10 ~ İlk Kurşun
Coolio, L.V. - Gangsta's Paradise
10. BÖLÜM
Üzerime kırmızı, omuzları vatkalı, bisiklet yaka, üzerinde hoş koyu lacivert çiçek desenleri olan kısa bir elbise giydim. Elbisenin uçları fırfırlı ve lale model eteği tam diz hizamın biraz üstündeydi. Çiçeklerle hemen hemen aynı tonda olan koyu lacivert topuklu çizmeyi ayaklarıma geçirdim. Düz uzun saçlarımı tarayıp geriye attım. Günlük makyajımı yapıp artı olarak sadece eyeliner sürdüm. Bu sefer kırmızı ruj sürmemiştim. Gayet nude tonlarında parlak bir ruj sürmüştüm.
Takı kutusunda bulduğum ufak, sallanan küpeleri taktım. Boynumdan çıkarmadığım kolyeyi elbisenin üstüne çıkardım. Elbisenin belden itibaren üst kısmı ve kolları dardı ama etek kısmı rahattı. Yürüdükçe sallanıyordu.
Burada daha rahat olduğumu hissettim. Karaslan'ların evindeyken rahat hissetmeye çalışsam da içimde bir yerlerde ufak da olsa bir huzursuzluk kalıyordu. Burada o da yoktu. Kendi evimde gibi hissediyordum.
Çantamdaki kutuyu hatırlayınca oraya ilerledim. Komodinin üstündeki çantamın fermuarını açıp siyah ince kutuyu çıkardım. Açıp içindeki saça baktım. Eğilip kokladığımda yine gözlerim doldu. Başımı kaldırıp havaya baktım ve ağlamamaya çalıştım.
Resmen annemin başını yemişlerdi. Hepsi bir olup gencecik bir kadının üstüne yürümüştü. Bu evde daha neler yaşandı, o evde daha neler yaşandı, bilmiyordum. Ama er ya da geç öğrenecektim.
Bugün yeni bilgiler daha edinmem gerekiyordu.
Kutuyu kitaplığın en üst raflarından birisine koydum ve odadan çıktım. Etrafa bakınıp tereddütle aşağı indim. Bu evi bilmiyordum ve insan ister istemez tedirgin oluyordu.
Salondaki yemek masasında kahvaltı yaptıklarını görünce bir an afalladım. Saat kaçtı ki? Çok mu gecikmiştim? Asaf Pakgör beni gördüğü gibi yüzünde adeta güller açtı. Tekerlekli sandalyede oturuyordu. "Nefes. Gel, kızım. Uyuyorsundur diye çağırtmadım." Yavaş adımlar atmak isterken birden özgüvenli adımlarla masaya ilerleyince ben de şaşırmıştım. Desise... Bi sal.
Ama maalesef... Bunun imkansız olduğunu biliyordum. Desise, hayatım boyunca benimle kalacaktı.
"Günaydın." Diyerek Asaf Bey'in sağına, Kızıl Maske'nin tam karşısına oturdum. Dünkü maskeyi takıyordu. Yine beyazdı ve yine yüzü kapalıydı ama yüzünün sağ altı ve ağız kısmı açıktı. Oradan yemek yiyebiliyordu.
Yok artık. Yüzünü bu kadar gizleyecek ne vardı?
"Bugün çok güzel olmuşsun, kızım." Kibarca gülümsedim. "Teşekkür ederim...." Dayı? Erken miydi? Özellikle de Karaslan'ların evinde neler olduğunu düşünecek olursak?
Ama onlara baba, amca diye hitap ettiysem ve Asaf Pakgör'e yapmazsam büyük haksızlık olurdu.
Sonradan ekledim, "dayı."
Kızıl MAske burun kıvırarak memnuniyetsiz bir şekilde "Her zamanki hâli işte." dedi. Dik dik baktım. Gözleri oyuncu bir ifadeyle parlıyordu. Benimle bilerek uğraşıyordu! "Sen bana laf edeceğine biraz kendine mi baksan?" Dedim meydan okurcasına. Dayım ikimizi izliyordu ve yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Bu atışmamız hoşuna gidiyor gibiydi.
Amcam. Sonra dayım. Niye benim hiçbir akrabam normal değil?
Sanki ben çok normaldim.
"Ne varmış kendimde?"
"Neden sürekli maske takıyorsun?" Göz devirdi. "Size özel bir şey değil. Hep takıyordum, ve artık imzam gibi bir şey oldu." Tam dudaklarımı aralamıştım ki işaret parmağını kaldırdı, "Sebep sorma, söylemem." Hep bi gizemler bi gizemler!
Önümdeki kahvaltılıklara baktım. Daha minimal ve yeteri kadardı. Dayımın ve Maske'nin önünde sert kahveler vardı. Sıradan kahvaltılıklar haricinde pek bir şey yoktu. Sofra, Karaslan'ların evindeki gibi gereksiz çok değildi. İki-üç kişiye yetecek kadardı. Bu hoşuma gitti. Görgüsüzlükten hoşlanmıyordum.
"Gerçek adın ne, kuzen?" Dedim 'kuzen'i vurgulayarak. Bana bir süre baktı. O kadar uzun süre bakmıştı ki artık şüphelenmeye başlamıştım.
"Nefes." Dayım araya girdiğinde ona baktım. "Bugün gitmeniz gereken bazı yerler var. Bu saatten sonra artık uzak kalamazsın. Sen ve oğlum, eşit rütbedesiniz. Adamlarınızın karşısında yani. Ve... Bir renk seç. Tek bir renk." Renk mi? Kızıl Maske ile eşit rütbedeysem benim de mi tek bir renk giyinmem gerekiyordu? İyi de bu anlamsızdı.
Ama Desise bana sormadı. "Kırmızı."
Kızıl Maske hafifçe güldü ve geriye yaslandı. Bu tavrı sinirlerimi bozmuştu. Dalga mı geçiyordu?
Kahvaltı bittikten sonra çıkacağımızı söyledi. Sessizce kahvaltımı bitirdim. Maske kalkıyordu ki dayım "Kahveni bitir, oğlum. İsraf hiç hoş bir şey mi?" Maske, uzun sayılacak süre boyunca babasına bakarken ben de dikkatle onları takip ediyordum. Dayım gayet normal ve sevecen bir şekilde uyarmıştı, bu yersiz tepkisizlik niyeydi?
Maske, gözlerini babasından ayırmadan kahveyi eline aldı ve ılıdığını tahmin ettiğim kahveyi bir anda kafasına dikti. Yüzünü buruşturarak bardağı masaya bıraktı ve gitti. Şaşkınlıkla arkasından bakarken "Boş ver kızım sen onu, ergen işte." dedi dayım gülerek. "Ergen mi?" dedim afallayarak.
"Pek bir yaş farkınız yok, benim gözümde o hala olgunlaşamadı." dedi ve güldü. Tepkisiz kalıp ayağa kalktım ve odama çıktım.
Bir renk seç, demişti. Ve ben de kırmızı demiştim. O hâlde kırmızı bir kaban giymem gerekirdi.
Kapşonlu, diz hizasında bir manto çıkardım. Dar kesimdi ve kaşe dokuluydu. Kırmızı kumaş kaplama düğmelerini bağladım ve aşağı indim.
Kızıl Maske bana bakıyordu. Onun aksine ben ona çok bakmadım ve evden ilk ben çıktım. Arkamdan çıktığında arabaya bindik. Radyoyu açtığında biraz cızırdadıktan sonra bir şarkı çalmaya başladı.
Halil Vergin feat. Hande Dönmez - Çingenem
Aklıma en son okuduğum kitaptaki bir karakter gelince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Anıl Süver. Kadın dostlarına sürekli "Çingene" diyordu.
Kızıl Maske radyoya dokunmadı ve gideceğimiz yere kadar peş peşe canlı şarkılar çaldı.
Dağ yoluna girdiğimizde hafifçe camı indirdim. Aralık camdan soğuk hava içeriye girdiğinde derince soludum. Dağın zirve kısımlarında kar vardı. Kasım'ın ortasında kar yağmasına şaşıramıyordum artık. Çünkü hava çok soğuktu ve şehir merkezine sürekli yağmur yağıyordu. Son bir kaç yıldır aslında kar yağarken şehre yağmur düşüyordu.
İnce bir kar tabakasıyla kaplanmış yolda araba ilerledi ve bir evin önünde durdu. Kahverengi ahşaptan yapılma dağ evi güzele benziyordu. Ama duvarlarında siyah lekeler vardı. İs gibi. Önü açıklıktı ama devamı ağaçlarla kaplıydı. Arabadan indiğinde adımlarının altında sızlanan karın sesi çalınmıştı kulağıma. Karı özlemiştim.
Kapımı açıp ben de indim. Topuklu çizmemin topuğu kara gömülürken hiçbir ters tepki vermedim. Söylenme, öfleme... Hiçbir şey. Ne bekliyordum ki zaten? Hem yürümesi zor olsa bile beni rahatsız etmemişti.
Kızıl Maske'nin peşinden ilerledim. Beyaz kapşonlusunun üstüne siyah bir şişme mont giymişti. Kapüşonu kafasına örtmüştü. Dağ havasının sert rüzgarları kulağıma vururken ben de kapüşonumu başıma örttüm.
"Bekle." İkazıyla durdum. Burayı bilmiyordum. Bir şey diyorsa bir bildiği olmalıydı.
Yanıma yaklaşıp tam karşımda durdu. Cebinden kırmızı bir kurdele çıkarıp çekti ve ucundaki kırmızı maske gözüktü. Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Bu o maskeydi. Çantamdaydı, oradan mı almıştı? İzinsiz?
"Sen benim çantamı mı karıştırdın?" Tepki vermedi. Kapüşonumu indirirken sakince konuştu, "Hayır. Aynısından bir sürü var evde." Maskeyi gözlerimin üzerine taktı, burnundaki kavis burnuma tam oturmuştu. Sanki benim için özel yapılmış gibi. Her bir göz çevremdeki her bir çıkıntıya, boşluğa uyum sağlayarak yüzüme tam oturduğunda arkama dolaşıp saçlarımın üstünden kurdeleyi sıkıca bağladı. Maske sadece göz çevremi kapatıyordu. Ona da tam kapatmak denmezdi. Dekoratif bir şeydi. Her yeri kapatmıyordu, delikli ve işlemeliydi. Saçlarımı özenle iki yana ayırıp omuzlarımdan saldı ve kapüşonumu tekrar kapattı.
Neden bu maskeyi taktığımı bilmiyordum. Bu evin nereden çıktığını bilmiyordum. Neden burada olduğumuzu da bilmiyordum. Gerçi... Ben hiçbir şey bilmiyordum ki?
Başıyla evi işaret etti ve giriş kapısına doğru ilerledi. Beklemeden ben de yanından yürüyerek eve ilerledim. Kapıdaki mührü görünce dudaklarım aralandı. Yoksa... Burası Seçil'in cesedinin yakıldığı dağ evi miydi?
Kızıl Maske, mührü hızla sökerek kapıya bir tekme attı ve açıldı. "Bu yasa dışı." Dönüp dik dik baktı. "Adam öldürmek yasa içi mi?"
"Hatırlarsan keyfimden öldürmedim! Sen beni hipnoz gibi bir şey yaptın!"
Ters bir cevap verecekken gözleri arkama döndü. Bakışlarında o günkü katili gördüğüme yemin edebilirdim. "İyi o zaman." Bana baktı. "Şimdi kendi iradenle kendini kanıtlaman gerekecek." Arkama dönüp baktığı yere baktım. Arabalarca adamlar geliyordu ve bazıları camdan kolunu çıkarmış, nişan almıştı.
Ben tepki veremeden Kızıl Maske belimden kavradığı gibi eve soktu ve sırtımı duvara yapıştırıp üstüme abandı. Sırtımın acısıyla kulağına doğru inledim. Kaskatı kesildi. Siktir.
Ne tepki vereceğimi bilememiştim. Kalbim ağzımda atıyordu. Beni içeri sokmasıyla ateşler açılmaya başlamıştı. Şaşkınlıkla Kızıl Maske'ye baktım ama o bana bakmıyordu.
İşte şimdi Desise'ye ihtiyacım vardı.
Beni yalnız bırakmadı.
"Silahın var mı?" Dedim sesimdeki anlamsız soğukkanlılıkla. Belinden gümüş renkli bir silah çıkarıp elime tutuşturdu. Kendisi için de belinin diğer kısmından siyah bir silah çıkardı. Bakışlarımızla anlaştık ve eğilip yuvarlanarak büyük camın önüne gittim. O da diğer tarafa sıyrıldı. Ben ne yapacağımı bilmiyordum. Ama Desise biliyordu. Ona güvendim.
Silahı doğrulttuğum gibi ateşlediğimde fren sesiyle birlikte bir gürültü koptu. Araçlardan birisi hızla ağaca toslamıştı.
Diğerlerinin afallamasını fırsat bilerek merdivenlere koştum. Yandığı ve boşluktaki kısmı göçtüğü için duvar dibinden çıktım. Kızıl Maske hâlâ çatışma sırasındaydı.
Bunlar kimdi, neden bu anı yaşıyorduk? Hiç bilmiyordum. O kazada biri ölmüş olabilirdi. Ama umurumda olmadı. Bu beni dehşete düşürüyordu ama zamanla alışıyordum.
Üst katın camları patlamaya başlayınca yere çöktüm. Sürünerek duvara ulaştım ve kalkıp sırtımı duvara yasladım. Ateşler seyreldiğinde hafifçe eğilip camdan baktım. İbnenin birinin nişan aldığını görünce hızlı davranarak silahımı ateşledim ve göğsünden vurdum.
Ortaokuldan lise 3'e kadar aldığım atış dersleri işime şimdi yarıyordu.
Ben dışarıyı kolaçan edip önüme döndüğüm an adamın biri duvara yaslayıp boğazıma bıçak dayadı. "Desise'nin hikâyesi başlamadan bitecek." Silah tutmadığım elimi uzatıp parmağımı boynundan geçirip göz kırptım. "Öyle mi dersin? Bence biraz bekleyebilir." Adam afalladığında vücuduma yasladığı vücudunun malum yerinin sertleştiğini hissettim. İğrenç.
Kollarımı boynuna sarıp ateşli bir şekilde gülümsediğimde boynumdaki bıçağı çekip sertçe kendine çekti. Öpeceği sırada o sertleşmiş yerine sert dizimi tek hamlede geçirdim. İnleyerek eğildiğinde elimdeki silahın kabzasını ensesine indirdim. Bayılıp yere yığılırken elindeki bıçağı aldım.
Doğrulurken iğrenircesine yüzümü buruşturmuştum. "Verecek olsam sana mı veririm, geri zekalı? Ne aptal adamlar var ya?" Diye homurdanıp göz devirdikten sonra bir elimde silah, diğer elimde bıçakla aşağı indim.
Sanırım bu son adamdı. Çünkü camdan baktığımda kimse yoktu.
Desise'ye alışıyordum. Desise olmak hoşuma gitmeye başlıyordu. Çünkü onun olan bu gücü kendi benliğimde hissediyordum. Ve sürekli orada olmasını istiyordum.
Bir anda kafamda şimşekler çaktı.
Kızıl Maske!
Adımlarım hızlandı ve hemen merdivenleri bitirip alt kata indim. Etrafa bakındım ama yoktu. Her odaya karış karış baktım. Yoktu. Dahası... Bu ev çok kötü is kokuyordu. Adrenalinden ve adamlara odaklandığımdan kokuyu hiç fark etmemiştim ama şimdi ediyordum işte.
Kendimi dışarı attığımda verandada donup kaldım. Gözlerim ve dudaklarım aralanırken şokla etrafa baktım.
Kızıl Maske, sağ kalan tüm adamları belirli aralıklarla dizmiş ve hepsine diz çöktürmüştü. Kendisi de aralarında duruyor, dimdik duruşuyla ellerini arkasında birleştirmiş bana bakıyordu.
Adeta hepsini bana itaat ettiriyordu.
"En kudretli kim?" Diye sorduğunda hep bir ağızdan konuştular. "Desise!" Hepsi harap hâldeydi. Bazıları omuzlarından ya da bacaklarından vurulmuştu, bazıları dayak yemişti, bazıları sakatlanmıştı. Ama kesinlikle hiçbiri sağlam değildi.
"Kime itaat edeceksiniz?" Yine hep bir ağızdan konuştular. "Desise!" Başlarını eğmiş, hiçbir yere bakmıyorlardı. Sadece toprağa. Hepsi sadece toprağa bakıyordu. Dik durdum. Kapüşonum düşeli çok olmuştu. Ani hareketlerimle kabaran saçımda elimi gezdirip indirmeye çalıştım. Maske hâlâ yüzümdeydi ama hiç fazlalık gibi hissettirmiyordu.
"İtaatsizliğin sonucunda yeni eviniz, baktığınız yer olur. Siz artık kimsiniz?" Hep bir ağızdan, "SİYAH MASKE!" diye bağırdılar.
🩸
Maskenin kurdelesini çözdüğümde kayarak kucağıma düştü. Baskı yaptığı yerler terlemişti. Aynayı indirip burnumdaki kırmızı çizgide elimi gezdirdim. Gözlerim çakmak çakmak bakıyordu. Makyajım bozulmamıştı. Tüm bu yaşananlardan sonra hâlâ tam olarak kendime gelebilmiş değildim.
Araba, asfalt yolda yağ gibi kayarak bizi eve götürürken camı tamamen açmıştım. Aracın hızından kaynaklı sert rüzgar saçlarımı birbirine karıştırıyordu.
Ruhen yorgun hissediyordum. Hâlâ idrak edebilmiş değildim. Biz az önce ne yaşadık? Nasıl o derece soğukkanlı olabildim?
Asfalttaki uzun beyaz çizgilere takıldı gözlerim. Yolculuk sırasında hep bu çizgileri izler, an an kayboluşlarına ve tekrar var oluşlarına şahit olurdum. Hayata benziyordu. Her hayat şeritin sonunda yenisi başlıyordu. Durmadan, acımadan.
Annemin şeriti son bulurken benim şeritim başlamıştı.
Derin bir nefes alarak başımı kaldırdığım an Kızıl Maske'nin maskesi sert rüzgarla ipi koptu ve yüzünden kaydı. Gördüklerim sonucunda gözlerim kocaman olurken aniden arabayı sağa çekerek durdu ve maskeyi anında geri taktı.
Ama ben göreceğimi çoktan görmüştüm. "O-o..." Dedim yüzünü gösterirken. Şaşkınlıktan konuşamıyordum. O nasıl olmuştu? Sürekli maske takmasının sebebi bu muydu?
"Sakın. Kimseye bahsetme." Dedi utançla yüzünü eğerken. Hâl ve tavrı daha da şoke etti. Yüzünden utanıyor muydu? Ama bilerek yapmadığı belliydi! Hangi insan bunu kendisi yapabilirdi ki?
"Yüzün nasıl yandı?" Dedim zar zor sesimi bularak. Sol yüzü komple yanıktı ve cidden korkutucu duruyordu. Fakat utanılacak bir şey değildi. Sadece... Şaşkındım.
"Seni ilgilendirmez. Bu meseleyi de kurcalama." Kaşlarım çatıldı. "Benimle düzgün konuş! Ben senin adamın değilim! Adam gibi bir soru sordum, adam gibi bir cevap bekliyorum!" Öfkeyle bana döndü. "O zaman daha çok beklersin!" Alayla güldüm. "Gerçekten! Bana değerli olduğumu söyleyip aynı zamanda değerim yokmuş gibi davranmayı nasıl beceriyorsun? Dengesiz misin sen?"
"Sen çok mu dengelisin? Düşün bakalım yaptıklarını! Belki bir sonuca varırsın." Arabayı çalıştırdı ve tekrar yola çıktı. Dişlerimi sıkarak öfkeyle önüme döndüm ve yola odaklandım. Direksiyonu kırıp ikimizi de gebertmemek için zor duruyordum. O derece öfkelenmiştim!
Yol boyunca aklıma farklı şeyler getirmeye çalışıp sakinleşmek istesem de sürekli tartışmamızı hatırlıyordum. Ve bu sakinleşmemde hiç de yardımcı olmuyordu.
Eve geldiğimizde arabadan inecekken kapıları kilitlediğinde kaşlarım çatıldı. "Özür dilerim." Dediğinde güldüm. "Özrün hiçbir anlam ifade etmiyor." Dedikten sonra mandalı çekip arabadan indim ve kapıyı adeta çarptım.
Peşimden indiğinde eve gitmeme izin vermeyip kolumdan tuttuğu gibi garaja soktu ve ayağıyla kapıyı kapatıp duvara yasladı. "Abartma." dedi.
Sinirlerim iyice bozulurken tek kaşımı kaldırdım. "Asabımı bozma."
"Ya bozarsam?" İki bileğinden kavradığım gibi sertçe yanıma devirip duvara yapıştırdım ve ellerini duvara yasladım. Dizimi de bacak arasından duvara dayadım. Çenesini kaldırdı. Maskesini kaldırdım ve yüz yüze bakmamızı sağladım. Karşı koyacakken bileklerinden sıkıca tutup tekrar duvara sabitledim.
"Benimle oyun oynama, Maske. Zira ben oyun bozanın ta kendisiyim."
Desise, sen başlı başına bir oyun bozansın. Kendini bozansın.
Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı ama sonra indi ve oyuncu bir ifadeyle gülümsedi. "İyice kıvama geliyorsun, Desise."
Mekanik bir sesin ardından garaj kapısı açıldığında ikimiz de başımızı kapıya çevirdik.
Dayım şokla ikimize bakarken donakaldım.
Pozisyonumuz hiç de iç açıcı değildi.
***
Instagram
yagmurunefesi
ayenurerol1
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro