Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

13 ~ Miras


Balmorhea - The Winter


13. BÖLÜM


Abim Furkan Arslan ile göz göze geldik.

Büyük bir şaşkınlık içerisindeydim. Onu ve arkasındaki iki ekiplik polis takviyesini görünce daha da afalladım. Nasıl olmuştu da beni burada bulmuşlardı?

Pot kırmamak için abimin yanına koştum ve sarıldım. Anında o da bana sarıldığında bu hissi deli gibi özlediğimi fark etmek yüreğimi burkmuştu. Furkan'ı seviyordum. Eğer bundan sonraki geleceğim karanlığa gömülü olmasa, onunla iletişimimi asla kesmezdim. Ailemle görüşmezdim, sadece onunla görüşürdüm. Ama bu, benim durumumdaki birisi için oldukça kalp kırıcı bir hayaldi. Çünkü sadece hayal olarak kalacaktı.

Onunla görüşürken rahatlıkla suç işleyemezdim. Her şeyi adeta bir faleze sürüklerdim ve sonu boşluk olurdu, sonu ölüm olurdu.

"Eda! İyi misin?!" Eda... İsmimi hatırlıyordu en azından. Burukça güldüm kendi kendime. Sarıkız deyişini ve inek geyikleri yapışını bile özlemiştim. "İyiyim. Şey..." Şu an bunu söylemeye çekinmiştim. Tanımadığım insanlar vardı, baş başa değildik. "Bir kez Sarıkız desene." Gülmeye başladı ve tekrar sımsıkı sarıldı. "Ah be, Sarıkız. Çanını niye bıraktın evde? Bulamadık seni bir türlü." Şakasına yumruğumla sırtına vurduğumda saçımı çekti. Sonra anlık unuttuğu gerçekliği yeni hatırlamış olmalıydı ki geri çekildi ciddiyetle.

"Senin ne işin vardı orada?" Buyur buradan yak. Ama belki de dışarda oluşum iyi olmuştu. Evde olsaydım daha kötü olabilirdi. Kim kaçırdığı kıza el bebek gül bebek bakardı ki?

"Kaçtım!" Dedim tereddüt etmeden. "Arka kapıdan. Abi her an fark edebilirler, lütfen gidelim." Demiştim ki bileğimden tuttu. "Gideceğiz, ama birazdan. Cemal!" Cemal. Cemal benden gözlerini ayırmadan geldiğinde abim ona döndü. "Eda sana emanet. Sinek dahi yaklaşmayacak. Araca binin siz. Murat! Siz de benimle geliyorsunuz." Abim ve polis memurları eve ilerlerken kaşlarım çatıldı. Araf ve dayım bundan haberdar mıydı? Bağırarak abime seslensem çok mu dikkat çekerdim? Tabiki çekerdim.

"Eda Hanım?" Cemal'e baktım. Söyleyecek şeylerim vardı ama yalnız değildik. Lanet olsun.

Oyunculuk yeteneğimi sürdürerek madur ifadesiyle arabaya bindiğimde Cemal de yanıma bindi. Arabada sadece ikimiz vardık. "Furkan kendi telsizini yanına aldı. Araçtakileri de o fark etmeden kapattım. Bizi kimse duyamaz yani." Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Memnuniyetle başımı salladım, "Güzel. Şimdi burnumuzu bu boktan nasıl çıkartacağız?" Sesli bir iç çekti. "Kızıl Maske'yi ve Asaf Bey'i dert etme. Onlara daha 1-2 saat önceden haber vermiştim. Onlar şu an evde değil ve hiçbir kanıt da yok." Camdan dışarı baktı. Baktığı yöne ben de baktım. Gelen giden kimse yoktu.

Evde değil miydi? Daha az önce camdan beni izliyordu?

Üstelik... 1-2 saat önceden haberleri vardı ve bana hiçbir şey söylemediler mi? Dışarı çıkmama bile engel olmadılar. Resmen satılmıştım.

İçimde büyüyen hisse engel olamadım. İhanete uğramışlık ve öfke... Ve kırgınlık. Ama öfke hepsinden galip geliyordu. Gözlerimi kapatıp derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım yoksa bu evi hepsinin başına yıkabilirdim.

Elim kola uzandı ve kendime çekerek kapıyı açtım. Arabadan indiğimde dolaşarak eve doğru gittim. Polisler bana engel olacaklarken tam o sırada abim çıktı evden.

"Yoklar! Elbet açık verecekler. Şimdi öncelik Eda." Abim beni elimden tuttuğu gibi ön koltuğa oturttuğunda Cemal kalakaldı. "Ama komiserim-" diyordu ki abim öyle bir bakış attı ki bir an kaşlarım havalandı. Hâlâ o meseleden ötürü Cemal'e soğuktu anlaşılan. "Sen, Eda'nın 300 metre uzağındaki ekip arabasına biniyorsun. Uza." Kapımı kapatıp dolaştı ve şoför koltuğuna bindi. Arabada ikimizden başka kimse yoktu. Cemal şaşkınca abime bakakaldığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

TC abisi...

Yola çıktığımızda fark ettiğim gerçekle tekrar kaşlarım çatıldı. Öz ailem tarafından ihanete uğramıştım. Şimdi ise bana yıllardır yalan söyleyen üvey ailemin yanına gidiyordum. Kürkçü dükkanı hesabı. Geldiğim yere geri dönüyordum.

Annemin saçlarının orada kaldığını hatırlayınca oflayarak elimi şakağıma vurdum. Abim bana döndü. "İyi misin? Ne oldu?" Elimi indirdim. "Şu bir kaç gün... Çok yoruldum." Doğruyu söylemiştim. Çok yorgun hissediyordum. "Biliyorum. Bu yüzden sorgunu ertelettim. Bugün dinlen, yarın gideriz Emniyet'e." Lanet... Bir de o vardı!

Şimdi hepsini ifşa etsem kim ne diyebilirdi? Haklıydım. Hiçbir gerekçe, beni öylece ortada bırakmalarını gerektirmezdi!

Araf ve Asaf dayım... Onlardan gerçekten hiç beklemezdim. Hem de hiç.

Araç E5 otobana çıktığında tanıdık gelmeye başlayan çevreye öylece duygusuzca baktım. İleride şehir içine girecektik. Otoban, olması gerektiğinden kat kat daha boştu ve bu çok ilgimi çekmişti. Aynı İstanbul'dan mı bahsediyorduk? Saat kaçtı? Ne fark ederdi ki. İstanbul'da her vakit trafik olurdu.

Elim cebimdeki telefona gidince bir an duraksadım. Göz ucuyla abime baktıktan sonra çaktırmadan telefonu sessize aldım.

Bir korna sesi.

Dönüp arkaya baksam da göremiyordum. Siyah parmaklık demirleri vardı ve görünmüyordu. Abimin baktığı yere baktığımda arkayı gösteren bir kamera olduğunu gördüm. Ben de ekrana baktım.

Parlak kırmızı bir Audi, arkasından ve önünden gelen diğer beyaz Audi'ler? Hepsi aynı model ve renkti fakat sadece ortalarında biri kırmızıydı. Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

Beyaz.

Araf.

Kırmızı.

Ben.

Şaşkınlıkla izlerken abim öfkeyle homurdandı. "Seni tekrar kaybetmeyeceğim." İçimin sızladığını hissettim. Benliğimde kalan son insanlık kırıntılarını hissediyordum. Son günlerim olduğunu hissedebiliyordum. Bir daha asla şu anki duygularıma sahip olamayacaktım. Ve... Bunun abimi son görüşüm olduğunu biliyordum.

Gözlerim dolmak için benimle inatlaştığında büyük bir direnç göstererek engel oldum ve soğukkanlılığımı korudum. Beyaz Audi'ler, diğer ekip arabalarını saf dışı bıraktığında kaşlarım havaya kalktı ve merakla ne yapacaklarını izlemeye başladım.

Ruh hâlim iyice dengesizleşmişti.

Kırmızı Audi'nin önünde sadece 2 tane Audi kalmıştı. Ekip arabaları çok geride kalmıştı ve yetişmeleri neredeyse imkânsızdı. Onlara ne olduğunu bilmiyordum. Zarar vermemiş olmalarını dilemekten başka bir çarem yoktu.

2 beyaz Audi iki yanımızdan gürültü bir hız sesiyle geçtiğinde gözlerim büyüdü ve kalbim hızla atmaya başladı. Adrenalin... Hissettiğim şey buydu.

Drift yaparak havalı bir şekilde yan durdu ikisi de. İyi sürücü oldukları her hâllerinden belliydi. Yolu tamamen kapatmışlardı. Abim ani fren yapıp durduğunda beyaz Audi'lerle aramızda neredeyse 300 metre falan vardı.

Sonra kırmızı Audi geçti yanımızdan ve drift yaparak U dönüşü yaptı, tam karşımızda durdu.

Araf. Gerçekten o.

Kapıyı açtı ve rahat bir şekilde arabadan indi. Ağır ağır indi ve gökyüzüne bakarak kapıyı kapattı.

İki bacağını omuz genişliğinde açarak iki elini aynı anda beline götürdü. Bir elinde büyük, susturucu takılmış bir silah, diğer elinde hançer. Gerdanımın yandığını hissettim ve elim kolyeme gitti.

"Sen arabada kal." Derken kemerini çözdü. Silahını çıkarıyordu ki kapım açıldı ve kolumdan sertçe çekildim. Kolumdaki sıkı baskı hissi canımı yakarken istemsizce çığlık attım ama hemen dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi yumup fevri bir hareket sergilememek için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Şu an olmazdı.

Abimin bağırışları da havada yankılanırken onlara bakamamıştım bile. Her şey çok hızlı hareket ettiği için yetişememiştim.

Araf, sol elini okşarcasına boynumda dolaştırıp başımı omzuna yatırdığında yutkundum. Hareketleri sertti ama canımı yakmıyordu. Nasıl, bilmiyorum. Farklıydı. Avucu, boynumun sol yanında duruyordu ve başımı kaldırmamı engelliyordu. Bedenim bedenine yaslıydı. Boynumun sağ kısmında silahın soğuk namlusunu hissettiğimde yüzümü buruşturdum. Bu pek hoşuma gitmemişti.

Abim, Araf'a silah doğrulttuğunda Beyaz Audi'lerden inen Siyah Maske'ler de aynı anda abime silah çekti. Aksiyon filminin aptal sarışını gibi hissediyordum kendimi.

Ona öfkeliydim. Ve bir açıklama almadan pek de nazik davranmayacaktım. Beni vurmayacağını zaten biliyordum.

Bilerek aptalca davrandım. Kolunu itmeye çalışıp kaçmaya çalıştım. "Abi!" Abim endişeyle bana bakarken bağırdı, "Eda, kıpırdama! Sana zarar verebilir!" Ben bundan pek emin değilim. Araf, tehditkâr bir şekilde orta parmağını hafifçe nefes borumun üstüne bastırırken kulağıma fısıldadı. "Abini dinle, Eda. Nefesin sana lazım, öyle değil mi?" Sıcak nefesi kulağıma vururken aklıma yaklaşık bir saat önceki hâlimiz geldi. Başımı belli belirsiz iki yana sallarken, başım omzunda olduğu için maskesinin arka kısmını biraz görebiliyordum. Gamzelerinin belirginliği, güldüğünü gösteriyordu. Maskesi yine yüzünü tam kapatan maske değildi. Bu riskliydi. Ne istiyordu? Yakalanmak mı?

"Kardeşimi bırak! Ne istiyorsun ondan?!"

"O gece sağ kalmayı başaran tek kişi. Kaderinden kaçamaz. Ölmek zorunda." Kokusu beni mayıştırırken kendimi tokatlamak istedim. Onu istemiyormuşum gibi başımı çevirip temiz havadan dolu dolu bir nefes aldığımda başıma baskı yaparak tekrar yatırdı. Yüzüm buruştu. Bu sefer canım yanmıştı işte. "Bırak! Belli ki nefes alamıyor! Öldürmek zorunda falan değilsin! Derdiniz ne sizin? Bir avuç gençten ne istiyorsunuz?! Bu büyük bir katliam! Teslim olursan her şeyi senin için daha kolay hale getiririm!"

"Böyle hiç eğlenceli değil ama, Furkan Arslan? Bence bir yarış yapalım. Beni yakalayabilirsen, kızı almana izin veririm ve canını bağışlarım. Yakalayamazsan... Umudu kesin, çünkü bugün bitmeden o ölmüş olacak." Arkadaki Siyah Maske'ler, abimi oyalarken Araf hızlıca beni kırmızı Audi'nin ön koltuğuna neredeyse fırlattı. Kafamı vurduğumda inledim ve içimden küfürleri sıralamaya başladım.

Dikkat etsene, piç kurusu!

Dayıma laf gitti.

Ama ona da kızgınım!

Araf, yanıma bindiğinde arabayı çalıştırdı ve hızla döndü. Yolu açmış Audi'lerin arasından sızarak gaza daha da yüklendi. İstemsizce sırtım koltuğa yapıştığında öfkeyle Araf'a baktım. "Kırsaydın kafamı?! Ya da boynumu kopartsaydın?! Malûm, çok hevesli gibiydin de!" Beni neredeyse umursamadı. Bakmadı bile. Dikiz aynasına bir bakış atıp önüne döndü. Başımı çevirip arkaya baktığımda peşimizden gelen üç tane ekip aracını gördüm. "Şimdi sıçtık, Araf! Bu şova gerek var mıydı cidden?! Bunun yerine direkt beni alıp götürebilirdin! Ama sen ne yaptın? Abimden bana zerre bahsetmedin ve göt gibi o bahçede bırakıp gittin! İğrençsiniz! Bu hareketinizin kararımda etkisi olacağını biliyorsunuz değil mi? Ben size güvenmiştim!"

"SUS ARTIK!"

"SUSMUYORUM! Önce size güvenmem için her şeyi yapıyorsun! Sonra güvenimi paramparça ediyorsun! Sonra basit bir şovla beni tehdit ediyorsun! Yemiyorum, Araf Pakgör! Ben Desise'yim! Kendin söylemedin mi?! Önümde sen bile duramazsın!" Öfkeden saçlarımı yolmak üzereydim. Gözlerimin kızardığına emindim. Öfkeyle çığlık atıp ayağımı yere vurduğumda bileğim acıdı. Kahverengi bootieler... Cidden canım yandı, lanet!

Topuklu ayakkabının zararları.

İnleyerek elimi bileğime götürdüm.

Araba savrulduğunda kafamı kapıya çarptım. "Ah, yavaş!" Sinirle homurdandı, "Kusura bakma, hanfendi! Polisten kaçarken yavaş kullanmadığım ve bir aptal gibi eğildiğinde kafanı çarpmana sebep olduğum için özür dilerim!" Bana. Aptal. Dedi.

"Sensin aptal! Çok kaşınıyorsun, Araf! Şansını iyice zorlama yoksa şu saniye ikimizi de gebertirim!" Yapacağımı biliyordu. Bu yüzden bana laf yetiştirip sinirlerimi iyice yıpratmak yerine yola ve polislere odaklandı.

Ara sokaktaki eski bir otoparka girdiğimizde demirler inerek kapandı. Apartmanlar arasındaki bir otoparktı ve tek giriş de bu kapıydı. Araf, karanlıkta biraz ilerledikten sonra açık havaya çıktı. Boş bulduğu yere arabayı park ettikten sonra kontağı kapatıp anahtarı hızlıca cebinden çıkardığı gözlük mendiliyle sildi ve bir kenara fırlattı. "İn." Dedi ve indi. Söylenerek arabadan indiğimde dokunduğu her yeri tek tek silmişti.

Cebinden başka bir anahtar çıkardı ve düğmesine bastı. Siyah bir aracın farları yanıp söndüğünde hızlı adımlarla oraya ilerledi. Arka kapıyı açtı ve bir poşet çıkarıp kucağıma tutuşturdu. "Şu araya gir ve çabuk giyin." Gösterdiği yere baktım. İki apartmanın arasıydı, çıkmaz sokaktı, pencere falan da yoktu. Kimse göremezdi yani.

"Oyalanma, hadi! En fazla 5 dakikamız var." Koşarak araya girdim ve kabanımla kazağımı çıkarttım. Poşetten kırmızı, kare yaka, prenses omuz detaylı dar, kısa bir elbise çıktığında kaşlarım çatıldı. Bu havada bu elbise?

Oyalanmadan üstüme geçirdim ve alttan pantolonumu çıkardım. Bootieleri de çıkarıp poşetten çıkan siyah topuklu çizmeleri giydim. Kabanımı asla bırakmazdım! Bu yüzden kıyafetleri poşete doldurup düşmeden koşar adım Araf'ın yanına döndüm. Poşeti elimden alıp bagaja fırlattı ve arabaya bindi. Normalde hep beyaz giyinişinin aksine bu sefer simsiyahtı. Siyah takım elbise ve siyah gömlek giymişti. Kravatı yoktu, üstten birkaç düğmesi açıktı fakat keko gibi durmuyordu. Bu havada cidden donacaktık! Kafayı üşütmüştü sanırım. Şimdiden donmuştum!

Arabaya bindiğimiz gibi ısıtıcıyı açtı ve bana bir şey uzattı. Toka. "Saçını örüyor musun, topuz mu yapıyorsun, at kuyruğu mu yapıyorsun ne yaparsan yap. Farklı olsun. Ama şimdi değil. Söylediğim zaman. Şimdi o güzel saçlarına ihtiyacımız var." Güzel saçlarım? Beni böyle yumuşatabileceğini sanmıyordur umarım?

Arabayı çıkarıp garajdan çıktığımızda saçlarımı ikiye ayırıp omuzlarımdan bıraktım. Araf da maskesini çıkarmıştı. İlk defa.

Ama uzaklaştığımız gibi geri takacağını biliyordum. Sırf tanımamaları için takmıyordu.

Millet tanınmamak için maske takar, Araf tanınmamak için maskesini çıkarıyordu.

Cins.

Ekibin durmuş sorgulama yaptığını ve etrafa baktığını gördüğümde başımı önüme eğdim ve kabanımın cebindeki telefonumu çıkarıp onunla ilgileniyormuşum gibi yaptım. Düz saçlarım yüzümü gizledi.

"Aferin." Arabadan indiğimde bir tekme atacağım. Sakın unutma, Eda.

Polisleri atlattığımıza emin olduktan sonra sağa çekip beyaz maskesini geri taktığında göz devirdim. "Az kaldı. Topla saçını." Nereye gidiyorduk Allah aşkına? Bu kadar... Resmiyet ve topluluk nedendi?

Saçlarımı toplayarak tepeden bir at kuyruğu yaptım. Araba, oldukça büyük bir plazanın kapalı otoparkına girdi. Plazanın üstündeki yazıyı okuyamamıştım. Neresiydi burası?

Arabayı park ettiğinde ve indiğimizde otoparkın soğuk havası içimi titretti. Sıcak arabadan ayrılmak benim için ölüm gibi bir şey olmuştu.

Kabanımı üzerime anında geçirdim ve kuşağını bağladım. Araf kolunu uzattığında aval aval bir koluna, bir ona baktım. Göz devirip "Daha neler." Dedikten sonra ellerimi ceplerime sokarak onu geçtim ve girişe ilerledim. Bana hiçbir açıklama yapmadan ona aynı davranacağımı falan mı sanıyordu? Daha çok beklerdi.

Bana yetişip dirseğimden yakaladığında saniyelik bi sendeledim ama dengemi hemen sağladım. Dönüp ters ters baktım. "Kafayı mı yedin?"

"Bunu yapmak zorundaydık." Kaşlarım çatıldı ve üstüne yürüdüm, gram hareket etmedi. Resmen burnunun dibine girdim ve yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Aramızdaki tek şey maskesiydi. "Zorundaydınız? Beni resmen göt gibi bırakmak zorunda nasıl olabilirsiniz?!" Hâlâ dirseğimde olan eli, kuvvet uygulayarak beni ittiğinde geri geri gidip kolona yaslanmamı sağladı. Aynı şekilde o da bana yaklaştı. "Evet, yapmak zorundaydık. Direkt kaçsaydık ne düşüneceklerdi sence? Hâlâ şüphelisin, Desise! Bu şova gerek vardı, çünkü abinin senin kurban olduğunu ve gerçekten kaçırıldığını görmesi gerekiyordu! Gerçekçi olması için de sana haber vermedik."

"Rol yapabilirdim!"

"Riske atamazdık!"

"Yani güvenmiyorsun?" -sun? '-sunuz' demen gerekirdi, Eda!

"Bunun güvenle hiçbir alakası yok."

"Çok alakası var! Beni tarafınıza çekmek için her şeyi yapıyorsunuz ama güvenmiyorsunuz! Belki de sırf Karaslan'lara inat olsun diye kendi tarafınızda istiyorsunuz?" Alayla ekledim, "Ne o? Miras falan mı kaldı bana? Niye hepiniz birden tutuştunuz?"

Araf duraksadı.

Ne?

"Karaslan'ları sikeyim, Eda, tamam mı? Onlara inat olsun diye falan değil! Ben mi kendimi anlatamıyorum sen mi anlamıyorsun, anlamıyorum!" Avuçlarımı göğsüne yasladım ve ittirdim. Hafifçe çekildi. "Değiştirme konuyu! Ne mirası? Kim bıraktı?" Dedim dişlerimin arasından. Gözlerim alev alev yanıyordu. Otoparkta yalnızdık, hava soğuktu, üstümde sadece ince ve kısa bir elbise vardı. Donuyordum ama aynı zamanda içimde bir yangın vardı.

Sustu.

Ben çıldırdım.

Tekrar ittiğimde uzaklaştı ve sırtımı duvardan ayırdım. "Konuşsana! Daha fazla susamazsın, Araf!" Sonunda çığlık atarcasına bağırdım, "KONUŞ!" Sesim yankılandı. Etrafa bakma dürtümü bastırıp gözlerimi Araf'tan ayırmadım. Öfkeden gözlerim dolmuştu.

"Haluk Karaslan. Bütün bunlar başlamadan 1 hafta önce kalp krizi geçirip vefat etti." Kaşlarım çatıldı. "Haluk Karaslan kim?"

"Deden. Babanın babası." Dudaklarım aralandı. Babasını çok yakın zamanda kaybetmiş olmasına rağmen çok rahattı. Hepsi. Hepsi öyleydi. Evde hiç yas havası yoktu. Bu tuhaftı işte.

"Geçmişte bir hata yaptı ve çok pişman oldu. O zaman seni bilmiyordu. İşin içinde sen yoktun yani. Annene yaptı kötülüğü. Aslına bakarsan direkt o yapmadı, aracı oldu. Sonra seni öğrendi ve her şey tam tersine döndü. O evde seni seven ve isteyen tek kişi dedendi, Desise. O evdeki kimseyi sevmezdi. Sebebini sen daha iyi anlarsın. Hepsi yapay, sahte, paragöz, sevgi nedir bilmez. Seni himayesine alması da imkânsızdı. Bu yüzden tüm mirasını sana bıraktı. Karaslan'lar seni sadece oyun ve miras için istiyor, Eda." Neydi bu his? Daha önce hissetmediğim bir şey. Kırgınlık gibi, ama değil.

Ben en çok bu hayata kırgındım. Beni seven tek kişileri elimden almıştı. Annem... Dedem... Babam... Amcam... Halam... Abim... Bu hayat bana yeni bir aile borçluydu. Çünkü hepsini teker teker almıştı elimden. Hiçbir suçum yokken niye bu kadar ağır şeylerle cezalandırılıyordum?

Ben anneme ne yapmıştım?

Ben babama ne yapmıştım?

Ben amcama ne yapmıştım?

Ben abime ne yapmıştım?

Hepsinin hayatını, sadece tek bir nefesle mahvetmiştim. Benim nefesimi içime çektiğim ilk an, onlara yaptığım en büyük kötülüktü. Kaderin süslü oyaları zehirliydi. Ondan olanlara dokunmaz, temizleri kirletirdi.

Bu hikâyede de kirlenen ben olacaktım.

***

*Önceki bölümün kısalığı benim de içime sinmemişti😂

*Bu bölüm tam bir dönüm noktası arkadaşlar. Desise'nin doğuşuna bu bölümden sonra tam anlamıyla şahit olacaksınız.

*Oy ve yorumlarınız benim için kıymetli. Oy ve yorumlarınızla motive oluyorum ve hevesleniyorum. Eskiden bir kitlem vardı, o zamanlar çocuktum ve aptal saptal şeyler yaparak kaybettim. Diyorum ya, çocuktum. O zamanlar benim en büyük pişmanlığımdır.

Yeni bir başlangıç yapmak istiyorum.

Bu süreçte yanımda olur musunuz?❤️

Instagram
yagmurunefesi
ayenurerol1

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro