43 | İntikam
*Merhabalar!
*Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
*Düzenlemedim, ufak tefek yazım hataları varsa affola ❤️
*İyi okumalar🍃
***
No Clear Mind - A New Sun
Harry Gregson Williams - The Equalizer
***
43. Bölüm
Soğuk.
Ilık havaya rağmen buz gibiydi toprak. Acaba altındaki üşüyor muydu? Bir gün öldüğümde ben de üşüyecek miydim? Desise'ye güç veren soğuk, benim gücümü emecek miydi?
Açelya'nın beklediğinin aksine hiç konuşmadım. Söyleyecek bir sözüm yoktu. Özellikle de bu kişi Seçil'se...
Bir zamanlar en yakın arkadaşım olan kıza karşı şimdi bomboştum. Mezarının yanı başındaydım ve ona karşı boştum. Söyleyebileceğim bir şey yoktu. Nasıl bir saçmalık bekleniyordu benden? Özür falan mı dilemeliydim? Elimde olmayan bir şey için kimseden özür dilemeyecektim.
"Boşuna gelmişiz." dedim. "Gidelim buradan." Arkamı dönüp çıkışa ilerledim. Açelya sessiz kaldı. Sonrasında peşimden geldi ve arabaya geri bindik.
"Senin için endişeliyim." dediğinde çoktan trafiğe karışmıştık. "Endişelenme. Kendini düşün." dedim.
"Ne saçmalıyorsun Allah aşkına?" dedi bana kızarak. Sabrım tükenmişçesine derin bir nefes verdim. "Bana bir baksana." dedim. "Aynı Eda mıyım? Aynı kız mıyım, Açelya? Bunun nesini kabullenemiyorsunuz!? Anlayın şunu artık, benim kurtulmam imkansız! İsmim duyuldu bile! Artık yer altında ismi bilinen biriyim, Açelya! Sence ben ölmeden kurtulabilir miyim bu hayattan?"
"Her zaman başka bir yol vardır, buluruz."
Hafifçe güldüm. "Sen hayata toz pembe bakmaya devam et. Ama uyarayım, sonunda en çok üzülen yine sen olacaksın." Sessiz kaldı.
Kalabalık trafiklerden birine yakalandığımızda küfür mırıldandım.
Eskiden küfürden nefret ederdim, şimdi ise dilime pelesenk olmuştu.
"Ne yapmayı planlıyorsun?"
"O şirketi Oğuz Karaslan'ın başına yıkmayı." Dedim tereddütsüzce. Bir anlığına bir şey diyemeden sustu. Ağzını açıp kapatıyor, ama asla konuşamıyordu.
"Peki Baha?" Dedi en sonunda. Ona bakıp tekrar yola döndüm. "Ne olmuş Baha'ya?"
"Nefes, babasından başka kimsesi yok."
"Babasından başka kimsesi olmayan o değil, benim, Açelya. Karıştırıyorsun. Halası ve amcası her şeye rağmen onu yine de seviyorlar. Ayrıca babasını sevdiğinden vermedi o tepkiyi, korktuğundan verdi. Araf gibi. Başka türlüsünü bilmiyor. Babası tarafından çocukluğundan beri dayaklara ve baskılara maruz kaldı, buna alıştı. Tüm bunlar bir anda ortadan kalktığında boşluğa düşecek ve bu onu korkutuyor. Babasını çok sevdiğinden değil yani." Kaşları çatıldı.
"Yine aynı şeyi yapıyorsun." Dedi öfkeli bir soluk vererek. "Ne yapıyorum?"
"O an ne kadar kırıldığını hepimiz gördük, Nefes. Ve sen yine kendini hiçe sayıp karşındakini düşündün. Duygularını hiçe sayıp Baha'nın psikolojisini düşünüyorsun. Bir kere ya, bir kere kendini düşünsene!" Cevap vermedim. Sessiz kaldım ve sessizce yola bakarak aracı sürmeye devam ettim.
Sonrasında radyoyu açtım. Sessizliği müzikle kapattım.
Sertab Erener'den "İncelikler" çalmaya başladı.
Sözler ilerledikçe Açelya kahkaha attı. "Murphy yasası. Yine ve yine bastırıyorsun, yine ve yine karşına çıkıyor."
İncindim
İncitildim derinden
Terk ettim kendimi
Tesadüfen karşılaştım içinde
Kendimle yeniden
Bir minicik kız çocuğu bak
Duruyor orada hâlâ
Anlatamam gördüklerimi
O neşeli çocuğa
Artık beni asla yaralayamaz
Hayat eğer istemezsem
Yıllar beni kolay yakalayamaz
Ben durup beklemezsem
Artık beni asla yaralayamaz
Hayat eğer istemezsem
Siz yine de incelikli davranın
Benim kadar değilse de
Ben bu yüzden, incelikler yüzünden
Belki daha çok üzüldüm
Hiçbir tepki vermedim yine. Söylenmek, Açelya'ya kızmak ya da homurdanmak, onun haklı olduğunu kabul ettiğimi kanıtlardı. Ama ben iç dünyamı göstermek istemiyordum. En yakınım bile olsa. Sadece kendim göreyim istiyordum, sadece kendim.
Karaslan malikânesinin avlusuna girdiğimizde Açelya'nın bakışlarını üzerimde hissettim. "Neden buraya geldik?"
Yine cevap vermedim.
Araçtan inerken anahtarımı korumaya teslim ettim. Mavi filmli camla kaplı devasa tribleks villanın kapısına ilerledim. Çevresi beyaz varaklı şık kırılmaz, kurşun geçirmez cam kapının önüne geldiğimde zile bastım. Açelya da peşimden geldi.
"Ne işe yararsınız ki!?" Ve bam, kapıyı Yaren karısı açar...
Beni görünce bir an şaşırdı. "Nefes Pakgör? Hangi rüzgar attı seni buraya?"
Onunla muhatap dahi olmak istemiyordum.
"Sana ne?" Diyerek yanından geçip merdivenlerin dibindeki koridora ilerledim.
"Ne oldu sana?" Dedi Açelya. Yaren karısıyla konuşuyordu. "Pek bi çirkinleşmişsin görmeyeli."
"Benimle doğru konuş."
"Sen doğru musun da seninle doğru konuşayım? Yabancısı olduğun sözcükler bunlar." Ve yine bam; Açelya, Yaren karısına omuz atarak arkamdan gelir.
Baha'nın bad boylardan bozma, simsiyah, çakma Kerem Sayer özentisi odasına girdim.
Tamam, kabul ediyordum ki dekorasyonu şahaneydi. Ama bu, bu odanın zengin ailenin sorunlu oğlu profiline sahip olduğunu değiştirmiyordu.
Sırtı duvara dayalı siyah yatak, karşısında siyah L kanepe, L kanepenin karşısında dev ekran LCD televizyon, kanepenin sağında tee diğer duvara yaslı duran mini bar, mini barın yanında küçük banyoya açılan siyah kapı, kapının çaprazındaki büyük ve geniş kolondan giyinme odasına açılan bir başka kapı.
Falan filan.
Daha çok fazla şey vardı ve benim oturup inceleyecek vaktim ve sabrım yoktu.
Buraya en son girdiğimde sarhoştum. Hafızamdan tamamen silinmişti o anlar. Sadece uyandıktan sonrasını hatırlıyordum. Abimle beraber L koltukta sızmıştık ve uyandığımda birbirimize sarılmış vaziyetteydik. Baha Karaslan ve benim, abi kardeş olma yolunda attığımız en ama en büyük adımdı o gece.
Şimdi ise gerçek birer abi kardeştik. Benim tek amacım onu kurtarmaktı. Çünkü ne onu kurtaracak biri vardı, ne de o kurtulması gerektiğinin farkında değildi. Sadece ceza alıp geçeceğini zannediyordu.
Keşke öyle kurtulsaydı.
Baş edemezdi. İşte bu yüzden hepsini ondan almak, ve şirket hisselerimin hepsini ona vermek istiyordum. Yeraltından uzak, başarılı bir iş adamı olması için her şeyi yapardım.
Giyinme odasına girdim. Siyah çerçeveli cam dolaplar arasında gezindim. Kapağını açtığım an otomatik olarak sarı ledler yanıyordu ve dolabın içini aydınlatıyordu.
Sonunda aradığımı buldum.
Çelik kasa.
Açelya endişeyle bir bana, bir kapının ardındaki odaya bakıyordu. "Nefes ne yapıyorsun, Allah aşkına? Yakacaksın ikimizi de. Çıkalım, Allasen."
"Sen çık, bana bir şey olmaz."
"Turabi modundan çıkar mısın artık?" Dedi oflayarak. Kendimi tutamadan kahkaha attım. Anında gözleri büyüdü, "Sessiz gül bari!"
Kasanın tuşlarına bastım. Altı haneli bir şifre istedi.
Şifre ne olabilirdi acaba?
Annesinin doğum tarihi? Ya da ölüm tarihi?
Telefonumu çıkardım ve arama motoruna Zeynep Karaslan yazdım. Boy boy babamla fotoğrafları ve kim olduğuna dair kısa bir bilgiden oluşan sayfa açılmıştı karşıma. Aşağı doğru inerek kişisel bilgilerine geldim. Doğum tarihi kısmında 6 Haziran 1980 yazıyordu.
060680 yazdım ama açılmadı.
Telefonuma tekrar baktım.
Ölüm tarihi olarak 13 Nisan 2002 yazıyordu.
Annemden bir yıl sonra ölmüştü.
130402 yazdım ama yine açılmadı.
"Açelya doğum günün ne?" Dediğimde bana attığı bakışlar hiç de hayra alamet değildi. "Yuh!" Dedi bağırarak. "Yazıklar olsun sana, köpek! Bir de yirmi yılımı verdim ben sana! Artık sen benim çocukluk arkadaşım Eda değil, eski arkadaşım Eda'sın. Yok ol, lütfen." Burun kıvırıp odadan çıktı.
Tamam, haklı olabilirdi. Ama kafa kalmamıştı ve hızlı olmam gerekiyordu!
080701 yazdım. 8 Temmuz 2001. Halis mulis yengeç burcuydu.
Yine açılmadı.
"Sikeceğim ha! Yazının icat ediliş tarihini falan mı şifre yaptı bu aygır?" Dedim homurdanarak.
"Hayır, 21 Ocak 2001 yaptım."
İrkilerek kapıya döndüm. Kapıya yaslanmış beni izleyen abimi gördüm.
Lanet, ilk defa bir odayı kurcalarken yakalanmıştım.
Gerçi bu, abime ilk yakalanışım değildi. Ama odanın sahibine ilk yakalanışımdı.
"Ne yaptın, ne yaptın?" Dedim ne dedin sen der gibi.
"21 Ocak 2001." Doğum günüm.
"Yok ebesinin-"
"Şimdi neyi aradığını öğrenebilir miyim, sayın dişi Baha Karaslan?" Dedi kaşlarını manidar bir ifadeyle kaldırarak.
"Saklayacak kadar korkak olsaydım gizli gizli girerdim." Dedim göz devirerek. "Tapu belgelerini arıyordum."
"Bunlar o zaman." Dedi ve arkasında birleştirdiği ellerinden birini havaya kaldırdı. Elinde birkaç kağıt vardı. Gözlerim istemsizce kısıldı. "Ne işler çeviriyorsun?"
Omzunu kapıdan ayırdı ve yanıma geldi. Giydiği resmi ceketinin iç cebinden bir kalem çıkardı ve bana uzattı. "Ben imzaladım, sen de imzala ve bitsin."
"Boşanıyor muyuz?" Dedim alayla.
"Nefes... Kardeşim... Bazen gerinip gerinip odunla ağzına bir tane geçirmek istiyorum, güzelim. Sana da oluyor mu?"
"Senin ağzına mı? Her gün."
Göz devirdi.
Belgeleri inceledim. Tüm depoları ve pis işlerin döndüğü mekânları bana devrediyordu.
"Madem bu kadar kolay ikna olacaktın, niye başımızı ağrıttın?" Diye homurdanarak belgelerin hepsini imzaladım.
"Nefes... Söylediklerim için özür dile-" anında lafını kestim. "Hisse devri şimdi gerçekleşmeyecek. Önce avukatı ayartmam lazım. Hepsinin benden sana geçmesi daha sağlıklı."
"Nefes-"
"Yemeğe gidelim. Acıktım ben." dedim ve belgelerle beraber içeri geçtim. Baha'nın kanepesine fırlattığım çantama belgeleri katlayarak yerleştirdiğim sırada içeriden sesler geliyordu.
"Bana bak şırfıntı, elimde kalırsın!" Açelya.
"Doğruları söylediğim için mi?" Yaren karısı.
"Siktirmeyin ızdırabınızı! Karım nerede!?" Araf?
Baha'nın odasından çıktım ve merdivenin dolgusu olan duvar boyunca ilerleyip açıklığa çıktım. Açelya ve Yaren karısı birbirlerine girmek üzereydiler ve Araf'ı kimse takmıyordu. O da öfkeli görünüyordu. Baha'nın da arkamdan geldiğini hissettim ve çok geçmeden yanımda bitti. "Ne sikim dönüyor burada?"
Baha Karaslan ve Araf Pakgör, muhteşem ikili olma yolunda ilerliyordu. Belki de haberim olmadan çoktan olmuşlardı bile.
Araf'ın öfkeli gözleri, sabır dilercesine etrafta gezinirken beni buldu. Rahatladığını belirtircesine bir nefes verdi ve bakışları yumuşadı. İki kadını iki eliyle itip ayırdı ve aralarından geçip bana doğru gelmeye başladı. Yaren karısı ve Açelya mal gibi kalakalmış, Araf'a bakıyorlardı.
Bir anda sarıldığında şaşkınlıktan bir anlığına afalladım. Sonrasında kollarım onu sardı. Kokusu burnuma dolarken kalbi kalbimde atıyordu. Bir yapbozun iki parçası gibi görünüyorduk, birbirimizi tamamlıyorduk.
Baha ilk defa kıskançlık yapıp ayırmaya çalışmadı. Gözlerini kaçırıp usulca Açelya'nın yanına ilerledi.
"Neden söylemedin?" Dedi kulağıma doğru. Sesi oldukça kısıktı ve yalnızca ben duyuyordum.
Ondan uzaklaşıp elinden tuttum ve merdivenlere yöneldim. Üstümüzdeki gözler ve sahipleri umurumda değildi.
Odama girdiğimizde kapıyı kapattım.
"Seni bir gün bu odama atacağımı biliyordum." Dedim imayla. Göz devirirken güldü ve yatağıma oturdu. Ben de çalışma masamın önündeki tekerlekli çalışma koltuğuna oturup ona doğru yaklaştım.
"Seni rüyamda gördüğümden beri içten içe bu odaya gerçekten de gelmen gerektiğini hissediyordum." Dedim. Kaşları havaya kalktı ve ahlaksız bir imayla gülümsedi. Elimden tutup hızla kendine çekti. Öne doğru atılırken burun buruna geldik. "Öyle mi? Ne yapıyorduk rüyanda ve tam da bu odada?"
Duruşumuzu bozmadan bakışlarımı kapının yanındaki duvara çevirdim. Bu hamlemi anında fark etmişti ve o da o duvara baktı. Sonra gülüşü büyüdü. Bacaklarımdan tutup açtı, sıkıca kavradı ve hızlı bir hareketle kaldırıp kendi kucağına oturttu. Dizlerim yatağa baskı yapıyordu ve kalçam tam da bacaklarının üzerindeydi. Bacaklarımdaki elleri kalçama kaydı ve oturuşumu sağlamlaştırıp düşme riskini azalttı. "Tam olarak böyle miydik?"
Yüzündeki gülümsemenin aynısı bende de oluştu. "Hayır." Diye fısıldadım.
Ayağa kalktı ve o duvara yöneldi. Bir yandan heyecanlı, bir yandan tedirgindim. Umarım abim baskın yapmazdı.
Beni yüzüstü bir şekilde duvara yaslayıp saçlarımı kavradı ve kenara çekti. Tüm kıvrımlarını bedenimde hissederken çenesini omzuma bastırıp kulağıma fısıldadı, "Peki böyle miydik?"
Heyecanlı bir soluk verirken "Hayır." Dedim yeniden.
Kolumdan kavradı ve hızla çevirip bu sefer sırtımı yasladı duvara. Alnını alnıma, burnumu burnuma yasladı. Ellerimi yukarıda duvarda birleştirdi. "Ya da böyle?"
"Evet." Dedim bu sefer.
"Bu sahne bana tanıdık." Dedi gözleri parlayarak.
Furkan Duymaz'ın İzmir'deki villasının çalışma odası...
"Bana da tanıdık. Acaba nereden? Hatırlayamadım." Dedim düşünürcesine. Araf güldü. "Sana sözüm olsun, öyle bir hatırlatacağım ki, unutman imkânsız olacak." Dediğinde kalbim tüm hızıyla çarparak canımı yaktı.
"Bunu şimdi yapmaya ne dersin? Çünkü ben hiç hatırlamıyorum." Dedim yüzümü yüzüne daha da yaklaştırarak.
Sırıtarak geri çekildi ve beni bıraktı.
"Libidona ayrı aşığım, karıcığım. Ama acını saklamak için sürekli başka bir şeylerin arkasına sığınmaktan vazgeç." Duraksadım. Yüzümdeki keyifli gülümseme sönerken ciddileşmeye başlamıştık. Bu hiç hoşuma gitmemişti.
"Neden söylemedin?" Dedi aşağıdaki sorusunu tekrarlayarak. Ona bir şeyleri kolay kolay unutturamıyor oluşum sinirlerimi bozuyordu.
Kaçışım yoktu bu sefer. Bizzat kendi odamda kıstırmıştı beni. İstesem kaçardım. Ama Araf'tan kaçmak istemiyordum. Herkesi ardımda bırakırdım, ama onu değil.
"Zaten içine attığın çok fazla acın vardı, Araf. Beni de dert etmeni istemedim. Hem... Kendim başa çıkabilirim, çıkıyorum da."
Ah, Nefes! der gibi sıkıntılı bir nefes verdi ve baktı. "Birincisi, sen bana istesen de dert olamazsın. İkincisi, her zaman her şeye kendimiz yetemeyiz. Bazen sevdiklerimize de ihtiyacımız olur."
Burukça gülümsedim. "Senin de ihtiyacın vardı, ama inatla beni uzaklaştırdın." Dedim babasının öldüğü günü hatırlatarak.
"O günü ve geceyi yalnız geçirdiğini biliyorum. Bir de üstüne ben... Özür dilerim. Biliyorum, özürler hiçbir anlam ifade etmez, olmuşu değiştiremez. Ama yine de söylüyorum çünkü çaresizim, Araf."
Yüzümü iki eli arasına alarak beni susturdu. "Özür dileme. Çünkü haklıydın. Sana söylediklerim yenilir yutulur değildi. Ben o gece sana değil kendime kızdım. Çünkü seni bunu yapmaya iten bendim. Çok üstüne geldim, çok ağır konuştum."
"Acın vardı."
"Benim en büyük acım sensin." Dedi. Ve ben kendimi dünyanın en değerli insanı gibi hissettim. "Hiçbir şey beni haklı çıkaramaz." Çıkarır.
"Araf-"
"Sus bi." Dedi. "Babamı öldüren gerçekten sen olsaydın bile o sözleri söyleyemezdim. Neden, biliyor musun?"
"Çünkü takıntılı bir manyaksın." Dedim.
Gülümsedi. "Hayır. Çünkü seni tanıyorum. Senden şüphe etmiyorum ve hiçbir adımının da amaçsız olmadığını biliyorum. Eğer gerçekten sen yapmış olsaydın; üstüne uzun uzun düşünüp eğrisi doğrusuyla tartmış olurdun. Sana, özellikle de bana- yarar getirmeyecekse asla yapmazdın."
Evet öyleydi.
Asaf Pakgör ölmeseydi sıradaki hamlesi kesinlikle hançeri yok etmek, sonrasında beni öldürmek olacaktı. Çünkü oğlunun bana duyduğu şeyin basit bir hoşlantı olduğunu sanıyordu. Sonuçta daha ergenlikten yeni çıkmış birer gençtik. Ama işlerin ciddileştiğini fark ettiğinde, işler onun için de kızışmıştı.
En beri başta onun işine yaramıyordum. Artık onun kuklası değildim. Çünkü kendi aklımla zekice hareket ediyordum. Manipülasyona gelmiyordum. Ayrıca Araf'ı maşa olarak kullanmaya devam edecekti ve ben de bu yoldaki en büyük engeldim. Buna asla izin vermeyeceğimi ve ne yapıp edip Araf'ı çekip çıkaracağımı biliyordu.
Oğlunu seviyordu, sevmiyor değildi. Hatta çok seviyordu.
Ama kendisini daha çok seviyordu.
Fakat planları işe yaramamıştı.
Kendisini hâlâ yirmilik genç adam sanıyordu ve büyük entrikalar peşinde koşmaya çalışıyordu. Fakat bozuk sağlığı onu kıskıvrak yakaladı. Yoğun bakıma kaldırılmak planları arasında değildi. Ve bana gafil avlanmak da aynı şekilde.
Sonu mezarlık olmuştu.
Araf bunları bilmeyecekti. Bana karşı sergileyeceği tepki yüzünden değil; babasını bu derece kötü hatırlamaması için.
Araf için, babasının bebek katili olması bile çok fazlaydı.
Başaramamış olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Sonuçta beni bulsaydı, bulduğu yerde öldürecekti.
Araf bunları öğrendiğinde bana kızmayacaktı. Ama iyice içine kapanacak ve kendini yiyip bitirecekti. Belki de aptal olduğunu düşünecekti. Babasının onu kullanmasına izin verdiği için. Ben bunları istemiyordum.
"Şimdi söyle bana." Dedi. "O gece gelmeyişinin sebebi bu muydu?"
O videoları izlediğim günün gecesinde Araf'la eski evlerinde buluşacaktık. Ama ben ortalıktan kaybolmuştum. Her şeyden uzaklaşmak istemiştim. Çünkü biliyordum ki o yaşadığım sarsıntının etkisiyle çok fazla yanlış karar verecektim. Bu yüzden kendi kendimi tüm bunlardan uzak tutarak olayın sıcaklığının geçmesini beklemiştim. Geçmemişti, ama mantıklı düşünebileceğim kadar hafiflemişti.
Ne kadar mantıklı olduğu meçhuldü. Çünkü hesap sormak değil, yakıp yıkmak istiyordum.
"Evet." Dedim. "Bana sürprizin falan mı vardı?" Dedim Araf'ın gözlerinin içine bakarak. "Ben mi mahvettim?"
Dudaklarını birbirine bastırarak içe doğru yuvarladı ve ısırdı. Sonra bıraktı ve dudakları normal hâline döndü. "Aslında evet. Sürprizim vardı. Ama sorun değil, yeniden hazırlayabilirim."
"Eminim çok beklemişsindir beni. Üzgünüm. En azından haber vermeliydim ama o an aklıma hiçbir şey gelmedi, sadece uzaklaşmak zorunda olduğumu biliyordum. Aksi halde inşa ettiğim her şeyi tek hamleyle yıkabilecek psikolojideydim."
"Seni yargılamıyorum." Dedi. "Sadece çok korktum. Başına bir şey geldi sandım."
"İhtimal var." Dedim başımı sallayarak. "Her an birimizin başına bir şey gelebilir. Bu yaşadığımız boktan hayat bunu kesinleştiriyor zaten. Seni anlıyorum ve gerçekten üzgünüm. Seni korkutmak istememiştim."
"Biliyorum, sevgilim."
"Bilmediğin bir şey var mı?" Dedim gülerek.
"Senin hakkında mı? Yok." Dedi ve şakağımdan öptü.
Birbirimize sarıldık ve aramızda uzun bir sessizlik oldu.
Sonrasında bir soru sordu ve ben unuttuğum bir şeyi hatırladım.
"Şimdi ne yapacaksın?"
Babamın el yazısı.
Pekin Bey, babamın el yazısını istemişti. Bir dilekçe, mektup veya basit bir not. Sonrasında yalnızca en fazla yarım güne ihtiyacımız olacaktı. Sahte ama resmi vasiyetname hazır olacak, o şirketi babamın başına yıkacaktım.
Bize tercih ettiği ve uğruna bizi kendi elleriyle bir kenara sildiği şirket.
İntikam için yaşıyordum, intikam için ölecektim.
"Araf. Yardımınız lazım. Hepinizin."
***
BAHA
"Amına koyayım biz niye leşçi kartal gibi tünedik buraya?" Dedim ellerim ceplerimdeyken.
Resmen çatıda oturuyorduk. Açelya halamı evden uzaklaştıracak bin bir bahane bulmuştu. Şok içerisindeydim. Acaba benle buluşmamak için de tek ayak üstünde böyle kırk yalan atmış mıydı? Malûm, eğer trip denen zımbırtı bir insan olsaydı bu Açelya Bostan olurdu.
"Senden olsa olsa akbaba olur."
Şok içerisinde sevgilim olduğunu iddia eden şeytan kadına baktım. "Yine ne yaptım!?" Dedim mağduriyetime isyan edercesine.
Boş boş baktı suratıma.
"Ondan demedim be." Dedi üstüme iyilik sağlık der gibi bir tavırla. "Onların böyle hafif kızıllı turunculu tüyleri olanları oluyor. O yüzden dedim. Her şeyden bir halt arıyorsun, Baha. Sus konuşma." Al işte.
Yine yedim atarı gideri.
Yüzde seksen beş nokta doksan sekizi atar olan bana, yüzde yüz nokta doksan dokuz buçuğu trip olan sevgili şoku...
"Kızım sen oturup kuş türlerini mi araştırıyorsun?"
"Biyoloji okuduğum için bir zahmet araştırayım, değil mi Baha?" Dedi bıkkınlıkla.
"Sen şimdi ergenlere öğretmenlik mi yapacaksın?" Dedim ona acır gibi bakarak.
"Biyoloji öğretmenliği, demedim. Biyoloji dedim. Biyolog olacağım. Dilersem eğitim sektöründe de iş bulabilirim. Sağlık sektöründe de iş bulabilirim, bitki yetiştiriciliği sektöründe de iş bulabilirim. Benim için imkân çok. İstediğim işte çalışabilirim. Sen kendi derdine yan."
Çok entellektüel ve muhteşem bir insanmışım gibi çenemi kaldırdım ve parmaklarımı birleştirdim. "Bir kere, ben işletme okudum, hayatım. Beni ne sanıyorsun bilmiyorum ama sandığınızdan daha fazlasıyım." Göz kırpıp öpücük attığımda şaşkınlıkla gülerek önüne döndü.
Her şeyimi seviyordu ama her an eğlendirebiliyor olmamı daha çok seviyordu.
"Neden benimle çıkmak istedin buraya?" Dedi bana dönerek. "Araf'la çıksam daha iyiydi. Şimdi evde Araf'ı gören biri ne düşünecek?" Burun kıvırdım. "İnşallah döverler." Diye geveledim ağzımın içinde. Açelya bunu duymadı.
"Olmaz. Düşerdin. O beyinsiz tutamazdı seni, sigarasını içerek geberişini izlerdi puşt." Dedim kendi kendime bir anda sinirlenerek.
Canım sigara çekmişti. Ceketimin cebinden sigara ve çakmak çıkardım. Sigara kutusunu yeniden cebime koydum. Sigarayı yaktığımda bir nefes çektim.
Açelya güldü. "Sen tutabileceksin yani, öyle mi?"
"Tabi tutarım. Tutamazsam da seninle beraber ben de düşerim, olur biter." Dedim parmaklarım arasındaki sigarayı izleyerek.
Bir süre sessiz kaldı. Sigaradaki bakışlarım ona çevrildiğinde beni yerin dibine gömebilecek kadar güzel olan gözlerini karşıdaki villalarda gezdirerek gülümsüyordu. Salağa benziyordu ama bence çok güzeldi. Bayağı güzeldi. Harbi güzeldi. En güzeldi.
"Sen var ya." Dedi başını bana çevirerek. Gülümseyişi hiç eksilmemiş, aksine artmıştı. "Bana hayvan gibi aşıksın, oğlum." Dediğinde elimde olmadan kahkaha attım.
"Yeni mi anladın, salak kadın."
Omzuma vurduğunda gülmeye devam etsem de dehşet içinde bağırdım. "Düşeceğim!" Sanki gerçekten düşecekmişim gibi bir anda koluma sarıldı. Göz devirdim. "Sanki gücün yetecek de beni çekmeye."
"Seni çekmek için değil, seninle düşmek için tuttum kolunu." Asıl şimdi düştüm.
"Ne kadar da düşmeye meraklı bir çiftiz." Dedim yüzümü yüzüne yaklaştırarak.
Rüzgar eserek kıvırcık siyah saçlarını savurdu. "Birbirimize mi? Bence de." Ama ben bunu öperim ki.
"Bi öpeyim mi?" Dedim yavru köpek bakışlarımla. Kaşlarını kaldırıp indirdi ve "Cık." Dedi.
"Ama neden ya!?"
"Bana ne?"
"Ya Açelyaa!"
"Kudur, Baha." Dedi ve geri çekilip yüzüne gelen saçlarını geriye attı.
Huysuz bir çocuk gibi burun kıvırarak baktım ona. "Gıcık kadın."
"Gıcık ama sevdiğin kadın." Dedi çenesini kaldırıp havaya girerek. Onu bozmadım, bu sefer istesem de yapamazdım. Gülümsedim.
"Gıcık ama sevdiğim kadın."
***
NEFES
Uzun uzadıya karıştırmıştım babamın odasını ve çalışma odasını. En sonunda uzun uzun yazılmış bir mektup bulmuştum. İçeriğine bakma vaktim yoktu ama babama aitti. Hemen cebime atıp odadan çıktım. Odamdan çantamı alıp aşağı indim. Araf beni bekliyordu.
"Karaslan bölgesine beni bekçi olarak diktiğine inanamıyorum." Dediğinde sırıttım. "Ağlama, yavrum. Hadi gidelim de şu çatıya tünemiş leyleklere bakalım." Araf'ın koluna girip dışarı sürükledim.
Bahçeye çıktığımızda biraz ilerleyip arkamıza döndük. Geriye adımlarken çatıyı görmek için gözlerimizi kıstık. Gözüme güneş girmesin diye elimle gölgelik yaptım.
Her zamanki gibi yine didişiyorlardı. En son abimin "Yeter lan sus artık, kadın!" Diye bağırıp şak diye Açelya'nın alnından öptüğünü gördük. Açelya ise çatık kaşlarının altından dik dik abime bakıyordu.
"Pişt!" Diye bağırdı Araf. "Leylekler! Bebek var mı bebek!?" Abim Araf'a baktı. "O leylek şimdi senin kafana bir sıçarsa görürsün bebeği de leyleği de!" Kahkahayı patlatarak onlara arkamı döndüm.
"Senden gelecekse başım gözüm üstüne!" Dedi Araf gülerek.
Abim sabır dileyerek Açelya'ya döndü. "Görüyorsun, değil mi? Sapık bu. Geçen gel beni sik diye yalvarıyordu şimdi de ilanı aşk yapıyor, piç."
"Çok konuşma, Baha. Hadi inelim artık, kıçım acıdı."
"Bakayım." Dedi abim hevesle.
Açelya ona orta parmak çekti.
Beraber aşağı indiklerinde arabalara geçmiştik. Ben Araf'ın aracına geçmiştim, Açelya da abimle gitmek istemişti.
Telefonum çaldığında babamın aradığını gördüm. Adamlar gittiğimizi haber vermişti anlaşılan.
"Nefes istediğin zaman evine gelebilirsin ama Araf'ı getirmek de ne demek oluyor?"
"Damadın o senin." Dedim. "Duymasın, küser sana."
"Nefes ben ciddiyim."
"Ben de öyle. Senin kızınsam eğer o ev benimdir. Ve Araf da benim kocam. Kocamla kendi evime gelişim kimseyi ilgilendirmemeli. Daha fazla uzatmayın." Bir süre sessiz kaldı. Sabır çekercesine nefes aldığını duydum.
"Tamam. Bak, ne diyeceğim. Yarınki davette seni de görmek istiyorum."
Duraksadım.
"Ne daveti?"
"Karaslan Holding'in 76. yıldönümü. Şirkette kutlama daveti var. Hissedarsın ve kızımsın. Orada olmanı istiyorum." Mükemmel zamanlama.
"Tamam, geleceğim."
"Seni seviyorum." Ben hiç sanmıyorum ama.
Telefonu kapattım.
"Nereye gidiyormuşsun?" Dedi Araf merakla. "Yarın akşam yıldönümü daveti varmış. Babam orada olmamı istiyor." Araf bana baktı, sonra tekrar yola döndü. "Gideceğinden emin misin?"
Gülümsedim. "Tabiki gideceğim. Öncelikle şu kağıdı teslim etmem gereken bir yer var. Sen beni arabada bekleyeceksin."
"Nefes-"
"Araf."
Sustu.
Hanımcılığına kurban olduğum adam.
Tarif ettiğim yerde durduğunda onu bol bol tembihleyip arabadan indim. Hukuk Bürosuna girip kağıdı Pekin Bey'e teslim ettim. Erdinç Bey ile çoktan konuştuğunu ve zor da olsa hallettiğini söylemişti. Bu yardımı için ona teşekkür mahiyetinde bir meblağ verip bürodan ayrıldım.
Kapıya çıktığımda sert olmayan rüzgar yüzüme çarptı. Mart'ın sonlarına doğru gelmiştik ve havalar hâlâ tam anlamıyla ısınmamıştı.
Telefonum yeniden çaldı.
Kayıtlı olan beyaz maskelerden biri arıyordu.
"Efendim?"
Gözüm araçtaki Araf'a takıldı. O da telefonda konuşuyordu ve çok ciddi görünüyordu.
"Nefes Hanım, Cemal açığa alınmış. Hakkında soruşturma başlatılmış."
Emniyet müdürlüğünde köstebeğimiz olan, baş adamım Cemal.
Kaşlarım çatılırken arkamdaki Hukuk Bürosuna baktım. Pekin Bey'in halledeceğine inanıyordum.
"Nasıl olmuş bu?"
"Yakalanmış. Gözaltına almışlar. Emniyet müdürü tarafından açığa alınmış, soruşturma devam ediyor. Mahkemeye çıkacak."
Lanet olsun.
Tam da sırası!
Pekin Bey'i meşgul edemezdim. Yarına yetiştirmesi gereken çok şey vardı. Bana güvenilir başka bir avukat lazımdı.
"Tamam, maske. İlgileneceğim." Telefonu kapattım.
Aklıma gelen isimle beynimde bir ampul parladı.
Hemen Açelya'yı aradım. "Efendim, aşk kadın? Bu kadar çabuk mu özlendim?"
Uzatmadan direkt konuya girdim. Kaybedecek vaktim yoktu. "Açelya senden birinin numarasını göndermeni isteyeceğim."
Çünkü ben silmiştim.
***
Emniyet müdürlüğüne abimin yardımıyla kolayca girmiştik. Şimdi ise bu soruşturmayla ilgilenen komiserin tam karşısındaydık.
"Demek sizin için çalışıyordu?" Dedi saçına yeni yeni aklar düşmeye başlamış adam.
"Konumuzun bu olduğunu hiç sanmıyorum." Dedim.
"Bir soru sordum."
"Ben de cevap vermedim." Araf beni uyarırcasına koluma dokundu. Biraz daha sakin olmalıydım, fazla gergindim.
"Bahsedilen Desise sen misin yoksa?" Dedi şüpheyle. "O geceki katliam hakkında şüphelerim vardı." O davanın peşini bırakmayan komiser tam da karşımdaydı.
"Kısa zamanda elde ettiğin güç ve zekânla anılıyorsun, Desise." Dedi. "İşlediğin suçların da farkındayım."
Güldüm. "Öyle düşünüyorsan neden tutuklamıyorsun?"
Bana sinir olmuştu ve sinirden dilini çiğniyordu. Dakikalardır anlaşmaya çalışsam da hepsi boştu. İlla zor yoldan mı halletmeliydim?
"Çünkü normal olmayan bir şekilde hiçbir kanıtım yok! Arkan ciddi anlamda sağlam olmalı." Kıçımı toplayan bir babam ve Araf'ım vardı, doğru söylüyordu. Sanırım en büyük açığım bu olabilirdi. Bir gün olur da onlar arkamı toplayacak durumda olmazsa anında tutuklanabilirdim. Daha dikkatli olmak zorundaydım.
Öğreniyoruz be ablası.
Güldü. "Masum sandığımız, Furkan'ın kardeşi, Desise'nin ta kendisi çıktı. Kadere bak." Yiyorsa dışarıda vatandaş olarak çık karşıma.
Bir polise vuracak değildim. Ama vatandaş? Bunu seve seve yapardım.
"Eda'nın Desise olduğunu nereden çıkardınız?" Dedi Araf beni korurcasına. "Ağzından bunu onaylayan hiçbir tepki çıkmadı."
"Neden tutuklamadığımı sorması yeterli bir cevap."
"Öyle düşünüyorsanız, dedi. Eğer böyle düşünüyorsanız neden tutuklamıyorsunuz? Sorusu buydu. Açık açık, evet ben Desise'yim ve neden beni tutuklamıyorsun, diye sormadı. Cemal ise ona değil, bana çalışıyordu. Asaf Pakgör'ün oğlu Araf Pakgör'ün ta kendisiyim." Şaşkınlıkla Araf'a baktım. Ne yapmaya çalışıyordu?
Kapı tıklanma sesi geldiğinde açık kapıya döndük. En son yıllar önce gördüğüm suret karşımdaydı. Değişmiş miydi? Evet. Umurumda mıydı? Hayır.
"Sanırım tam vaktinde geldim." İçeri girdi ve komisere elini uzattı, komiser tuttu ve tokalaştılar. "Ben Zafer Çamlı. Cemal Bey'in ve sanırım artık beyefendinin de avukatıyım." Bana döndü. "Eski bir dostumun isteğiyle buradayım. Merhaba, Eda." Başımla selam verdim, "Merhaba."
Gözlerim Araf'a çevrildi. Beti benzi atmış bir şekilde Zafer'e bakıyordu. Onun kim olduğunu tabiki de biliyordu! Sonuçta babası çocukluğumdan beri beni takip etmişti ve o da her 8 Aralık'ta odasını karıştırarak benimle ilgili bilgi ve fotoğraf bulmuştu.
"Bu lale mi olacak benim avukatım?" Dedi Araf dehşetle. "Hayatta olmaz! Pekin Bey'i istiyorum."
"Olmaz." Dedim Araf'a doğru yaklaşarak. "Pekin Bey'in bunun için vakti yok, Araf. Güvenebileceğim tek avukat Zafer."
Araf hızla bana çevirdi başını. Eliyle Zafer'i gösterdi. "Kaç yaşında lan bu?"
"Yirmi altı?" Dedim sorarcasına. Araf'ın gözleri büyüdü. "Sen kendinden altı yaş büyük heriflerle mi takılıyordun, Eda? Sübyancı lan bu?" Göz devirdim. "Bunun seni ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum, Araf? Ayrıca sübyancı ne ya? Alakası bile yok, reşittim!"
"Ne demek ilgilendirmiyor? Kocanım ben kocan."
"Olabilir."
Öfkeyle dudak büzdü ve çatık kaşlarıyla önüne dönüp ellerini ceplerine soktu.
"Kavganız bitti mi?" Dedi komiser dik dik bakarak. Zafer ise koltukta oturmuş, bizi izliyordu. Gayet sakindi.
"Böyle ortamın amına koyayım." Araf'ın öfkeli homurdanmasını bir tek ben duymuştum.
Tamam, rahatsız olmakta çok haklıydı. Buna hiçbir şey diyemezdim. Ama Zafer'den başka çarem de yoktu. Bir tek Pekin Bey'e ve Zafer'e güveniyordum.
Karısının eski sevgilisiyle aynı ortamda olmak, her insanı rahatsız ederdi.
Bir arkadaşımın yakınıydı ve o zamanlar henüz yeni mezun olmuştu. Ben de savcı olmaya kafayı takmıştım ve bilgi edinmek için sürekli Zafer'le görüşüyordum. Zamanla bir ilişkiye başlamıştık ama fazla sürmemişti. Birkaç ay sonra saygı çerçevesinde ayrılmıştık.
"Eda." Zafer'e döndüm. "Bizi komiser beyle biraz yalnız bırakabilir misiniz?"
"Bırakabiliriz." Dedim ve Araf'ı kolundan tuttuğum gibi odadan çıkardım. Koridora çıktığımızda bir kenara çektim. "Ne yapıyorsun?"
"Asıl sen ne yapıyorsun? Ne demek eski sevgilini çağırmak?" Göz devirdim. "Araf abartma, Allah aşkına! Evliyiz biz ya, evliyiz! Kıskanmana gerek yok?"
"Ne demek gerek yok? Onun varlığı yeterince kıskanma sebebi zaten!"
"Kabul ediyorsun yani?"
"Tabiki kabul ediyorum! Hayvan gibi kıskanıyorum ulan!"
Sinirlerim bozulmuşçasına gülmeye başladım. Araf'ın yüzünü sertçe ellerim arasına aldığımda yanakları gözlerine doğru taştı ve dudakları balık gibi büzüldü.
"Beni delirtme, adam! Geçmiş geçmişte kaldı, bugünüm ve geleceğim ise sensin." Çatık kaşları ve büzülmüş dudaklarıyla dik dik suratıma bakıyordu.
"Yono do hoşlonmodom." Dedi boğuk bir sesle. "Ne?" Dedim gülerek. Yanaklarını bıraktım. "Yine de hoşlanmadım." Diyerek tekrarladı. Aşırı tatlıydı.
"Fazla tatlısın." Dedim suratına şapşal aşıklar gibi bakarak. Bir anda sinirli hali kayboldu ve tek kaşını kaldırdı. "Yesene o zaman?"
"Burada mı yiyeyim?" Dedim yüzümü yüzüne yaklaştırarak. O da bana doğru eğdi başını, "Bence sorun yok."
Öfkeli bir öksürük sesi.
Durduk ve arkama doğru baktık.
Maviş gözleri kıskançlık ve öfkeyle parlayan Furkan Arslan'ın ta kendisi tam da arkamdaydı.
"Eda? Kardeşim? Güzelim? Güzel ineğim? Ne bok yiyorsunuz siz burada?" Dedi sinirli sinirli sırıtarak.
Elinde birkaç parça kağıt tutuyordu. Belinde yuvasına takılı duran telsizinden uğultulu sesler geliyordu, boynunda personel kartı asılıydı. Açık mavi gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıyırmış, ilk iki düğmesini açık bırakmıştı. Damarlı kolları, öfkeli olduğu için daha da kabarık duruyordu.
Gömlekleri hep vücuduna oturacak kadar dar olurdu ve bu görüntüyü kendisi bilerek yaratırdı. Bol giyinmeyi hiç sevmezdi.
"Abiciğim?" Dedim şirin kız kardeş moduna girerek. Yanına yaklaşıp sarıldım, o da boştaki eliyle bana sarıldı, bu sırada hâlâ Araf'a bakıyor olduğunu anlayabiliyordum.
"Anlıyorum, evlisin. Ama yine de bu görüntüden hoşlanmayacağımı bilmen gerekir, Eda!" Dedi benden uzaklaşırken.
"Evet biliyorum." Dedim. "Baha abim de seninle aynı görüşte. Kendisi açık açık böyle söylemiyor tabii ama anlayabiliyorum."
"Ben de onu anlayabiliyorum." Dedi. "Biz senin abiniz ve abilerinin yanında sevgilin veya kocan her kim olduğu umurumda değil- bu şekilde yakınlık kurmanı istemiyorum." Tıpkı Eda'nın yapacağı gibi salak salak sırıttım. "Biliyorum, kıskanıyorsunuz."
"Kıskanmıyorum." Dedi burun kıvırarak. Bakışlarını başka yere çevirmişti.
"He he." Dedim sırıtarak. Koluna girdim ve onunla beraber yürümeye başladım. Araf'ın yanına kadar geldiğimizde durduk.
"Gerekli konuşmamı Eda'yla yaptım. Seninle tekrardan konuşmama gerek yok." Dedi abim, Araf'a.
"Bu ne?" Dedim bir anda konuyu değiştirerek. Elindeki kağıdı almıştım.
"Tayin belgeleri." Şokla abime baktım. "Ne? Nasıl? Gidiyor musun!?"
"Görev senem doldu be güzelim." Dedi abim bana tüm sevgisini hissettirircesine bakarak.
"Nereye gidiyorsun peki?" Dedim hissettiğim yanma acısıyla. Gitmesini istemiyordum.
"Malatya." Burukça gülümsedim. "Güzel bir yer olduğunu söylüyorlar."
"Senden güzel olmasın da." Dedi ve sarıldı.
Nedendir bilinmez, abimi son kez görüyormuşum gibi hissediyordum. Ama bu saçmaydı. Sonuçta istediğim zaman atlayıp onu görmeye gidebilirdim.
"Nefes, ben bi' lale Zafer'le komiserin yanına gideyim. Siz de rahat rahat konuşun." Dedi Araf. Ona ters ters baktım. "Aptallık etme, bana yeter."
Gülümseyip şakağımdan öptü, "Söz veremem."
Arkasından "Araf!" Diye bağırdım ama beni umursamadan odaya girerek kayboldu.
"Cemal olayı mı?" Dedi abim bana dönerek. "Evet." Dedim. "Tanıdığım iyi bir avukatı getirdim ama Araf kıskançlık yapıyor."
"Dur tahmin edeyim. Bahsettiği lale Zafer, bizim yavşak Zafer mi?"
"Abi!" Dedim kaşlarımı çatarak.
"Ne?" Dedi ne yaptım ki der gibi. "Basbaya da yavşaktı! Abin olarak, aranızdaki yaş farkını fazla buluyorum. Herif benimle yaşıt ulan! Bana abi, ona sevgilim diyordun."
Rahatsızca etrafa bakındım. "Kapatalım şu konuyu. Ben artık evliyim, eskilerden konuşmak saçmalık."
"Bence de herifin kendisi tamamen saçmalık. Araf haklı."
Sabır çektim.
"Anlamıyor musunuz? Bilerek değil, mecburiyetten çağırdım! Zaten parmağında yüzük var adamın."
"Parmağında yüzük var ve eski sevgilisinin yardım çağrısına koşarak mı geldi?" Bu benim sorunum değildi. Benim tek ihtiyacım güvenilir bir avukattı.
"Abi, Zafer'in kendisi de, özel hayatı da beni ilgilendirmiyor. Karısını, nişanlısını fikren aldatıp aldatmaması da umurumda değil. Ben evliyim ve kendi evliliğime bakıyorum sadece. Araf'ı çok seviyorum. Ondan başkasını değil düşünmek, gözüm bile çarpmaz."
Gülümsedi ve nazikçe kolumdan tuttu. "Biliyorum, güzelim. Senden şüphem yok zaten. Benim derdim yavşak Zafer. Bundan umut bulup başına bela olmasından korkuyorum."
Zafer, takıntılı olacak bir adam değildi. Gayet akıllı ve medeni bir insandı. En fazla benimle konuşmak isterdi, fazlasını o da yapmazdı. Kendi evliliği belki umurunda değildi ama benim de evli olduğum ve eşimi sevdiğim açıkça belliydi.
Abimin, kız kardeşini düşünen bir abi olarak korkması ve korumak istemesi de normaldi. Onlara kızmıyordum. İstesem de kızamazdım.
"Seni anlıyorum." Dedim. "Her abi senin gibi düşünürdü. Ama önemli olan benim ne düşündüğüm değil mi? Diyelim ki senin dediğin oldu. Kendimi koruyabilirim. Sadece ben değil, her kadın koruyabilir. Benim gücüm onların saçma sapan oyunlarından değil, yarattıkları Desise'den değil, ruhumdan geliyor. Kadın ruhumdan. Çünkü tüm kadınlar olarak hepimiz birer savaşçıyız."
Elini kolumdan çekti ve cebine sokup dikleşti. Yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. "Biliyorum. Kadın ırkına karşı bir hayranlığım var. Ama bunun yanı sıra seninle de gurur duyuyorum. Bugüne kadar sana hep kendini korumayı öğrettim. Gerek dövüşerek, gerek silahla. Ama bütün bunlar cesaret olmadan bir halta yaramaz. Sende o cesaretin fazlası var ve seninle bunun için gurur duyuyorum, ineğim."
Şakasına koluna vurdum. "Hâlâ inek diyorsun ya!" Kahkaha atarak geri adımladı.
"Bana cesareti de sen öğrettin." Dedim açıkça. İlk defa tüm hislerimi abime söylemek istiyordum. "Benim ilk korkum sendin, abi. Herkes babasından annesinden korkarken ben senden korkardım. Korkaklığı da dibine kadar yaşadım ben. Şimdi sıra cesarette."
Yüzündeki keyif yavaşça sekteye uğrarken burukça gülümsedi. Başını öne eğip geri kaldırdı. "Bunun için sana ne kadar özür dilesem yetmeyecek, Eda. Sen bir çocuktun ve ben de senin çocuk olduğunu göremeyen aptal bir ergendim. Ergenliğimi ağır yaşadım, normal değildi. Bu da sende iz bıraktı, biliyorum. Beni bir gün affedebilir misin?" Gözlerimin yandığını hissederken dudaklarımı birbirine bastırdım.
Başımı salladım. "Affederim. Söz veriyorum, abi. En çok seni affederim." Gözlerinin beyazının yavaşça renklenmeye başladığını gördüğümde var olan tüm gücüm çekildi sanki.
Kollarımı boynuna sararak sımsıkı sarıldığımda o da anında bana sarılmıştı.
"Seni seviyorum, küçük kardeşim." Dedi.
"Seni seviyorum, abi." Dedim.
Zihnimde canlandırdığım sahne değişti.
O anda sarılan iki kişi, Desise ve bir komiser değildi.
Küçük bir kız çocuğu ve onun ergen abisiydi.
🩸
"Acaba yeşil mi giysem? Ya da bordo? Sence?" Reyonlar arasında gezerek askılardaki elbiselere bakarken Açelya'nın çenesini çekiyordum.
"Ne istiyorsan onu giy, Açelya." Dedim göz devirerek.
"Sen ne renk giyeceksin? Pişti olmayalım şimdi. İkizler gibi gezeriz yemin ediyorum." Ne giyeceğimi ben de bilmiyordum. Bu yüzden burada değil miydik zaten? Bu ne salak salak sorular böyle ya?
Çok gergindim ve gerginliğimin hırsını elbise askılarından çıkartıyor gibiydim. Bu gece babamdan annemin intikamını alacaktım ve her şey bitecekti. Geriye sadece oyunu sonlandırıp Araf'ı kurtarmak kalıyordu. Aksi hâlde Karaslan'lar kazanırsa, Araf ölecekti.
Bu düşünce ellerimin titremesine neden oldu ve elimdeki elbise yere düştü.
"Bunadın mı kanka?" Dedi Açelya eğilip düşürdüğüm elbiseyi alarak. Bu hallerime bir anlam veremiyordu. Çünkü her şeyi tüm detaylarıyla bilmiyordu.
"Dikkatim dağınık sadece." Dedim. Askıdan siyaha yakın lacivert tonlarında bir elbiseyi çekip çıkardım. İp askılı, V şeklinde göğüs dekoltesi olan saten bir elbiseydi. Butiğin ışıkları altında kumaşı parıl parıldı. Bele kadar vücuda yapışıyor, devamı yere kadar salaş bir şekilde geliyordu. Bacak dekoltesi de vardı. Her yerde bulunabilen, pek de özel olmayan bir elbise modeliydi ama benim için bir önemi yoktu. Hoşuma gitmişti.
"Ay saçmalama." Dedi Açelya dehşetle. Tip tip baktım. "Ne diyorsun?"
"Bebeğim sen daha güzellerine ve özellerine layıksın. Para sıçıyorsun sen para para! Yatların katların var kızım senin. Özel dikim almak yerine bu her yerde bulunabilen basit modeli mi alacaksın cidden? Mezara mı götüreceksin kızım paranı?" Mesele para değildi.
Ayrıca yatım olduğunu ben bile unutmuştum, Açelya nasıl hatırlıyordu?
"Elbise olsun yeter. Fazla dikkat çekmeye gerek yok." Güldüm. "Yeterince dikkat çekiciyim zaten."
"Allah'ın egoisti." Dedi gülerken. "Ama yine de doğru bulmuyorum. Desise'sin sen! Bin liralık elbiseyle geldi, mi dedirteceksin? Gel benimle." Elimdeki elbiseyi askıya takıp elimden tuttu ve başka bir köşeye sürükledi.
Manken üzerinde duran bir elbiseyi gösterdi. "Şunu denemek istiyoruz." Dik dik Açelya'ya baktım. "Resmen zorla giydiriyorsun."
"Sen bu dilden anlıyorsun." Dedi burun kıvırarak. "Rahmetliyi şimdi daha iyi anlıyorum."
Parlak mor bir elbiseydi. Vücuda yapışıyordu ve etek boyu miniydi. Belinden itibaren pelerin şeklinde kumaş aşağı doğru uzanıyordu. Ön kısmı açıktı, sadece arka kısmı kapatıyordu. Askılı ve göğüs dolguluydu. Eteğinin uçlarında altın rengi yoğun yaldızlar vardı. Dikkatli bakıldığında göz yoruyordu ama uzaktan çok şık duruyordu. Abartısız ama derin bir sırt dekoltesi vardı. Göğüs kısmı transparan gibiydi ama altındaki göğüs pedleri göğüsleri gizlerdi. Bel kısmına kadar transparandı ve altından şerit detayları gözülüyordu. Belindeki bitişten sonrasında zaten aşağıya uzayan arka eteği uzanıyordu.
Birkaç dakika içerisinde o elbise benim üzerimdeydi. Tam oturmamıştı ama buna rağmen çok güzel duruyordu.
İlerleyen saatler içerisinde hızlıca pot duran iki kısım halledilmiş ve elbise, kumaşlı askının içerisinde bana verilmişti.
Güzellik salonundaki randevumuza gelmiş, ağdalar ve bakımlar yapılmıştı. Makyajımız da yapılmıştı. Şu anda sadece saçlarımızdaki bigudilerle bekliyorduk.
"Sen kıvırcık değil misin, niye düzleştirip üstüne yine kıvırcık yapıyorsun kızım? Hasta mısın?" Dedim söylenerek.
"Kıvırcık değilim kanka, semiz otuyum ben. Asıl sen mal mısın? Bigudi lülesi farklı, doğal lüle farklı. Bonus reklamlarının maskotu gibi geziyorum. Bu şekilde daha hoş görünüyor en azından."
"Tamam tamam sustum." Dedim göz devirerek. Bigudiler açıldığında ve dalgalar hacimlendirildiğinde normal maşadan daha hacimli görüntü çıkmıştı ortaya. Büyük bir tarakla da kızıl buklelerin üzerinden geçmişlerdi.
Giyinme odasında giyinip fermuarı çektim. Üzerimdeki duruşunu kontrol edip düzelttikten sonra ayakkabıları giydim. Ayakkabı kutusuna çıkardığım ayakkabıları koydum. Kıyafetlerimi de ayakkabının karton çantasına koydum.
Çıkarken yan odadan Açelya da benimle aynı anda çıkmıştı. Bordo elbisesiyle çok güzel görünüyordu.
Kutlama davetine Baha'nın gitmesi de zorunluydu ve o da Açelya ile gidiyordu.
Ben de Araf'la.
Aslında abimle beraber ikimiz de gidebilirdik, ama o zaman ortalık daha az karışmış olurdu.
Güzellik salonunun önüne gelmiş arka arkaya iki arabayı gördük. Range Rover'dan Araf, ve Maserati'den de abim indi. Elini uzattı, tuttum. Nazikçe kapımı açtı ve bindim. Yavaşça kapattığında gülümsedim. Arabasına değer veriyordu cidden. Sinirlendiğimde bunu koz olarak kullanabilirdim.
Akşam yoğunluğu, tüm trafiği kilit etmişti. Bu yüzden holdinge varmamız uzun sürmüştü. Davet, giriş kattaki büyük salondaydı.
Basın mensuplarının kapıda olduğunu ve geçen önemli isimlerle ufak röportajlar yaptığını gördüğümde derin bir nefes aldım. Gerçekten şu an bununla uğraşmak istemiyordum.
"Nefes Hanım!" Al işte.
"Çok güzel olmuşsunuz, Nefes Hanım." Dedi mikrofon tutanlardan birisi. "Teşekkür ederim." Dedim gülümseyerek.
"Oğuz Karaslan'ın kızısınız ama isminiz hiç anılmadı. Bir anda ortaya çıktınız ve şimdi de çoğu mal varlığının sahibisiniz." Bu konunun sonu nereye varıyordu acaba?
"Hepimizin aklına takılan soru şu; Araf Bey varken Pakgör Holding neden size kaldı?" Araf'ın elimi tutan eli sıkılaştı. Bu soru onu germişti.
"Bunlar ailevi ve özel sorular. Ayrıca iş hayatımın ardında yatan detayları da açıklamak gibi bir zorunluluğum yok. Başka sorunuz yoksa içeri geçebilir miyiz artık?"
Spikerler birbirlerine bakındılar. "Evliliğinizi tebrik ederiz, Nefes Hanım ve Araf Bey. Fakat fazla aceleye gelmiş, acaba acele bir durum mu vardı?"
"Yeter!" Dedi Araf bir anda. "Anlıyorum işinizi yapmaya ve ilgi çekici bir haber bulmaya çalışıyorsunuz. Fakat bunu yapmaya çalışırken insanlara saçma sapan imalar yapamazsınız. Bu kadarı haddiniz değil. Yatak odası muhabbetlerine de girecek misin? Sanmıyorum. O zaman bu konuşma burada sona erdi. Gidelim, güzelim." Araf tuttuğu elimden çekerek beni içeri soktu. Birkaç dakika sonra abimle Açelya da gelmişti ama Açelya'nın yüzü asıktı.
Aynı basın grubuna onlar da takılmıştı ve her ne olduysa Açelya buna çok kırılmıştı. Salona Araf'la girmeliydim. Sonrasında lavabo bahanesiyle Açelya'yı götürmem ve konuşmam gerekiyordu. Onu bu denli neyin üzdüğünü öğrenmek istiyordum.
Araf ve ben, abim ve Açelya yan yana salona girdik. Bakışlar bize dönerken özellikle de kendi üstümde hissediyordum gözleri. Çünkü Karaslan ailesinin düşmanıyla evliydim ve onunla gelmiştim davete.
Ama tuhaf bir şekilde Açelya ve Baha'ya olan bakışlar çok farklıydı. Bazıları kınar gibi bakarken bazıları onları zerre umursamayarak önüne dönüyordu.
Açelya'ya baktım. Dudaklarını birbirine bastırmıştı. Dokunsan ağlayacak gibi duruyordu. Abim ise her şeye göğüs gerercesine ve Açelya'yı sahiplenircesine ona sarılmış, omzu dik yürüyordu.
Bilmediğim ciddi bir şeyler dönüyordu.
"Araf." Dedim bir anda. "Ben bi lavaboya gidiyorum. Yağmur çiseliyordu, makyajım falan bozulmuş mu ona bakayım, Açelya da benimle gelsin."
"Tamam, güzelim."
Açelya'yı abimin kollarından alıp elinden tuttum ve lavaboya sürükledim.
Bir iki kişi dışında kimse yoktu. Onların çıkmasını bekleyemezdim çünkü her seferinde yeni birisi gelecekti.
"Neler oluyor?" Dedim Açelya'ya doğru eğilerek. Gözleri dolmuştu.
"Birisi basına bir şey sızdırmış. Eflin ile benim çok yakın arkadaş olduğumu, Baha ve Eflin'in sevgili olduğunu, benim metres olduğumu, sonrasında Baha'nın benim için Eflin'i terk ettiğini ve Eflin'in şu an psikoterapi aldığını." Gözlerim büyüdü. Doğruyu çarpıtmak bu olsa gerekti? Doğruydu ama aynı zamanda da yalandı.
Eflin ve Açelya hiçbir zaman o kadar yakın arkadaş olmamıştı. Ayrıca Baha ve Açelya'nın ilişkisi Eflin varken başlamamıştı. Eflin ve Baha zaten ayrılmıştı. Ve Eflin terapi falan görmüyordu.
"Bütün bunların öncesinde başka bir soru sordular." Dedi. "Evlenip evlenmeyeceğimiz." Klasik.
"Baha çok kesin ve net bir şekilde öyle bir şey olmadığını söyledi. Sonrasında bu durum patladı. Ne duruma düştüğümü anlayabiliyorsun, değil mi?" Ve gözyaşı yanaklarından süzüldü. Dudaklarını ısırarak bastırmaya çalıştı ama yapamadı.
"Abim bilemezdi, Açelya." Dedim onu teselli etmeye çalışarak. "Bilseydi o şekilde bir üslupla konuşur muydu? Seni o duruma düşürmek ister miydi? Onu suçlamıyorsun, değil mi?"
Omuz silkti. "Ben kendimi suçluyorum. Hata bendeydi. Söyledikleri hangi şey yalan, bir söyler misin?" Başını iki yana salladı. "Eflin'e seni seviyorum dedikten sonra bana ilanı aşk eden adama tüm duvarlarımı yıkıp kapımı açtım, Eda. Eflin kapıma geldi ve bunların hepsini anlattı. Ben buna rağmen yine de Baha'dan kopamadım. Kopamam ki, yapamam. Bu duruma düşmeyi kendim hak ettim ben."
"Hayır hiçbir şey hak etmedin!" Dedim kaşlarımı çatarken. "Aptal saptal konuşma karşımda! Birincisi, sen hiçbir şey bilmiyordun. İkincisi, sen yine hiçbir şey bilmiyorsun. Evet Baha benim yanımda söyledi Eflin'e o sözleri. Ama bir daha asla ona dönmeyeceğini de söyledi, Açelya. Umut falan vermedi. Baha Eflin'i hâlâ seviyor, ama seni sevdiği gibi değil. Onu bir insan olarak seviyor. Sana ise aşık. Sana bakarken içi gidiyor adamın, ben onun hiç Eflin'e böyle baktığını görmedim!" Sıkıntılı bir nefes verdim. "Basına bu yalan haberi kimin sızdırdığını da biliyorum galiba."
Kızarmış mavi gözleri merakla baktı. Öfke de vardı içlerinde.
"Sen dün kiminle laf dalaşına girip hakaret ettin? Üstüne gittin?" Dedim kendisinin akıl etmesini ister gibi.
Kaşları çatıldı ve öfkeyle burnundan solumaya başladı. "Burada değil mi o kaltak!?" Dedi eliyle kapıyı göstererek. Gidecekken kolundan tutup durdurdum. "Dur! Sakin olmalısın, fevri hiçbir hareket içini rahatlatmayacak ve ders vermeyecek. İntikam mı istiyorsun? Beni bekle. Sıra ona da gelecek."
"Nefes! O benim hayatımı mahvetti! Ben hayatım boyunca üstümde bu damgayla yaşayacağım! Metres damgasıyla! Kullanılmasına izin veren basit bir kadın damgasıyla! Bunun benim hayatımda nelere yol açacağını düşünebiliyor musun!? En beri başta iş bulamayacağım ben ya! İşsiz kalacağım!" Kollarından sıkıca tutup durdurdum.
"Ya kendine gel bi! Sen kız kardeşinin kim olduğunun farkında mısın? Desise'nin kız kardeşisin sen! Üstünden bu damgayı kazımam saniyeler alır! Seni bununla yaşamaya mahkum eder miyim sanıyorsun? Gel buraya." Çekip sarıldım. Başını omzuma yasladığı gibi iç çekerek ağlamaya başladı. Saçlarını okşadım.
"Her şeyi halledeceğim. Burnundan fitil fitil getireceğim onun, söz veriyorum sana. O sana ve anneme acımadı, el kadarken bana acımadı. Ben ona hiç acımayacağım."
Açelya'nın akan makyajını bizzat kendim temizleyip tazeledikten sonra salona geçmiştik. Salon girişinde koca bir afişte Karaslan Holdingin 76. Yıldönümü olduğu yazıyordu.
Babam, amcam, Yaren kaltağı, Araf'ım ve abimin olduğu masaya beraber ilerledik. Babam ve amcam bir adamla konuşuyordu. Araf ve Baha da kendi aralarında ciddi bir konuşma içerisindelerdi.
Masaya ulaştığımızda Açelya Baha'nın yanındaki yerini almıştı. Baha, Açelya'ya sarılıp saç diplerinden öptü ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Açelya başını abimin göğsüne yasladı ve durgunca etrafı izledi.
Araf da benim belime sarılmıştı. Kulağıma eğilip "Baha anlattı. Açelya çok kötü görünüyor." Dedi. "Biliyorum. Kardeşime bu iğrençliği yaşatanlar, aynı iğrençlikle sınanacak, Araf. Aynı şekilde."
"Aklında ne var senin?" Dedi merakla. Şeytani bir gülümseme oluştu yüzümde. Pür dikkat Yaren kaltağına odaklandım. O ise telefonuyla ilgileniyordu.
"Aklımda ne olduğunu bir ben, bir şeytan, bir de Allah biliyor." Dedim ve sessizliğe gömüldüm.
🩸
Gecenin ilerleyen saatlerinde babam kürsüye çıkmıştı. Göz ucuyla amcama baktığımda hasetle kendi öz kardeşini izlediğini gördüm.
"Birkaç dakikanızı alacağım." Dedi babam mikrofona doğru. "Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Bugün, dedem Murat Karaslan'ın Karaslan Holdingi kuruşunun yetmiş altıncı yıldönümü. Dedemden babama, babamdan da bana geçti, böylelikle el birliğiyle bu şirketi bugünkü başarılarına taşıdık. Bundan sonra da taşımaya devam edeceğiz. Teşekkürler." Babam, alkışlar eşliğinde kürsüden inerken ve konuşma yapması için başkaları çağırılırken abimle aramızda bir bakışma geçti.
Dünyanın en sıradan konuşmaları arasında ilk ona girebilirdi cidden.
Etraftaki insanlara bakarken Sevda Hanım ile göz göze geldim.
Annemin en yakın arkadaşıydı ama onu ölüme sürükleyenlerle çalışabiliyordu. Bir de üstüne bana onları koruyabiliyordu.
Tek kelime; midesizlik.
Herkes birbirinden kötüydü. Hepimiz birbirimizden kötüydük. En masumumuz bile masum değildi.
Bana gülümsedi.
Onu görmezden geldim.
Slow bir müzik çalmaya başladığında birkaç çift dans etmek için ortadaki boş alana geçmişti. Gökhan amcamın, kardeşi kaltak Yaren'i dansa kaldırdığını göz ucuyla gördüm.
Baha, Açelya'yı dansa kaldırmak istedi ama Açelya onu reddetti. Gözlerin daha fazla üzerine çekilmesinden korkuyordu. Bu baskı onu çok üzmüştü, her halinden belliydi. Açelya'nın bakışları yere düştü, abimin ona bakışları ise benim içimi ısıttı. Herkesten saklamak ister gibi sarıldı ve siyah saçlarından öptü. Açelya gözlerini yumdu.
"Güzel Desise?" Yanımdaki yakışıklıya çevirdim başımı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz acaba?" Dedi elini uzatarak. Hevesle elini tuttum ve beraber piste ilerledik. Elini belime sarıp kendisine çekti ve diğer eliyle elimi tuttu.
"Fazla güzel olmuşsun, beğenmedim." Dedi burnunu burnuma vurarak. Elimde olmadan güldüm. "Sen de fazla yakışıklısın, yüzüne vuruyor muyum?"
"Vurabilirsin." Dedi gerinerek. Omzundaki elimle omzuna vurduğumda havası söndü ve güldü. Alnını alnıma yasladığında gözlerim kendiliğinden kapandı. Kokusu ve sıcaklığı kendimi evimde hissettiriyordu. O varken her yer evdi benim için.
"Seni seviyorum." Dedi. "Bunu sana söyleyemediğim her an, her gün, her yıl için. Seni çok seviyorum."
Bir yıkım, beni temelimden sarstı. Yıkımın ve sarsıntının en güzel haliydi aşk, sevda.
Araf'ınki aşk değil, sevdaydı. Aşk biterdi, ama sevda baki kalırdı. Ben Araf'ta baki kalmıştım.
"Ben de seni seviyorum." Dedim beni oradan oraya savuran zindan gözlerine içim giderek bakarken. "Canını yaktığım ve seni yalnız bıraktığım her an için. Ben de seni çok seviyorum."
"Sen beni istediğin kadar yalnız bırak." Dedi. "Ama istesen de kimsesiz bırakamazsın. Senin ruhun benim ailem. Ölsen bile ruhunla yine yaşarım ben."
🩸
Gecenin ilerleyen saatleriydi. Konukların çoğu azalmıştı ve babam her zamanki gibi örnek bir iş adamı olarak ofisine çıkmış, çalışıyordu.
Holdingden çıkmıştım. Gecenin soğuk ayazı çıplak omuzlarıma, sırtıma ve gerdanıma çarpıyordu. Üşüdüğümü hissettim, ve bu bana güç verdi.
Caddenin aşırı sakin oluşundan fırsat bularak yolun karşısına geçtim. Sert rüzgarın etkisiyle elbisenin eteği geriye doğru savruluyordu.
Herkes içerideydi. Ama bu, bir problem değildi.
El çantamdan telefonumu çıkarıp arama yaptım ve kulağıma dayadım. Ağaçların arasında kalarak yönümü holdinge çevirdim.
"Evet?" Dedi karşıdaki ses.
"Geri sayımı başlat ve oradan derhal uzaklaş." Dedim buyurgan bir şekilde. "Tamam." Dedi ve kapattı.
Elli dokuz, elli sekiz, elli yedi...
İki dakika içerisinde olacaktı her şey.
Bir dakika bitti bile.
Kollarımı bedenime sardım ve dik duruşumla holdingi izlemeye devam ettim.
Üç, iki, bir...
Ve Karaslan Holdingin en üstten birkaç katı bombayla birlikte patlayarak etrafa kıvılcım saçtı.
Bombanın menzili fazla uzun değildi, konuklar ya da dostlarım zarar görmezdi.
Alev alev yanan holdingi çift taraflı izledim.
Dehşet içindeki Eda'yla, ve eseriyle memnun Nefes'le.
Uğruna sevdiği kadını ve bebeğini sattığı şirketiyle beraber yanıyordu şimdi.
Değmiş miydi? Cidden değmiş miydi? Saygınlık için sevdiği kadının ölmesine sebep oluşuna değmiş miydi? Kızının hayatını mahvetmesine değmiş miydi?
Ne fark eder? Artık yolun sonundaydık. Artık ne sevdiği kadın, ne kızı, ne de şirketi kalmıştı. Kendisi bile kalmamıştı.
Elveda, baba.
Gülümse, anne.
İntikamını aldım.
Ağla, Eda.
Senin olan her şeyi yakıp yıkmaya başladım.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro