Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

20 ~ İnanç

Cem Adrian, Mark Eliyahu - Kül

20. Bölüm

"Belki çocukluğunda derin yara açmışımdır farkında olmadan, bilmiyorum. Ama madem yollarımız ayrılıyor... Özür dilerim, Eda. Belki senin için hiçbir anlam ifade etmez, ama yine de çok özür dilerim. Saçma sapan ergenlik yıllarımla senin çocukluğunu mahvettim. Özür dilerim, kardeşim."

Kafamda bir milyon şey vardı ve Furkan Arslan'ın aklımdan çıkmayan vedası da bunlardan biriydi.

Geriye doğru akıp gidiyormuş gibi görünen sıralı ağaçları izlerken dudaklarımı kemiriyordum. Eve geri dönüyordum.

Kaçmıştım.

Annemle yüzleşmek için doğru zaman değildi, doğru hissetmiyordum. Korkuyordum, utanıyordum, çekiniyordum. Bugün burada, bu soğuk toprağın altında yatmasının tek sorumlusu bendim. Benim varlığım onu yok etmişti.

Yumruk haline getirip çeneme yasladığım elimi indirip telefonumu çıkardım. Araf'la konuşmam gerekiyordu. Telefonlarımı açmadığını ve açmayacağını biliyordum. Dolaylı yoldan çabalamaya devam edecektim.

Amacı neydi? Beni annemin mezarına getirerek neyi ispatlamaya çalışıyordu?

Saat geç olduğu için Cemal'i aramak yerine mesaj attım. Beklemeye başladığımda çok geçmeden cevap geldi.

Cemal: Beyaz Maske'ye ulaşamazsınız efendim, üzgünüm.

Nefes: Ne demek ulaşamam? Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Görüşeceğim, Cemal.

Cemal: Üzgünüm, efendim. Tarafınızı seçtiğiniz gece bu hakkı kaybettiniz.

Cemal benimle böyle konuşmazdı.

Bu Cemal değildi.

Nefes: Araf?

Cevap gelmedi. Görüldü oldu ama yazmadı. Emin oldum, Araf'tı. Cemal'in telefonunun Araf'ta ne işi vardı?

Göğsümün duvarlarında bir sızı hissettim. Beni boşluğa iter gibi bir sızıydı. Ömrüme ilmek ilmek bağlanmış hecelerin ölçüsü yüreğime vurgundu.

Sadece bir kaç haftada böyle şeyler hissetmem ne kadar normaldi? Kuzenim olup olmaması umrumda değildi, kaldı ki kuzen ilişkisi enseste girmiyordu. Benim asıl meselem bu hislerdi. Saçmaydı, olmamalıydı. Bu hisler zamanla büyürse benim felaketim olabilirdi. Sonum olabilirdi.

Araf'a olan hassaslığım benim sonum olabilir miydi?

Nefes: Uçurum. Sonsuz bir uçurum düşün, Araf. Lapa lapa kar yağıyor, üstü bembeyaz ama dibi sonsuz siyah, sonsuz boşluk. Ben o sonsuzlukta savrulan kan damlası, sense üstümü örten beyaz kar tanesisin.

Neden böyle bir şey söylediğimi bilmiyordum. Amacı yoktu. Sadece söylemek istemiştim.

Biraz eksik söylemiştim. Ben sadece bir kan damlası değildim. Karı yakıp kül edecek kadar sıcak, bakanı kendine çekecek kadar güzel, paranın karşısında anlamsız kalacağı kadar altın tozu kaplı bir kan damlasıydım. O ise basit bir kar tanesi değildi. Benden bir iz taşıyordu. Kanın rengini almış bir kan tanesiydi. Hafifti, ama benden daha ağırdı.

Kar tanesinde kandan daha ağır bir şey saklıydı.

Çevrimdışı olduğunda telefonu kapatarak tekrar camdan dışarı baktım. Şehir merkezine girmiştik. Yolun kenarındaki kaldırıma takıldı gözüm. Taksi, kırmızı ışıkta durduğunda derin bir nefes vererek başımı kaldırdım.

Pakgör Holding.

En üst katındaki rezidansa baktım. Araf'ın yaşadığı yere. Çok yakındık ama aynı zamanda çok uzaktık.

Yeşil ışık yandığında taksi hareket etti ve Pakgör Holding geride kaldı. Huzursuzdum, mutsuzdum. O eve gitmek istemiyordum. Hiçbirinin yüzünü görmek istemiyordum.

Ama olmazdı.

Bir şeyleri çözmeden ve bir şeyleri bitirmeden oradan ayrılmayacaktım.

Bugün tüm mirası üzerime geçirdiğimi hatırladığımda oflayarak burun kemerimi sıktım. Evde kaos çıkacaktı. Açıkçası umurumda değildi. Sadece ağrıyacak olan başımı düşünüyordum. Çok konuşuyorlardı.

Taksi, devasa yükseklikteki siyah bahçe kapısının önünde durduğunda ücreti ödeyerek indim. Çiseleyen yağmurdan notlarımı saklayarak kapıya vurdum. Güvenlik görevlimiz kapıyı açtı ve başımın üstünde siyah bir şemsiye tuttu. Arkamdan kapı kapanırken koruma şemsiyeyi devraldı ve beni eve kadar götürdü. Eflin kapıyı açtığında bana gülümsedi. "Hoşgeldiniz, efendim." Ben de ona gülümsedim ve içeri girdim. Koruma da şemsiyeyle beraber uzaklaştı. Kapı kapandığında evin sıcaklığıyla ısındım. "Babamlar geldi mi?"

"Evet, Eda Hanım."

"Abimle aranız nasıl?" Aralarındaki ilişkiden haberim yoktu. "Bir aramız yok, Eda Hanım. Baha Bey ile biz ayrıldık." Kaşlarımı kaldırdım. Haberim yoktu. "Allah kurtarmış, sevin." Deyip göz kırptım ve merdivenlere yöneldim. Cam basamakları tırmanarak odama geçtim ve elimdekileri masaya koyup montumu çıkardım. Odamdaki banyoya girdikten sonra işimi görüp çıktım ve üzerimi düzelttim. Elektriklenmiş saçlarımı güzelce toplayıp at kuyruğu yaptım ve telefonumla birlikte odamdan çıktım.

Hadi bakalım, kaos.

Salona geçtiğimde herkesin kendi halinde olduğunu gördüm. Yaren karısı biriyle mesajlaşıyordu. Baha, yavaş yavaş ekranı kaydırarak bir şeylere bakıyordu. Yüksek ihtimalle sosyal medyadaydı. Babam ve amcam da kendi aralarında sessizce konuşuyorlardı. Amcamın elinde telefonu vardı ve oraya bakıyorlardı. İşle ilgili olmalıydı.

Geldiğimi ilk fark eden Baha olmuştu. Sonrasındaysa babam.

"Hoşgeldin, çakal." Dedi Baha imayla sırıtarak. Oturduğu kanepenin köşesine iyice yayılmıştı. Geçip onun yanındaki boşluğa oturdum. "Açelya ile tartışmışsınız." Dedi kulağıma fısıldayarak. Ben ise dikkatle babam ve amcama bakıyordum ama onlar bana hiç bakmıyordu. Büyük ihtimalle daha sonra konuşacaklardı. Keyifleri bilirdi.

"Sana mı ispiyonladı? Hayırdır? Yeni manitan mı olacak?" Dedim tamamen ona dönerek imayla. Sesimde alay tohumları da saklıydı. Eflin'le ayrılmışlardı ve Açelya ile içli dışlı duruyorlardı.

Her daim tartışsalar da uzaktan görünen belliydi. Belki kendileri farkında değildi ama birbirlerine bakışları farklıydı. Beni ilgilendirmezdi ama bir ilişkiye başlamaları iyi olmazdı, çünkü bu toksik olurdu ve ikisine de zarar verirdi. Tabi bu sadece bir tespitti, onlara ne olacağıyla zerre ilgilenmiyordum.

Kendi boklarında boğulabilirlerdi.

"Ne alaka? Ne manitası? Ne saçmalıyorsun, Nefes?" Dediğinde bezgin bir ifade vardı yüzünde. Tavrımı bozmadan sırıtmaya devam ettim. Kaşlarımı kaldırarak yüksek sesle "Eflin ile ayrılmışsınız!" Dediğimde Baha'nın gözleri büyürken salondaki herkes bize dönmüştü. Baha'nın bakışlarındaki mesajı almıştım; Allah cezanı versin, Nefes!

Ağzını açmamış olmasına rağmen küçük bir kahkaha atarak ayağa kalktım, "Amin, cümlemizin." Dedikten sonra kimsenin duymayacağı kadar kısık bir sesle "Özellikle de Karaslan soyunun." Diyerek ekledim ve odama çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra kitaplığa yöneldim. Yeni aldığım kitaplardan birisini seçip yatağa uzandım ve ilk sayfasını açtım.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Kırk altıncı sayfadayken yemeğe çağrılmıştım. Püsküllü hoş bir ayracı sayfa arasına koyup kitabı komodine bıraktım.

Aşağı inerek yemek masasına yöneldim. Baha'nın yanındaki boşluğa oturdum. Salataya uzanma bahanesiyle dirseğini koluma geçirdiğinde yokmuş gibi davrandım. Tabağımdaki enginar dolmasını yemek bıçağı kullanarak parçalara ayırdım ve yemeye başladım. Onu umursamayışım, Baha'yı oldukça sinir etmiş olacak ki bombayı patlattı.

"Ee Nefes? Tüm mirası üstüne geçirmişsin bugün?" Amcam ve babam ifadesiz gözlerle Baha'ya baksa da Yaren karısı o kadar sakin kalmamıştı. "Ne!?"

Dişlerimin arasından "Aferin geri zekalı." Diye mırıldandığımda meydan okurcasına bana bakıyordu. İntikam alıyordu aklınca. Ben bunu onun yanına bırakmazdım.

"Evet, zaten benimdi. Konuşacak kadar önemli bir detay olduğunu düşünmüyorum." Dediğimde Yaren karısı kahkaha attı. Uzun sarı saçlarını omuz hizasında kestirmiş, maşa yaptırmıştı. Kısa saç onun yüz tipine daha çok yakışmıştı. Ama bunu ona söyleyecek değildim. "Sen dalga mı geçiyorsun? Daha dün geldin bugün tüm mal varlığımıza göz dikmişsin!"

"Saçlarını mı kestirdin, Yaren?" Dedim gayet normal bir sohbet içerisindeymişiz gibi. Kadehteki suyumu yudumlarken Yaren karısına bakıyordum. "O senin halan, Nefes." Dedi babam uyarıyla. Yaren cadısına ismiyle hitap etmemden bahsediyordu. "Yaren Karaslan'ı halam olarak kabul etmiyorum. Reddediyorum. Bir itirazınız mı var?" Dedim tek kaşımı kaldırarak. Tehditkâr ifadem de yüzümdeki yerini almıştı.

"Bana ihtiyacınız var. Yerinizde olsam damarıma basmazdım. Bu arada Yaren, bok gibi olmuş." Dedikten sonra gülümsedim ve yemeğime geri döndüm. Baha gülmemek için suyuna uzanmıştı. Yaren karısıyla araları çok iyi değildi sanırım. Laf sokmaktan çekinmiyordu ve laf soktuğumda zevk alıyordu.

Tabağım bittiğinde aldığım iki kiloyu düşünerek tatlı ya da başka bir yemek yemeden sofradan kalktım. "Size afiyet olsun." Dedikten sonra tekrar yukarı çıktım. Trabzanların başında durdum ve bir süre içeriyi dinledim.

Yaren karısının sesini duydum. "Bravo size. Kızın demediğini bırakmasın, sen de ezik gibi sus. Dünkü çocuk hepinizi parmağında oynatıyor!"

Babam cevap verdi; "Yaren kes sesini. Kendin kaşındın." Kısa bir sessizlik oldu. "Kendim mi kaşındım? Ben senin kız kardeşinim! Kendine gel abi!"

"O da benim kızım! Asıl sen kendine gel, Yaren. Onun nefretini kazanan sensin. Yemeseydin o boku! Geri zekalı. Gelmişsin burada hala ayağı kesiyorsun. Tabi takmaz kız seni! Şimdi kes sesini. Nefes'e tek bir kelime ettiğini bile duymayacağım." Hayretle kaşlarım havaya kalktı. Sırtımı arkamdaki duvara yaslarken kollarımı göğsümün hemen altında bağlayıp dinlemeye devam ettim.

"Mirası üzerine geçirmiş, duydunuz mu? Bu haddi nereden buluyor?"

"Sana ne, Yaren?" Dedi amcam ifadesiz bir sesle. "Haberiniz vardı, değil mi!? Nasıl izin verdiniz buna!? Bittik biz!"

"Onun hakkı bu, Yaren. Tekrar söylemeyeceğim; kes sesini." Babamın beni savunması ne kadar normaldi? Ben kavga çıkar sanıyordum ama o, benim hakkım olduğundan bahsediyordu. Şüphelenmeli miydim?

"Sen günah çıkartacaksın diye bizim hayatımızı yakamazsın!"

"Günah çıkarttığım falan yok! Eğer o sesini şimdi kesmezsen ben keserim!"

Sessizlik hâkim olduğunda çaktırmadan hafifçe başımı çıkarıp yemek masasına baktım. Yaren karısı ve babam öfkeyle birbirine bakarken amcam hiç istifini bozmadan yemeğini yiyordu. Çok rahattı. Bu rahatlıktan ben de istiyordum. Baha ise yeniden telefona gömülmüştü.

Geri çekilip tekrar dinlemeye başladım. Bir süre hiç ses gelmedi. Sonra amcam konuştu; "Oğuz. Bu akşam ziyaret etmemiz gereken bir yer var biliyorsun, değil mi?"

"Biliyorum, abi. Çıkarız birazdan. Baha sen de bırak artık şu telefonu!" Baha'ya karşı takındığı bu tavır midemi bulandırmıştı. Söz konusu ben olduğumda süt dökmüş kedi oluyordu, arkamdan bile laf ettirmiyordu. Ama Baha olduğunda hep sert ve merhametsizdi.

Baha'yla ilgili olan o görüntüleri git gide daha da merak ediyordum ama ulaşmam imkânsızdı. Hem hard disk Araf'taydı, hem de Baha o videoları silmişti.

Ama başka bir sır üzerine yoğunlaşabilirdim. Amcam ve babam birazdan çıkacaklardı. Yaren karısı da odasına kapanırdı. Baha da birazdan çıkardı. Gece kulübüne gideceğini biliyordum. Babamın odasına sızarak araştırmalarıma devam edebilirdim!

Babamların çıkmasını beklemek üzere odama geçtim. Komodindeki kitabı okumak üzere elime aldım. Ama bir türlü odaklanamıyordum. Okuduğum paragrafı sürekli başa alıyordum, kafama girmiyordu. Oflayarak pes ettim ve kitabı yanıma bıraktım. Telefonumdan sosyal medyaya girdim. Araf'ın sosyal medya hesabı var mıydı acaba? Gerçi gündelik hayatında bile maske takıyor, yüzünü göstermiyordu. Instagrama fotoğraf atacak değildi ya? Yine de merak etmiştim.

Arama motoruna Araf Pakgör yazdığımda hiçbir sonuç bulunamamıştı. Bu isimde tek bir kişi dahi yoktu. Ne kadar saçma olduğunu bilsem de Beyaz Maske yazdım. Bir sürü sayfa çıkmıştı. Aynı şekilde Kızıl Maske için de.

Tahmin ettiğim gibi hesabı yoktu.

Kendimi Seçil'in hesabında buldum.

İsminin altında anısına yazıyor oluşu içimi burkmuştu. Profil fotoğrafında bir yaz günü çekildiği fotoğrafı vardı. Güneş gözlüğü takılıydı ve hayat dolu bir biçimde kolunu havaya kaldırmış, gülüyordu. Üstünde sarı bir askılı ve kot şort vardı. Teni bronzdu, tatilde çekilmiş bir fotoğrafıydı. Bu fotoğrafı hatırlıyordum. WhatsApp üzerinden bana atmıştı.

"Kanka bak şimdi şunu mu yapayım yoksa bunu mu? Burada ağzım at gibi çıkmış ya!"

"Yo, hiç de at gibi değil. Bunu yap."

"Kısmetimi mi kapatmayı amaçlıyorsun?"

"Evet kanka. Ben sapım sen de sap kal."

"Wojdowhdowjsiwh tamam."

Bir dediğimi iki etmeden profil resmini bu resim yapmıştı ve o günden bu yana hiç değiştirmemişti.

Fotoğraflarını incelemeye başladım. Kendimi kaybolmuş hissediyordum. Çoğunluğu benim seçtiğim olan fotoğraflar...

Kendi resmime denk geldim. Bu resmi de hatırlıyordum. Seçil ile birbirimize sımsıkı sarılmış gülüyorduk. Yana kaydırdığımda Seçil benim sırtıma çıkmış uçak taklidi yapıyordu ve ben de gülüyordum. Bir diğerinde ise çimlere uzanmıştı ve ben onun karnına koymuştum başımı. Gözlerimiz kapalıydı ve yüzümüze güneş vuruyordu. Fotoğraf açıklamasına baktım. "Bugün 21 Ocak 2020! Minik bir pandanın doğum günü! 10 yılım, güzelim, göz bebeğim... Doğum günün kutlu olsun, yüzün gülücüklerle, kalbin sevgiyle dolsun! (Ama benden başkasına değil, yoksa cıs yaparım.) Seni çok seviyorum, nice 21 Ocak'lara!" Beraber geçirdiğimiz son 21 Ocak'tı...

Yorumlarda Açelya'yı gördüm. Yakın çekim bir selfiesi vardı profil resminde. Siyah bukleleri yüzünden sarkmıştı. "Şuna da bakın! Dağdan gelmiş bağdakini kovuyor, sürtük." Ciddi değildi, dalga geçiyordu. Birbirlerinden hoşlanmazlardı ama kavga da etmezlerdi, aksine birbirleriyle böyle tatlı atışmalarla uğraşırlardı. Bir gün ikisi bff olsaydı nasıl olurdu, diye merak ederdim. Olmamıştı.

Secilkovqn: Önemli olanın önce tanışmak olmadığını hâlâ anlayamamış bir velet...🙄

Acelyaaaw: Ne kadar ayıp? Seni kınıyorum. Git şu köşede tek ayak üstünde bekle.😠

Secilkovqn: Yaw he he💅

Gülümsediğimi fark ettiğimde birden duraksadım. Seçil'i ben öldürmüştüm. Ama neden?

"Asıl güvenmemen kişi başkaydı ve bedelini de ödedi zaten." Göz ucuyla Açelya'ya bakıp tekrar önüme döndüm. "Kimmiş o?" Durdu. Geride kaldığını fark ettiğimde durup ona döndüm. Sorgularcasına baktığımda bakışlarımdan her şeyi anlıyor olduğu için bunu dile dökme gereği duymadım. "Bunu öğrenmen için doğru bir zaman değil."

Seçil?

O kişi Seçil miydi? Bedelini bana mı ödettirmişlerdi?

Açelya, Karaslan'ların adamıydı.

Yutkundum ve Seçil'in takip listesine girdim. 345 kişiyi tek tek kontrol ettim.

Bahakaraslan.

Oguzkaraslan.

Yarenkaraslan.

Arafpakgor.

Donakaldım.

Araf'ın hesabına girdim. Profilinde yüzünün sağlam yarısı gözüküyordu ve sigara içiyordu. Fotoğraf siyah beyazdı. Kullanıcı adı, adı soy adıydı. İsim kısmında ise "A."  yazıyordu. Hesabı gizliydi, takipçisi çok azdı ve hiç fotoğraf paylaşmamıştı.

Baha'nın hesabına girdim. Profil resminde havuz başında, şezlonda yarı oturur bir fotoğrafı vardı. Siyah gömleğinin önü açıktı, kasları ortadaydı ve kameraya gayet ciddi bir ifadeyle bakıyordu. Takipçi sayısının maşallahı vardı. Takip ettikleri ise azdı.

Takip etmeyecektim.

Babamın hesabında ise sadece bir kaç tane fotoğraf vardı. Lansman olduğunu tahmin ettiğim bir yerde fotoğraf çekimindendi. Fotoğraflardan birinde Baha, diğerinde ise amcamlaydı. Fotoğraflardan birisinde arkasına boğaz köprüsünü almıştı ve fotoğraf siyah beyazdı. Çok havalı çıktığını söylemeliydim. En sondaki en eski fotoğrafına baktım. Ofisindeki koltuğunda oturuyordu. Dirseğin, koltuğunun kolçağına koymuş, baş parmağı alt dudağının kıvrılma kısmındaydı. Kameraya attığı bakışla çok seksi duruyordu. Fotoğraf daha eski olmalıydı ama 2016'da atılmıştı. Takım elbisesinin blazer ceketi gri ketendi. Ceketin yakasındaki broşu gördüğümde durdum. Yanlış görmüş olma ihtimaliyle fotoğrafı yaklaştırarak dikkatle tekrar baktım.

Hançer. Anneme hediye ettiği kolyenin aynısı. Tıpatıp aynısı ama broş hâli. Yutkunamadım. Fotoğraf açıklamasında "Son nefes" yazıyordu. Bunu anlamamıştım. Anneme mi yoksa bana mı bir şey ima ediyordu?

Neyse ne.

Yaren karısının hesabına girmeyi reddederek geçmişimi sildim ve uygulamadan çıktım. Telefonu kapatıp kitabın üstüne koydum ve arkama yaslanarak tavanı izlemeye başladım.

Her geçen gün daha da kafam karışıyordu ve ben bu saçmalığın içinde akıl sağlığımı koruyarak soğukkanlı olmaya çalışıyordum.

Seçil de mi Karaslan'ların adamıydı? Araf'ı neden takip ediyordu? Ben bile etmezken, haberim yokken? Karaslan'lara ihanet mi etmişti acaba? Pakgör'lerin tarafına mı geçmişti?

Eğer durum böyleyse çok büyük vicdan azabı çekecektim. Seçil'i öldürdüğüm için sızlamayan vicdanımın bu sebeple sızlayacak olması da ayrı bir şeydi. Çok farklı davranıyor, çok farklı tepkiler veriyordum ve bunu ben kontrol etmiyordum.

Hipnoz gibi bir şey, demişti o Siyah Maske. Ama ben hayatım boyunca hiç buna dair bir şey yaşamamıştım. Yaşasam bilirdim, hatırlardım. Hafızam kuvvetliydi.

Telefonumun tiz bildirim sesi aniden yankılandığında bir an irkilsem de telefonu elime aldım.

Baha
Herkes çıktı, rahat rahat karıştırabilirsin yüce Oğuz Hakanı'nın otağını.

Gülmek üzere dudaklarım titrediğinde aklıma şüphe düştü. Baha nereden biliyordu ne yapacağımı? O anladıysa diğerleri de anlamış olabilir miydi? İmkânsızdı. Buna dair hiçbir renk vermemiştim.

Sen nereden biliyorsun ne yapacağımı?

Cevap gecikti. Araba kullanıyor olmalıydı. Genelde tek başına çıkar, yanında hiçbir adam istemezdi.

Cevabı beklerken dikkat çekmeden evi kontrol etmek için su içme bahanesiyle aşağı indim. Umursamaz adımlarla mutfağa ilerlerken göz ucuyla etrafa bakıyordum. Mutfağa girdiğimde Emel Hanım ve Eflin'in burada olduğunu gördüm. Diğerleri neredeydi bilmiyordum, açıkçası umurumda da değildi.

"Nefes Hanım, bir şey mi istediniz?"

"Su." Eflin hemen ayağa kalkıp bir bardak soğuk su uzattı. Orta tezgahtan destek alarak suyu bitirdim ve bardağı geri uzattım. Teşekkür edip mutfaktan çıktım. Baha'dan cevap gelmişti.

Baha
Kardeşler arasında görünmez bir bağ vardır. Bir kitapta okumuştum. İkimiz de birbirimizi kardeş olarak kabul etmesek de biyolojik olarak gerçek maalesef ki bu. Bu bağ onların birbirlerini hissetmelerine, birbirlerinin akıllarını tek bir yola çıkarmak üzere vardır. Onları birbirlerine düğümlerler yani anlayacağın.

Ailemden nefret ettiğimi biliyorsun. Yaren'e uyuz olduğumun da farkındasın. Sadece o değil, hepsinden nefret ediyorum. Ve sen bu pisliğin içindeki en temiz şeysin. Amacım iç dökmek veya seni övmek değil; gerçekler. Senin bu ailenin istikbali için bizi seçmediğini biliyorum. Annenin intikamını istiyorsun. Ben de istiyorum. İkisi de en az bizim kadar suçsuzdu. İşte bu yüzden sevgili kardeşim(!)

Sana yardım edeceğim. Sorgulama, güvenme, sadece inan.

Ayrı ayrı paragraf halinde attığı üç mesaj bu şekildeydi.

Kaşlarım çatıldı. Herkes kadar Baha'ya da güvensizdim. Ona da güvenmiyordum. O da bunun farkında olmalıydı ki, ona güvenmemi değil inanmamı istiyordu.

Tek bir kelime yazıp gönderdim.

Tamam.

Baha'nın kafasına kamyonet düşüp düşmediğini kendi içimde sorgulayarak babamın odasına ilerledim. Girdikten sonra hemen kapıyı kapattım ve hızlıca kasaya ilerledim. Annemin ismini şifre olarak girip kasayı açtım ve o kutuyu çıkarttım. Bebeklik fotoğrafım en üstte değildi. Babam yakın zamanda bakmış olmalıydı.

Çünkü en üstte annemin resmi vardı.

Gri bir boğazlı kazak giymişti ve koyu kahverengi düz saçları omuzlarına dökülüyordu. Gri gözleri, kazağıyla uyum içindeydi ve parıl parıl parlıyordu.

Kutunun içini iyice kontrol ettim. En alttaki fotoğraf ilgimi çekti. Bir bebek resmiydi ama bu bebek erkekti. Baha'nın bebekliği falan olmalıydı.

Altta bir tarih yazıyordu.

25 Kasım 2000.

Fotoğrafın arkasını çevirdim.

YAP.

Yap?

Masadaki, üzerinde büyük harflerle YAP yazan, gece mavisi dolma kalemi eline aldı ve kapağını çıkarıp imzası gereken yerleri imzaladı. O imzalarken ben de arkadaki pencereye bakmış, boğaz köprüsüne odaklanmıştım.

Yap? Motivasyon kelimesi falan mıydı? Akla direkt bu geliyordu.

Aydınlanma yaşadığımı hissediyordum.

Y. Araf Pakgör.

Araf'ın bir ismi daha olduğunu nasıl unutmuştum?

Peki Araf'ın bebeklik fotoğrafının babamın kasasında ne işi vardı?

En alttaki fotoğraflardan birini daha çektim.

Araf ve kızıl saçlı bir kadın. Kadın, bebek Araf'a canı gibi sarılıyordu. Kadının Baha ile çok benziyor oluşu kafamı karıştırmıştı.

Her şey iyice birbirine giriyordu.

Bu kızıl saçlı kadın Zeynep Karaslan olmalıydı. O zamanlar Zeynep Karaslan ile babam evliydi ve Baha yaklaşık dört yaşlarındaydı. Düşman gibi durmuyorlardı. O hâlde annem, babamın evli olduğunu nasıl bilmiyordu? Bu çok mantıksızdı.

Telefonumu çıkarıp fotoğrafların fotoğraflarını çektim. Bir kaç belge dikkatimi çektiğinde onları çıkarttım.

Hasta: Yağmur Pakgör.

Anneme ait sağlık raporlarıydı bunlar! Babamda ne işi vardı?

Raporları incelediğimde dizlerim boşalmıştı. Yatağa oturdum. Kağıt, titreyen ellerimden yere düşmüştü. Şaşkınlıkla karşımdaki dolaba bakakalmıştım.

Annem bana hamileyken kanser hastasıydı. Üçüncü derece karaciğer kanseri...

Ve babam bunu biliyordu.

Avuçlarımın arasındaki nevresimi, parmak boğumlarım bembeyaz kesilene kadar sıktım. Bas bas bağırmamak, hesap sormamak için zor duruyordum. Ama bu sadece her şeyi mahvederdi. Sakin kalmak zorundaydım.

Beni annemin kokusundan, sesinden, şefkatinden, merhametinden, sevgisinden, sıcaklığından mahrum bırakan herkes bedelini ağır ödeyecekti. Hem de çok ağır!

En başta da Oğuz Karaslan.

Her şeyi yerine koyarak odadan çıktım ve kendi odama girdim. Kapımı kilitlediğimde gözyaşlarım boşalmıştı. Kapının dibine, yere çöktüm ve başımı kapıya yasladım. Şimdiden çok yorulmuştum ama daha yolun başında bile değildim!

Ne kadar orada oturup sessizce ağladığımı bilmiyordum. Her geçen gün babamın nasıl bir şerefsiz olduğuyla daha fazla yüzleşiyordum. Kanser hastası, hamile bir kadını neyle değişmişti merak ediyordum! Üstelik bu kadına aşık olduğunu iddia ediyordu.

Sıçardım öyle aşka!

Aşık olduğun insanı gözünden sakınırdın. Ama Oğuz Karaslan, bile bile ölüme terk etmişti.

Gözyaşlarım durduğunda yüzümdeki ıslaklığı silerek yatağıma oturdum. Kitap okumak zorundaydım. Kitap okuyarak biraz daha iyileşmek zorundaydım.

Kitabı elime aldım ve kaldığım sayfayı açtım. Açtığım an bir kağıt düştü kucağıma.

Hadi sana biraz yardım edeyim!
Bu bayağı spoiler olacak ama affedersin artık, değil mi? ;)

Zeynep Karaslan ile Yağmur Pakgör kuzendi. Yani senin annen kendi kuzenine ihanet etti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro