerçekleştirdim." Dediğinde aval aval suratına baktım. "Neyi?" Aptallaşmak sana yakışmıyor, Nefes!
"Kulağınla nabzının arasından öpmek. Beni duyabileceğin ve hissedebileceğin iki yerin tam ortası." Onu hissedebileceğim yer; nabzım.
"Araf yeter." Dedim net ve kesin bir şekilde. Son derece sertti. "İçeride Cansu varken benimle bu şekilde konuşamazsın, bana yaklaşamazsın, bana ahlaksız imalarda bulunamazsın, beni öpemezsin! Duydun mu beni? Beni çok mu istiyorsun?" Dedim burnunun dibine girerek. Tekrar ettim, fısıltıyla, "Beni çok mu istiyorsun?"
"Çok istiyorum." Dedi aynı fısıltıyla. Bakışları dudaklarımdaydı. "Öyleyse bekar bir adam olarak karşıma çık. Tamamen benim olabileceğin bir şekilde. Başkasının artıklarıyla ilgilenmiyorum." Bıçak gibi keskin bir şekilde ondan uzaklaştığımda boşluğa düşmüş gibi hissettiğinden emindim. Sorun değildi, ben başından beri o boşlukta aşağı düşüyordum zaten.
Bugün ya da yarın. Esfele kavuşmam kaçınılmazdı.
***
Duyduğum patırtıyla yüzümü buruşturdum. Doğru düzgün uyuyamıyorduk bile!
Gözlerimin acısı ve açılmaması, çok az uyuduğumu düşündürüyordu.
Sonunda başardığımda abimi hemen yatağımın karşısında, dolabımın kulpuna bir şey asarken yakaladım. "Abi?" Dediğimde irkilerek bana döndü. "Sonunda uyandın mı? İmamı aramaya başlayacaktım az kalsın. Ölü gibi uyunur mu kızım?" Tüm vücudumda kol gezen ağrıya yüzümü buruşturdum. Dayak yemiş gibiydim.
"Neler oluyor sabah sabah?"
"Ne sabahı? İkindi oldu! Çabuk kalk geç kalacaksın." Gözlerim kocaman oldu ve hemen saate baktım. Dörde geliyordu. Bu kadar uyumuş olamazdım! Bana yetmemişti. Üstelik elbisem bile yoktu!
Abimin astığı kumaşa baktım. Elbise kumaşıydı. Ellerini beline koyup sırıttı ve ben harikayım bakışları atmaya başladı. Olayı anında anlayarak abimi odadan kovdum.
Vücudumdaki kırgınlıktan biraz olsun kurtulmak için duşa girip çıktım. Üstümde bornozla beraber siyah kumaşa ilerledim ve fermuarını indirdim.
Straplez, köşeli kesik V göğüs dekolteli simsiyah bir elbise beni karşıladı. İnce bele tam oturuyor, gerisi prenses model bir şekilde aşağı doğru genişliyordu. Dekolte çok büyük değildi, ayrıca alt köşe uçlardan birleştirilmiş iki dikdörtgen gibi duran yakası bol duruyordu. Elbiseyi incelediğimde altındaki astarın iç göstermeyecek şekilde vücudu sardığını, bu bol duran yakanın modelden ibaret olduğunu anladım.
Parti olduğuna emin miydik? Baloya benziyordu.
Ya da bu adam sandığımızdan daha önemliydi.
Saçlarımı kuruttuktan sonra topladım. Eski saç rengime ait peruğu taktığımda aynadaki görüntüye hasretle bakmıştım. Maşa yapıp makyajımı tamamladım. Göz kapağım siyah dumanlıyken göz altım pigmentli bir zehir yeşiliydi. Takma kirpikle makyajı güçlendirmiştim. Ruju en sona bıraktım.
Siyah külot giydikten sonra silikon göğüs ucu kapatıcılarını yapıştırdım. Elbiseyi giydikten sonra yanındaki fermuarını sorunsuzca çektim. Abartısız bir sırt dekoltesi vardı. Abartısız olma özelliklerini sevmiştim.
Maşayla yaptığım dalgaları dağıtarak hacimlendirdim. Saçımın ön tutamlarını yanlardan geriye doğru diğer tutamlara katarak hoş bir görünüm sağladım. Koyu tonlarda nude bir ruj sürüp ayakkabıya geçtim. Kendi ayakkabılarıma göz gezdirirken köşede gotik bir tasarıma sahip siyah ayakkabı kutusu dikkatimi çekti. Kutuyu yerden aldım ve kapağını açtım.
Ağzım bir karış açıldı.
Suni olsa da kaliteli deriden bir stiletto vardı kutuda. Ayakkabının altı zehir yeşili rengindeydi ve ince topuğundan ayakkabıya doğru dolanıp suni deri kısmında kıvrılmış bir yılan figürü vardı. Öyle ince işlenmişti ki gerçek gibiydi.
Kutunun içindeki notu fark ettim.
"Sana şans getirsin, güzel kardeşim. Her şey bizim için, onlar için değil.
Abin."
Abim bile isteye hediye etmişti. Oyun gereği falan değil.
Gülümserken hayranlıkla ayakkabılara bakıyordum. Aşk yaşamam bitmesi mümkün olmasa da sonunda ayakkarımdaki yerlerini almışlardı.
Mütevazı, abartısız görünen pırlanta küpeleri kulaklarıma taktım. Minik birer yıldız şeklindelerdi. İnce uzun kutup yıldızı simgesi. Zaten saçlarımdan gözükmeyeceklerdi. Kenardaki suni deri, dirseklere kadar uzanan siyah eldivenleri giydikten sonra hazırladığım kutu çantayı elime aldım.
Her şey değişirdi ama hazırlanırken motive oluşum hiçbir zaman değişmezdi.
Elbisemin eteklerini tutarak merdivenlerden indiğimde bizimkilerle karşılaştım. Onlar da hazırdı ama araları elbet iyi değildi.
Açelya bana döndüğünde şokla beni izledi. "Oha ateş."
Açelya saks mavisi harika bir elbise giymişti. Askılıydı ve adeta simlerle ışıldıyordu. Saçlarını kıvırcık bırakmış, önlerini şık bir şekilde arkada birleştirmişti.
Abim ise siyah, yakası saten bir smokin giymişti. Onun da ellerinde eldiven vardı.
"Pekâlâ. Dünyanın en şanslı erkeği olarak size artık gitmeyi teklif ediyorum." Dediğinde gülümsedim. Kolunu uzattığında koluna girdim. Diğer kolunu da Açelya'ya uzattığında Açelya hiçbir şey olmamış gibi görmezden gelerek ilerledi ve kapıyı açıp evden çıktı. Abimin kolu havada kalmıştı.
Hak etmişti ama söz hakkım yoktu.
Araba yolculuğu ölüm sessizliği içerisinde geçmişti. Rezidansa epey uzak, zengin bir semte gelmiştik. Fakat buradan da çıktığımızda abime baktım. "Nerede bu parti." Dedim parmaklarımla tırnak işareti yaparak.
"İşte burası." Dediğinde şehrin dışındaki devasa yalıya bakakaldım. Parti dolayısıyla ışıl ışıldı. Işıklandırmalar her yerdeydi ve içerisi kalabalık görünüyordu.
"Hassiktir." Dediğimde abim güldü. "Biz mütevaziyiz işte, abiciğim. Diğerleri öyle değil." Bu yalı, bahçesiyle beraber 5 tane Karaslan malikânesi yapardı. Gerçekten de kendimi çok mütevazi hissetmiştim şu an. Ya da fakir.
Saçmalama Nefes sen zenginsin. Dedenin neredeyse tüm mal varlığını üzerine geçirdin ya hani? Ailenin en zengini sensin. Hepsi senin ağzına bakıyor.
Abim arabayı bahçe girişinin hemen önündeki büyük otoparka park ettiğinde arabadan inip girişe ilerledik. Hava buz gibi olduğu için üstümdeki suni siyah kürke daha sıkı sarılmıştım.
Kapıdaki badigardları görünce bir küfür mırıldansam da yanlarına ilerledik.
"Davetli misiniz?"
"Evet." Dedim abime söz hakkı vermeden. "Davetiyeniz?" Diye sorduğunda işte şimdi abime bakmıştım. Ama onun bakışlarından, davetiyenin olmadığını anlamak zor olmamıştı.
"Furkan beni tanıyor. İsterseniz biriniz gidip sorsun?" Dedim. İş yine bana kalmıştı. Ben olmasam... Ah ben olmasam!
Adam dik dik suratıma baktığında aynı diklikle ve daha fazla bir otoriteyle tam gözlerine diktim gözlerimi. "Yeşil gözlü kız, deyin. O anlar." Dedim her kelimemi vurgulayarak. Adam kendimden eminliğim karşısında bir an kararsız kalsa da yanındakine başıyla gidip sormasını işaret etti.
Yanındaki içeri gittiğinde soğukta bekleyeceğimiz için ofladım. Beyaz bir buhar dudaklarımdan havaya karıştı.
Adam geri geldiğinde içeri geçmemizi işaret etti. Beni sorgulayan adama dik dik bakarak en önde içeriye girdim. Abimle Açelya da benimle beraber girdi. Adım seslerim taş yürüyüş yolunda tok sesler çıkarırken eve ilerledim. Diğerlerinin aksine bu soğukta dışarıda duracak kadar delirmemiştim daha.
Kürkümü girişteki görevli kadına verdim ve içeriye ilerledim.
"Furkan Bey salondalar. Şu taraf." Kadın eliyle gösterdiğinde teşekkür edip oraya doğru ilerledim. Eteğime dikkat ederek ikili basamağı indim ve salona ilerledim. Devasa salona girdiğimde Furkan ve konuştuğu adam bana döndü.
Karşısındaki adam, bana döndüğü an donakalmıştım.
İşte bu çok farklıydı.
Çok çok farklı.
Hiç kendi gibi değil.
Simsiyah bir maske ve Araf Pakgör.
Yine! Yine burada! Ve maskesi siyah...
***
Şokumu zar zor atlattığımda Araf'ın da bana donakalmış gözlerle baktığını fark ettim. Baştan aşağı süzmüş, gözleri kararmıştı. Eski saç rengimi görmeyi beklemiyor olmalıydı.
Ya da çok güzel olduğumu düşünüyordu. Ben de öyle düşünüyordum ama konu şu an bu değildi.
Eteklerime dikkat ederek yanlarına ilerlediğimde Furkan'a gülümsedim. "Merhaba." Bir elini cebine sokmuştu. Bordo kadife ceketiyle takım olan siyah keten pantolonu ve içine giydiği siyah saten gömleğiyle çok çekici görünüyordu. Ama ben karşısındakiyle ilgileniyordum. Onun şu an bunu bilmesi gerekmese bile.
"Nefes hanım? Gerçekten... Nefes kesicisiniz." Gülümsedim. "Teşekkürler. En az sizin kadar." Dedim nezaketle.
"Sizi bizi bıraksaydık?" Dedi göz kırparak. "Bırakmayın. Neden bırakıyorsunuz? Saygı göstergesi değil midir bu?" Dedi Araf araya girerek. Ona uyararak baksam da beni takmamıştı. Yine kudurma modu açılmış olmalıydı.
"Araf Bey, sizinle gerektiği kadar saygılı ve kibar konuşuyoruz zaten. Fakat biz kendi aramızda, birbirimize isimlerimizle hitap etmemizin de bir sorun teşkil etmediğini karşılıklı olarak onaylamış olduk. Bence sizin buna karışmanız hiç etik değil." Dedi Furkan nezaketi hiç bırakmayarak. Araf bunun altında kalmazdı.
"Nefes Hanım'ın size herhangi bir cevabı olmadı, Furkan Bey." Haklıydı ama taraf belli etmedim. Araf'ı tutarsam Furkan'ı kaybederdim. Furkan'ı tutarsam da Araf yine kudururdu ve bu sefer maalesef kudurtma moduna geçerdi. Gerçekten... İstediğim son şeydi şu an Araf ile savaşmak. Konu kurban değilse tabi.
Arada sıkışıp kalmıştım.
"Bence de bırakalım sizi bizi." Dediğimde Araf ateş saçan gözlerle bana bakıyordu. Simsiyah maskesinin ardındaki zindan kahveleri beni içine hapsederken, oradan kurtulmak için tüm gücümle çırpınıyordum.
"Çok güzel. Tamam, Nefes. Ne içersin?"
"Hafif bir şeyler." Ağır alkol almasam iyi olurdu.
Furkan uzaklaştığında Araf kolumu tutup kendisine çevirdi. "Amacın ne senin?" Söylemek istediği şey çok farklıymış gibi "Furkan geldiğinde lavaboya gitti dersin. Çünkü cidden gidiyorum." Dedim ve kolumu kurtarıp yukarı çıktım. Lavaboya da benimle beraber işemeye gelecek değildi herhalde! Bir zahmet!
Tabi eğer lavaboya gidiyor olsaydım.
Furkan'ın çekmecesindeki ajandasının 92. Sayfasında üçüncü şifre yazıyordu. Abim söylemişti, amcamdan öğrenmişti. Babamdan gizli.
Neden, ne alaka, nasıl... Hiç bilmiyordum. Ama durum buydu.
Furkan nalları dikmeden önce bana şifre lazımdı. Araf şu an öldürse de sorun olmazdı, zaten aynı taraftaydık. Sadece Karaslan'lar bunu bilmiyordu.
Araya araya sonunda bulduğumda içeri girdim. Kilitli olmayışı, odasında değerli şeylerini saklamadığını gösteriyordu.
Masaya ilerlerken kapı aniden arkamdan açıldı. Sıçradığımda çığlık atacağım sandım.
Araf içeri girip kapıyı kapattığında şaşkın şaşkın ona baktım."Ne yapıyorsun sen burada?"
"Lavabo, öyle mi?" Dedi kinayeyle ve kapıyı kilitledi. Göğsümün altındaki yüreğim çırpınmaya başladı. Maskesini çıkarıp masaya fırlattı. "Neydi o aşağıdaki hareketler?" Bana hesap sorma cüretini nereden almıştı? "Sana ne?"
Koca evin aksine küçücük odada kolumdan tuttuğu gibi kendine çekti. "Ne demek sana ne?" Kolumdaki eline elimi koyduğumda diğer eliyle de onu tutup çekti. "Basbaya sana ne! Sana hesap mı vereceğim ben? Sen git sevgiline hesap sor!"
"Sevgilim falan yok!" Dediğinde durup suratına baktım. "Ne?"
"Dün beni istiyorsan Cansu'yu şutla dedin ben de golü doksana çaktım, diyorum." Dediğinde ne diyeceğimi bilemez bir şekilde suratına baktım. Tek sözümle o kızdan ayrılıp bana mı gelmişti?
"Şimdi bana hesap veriyorsun ve evet ben de sana hesap verirdim. Şimdi konuş." Ben hâlâ şaşkın şaşkın suratına bakarken çoktan beni duvara sıkıştırmış, kaçacak yer bırakmamıştı.
Susup öylece baktığımda inledi. "Hay o olmadık zamanda susmak bilmeyen ama gerektiğinde sus pus olan ağzını..." Kaşlarım çatılırken ondan kurtuldum. "Ne? Ne yaparsın?" Diye diklendim.
"Peteğim." Dediğinde ne demek istediğini anlamak istercesine suratına baktım. "Balın dökülmek için peteğine ihtiyacı var."
O gece. Seçim gecesi.
"Ağzından bal damlıyor." Demiştim. "Peteğinden yeni çıktığı içindir." Demişti. Temizlik odasında olanlar...
"Nah bulursun sen o peteği." Dedim iterken. "Furkan'a dünden razı vermiştin ama!" Dediğinde donakaldım. Elim tokat atmak için kalktığında havada tutup büktü ve belime yaslayıp beni ters çevirdi. Sırtım göğsüne yaslanırken beni itip yüzüstü duvara yapıştırmıştı. Eli belimde dolanırken ılık nefesi yine kulağımda, boynumda, şah damarımda, nabzımdaydı. Dün söylediği her şey aklımdaydı.
Bahsettiği yere nefesini üflediğinde gözlerimi sımsıkı yumup başımı geriye- omzuna- attım. Başımı çevirdiğimde burnum çenesine temas etmişti.
"Eda benim çocukluğum. Beni ben yapan tılsım tanesi. Eda'yı seviyorum." Bedeni bedenime temas ederken dudaklarından dökülenlere ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Kendini kalçama, bana bastırdığında içimde bir şey koptu. İnleyerek gözlerimi sımsıkı yumdum. Çığlık atmak üzereyken bileğimi bırakmış, ağzımı kapatarak başımı omzuna sabitlemişti. Göğüslerim gözlerinin önünde olmalıydı. "Ama sana aşığım, Nefes." Diyerek sonunda devamını getirdi. Elimi kaldırıp kulağımın dibindeki dudaklarında, sonra yanağında, sakallarında gezdirdim. Aşağıdan görebildiğim kadarıyla dokunuşumla gözlerini yummuştu. Tek dokunuşum yetiyordu savunmasız kalmasına.
Bedeni kaskatıydı, o kaskatıydı, tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bedenlerimiz sayesinde hissedebiliyordum. "Araf..." Dediğimde yutkundu. "Sus." Ağzımı kapatan avucunu dişleme isteğimle yandım. "Sus. Yoksa burada ya sabaha kadar, ya da Furkan iti bizi bulana kadar adımı inletirim sana." Araf eskiden bu kadar cinsellik konuşan birisi değildi. Onu bu hâle getiren bendim. Ben. Sadece ben.
Bence problem yoktu. Onu özlemiştim. Çok.
Dilediğimi yapıp avucunu dişlediğimde beni fırlatırcasına çevirip dudaklarıma yapıştı. Dudaklarımızın savaşına dillerimiz katılırken ruhumuz onları yalnız bırakmıyor, birbirine karışıyordu. Bedenlerimiz arasında hiçbir mesafe yoktu. Dudaklarımız gibi. Özlem gideriyorlardı sanki.
Araf'ın artık benim olduğu gerçeğiyle yüzleşmek, bu ateşi yalnızca harlandırıyordu.
Kapı kilitliydi, parti aşağıdaydı, odada yalnızdık...
Elim elbisemin fermuarına giderken Araf bana yardım ederek onu indirdi ve elbise yeri boyladı. Araf'ın smokininin ceketi de yeri boylarken gömleğinin düğmeleri açılmıştı. Kendimi onun kucağında bulduğumda ise ayaklarımdaki ayakkabının topuğunu saran yılan motifi onun bedenine baskı yapıyordu. Bu onu rahatsız etmiyordu.
Sırtım odadaki kanepenin deri ve yumuşak yüzeyiyle buluşurken ben de Araf ile buluşmuştum. Bacaklarımın arasındaydı, olması gereken yerde olur gibiydi. Ruhunun kalbimden zaten çıkması imkânsızdı, bedeninin yeriyse yine benim bedenimdi.
Dakikalar birbirini kovalarken ikimiz de kendimizden geçmiştik, ne yaptığımızı, ne hâlde olduğumuzu, nerede olduğumuzu unutmuştuk. Dudaklarım, boynum, bedenim onun öpücükleriyle, dokunuşlarıyla yanıyordu. Oda inlemelerimizle yıkılıyordu.
En son hatırladığım ise kendimi yine ayakta, yüzümü dayamış bir şekilde olduğumdu. Ve Araf'ın sözleri... "Sana ne demiştim? Benim duvardan duvara çarpacağım tek kadın sensin." Belimdeki dövmeyi fark etmiş, parmaklarını dolaştırmıştı. İki elimi tek eliyle havada kavrayıp duvara yapıştırmış, diğeriyle dövmemi seviyordu.
O küvet günü. Parmağıyla belime A yazmıştı. Seçim gecesinden sonraysa oraya A harfini dövmeyle kazımıştım.
Ne kadar zaman geçtiğinden ikimizin de haberi yoktu. Derin nefesler, inlemeler, kısık çığlıklarım susmuştu. Ceketini üzerime giydirmiş, göğsüne uzanmamı sağlamıştı.
Bu sefer gitmeyecektim.
Bu sefer değildi.
***
Saat sabahın dördüne gelirken uyku tutmamıştı. Araf uyurken giyinip odadan çıkmıştım. Furkan ve çalışanlar dahil kimsenin evde olmadığını görmüştüm.
Araya araya terası bulduğumda buranın terastan öte, yalının en tepesindeki helikopter pisti olduğunu görmüştüm.
Ortasına doğru ilerlemiş, beton zemine uzanmıştım. Yıldızlar gözlerimin önündeydi.
Annemin bir yıldız olup beni izlediğini hayal ettim. Hayal kırıklığı mı yaşardı yoksa mutlu mu olurdu? Bilmiyordum. Ben annemi tanımıyordum.
Bugünkü Furkan planı da Araf ile sevişmemiz ile suya yattığı için ayrı stresliydim. Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Abime danışmalıydım, fikir almalıydım. Ama ona da neden ortadan kaybolduğumu açıklayamazdım.
Bir hareketlilik ve akabinde Araf yanıma uzandı. Afallayarak ona baktım. Burada olduğumu nereden bilmişti?
"Burada olduğumu nereden bildin? Hem sen uyumuyor muydun?"
"Seni hissedemeyince hemen uyandım." Bu cümle canımı yakmıştı.
Geçen seferki gibi yapmamdan korkmuştu. Buna sebep olan bendim.
"Gitmiyorum, Araf. Gitmeyeceğim. İçin rahat olsun. O sadece bi ders vermek içindi. Bu..."
"Bu?"
Başımı çevirdiğimde kulağım betona değdi. O da aynı şekilde bana döndü. "Özlem ve aşk işte. Adına ne dersen."
Elini uzattı ve yanındaki elime uzandı. Parmaklarımızı kenetlediğinde gülümsedim. "Petek ki petek, kovansız aşka bu güzel gerek." Diyerek yüzüme düşen sarı tutamları çekti. Yanağımda oyalanıp elini indirdi.
Peruk ve toka o odada kalmıştı.
"Seni seviyorum." Aynı anda dilimizden dökülen cümleyle ikimiz de bir an şaşırdık. Sonra Araf sağ omzunun üstüne döndü. Ben de sol omzumun üstüne döndüm. Uzanıp alnımdan öptüğünde gözlerim kendiliğinden kapandı. Uzaklaştığında bu sefer sağ omzumun üstüne döndüm ve Araf'a arkamı dönmüş oldum. Bana yaklaşıp kolunu karnıma sardı ve çıplak omzuma tutkulu bir öpücük bıraktı. "Üşürsün."
"Üşümem. Sen varsın." Boynunu omzumdan uzatıp başını kulağımın üstünden başıma yasladı. "Ben hep olayım mı?" Gülümsedim. "Hep ol."
"O zaman evlen benimle."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro