Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7 ~ Çip


Balmorhea - Remembrance

7. BÖLÜM

"Evet. Onun kızıyım. Adım-" yine o his, "Nefes. Senin nefesin değil, Yağmur'un Nefes'i."

Reddettim.

Oğuz Karaslan. Onu her şeyiyle reddettim.

Ben Yağmur Pakgör'ün kızıydım. Oğuz Karaslan diye bir babam yoktu. Çünkü onun hiçbir zaman Nefes Karaslan diye bir kızı olmamıştı. Bir de pişkin pişkin bunu söylüyordu? Hiç utanmıyor muydu? En azından gözlerini kaçırır diye bekliyordum. Ama o, yüzüme baktığı ilk andan beri ezberlemek istercesine bakmaya devam etmişti. Ben olsam bakamazdım, yüzüm olmazdı. Belki de sorun buydu? Oğuz Karaslan yüzsüzdü!

En azından tek bir şeyi öğrenmeye hakkım vardı. Sonrasında kendi kafamda bir karara varacaktım. "Annem nasıl öldü?" İşte şimdi gözlerini kaçırdı. Kızı konusunda yüzsüzdü ama metresi konusunda yüzü vardı demek ki?

"Bunu sana dayın söylesin." Sinirlerim bozulmuşçasına gülmeye başladım. "Dayım mı? Neden annemin ölümünü dayım söylüyor, baba(?)" Burun kemerini sıkarak yüzünü buruşturdu. "Tamam! Lanet olsun. Doğumda ölmüş. Detay sorma." Detaylardan kaçıyordu. Detaylarda cinayetin kokusu mu saklıydı yoksa?

Yutkundum.

Annem, beni doğururken can vermişti. Son nefesini ben doğduğumda vermişti. Belki de bu yüzden ismimi Nefes koymuşlardı? Annem, son nefesini bana miras bırakarak gittiği için?

Nefes al, Desise. Nefesin sana kalan en büyük miras.

Desise'nin anlamı neydi? Oyun. Bana neden oyun diye sesleniyorlardı?

Neden Pakgör ailesi ile Karaslan ailesi düşmandı? Annemin ölümünün bir etkisi mi vardı bunun başlangıcında?

Bana hiçbir şey anlatılmıyordu ve kendi kafamda çözmek zorunda kalıyordum. Bu yorucuydu. Zaten psikolojik olarak iyice yorulmuştum. Bir de bunu düşünmekle kendimi zorluyordum. Başka çarem yoktu.

"Annemin ölümünde parmağınız var, değil mi? Zaten Karaslan ailesi beni hiç istememişti! Bir de annem? Şimdi neden peşimdesiniz? O yerden yere vurduğunuz Kızıl Maske'nin babası, dayım Asaf Pakgör'ün bana karşı duyduğu sevgiyi hissettim. Ama size gelince duvarla karşılaşıyorum. Sahtesiniz! Size asla güvenmiyorum! Eğer hiçbir şey anlatmamaya devam ederseniz, bu beni son görüşün olacak, babacığım(!) " Arada kalmışlıkla bana baktı.

"Karaslan'lar seni istemedi değil, Nefes. Tamam, başta... Gençliğin getirdiği cahillikle seni istemedim. Ama seni isteyen bir kişi vardı." Söylemekle söylememek arasında gibiydi. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini tavana dikti. Yumup bir süre bekledikten sonra açıp bana döndü.

O isteyen kişinin sevgili abiciğim olmadığı kesindi. Amcam da olamazdı, onda hiçbir sıcaklık hissetmemiştim, halam olabilir miydi? Daha onunla da tanışmamıştım.

"Seni seviyorum, Nefes." 19 yıllık üvey babamdan duymadığım bu cümleyi, şimdi en fazla bir kaç saatlik öz babamdan duyuyordum? "Buna ne kadar inanırsın, bilmiyorum. Ama ben kendimden eminim ve doğruyu söylediğimi biliyorum, kızım." Ne zaman dolduğunu anlamadığım gözlerimden yaşlar akarken geri çekilip ellerimle yüzümü hızla sildim.

"Benim sevgiye, hayata ilk kez merhaba dediğim an ihtiyacım vardı, baba. Şimdi değil. Şimdi sorsan herkes seviyor zaten." Yanıma yaklaştı. "Seni bırakmaya niyetim yok, kızım. Özellikle de şu durumda. Burada kalman gerekiyor. En azından bir kaç gün." Alayla güldüm. "Bunu kabul edeceğimi gerçekten düşünüyor musun? Benim bir ailem zaten var! Başka bir aile! Gerçek bir aile!" Koyu yeşil gözleri pencereye kaydı. Keskin çenesi belirginleşmişti. "Seni anlıyorum ama benim de bir sabrım var, Nefes Karaslan!" Nefes Karaslan? Hangi Nefes Karaslan? Öyle birisi gerçekte var mıydı? Yoksa o içimdeki kadın mıydı Nefes Karaslan? Belki de oydu. Ama ben değildim. "Eda Arslan! Duydun mu? Nefes Karaslan diye birisi yok! Ben Eda Arslan'ım! En fazla bir kaç saatlik babama 19 yıllık gerçek ailemi satmayacağım!"

"O ailen seni satmak üzere ama? Arkanda olan tek kişi Evrim Arslan, Nefes. Herkes karşında. Ve sen yine de oraya mı gideceksin?" Beynimden vurulmuşa döndüm. Abimi biliyordum. Ama... Babam da mı?

"Eve nasıl girdiğini sanıyorsun? Her zaman seni takip ediyorduk. O gece seni uyutmuşlardı. Sonra eve götürdüler. Annen şaşırmadı, biliyor musun? Baban da gerçeği o gece öğrendi. Abin hiçbir şey bilmiyor." Her şey üst üste bindikçe nefes almakta zorlanmaya başlamıştım. Baktığım yer dönmeye başlayınca tutunacak bir yer aradım. Babam, kolumdan tutarak destek oldu ve yatağının kenarına oturttu. Dokunuşu çok narindi. Sanki her an kırılacak bir bardakmışım gibi. "Çoğu şeyi bir anda öğrenmeni istemezdim. Ama dediğim gibi, acele etmek zorundayız. Orada güvende olmayacaksın. Burada bizi sevmesen bile en azından güvende olacaksın." Haklıydı. Ama burada kalmak istemiyordum. Ama kalacak başka bir yer de bilmiyordum.

Asaf Pakgör onunla kalmama izin verir miydi acaba?

Ama bu da erkenden taraf seçmek demekti. Ve ben daha hiçbir şey bilmeden bir tarafa geçemezdim. Her şeyi öğrenmek zorundaydım. Başka yolu yoktu.

Tepki vermedim. Bunu bir cevap olarak algılamış olmalıydı. "Burada bekle." Kapıyı açtı ve çıktı. Odada yalnız kalmıştım. Kafam çok doluydu. Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum!

Geri döndüğünde elinde bir bardak su vardı. Önümde diz çöküp suyu uzattı. Gerçekten bir çabası olduğunu görebiliyordum. Ama güvenmiyordum işte. İster istemez samimiyetsiz geliyordu. Belki de onu hiç tanımadığım içindi. Tanıma fırsatı vermediği içindi.

"Odan çoktan hazır. Şey... En sevdiğin renk ne?" Eskiden maviydi. Mavi ve yeşil. Şimdi ise kırmızıya ve siyaha daha çok yaklaşmıştım. "Ne için sorduğuna bağlı." Kirli sakallı çehresinde elini gezdirdiğinde ufak çaplı sesler çıkmıştı. "Mobilyaların siyah. O yüzden sordum. Hemen değiştirebilirim." Siyah mobilya mı? Evdeki mobilyalarımın beyaz oluşu düşmüştü aklıma. Çok seviyordum. Şimdi ise siyah olduğunu duymak bana daha iyi hissettirmişti. "Yok, hayır. Siyah güzeldir. Ne kadar kalacağım?" Samimiyetle gülümsedi. "İstediğin kadar." Hiç de mantıklı bir cevap olmamıştı. Ben zaten araftaydım!

"Hadi gel sana odanı göstereyim." Dedi ve ayağa kalkıp elini uzattı. Şu an gözüme tam olarak bir baba gibi gözükmüştü. Küçük kızına elini uzatan bir baba. Peki ben tutacak mıydım?

Hiç sanmıyorum.

Madem burada kalmak zorundaydım, hepsinin burnundan getirecektim.

Elini görmezden gelerek kendim kalktım ve yanında durdum. Bozulsa da renk vermeden hafifçe gülümsedi ve elini çekti. Önden ilerleyerek kapıyi açtı ve çıktı. Ben de peşinden çıktığımda kapıyı kapattım. Hemen yan odanın kapısına geldiğinde dudaklarım aralandı. Odalarımız dip dibeydi. Benden uzak kalmak istemiyordu sanırım.

Siyah ahşap kapının kulpunu çevirdi ve açtı. Gözüme ilk çarpan, kırmızı duvarlardı. Bu, kaşlarımın şaşkınlıkla havaya kalkmasına neden oldu. Siyah, kumaş kaplama yatak başı, altı boş siyah yatak, siyah dörtlü gardrop, aynasının etrafı ışıklı bir makyaj masası, geniş bir komodin, çalışma masası; duvara asılmış, led ışıkla süslenmiş bir fotoğraf askısı. Onun yanında büyük, siyah bir mantar pano. Hepsi siyahtı. Yatak örtüm kırmızıydı, halı tüylü kırmızı bir halıydı. Yatak, hemen duvar kenarına dayalıydı. Tam karşısında pencerenin hemen kenarında çalışma masası vardı. Onun yanında gardropum, onun yanında makyaj masam. Yatağın tam karşısında, kapının bulunduğu duvarda ise duvar boyunca ve geniş bir kitaplık vardı. Arkası kapalı değildi ve o da siyahtı. Kitapların arkasından kırmızı duvar görünüyordu. Hemen yanında, kapıyla kendi arasında da geniş komodin vardı. Benim pencerem de boydan boya bir pencereydi ama tüm duvarı kaplamıyordu. Kenarlarında siyah güneşlik perdeler vardı ve perdeler kırmızı bir perde tokasıyla tutturulmuştu.

Hoşuma gitmedi desem külliyen yalan olurdu.

Eski odamdan genişti ama yine o kadar da büyük değildi. En azından ferahtı, beğenmiştim.

Şaşkın yüz ifademe bakan babam gülmeye başladı. "Beğendin, değil mi? Aslında en sevdiğin rengi öylesine sormuştum. Zaten biliyordum. Dediğim gibi, sürekli seni takip ediyordum. Savcı olmak istiyordun, değil mi?" İstemek fayda değil. Bu saatten sonra asla olamayacaktım.

"Şey..Bu sana iyi hissettirir mi, ne tepki verirsin kestiremiyorum ama..." Bakışlarım ona döndü. Gerçekten afallamış görünüyordu. Biraz da heyecanlıydı sanırım. Bana başka bir şey daha mı hazırlamıştı?

"Annenle iyi ayrılmadık. Ama asla ondan nefret ediyor değildim. Neden bundan bahsediyorsam... Konu bu değil. Neyse, sana bir şey hazırlattım. En iyi adamını buldum da yaptırttım." Ne, be adam, ne! Söyle artık!

Hemen yanımızdaki komodinin en üst çekmecesini açtı ve bir çerçeve çıkarttı. Bana uzattığında ters tutmuştu. Elinden alıp çevirdiğimde buz kesmiştim.

Gerçek gibiydi. Hatta kendimi bilmesem, gerçek derdim.

Annemle resmimizi fotoshop yaptırmıştı. Onun göğsüne yaslanıp uzanmışım, annem de bana sarılmış, yanağını başıma yaslamıştı. Benim bir elim onun elinde, diğeri yerdeydi. İkimiz de kameraya gülümseyerek bakıyorduk.

Bu gerçek olabilirdi.

Annem ölmemiş olabilirdi.

Onları hiç tanımadan büyümüş olmayabilirdim.

Bir gece yarısı hayatım berbat bir şekilde mahvolmayabilirdi.

Bunun sorumlusu kimdi? Ölmüş annem mi? Karşımdaki babam mı? Abisi mi? Kız kardeşi mi? Dayım mı? Kim?

Bugünleri yaşamama sebep olan kimdi?

🩸

Camda patırdayan o tanıdık sesle gözlerimi açtım. Çok yorgun hissediyordum. Gözlerim acıyordu, uyumaya devam etmek istiyordum ama uyuyamıyordum. Çok yorgundum ama yatak sırtıma batıyordu sanki. Artık kalkmak zorundaydım.

Yorganı üzerimden attım ve sırtüstü dönüp tavana baktım. Bir süre öylece tavana baktım. Hiçbir şey düşünmedim, hiçbir şey görmedim.

Bir kaç dakika sonra kendime gelince oflayarak gözlerimi ovuşturdum ve yataktan kalktım. Yeni kalktığımdan olsa gerek, üşüdüğümde hafifçe titredim. Kenardaki yün, sıcak tutacağı belli olan sabahlığı üstüme geçirdim. Koyu bej rengiydi ve boyu kısaydı. Kuşağını bağlayıp odadan çıktım ve dün babamın gösterdiği banyoya girdim. İşimi gördükten sonra ellerimi yıkarken iyice kendime gelmiştim. Banyoyu inceleme fırsatı buldum. Altın rengi ve beyazdan oluşuyordu. Sanırım simsiyah bu evde beyaz olan tek şey giriş kapısı ve bu banyoydu.

Lavabo tezgahının uzak bir kenarında üstünde "Nefes Karaslan" yazan mor kutuyu görünce kaşlarım çatıldı. Ellerimi kağıt havluyla kurulayıp çöpe attım ve kutuya uzandım. İçinde bakım ürünleri vardı. Son zamanlarda sık sık gördüğüm Foreo markalı cilt temizleme aletini görünce kaşlarımı kaldırdım. Ne zamandır aklımdaydı ama pahalı bulduğum için alamamıştım. Şimdi ise ellerimdeydi. Rengi mordu. Kutunun içinde kaliteli bir markanın yüz temizleme jelini de görünce geriye yapmak için tek bir şey kalmıştı.

En son kuruyan yüzüme aleo veralı nemlendirici sürdükten sonra kutuyu kapattım ve banyodan çıktım. Eğer her şey biter de Arslan ailesinin evine geri dönersem bu pahalı ürünleri hayatta bulamazdım. Ekonomi öyle bir haldeydi ki, bulduğun an değerlendirmezsen o şans eline tekrar geçmiyordu.

Şimdi pijamalarımla aşağı inemezdim. Bunlar zengindi. Kesin kahvaltıya abiyeyle, takım elbiseyle falan iniyorlardı.

Odama geri döndüğümde kapıyı kapattım. Yatağımı topladıktan sonra dolabı açtım. Bir sürü kıyafeti bir anda görünce aniden afallama yaşasam da çabuk toparlandım. Buna alışmalıydım. Bir kaç gün daha buradaydım nasılsa.

Abimle babam ne yapmıştı acaba? Gece eve gitmemiştim. Dahası, üstümde ve telefonumda hâlâ çip vardı! Bunu yeni babama söylemem gerekiyordu. Bu yüzden bir an önce hazırlanmalıydım.

Kot pantolon üstüne madonna yaka, dar kalıp, uzun kollu bir bluz giydim. Rengi yine kırmızıydı. Kolları avucuma kadar uzanıyordu, bu his hoşuma gitmişti. Saçlarımı taradım ve sadece rimel ve dudak balmı sürüp beyaz spor ayakkabı giyip odamdan çıktım.

Aşağı indiğimde herkesin salonda oturduğunu görünce bir an gerildim. Tüm bakışlar üstüme çevrilmişti. Dikkat çekmeyi sevmiyordum!

Düşündüğümün aksine abiyeyle inmiyorlardı. Amcam ve babam yine resmiydi ama Baha gayet spordu. Ve o kadın da gayet günlük giyinmişti.

"Günaydın." Dedim biraz tereddütle. En sevdiğim abim(!) göz devirerek önüne döndü. Amcam belli belirsiz gülümseyerek "Günaydın." Dedi. Yanındaki kadını ilk defa görüyordum. Halam bu kadın olmalıydı. "Günaydın, tatlım. Sen Nefes olmalısın? Ben Yaren. Babanın kız kardeşiyim." Çok yapmacıksın be halacığım(?)

Hepsinin aksine babam sıcak bir şekilde gülümsedi. "Günaydın, güzelim. Gel otur." Baha, ona inanamazcasına baktı. Dudaklarını oynatarak "Pes!" Dediğinde hemen anlamıştım. Ne diyebilirim ki? Haklıydı.

Babamın yanına oturduğumda gerginlikle yumruklarımı sıktım. "Baba, seninle bir şey konuşmam lazım." Dediğimde tüm bakışlar yine bana döndü.

"Özel mi?" Dediğinde bir an salondakilere göz gezdirdim. "Aslında özel mi değil mi ben de bilmiyorum. Ama ciddi olduğu kesin. Abim-" Baha anında bana baktı. Çok ters bakıyordu. Ondan gözlerimi ayırmadan bastıra bastıra "Furkan Arslan." Dediğimde göz devirerek tekrar önüne döndü. Ben de babama döndüm. Dik dik oğluna bakıyordu. "Vücuduma yapışkanlı bir çip yerleştirmişti. Telefonuma da program kurmuştu. Sizin için tehlike arz edebilir." Amcam atladı. "Furkan şaşırtmıyor. Hallederiz, Nefes. Rahat ol sen. Yaren. Nefes'in çipini çıkartmasına yardım edip bana getirir misin? Ve Nefes, telefonunu da getir."

Yaren hanım ayağa kalktı. "Gel, hayatım." Ben de kalktım ve beraber boş bir odaya girdik. Çipi söktükten sonra çiple beraber salona geri döndü. Ben de telefonumu almak için odama geri döndüm. Çantamdaki telefonumu çıkardım. Her ihtimale karşı Açelya'nın numarasını boş bir kağıda yazdım ve çantama attım. Telefonla beraber aşağı indim.

Beyaz renkli iPhone 8 Plus telefonumu amcama uzattım. Telefonla ve çiple beraber kalkıp merdivenlerin hemen yanındaki koridora girdi ve gözden kayboldu.

Ufak, hoş bir çan sesi duyulduğunda nereden geldiğine bakmaya çalıştım. Yaren hanım, Baha ve babam kalktı. "Kahvaltı hazır, gel." Babamın açıklamasının ardından onlarla beraber ilerledim. Mutfağın hemen yanındaki kapısız geniş odaya girdik. Yemek odasıydı. Mutfakla aralarındaki duvarda cam kapı vardı. Çalışanlar oradan geçerek masaya gerekli şeyleri bırakıp yine oradan gidiyorlardı.

En baştaki sandalye boş kalırken sağına Yaren hanım, soluna babam oturdu. O sandalyenin evdeki en kıdemli kişiye ait olduğunu anlayabiliyordum. Sanırım o kişi de amcamdı.

Baha bana düşmanıymışım gibi baktı ve söylenerek halasının yanına oturdu. Heralde bilmeden onun yerine oturmuştum. Bu pek de umurumda olmadı. Aksine, Baha'ya meydan okurcasına bakıp gülümsedim ve göz kırptım. Dişlerini sıktı. Gülümseyip saçımı geriye attım ve sofraya döndüm. Hayatım boyunca bu kadar şeyi bir arada görmüş müydüm?

Yaz tatillerinde tatile gittiğimizde abim sayesinde otel yerine daha ucuza geldiği için polis evinde kalırdık. Şehre göre değişirdi. Birisinde çok lüks iken başka birisinde çok apartmanvariydi, lüksle uzaktan yakından alakası yoktu. Lüks polis evlerinden birisine denk geldiğimizde açık büfede anca görüyordum. Gerçi o bile bu kadar değildi.

Yiyeceğim kadar şeyi tabağıma aldım ve kahvaltıya başladım. Ama bir şey eksikti. Uzun uzun sofraya göz gezdirdim. Sonra buldum. Kahve koymak için gelen çalışana döndüm. "Pardon, çay var mı?" Kız şaşkınlıkla bakakaldı. Yaren hanım ve Baha da duraksarken bir an birbirlerine baktılar. Çok mu anormal bir şey söylemiştim? Babam kaskatı kesilmişti. Peynire uzanan eli havada kalmıştı. Neler oluyordu be?

"Nefes hanıma çay getirin. Tavşan kanı olsun." Amcam, arkamdan geçerken omzuma elini koyup geçti ve yerine oturdu. Herkes hâlâ şaşkınlıkla bakınıyordu. Amcamın yüz hatları sertleşti. "Ne bakıyorsunuz? Sağır mısınız? Evin kızı çay istedi sizden!" Kız telaşla kahveleri doldurup mutfağa koştu. Biraz üzülmüştüm. Her gün bu adamın azarlamalarına maruz kalıyorlardı. Ekmek parasıydı işte. Ülkedeki işsizlik durumuna da bakıldığında buldukları işi bırakamıyorlardı.

Bu aptal aptal tavırları sinirlerimi bozarken sakin kalmaya çalışarak gülümsedim. "Neden bu kadar şaşırdınız? Çay içmek çok mu anormal bir durum? Türkiye'de?" Cevap vermediler. Amcam memnuniyetle gülümseyerek diğerlerine kaçamak bakışlar atıp beni izliyordu.

Yaren hanım boğazını temizleyip konuştu, "Bu evde kimse çay sevmez. O yüzden uzun zamandır yapılmıyor."

"Prenses sanki. Bir de kendine çay yaptırıyor." Baha'nın fısıltı tonunda homurdanması, sesinin duyulmasına engel olamamıştı. Ev çok sessizdi. Yapayca güldüm. "Kusura bakma, abiciğim(!)" Duraksayarak bana baktı ve gözlerini kıstı. "Burada kalmamı bu kadar çok istiyorsanız ve ben de ne olursa olsun bu ailenin kızıysam, babanın kızıysam, istediğim elbet olacak. Kendi evim sayılıyor ya hani?" Dedim işaret parmağımı havada sallayarak. Baha ve Yaren hanım rahatsız olarak kaşlarını çatarken amcam gülüşünü gizlemeye çalışıyordu. Babam ise tepkisizdi, hiç karışmadan sadece kahvaltısına odaklanmıştı.

Kendime verdiğim o sözü tutuyordum. Hepsinin burnundan gelecekti.

Amcam konuştu, "Sevdim seni, Nefes. Dobrasın, tam istediğim gibi." Kendimde sonunda o iradeyi bularak konuştum, "Nefes ismine alışamıyorum. Eda derseniz daha iyi olur." Anlayışla onayladı. "Tamam, Eda. Anlaşılan bu evde bir tek benimle anlaşacaksın. Ve anlaşılan bu evde bir tek seninle anlaşacağım. Sırtını sağlam kayaya yaslıyorsun, merak etme." Dedi ve güldü.

Yaren hanım rahatsızlığını çekinmeden sergilerken "Abi-" diyordu ki Gökhan Bey, yani amcam, elini kaldırıp onu susturdu. "Benim onayladığım bir şeyi sorgulamak ne zamandan beri size düşüyor, Yaren?" Yaren hanım öfkeyle kasılırken sandalyesini geriye attı ve kalktı. "Size afiyet olsun." Onun sofradan hiçbir şey yemeden aç karnına kalkışına kimse mani olmadı. O da daha çok öfkelenerek odadan çıkıp gitti. Topuklarının öfkeli tıkırtısı buraya kadar geliyordu.

Cam kapı açıldı ve tepside bir bardak çay getiren Eflin içeriye girdi. Girer girmez ilk bana bakmıştı, saniyelik afallarken gözleri masada gezindi. Sanırım burada Baha'yı göreceğini sanmıştı.

Çayı getirenin Eflin olduğunu gören amcam yine tehlikeli bir yüz ifadesine büründü ve Eflin'e dik dik bakmaya başladı. Eflin gerginlikle çayı önüme bırakırken eli titreyince çayı havada kaptım. Az kalsın üstüme dökülüyordu. Bardaktan taşan sıcak çay elime dökülünce canım yanmıştı. İstemsizce iç çekerken Eflin telaşla geri çekildi. "Çok özür dilerim, gerçekten, istemeden oldu!"

"Dikkat etsene!" Dedi babam öfkeyle. Onun aksine ben sakince "Önemli bir şey değil, korkma. Sadece çay sıçradı. Hep yaşadığım bir şey." Dedim onu rahatlatmak için. "Hem tuttum zaten sorun yok." Gözlerim amcama kaydı. Her an yerinden atılıp kızı öldürebilirmiş gibi bakıyordu. "Sen mutfağa git. Sorun yok." Dedim hemen gönderme isteğiyle.

Amcamın sadece Eflin'e olan bu nefreti çok dikkat çekiyordu. Ve Baha'nın Eflin ile bir ilişkisi vardı. Kesinlikle amcam desteklemiyordu ve bu yüzden Eflin'e karşı böyleydi.

Eflin, amcamın bakışlarını fark edince zaten beyaz olan teni iyice bembeyaz oldu ve mutfağa koştu. Elimi soğuk suya tutmak için ben de ayağa kalktım. "Birazdan geliyorum." Deyip ben de mutfağa geçtim.

Eflin; tezgaha yaslanmış, gözlerini kapatmıştı. Düz siyah saçları yüzüne düşüyordu. Çalışanlardan birisi beklentiyle yüzüme bakınca ne demek istediğini hemen anladım. "Yok, hayır. Bir isteğim yok." Lavaboya ilerleyip musluğu açtım ve elimi soğuk suyun altına soktum. Aynı zamanda Eflin'e bakıyordum. Sesimi duyduğu gibi irkilerek bana dönmüştü ve hâlâ bana bakıyordu. "Gerçekten çok üzgünüm."

"Artık özür dilemeyi kes bence?" Dedim hafifçe gülerek. "Kazaydı, herkes yapabilir. Amcamla aranızda bir husumet mi var?" Gözleri diğer kızlara kayınca onlara baktım. Onlardan rahatsız olmuştu. Bir bakışımla mutfaktan çıktıklarında rahat bir ifadeyle ona döndüm. "Baha ile aramızda ne olduğunu anlamışsındır. Zeki kızsın. Gökhan Bey bunu hiç onaylamadı. Beni kovmuştu. Baha ve Oğuz Bey sayesinde işe geri döndüm. Ama bir şartla; Baha'ya bakmam ve konuşmam yasak. Bu yasak oradan geliyor yani. Ben susunca diğerleri de sustu."

Suyu kapatıp elimi çektim ve tamamen ona döndüm. "Kimse seni aşık olduğun için yargılayamaz, Eflin. Gayet güzel bir kızsın. Baha öküzü de gayet yakışıklı. Çok normal. Sen kafana takma. Amcamı ben halletmeye çalışırım." Minnettarlıkla bana baktı. "Çok teşekkür ederim, Eda." Bir şey demeden mutfaktan çıktım ve yemek odasına geri döndüm.

Sandalyeme geri otururken babam ve amcam bana bakıyordu. "İyi misin?" Başımı salladım. "İyiyim, sorun yok. Konuştum zaten ben onunla, siz bir şey yapmayın yani." Amcam dikleşti. "Ne demek bir şey yapmayın? Sen öylesine birisi değilsin, Eda!" Göz devirdim. "Ben bile umursamıyorum, amca. Size ne oluyor? Ben konuştum diyorum işte!"

Kahvaltı bittiğinde ve salona geri döndüğümüzde amcamın telefonu çaldı, uzaklaştı. Geri döndüğünde elinde telefonumu tutuyordu. Gayet rahat görünüyordu. Telefonumu Baha'ya uzatınca kaşlarım çatıldı. Bana vermesi gerekmiyor muydu?

Baha da anlamamış gibi bakarak telefonu aldı. "Adamlar aradı. Polisler yaklaşıyormuş. Eda'yı da al ve bir kaç saatliğine uzaklaşın. Çipi ve programı ben hallettim. Telefonla ne yapacağını biliyorsun. Hadi, Eda. Acele et."

Şimdi ben polisten mi kaçıyordum?

Abim Furkan Arslan buraya mı geliyordu?

***

Instagram
yagmurunefesi
ayenurerol1

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro