Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

27 ~ Sırılsıklam

"Bir yudum şarap gibi gözlerini uzun uzun izlemek. Bir o kadar hoş, bir o kadar nahoş, bir o kadar mest."

***

Burcu Güneş - Unutma Beni Çiçekleri

Barış Akarsu - Gözlerin

Evgeny Grinko - Faulkner's Sleep (D-Moll)

***

27. Bölüm

İzmir.

Bu şehri sevmezdim. Bu şehre ait, sevdiğim tek şey Urla'ydı. İstanbul'dan daha kirli bir havası var gibi geliyordu, sevemiyordum İzmir'i.

Şehrin dışındaki bir rezidans sitesinden dubleks bir daire satın almıştı çok sevgili amcacığım. Benim bundan ancak eve geldiğimizde haberim olmuştu.

Daire sıradan bir rezidans dairesi gibi dursa da iki katlı dubleks bir daireydi. En üst katta oluşu ise apayrı işime gelmişti. Kafamı şişirdikleri gibi terasa tüyebilirdim.

Yeni uyanmıştım. Lavaboda ihtiyacımı görmüş, duşa girip kendime geldikten sonra odama geri dönmüştüm. Maalesef ebeveyn banyosu denen, oda içinde ayrı banyosu olan odayı hayvan abim kapmış, mızmızlandığım için de bana hareket çekip odasına kapanmıştı.

Ben de üst kattaki odalardan herhangi birini sahiplenmiş ve geç geldiğimiz için hemen uyumuştum.

Siyah, dantel askılı bralet ve külotu giydikten sonra siyah ince külotlu çorap giydim. Suni deri bol şortu giyip kendi kumaşından olan kalın kemerini düğüm yaparak bağladım. Soluk şampanya rengi, omuzları açıkta bırakan, kısa triko kazağı giydiğimde braletin dantelli siyah askıları gözler önündeydi. Bu görüntüyü beğenmiştim. Siyah, uzun topuklu çizmeleri giydim, çizmelerin uzunluğu dizime bir iki parmak kala bitiyordu. Saçlarımı doğal açık halinde bıraktım.

Ortalığı toparladıktan sonra büyük kapalı perdelere ilerledim. Oda çok karanlık duruyordu. Perdeleri iki yana çekerek açtığımda bardaktan boşalırcasına yağmur yağdığını gördüm. Buruk bir gülümseme dudaklarımda peyda oldu.

Araf ile ilk karşılaştığımız gece de yağmur yağıyordu. Ya da bana mesajlar gönderdiğinde de.

16 Kasım'dan tam olarak bir ay öncesinde camlarımı patlatarak odama düşmüş taşları unutamıyordum. O zamanlar asla anlam veremesem de, sokak serserilerinin yaptığını düşünsek de bunu yapan Araf'tı. Çünkü taşlar kırmızıya boyanmıştı ve kamera görüntüleri tamamen boştu.

Daha öncesinde de çeşitli mesajlar almıştım. Ama hiçbirine takılmamıştım. Bir sapığım olduğunu bile düşünmüştüm ama böyle bir şey çıkacağı asla aklımın ucundan geçmemişti.

Araf'ın bana gönderdiği her mesaj, yağmur yağarken verilmişti

Araf.

Dünü hatırladım.

Etkilemem gereken bir sevgilim var.

Araf'ın sosyal medyaya attığı ilk fotoğrafın Cansu ile olması, yakınlıkları ve Cansu'nun sözleri.

Araf ve Cansu sevgiliydi.

Ve ben nefes alamıyordum.

Gözlerimin boşluğa daldığını ve gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde hızla camı açtım. Yağmur kokusu ve sert rüzgar tokat gibi suratıma çarptı.

Araf'a aşıktım. Araf bana aşıktı. Fakat buna rağmen Cansu ile olmayı seçerek bana aklınca ders vermişti.

Bizim aşkımız, birbirimizi zevkle kanatacağımız bir aşktı. Bu aşk ancak bu şekilde büyüyordu, beraberken değil.

Fakat artık bunun bir önemi yoktu.

Çünkü ne sebeple olursa olsun, sevgilisi olan adamlarla asla işim yoktu. Öyle bir kadın değildim ve asla olmazdım.

Araf'la karşılaşmamızdan ve onu yok saymamdan sonra masaya geri dönememiştim. Her ne kadar Cansu'nun karşısında veya Araf'ın karşısında çok güçlü ve omuzlarım dik dursam da kanatlarım kırılmıştı. Kendimi, abimlere görünmeden, dışarı atmıştım. Montum onların yanında kaldığı için üşüsem de kalbim kadar üşümüyordu bedenim.

Ona yaptığımın ağır olduğunu zaten inkâr etmiyordum. Bunu biliyordum. Ama ben de çocukça oyunlar oynayacak birisi değildim. Oynuyorsam ağır ve sağlam oynardım. Araf da öyleydi. Bu yüzden ağlanıp sızlanmaya hakkım olmadığını biliyordum.

Ama bir yandan da insandım. O ne kadar acı çekiyorsa bir o kadar da bana acı çektirmişti.

Tesisin arkasına kaçmış, kimsenin olmadığı tarlayla karşı karşıya kalmıştım. Tesis binasının hemen dibindeki buz gibi kaldırım taşına oturmuş, dakikalarca kalkmadan ağlamıştım. İstediğim kadar ağlamıştım, daha sonra tekrar ağlamamak ve güçlü durmak için.

"Araf durup dururken senin kalbini asla kırmaz, Eda. Onun canını yakmış olman lazım. Hem de ciddi bir şekilde yakmış olman lazım."

Açelya'nın bile bildiği fakat benim bilmediğim bir şeyler döndüğüne adımdan daha fazla emindim. Oyunla falan ilgili değildi, bizzat Araf ile ilgiliydi. Ama ne olabilirdi? İşte bunu bulamıyordum.

Odanın havalanması için camı açık bırakarak odadan çıktım ve aşağı indim.

Tabak sesleri geliyordu.

"Kıçını devirip durma da kalk yardım et be! Hizmetkârın mıyım ben senin!?"

"Bi sus kadın ya! Zaten uykusuzum!"

"Beşik mi salladın?"

"Nefes beddua etti heralde, yatak diken gibi battı sırtıma."

Sıfır makyaj, yorgun ve mosmor göz altlarımı gizlemeden girdim içeriye. Yüzüm bembeyaz, dudaklarım renksiz, gözaltlarım mor, gözlerim kırmızıydı. Yaşayan bir ölü gibi durmama rağmen sanki hiç öyle değilmişim gibi bir rahatlığa sahiptim. Abimle Açelya bana hortlak görmüş gibi bakarken ben hiçbir şey yokmuş gibi sofraya geçtim ve "Günaydın." Dedim.

Beni ilk defa böyle görüyorlardı. Ama ben kendimi ilk defa böyle görmüyordum. Ve bugün bu yorgunluğu gizlemek istememiştim. Omuzlarımdaki yüklerden birazından da olsa kurtulmak ümidiyle...

"Eda?"

"Nefes?"

Karaslan?

Sürekli kendi içimde bu espriyi yapacaktım ve bundan hiç sıkılmayacaktım.

"Kanka ölmüşsün lan!?" Dedi Açelya gerçek bir şokla. Onu duyan birisi, haberim olmadan yanlışlıkla öldüğümü ve bunu fark etmediğimi zannedebilirdi.

Ona boş boş baktım. "Birincisi, ben senin kankan değilim; ikincisi, herkes ölüyor." Sokratesin açıklamasını sollayan açıklamam ayakta alkışlanmalıydı.

"Ne ölüler gördüm mezarı yok, ne ölüler gördüm beyni yok." Dedi abim dalga geçerek buzdolabına ilerlerken. İzmir bir tek bu ikisine yaramıştı anlaşılan. Geldiğimizden beri neşe sıçıyorlardı.

Göz devirerek çatalımı aldım ve sofraya konmuş olan zeytinden bir tane aldım. Açelya bana aldırmadan diğer kahvaltılıkları tabaklara yerleştirmeye devam etmişti.

Koridordan tiz bir kadın çığlığı yükselince hepimiz birbirimize baktık. "Bi bakayım." Dedim ve suya uzandım. Zeytin yüzünden ağzım hemen kurumuştu. O sırada abim "Saçmalama otur, ben bakarım." Demişti.

Suyu hızlıca yudumlarken "AYAĞIMA DÜŞÜYORDU!" diye bir çığlık daha duyuldu. Su boğazımda kalırken nefesim kesildi ve deli gibi öksürmeye başladım.

Camsuyu!

Gerçekten bu kadarı fazla!

Abim ve Açelya şokla birbirlerine ve sonra bana bakarken ben bardağı adeta masaya fırlatarak ayağa fırlamıştım. Kapıya koştum ve hızla kapıyı açtım.

Karşı dairenin kapısı açıktı ve eşya taşıyorlardı. Camsuyu ise koridordaydı. Beni gördüğü gibi sırıttı ve el salladı. "Selam tatlım." Tatlım!?

Tek kaşım havaya kalktı. "Tatlım? Üslubunu düzelt. Senin götünü yalayıp kanka olduğun yamalık arkadaşlarına benzemem ben." Eşyalara göz gezdirdim. "Neler oluyor burada?"

"Sence ne gibi duruyor? Aynı zamanda geldik, aynı zamanda taşınıyoruz. Şartlar gayet de eşit, olması gerektiği gibi. Bundan sonrası rekabet işi." Aynı zamanda aynı yere taşınıyoruz!?

"Bu zaten olması gereken ama neden aynı yere taşınıyoruz?" Dedim alttan alttan iğneleyerek. "Kural zaten buydu." Demesiyle öfke dolu bakışlarla arkamdaki abime döndüm. Eyvah, dercesine dudaklarını ısırıp gözlerini kaçırdı.

Bundan da haberdar edilmemiştim?

Çok güzel.

"Cansu!" Tüylerim diken diken oldu. Araf'ın sesini ve boş evde yankılanan adım seslerinin yaklaştığını duyunca sırtımla abimi içeri ittirip hızla kapıyı çarpıp kapattım. Onu görmek istemiyordum. Görsem bile o beni bu hâlde görmemeliydi. Üstüne falan alınıp götü kalkardı, maazallah.

"Ne oluyor?" Abime ters ters baktım. "Seninle sonra hesaplaşacağız, çok sevgili abiciğim? Açelya'nın yanına gitsene sen." Araf'ın geldiğini anlamıştı ve benim şimdi kapı dinleyeceğimi de biliyordu. Bu yüzden göz kırpıp içeri gitti. Kapıdaki minik deliğe gözümü koydum ve dışarıyı hem izleyip hem gözetlemeye başladım.

"Kiminle konuşuyorsun sen?" Dedi Araf soğuklukla sıcaklık arasındaki bir sesle. "Nefes'le." Dediğinde ellerimi sıktım.

Nefes senin askerlik arkadaşın mı, şıllık!

"Görmen lazımdı, resmen çökmüş. Gözleri kıpkırmızı, gözaltları şiş ve mosmor, yüzü bembeyaz." Kahkaha attı. "Bizi çekememiş işte."

Araf bir süre sustu. Tepkisini göremiyordum çünkü maskesi takılıydı. Sonra konuştu, "Kapa çeneni de yürü içeri. Burada dikilmeni gerektirecek bir şey yok."

Camsuyu'nu zorla içeri soktu ve kapıyı kapattı.

Koşar adım odama çıktım.

Makyajın gücüne inanıyordum.

Renkli toz kapatıcıları bile kullanarak yoğun kapatıcı bir cilt makyajı yapmıştım. Yüzüm eskisi gibi bembeyaz değildi ama göz altlarım az da olsa yine belli oluyordu. Bu yüzden koyu renk dumanlı bir makyaj yaptım. Koyu renk farı gözaltıma da uyguladığım için o morluklar çok iyi bir şekilde gizlenmişti. Rimel ve ruj sürdükten sonra aynada kendime baktım.

Eskiden neredeyse hiç makyaj yapmazdım. Sadece kapatıcı ve rimel sürerdim ve biterdi. Şimdi ise yüzümün hastalıklı hâlini herkesten gizlemek için makyaja sığınmıştım. Kadınlar olarak tek şansımız olabilirdi makyaj yapmak.

Erkeklerin bazı kesimi makyaja neden bu kadar düşkün olduğumuzu anlayamazdı. Çünkü makyajdan önceki ruhsuz hâlimizi bilmezlerdi.

Parmak uçlarımı, boynumdaki Mikail meleği kolyesinde gezdirdim.

Annemi hiç tanımamıştım ama mezarı bile yanımdaymış hissiyatını veriyordu. Ve burada annemin mezarı yoktu. Bu yüzden yalnız hissediyordum.

Yaptığım koyu renk ağır makyaj, gözlerimin yeşilini vurgulamıştı. Bu görüntüye alışmıştım açıkçası, sade makyaj yaptığım zaman bir eksiklik hissiyatı oluşuyordu.

Sıkıntılı bir soluk verip aşağı indiğimde softa tam takır hazırdı ve ikisi de sofradaydı. Beni gördüklerinde duraksadılar. Birbirlerine baktıktan sonra ikisi de durulmuştu. Benim yerime benim sıkıntımı çekiyorlarmış gibi hissetmeden edememiştim.

Baha Karaslan sadece abi değil, aynı zamanda dostumdu.

Peki Açelya Bostan? Bir gün ona yeniden güvenip arkadaşım olarak görebilecek miydim? Bilmiyordum.

Kahvaltının ardından sofrayı topladık ve bulaşıkları makineye dizdik.

Açelya ile beraber kanepeye geçip televizyonu açtığımızda film izlemeye başlamıştık. Benim mesafeli oluşumun aksine o hâlâ kardeşmişiz gibi davranıyordu.

Abim ise odasına kapanmıştı. Ne karıştırdığıyla ilgili en ufak bir fikrim yoktu.

Saat yediye gelirken abim odasından anca çıkmıştı ve bizim yeni açtığımız film de bitmek üzereydi.

Mısır patlatmıştık ve didişe didişe yediğimiz için salon patlamış mısır içerisindeydi.

Film bittiğinde ve yazılar çıktığında abim salona girmişti.

"Pekâlâ. Kurala göre bugün tatil günümüz. Ne yapalım?" Dedi abim beyaz kolona elini dayayıp ağırlığını vererek. "Bence uyuyalım." Dedim ve kollarımı bağlayıp yumuşacık kanepede yayıldım. Açelya güldü. "Her şeyin değişir ama uyku aşkın hiç değişmez." Ona boş boş bakıp göz devirdim.

Açıkçası sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar pozisyon pozisyon ters düz uyuyasım vardı.

Ne? Siz ne sandınız?

"Evde mi tıkılıp kalacağız yani?" Dedi abim hüzünle. "Valla sen sürtmek istiyorsan İzmir'in taşlı yolları ve pavyonları seni bekler, abiciğim." Dedim elimle İzmir'i gösterir gibi yaparak. "Bu saçma sikik oyun yüzünden zaten sürekli dışarıda olacağız. Ben bugün evde tıkılmayı tercih ediyorum."

"Pavyon demişken. Kalk kafayı dağıtalım. İçmene izin veriyorum. Telefonlar kapatılıp bana emanet edilecek." Dedi abim kolondan ayrılarak. Telefonlar abimde olacaksa kabul edebilirdim.

Sanırım.

Sarhoş olduğunda çoğu kişi sürekli gülerdi ya da saçmalardı ama ben ağlayan kesimdendim. Sarhoş olunca içimi boşaltıp ağlıyordum. Ayrı etten, güçsüz insan profili çiziyordum.

Bir an kendimden şüphe duydum.

Sonra ayağa kalktım ve odama çıktım.

Kazağı çıkarıp siyah, dar kalıp blazer ceket giydim. Kollarını katladım. Doğal halindeki saçlarıma maşayla kalın bukleler verip elimle dağıttıktan sonra takılarımı taktım ve hazırdım.

Gümüş renk bir vücut aksesuarı takmıştım. Boynumdan dolanıp göğüs oluğumdan aşağı inerek braletin içinden geçiyor, karnımda arkaya doğru iki yöne ayrılarak belimde birleşiyordu. Gümüş rengi, yılan dolanmış motifi verilmiş şık halka küpelerimi takmıştım. Yine gümüş rengi eklem yüzüklerini takıp nude rujumu kırmızıyla değiştirdim. Zincirli siyah bir çantaya eşyalarımı koyup parfüm sıktım ve kaşe kabanımı koluma asıp aşağı indim.

Açelya'nın odasından bangır bangır müzik sesi geliyordu ve şarkı söylüyordu.

"Ne yapardım biilmeem! Seni bir gün görmesem! Sesini bile duymasam! Ne yapardım biilmeem!" Göz devirip kapısından uzaklaştım. Açelya hep böyleydi. Sessizliğe tahammülü yoktu. Özellikle de hazırlanırken.

Hava altıda karardığı için evin ışıkları açıktı. Salonda sırayla üç tane olan uzun kablolu, kâse tip avizeli aydınlatmalar salonu aydınlatıyordu. Salonun tasarımı çok hoşuma gidiyordu.

Patlamış mısır kalıntıları göremiyordum hiçbir yerde. Açelya mı temizlemişti, abim mi?

Abim benim abim olduğunu belirtircesine bir kombin yapmıştı. Siyah pantolon, üstten iki düğmesi açılmış saten siyah gömlek ve siyah ceket. Yanında da kaşe kabanı duruyordu. Kanepeye yayılmış, telefonuyla ilgileniyordu. Sıkıldığı çok belliydi.

"Hazır mısın, kaptan?" Dedim salonun neredeyse tam ortasındaki kolona yaslanarak. Bana baktı. "Ben yarım saattir hazırım. Da... Sen üşümeyecek misin? Karnından soğuk alırsan ağrı yapar." Gülümsedim. "Eğer her an sağlığı düşünerek bir şeyler giyseydik açık kıyafet diye bir şey olmazdı abi. Hepimiz çuvalla falan gezerdik." Omuz silkti. "Ben senin için diyorum. Diğerleri sikimde değil."
"Son zamanlarda fazla küfür etmeye başladın sanki?" Dedim şüpheyle. Ayağa kalktı ve mini bara ilerledi. Köşedeki sürahiden su içtikten sonra başka bir bardağa içki doldurdu. Biraz sıkıntılı görünüyordu. Bana anlatmayışı ise gözümden kaçmıyordu. Zorla anlattıramazdım elbet ama anlatmasını isterdim.

"Hep böyleydim. Sadece, mesafeli olduğumuz için sen görmedin. Ben samimi olduğum insanların yanında rahat rahat küfür eder hareket çekerim. Bilirim çünkü, o da beni bilir. Ciddi olmadığımı, alınmayacağını."

Artık eskisi gibi değildik. Eskiye bakıyordum da... Sürekli birbirimize laf sokar, asla gerçek birer kardeş olmayacağımıza dair birbirimizi uyarırdık.

Şimdi ise ona abi diyordum.

Bardağını yavaş yavaş yudumlarken kalçasını duvara sabitlenmiş mini bar rafının tezgahına yaslamıştı.

Sessiz evde tok bir topuklu ayakkabı sesi yankılandı. Ben arkama dönüp bakarken abim sadece başını kaldırmıştı.

İnce bacaklar bakış açıma girdi ilk. Siyah, vücudu saran kalıplı bir elbise giymişti. Elbise ip askılı ve öpücük yaka, hafif göğüs dekolteliydi. Açelya büyük göğüslere sahip olduğu için göğüslerinin üst kısımları elbiseden taşarak seksi bir görünüm vermişti. Oldukça kalın zincirden yapılma kolyesini takmış, doğal kıvırcık siyah saçlarını düzleştirmişti, beline kadar uzanıyordu. Hep yaptığı gibi koyu bir makyaj yapmıştı. Gün içinde sade yapsa da özel bir yere gideceği zaman hep bunu yapardı. Omzundaki ufak güneş dövmesi gözler önündeydi. Benim gibi kırmızı bir ruj sürmüş, kombinini adeta patlatmıştı. Sol elinin orta parmağına tüm parmağını saran metal bir yüzük takmıştı. Çivi topuk da denen yüksek ince topuklu siyah bir ayakkabı giymişti ve her adım attığında topuk sesi yankılanıyordu.

Açelya harbi Açelya olmuştu.

Hayranlıkla kaşlarım havaya kalktı ve dudak büzerek baştan aşağı süzdüm onu. Yiğidi öldür hakkını yeme, aşırı güzel olmuştu.

Bir kırılma sesiyle irkilerek arkama döndüm. Abim elindeki bardağı yere düşürmüş, aç ayı gibi ağzını ayırmış, Açelya'ya bakakalmıştı.

Hemen tepkisini görmek için Açelya'ya döndüğümde belli belirsiz bir gülümsemeyle abime bakıyordu.

Haydaa.

Aldılar başlarına belayı.

Hafifçe kıkırdadım, "Sıçtınız, hayırlı olsun. Hadi gidelim artık." Dedim ve kaşe kabanımı giyip yanlarından uzaklaştım.

***

Yasin Keleş, Tan Taşçı - Ara Ara remiks

Devasa genişlikteki mekânda bangır bangır çalan müzik buydu.

Telefonları kapatıp abime teslim etmiştik. Telefonumda pin kodu vardı, açma girişiminde bulunsa bile açamazdı.

Barda oturmuş öylece etrafı izliyorduk. Kabanlarımızı vermek yerine arabada bırakmıştık. Burası tanıdık bir yer değildi, hiçbir şeyi riske atamazdık.

Şu an votka içiyordum ama kesinlikle sek değildi. Daha sek içecek kadar iyi bir bünyem yoktu. Hele ki son sarhoş olma macerasından sonra...

"Sıkıldım dans mı etsek?" Dedi Açelya bana dönerek. El mahkum ona arkadaşlık yapıyordum. Ayak uyduruyorduk birbirimize ama asla güvenmiyordum ve asla samimi değildim.

"Oturun oturduğunuz yere başımı belaya sokmayın." Dedi abim homurdanarak. Ona dik dik baktığımı fark edince "Ya da sokun." Diyerek U dönüşü yaptı.

Kulağıma eğildi. "Ben sizin için diyorum. Brunette olsaydı gıkım çıkmazdı. Ama buraya ilk kez geldik ve burada herhangi bir gücümüz yok. En ufak şeyde yarrağı yeriz." Güldüğümde Açelya merakla ikimize bakıyordu. Baha'nın bakışları Açelya'ya döndü ve çok fazla onda kalmadan hemen çekti. Sanki öylesine birine bakmış gibi.

Açelya'ya döndüğümde Baha'nın tavrına göz devirmişti. İçinden götüm dediğine bahse girebilirdim.

"Bir bok olmaz." Dedim abime ve ayağa kalktım. Açelya'nın elinden tutup kalabalığa çektim. Abimin ışın kılıcıyla kesip biçip yok edici bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum.

Dans etmeye başladığımızda müzik değişmiş, başka bir canlı şarkı çalmaya başlamıştı.

"Eda saçmalama istersen." Gülümsedim ve rahatlıkla geriye yaslandım. "Hiç de saçmalamıyorum. Ben burada gayet iyiyim siz edin dans." Dedim ve elimdeki alkolsüz meyve suyumu yudumladım.

"Biz seni bara, Rahibe Terasa gibi bir köşeye oturup alkolsüz meyve suyu içerken milleti izle diye mi getirdik?" Açelya'nın koyu renk gözlerine baktım. Seçil de hemen Açelya'nın arkasında durmuş, kollarını bağlamış bir şekilde başka bir yöne bakıyordu. Dikkatle.

"Ben bu rahibe halimle mutluyum, Arçelik. Siz edin dans." Açelya göz devirdi. "Gerçekten diyecek söz bırakmıyorsun. İnadını biliyorum, o yüzden zorlamadan gidiyorum. Yürü, sarı kevaşe." Dedi Seçil'e dik dik bakıp. Birbirlerinden hiç haz etmiyorlardı ve bu tarz sevgi sözcüklerini birbirlerine sarf etmekten çekinmiyorlardı. İşin tuhafı, hiçbir zaman alınıp da kavgaya tutuşmamışlardı.

Seçil yerinden kıpırdamayınca dönüp baktığı yere baktım. Mekânın üst katındaki balkona bakıyordu ama orası boştu. Bir şey gözüne takılmış olmalıydı. Bu, Seçil'e sık sık olurdu. Çoğu zaman bir yere uzun uzun bakar, bizden soyutlanırdı ama baktığı yerde kimse olmazdı. Bazen onun bu hâllerinden ürktüğümüz olurdu ama basit bir açıklamayla hepimizi sakinleştirmişti.

Seçil fazla detaycıydı ve en ufak bir pürüz gözüne çarpabiliyor, oraya odaklanıp kalabiliyordu. Ya oradan uzaklaşacaktı ya da o pürüzü düzeltecekti.

Tıpkı bir obsesif gibi.

Ya da Araf Pakgör'e köpek gibi aşık bir kadın gibi?

Şimdi anlıyordum. Araf her an beni izliyordu ve Seçil de Araf'ı fark ettiği için sürekli ona bakıyordu. Aşk buydu; gözler onu arıyor, bulduğundaysa diğer eşini bulmuş gibi bırakmıyordu.

Anca gibi olurdu zaten.

Ne kadar zamandır dans ettiğimiz konusunda bir fikrim yoktu. Fakat bu renkli ışıklar altında kızıl saçlar dikkatimi çekti. Yüzünü bu tarafa döndüğünde onu tanıdım.

Furkan Duymaz. Yeni kurban. Açelya'nın WhatsApp aracılığıyla fotoğrafını atmasıyla tanıdığım adam.

Yarın başlıyordu oyun. Yarın.

Yani saat tam 00:00'dan sonra.

Koşar adım bara ilerledim ve masanın üstündeki abimin telefonuna atladım. Abim şaşkınlıkla bana baksa da bir şey demedi.

Saat tam olarak 23:47'ydi.

Ve iş tam olarak bende bitiyordu.

Meraklı sorularını ve bakışlarını önemsemeden Furkan Duymaz'a ilerledim. Araya giren insanları iterek geçtim. Nasıl bir muhabbet başlatacağımı bilmiyordum.

Belki de klişelere sığınmalı ve devamında doğaçlamalıydım.

İçim yana yana bacağımı arkaya doğru kırdım ve ayağıma uzandım. Çizmemin topuğunu güç kullanarak kırdığımda ağlayabilirdim. Bu şeyler çok pahalı oluyordu ve bu benim hiç hoşuma gitmiyordu.

Topallayarak adama ulaştım ama bana arkası dönüktü. Sonra ona çarpmıştım ve topuğum kırılmış gibi yaparak çığlık atıp yere düşmüştüm. Yani öyle planlamıştım. Ama düşecekken beni tutması çok daha iyi olmuştu.

Şaşkınlıkla adama bakarken adam da bana bakıyordu. "İyi misiniz?" Acıyla inledim. Bileğim burkulmuş gibi yapmam gerekiyordu. "Bileğim acıyor." Adam nezaket ve centilmenlik gereği olarak bana destek oldu ve boş bir loca koltuğuna oturttu. Topuğumun kırıldığını görünce alt dudağını ısırarak eyvah dercesine bana baktı.

Üzüldüm şimdi. O topuğu ben kendim kırdım be yakışıklı.

"Ayak numaranız kaç?" Dedi bir şeyleri düzeltme umuduyla. Büyük bir şaşkınlıkla adama bakakaldım. Ne?

Ayakkabı alacak desem, bu saatte açık bir yer olması imkânsızdı.

"37." Dedim anlam vermek istercesine. Bir yandan da çizmenin üstünden ayak bileğimi acıyormuş gibi ovalıyordum.

Telefonunu çıkarttığında müziğin kısa süreliğine sustuğu ana denk gelmişti. Yeni parça çalacaktı birazdan.

"Berfin tam şimdi Ambar'a 37 numara siyah topuklu ayakkabı getiriyorsun. Bir de sargı bezi... Sorgulama dediğimi yap, hemen dedim." Dedi ve telefonu kapattı. Bu adam hakkında daha bilgi edinmemiştim. Tek bildiğim yüzü ve ismiydi. Fakat anladığım kadarıyla önemli birisiydi.

Bu işin sonunda benim başımı yakarlarsa onları kül edecektim.

Gözlerimi adamın yüzünde ve bedeninde gezdirdim. Doğal kızıl saçlara ve beyaz tene sahipti. Sakalsız, baby face olmasına rağmen tatlı değil karizmatik duruyordu. Oldukça da yakışıklıydı. Göz rengini bu ışıkta seçemiyordum ama renkli gibi duruyordu. Kasları ise olması gerekenden daha şişkin duruyordu. Özellikle kol, göğüs ve bacak kasları. Spora tutkulu birisi olduğunu anlamak hiç de zor değildi.

Peki bu, tutku muydu yoksa zorunluluk mu?

Dolgun pembe dudaklarına takıldı gözlerim. Bir erkeğe göre fazla çekici durduğunu fark ettiğimde gözlerimi kaçırdım.

Önümde diz çöktü. "Özür dilerim benim hatam." Furkan'a yeniden bakakaldım. "İyi de ben çarptım size?" Dedim şaşkınlıkla. "Evet siz çarptınız ama ben sebep oldum. Bir arkadaşım yüzünden geri adımlamak zorunda kaldım ve çarpıştık." Dedi. Müzik sebebiyle yüksek sesle konuşuyordu ama bu tonda bile çok kibardı.

Allah sizin cezanızı versin, sevgili ailem. Ben bu adama nasıl kıyıp da öldüreceğim şimdi?

"Sorun değil. Sadece olan, çizmeme ve ayağıma oldu." Dedim sakin ama yüksek sesle. O sırada gözlerim Furkan'ın arkasındaki barda oturan abim ve Açelya'ya kaydı. Şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Onlara göz kırptığımda Furkan da dönüp oraya baktı. "Erkek arkadaşınız sanırım." Dediğinde "Hayır, abim." Diye düzelttim. Sempatik bir şekilde güldü, "Başım belada mı peki?" Ben de güldüm. Hem de ne bela.

"Yok hayır. Abim kıskançtır ama mağara kaçkını değildir." Baha Karaslan mı mağara kaçkını değil? Güldüm.

Furkan gülümsedi. "Asistanım birazdan sargı bezi ve ayakkabı getirecek. Lütfen özür mahiyetinde kabul edin." Ah, kalbime bir şey oldu. Türkiye gibi bir ülkede böyle kibar beyefendiler var mıydı ya? Neden benim karşıma hep harbi öküzler çıktı?

Başı da Araf Pakgör çekiyordu.

***

İLAHİ ANLATIM

"Ne yapıyor bu?" Dedi Baha dikkatle kardeşini izlerken. Açelya gülümsedi. Çocukluk dostuyla gurur duyuyordu. Anında anlamıştı Nefes'in ne yapacağını. "Yapması gerekeni. Üstelik çok kurnaz bir şekilde. Saat 00:01 olduğu an Furkan Duymaz ölürse, Araf Pakgör'e fırsat vermeden eli kazanmış oluruz." Dedi kendinden emin bir şekilde. Baha göz ucuyla Açelya'ya baktı. Ondan haz etmese de, ve hatta belli etmese de Açelya'nın özgüvenine, kendinden emin olmasına içten içe hayranlık duyuyordu.

"Bunu ben de anladım ama şu an uzaktan bir katilden çok flört etmek için bilerek düşmüş bir kıza benziyor." Açelya Baha'ya ters ters baktı. "O ne demek öyle ya? Söylediğin şey ne kadar ucuz bir anlama kaçıyor, farkında mısın?" Baha göz devirdi. "Başka ne denir?"

Açelya güldü. "Golleri kaçırmamak denir. Kale boşsa golü doksana çakacaksın, aslan parçası. Yalı kazığı gibi dikildin buraya hadi dans edelim." Baha yüzünü buruşturdu. "Kıçında kurt mu var? Yerinde duramıyorsun iki dakika!" Açelya Baha'nın koluna vurdu ve kaşlarını çattı. "Hadi, dedim!" Baha'nın elinden tutup sürükleyerek piste çekti.

Baha- tam da Açelya'nın dediği gibi- yalı kazığı gibi pistin ortasında dikilirken Açelya neşeyle dans ediyordu. Baha ise bir geri zekalıya bakar gibi onu izliyordu.

O sırada Baha bir şey fark etti.

Geldiklerinden beri uzaktan Açelya'yı izleyip süzen, pis fikirli adam piste yaklaşıyordu. Baha'nın kaşları çatıldı. Adam insanları iterek onlara yaklaştı.

Baha'nın bakışları Açelya'ya döndü. Arkasında ona yaklaşan adamdan habersiz eğleniyordu. Adam yaklaştı ve Baha ile Açelya'nın yanına kadar geldi.

Baha ani bir hamleyle Açelya'yı belinden tutup hızla kendine çektiğinde Açelya ne olduğunu şaşırmış, kocaman gözlerle Baha'ya bakıyordu. Şiddetin etkisiyle elleri Baha'nın göğsünde kalmıştı. "Dans mı istemiştin?" Dedi Baha, Açelya'nın kulağına fısıldayarak. Aynı zamanda Açelya'nın arkasındaki adama öfkeyle bakıyordu.

Açelya sessiz kalarak Baha'nın ne yapmaya çalıştığını düşünüyordu. Bir yandan da tuhaf bir şekilde sıcaklamış hissediyordu.

Baha, yakınlarında duran DJ'e bir işaret yaptığında DJ, Baha'nın ne istediğini hemen anlamıştı.

Nilüfer - Dinle Sevgili

Tangonun kulakları mest eden melodisi mekânda yankılanırken pist boşalmış, onun yerine, dans etmek isteyen çiftlerle dolmuştu. Merkezde Baha ve Açelya vardı. Açelya şaşkın şaşkın Baha'ya bakarken; Baha, bir eliyle Açelya'nın belini sımsıkı tutarken diğer eliyle elini kavramıştı. Geriye üç adım attığında Açelya da ona ayak uydurmuştu.

Nefes başta ikisine şaşkınlıkla baksa da sonradan sırıtmaya başlamıştı. En başından anlamıştı onların arasındaki bu farklı enerjiyi. Bu yüzden fazla şaşırma gereği duymamıştı.

Baha, Açelya'yı kendi etrafında döndürdüğünde upuzun düz siyah saçları havada savrulmuştu. Yatırdığında ise Açelya bacağını kırıp, ayağını Baha'nın bacağının arkasına atmıştı. Saçları geriye düştü. Baha bu yakınlıktan Açelya'nın gözlerine bakarken koyu renk gözlerinin farklı olduğunu fark etti. Gerçek değildi sanki.

Nefes o an fotoğraflarını gizlice çekmek istedi ama telefonu abisindeydi. Küfür mırıldandığında Furkan dönüp Nefes'e tuhaf tuhaf baktı. Nefes ise pot kırdığını fark edince şirince gülümsemeye çalıştı.

Açelya ve Baha pistte süzülüyor, Açelya ayağıyla havada şekiller çiziyor, Baha Açelya'yı havaya kaldırıp indiriyor, danslarıyla görsel şölen veriyorlardı.

O sırada Berfin koşar adım sargı bezi ve ayakkabı kutusuyla içeri girmişti. Patronunu buldu ve dans edenlerden uzak durarak onlara ilerledi.

Nefes kibarlık ederek "Gerçekten gerek yoktu." Dese de Furkan onu umursamamıştı. Çizmelerini çıkarmış, ayak bileğine sargı bezini sarmıştı. Bantlı ince topuk topuklu ayakkabı olduğunu fark edince içinden bir küfür daha etmişti. Çorabını çıkarması gerekecekti.

O sırada Baha Açelya'yı yeniden yatırmış, kaldırdığı an burun buruna kaldıklarında müzik sona ermişti. İkisi de afallayarak birbirlerine baktıktan sonra Açelya yutkunarak geri çekilmeye çalıştı. Baha onu bırakmadığında kısık yapıya sahip gözlerini Baha'ya çevirdi. Baha uzunca bir Açelya'nın yüzünü dikkatle incelediğinde Açelya iyice gerilmişti. İçinde bulunduğu an onun için aşırı beklenmedik bir şeydi. Baha Karaslan ile tango yapmak... Baha Karaslan! Yıllardır kedi köpek gibi birbirlerini yedikleri, nefret ettikleri Baha Karaslan.

Baha eğildiğinde Açelya ürkerek geri çekildi. Ama Baha Açelya'nın kulağına eğildi ve fısıldadı:

"Bu kolyeyi çok mu aradın? Karabaş tasması gibi duruyor."

Tüm büyü anında yok oldu ve Açelya kaşlarını çattı. Ne bekliyordu ki? Baha aynı öküz Baha'ydı!

Sinirle Baha'yı hızla itti ve ona ters ters bakıp öfkeyle soluyarak koşar adım lavaboya ilerledi. Baha ise gülerek arkasından bakıyordu.

***

NEFES

Açelya'nın lavaboya koştuğunu görünce "Hemen dönerim." Dedikten sonra kibarca gülümseyerek ayağa kalktım ve rol gereği topallayarak lavaboya ilerledim.

Zaten çorabı çıkarmam gerekecekti.

Lavaboya girdiğim an Açelya'yı, ellerini tezgaha yaslamış, başını eğmiş ve gözlerini sımsıkı kapatmış bir hâlde bulmuştum. İçimde tuhaf bir merhamet uyandığında silkelenip kendime gelmek istedim.

Ama bazen ara vermek gerekirdi.

Nankör birisi değildim. Açelya'ya güvenmesem bile Araf konusunda bana çok yardımı dokunmuştu. Ben de aynısını yapabilirdim.

Tabi önce şu çoraptan ve rüküşlükten kurtulmam gerekiyordu.

"Bekle burada." Dediğimde irkildi. Sanırım yalnız olduğunu sanıyordu ya da ben olduğumu bilmiyordu.

Boş bir kabine girip ayakkabı ve sargı bezini çıkardım. Şortumu çıkarıp çorabı çıkardım ve kapalı klozetin üstüne koydum. Şortumu geri giyip sargı bezini sağlam ayak bileğime bağladım ve ayakkabıları giydim. Hiç yoktan yeni bir ayakkabım olmuştu.

Çorabı ne yapacağımı düşünürken göz devirip çöpe attım. Önemli bir kıyafet değildi sonuçta. Siyah ince bir çoraptı.

Son bir kontrolden sonra kabinden çıktım. Açelya hâlâ bıraktığım gibiydi. Yanına ilerledim ve kalçamı tezgaha yaslayıp kollarımı bağladım. "Anlat bakalım." Bana baktığında gözleri parlıyordu. Çünkü belli belirsiz dolmuştu. "İstemiyorum." Dediğinde omuz silktim. "Sen bilirsin." Deyip çıkışa ilerledim.

"Ona aşık olmak istemiyorum." Dediğinde olduğum yerde durdum. Bu cümle içimi yakmıştı. Çünkü ben de Araf'a aşık olmayı istemezdim. Çok yara almıştık. Ve Açelya daha yolun başındaydı. Çok fazla parçalanacağı, paramparça olacağı şeyler olacaktı. Çünkü aşk böyleydi. Acımadan aşk olmazdı.

Açelya'nın yanına geri döndüm.

"Neden?" Dedim. "Eflin'i biliyorum. Yıllardır görüyorum ikisini. İkisi de birbirini çok seviyor. Olan bana olacak, biliyorum. Ve dahası... Eflin ile aramız iyi. Arkadaş değiliz ama iyiyiz." Hiçbir şey söylemedim. Öylece susup içini boşaltmasını bekledim.

"Her zamanki gibi didişiyoruz. Beni sinir ediyor, tartışıyoruz. Her şey çok normal. Diyorum ki 'Baha aynı Baha'. Sonra bir anda bir şey yapıyor, beni alt üst ediyor. Ben zaten günlerdir kendimle savaşıyorum, Baha'nın dengesiz davranışları bana hiç yardımcı olmuyor." Başını çevirip bana baktığında yüzünün ıslandığını, ağladığını gördüm. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. "Lenslerini çıkar istersen." Dedim. Lenslerle ağlaması pek de iyi olmazdı çünkü.

Başını sallayıp ayna yardımıyla lenslerini çıkardı ve acımadan çöpe attı. Gözlerini sımsıkı yumdu ve sonra açtı. Doğal, masmavi gözleri ortadaydı şimdi.

Mavi gözlerinden hep nefret ederdi. Annesine benzediği için. Bu yüzden yıllarca kahverengi lens kullanmıştı, hâlâ kullanıyordu.

"Eflin'i çok sevdiği söylenemez." Dedim konuşma gereği duyarak. İrileşmiş gözleriyle aynadan bana döndü. "Evet seviyor ama aşık değil. Eflin ona aşık ama Baha ona aşık değil. Sadece aşık olduğunu sanıyor. Böyledir, Açelya. Başkasına bir şeyler hissedene kadar unuttuğunu fark edemezsin. Ben mesela? En büyük örnek değil miydim? Cankut? Berkan?" Sessizce başını salladı.

"Bunu istemediğini anlıyorum. Ben de istemiyordum. Ama bu tarz bir şeye karşı çıkman, önünde durup hayır demen imkânsız. Onu sevmene engel olamazsın, bu senin elinde değildir. Fakat sonrasında ne yapacağın senin elinde. Üstüne de gidebilirsin, uzak da durabilirsin." Sessiz kaldı.

"Abim senden pek de haz etmiyor." Dediğimde bana bakakaldı. Yarasına tuz bastığımın farkındaydım. "Ama aynı evde yaşıyoruz." Dedim ve göz kırptım. "Ne demek istediğimi anladın sen. Hadi toparla kendini de içeri gel." Dedikten sonra lavabodan çıktım.

Tam karşımda Furkan'ı gördüğümde afalladım. O da beni karşısında görmeyi beklemiyor gibi duruyordu. "Ah, burada mıydınız? Ben de sizi merak etmiştim." Bu kadar ilgili olması normal miydi? "Ha," dedim anlamış gibi. "Evet lavabodaydım. Teşekkürler. Şey, zahmet olmazsa saati öğrenebilir miyim?" On ikiyi geçmiş olmasını umuyordum.

Telefonunu çıkardı ve saate baktı. "On ikiye beş var." Kaşlarım mutlulukla havaya kalktı. "Ya? Gerçekten mi?" Gülümsedi. "Ne o? Külkedisine mi dönüşeceksin?" Ben de gülümsedim. "Ancak sizin gibi bir prensim beni aramaya gelseydi." dedim samimiyetle. Dikkatini dağıtıp kuytu bir yere götürmem gerekiyordu.

"Ben Furkan." dedi elini uzatarak. Elini tuttum ve kendime çektim. Sırtım duvara çarparken onu da üstüme getirmiştim. Burun buruna kalmıştık. "Ben de Nefes." dedim fısıltıyla. Furkan başta şaşkın şaşkın bana baksa da ayak uydurmuş, kolunu duvara yaslayarak üstüme eğilmişti.

Dudaklarımız arasında milim kala Açelya lavabodan çıktı. Bizi gördüğü gibi gözleri kocaman oldu ve "Wohooy!" diye bağırarak gözlerini kapattı. "Görmedim, görmedim siz devam edin!" Koşarak uzaklaştı. Furkan hafifçe gülerken "Burası pek de uygun değil sanırım." dedi. "Kesinlikle." dediğimde elimden tuttu ve üst kata çıkan merdivenleri tırmandık.

Aklıma Araf düştü ama onu göz ardı ettim. Sevgilisi vardı ve artık onunla ilgilenmemeliydim. Hayatıma bakmalıydım, bakıyordum.

Üst katın bara karşı balkonu vardı ve ıssızdı. Aşağıda parlayan mor ışık buraya da vuruyordu. Siyah duvara sırtımı yaslayıp elini ceketimin altından belime götürdü. burnunu boynumda gezdirirken ellerimin biri göğsünde, diğeri omzundaydı.

"Çok ayıp. Ve hiç etik değil."

Soğuk. Çok soğuk. Buz gibi.

Furkan'ın eli braletimin altından göğsüme geçmek üzereyken duyduğumuz tanıdık sesle dönüp koridorun ucuna baktık.

Yeni bir maske tipi ve Araf Pakgör.

Sıkıntıyla "Siktir." diye mırıldandım. Bunun burada ne işi vardı? Furkan'ı ona vermeye niyetim hiç yoktu. Ve her biriyle yakınlaştığımda böyle dibimizde mi bitecekti? Neden? Camsuyu ona sakso çekerken ben içki servisi yaparak onları mı izliyordum? Hah! Komik.

Sırtımı duvardan uzaklaştırıp Furkan'ın bedenine daha da yaklaşırken meydan okurcasına Araf'a baktım. "Neden? Aşkta ve savaşta her şey mubah değil midir? Savaşıyoruz. Seninle savaşırken başkasıyla sevişmek istemem sana bu kadar koymamalı." Furkan şaşkın şaşkın bir bana bir Araf'a bakarken, Araf'ın yüz hatları gerilmişti. Sağlam yüzü boydan boya açıktı. Sadece yüzünün yarısını kapatan bir maske takmıştı.

"Koyar." dedi Araf yüz ifadesine tezat bir durgunlukla. Furkan ise bana fırsat vermeden benden uzaklaşmıştı. Verdiği tepkiye dönüp de bakmamıştım ama uzaklaşarak aşağı inmişti. Araf'ın yanından geçmesine rağmen Araf onu umursamamış, gözlerimin ta içine bakmaya devam etmişti.

Sırtımı duvara yaslayıp ellerimi belimde sabitledim ve rahat bir şekilde Araf'a bakmaya başladım. "Neden?" Nedenini biliyordum. Ama yine de duymak istiyordum.

Hareketlenip karşıma geçti ve Furkan'ın yerini alarak kolunu duvara yaslayıp üstüme eğildi. "Çünkü sana sırılsıklam aşığım. Yıllardır." Yıllardır. Bugüne kadar yaşadığım en büyük afallamayla Araf'a bakakaldım. "Ne?"

"Yaşım sekizdi. Babamın çalışma odası bana 18 yaşıma kadar yasaktı. 10 yıl bekleyemezdim. Gizlice girdim." Kaşlarımı merakla çatmış, pür dikkat Araf'ı dinliyordum. "Odasını karıştırırken bir çekmecesini açmıştım. Baştan üçüncü, hiç unutmam. Bir kız çocuğu fotoğrafı vardı. Bir sürü. Koyu renk saçları, zümrüt parçası gibi parlayan yemyeşil gözleri, ölüyü dirilten, yaşayanı öldüren gülüşü... "

"Merak ettim kim olduğunu. Çok merak ettim. Ama soramadım babama. Yoksa öğrenirdi odasını karıştırdığımı. O günden sonra her sene aynı gün karıştırdım babamın odasını. Yeni fotoğraflar bulmak için. Unutamadım, sürekli aklımdaydı. Hiçbir kız ilgimi çekmezken o kıza tutkun olmuştum. O... Kazada bile aklıma gelen ilk kişi o kız olmuştu. Kim olduğunu bilmeden sevmiştim o kızı. Kim olduğunu bilmeden sevmiştim seni. Bir gün tanışacağımız günün ümidiyle yaşadım. Ve kendime bir söz verdim; yüzümü hiçbir zaman göstermeyecektim. Korkardın, kaçardın, ölürdüm." Dilimi yutmuş bir şekilde Araf'a bakakalmıştım. Aşık olduğum adamın çocukluk aşkı olmanın şokunu atlatamıyordum. "Nefes... Sen benim çocukluğum, bugünüm, geçmişim, geleceğimsin. Her şeyimsin."

Elimi kaldırıp yüzüne koydum ve kirli sakallarını okşadım. "Ben de sana aşığım."

Ve ekledim. "Ama biliyor musun, Araf? Sevgilisi olan adamlar söz konusu olduğunda libidom aniden pat diye düşüveriyor." Omuzlarından ittim ve duvarla arasından çıkıp aşağı yöneldim. Ona çektiğim resti fark etmişti.

Araf'ın anlattıklarına mutlu olmuştum, yalan değildi.

Fakat Cansu gerçeğini de görmezden gelecek değildim. Ben asla ikinci kadın olmazdım. Durum ne olursa olsun.

Ve Araf'ın gelişi planlarımı suya düşürse de yeni planlar kurmak bana koymazdı.

Ben kazanacaktım.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro