23 ~ Vanilya
23. Bölüm
Yerle göğün birleştiği yer ufuk çizgisiydi. Daima beyaz olurdu, geleceği temsil ederdi. Geleceğin aydın olacağını, umudunu kaybetmemeni. Maviyle kahverenginin arasındaki beyaz çizgi umuttu.
Fakat benim umudum zehir kahvesi gözlerde boğularak can vermişti.
Zindana benzetirdim onun gözlerini. Ama sadece zindan değildi. Zehirdi. Zehirliyordu, seni senden alıyor, hiç hâline getiriyordu. Ona aşık olmuş tüm insanlar bir gün hiç olmaya mahkumdu, çünkü bakışlarıyla günden güne zehirliyordu.
"Nefes." İrkildim ve sesin geldiği yöne baktım. Araf, kalçasını çalışma masama yaslamış, kollarını bağlamış beni izliyordu. "Araf? Sen... Nasıl girdin buraya?" Dedim tereddütle. Onu gördüğüme şaşırmıştım. Günlerdir benden kaçan adam, şimdi odama kadar girmişti. "Nefes'imi kesiyorsun." Dediğinde suratına bakakaldım. Dediğine anlam verememiştim. Bakışlarım elime düştüğünde sağ elimdeki hançeri görmemle adeta sıçradım. Sol elim ise kan revan içindeydi. Elimi kesmiştim ve farkında değildim. Ayrıca bu hançer nereden çıkmıştı? Daha önce hiç görmemiştim.
"Nefes'imi kesme, Desise. Lütfen." Dediğinde kalçasını masamdan ayırdı ve adım adım bana yaklaştı. Tıpkı onu gördüğüm ilk gün bıçağı elinden alışım gibi, o da şimdi elimden hançeri aldı ve yere bıraktı. Hançer parkeye düşerken tok bir ses bıraktı.
Sağ elini sol elime kenetledi. Parmaklarımızı birbirine geçirdi. Yaralı ve kanlı elim, onun elini de kan yapmıştı.
Elimi, bırakmadan, arkama doğru götürdü ve belimde sabitleyerek beni kendisine çekti. Elimin tersini ve onun parmaklarını çıplak belimde hissediyordum. Üzerimde şık, siyah bir büstiyer vardı.
Diğer eliyle çenemi kibarca kaldırdı. Yüzlerimiz arasındaki yakınlık kalbimi hızlandırıyordu. "Nefes... Nefes'im... Nefes'imi kesme, Desise." Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Birbirine değiyordu ama asla öpmüyordu. Birbirimizin gözlerine bakmaya devam ediyorduk. Yine nefesini tuttuğunu hissettim. Benimle olan her yakınlaşmasında nefesi kesiliyordu sanki. Boştaki sağ elim kalktı ve göğsünün soluna kondu, kalbine. "Nefesini tutma. Tutarsan kaldıramaz ciğerlerin." Dedim fısıltıyla.
Sol eli çenemden ayrıldı ve göğsündeki elime gitti. Elimin üstüne elini koydu. "Nefes'imi tutarsam ciğerim, tutmazsam da kalbim kaldıramaz." Dedi ve sağ elimle de parmaklarımızı kenetledi. Kalbimin çarpışını duymasını istemiyordum. Karşısında soyunup küvette kucağına otururken utanmayan ben, kalbimin atışını duysa utanacaktım. Ellerini ellerimden ayırmadan beni hızla itti ve sırtımı sertçe duvara yasladı. Sağ elimi de kollarımızı kaldırarak duvara yaslamıştı. Dudaklarını dudaklarımda hissettiğimde yüreğimdeki özlem hissi beni yakıp geçecek sandım. Yakıp yıkacak, kül edecek sandım. Benden geriye kalan tek şey gri duman ve siyah kül kalacak sandım.
Öpüşüne anında karşılık verdim. Öyle sert ve tutkuluydu ki... Onun da özlediğini düşünmüştüm. Dudaklarımızı çok az ayırıp nefes aldım ve "Seni çok özledim." Dedim.
"Biliyorum." Dedi. Ben de, demedi. Ben de özledim, demedi. Sadece biliyorum dedi.
Az önce göğsümü parçalayarak çıkmak isteyen kalbim sustu. Son nefesini verdi. Çünkü kırık parçaları canına batmıştı.
Tekrar öptüğünde bu sefer isteksizdim. Ama karşı koymadım. Tutkulu öpüşleri sona ererken duvara yasladığı elimi yavaşça bıraktı ve yüzüme dokundu. Sarı perçemimi yanağımdan uzaklaştırdı. Dudaklarımız ayrılmıştı ama gözlerimiz birbirine tutsak kalmıştı. Bakışlarındaki, gözlerindeki zindan o kadar derindi ki... Katilin gözlerindeki zindanda maktül yargılanıyordu.
"Saflığın lekesi... İşte sen busun, sevgilim."
Sevgilim.
Sevgilim ne demekti? Sadece bir ilişki belirtmek için mi kullanılırdı?
Birini seviyor olmak da "sevgili" olmak demek değil miydi?
Sevgilim, sevenim, sevdiğim.
Gözlerimi zorlukla aralarken sanki kafamda tuğla parçalıyorlarmış gibi hissediyordum. Başım çatlıyor, gözlerim yanıyordu. Koyu gri pürüzsüz tavanla bakıştım ilk önce. Sırt üstü değil, yan yatıyordum. Geri uyumak istiyordum ama bilincimin açıklığı, bunun mümkün olmadığını sereserpe ortaya döküyordu.
Üzerinde uzandığım yatak sıcaktı ve nefes alıyordu.
Bir dakika. Ne?
Telaşla geri atılırken çatlayan başım kendini hatırlatmıştı. Gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturarak elimi alnıma götürdüm. Sikeyim!
Geniş bir odada, L koltukta bir adamla beraber yatıyordum. Üzerimizde bir battaniye örtülüydü ve karşımdaki duvara montelenmoş LCD ekran televizyon kapalıydı. Cam orta sehpada kumandalar ve telefonlar duruyordu.
Göğsünde uyuduğum adama ise çatlayan başım sebebiyle bakamıyordum. Kafamı kaldıramıyordum ki!
Kendimi zorlayarak kafamı kaldırdım.
Baha Karaslan.
Şaşkınlıkla kalakaldım. Sonra odaya göz gezdirdim. Simsiyah oda... Burası Baha'nın odasıydı! Hatırlamıştım. Peki neden ben Baha'yla, onun odasında, onun L koltuğunda, ona sarılarak uyumuştum? Üstelik o neden ses çıkarmamıştı?
Dün olanları bir yere kadar hatırlıyordum. Cemal aracılığıyla Araf'a laf soktuktan sonra lavabodan çıkmıştım. Sonrası yoktu.
Sonrasında neler olmuştu? Araf ne yapmıştı? Dahası ben kendimi daha nasıl rezil etmiştim?
Araf gelmiş miydi mesela? Ona ettiğim küfürden, soktuğum laftan sonra?
Telefonuma uzandım ve açtım. Parlaklık gözümü almıştı, hemen kıstım. Arama kaydına girdim önce.
Araf (03:46)
Yeşildi.
Bu da demek oluyor ki telefonu açmıştı?
Ne demiştim? Ne demişti? Ne konuşmuştuk? Ne olmuştu da rüyamda onu görecek raddeye gelmiştim?
Zihnimi zorladım ama hayır, bir cevap bulamadım.
Mesajlara girdim.
Gönderilen: Araf.
"Seçil'i seviyorsun, değil mi?
Bana sakın yalan söyleme.
Beni kullandın, değil mi?
O yüzden kaçıyorsun benden?
Seçil'den kaçamayacağını bildiğin için onun kaçmasını istedin, değil mi?
Peki ben?
Hiç mi bir şey hissetmedin, Araf? Anlamıyorum. Hiç mi özlemedin?
Neden beni görmek bile istemiyorsun? Neden neden neden?
Gamze ile de aranda bir şey vardır kesin. Yoksa öyle gereksiz özgüven sahibi olmazdı.
Gamze miydi adı? Neyse sen daha iyi bilirsin ismini cismini!
Geri takip de yapmamışsın zaten.
Ya baksana be! Baş çavuşun beygiri mi osuruyor burada!?"
Utançla kendimi tokatlamaya başladım. APTALSIN, APTAL!
"Araf!
Aha! Görüldü!
Neden beni görmüyorsun, Araf? Neden kaçıyorsun? Kırgınsan geç karşıma adam gibi "Kırgınım" de! Ama kaçma."
Gönderen: Araf
"İnsan kendi gözünü göremez."
Başka bir cevap da yok. Sanırım bu mesajdan sonra aramıştım.
İnsan kendi gözünü göremez.
Kendi gözü?
Bana gözüm mü demek istemişti?
Kalbimin yine göğsümü zorladığını hissedince kaşlarım çatıldı ve telefonu kanepenin bir kenarına fırlattım. Kendime öfkelenmiştim. Bu aptallık bana yakışmıyordu! Ben Desise'ydim! Asise'ydim! Nefes Eda Karaslan'dım!
Kafamı çevirip derin derin uyuyan Baha'ya baktım. L kanepenin kısa ama en rahat tarafını uzanmam için bana vermişti ama kendisi oturarak uyuyordu yanı başımda. Kafasını kanepenin arkasına yaslamıştı. Boynu tutulacaktı yüksek ihtimalle.
Uzanıp Baha'nın belini dürttüm. "Hey! Uyan!" Baha homurdanarak elimi ittirdi. "Hay elini..." Elimi ittiren eline sertçe vurduğumda ses, sessiz odada yankılandı. "Uyan, dedim! Dün neler oldu, ne boklar yedim, hepsini tek tek anlatacaksın!" Baha yüzünü buruşturdu ve gözünü açmadan yana devrilip kanepenin uzun tarafına uzandı. "Nefes senin başın ağrımıyor mu ya, siktir git ilaç falan iç bulaşma bana!"
Yatarken başımın altında olan, fakat şu an oturuyor olduğum için belimde olan yastığı kaldırıp suratına yapıştırdım. "Küfür etme bana! Aklını alırım. Off..." Dedim elimi başıma götürürken. "Kafamın içinde bufalo sürüsü el ele tutuşmuş horon tepiyor, amına koyayım." Dediğimde duraksadım. Baha'ya küfür etme dedikten sonra benim küfür edişim?
Baha beni resmen takmamıştı ve uykusuna geri dönmüştü. Keşke ben de böyle hiç derdim yokmuşçasına uyuyabilseydim şu an. Ama başım öyle çatlıyordu ki, bu mümkün değildi!
Homurdanarak kanepeden indim, kenardaki çizmelerimi aldım ve telefonumu da alıp ufak adımlarla Baha'nın odasından çıktım. Baha'nın odası alt katta olduğu için epey şanssızdım. Umarım kimseyi görmezdim ve kimse de beni görmezdi. Kimseyi çekecek değildim ve kimse umurumda değildi.
Kimse...
Salonun boş olduğunu görünce biraz da olsa rahatlamıştım. Hızlı adımlarla odama çıktım ve içeriye girip kapıyı kapattım. Çizmeleri elimden bırakıp telefonu da yatağımın üstüne attım. Üzerimdeki elbiseyi ve iç çamaşırlarımı çıkartıp 'belki ağrım hafifler' umuduyla banyoya girdim. Ilık banyo sonrası giyindim. Oldukça basit bir kombin yaptım. Siyah yüksek bel tayt, beyaz spor ayakkabı ve açık gri kapşonsuz sweatshirt. Spor ayakkabıları giymek yerine kenara koydum. Saçlarımı kurutmak istemedim çünkü saç kurutma makinesinin sesini de hiç çekemezdim şu an. Saçlarımı taradıktan sonra yeniden havluya sardım. Islak kalmalarını istemiyordum.
Baş ucu çekmecemden güçlü bir ağrı kesici alıp komodinin üstündeki sürahiden bardağıma su doldurdum. Şiddetli regl sancılarım yüzünden her zaman baş ucumda güçlü bir ağrı kesici bulunduruyordum.
Aç hissetmiyordum. Bu yüzden telefonumu şarja takıp yatağıma girdim. Kafamı yastığın altına sokup uyumaya çalıştım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. "Nefes!" Diye güçlü bir ses duyduğumda yattığımdan farklı bir pozisyondaydım. Baş ağrım hafiflemişti ama asla geçmemişti. Söylenerak yatakta döndüm ve kalktım. Kapım açıldığında babamla göz göze geldim. Öfkeli gözüküyordu. Neye öfkelenmişti?
Sakin bir sesle "Aşağıda seni bekliyorum." Dedikten sonra çıkıp kapıyı kapattı. Ciddi bir durum var gibi gözüküyordu.
Umarım sarhoşken her şeyi mahvedecek bir bok yememişimdir.
Kuruyup kabarmış saçlarımı ev topuzu yapıp spor ayakkabılarımı giydim. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağı indim. Babam ve Baha ayaktayken amcam gayet rahat bir şekilde tekli koltuğa yayılmış gazete okuyordu. Babam boydan boya cam olan karşı duvarın karşısında ellerini cebine sokmuş dışarıyı izliyordu. Kitaptan fırlamış bir kitap karakteri gibi duruyordu. Klişeleşmiş duruşlar, pozisyonlar. Fakat her ne kadar klişe olsa da asil bir duruş olduğunu kabul etmeliydim.
Baha da üzerindeki takım elbisesini değiştirmiş, kot pantolon ve tişört giymişti. Karizmasından ödün vermeyişi sinirlerimi bozsa da ses etmedim. Amcam tam takır bir şekilde takım elbisesinin içindeyken, babamın ceketi yoktu. Beyaz gömleğinin kollarını kıvırmıştı, siyah pantolonunun belindeki siyah kemerin parlaklığı güneş ışığının vurmasıyla kendini belli ediyordu.
"Neler oluyor?" Dedim yorgun bir sesle. Çok bitkin hissediyordum ama duruşum buna tezat bir şekilde dikti. Dimdik.
Amcam başını gazeteden kaldırıp bana baktı ve göz kırptıktan sonra tekrar gazetesine döndü. Babam ise beni duyduğu gibi bana doğru dönmüştü. Başıyla Baha'nın yanını işaret etti. Yavaş adımlarla Baha'nın yanına geçtim ve sorguylayarak ona baktım. O da bilmediğini belirtircesine omuz silkti.
"Neredeydiniz siz dün gece?" Dedi babam sorgular bir tavırla.
"Brunette'te?" Dedim anormal bir şey sormuş gibi tek kaşımı kaldırarak. "Brunette'te." Dedi babam onaylayarak başını sallarken.
"Ne var bunda?" Dedi Baha da garipseyerek. "Nefes." Dedi Babam Baha'yı duymazdan gelerek. "Seni anlıyorum. On dokuz yıl boyunca sana aile olmuş insanların aslında bir yalan olduğunu, öz ailenin bambaşka birileri olduğunu öğrendin. Annenin seni doğururken öldüğünü öğrendin, babanın seni istemediği için bıraktığını düşündün. Bir gece yarısı vahşet bir katliama tanık oldun, en yakın arkadaşını öldürdün kontrolün dışı. Yaşadıkların çok ağır, bunu biliyorum ve anlıyorum. Ama bunlar senin hayata devam etmeni engellememeli." Konuyu nereye bağlayacağını merak ediyordum.
"Geçmişte ne olduysa oldu, değiştiremem. Fakat geçmiş geçmişte kaldı. Biz şu andayız, şu an. Şimdi. Ve şimdi bir gerçek var ki; sen bizi seçtin, bu seçimle beraber beni baban olarak kabul ettin. Ve beni gerçekten baban olarak görmek zorundasın artık. Ben ne için yaşıyorum? Ne için uğraşıyorum? Sizin için, çocuklarım için değil mi? Neden böyle yapıyorsun? Neden benden habersiz iş yapıyorsun? İzin almayı geçtim haber dahi vermiyorsun, Nefes. Haber versen o da bana uyar. Kafana göre iş yapmayacaksın, yapmayacaksınız. Duydunuz mu beni? Beni yok sayamazsın, Nefes. Yok sayma hakkını bizi seçtiğin gece kaybettin." Dilime gelen onlarca sözcüğü elimin tersiyle ittim. Bunlar bana sadece zarar verirdi.
"Ben zaten o bara Baha'yla giderken seni yok saymadığım için gittim. Sen öyle istersin diye." Dedim kendimden emin bir ifadeyle. Neredeyse ben bile kendime inanacaktım.
Hayırlı evlat modu: Açık.
Babam şaşırmış gibiydi ama Baha tepki vermedi. Çünkü bunu dün ona da söylemiştim. Bu gerekçeyle beraber gitmemiz gerektiğini. Babamın öyle isteyeceğini.
Babamın istekleri önemliydi.
Çünkü bana güvenmesi gerekiyordu. Gözü kapalı.
İçten içe şeytani bir gülüş sergilesem de gerçekler çok farklıydı, yüzümde en ufak bir ifade yoktu.
"Seni gerçekten yok saysaydım tek başıma giderdim oraya. Ama gitmedim. Neden, biliyor musun? Çünkü sen yalnız olmamı istemiyorsun diye. Ya yanımda koruma olması gerekiyor ya da sizden birisi. Ben de bu yüzden Baha ile gitmek istedim. Abim sonuçta? Buna izin verirdin? Vermez miydin?" Suratıma bakakaldı. Uzun zamandır onu o kadar iğneliyor ve ters davranıyordum ki, şimdi onu düşünerek böyle bir şey yapmama çok şaşırıyordu. Haklıydı. Fakat böyle böyle güvenecekti bana.
"Verirdim, evet." Dedi sadece. Baha'ya döndü bakışları. Baha'nın gerildiğini ise ancak şimdi fark edebiliyordum. "Baha'ya ben ısrar ettim. O istememişti. Fakat yanımda herhangi bir adamını istemiyordum. Yalnız gitseydim de yine böyle bir konuşma geçecekti aramızda ve bu kadar sakin olmayacaktı. Kavga etmek de istemiyordum. Ayrıca onun da ihtiyacı vardı kafa dağıtmaya."
"Kafa dağıtmaya ihtiyacım vardı ama sen dağıttın benim kafamı." Dedi Baha homurdanarak. Kafasını siktiğimi kabul ediyordum fakat sarhoşken kim kendini kontrol edebilirdi ki? Bana bu yüzden kızamazdı. Zaten ben kendime çok kızgındım.
"Sen hiç konuşma." Dedi amcam araya girerek. Bakışlarımız ona dönerken Eflin de elindeki tepsiyle salona inmişti. Getirdiği kahve büyük ihtimalle amcamındı. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Eflin amcama yaklaşıyordu. Kahveyi orta sehpaya bırakmak için eğildi. "Açelya ile birlikteymişsiniz?" Eflin'in elleri titredi ve kahve devrilerek tepsiye döküldü. Devrilen porselenin sesi gürültüyle odaya yayılmıştı.
Eflin büyük bir şoka girmiş gibi duruyordu. Ama amcam sanki Eflin hiç sakarlık yapmamış gibi konuşmaya devam etmişti.
"Benden mi saklıyorsun? Ne kadar ayıp! Amca-yeğenden öte arkadaş gibi olduğumuzu sanıyordum." Bilerek yaptığı çok açıktı. Bakışlarım Eflin'in yüzüne odaklanmıştı.
Parlak mavi gözleri dolmuştu ve kimse görmesin diye hemen başını indirmişti. Benim radarlarımdan kurtulamamıştı tabii. Dümdüz siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp utançla geri çekildi. "Özür dilerim efendim." Dedi ama ben ve babam dışında kimse umursamadı. Babam da tıpkı benim gibi Eflin'e bakıyordu ama abisine hiçbir şey söyleyemiyordu. Bakışlarındaki ifade ise çok farklıydı. Eski bir tanıdığa bakar gibi bakıyordu Eflin'e.
Annem.
Annem de hiç istenmemişti. Ve Eflin, babama annemi hatırlatıyordu.
"Sorun değil." Dedi babam sakince. Eflin, pür dikkat ona baktığımı hissetmiş gibi parlak mavi gözlerini girdap yeşili gözlerimle buluşturdu. Mahçubiyetle burukça gülümsediğinde sıkıntıyla alt dudağımı dişledim.
Baha sonunda söze karıştı. "Açelya mı? Amca sen ne saçmalıyorsun? Hiçbir şey yok Açelya ve benim aramda." Amcam kaşlarını kaldırdı. Eflin de hâlâ amcamı izliyordu. Amcam onu fark etmeden gitse iyi olurdu. Aşağılanmasını istemiyordum.
"Aranızda bir şey yok mu?" Dedi amcam şaşkınlıkla. Baha ise sinirlenmişti. Amcamızın bilerek yaptığını pekâlâ anlamıştı. "Yok!" Diye bağırdı birden. Babam hemen uyardı Baha'yı. "Baha!" Sesi öyle otoriter, ciddi ve öfkeliydi ki Eda Nefes Karaslan olmasam korkabilirdim.
"Kafanda saçma sapan şeyler kurup da önümüze sürmekten vazgeç artık amca! Hiç kimse hayatını senin isteklerine göre şekillendirmek zorunda değil! Bu isteğini yapmadı diye de kimseye işkence uygulayamazsın!" Dizi izler gibi kollarımı bağlamış, ilgiyle aile kavgalarını izliyordum.
"Baha yeter!" Babamın kolundan tuttum. Alev alev yanan yeşil gözleri bana döndü. "Baba sen karışma bırak kendileri halletsinler. Her zaman ondan sen sorumlu olamazsın. Kazık kadar adam oldu!"
Nedense babam bana baktığı an sakinleşmiş gibi hissetmiştim. Sanki konuşmama gerek yoktu, bana bakması yetmişti. Annemle yüzlerimiz aynı olduğu için miydi yoksa beni gerçekten sevdiği için mi? Sanırım bundan hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamayacaktım.
"Evet öyle." Dedi amcam Baha'yı onaylayarak. Gazetesini katlamış, çoktan yerine koymuştu. "Fakat Açelya ile olsanız da hayır demem. İyi kızdır, Açelya." Baha sinirleri hepten bozulmuş gibi gülmeye başladı. "İyi kız mıdır Açelya? O da senin için çalışmıyor mu? O da emir kulu? Ne farkı var Eflin'den?" Eflin'in şaşkın bakışları Baha'ya odaklanmıştı. Aralarında tam olarak ne geçmişti de bu denli şaşırmıştı merak ediyordum.
Sanırım meraklı günümdeydim.
"Farkları şu, evlat; sen Eflin'e layık değilsin." Gözlerim istem dışı büyüdü. Eflin de büyük bir şaşkınlıkla amcama bakıyordu. Baha ise tepki verememiş, kalakalmıştı.
"Eflin'in nasıl bir kız olduğu ortada. Bu dünyada kaderi bir olan herkes birbirine denktir, Baha. Ama siz denk değilsiniz. Eflin senden fazla temiz. Sizden olmazdı. Ama Açelya tam sana denk. İkiniz de aynı boksunuz. Anlatabildim mi?" Eflin de ben de şokla amcama bakıyorduk. Baha ise yutkundu.
"Birincisi;" dedi ve derin bir nefes verdi Baha. "bıraksaydın da buna biz kendimiz yaşayıp karar verseydik! İkincisi; beni kirleten zaten sizsiniz, amca." Başını yazık dercesine iki yana salladı ve hızlı adımlarla salondan çıkıp dar koridora girdi. Odasına gitmişti.
Eflin de hiçbir şey söylemeden mutfağa geçti. Salonda amcam, babam ve ben kalmıştık. Babam geçip kanepeye oturunca ben de yanına oturdum.
Bugün gerçek miydi?
Karşımdaki adam kimdi?
Gökhan Karaslan kimdi? Nasıl bir kalbi vardı? Nasıl bir insandı? Bir insanın dış görünüşüne bakarak onun kalbini anlayamıyordunuz. Gözlerine bakarak ise sadece bir kısmını. Ama hepsini asla göremezdiniz.
"Ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum." Dedi amcam uzun bir sessizliğin ardından. Bana mı söylüyor, diye başımı kaldırıp ona baktım ama babama bakıyordu.
"Kafandaki sorunun cevabı; evet. Boktan bir insansın, Oğuz Karaslan." Babam güldü. Güldüğünde gamzeleri ortaya çıkmıştı ama gülüşü acı doluydu. Bu acı nedense benim içimi yakmıştı. Ortada bilmediğim bir ton bok dönüyordu ve ben sanırım daha yüzde birini ancak çözmüş gibiydim. "Eyvallah abi." Dedi ve ayağa kalkıp o da salondan çıktı. Annemden bahsettiklerini anlamıştım ama olayı bilmediğim için kafamda bir yerde oturtamıyordum.
Annemle babamı da mı Gökhan Karaslan ayırmıştı? Veya şöyle sormalıydım; babam annemi amcam yüzünden mi terk etmişti? Ama bu ihtimal tek başına çok yetersizdi. Hamile ve kanser hastası olan sevdiği kadını bırakmak için abisinin zorlaması asla yeterli olamazdı.
Ortada başka bir şeyler dönüyordu.
Dedemin beni tanımazken bana bu kadar düşkün oluşu ve holding hissesinin ilk varisi amcam olmasına rağmen en büyük hisseyi babamın alması umarım ki bağlantılı değildir.
Umarım ki annemi ve beni hisse uğruna ölüme mahkum etmemiştir.
Ama yapmaz ya. Bu kadarını da yapacağını sanmıyorum. Anneme olan aşkını görebiliyordum. Yaptığı ciddi derecede adice bir şeydi ama sebebi bu kadar basit olamazdı.
Kapı zili kulağıma çalındığında bakışlarım dış kapıya döndü. Görevli hanımefendilerden birisi kapıyı açtığında adamlardan birisiyle konuşmuştu. Kapıyı çalan oydu. Sonra bana döndü "Nefes Hanım? Sizin için gelmiş." Oturduğum yerden kalkıp kapıya ilerlerken amcamın bakışları da kapıdaki adam ve benim sırtım arasında gidip geliyordu.
Kapıya ulaştığımda görevli kadın da içeri girmiş bizi baş başa bırakmıştı. Koruma görevlisinin elinde ufacık bir saksıda kocaman bir vanilya fidanı vardı. Kafamda bir ses yankılandı. Araf'ın sesi.
"Vanilya çiçeğine benzetiyorum gerçek seni. Bir o kadar beyaz, bir o kadar saf."
Ama nereden hatırladığımı bilmiyordum. Bunu ne zaman söylediğini de.
Ve rüyada söylediği cümle:
"Saflığın lekesi... İşte sen busun, sevgilim."
Telefonumdaki arama kaydını hatırladım. O zaman mı söylemişti?
Ve bu vanilya fidanını o mu göndermişti?
Dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım ama otoriter tavrımdan da taviz vermedim.
"Buyurun, efendim. Size geldi." Diyerek fidanı bana uzattı. Fidanı ellerinden aldım ve uzaklaştı. İçimde engel olamadığım bir heyecanla hızlıca vanilya fidanının içini karıştırdım. Not olmalıydı. Vanilyanın kokusu başımı döndürüyordu. Çok güzel kokuyordu.
Beyaz, katlanmış bir not kartı buldum. Fidanı yanımdaki yüksek fiskosa bıraktım ve notu açtım.
"Dün gece için teşekkür ederim, çok güzeldi ;)"
- Yiğit.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro