Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

41 ~ Kor Karanfil

Vega - İz Bırakanlar Unutulmaz

Cem Adrian, Hande Mehan - Sen Benim Şarkılarımsın

***

41. Bölüm


Sert adımlarım zemini döverken kartımı çantama koydum. Topuklu ayakkabı giymeye iyice alışmıştım, ilk başlarda ayaklarımın çok ağrımasından şikayetçiydim ama bir kaç ay sürekli topuklu ayakkabı giydiğinizde alışıyordunuz.

Omuzlarımdaki dalgalı kızıl saçlarım, hızımdan dolayı sırtıma döküldü. Siyah mini elbisemin gerdan kısmı açılmıştı.

Şirket lobisine ilerledim ve bana oranla daha koyu bir kızıla sahip saçları olan kıza Alev Selvi'yi sordum. Onu B bloğa geçirmezlerdi. Buradaysa A blokta olmalıydı.

"Hemen arkanızda, Nefes Hanım. Oturuyor." Arkama dönüp duvar dibindeki koyu renk deri koltuklara baktım. Sadece bir kişi oturuyordu ve bu kadın Alev Selvi olmalıydı.

Benimle aynı boylarda ve hemen hemen aynı fizikte bir kadındı. Buğday tenliydi, saç rengimizin tonu dahi aynıydı. Bu kadar fazla benzerlik kaşlarımı çatmama sebep oldu.

Ona doğru yaklaşırken beni fark ettiği gibi elindeki telefonu cebine yerleştirdi ve ayağa kalktı. Spor ayakkabı giydiği için şu an benden daha kısa duruyordu. Kahverengi gözleri büyümüştü. "Alev?" Dedim teyit ediyormuş gibi, halbuki Alev'in kendisi olduğu zaten belliydi.

"Evet, Nefes Hanım. Alev benim. Sizinle görüşmek zorundaydım, üzgünüm." Başımı sallarken onu inceliyordum. Bu kadar benzerlik normal gözükmüyordu. "Odama geçelim."

Uzun koridorlar ve asansörden geçtikten sonra odama gelmiştik. Kapısında altın rengi plakada Yönetim Kurulu Başkanı Nefes Karaslan Pakgör yazan, çift kapaklı kahverengi kapıdan geçtik. İlk ismimi ekletmek istememiştim, ekletseydim fazla uzun olurdu.

Koyu renk olan duvarlar daha açık renge boyanmıştı ve odaya ferah bir hava sağlamıştı. Kahverengi eski masa beyaz masayla değiştirilmişti. Arkası açıktı, iki yanında çapraz hâlde duran ahşap ayakları vardı. Zemin koyu griydi. Tam karşımdaki duvarda kaç inç olduğuna dikkat etmediğim ama gerçekten büyük olan LCD bir televizyon vardı. Televizyonun önünde ise koyu gri koltuk kanepe takımı bulunuyordu. Önlerinde ise şık tasarıma sahip camdan orta sehpa vardı.

Masama geçip oturdum. Alev ise masamın önündeki cam görünümlü sandalyeye oturdu, çantasını hemen önündeki küçük masaya bırakmıştı.

"Sizinle görüşmek için çok çabaladım, Nefes Hanım. Çünkü... Öyle bir şeyin içine düştüm ki... Sizi karşıma almayı asla istemem. Korktum. Bu yüzden siz öğrenmeden bizzat ben gelip anlatmak istedim." Alev'in söylediği her bir kelime beni daha da ciddileştirmişti. Yine kim kuyruğuma basma planları yapıyordu? Bir günlüğüne düğünüm gereği mutlu olmak ve her şeyden kaçmak istemiştim ama anlaşılan bu da bana haramdı.

Ağız tadıyla evlenemiyordum bile!

Araf olabildiğince her şeyi gizli tutmuş, üstüne ayrıca güvenliği hat safhaya çıkararak herhangi bir suikastı önlemişti. Her şeyi benim yerime düşünüp halletmesi kolayıma gelmişti.

Fakat Araf'ın düşmanları dursa benimkiler bir türlü durmuyordu.

Alev telefonundan bir kaç yere girdikten sonra bir video açtı ve bana çevirdi. Telefonu elinden alıp ortadaki oynatıcıya bastım.

Ortam karanlıktı fakat zifiri karanlık değildi. Videodaki iki kişi ve yatak seçilebiliyordu.

Akın Kara!

Ve cinsel ilişkiye girdiği kızıl saçlı bir kadın. Kadının yüzü gözükmese de saç rengi, ten rengi ve fiziği benimle tamamen aynıydı.

Kanım dondu.

Bu kadınla ilişkiye girmiş, girerken videoya çekmişti. Herkese bu kadının ben olduğumu söyleyeceklerdi ve kimse sorgulamayacaktı. Çünkü herkes zaten Akın'la yattığımızı sanıyordu.

Aklından geçen neydi? Bu videoyu kime göstererek beni bitireceğini düşünüyordu ki? Babama falan mı?

Siktir.

Araf'a gösterecekti.

Videoda hararetli bir şekilde ilişkiye giren bu ikiliyi durdurup telefonu masaya bıraktım. Video durduğu gibi sesler de son bulmuştu. Bakışlarım Alev'e çıktı. O videodaki kadın Alev'den başkası değildi. Kim bilir ne yapmıştı da tehdit etmişti onu da?

"Sen kimsin, Alev?" Dedim kendisini tanıtmasını isteyerek. "Sanırım beni tanımak istiyorsunuz." Dedi. Başından beri sesinde hiçbir kibir ya da ukalalık yoktu. Yalnızca saygı vardı, bana saygı duyuyordu. Ve korkusundan bizzat gelip kendisi bana bu videoyu gösterip her şeyden haberdar etmek istemişti.

"Adım Alev Selvi. Eski ismim Leyla'ydı fakat artık o ismi kullanmıyorum. Son altı yıldır seks işçiliği yapıyordum ve Akın'ı da tanırım. Bir kaç kez bana gelmişliği vardı. Fakat bu sefer anlam veremediğim bir şekilde farklıydı. Videoya almak istediğini söyledi, karşı çıktım. İstemedim. Yüzümün gözükmeyeceğine dair teminat verdiğinde kabul ettim. Bu videoyla ne yapacağını bilmiyordum, en fazla pornografik bir sitede yayınlar diye düşündüm. Gittiğinde kuşku beni yedi bitirdi ve kendimce ufak bir araştırma yaptım. Bir magazin haberinde ikinizin çekilmiş fotoğrafını gördüm. Brunette'dan çıkıyordunuz." Durdu ve bir süre kendine zaman verdi. Gergin ve korkmuş görünüyordu.

Brunette bilinen gece kulüplerinden birisiydi zaten. Başarılı bir yerdi ve yaptığım ufak tefek bir kaç değişiklikle iyice yükselmişti. Sevilen popüler mekânlardan birisi olmuştu. Bu yüzden önünde magazin ekibinin olması olağan dışı bir şey değildi. Fotoğraflarımızın çekildiğini görsem de takılmamıştım.

"Sizi tanıyordum. Gerek kendi işlerinizdeki başarılarınız, gerekse yeraltında bilinen forsunuz dolayısıyla çoğu kişi sizi biliyor. Kısa sürede elde ettiğiniz yükselişle çok dikkat çekmiştiniz ve hâlâ da aynı şekilde dikkat çekiyorsunuz." Beni övmeyi bırakıp konuya geri döndü.

"Sizi en son gördüğümde sarışındınız. Saçlarınızı bakır kızıl yaptığınızı o fotoğraflarda gördüm. Haber detaylarını incelediğimde ve benzerliğimizi fark ettiğimde parçalar yerine oturdu. Akın'la konuşmak istemedim. Çünkü eğer bunu yapsaydım ve her şeyi bildiğimi söyleseydim beni ortadan kaldırmak isteyecekti. Ölmek istemedim. Fakat sessiz kalsaydım da fırtına koptuktan sonra siz beni illa ki bulacaktınız ve kıyametim olacaktınız. Her türlü ölecektim. Ben de size gelip kendim anlatmak istedim. Ben sadece yaşamak istiyorum, Nefes Hanım. Tüm bu pis işlerden uzak yaşamak istiyorum."

Akın... Orospu çocuğu...

Alev haklıydı. Akın'a söyleseydi Akın onu öldürürdü. Sessiz kalsaydı da benim pençelerimden kurtulamazdı. Bana gelerek en iyisini yapmıştı.

"Anladım." Dedim. "Bu videoyu herhangi birisi gördü mü, haberin var mı?"

"Ben kimseye göstermedim. Fakat Akın gösterdiyse bilmiyorum. Basına vermemiş olmasını umuyorum. Bu sizin için en kötüsü olur."

Flaş flaş! Pakgör Holding'in sahibi Nefes Karaslan'ın pornografik videosu gündemi salladı!

Sonra da aynı Nefes Karaslan, o videoyu yayanı bulup köprüden aşağı sallayacaktı.

Benim için o videonun yayılması problem değildi. Hem o videodaki ben değildim, hem de insanların hakkımda ne düşündüğünü umursamıyordum. Yalnızca Araf'ı umursuyordum. Araf üzülecekti.

Videoyu kendi telefonuma gönderip geçmişi temizledim.

"Telefon numaranı alabilir miyim?" Dedim masaya doğru eğilerek. Bir not kağıdı ve kalem uzattım. Telefon numarasını yazıp bana uzattı. "Bu benim kişisel telefonum, direkt bana ulaşabilirsiniz bu numaradan."

Numarayı, riske girmeden hemen telefonuma kaydettim ve telefonumu masaya bıraktım. Kağıdı öğütücü makineye attım ve Alev'in telefonunu da kendisine geri verdim.

"Benden haber bekle, Alev. İnan bana en doğrusunu yaptın. Can güvenliğin bana emanet. Bu durumdan kimseye bahsetme, her şey yolundaymış gibi davran. Özellikle de Akın'a karşı. Onu büyük bir vurgun bekliyor.."

****

Bugün Araf'ın şirkette olması büyük bir şanstı sanırım benim için.

Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Araf yalnız değildi. Yeni asistanı Burak buradaydı. Bana saygıyla baş selâmı verdiğinde ben de hafifçe başımı salladım. "Burak, bizi yalnız bırakır mısın?"

"Tabi, Nefes Hanım." Dedi ve elindekilerle beraber çıktı. Araf gülümseyerek sandalyesini çevirdi ve kalkıp bana doğru yaklaştı. Sarılıp saçlarımdan öptü. "Özlemişim seni. Balayı bile yapamadık, söz veriyorum şu yoğunluk bittiğinde gideceğiz."

"Balayı hiç problem değil." Dedim geri çekilerek. "Fakat başka problemlerimiz var. Seninle bir şey konuşmalıyım." Yüzümdeki ciddiyet ve sesimdeki tokluk, Araf'ı şüpheye düşürmüştü.

Araf'ın telefonu çalmaya başladı.

Arayan kişiye bakıp açtı. "Müsait değilim, Simge. Daha sonra." Telefonu kapatıp yan şekilde masaya fırlattı. Bana döndü ve elimden tutup koltuklara sürükledi.

Oturduğumuzda dizlerimi birbirine bastırarak yan çevirdim ve dirseğimi de koltuğun kolçağına koydum. "Seni dinliyorum, güzelim."

"Araf, Brunette'da olanları hatırlıyorsun, öyle değil mi?" Dedim. Araf bir süre hangi olaydan bahsettiğimi düşündü, sonra hatırlamış olacak ki yüzü düştü. "Evet."

"O gece benim oyunumdan ibaretti." Dedim direkt konuya girerek. Araf'ın kaşları çatıldı ve yerinde dikleşti. "Nasıl yani?"

"Biz Akın'la hiç yatmadık. Bilerek öyle düşünmenizi sağladım çünkü canımı yakmıştın. Elimin dilimin ayarı yok, intikamım pis oluyor ne yapayım?" Dedim sonuna doğru kendi kendime söylenerek.

Araf'ın gözleri büyüdü. Sonra sindirmeye çalışır gibi tane tane konuştu, "Şimdi sen Akın'la falan hiçbir şey yapmadın. Öyle mi? Hepsi oyundu?"

"Senin yaptığının aksine evet oyundu." Dedim alttan alttan iğneleyerek. Araf göz devirdi."Tamam hataydı, biliyorum. Herkes hata yapabilir!"

"Hata diye de gidip elin kızına sakso çektirtmezsin!"

"Nefes konumuz bu mu şimdi?" Değildi. Fakat arada ben de raydan çıkıp trip atabilmeliydim! Üstelik o olayın tribini hiç atamamıştım! Aldığım tek intikam Araf'la yattıktan sonra onu terk edip gitmekti.

O da fazla ağır olmuştu.

Uludağ'da Akın'la olan her şeyi ve Akın'ın gerçek yüzünü baştan sona anlatmıştım ve dikkatle beni dinlemişti.

Öfkeden yüzü kızarırken yumruklarını sıkmıştı. "Orospu çocuğu."

"Asıl olay bu değil." Dedim elimi yumruğunun üstüne koyarak. Sakinleşmesi gerekiyordu yoksa her şeyi mahvedebilirdi. Aklımda tilkiler dolanıyordu ve çoktan bir plan kurmuştum bile.

"Daha ne var!?" Dedi hayretle. Açıp direkt videoyu izletmeyi düşündüm ama Araf şu an o kadar öfkeliydi ki, videoyu gördükten sonra felç inebilirdi. Bu yüzden onu da baştan anlatmam gerektiğini düşündüm.

"Hani nikahımızdan sonra Zeynep aramıştı ya beni? Bir kadından bahsetti."

"Evet hatırlıyorum."

"İşte bu sabah geldiğimizde ben o kadınla görüştüm." Araf hâlâ öfkeli olsa da yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştı. Fakat bu sakinlik birazdan tuzla buz olacaktı.

"Odamda görüştük. Kendisi hayat kadınıymış ve Akın'la düzenli olarak görüşüyorlarmış. Son gelişinde bir tuhaflık olduğundan bahsetti. Videoya almak istediğini söylemiş." Araf, bu işin ucunun nereye gittiğini anlamış olacak ki burnundan solumaya başladı.

"Alev- yani o kadın, bana videoyu gösterdi. Akın videoyu öyle bir açıyla almış ki, o kadının ben olduğuma herkes ikna olabilir, özellikle de sen." Araf yumruğunu orta sehpaya geçirip ayağa fırladı ve tek eliyle yüzünü sıvazlayarak odanın içerisinde gezinmeye başladı.

Bir süre ona izin verdim. Bir kaç tur volta attıktan sonra bana döndü. "O videoyu görmek istiyorum." Bir an tereddütte kaldım. "Ama Araf..."

"Söz veriyorum, sakin olacağım. Bak söz veriyorum. Lütfen göster videoyu bana. Belli ki o pezevenk seni kullanarak bana oynayacak. Senden intikamını bu şekilde alacağına inanıyor çünkü ikimizin de tek dayanağı birbirimiziz. Videoyu bana göstermen lazım, yoksa o gösterdiğinde sakin kalmam mümkün olmaz."

Araf haklı olsa bile hâlâ tereddütteydim. Yine de telefonumu açıp videoyu buldum. Araf'a uzattığımda bir kaç saniye videoyu izledi.

Bir anda telefonu duvara fırlattığında irkilerek hızla ayağa kalktım.

"Araf sikeyim öfkeni de seni de, ne yapıyorsun!? Gitti telefonum!" Diye bağırdım ellerimi saçlarıma geçirirken. Kırılmış kırmızı telefonuma öylece baktım.

"Şaftını postunu çarkını çanağını siktiğimin orospusunun feryadı!" Diye nefes almadan bağırdı telefona doğru.

"Araf telefon-"

"Alırım ben sana telefon! Sus şimdi!"

"Tamam." Dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.

Gerçekten öfkeli görünüyordu ve kavga kaçınılmaz olurdu. En azından Apple şifresi diye bir şey vardı da başka bir iPhone'a eski telefonun tüm verilerini yükleyebiliyorduk.

"Sakinleşince haber ver de planımı anlatayım. Sakın gidip Akın'a hesap falan sorma. Mantıklı davran." Dedikten sonra yanağından öptüm ve odadan çıktım. Hemen yanındaki odama girip kapıyı kapattım ve kilitledim. Hızlı adımlarla masama ilerleyip kilitli çekmeceyi açtım. Gold renkli telefonu elime alıp uzunca basarak açtım. Yeşil renkli telefon simgesine bastıktan sonra kayıtlı numarayı çevirdim.

"Buyurun, Nefes Hanım?" Kayıtlı kişide, ikinci gizli hattım kayıtlıydı.

"Cemal. Derhal Akın Kara'nın ininden bir köstebek ayarlıyorsun. Detayları söylememe gerek olmadığını düşünüyorum."

"Anladım, Remzi. Aleyküm selam. En yakın zamanda ziyarete geleceğiz, hiç merak etmeyin." Remzi mi? Yanına biri gelmiş olmalıydı. Şifreli konuşuyordu.

"Bu iş acil, Cemal. Güvendiğin birileriyle derhal görüşsen iyi edersin. Haber bekliyorum senden. Bu telefonu ara, diğerini abin kırdı." Dedim göz devirerek.

"Nasıl diye sormuyorum, Remzi. Siz daha iyi bilirsiniz." Dediğinde bir an karşı duvara bakakaldım. "Ne diyorsun Cemal?"

"Canının sağlığı, Remzi. İyi günler." Ve telefon kapandı. Ekrana uzun uzun bakarken bir küfür mırıldandım. Telefonu masaya bırakırken çekmeceyi kapattım.

Kapı zorlandığında o tarafa döndüm. "Nefes?" Siktir.

Hızlı adımlarla ilerleyip kapının kilidini açtım. Kapıyı açtığımda Araf tuhaf tuhaf suratıma bakıyordu. "Niye kilitledin kapıyı?"

Kapı açıktı ve şirkette köstebekler olabilirdi. "Niye kilitleyeceğim, Araf? Sütyenimin askısı çıkmış onu düzelttim. Gel." Araf'la içeri geçtiğimizde kapıyı kapattım.

"Cemal'le konuştum. Bizim için köstebek ayarlamasını istedim. Bir tek ona güvenebilirim." Araf durdu ve suratıma aval aval baktı. Hayırdır dercesine kafa salladığımda gözlerini kıstı. "Siz iyi kaynaştınız bakıyorum? Her işini Cemal'e yaptırıyorsun. Baş adamımı çaldın resmen." Kahkaha atarken kanepeye geçtim.

"Estağfurullah, sevgilim. Aramızda baş adamın lafı mı olur?" Gelip yanıma oturdu. "Bilemiyorum artık! Bi Teletabiler gibi kol kola çatışmaya gitmediğiniz kaldı."

"Cemal'imin yeri bende ayrı, lütfen!" Dedim elimi kaldırarak. "Benim için canını az tehlikeye atmadı."

"Ne yaptı?" Dedi merakla.

"Furkan abime gidip ben kardeşinize aşık oldum dedi daha ne yapsın!" Dedim gözlerimi büyüterek. "Abim az kala ümüğüne çöküp gırtlaklayacaktı ben girdim araya! Kurtarmıştı beni cidden. Başımı belaya sokmuştun."

"Telefon olayından bahsediyorsun." Dedi yeni anlamış gibi. "Ama temizlenmesi gerekiyordu, benim mesajlarım vardı."

"Şov yapacağım, diye atmasaydın o mesajları." Dedim saçımı omzumdan geriye iterek. "Bak bak havalara bak." Dedi gülerek.

"Neymiş planın? Anlat bakalım."

***

Saat neredeyse üçe gelirken laptopumu kapattım. İşim bitmişti. Kullandığım dosyaları masanın üzerinde bıraktım. Ayağa kalkıp deri ceketimi giyerek çıkmak için hazırlandım. Çantamı omzuma asarken yedek telefonum çalmaya başladı. Babamın numarasını tanımıştım.

"Efendim." Dedim telefonu açıp.

"Neredesin?" Tek kaşım havaya kalkarken şüpheye düştüm. Sesi tuhaf geliyordu. "Holding'deyim, ne oldu?"

"Telefonunu neden açmıyorsun?"

"Kırıldı."

"Tamam... Nefes, amcanın hançeri bulduğundan haberin var mı?" Oltaya gelmişlerdi. Gelmemeleri imkânsızdı, çünkü iki hançerden hangisinin sahte olduğunun anlaşılması da son derece imkânsızdı.

"Ne!?" Dedim üstün bir rol yeteneğiyle. "Nasıl oldu bu!?"

"Dayının avukatı söylemiş. Dayının vasiyetiymiş, hançerin sana kalmaması için Karaslan'lara vermeyi tercih etmiş. Soysuz orospu çocuğu." Babamın bizzat şahsi olarak bu işlerin içinde olmak istemediği, hatta abimle beni alıp siktir olup gitmek istediğini biliyordum. Bu durum her ne kadar içimi ısıtsa da bu durum intikamdan vazgeçeceğimi göstermiyordu. Annemin ölümünde hepsinin parmağı vardı.

Raporları değiştiren Yaren, hisse için gözünü kırpmadan bebeğini taşıyan sevdiği kadını terk eden babam, kendi hırsları uğruna bir bebeği öksüz ve yetim bırakan dedem, sırf düşmanına aşık oldu diye karnı burnunda kardeşini sokağa atan dayım.

Amcamın rolü şu anlık yoktu. Onun tek derdi bendim.

Hepsinin bana da verdiği büyük zararlar vardı.

Bir hayatım yoktu, kendime hayat yaratıyordum. Tek istediğim hakkım olanı almak ve hepsini mahvetmekti. Fazlasında gözüm yoktu. Ne yer altının lideri olmak istiyordum, ne de adından söz ettiren başarılı bir yönetici. Ben sadece tüm bunlar bittikten sonra normal bir hayat yaşamak istiyordum. Zamanla adım zaten unutulacaktı. Herkes unutulmaya mahkumdu.

İstanbul'a yeni döndüğümüz sıralarda bir mail gelmişti. Gönderen kişi profesyonel bir şekilde kendisini ve tüm bilgilerini gizlemişti, kimliğini tespit ettirememiştim.

Mafya dünyasının büyük masasına davet edilmiştim. Ama reddettim. Korkulan biri olmak için bir grup tehlikeli adamın arkasına sığınmama gerek yoktu.

"Nefes dinle, amcan ciddi anlamda hırslandı. Şu oyunu bitirmek için elinden geleni yapıyor. Bittikten sonra Araf'ı öldürecek. Onunla evlendiğin için seni de öldürmeye kalkabilir ama buna asla izin vermem. Her şeyden önce sen de Karaslan ailesine aitsin, saçının teline zarar verirse onu kendi ellerimle öldürürüm."

Demek bu yüzden listeyi yok etmişti.

Çünkü listedeki kişilerin bulunduğu şehire gitmek, bilgi tespit etmek, plan kurmak ve kıstırmak çok uzun sürecek işlerdi. Kurbanları kendimiz bulursak bu iş daha çabuk bitecekti.

"Bazen beni gerçekten tanıyamadığını düşünüyorum." Dedim sıkıntılı bir nefes verirken. "Bana değil zarar vermek, yanıma dahi yaklaşamaz o."

"Biliyorum, Nefes. Ama seni korumaya çalışıyorum, kızımsın sen benim."

"Başka bir şey?" Dedim sıkılarak. Tüm bunlar hikâye gibi geliyordu bana. Üstelik yaptığı onca şeyden sonra.

Her şeyi başlatan kendisi değilmiş gibi.

Hayır. Her şeyi başlatan Haluk Karaslan'dı. Oğuz Karaslan ise ona boyun eğerek kendi çocuğunu ölüme yollayan bir adamdı.

Ah, hayır hayır. O bunu da bilmiyordu, öyle değil mi? Çünkü çok sevgili kız kardeşi sağlık raporlarını değiştirerek annemin kanser olduğunu saklamıştı.

Hiçbiri masum değildi. Hiçbiri.

Ben de masum değildim. O ailenin en masum üyesi abimdi. Baha Karaslan.

"Yok." Dedi. "Tamam o zaman görüşürüz." Dedim ve kapattım.

Odamdan çıktığımda Araf'a baktım. Hâlâ çalışıyordu. Başını kaldırmadı ama benim geldiğimi anladığını biliyordum. "Kocam adam, ben çıkıyorum. Açelya'yla takılacağız biraz."

"Tamam, sevgilim. Gel bi' kokunu çekeyim. Çok bunaldım gerçekten." Yanına ilerlerken ayağa kalktı. Elini belime koyup kendisine çekti ve eğilip saçlarımı koklayıp öptü. Bu aralar bunu çok sık yapıyordu.

Ellerimi göğsünde gezdirirken gözlerimi kapattım. Son olarak alnımdan uzunca öpüp çekildi. "Memnun değilsen bıraksana şirketi. Ben buradayım zaten." Dedim bilgisayara bakarak. Sisteme yeni veriler giriyordu.

"Bana kalsa hemen şimdi bırakırım. Ama Pakgör Holding babamın göz nuru, Nefes. Bırakırsam ona ihanet edermişim gibi hissediyorum." O kadar da gözünün nuru değildi aslında.

Asaf Pakgör, gözünün nuru holdingini boğazına kadar pisliğe batırmıştı. Şirket kadrosunun en tepesindeki yerimi aldığım an her şeye ulaşabilmiştim. En basitinden, mobilya sektörü adı altında uyuşturucu ticareti yapıyordu.

Yakında duyulması ve polisler tarafından anlaşılması an meselesiydi. Bu yüzden bir an önce Araf'ın bu holdingle olan tüm ilişiğini koparmalıydım. Dayım bir yerde haklıydı, ben doğduğumdan beri karanlığın gölgesinde büyümüştüm. Araf ise masumdu.

Bundan bir kaç ay önce, Araf'ı yeni tanımaya başladığım zamanlarda olsaydım, bu cümleyi kuracağımı hiç düşünemezdim bile.

Çünkü o Eda'ydı. Ve Eda için, Araf o gece sarışın bir kadının cesedini çiviyle panoya sabitleyen bir katildi. Kötüydü, çok kötü.
Halbuki o kadın çocuk ticareti yapan kaltağın tekiydi ve bunu kimse bilmiyordu, ben bilmiyordum.

Araf bunu kendi isteğiyle yapmamıştı, hatta kendisi bile yapmamıştı. Ama bunu da kimse bilmiyordu.

Şimdiye baktığımızda ben de katildim. İlk cinayetim kendi irademle olmamıştı. Ama sonrakileri bizzat kendim yapmıştım ve her şey son bulana kadar yapmaya da devam edecektim.

Araf benden daha masumdu. Ben Araf'tan daha kirliydim. Bir ortak noktamız vardı: İkimiz de birbiriyle savaşan iki ailenin arasında zarar gören mağdur çocuklardık.

"Senin baban olduğu kadar benim de dayımdı." Dedim. Ne dayı ama(!)

"Ve ben buradayım, Araf. Bırak her şeyi. Hisselerini bile. Kes tüm ilişiğini ve kendine yepyeni bir kariyer planı çiz. Hayallerini gerçekleştirmeye başla. İnan bana bu fırsat bir daha eline geçmeyecek."

"Peki senin hayallerin? Ne bekliyorsun, Nefes? Bencillik edip tüm yükü sevdiğim kadının, karımın omuzlarına yükleyip kaçayım mı? Sen beni ne sanıyorsun?" Duraksadım. "Araf, hiçbir zaman böyle düşünmeyeceğimi biliyorsun."

"Sen böyle düşünmeyeceksin. Ama bu düşünce bana ağır bir darbe indirecek. Bitmişim zaten, bırak beraber bitelim."

"Buna izin vermemi bekleme benden." Dedim kaşlarım çatılırken. "Araf bitmedin. Bitmedin, anlasana! Hâlâ fırsatın var, bunu benim yüzümden geri tepme! İnan bana, bana vereceğin en büyük zarar bu olur."

Uzun uzun gözlerime baktı. "Biliyor musun... Gözlerine baktığımda bazen bir yabancıya bakıyormuş gibi hissediyorum." Olduğum yere adeta çivilendim, kaslarım kaskatı kesildi.

"Bazen de Eda'yı görüyorum." Diyerek devam etti. "Ve diliyorum, keşke hep görsem."

Yutkunamadım. "Araf..." Zorlanıyordum ama bunu belli etmemeye çalıştım.

Kendince iyi bir şey söylemeye çalışıyordu, duygularını döküyordu. Ama ne kadar kırıcı olduğunun farkında bile değildi.

"Ne dersen de. Ne kadar süslü laflarla bu halimi de sevdiğini söylersen söyle." Dedim. Sesim durgundu. "Senin aşık olduğun kadın hep Eda'ydı. Bana biçilen kaftana aşıktın sen. Baban ve babamın yarattığı o kıza aşıktın. Ben buna karşı çıkıp hak ettikleri kendi karakterimi oluşturduğumda ise gözünde bir yabancı oldum. Özür dilemeyeceğim, çünkü yine olsa yine yapardım." Sözlerinin benim söylediğim anlama çıktığını yeni fark etmişti. Dudakları aralandı ama susturdum.

"İnan bana. Hiçbir şeyden pişman değilim. Senin aşık olduğun kadın bir kuklaydı, ve ben kukla değilim. Babanın şirketinde kalmak mı istiyorsun?" Ellerimi iki yana açtım. "Al senin olsun." Geri adımladım.

"Nefes-"

"Evet. Nefes. Ben Nefes'im, Araf. Eda değil. Bunu kabullenemiyorsan üzgünüm, yanlış kadınla evlendin." Dönüp odadan çıkarken ne diyeceğini bilemez şekilde kalakalmıştı. Peşimden gelmesini istemiyordum.

Gelmedi de zaten.

***

Aynada kendime bakarken saçlarımda gezindi gözlerim. Eski saç rengime dönersem annemin öpücüklerini yine saç diplerimde hisseder miydim?

Doğum günümde onu rüyamda gördüğümden bu yana bir daha görmemiştim. Üstünden yaklaşık iki ay geçmişti. Onu çok özlemiştim.

"Bu seni son görüşüm mü?"

"Bilmiyorum, bebeğim. Umarım değildir."

Son görüşümdü. İlk ve son.

Yumruklarımı geniş lavabo tezgahına yaslarken sağ saç diplerimden örülmüş örgü tutamı açık saçlarıma karışarak önüme düşmüştü. Bunu yapan Açelya'ydı. Aynı okuldayken de hep gelir saçlarımla oynar ve hep bu modelde örerdi.

Makyajımın bozulmaması, harabeden farksız olan yüz ifademin açığa çıkmaması için yüzüme soğuk suyu çarpamadım. Ellerimi ıslatıp boynumda gezdirdim sadece.

Ben Nefes'tim. Ve Nefes olarak sevildiğimi hissedemiyordum.

Eda seviliyordu. Eda'nın annesi onu seviyordu, Eda'nın abisi onu seviyordu, Eda'nın çocukluk arkadaşı onu seviyordu. Nefes'in babası bile Eda'yı seviyordu. Ve hepsinden önemlisi. Eda'yı Araf seviyordu. Ve ben Eda değildim. Eda olmayacaktım.

Beni gerçekten seven tek kişi abimdi. Nefes'i sadece Baha seviyordu. Kız kardeşini seviyordu. Belki de Eda'yı tanımadığı için beni seviyordu. Yoksa o da sevmezdi.

Belki de annem bile beni değil, Eda'yı seviyordu.

İnsanların çıkarları için yaşarsan hepsi sever seni. Ama ne zaman onların çıkarlarından uzaklaşırsın, o zaman hepsi kin besler sana. Değiştin, derler. Eski hâlini özlüyorum, derler. Tabii özlerler, çünkü onların işine yarıyordun. Çünkü bir kuklaydın, omurgasızdın.

Lavabodan çıktım.

Bugün Brunette'a gitmemiştik. Çünkü Araf ya da abim şak diye eliyle koymuş gibi bulurdu bizi.

Bana ait olmayan bir kulüpte, sessiz sakin köşelerden birindeydik. Burada çok az kişi vardı ve hepsi de sessizdi. Kalabalık ve gürültüden kaçarak kafa dinlemek için gelenlerdi. Bizim gibi.

Merdivenlerden çıkarak Açelya'nın yanına gittim. Locamızda oturmuş bir şeyler içiyor, beni bekliyordu.

Kendimi yanına attım. Elbisemin eteğinin açılmamasına hiç özen göstermedim, umurumda değildi. Herkesin Allah belasını verebilirdi.

"Taze gelin, sana ne oldu böyle? Suratın sirke satıyor. Hem neden kafeden kalkıp kulübe geldik?"

"Çünkü," dedim ve masadaki buz dolu kovada duran şişeyi kaptım. "Bugün sarhoş olacağız. Öncesinde telefonları kapatacağız ki ben yine bir geri zekalılık yapmayayım. Sarhoş olunca kendimden geçiyorum, en son olduğumda Araf'a bayağı döşemiştim."

"Tövbe estağfurullah, nasıl döşedin lan?" Dedi eğilerek. Ona tip tip baktım.

"Mesaj olarak yani. Bayağı yağdırmışım, küfür falan etmişim, 'beni neden sevmiyorsun'lar falan. Iyy, utanıyorum hâlâ." Kahkaha attı. "Ya ben bunu nasıl kaçırdım ya? Çok üzüldüm şimdi."

"Üzülme, beraber yenisini yazacağız şimdi." Dedim kapağını açtığım şişeyi kafama dikerek. "Bana aşık olduğunu biliyordum."

"Burada aşık biri varsa o da sensin. Durup durup şaplak atıyordun bana lisede." Dedim şişeyi indirirken. Açelya kahkahalara boğularak geriye yaslandı.

"Kızım ama çok güzel götün vardı. Yine olsa yine vururum."

Uzanıp diğer şişeyi Açelya'ya uzattım. "Ayık kalırsan beynini patlatırım."

***

"Nefes, horozlar neden mö'ler?" Elimdeki şişenin son yudumunu kafaya dikerken ona geri zekalıya bakar gibi baktım.

"Sen nasıl bir geri zekalısın ya? Bu kadar sarhoş olunur mu, amına koyayım, beynin uçmuş senin! Horozlar mö'ler mi hiç! Havlıyor onlar bi' kere!"

Kahkaha attı, "Baha gibi yani... Horozlanmasını biliyor ama hâlâ tık yok!" Bir anda duygusallık çöktü üstüne. "Oyalıyor bu beni!"

"Abimdir, yapar." Dedim omuz silkerek. "Herkese güven ama abime güvenme!"

"İnsan bi' moral verir!"

"Olmayan bir şeyi nasıl vereyim, salak?"

"Doğru."

Elimdeki hareket eden iki şişeği açmaya çalışırken yeni bir elim olduğunu daha gördüm. "Oha lan üç tane elim var!" Kocaman sırıttım ve hevesle bağırdım, "Açelya! Ben10 oldum ben!"

"Senden olsa olsa Tiny olur." Dedi loca kanepesinde yayılırken.

"O kim be?" Dedim yüzümü buruşturarak. Kimden bahsettiğini anlamamıştım.

"Vardı ya Dinozor Treni'nde şu çok bilmiş kavun kafalının kirpik liftingli kız kardeşi." Dedi baygın sesle.

"Iy!" Diye bağırdım bir anda. "Ben onun kadar pick me miyim be!?"

"Bilmem. Araf'a sor."

"Araf'ına başlatma." Dedim yüzümü buruşturarak. "Allah belasını vermesin onun! Kocam bana aşık değil, inanabiliyor musun!? Kukla seviyor o."

"Al bi Pinokyo o zaman, ne ağladın ya." Dedi homurdanarak. "Şuradan fiskiyi versene."

"Doğru, aynı kandan geliyorlar. İkisi de odun, ikisi de yalancı."

Masaya bakınarak fiski aradım ama bulamadım. Nasıl bir şeydi acaba?

"Açelya... Fiski neye benziyor?"

"Baha'ya." Dedi. "Onun gibi ağır, onun gibi sert, onun gibi yakıcı..." Abime benzeyen bir içki aradım ama bulamadım.

"Ya Açelya ne saçmalıyorsun, beyin yayların mı gevşedi!? Abim yok burada!"

"Abin olsa biz bu durumda olur muyduk zaten, geri zekalı?" Dedi.

"Kendin dedin ya fiski abin diye! Bakıyorum bakıyorum yok masada!"

"Oha lan Baha masaya mı oturmuş!?" Hızla savrularak doğruldu ve masaya baktı. Hatta bir de eğildi ve gözlüğünü kaybeden doksan yaş üstü nineler gibi masanın üzerindeki kırıntıları inceleyerek abimi aradı. "E hani nerede!?"

"Sen harbi uçurmuşsun kafayı, abim o kadar küçük mü, aptal?"

Kendini geriye attı ve yayıldı.

"Yo, maşallah bir heybeti va-"

"Sus!" Diye bağırdım elimi kaldırarak. "Seks hayatınızla ilgilenmiyorum, boklular!"

"Dedi abisi salondayken sevgilisiyle duş fantezisi yapıp hamile kalan kız." Dedi burun kıvırarak.

Durdum.

Keskin bir acı yüreğime saplanırken yutkunmak istedim ama olmadı. "Açelya..."

"Hm?"

Gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Benim bebeğim öldü."

Açelya, baygın baygın yumduğu gözlerini açarak bana baktı. Gözyaşı yanağımdan süzülürken doğruldu. "Ağlarsan ben de ağlarım."

Bu sefer ben kendimi geriye attım. Bocalasam da ne dediğim anlaşılıyordu. "Düşük yaptığım için tekrar hamile kalmam çok zor. Kaldı ki bizimkisi akraba evliliği. Zaten zor olan bir şeydi, imkânsız oldu."

"Ve senin hayalindi." Dedi Açelya. Hayallerimi hep benden daha iyi bilirdi.

"Tek umudumdu. Mucize olmayan tek hayalimdi. Onu da mucizeye çevirdiler. Açelya... Ben ben olmayacaksam bu hayatı neden yaşıyorum? Ben de insan değil miyim, neden kukla olmaya mahkumum?"

Açelya beni çekip dizine yatırdı.

Gece kulübünde kız kardeşimin dizine yatıp ağlıyor olmam ne büyük ironiydi, öyle değil mi?

***

ARAF

"Gelmiş bana sen bana aşık değilsin diyor. Lan ben senin için siktiğimin hayatını çürütmüşüm, bunu bana nasıl söylersin!?" Dedim yumruğumu masaya vurarak.

Baha, boş bakışlarla suratıma bakıyordu. Saatlerdir aralıksız beni dinliyordu. Sonunda ağzını açtı ve bir yorum yaptı.

"Çok yavşak bir adamsın."

Bön bön suratına baktım. "Niye la?"

"Kız sana böyle söylemekte haklı. Bir öyle demişsin bir böyle. Jöle gibi adamsın amına koyayım, her yerin böyle oynuyor. Kızın kalbini kırmışsın, gelmiş hâlâ kendini savunuyorsun. Dua et abi damarım atmasın, şimdi seni burada sikebilirim."

"Baha..." Dedim durgunlaşarak.

"Efendim, yavşak."

"Çok seviyorum lan. Vallahi ya. İki gözüm önüme düşsün bilye gibi yuvarlansın ki! Köpekler gibi seviyorum. Bak bir kaç saat görmedim sadece, çok özledim."

"Yeter lan!" Diye atarlandı bir anda. "Benim bu hayattaki rolüm sarhoşken sizi dinleyip teselli etmek mi, amına koyayım? Benim derdim yok mu? Ben de içmek istiyorum!" Benim bardağımı kafasına dikti.

Bir anda güldüm. Aklıma Nefes'in sarhoş olması gelmişti.

"Bak sana ne anlatacağım..." Dedim gülerken. Suratıma geri zekalıymışım gibi bakıyordu.

"Nefes ilk kez sarhoş olduğunda beni aramıştı. Bebeğim ya... Aklına ilk ben gelmişim, düşünebiliyor musun? Vallahi çok seviyor senin bu kardeşin beni."

"Kardeşin, dersen ben sana ağız burun dalarım ama? Daha bir kaç saniye önce abilik damarımı kaldırma demedim mi ulan ben!?"

"Tamam sus bi'." Dedim onu siklemeyerek. "Aradı, açmadım. Neden? Çünkü ben dünyanın en büyük aptalı olduğum için ona güvenmek yerine yargıladım. Bak bak bak. Görüyor musun enayiyi?"

Suratıma bakarak "Evet." Dedi.

"Şakacı adam seni." Dedim seni hınzır der gibi gülerek.

"Sonra mesaj attı bu. Yazılar karışık kuruşuk ama anladım ne dediğini. Dedim lan bu kız sarhoş, ya yalnızsa? Başına ne geleceği belli olmaz sonuçta. Ayıkken beni bile o koruyor ama sarhoşken irade mi kalır, amına koyayım. Cemal ile araları iyi diye Cemal'e arattırdım ben de konferansta sessiz kalarak dinliyordum." Baha ilk defa pür dikkat dinliyordu. Sanırım bütün bunların ne ara olduğunu sorguluyordu, çünkü o gece Nefes'in yanında kendisi vardı.

Şükür ki.

"Amına koyayım müneccim boku yemiş herhalde, şak diye anladı hatta benim de olduğumu." Dedim dedikodu yapan kadınlar gibi bacağıma vurarak.

"Bir laf soktu var ya, kendimden şüphe ettim. Sarhoşken sarhoş değil bu kadın, çok acayip." Dedim dudak büzerek. "Ama anladığım bir şey var. Herkesin sarhoşluğu farklı olur. Nefes, içine attığı tüm hisleri dışarı döküyor sarhoşken. Gülüyorsa da ağlıyorsa da bunlar hep bastırdıkları olup çıkıyor dışarı. Çok üzüldüm lan ben. Bir an her şeyi siktir edip kalkıp gelmek istedim. Yavşak Yiğit yanımdaydı o zaman, ertesi güne yetişmesi gereken bir dosyayı toparlıyorduk." Kaşları çatıldı. Galiba Yiğit'in kim olduğunu bilmiyordu.

Siktiğimin Yiğit'i.

"Ne yanına gidebildim, ne eve sığabildim." Dedim tüm enerjim sönerken. "Ben de aradım. Araba sesleri geliyordu, galiba dışarıdaydı. Sen yoktun, olsan feriştahımı sikerdin zaten." Dedim.

"Şimdi de sikebilirim." Dedi ciddiyetle. "Aman Baha Bey ağzımızın tadı kaçmasın." Dedim omzuna elimi koyarak. "Araf, şu eline koluna dikkat et feriştahını siker miyim bilmem ama çarkının ağzına yüzüne sıçarım."
Elimi çektim.

"Açtı telefonu, kimsin dedi. O kadar ihtimal vermiyordu ki benim aradığıma... Benim telefonumdan başka birinin arayacağını düşünmüş." Dedim ve kendi kendime güldüm. "Oyuncak peluş ayı gibi kadın ya, sarılıp içime sokasım geliyor."

"Yavaş sok, amına koyayım!" Dedi yükselerek. "Sarhoş demem sikerim."

"Allah aşkına gel!" Diye bağırdım. "Gel bi' sik de rahatla amına koyayım, ne meraklıymışsın beni sikmeye!" Bir anlığına gözümde bir sahne canlandı. Abi kardeşi birbirine düşürecek olan o erkek ben olabilir miydim acaba?

"Zevk vermezsin, çirkin herif." dedi burun kıvırarak. Çirkin olduğumu zaten biliyordum. "Sağlam yüzünden bahsediyorum, yanlış anlama." dedi bir anda R yaparak. "Kardeşin bayılıyor, sen sevmesen ne olur, göt." dedim keyifle. Sarhoşluğun verdiği cesaret tam olarak da buydu galiba.

"Sen hakikaten kaşınıyorsun, ha." dedi çatık kaşlarının altından.

"Tamam sus bi'." dedim onu geçiştirerek.

"Benim." dedim. Sesimden tanır sandım. Sen kimsin, amına koyayım dedi kapattı suratıma." Baha bana olan tüm gıcıklığını bir kenara atıp kahkahayı patlattı. Eliyle sesli bir kapak işareti yaptı. Bunlar gerçekten de abi kardeşti, DNA testine gerek yokmuş aslında.

"Tekrar aradım, yine açtı. Nefes niye kapatıyorsun, dedim. Bana Araf beni aramaz, sen kimsin dedi. Yandım lan. Uğruna canımı seve seve feda edeceğim kadın, bana geldi Araf beni aramaz dedi. Lan ben ömrüm boyunca seni aramışım, ne demek aramaz?"

"Ondan nefret ettiğini düşünüyordu. Hiç sevmediğini." dedi Baha ilk defa sakince konuşarak. "İlk defa o gece bana sarılıp ağlayarak benden yardım istedi. O kadar boktan bir histi ki, seni kendi ellerimle öldürmek istedim."

"Keşke öldürseydin." dedim boynumu bükerek. "Allah belamı verseydi."

"Nefes'i vermiş, daha ne istiyorsun?" dedi gülümseyerek. "İtiraf etmem gerek, Nefes her şeyi mahvetti. Eda'dan eser kalmadı."

"Yanlış düşünüyorsun." dedi. "O hala aynı Eda. Sadece içinde saklıyor, göstermek istemiyor. Çünkü Eda'nın bir kukla olduğunu, gerçek olmadığını düşünüyor. Halbuki Eda, Nefes'ten daha gerçek ve daha saf. Yani anlayacağın, kalbini kırdığın kadın Nefes değil, Eda'nın ta kendisi." Gözlerimi acıyla yumarken Nefes'in o geceki sözleri geliyordu aklıma.

"Sen bana kor oldun, Araf. Yaktın kavurdun, öyle yaktın ki ölmek istedim. Bunu neden yaptın ki? Neden canımı yakmak için elinden geleni yapıyorsun? Ben sana ne yaptım?"

"Hiç. Benim öfkem sana değil, kendime. Özür dilerim, Nefesim. Ama böyle olmak zorunda."

"Hiçbir şey böyle olmak zorunda değil!" diye bağırdı. Sarhoş olmasına rağmen net olan sesi, arkasından gelen araç seslerine karıştı. "Nefes, ikili oynadın!" dedim öfkeme hakim olamadan.

"Allah'ın cezası, bana sordun mu!? Ben mi dedim sana sizi kandırdım diye!? Kafanda kurduğuna inanıyorsun! Beni gerçekten sevseydin yargısız infaz yapmazdın! Öldürdün lan sen bizi!"

"Öldürmedim." dedim kısık bir sesle. "Sen, ben ölürken bile içimde yaşadın, Nefes. Ben ölürken bile senin gözlerinle hayata tutundum." Daha küçücük bir çocukken yakılmış evimizde bilincimi kaybetmek üzereyken gözümün önüne gelen suret Eda'dan başkası değildi. "Ben ölürüm, ama seni öldürmem. Neden, biliyor musun? Çünkü sen benim can damarımsın, sevgilim."

"Konuşma şöyle." dedi. Öfkesi anında durulmuştu ve sesi titriyordu. "Ölmeyi hak eden birisi varsa o da benim, Araf. Sen değilsin." Kaşlarım çatıldı. "Nedenmiş o?"

"Çünkü ben kötüyüm." dedi burnunu çekerek. Burukça gülümsedim ve dudağımı yaladım. "Vanilya çiçeğine benzetiyorum gerçek seni. " dedim. Onu teselli etmiyor, gerçeği söylüyordum. "Bir o kadar beyaz, bir o kadar saf."

"Sen de karanfil gibisin. Hoş kokulu, güzel anlamlısın. Ama acı getiriyorsun." dedi. Kendime acıyarak gülümsedim. Ben olduğum yere zaten hep acı getirirdim. Haklıydı. "Sen kötü değilsin, ama melek de değilsin. Saflığın lekesi... İşte sen busun, sevgilim."

Yutkundum.

Ben olduğu her yere acı getiren bir adamdım. Ve yine sevdiğim kadının, karımın canını yakmıştım.

"Hassiktir." Baha'ya döndüm. Şaşkınlıkla suratıma baktı. "Ben... Seni ağlatmak istememiştim." dedi mahcup bir şekilde. Kollarını açtı ve bir kardeş gibi sarıldı.

"Biliyor musun?" Dedim. "Benim doğum günüm aslında 12 Ekim. Ama Nefes'le evlendiğim günü doğduğum gün olarak sayacağım. Herkese 12 Mart diyeceğim. O bilmiyor, kimse bilmiyor. Doğum tarihimi her zaman sır gibi sakladım. O tarihi saklarsam annemi de saklarım, ölmez sandım. Şimdi benimseyeceğim, gerçekten de 'ben doğdum lan' diyeceğim bir tarih var. Bu gerçeği sadece sen bil." Kuvvetli eli sırtımda gezindi. O da annesini kaybetmişti, beni anlardı.

Mırıldandım.

"Ben Eda'yla yaşama tutundum, Nefes'le doğdum."

"Geçmiş değil bugün gibi,
Yaşıyorum hâlâ seni.
Sen hep benim yanımdasın.
Gündüzümde gecemdesin.
Çalınmasın, söylenmesin.
Sen benim şarkılarımsın"

***

NEFES

Yaklaşık iki üç saat geçmişti. Bu süreçte yeniden içmemiştik ama sızmamıştık da. "Korkuyorum bazen." dedi Açelya. Hala onun dizinde yatıyordum ama bu sefer konuşan oydu. "Zaten bir ailem yok. Sadece babam var. Annem geri döndüğünden beri o da benim yüzüme bakmıyor. Her an öfkeli, her an kavga ediyorlar. Onu da kaybedersem ben ne yapacağım, Nefes? Bir de Baha var." Burun çekti. "Beni sevdiğini biliyorum ama bazen kendimi kullanılıyormuş gibi hissetmekten alıkoyamıyorum."

"Abim seni gerçekten seviyor, Açelya." dedim. "Seni kullanacağını sanmıyorum. Sen evlenmek istiyorsun ve dediğim gibi, abim evlilikten kaçar. Unutma, annesi de babamla zorla evlenmişti. Sonrasında çıkan kıyameti ikimiz de biliyoruz. Biraz daha anlayışlı olmalısın. Sen de korkuyorsun evet ama abimi can simidi gibi kullanmaya çalışıyorsun. Baban da giderse en azından Baha'nın senin yanında olacağına dair bir teminat. Ama onu hiç düşünmüyorsun."

"Haklı olabilirsin." dedi. "Ama Nefes... Ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Sıkışıp kaldım sanki."

Doğruldum ve Açelya'ya döndüm. "Sıkışma. Ben sarılırsam geçer." dedim ve onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Çocukken ne zaman düşsek bunu birbirimize söyleyerek sarılırdık. Elbette geçmezdi ama hafiflerdi sanki.

"Gidelim artık." dedim. "Tamam gidelim." dedi. Eşyalarımızı aldık. Ayağa kalktığımızda sendeleyerek birbirimize çarptık ve tekrar koltuğa düştük.

"Sikeceğim böyle işi." diye homurdandım. "Yardım ederim." dedi Açelya. Gülmeye başladım. "Üçlü olsun güçlü olsun?" Bir an suratıma baktı, sonra hafifçe güldü.

Öyle ya da böyle kendimizi dışarı attığımızda bir taksi çevirdik. Evimizin adresini hatırlamadığım için Pakgör Holding'in adını verdim. Taksi yolda ilerlerken Açelya'yla kafa kafaya vermiştik. Gözlerim kendiliğinden kapandı...

***

Bilincimin açıldığını hissettim.

Bana sarılmış olan bedeni hissedebiliyordum, Araf burada olduğumu nereden bilmişti de gelmişti ki?

Baş ağrısı vardı ama çok şiddetli değildi. Ayrıca tuhaf bir şekilde kalçamda yoğun bir sızı vardı.

Gözlerimi yavaşça araladığımda bana sarılan kişinin gözleri birleşerek tek göz olmuştu ve Araf değildi.

Çığlığı basarak geriye kaçtığımda sırtım başka bir bedene çarptı.

Bir başka çığlık daha koptuğunda sıçrayarak yataktan kalktım. Sızlayan kalçama elimi dokundurmak istedim ama daha fazla canım yandığı için elimi olabildiğince uzak tuttum.

Yok artık!

Çift kişilik yatakta dört kişi yatıyorduk! Nasıl bu hale geldiğimizi bilmemekle birlikte çiftler de karışmıştı. Abim bana, Araf Açelya'ya sarılmıştı. Az önceki çığlık da Açelya'ya aitti.

Abim ve Araf yüzlerini ovuşturarak uyanmaya çalışıyordu.

"Nefes naptın sen bana!?" Dedi Açelya acıyla başını tutarak. Çarşafı sanki çıplakmış gibi göğüslerinin üstünde tutuyordu halbuki üzerinde dün giydikleri vardı.

"Hap attım. Geri zekalı mısın, Açelya? Ne yapabilirim ben sana! Asıl sizin ne işiniz var burada!?" Diye bağırdım erkeklere dönüp.

"Hadi abim bana sarıldı, Araf sen niye gidip Açelya'ya sarılıyorsun!?"

"Aha, Araf'ı bu sefer gerçekten dövmek için sebep buldum." Dedi abim sinirli bir hevesle.

Açelya öfkeli bir çığlık attı. "Bağırışmayın ya, kafam patlıyor!"

Abim aramızdaki en aklı başında olandı, çünkü zaten keşin teki olduğu için gayet alışkındı alkole.

Abim bana döndü. "Bu andaval evinin adresini kırk saat açıklayamadı, ev diye kerhaneye götürdü bizi, amına koyayım! Ben de burayı bildiğim için buranın adresini verdim. Geldiğimizde bir taksi şoförü arabadan inmiş, arka koltuktakilere bağırıyordu uyandırmak için. Kafayı bir uzattım, siz! Sızmışsınız, amına koyayım!"

"Hay sikeyim, hiçbir şey hatırlamıyorum!" Dedi Araf yüzünü elleriyle kapatarak.

"Bir zahmet hatırlama, amcık!" Dedi abim. "Sik beni, diye yalvardın lan!"

Odada, evde, ve hatta tüm katta boş bir sessizlik hakim oldu.

İdrak edemedim.

Araf, eli ensesinde kalakalmış bir şekilde şok içerisinde abime baktı. Kocaman olmuş gözleri bana döndü. Dehşet içerisinde "Yalan, yalan, yalan, iftira!" Diye bağırdı.

"Araf..." Dedim hayalkırıklığı içinde. Araf teslim olurcasına ellerini kaldırdı, "Sevgilim ben yapar mıyım hiç öyle şey?"

"Yaptın!" Dedi abim. "Gel bi sik de rahatla dedin!" Yangına benzin variliyle koşuyordu.

Araf'a döndüm. Elimle abimi göstererek "O senin kayınçon kayınçon!" Diye bağırdım.

"Sabaha kadar kafamı etimi sikti, amına koyayım ya!" Bana döndü. "Allah aşkına affet şu beyinsizi, amına koyayım; sabaha kadar seni anlattı bana! Nefes Karaslan zehirlenmesi yaşıyorum! Ulan ben abisi olarak kendi kardeşim hakkında bu kadar konuşmuyorum, sen kim boksun!?"

"Kocası?" Dedi Araf sırıtarak. Bu kelimeden keyif alıyordu.

"Kicisi?" Dedi abim yüzünü şekilden şekile sokarak. Bir elimi alnıma dayayıp yüzümü gizlemeye çalıştım.

Bu ikisi kesinlikle bir araya gelmemeliydi.

Gerçi Araf suçsuzdu. Abim kiminle didişse çocuk gibi oluyordu zaten. Bastırılmış duygulardan ibaretti. Bizzat babamız tarafından bastırılmış duygular.
Sesimi yükseltip "Ee sonra ne oldu!?" diyerek aralarına girdim. Araf hatırlamadığı için o da abime döndü.

"Ben fazla sarhoş değildim, zaten alışkınım. Dedim ki bu salağa, ben Açelya'yı alıyorum, sen de kardeşimi al, yanlışlıkla falan düşürürsen ben de seni yanlışlıkla çatıdan düşürürüm." Açelya'ya dönüp sırıttı. "Kucakladım sevgilimi bir superman edasıyla. Uçurarak çıkardım yukarıya." Geri bana döndü. "Araf'tan anahtarı araklamıştım Allah'tan." Araf'a baktı. "Herifin götünden donunu alsalar ruhu duymayacak." Dedi ve Araf'ın suratına büyük bir içtenlikle tükürdü.

"Dua et devamını merak ettiğim için araya girmiyorum." Dedi Araf homurdanarak yüzünü silerken.

"Açelya'mı sevgilimi yatırdım yatağa. Tam saçlarını koklayıp mest oluyordum ki bir gürültü kopmasın mı?" Dedi abim. Resmen yaşayarak anlatıyordu.

"Koştum baktım. Senin bu davar kocan seni düşürmüş, yetmemiş bir de kendisi senin üstüne düşmüş! Lan madem düşeceksin, niye kardeşimin üstüne düşüyorsun!? Ya iç kanama geçirseydi!?"

"Feriha kalk bi' gören olacak." Dedi Açelya kısık sesle, gözünü ovuşturarak.

"Bu yüzden mi benim kalçam sızlıyor?" Dedim elim sızlayan yere giderken. "Zedelendi herhalde. Araf da malum elektrik direği gibi adam, gökdelenden çakılmış gibi olmuşumdur kesin." Dedim ve göz devirdim. Araf'ın gözlerine özellikle bakmıyordum ama o da inadına bakışlarımı yakalamaya çalışıyordu.

"Özür dilerim." Dedi. Sesi üzgün geliyordu. "İsteyerek olmamıştır, ben seni gözümden sakınırım, biliyorsun."

Yumuşamak için fırsat kollayan ve kuş gibi çırpınan kalbime okkalı bir tokat indirmek istedim. Her kalbimi kırdığında hemen yumuşarsam ilerde daha neler olurdu, kim bilir?

Bir kaç dakika sessizlik oldu. Üçü yatakta otururken ben canımın acısından oturamıyor, ayakta dikiliyordum.

Etrafa bakındım. Kendi dairemde değil, Araf'ın dairesindeydik.

"Kahvaltı falan yapalım o zaman." Dedi Araf sürünerek yatağın ucuna gelirken.

"Dolap dolu mu?" Dedi abim ona eşlik ederken. İkisi odadan çıkarken Açelya da Hayriye hanım gibi kafasını tuta tuta çıktı odadan.

Salona geçtiğimizde L kanepeye kaydı bakışlarım.

Araf bir şeyler sipariş ederek içeri girdi. Abimin yanına otururken tek ayaktaki bendim. Hepsi bana baktı. "Neden oturmuyorsun, Nefes?" Oturamıyorum.

"Ben öldürseler oturmam o koltuğa!" Dedim soğukça. İmayla Araf'a baktım, "Kim bilir hangi sahnelere şahit olmuştur(!)" Araf suratıma bakakaldı, sonra gözlerini kaçırdı.

"Yine ne oldu?" Dedi abim bıkmış bir şekilde.

Abim öğrenmemeliydi. Kainat duyabilirdi, ama abilerim duymayacaktı!

"Ben lavaboya gidiyorum." Dedim ve göz devirerek salondan ayrıldım. Banyoya girdim, ihtiyacımı gördükten sonra ellerimi yıkayıp kağıt havluyla kuruladım. Çöpe attığım sırada kapı açıldı. "Oha çüş!" Diye bağırdım geriye dönerken.

Araf gelmişti, kapıyı kapattı ve kilitledi. Kaşlarımı çattım. "Ne yapıyorsun sen? Bıkmadın mı beni köşelerde sıkıştırmaktan?"

"Senden bıkmam mümkün değil." Dedi kolunu duvara yaslayarak.

"Nedense ben aynı fikirde değilim." Dedim mesafeli bir şekilde.

"Özür dilerim." Dedi. "O sözlerin seni kıracağını düşünemedim. Sen gittikten sonra boşluğa düştüm sanki. Hareket dahi edemedim. Sonrasında peşinden geldim ama gitmiştin."

"Özrün hiçbir anlam ifade etmiyor." Dedim.

"Araf, çoktan kırılmış bir kalbi özür dileyerek düzeltemezsin. Kaldı ki gerçek düşüncelerin için özür dilemen de apayrı saçma."

"Biliyorum." Dedi. "Haklıydın, gittiği her yere acı götüren biriyim ben. Ve en kötüsü de, birbirimizden hiçbir zaman ayrılamayacak olmamız."

"Neden?" Dedim sorgulayarak. Yaklaştı ve nefesini nefesimde hissettim. "Çünkü bizi bağlayan şey sanılandan çok daha güçlü. Bir gün ölecek olsan dahi gelip mezarına karanfil dikerim. Ve sen de gelip mezarıma vanilya dikersin." Karanfil ve vanilya mı?

"Anlamadım." Dedim.

Sadece gülümsedi, "Boş ver."

Büyük elini sırtıma bastırarak beni kendisine çekti ve göğsüne yasladı. Kolları bedenime sımsıkı sarılırken saçlarımı kokladı. Ona sarılıp sarılmamak arasında kaldım ama kalbim bana sormadı.

Kollarım beline sarıldığında bir yapbozun iki parçası gibiydik, her bir uzvumuz ve varlığımız birbirine uyumlu birer parçaydı.

"O kanepeyi yaktım." Dedi.

Huzurla yumduğum gözlerimi araladım. "Ne?"

"O müzayede gecesinde seninle konuştuktan sonra o kanepeyi indirtip kuytu bir yerde yaktım. Sana zarar verecek her şeyi yakarım ben." Gülümsemekle somurtmak arasında kaldım.

"Maçolar gibi konuşuyorsun."

"Di mi? Bir tespihim eksik." Güldüm. "Doğum gününde sana tespih alacağım." Dank eden şeyle ağzım açık kaldı. "Bu arada hakikaten! Kocamın doğum gününü bilmiyorum ben!" Geri çekildim ve gözlerine baktım. "Doğum günün ne zaman?"

Bir süre baktı gözlerime. Sonra kısık bir sesle mırıldandı.

"12 Mart." On iki mart.

Evlendiğimiz gündü!

Bugün 15 Mart'tı. Araf bunu neden hiç söylememiş, bir de üstüne sır gibi saklamıştı ki? Doğum yılına her yerde ulaşılabiliyordu fakat doğum günü tam bir sırdı.

"Araf aşk olsun, neden söylemiyorsun, ya?" Dedim sitemle.

"Öyle olması gerekiyordu diyelim. Lütfen kimseye söyleme." Bu isteği şaşırmama neden oldu. "Tamam ama neden?"

"Öyle işte." Dedi. Şüphelensem de üzerine gitmedim, bu yanlış olurdu.

"Sen şimdi Balık mısın?" Dedim belindeki kollarımı boynuna çıkararak. "Anlamadım." Dedi boşluğuna gelmiş gibi. Ensesini okşadım.

"Burcundan bahsediyorum. Balık." Jetonu ancak düşmüş gibi bir tepki verdi, "Ha evet. Yalnız o eline dikkat edersen... Fazla hareket edince aklım duruyor da."

Gülüp elimin hareketini durdurdum.

Kapı zilinin sesi gelince bakışlarımız kapıya çevrildi.

"Galiba siparişler geldi. Gel, sevgilim." Kapıyı açıp koridorda ilerledi. Tam da kapıyı açmak için abim ayaklanmıştı, bizi görünce şüpheyle bakıp geri oturdu.

Ben salona geçerken Araf elindeki poşetlerle mutfağa girdi. Abim onun yanına giderken Açelya'nın yanına oturup başımı omzuna yasladım. Kolunu kaldırıp boynumun altından geçirdi ve omzuma atıp sarıldı. Daha sonrasında parmakları saçlarımla oynamaya başlamıştı. "İyi misin?"

"Bilmiyorum." dedim. Bir enkaz, bir uçurum, bir kıvılcım, bir kuyuydum.

O altın kuyu bendim. Derinliklere doğru düşerek kaybolan kan tanesi ise benim insanlık parçamdı. 

Güçlü durmak, beraberinde zorlukları getirirdi. Ve benim önümden zorluk eksik olmuyordu.

"Sona yaklaşıyoruz." dedi mırıldanarak. "Hançer Karaslan'ların elinde. Sana, bana, Baha'ya hiçbir şey olmaz. Ama Araf..."

"Bir gün ölecek olsan dahi gelip mezarına karanfil dikerim. Ve sen de gelip mezarıma vanilya dikersin."

"Olmayacak öyle bir şey!" dedim keskin bir şekilde. "Sence ben aylardır boşa mı çırpınıyorum, Açelya? O kadar şeyi boşuna mı inşa ediyorum? Önemli olan ben değilim, sizsiniz! Sevdiklerim yaşasın diye kıçımı yırtıyorum ben! Yoksa yaşamayı o kadar da sevdiğimden değil."

"Biliyorum." dedi gülümseyerek. "Biz yaşayalım diye sen kendi canını bile verirsin. Ama şunu unutma ki; biz de senden farklı değiliz. İçinde bulunduğumuz hayat öyle bir şey ki... Her an birimiz ciddi bir fedakarlık yapabiliriz." Kaşlarım çatıldı. Tonlaması hiç hoşuma gitmemişti. 

"Ne demek istiyorsun?"

"Özellikle bir şey demeye çalışmıyorum. Sadece hazırlıklı olmak zorundayız, her şeye."

"Saçma sapan konuşuyorsun. Kalk şu şeflere bakalım, bizi zehirlemesinler şimdi. Ölmek için çok gencim!" Açelya ile birlikte mutfağa geçtik.

Abim kahvaltılıkları kaselere boşaltıyordu. Araf ise elindeki tavayı ustaca sallayarak omleti çevirmişti. 
"Yardım lazım mı, beyler?" dedi Açelya, Baha'nın doldurduğu zeytinlerden birini çalarak. Abim ona sırıtarak baktı ve şakağından öptü. Açelya anında erimişti ve abime aşk dolu gözlerle bakıyordu. Abim ise Açelya'nın sadece bir bakışına bile düşüyordu zaten.

"Biz hallediyoruz, hanımlar." dedi Araf bana göz kırparak. İstemsizce gülümsedim. "Siz içeri geçip oturun, her şey bizde." İçimden geldiği için Araf'a arkadan sarılıp kollarımı beline sardım. Yanağımı sırtına yasladığımda kokusu anında burnuma dolmuştu. 

"Hop! Abin burada abin, mesafe koyun bakalım!" dedi abim hızla yanımıza yaklaşıp beni Araf'tan ayırırken. Göz devirdim ve salona ilerledim. TC abisi...

Kahvaltıyı bitirdiğimizde ve sofrayı kaldırdığımızda kapı çalmıştı. Açmak için kalkıp kapıya ilerledim. Açtığımda karşımda kargo görevlisi vardı. "Nefes ve Araf Pakgör?" dedi elindeki telefona bakarken. "Evet burası." dedim. Elindeki kargo poşetini verip gittiğinde poşetin üstündeki etikete baktım.

Düğün fotoğrafları!

Poşeti yırtarak içeri ilerledim. "Güzel haber; düğün fotoğraflarımız gelmiş." Açelya tüm baş ağrısını unutarak heyecanla zıpladı. "Ay ne!? Ver onu bana!" Poşeti elimden kapıp geri yerine oturdu. Kalın bir fotoğraf zarfı çıkarıp poşeti kenara attı. Fotoğraf zarfının içindeki tüm fotoğrafları çıkardı.

"Ay Nefees..." İçi eriyerek fotoğrafa baktı. Yanına geçip oturdum. En üstte Araf ve ben vardık. Araf kameraya bakarken ben ona bakıyordum. Gözlerimdeki derinlik ve yüzümdeki gülümseme o kadar güzel görünüyordu ki... Araf'a bu kadar güzel baktığımı ben bile bilmiyordum.

Fotoğrafı arkaya attığında yine biz vardık. Bir kaç fotoğraf sonra Açelya ve Baha vardı. Baha kolunu Açelya'nın beline sarmıştı,  Açelya da ona yaklaşarak kırmızı halı pozu vermişti. Bir kaç fotoğraf da onlar vardı. Sonrakinde dördümüz vardık. Sonrası ise tamamen habersiz çekilenlerden oluşuyordu.

Araf'la aramıza giren Baha, Baha'nın sırtına atlamış Açelya, suya düşecekken beni havada yakalayan Araf, kadraja aniden dalan Baha'ya attığımız şok içerisindeki bakışlarımız... Hepsi çok komik ve harika fotoğraflardı. 

Biz ölsek bile bu anlar ölmeyecekti. Onlar artık ölümsüzdü.

Araf kalktı ve iki adet çerçeveyle döndü. Birine ikimizin, diğerine dördümüzün resmini koydu. Resmimizi salonun baş köşesine koyduğunda bu eve geldiğim ilk günü hatırladım.

Bugünlere geleceğimizi tahmin edebilir miydik?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro