Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

26 ~ Tenlerin Tutkusu


"Canım yandığında canın yanıyorsa, neden kendini acıtıyorsun?"

***

Sofia Karlberg - Crazy in Love

Açık Seçik Aşk Bandosu - Ölüm

Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar

Nazan Öncel - Geceler Kara Tren

***

26. Bölüm

Topuk seslerim sessiz koridorda yankılanırken ben ise yavaş yavaş gürültünün merkezine ilerliyordum. Saat on biri on geçiyordu.

Salona girdiğim an dibimde biten bir esmer vardı. "Eda!? Nerelerdesin, çok endişelendik!" Soğuk ve ruhsuz bakışlarımı Açelya'nın koyu renk gözlerine çevirdim. "Geldim işte?"

"Sen olmadığın için sayı kaybettik. Pakgör'ler kazandı bu eli." Umurumda bile değildi. Hiçbir şey söylemeden gözümü dikip boş boş baktım. Ona karşı takındığım tavır nedeniyle bozulmuştu ama haksız olduğunu bildiği için bir şey dememişti. Herkes gibi o da yalandan ibaretti.

"Bu arada sana söylemem istendi. Bundan sonraki kurbanlar belirli kişiler olacak. O kişi öldürülecek ve önce davranıp öldüren kazanacak, belirli gün değil belirli kişi olacak artık yani. Yeni kişi kızıl saçlı bir adam. Furkan Duymaz. İzmir'de yaşıyor." Şu an bunları dinleyecek kafada değildim. Daha sonra Baha'dan öğrenirdim nasılsa.

Açelya'yı öylece bırakarak ilerlemeye başladım. Sonra durdum. Şöyle bir baktım etrafa.

Baha bahçedeydi, Yiğit ile konuşuyorlardı.

Amcam gelmişti ve Yaren karısıyla beraber dayımın yanındaydı, açıkçası ne konuştukları zerre umurumda değildi.

Beyaz Maske yoktu. Onun ismini bile anmak istemiyordum artık.

Lavabo ihtiyacım vardı. Geriye dönüp salondan çıktım ve geniş giriş holünden geçip lavaboların olduğu ufak koridora ilerledim. Mor ve beyaz renklerinin kullanıldığı şık tasarlanmış lavaboya girdim ve bir kabine girdim. Çıktığımda ellerimi yıkayıp otomattan bir kaç tane peçete çektim.

İçeriye birinin girdiğini hissettim. Tanımadığım bir kadın bana bir bakış atıp kabinlerden birisine girdi ve kapıyı kapattı. Ben de aynadaki görüntüme odaklandım. Gözaltlarım yorgunluktan şişmişti ve gözlerimin akında kırmızı iplikler oluşmuştu. Uyuşturucu bağımlısı gibi görünüyordum. İki gecedir uyumuyordum. Sadece gözlerimi dinlendirmiş ve hemen geri kalkmıştım. Vücudum güçsüzdü ama buna inat her şeye yetişmeye çalışıyordum.

Zevkle kırılmış kalbime bile.

"Neyden bahsettin medeniyet derken? Yiğit'ten bahsetmediğin gayet açıktı!"

"Sen daha iyi biliyor olmalısın. Her şeyi bir anda kesip atabilecek potansiyele sahip olan sensin. Tarafsızsın, sen sadece kendi tarafındasın. Sadece kendini düşünürsün, bencilsin!"

Annem uğruna kendimden vazgeçmek beni bencil yapar mıydı?

Peki bunca lafa, bunca yaşadığıma ve şu aynadaki makyajın bile kapatamadığı görüntüye değecek miydi?

Değmesi için her şeyi yapacaktım, çünkü artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.

"Nefes?"

Yiğit'in içeri girmiş olduğunu görünce şaşkınlıkla ona bakakaldım. "Burası kadınlar tuvaleti, çıkar mısın?" İçeride başka biri daha vardı ve ciddi anlamda rahatsız olabilirdi.

"Açelya Baha'ya geldiğini söyleyince hemen buldum seni. Saatlerdir neredeydin? Merak ettim." Kaşlarımı kaldırdım. "Merak etmeni gerektirecek bir şey yok aramızda, Yiğit."

Yaklaştı ve karşıma geçti. "Peki hiç mi olamaz?" Gerçekten dürüsttü. Lafı dolandırmadan direkt soruyordu. Bu iyi bir şeydi.

Net bir şey söylemek istemiyordum. Her şey zamana bağlıydı. Ne evet demek istiyordum ne de hayır. "Bilmiyorum." Dedim sadece.

Parmaklarını çenemde hissedince gözlerimi kaldırıp ona baktım. Yaklaşmaya başladığında ise gerilmiştim. Ne tepki vereceğimi ya da ne yapacağımı bilmiyordum.

Dudaklarının dokunuşunu dudaklarımda hissettim.

Sonra birden geri çekildi.

Hayır, Beyaz Maske çekti.

"Yiğit?" Dedi hiçbir şey olmamış gibi bir rahatlıkla. Yiğit anlamamış bir şekilde "Evet?" Dediğinde Beyaz Maske gülümsedi. "Seni sikerim." Dediği gibi yumruğu geçirdiğinde şokla geri çekildim ve Yiğit ayaklarımın hemen önüne düştü. Çekilmesem üstüme düşecekti.

"Desise'nin öpücüğü her yiğidin harcı değildir."

"O yiğitleri sikerim."

Şaşkınlıkla dudaklarım aralanmıştı ve Beyaz Maske'ye bakıyordum. Araf'a.

"Yiğit?"

"Evet?"

"Seni sikerim."

Kabindeki kadın çıktığında çıktığı gibi kaçtı. Keşke şu an ben de kaçabilseydim. Araf'ın dengesizliklerini izlemek istemiyordum. Bu beni sadece sinirlendiriyordu.

"Araf ne yapıyorsun!?" Diye bağırdı Yiğit, burnunu tutarak. Araf, bir katil soğukkanlılığıyla yere çömeldi ve dirseğini dizine koyup Yiğit'in üstüne eğildi. "Seni kovuyorum."

"Hayır kovmuyorsun!" Dedim bastıra bastıra. Saçma sapan bir nedenden dolayı böyle önemli bir pozisyonda olan birisini kovamazdı. "Ayrıca seni hiç ilgilendirmez beni kimin öptüğü! Gidecek birisi varsa o da sensin!" Bana istediğini söyleyip sonra da gelip kendisini gözüme sokamazdı! Hayatında bir yerimin olmadığını söyledikten sonra beni öpecek birini dövemezdi!

"Kalk siktir git yoksa geberteceğim seni." Dedi Araf beni duymazdan gelip ayağa kalktıktan sonra Yiğit'e bir tekme atarak. Göz devirip oflayarak arkamdaki duvara döndüm. Ellerimi belime koyup başımı kaldırdım ve sabır dilemeye başladım.

Adım seslerinden Yiğit'in çıktığını anlayana kadar dönmedim arkama.

Hızlıca dönerken ellerimi belimden indirdim ve "Derdin ne senin!?" Diye bağırdım. Eş zamanda Araf da burnumun dibinde "Ne yapmaya çalışıyorsun!?" Diye bağırmıştı. Aynı anda.

Maskesini çıkarıp bir kenara fırlatmıştı ve şu an burnumun dibindeyken maskesizdi. Yüz hatları kasılmıştı, gözleri öfkeyle yanıyordu. Tıpkı benimki gibi.

"Ben hiçbir şey yapmaya çalışmıyorum, hayatıma bakıyorum! Bana hesap soramazsın sen!" Dedim ses tonumu biraz olsun azaltmadan.

"Yüzlerce insan varken Yiğit ile mi? Yapma," dedi ve alayla güldü. "Basbaya bilerek yapıyorsun." Bir an durdum. Dediği şeyde mantık aramaya çalışırken yüzüm komik bir şekil almıştı.

Öfkeyle kahkaha attım. "Ciddi misin sen ya?" Gülmemi durduramıyordum. "Neden böyle bir şey yapayım? Kendini bu kadar önemseme."

Az önceki alaylı haliyle "Bihter de öyle diyordu." Dediğinde göz devirdim. İyice sinirleniyordum. Bugün neden herkes bana Bihter diyordu!?

"Sen nesin? Behlül mü? Haklısın, en az onun kadar şerefsizsin. Şimdi çekil önümden." Yanından geçip gideceğim sırada sertçe kolumdan tutup arkamdaki duvara fırlattı. Sırtımı duvara çarptığımda canım yanmıştı. Dalgalı sarı saçlarım şiddetin etkisiyle elektriklenerek yüzüme dökülmüştü. Tek elini duvara yaslayıp üzerime eğildi ve gözlerini gözlerime kenetledi. Yüzüme yapışmış saçlarımı elimle çektim, ufak çatırtı sesleri çıktı. Eğer hemen şu an akla mantığa sığar bir şey söylemezse onu mahvedecektim ve bundan asla çekinmeyecektim.

O çekinmemişti.

Az önceki bağırışmamızın aksine normal bir sesle konuştu, "Eğer bir gün beni sevmeye kalkarsan sakın sevme. Yaklaşma bile. Eğer şimdi beni acımasızca elinin tersiyle itecek kadar yürekliysen, severken uzak duracak kadar da yürekli ol." Tek kaşımı kaldırdım. "Böyle söylemiştin, değil mi?" Yanağımın içini dişleyerek ne saçmalayacağını beklemeye başladım.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve kısık bir sesle "Sana ne?" Dedi. Kaşlarım bu sefer çatıldı. Göz devirdim, onu itmek üzereyken konuşmaya devam etti. "Seni seviyorum. Sana ne? Hiçbir bok yapamazsın." Dengesiz!

Cevap vermeme izin vermeden dudaklarını dudaklarıma bastırdığında bir anlık duraksadım. Gözlerim kapanmıştı.

Bu hissi duymayalı ne kadar zaman geçmişti?

31 gün.

744 saat.

44.640 dakika.

2.678.400 saniye.

Seni seviyorum. Sana ne?

Dudaklarını dudaklarımdan ayırdı ve alnını alnıma koydu. "Senden başkasına değmedi dudaklarım, Desise. İlk ve son kadınsın."

Bu söylediğine inanıyordum. Ama bu, o kadının ona dokunmasına izin verdiği gerçeğini değiştirmiyordu.

"Seninle ilgili bir şey değildi." Dedi. "O zamanlar birbirimizin hayatında bile sayılmıyorduk, Nefes. Birbirimizi görmüyorduk, duymuyorduk, hissedemiyorduk-" sözünü kestim. "Sen izin vermiyordun."

"Evet ama haksızlık edemezsin. Onca zaman bizimle olup son anda düşman tarafı seçtin. Ne düşünmeliydim?"

"Güvenmeyi."

"Nefes bu oyun ciddi bir şey, kafana göre taraf değiştiremezsin."

"Bu siktiğimin oyunu umurumda falan değil! Tek gerçeğim annem!" Dedim bastıra bastıra. "Ve sen dahi engel olamazsın buna."

"Bu siktiğimin oyunu benim de umurumda değil." Dedi o da aynı şekilde bastıra bastıra. "O zaman niye içindesin, Araf!? Kendinle çelişme!"

Yüzümü ellerinin arasına aldı ve gözlerini gözlerime odakladı. "Çünkü sen, Asise. Gerçek olan tek şeysin." Asise, oyun tanrıçası.

"Benim için sadece sen varsın, oyun falan umurumda değil." Şu an çok fazla şey düşünebilirdim. Mesela Araf'ın bu sözlerinin altında yatan geçmişini, babasına duyduğu gizli nefreti, Camsuyu'yla olan münasebetini, Yiğit'e yumruk atmasını, ya da bana söylediği onca sözü.

Düşündüm.

Araf'ı aniden öptüğümde anında karşılık verip bir elini belime sardı. Sırtımı duvardan ayırıp çevirdi ve arkamdaki boş kabine itti. Benimle beraber kabine girdikten sonra ayağıyla kapıyı iterek kapattı. Dudakları dudaklarımı talan ederken parmaklarını bacağıma sürterek ağır ağır eteğimi yukarı sıyırdı. Bu hareketi içimde bir şeyleri uyandırmıştı. Dar eteğimi yeterince sıyırdıktan sonra kucağına alıp sertçe soğuk duvara yasladı. Hareketlerimiz o kadar sert, şehvet ve tutku doluydu ki...

Bir elini eteğimin altından sokup iç çamaşırımın üstünden bana değdirdiğinde dudaklarımı dudaklarından ayırıp kafamı vurmak pahasına başımı geriye attım ve seslice inledim. Sızlamaya başladı.

Onu istiyordum.

Parmağını sürterek yukarıdan aşağı doğru indirdi ve kalçama koydu. Bu his bir yandan hoşuma gitmemiş, bir yandan gitmişti. Tuhaftı. Birisi için delirmek çok tuhaftı.

Dudağımı sertçe ısırdım. Dudakları ve dişleri boynumdaydı.

Birden onu ittim. Ve bacaklarımı belinden çekerek dikkatlice yere indim. Üzerimi düzelttim.

Şaşkınlıkla bana bakarken elinden tutup onu tuvaletten çıkardım.

Kartımı lobiden daha girerken almıştım zaten. Asansöre bindik. İçeride bir kaç kişi daha olduğu için içimden lanet diledim. Odamın olduğu kata geldiğimizde asansörden indik ve kartımı okutup kapıyı açtım. Anahtarı yerine oturtup elektriğin gelmesini sağladım. Yatak başındaki lambalar yandığında oda loş ışıkla aydınlanmıştı. Araf arkamızdan kapıyı kapattı.

Hızla ona dönüp ceketini çıkarttım ve kenara fırlattım. İçimde derin bir arzu vardı. Ceketimi de fırlatıp attıktan sonra yeniden kucağına çıktım. Dudaklarımız tekrardan buluşurken öpüşlerimiz telaşlıydı. Ellerim gömleğine gitti ve düğmeleri teker teker çıkardım. Sonuncu zorluk çıkarınca kopardım ve omuzlarından sıyırdım. Güldüğünde kaşlarımı çatıp dudağını ısırdım. Sırtımı tekrar duvara yaslayarak duvardan destek aldı.

Sırtımdaki ince gizli fermuarı bulup aşağı indirdi. Kollarımı ip askılardan kurtardığımda elbise belime kadar sıyrıldı. Annemin gerdanlığını dikkatlice çıkarıp yanımızdaki masaya bıraktığında bu yaptığı hoşuma gitmişti. Aramızdaki tutkuya rağmen o gerdanlığa çok nazik ve dikkatli davranmıştı. Bu davranışı benim için çok değerliydi. Aksi takdirde fırlatsaydı tavrım hoş olmazdı.

Dudakları boynuma geçti tırnaklarımı çıplak kaslı omzunda gezdirdim.

Dudağımı ısırıp kendimi ona bastırdığımda inleyerek boynumu ısırdı. Moraracağına emindim ama hoşuma gitmişti. Acının zevk vermesi normal miydi?

Açıkçası mazoşist gibi hissediyordum.

Ellerimi geriye attım ve straplez sütyenimi çıkardım.

Derin nefeslerimiz ve inlemelerimiz odada yankılanırken sırtım yatakla buluşmuştu. Elbisemin kalanını da bacaklarımdan sıyırıp attı.

(+18)

Yattığım yerden hızla doğruldum ve ona uzanması için izin vermedim. Önümde dikilirken kemerine uzanıp açtım. Yapacağım şeyi anlamış, gözlerini sımsıkı yummuştu. Pantolonunu sıyırdığımda çıkarıp attı. Boxerından belli olan organında elimi gezdirip tepkisine baktım. Gözlerini açamıyor, dudağını ısırıyordu. Tehlikeli bir gülümsemeyle ona baktım ama o bunu görmedi.

Boxerını indirdim. Açıkçası ilk kez görmüyordum. Küvete girdiğimiz ve beraber duş yaptığımız gün de görmüştüm. Bunun bende pek bir etkisi olmamıştı bu yüzden. Ayrıca çıplaklıktan utanan biri değildim.

Kavradığımda inledi. Dudaklarımı araladım.

Saçlarımı kavradığında boğazından derin inlemeler yükseliyordu. Alabildiğim kadar alıyordum ve bu onu delirtiyordu. "Nefes!"

Terlemiştim, gözlerim yaşarmıştı ama umurumda olmamıştı.

Bıraktığımda saçımı kökünden sıkıca kavrayıp hızla çekti ve başımı kaldırdı. Üzerime eğilip burnunun ucunu yanağımda ve dudağımın kenarında ağır ağır gezdirdi. Alt dudağımı sertçe silip gözlerini araladı. Bakışları o kadar koyulaşmıştı ki... Bu bile beni tahrik etmeye yetiyordu. Enesine elimi sarıp hızlıca kendime çektim ve uzandım.

Dudaklarını dudaklarımla buluştuğunda daha önce hiç bu kadar sert ve tehlikeli öpüşmediğimizi fark etmiştim. Dili dilimdeydi, ruhu ruhumdaydı, teni tenimdeydi. Ellerimi kavrayıp yatağa bastırdı. Sonra yataktan ayırmadan yukarı doğru çekip başımın üstünde birleştirdi. Tek eliyle sıkıca kavradıktan sonra diğer eliyle külotumu ipinden tutup hızla çekti. Kopmuştu ama umurumuzda değildi. Kenara fırlattı.

Parmaklarını orada hissettiğimde ondan kurtulup derince inledim. "Ah!"

Dudakları göğüslerime ulaştı ve dişledi. Ellerimi kurtarmak için çırpındım. Ellerimi kurtarmak ve ona dokunmak istiyordum, izin vermedi.

Yavaş yavaş aşağı inerken ellerimi bırakmak zorunda kalmıştı. Dilini orada hissettiğimde saçlarına gitti elim.
Siktir siktir siktir!

Nefes alamıyordum ve nefeslerim sıklaşıyor, seslerim odada yankılanıyordu. Sarı saçlarımın kökleri terden alnıma yapışmıştı.

"Araf!"

Tekrar yukarı çıktığında kalbimin üstündeki o kırmızı leke dövmesini öptü.

Sonra o sızıyı hissettim. İçimdeydi. Çığlık atmadım, nefesim kesildi.

Bir anlık duraksamadan sonra hareket etmeye başladı. Seslerimiz odada yankılanırken git gide hızlanmıştı.

Sabaha doğru ara ara dinlenerek devam etmiştik.

(+18 son)

Gözlerimi açtığımda günün taze ışığı pencereden süzülerek içeri düşüyordu. Araf arkamda bana sarılmış uyuyordu. Dönüp ona baktım, belimdeki kolunu dikkatlice çekip yorganın altından çıktım. Hızlıca giyinip akan makyajımı mendille az çok sildikten sonra çöpe atıp odadan çıktım. Kapıyı sessizce kapatıp koridorda ilerlerken ceketimi giymeye çalışıyordum.

Giriş kata indikten sonra lobiye ilerledim. "Buyrun, Nefes Hanım." Dedi görevli kız. "Odada arkadaşım var. Size kartı teslim ettiğinde sonlandırın. Önceden ödemesini yapmıştım." Dediğimde kız onayladı.

Otelden çıkıp telefonumu çıkardım. Sayamayacağım kadar cevapsız çağrı ve mesaj bildirimi vardı.

Otelin önünde hazır bulunan taksilerden birine bindim. Evin adresini verip bildirimlere göz attım. Nerede olduğumun sorgulandığı mesajlara görüldü atıp geceyle ilgisi olmayan ve cevap bekleyenlere de cevap verdim. Cevapsız arama kayıtlarında da neredeyse tüm sülale vardı.

Saate bakmak anca aklıma geldi.

8:52
1 Ocak 2021

Oflayarak ekranı kapattım. Daha erken kalkmayı planlamıştım ama istediğim gibi olmamıştı.

Araf'a unutulmaz bir ders verecektim.

Ona defalarca kez sınırımın olmadığını söylemiştim.

Bekâret denen şey Eda'nın sınırıydı, benim değil.

Ve o, iğrençleşmişti. Karşıdaki Camsuyu olsa bile bir kadındı. Madem onunla bir şeyler yaşamıştı, o anlardan böyle aşağılıkça bahsedemezdi. Veya normalleştirmeye çalışarak bana yaklaşamazdı. Bana onca sözü söyleyip de hayatında olmadığımı söyledikten sonra benim çevremdekilere karışamaz, dövemezdi. Bana hesap soramazdı, karışamazdı! Beni ne sanıyordu?

Şimdi onun Cansu'ya yaptığı muamelenin aynısını ben de ona yapsam ne yapabilirdi?

Cansu'nun Araf'a ilgisi hep vardı. Fakat beni öğrendikten sonra inada bindirerek cesaret almış, yaklaşmaya başlamıştı.

Her şey bir yana.

Cansu sürtüğün teki olsa da karşı cinsten herhangi birine onu aşağılama hakkı vermezdim. Bu benim kadınlık, insanlık görevimdi.

Taksi durduğunda ücreti ödeyip taksiden indim. Kapıdaki korumalar bahçe kapısını açarak yolu açtılar. Bahçede ilerleyerek evin kapısını çaldım.

Eflin açtığında yüzünde gergin bir ifade vardı.

Sorgulayan bakışlarımı yüzüne diktiğimde başını öne eğdi. İçeri geçtim ve salona ilerledim. Karşımdaki kanepede oturan Baha'nın bakışları buldu beni ilk. Gözlerini yumdu ve yutkundu. Önünde tekerlekli sandalyede oturan bir adam vardı. Amcam ortalarda gözükmüyordu. Yaren duvara yaslanmış, sırıtarak beni süzüyordu.

"Neler oluyor?" Dediğimde sesim, ölüm sessizliğindeki odada yankılandı.

Tekerlekli sandalyede oturan adamın eli kol koyma kısmındaki tuşlara kaydı. Basarak sandalyeyi bana doğru döndürdü.

Babam.

Hastaneden nasıl bu kadar erken çıkmıştı?

Yüzü tamamen ifadesiz, donuktu. Ne olduğunu anlayamıyordum.

Baha gözlerini açmadan ayağa kalktı ve hızla evden çıktı.

Ciddi bir şeyler oluyordu.

Sandalyeden destek alarak zorlukla ayağa kalktığında Yaren karısı "Abi!" Diyerek koşup koluna girdi. Babam, kardeşini uzaklaştırdı.

Boş boş dikilmek yerine yanlarına gittim.

"Neler oluyo-"

Başım hızla sola dönerken saçlarım dağılarak yüzüme döküldü. Sağ yanağım yavaş yavaş sızlamaya başladı.

Tokat atmıştı.

Başımı kaldırmadan gözlerimi yere sabitledim. Bakışlarım sertleşmeye, kanım fokurdamaya başladı. Beynimde davullar çalıyordu.

Ağır ağır başımı kaldırırken omuzlarımı düşürmeden saçımı geriye itip arkaya attım. Babam öfke saçan gözlerle bana bakarken aynı nefretle ben de ona bakıyordum.

"Ne yaptın sen?" Dedi dişlerini bastıra bastıra. Öfkeden gülmeye başladım. Güldüğümde canım daha çok yanmıştı. "Aynı şeyi ben de sana soracaktım."

"Araf Pakgör ile yatmak? Düşmanımızın altına mı girdin sen!?" Donakaldım. Kaşlarım çatıldı. Bunu bilmesi imkânsızdı. Üstelik hastaneden yeni çıkmış gibi duruyordu.

"Bunu kimden öğrendin?"

"Demek inkâr etmiyorsun?" Ruhsuzca güldüm. "Neden inkâr edeyim? Ortada gizlememi gerektirecek bir şey yok. Evet dün gece Araf ile yattım. Atsana bir tokat daha? Sen o tokatı atınca ne değişiyor?" Güldüm. "Hiçbir şey." Babamın yüzü öfkeden morarırken geri çekilmek yerine gururla burnunun dibine girdim.

"Benim özel hayatıma burnunu sokacak hadde sahip değilsin, babacığım(!) Ben sana aşk evliliği yaptığın karını, onun kuzeniyle neden aldattığını soruyor muyum?" Bozguna uğramış bir şokla bana baktı. Zeynep Karaslan ve annemin kuzen olduğunu bildiğimden haberi yoktu. "Sana sorabilecekken sormadığım çok soru var, Oğuz Karaslan. Beni sormaya mecbur etme." Dedikten sonra geri çekilip hızla yukarı çıktım.

Bir tokat bana koymazdı. Bana koyan, bu haddi kendisinde görmesiydi.

Odama girer girmez kendini banyoya attım. Ayakkabılarımı ve ceketimi çıkarıp duşun altına kıyafetlerimle girdim. Duş başlığından akan ince ılık su zerrecikleri yüzümden, saçlarımdan, bedenimden usul usul aktı.

Geceyi hatırladım. Araf'ı, dokunuşlarını, hareketlerini, gece boyunca nefesini kulaklarımda hissedişimi...

İrkilerek silkelendim ve başımı iki yana salladım.

Kan damlası ile kar tanesi bir araya gelemezdi. Çünkü kan damlası o kadar ısınmıştı ki, kar tanesini anında yok ederdi.

Nefes Karaslan, Araf Pakgör'ü anında yok ederdi.

Onu seviyordum. Ama kendimi daha çok seviyordum. Doğrusu da buydu. Gururum ve onurum beni ben yapan ve asıl ihtiyacım olan şeylerdi. Aşk uğruna harcayamazdım.

Sırılsıklam olmuş elbisemin ip askılarını omuzlarımdan sıyırıp fermuarı indirdim. Elbise fayans zemini boylarken gözlerimi sımsıkı yummuştum.

"Araf Pakgör ile yatmak? Düşmanımızın altına mı girdin sen!?"

Düşman.

Düşman demek yasak olan demekti.

Bu kulağa daha da cezbedici geliyordu.

Banyodan çıktığımda saçlarımı tarayıp kuruttum. Siyah iç çamaşırı takımını giyip dolabın kapaklarını açtım. Gece mavisi mini kalem eteği ve açık gri saten gömleği çıkarttım. Giyinip gömleğin eteklerini eteğin içine soktum ve biraz bollaştırdım. Gömlekle hemen hemen aynı tonda olan gümüş rengi, günlük, süet, bantlı topuklu ayakkabıyı giyip fermuarını çektim. Halka küpe ve Baha'nın aldığı kolyeyi taktım. Makyajımı yaptıktan sonra salına salına aşağı indim.

Evet, hiçbir şey olmamış gibi.

Bir de üstüne ıslık çalmaya başladım.

Yetmedi. Şarkı mırıldanmaya başladım.

"Zalim bilmiyor,
Sabah olmuyor,
Derdim bitmiyor, of.
Taştan mı sandın beni?
Ey tanrım, garibim ondandır."

Mutfağa ilerlerken babamla göz göze geldiğimizde aldırmadan başımı çevirip istifimi bozmadan yoluma devam ettim. Ters ters bakıyordu, umurumda değildi.

Mutfağa girdiğimde Eflin ile karşılaştık. Tezgahı siliyordu. "Günaydın!" Dedim kollarımı iki yana açarak neşeyle. Şaşkınlıkla bana bakakaldı. Haklıydı, bu evde bu kadar neşeli olmamıştım hiçbir zaman. Hep bir ağırlığım olurdu. Ama bu sefer çok keyifliydim.

"Günaydın, Nefes Hanım." Dedi ne diyeceğini bilemez bir şekilde. Ona gülümsedim ve kahve makinesine ilerledim. "Nefes Hanım siz söyleyin ben yaparım." Dedi Eflin atılarak. Ona engel oldum. "Elim kolum var, Eflin. Kendi kahvemi de kendim yapabilirim sen otur dinlen biraz." Eflin şaşkınlıkla bana bakakaldığında sırıtıp kahvemi bardağa doldurdum.

Bardakla beraber kapıya döndüğüm an Baha içeri girdi. Eflin de ben de Baha'ya bakakaldık. Eflin olduğu zaman mutfağa asla girmeyen Baha Karaslan şu anda mutfağın tam ortasındaydı. "Oo Baha Bey? Siz teşrif eder miydiniz ya?" dedim oyuncu bir şekilde sırıtarak. Kahvemi yudumladım. "Ben de meraklı değilim." diyerek homurdandığında bu triplerin Eflin'e olduğunun farkındaydım. O günden sonra tekrar konuşmuşlar mıydı hiç bilmiyordum.

"Meraklı değilsen işin ne?" Eflin'den karşı atak geldiğinde şaşkınlıkla ikisine baktım. Baha, yok saymak yerine direkt ona döndü. "Senin işin ne peki? Bildiğim kadarıyla mutfak işinden alınmıştın?" Eflin Baha'ya bakakaldığında ben de kalçamı tezgaha yaslamış, zevkle ikisini izleyerek kahvemi yudumluyordum. Kendimi bir zamanlar okuduğum kitaplardan birindeki bir karakter gibi hissetmekten alıkoyamamıştım.

Utku Demir. O da kaostan beslenir, bir köşeye geçip zevkle izlerdi.

"Bas baya beni bekliyorsun, Eflin. Ama ben hiç gelmedim. İnatla gelmedim. Bunu bir mesaj olarak alıp uzaklaşmak yerine görmezden geldin. Bittiğimizi sana türlü şekillerde göstermeme rağmen içten içe kabullenmedin. Şimdi duyguların kırıldıysa bunun sorumlusu ben değilim." Kaşlarım havaya kalktı. Eflin'in parlak mavi gözlerinin dolduğunu gördüğümde dudaklarımı içe doğru yuvarlayarak başımı çevirdim.

" Biliyor musun? Amcan haklı. Sen Açelya'ya aşık olmuşsun." bir damla yaş yüzünden süzüldü. "Çünkü sen sevdiğin kadınla asla böyle ağır konuşmazsın." Eflin'e üzüldüğümü hissederken bir yandan da şaşkınlık içerisindeydim. Abim gerçekten de Açelya'ya aşık olmuş muydu yoksa Eflin'in kuruntusu muydu? Açelya zerre ilgi alanımda olmadığı için ben fark edememiş olabilirdim.

Baha birkaç adımda Eflin'e yaklaştığında gözlerinde az öncekinin aksine sıcacık bir ifade vardı. "Evet. Bir kadını seviyorum. Seni seviyorum, Eflin. Seni."

Seni seviyorum. Sana ne?

Adeta irkildim. Başımı iki yana sallayarak afallamamı bastırmaya çalıştım.

" Bu ileride değişir mi bilemem, ama şimdi olan bu. Kendi kendine kuruntu yapıp canını daha fazla yakma. Neden bittiğini sen de biliyorsun." Eflin'in diğer gözünden de yaşlar boşaldığında Baha onu hızla kendine çekip sımsıkı sarıldı. Eflin yüzünü Baha'nın göğsüne gömüp ağlarken ben de kapıyı kontrol ettim. Kimsenin gelmiyor olması beni sevindirmişti. Tekrar onlara döndüğümde Baha'nın, Eflin'in saçlarını kokladığını gördüm. Bu canımı yaktı. Son kez sarılır gibi sarılıyordu Eflin'e. Sevdiği kadına. "Eğer..." dedi Eflin çatlak bir sesle. "Bir gün beni unutmadan başka bir kadına dokunursan... Seni mahvederim. Eğer birini gerçekten istersen, yalvarırım bu beni unuttuktan sonra olsun."

"Eğer senden başkasını istiyorsam, seni zaten unutmuşumdur, sevgilim."

Sevgilim.

Bu kelime neden canımı bu kadar yakmıştı?

Yutkunamadığımı hissederek bardağı tezgaha bıraktım ve hızla mutfaktan çıktım. Siyah dar kalıp kaşe kabanımı giyip telefonumu cebine koydum ve bahçeye çıktım.

Yaptığım şeyin ağırlığı içime otururken Araf'a olan sevgim beni boğuyordu.

Aşık mıydım bilemem. Ama seviyordum, bundan emindim.

Arka bahçeye ilerledim. Karlara batmamak için evin dibindeki kaldırımdan ilerliyordum. Taş yola çıkıp kapalı çardağa ilerledim. Kapısını açıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Isıtıcıyı açmadım. Soğuğa ve yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

Telefonumu çıkarıp Spotify'a girdim ve rastgele bir müzik açıp masaya koydum.

"Senin ellerindeyim
Düşlerindeyim
Gülüşlerindeyim
Kaybolan
Soluk gidişlerin
Canım sevgilim
Artık ölmeyelim
Boşluğun dibinde yalnızım
Biraz kararsızım
Kendinden utanır mısın ?
Sonun belki en başımdır
Yollar karışmıştır
Ben olmadan kaçamaz mısın?"

Bilerek yapmışım gibi denk gelen şarkıya göz devirerek değiştirmek için ekranı açtım. O sırada beliren bildirimle nefesim boğazımda düğümlendi. Yutkunamadım, nefes alamadım.

Araf Pakgör

Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar dinliyor...

"Düşerdim yamaçlarından
Sapsarı saçlarından, avuçlarından
Yine de kalkar severdim
Gülüşün özeldi
BENİ KENDİNDEN KURTAR."

Dayanacak gücüm kalmayacakmış gibi hissediyordum. Sanki tükenişin eşiğindeydim.

"Aynalar korkumu yansıtır
Titriyor dizlerim
Gerçeğim sanrıdır
Gözlerin gizliyor zihnini
O son sözlerini
Kararmış kalbini
Yüzleşmem gereken doğrular
Savaşım kendimle
Bi kaç satırla
Suçluyum bahar gözlerine
Yağmur yağmazsa
Artık huzursuzsan."

Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülürken soğuktan bembeyaz olmuş yüzümü ısıttı.

"Düşerdim yamaçlarından
Sapsarı saçlarından, avuçlarından
Yine de kalkar severdim
Gülüşün özeldi

Beni kendinden kurtar."

Şarkı sona erdiğinde sanki ben de sona ermiştim.

O da görmüş müydü acaba şans eseri aynı şarkıyı dinlediğimizi?

Anlaşılan görmüştü. Şu an dinlediği müzikten bunu anlıyordum.

Araf Pakgör

Halil Vergin feat. Hande Dönmez - Çingenem dinliyor...

Kızarmış ve yaşlı gözlerime inat gülmeye başladığımda elimle ağzımı kapatmıştım. Araf ile beraber yeni tanıştığımız zamanlarda o dağ evine giderken radyoda bu şarkı çalmıştı. Hard diski almaya gittiğimiz ve çatışma çıktığı gün. Dönüşte yüzünü ilk defa görmüştüm.

Her ne kadar ben de açıp dinlemek istesem de bunu yapmadım. Bunu yaptığımda onu stalkladığımı anlayacaktı ve son yaptığımdan sonra bunu yapmam aşırı saçma bir hareket olurdu. En azından stalkladığımı o bilmese de olurdu.

"Yaralı kardeşler derneği ha? Harbi yıkığız desene." Abimin ne ara geldiğini ve içeri girdiğini anlamamıştım. Yaklaşıp karşıma oturdu. "Buz gibi kızım burası. Bir de mini etek giymişsin, hiç mi götün donmuyor, açsana sunu." deyip ısıtıcıyı açtığında göz devirdim.

"Göz devirme bana. Bugün 1 Ocak, sevgili kardeşim. 1 Ağustos değil." İnadına tekrar göz devirdiğimde o da bana göz devirdi. "Müzik mi dinliyorsun? Açsana şuradan bi Erik Dalı. Keyfimiz yerine gelsin." Ona garip garip baktım. "Keyfin yerine gelsin diye Erik Dalı mı açıyorsun sen?" O da bana garip garip baktı. "He, ne olmuş?"

"Ankara'nın Bağları dururken?" dedim küçümsercesine. Gözleri büyüdü. "Oo burada işler karışır! Ezeli iki rakiptir Erik Dalı'cılar ve Ankara'nın Bağları'cılar. Bu hiç hoşuma gitmedi. Umarım Habil ile Kabil'e dönmeyiz." Sırıttım. "Söz veremiyorum." Gözlerini kıstı. "Hain." Kahkaha attım.

"O zaman tam sana layık, tarafsız bir şarkı açıyorum." dediğimde eliyle gönder gelsin hareketi yaptı.

Şarkıyı açtığımda başta ne olduğunu anlayamadı. Şarkı ilerledikçe bana bayık bir bakış atıp göz devirdiğinde kahkaha attım.

Hüseyin Turan - Acayip Hayvanlara Benziyirsen

Bu şarkıyı Furkan abime de açardım ve bastıra bastıra yüzüme karşı mö'lerdi. Milli abi şarkısıydı bence.
"Neyse ne. Ben başka bir şey konuşacağım seninle." dediğimde müziği kapatıp abime odaklandım. "Gece yoktun, Açelya sana anlatmış. Bundan sonrakilerde tarih falan yok. İlk yakalayan öldürür. Bu yüzden İzmir'e gitmeliyiz. Tek gidemezsin. Bu yüzden adamların dışında Açelya ve ben de geleceğiz." Başımı yavaşça salladım. "Anladım ama Açelya gelmese de olurdu." Gülümsedi. "Arkadaşın olarak orada olmayacak. Seni korumakla görevli birisi olarak orada olacak. Üçümüz bir evde yaşayacağız." Her şeyi zaten planlamışlardı bile. Benim yapacağım bir şey yoktu. "Tamam gidelim o zaman. Vakit kaybetmememiz lazım. Hemen şimdi çıkalım yola. İzmir'de kar yoktur fakat yağmur kesin vardır. Olası bir ihtimale karşı kar tedbirleri de alalım ama. Spil'e kar yağıyor." Sorar bir şekilde "Spil?" dediğinde derin bir nefes verdim. "Manisa'da bulunan ama arkasına İzmir'i de alan bir dağ. Büyük bir dağ. Normal dağlara benzemez. İzmir veya Manisa'ya kar yağmasa da Spil dağına her zaman kar yağar. Her ihtimale karşı bu yüzden tedbir almalıyız."

"Nerelisin sen? Manisa falan mı?" Sırıttım. "Hayır. Urla'lıyım. Ama Manisa'ya da yolumun düşmüşlüğü var. Hadi gidelim."

***

Kalın bir tayt ve içi yünlü bol bir sweatshirt giydim. Saçlarımı yukarıdan topladım ve çizmelerimi giydim. Kabanımı da giydikten sonra bavulumla beraber aşağı indim. Baha'nın da gri eşofman altı, siyah postal ve kalın yün bir kazak giydiğini gördüm. Benim aksime onun kazağı tüm vücudunu sarıyor, şiş kaslarını gözler önüne seriyordu. Siyah, kapüşonunda kahverengi tüyler olan şişme mont giyip önünü açık bırakmıştı. Büyük boy bavuluyla kapının önünde beni bekliyordu.

Beni görünce koşar adım gelip koyu kırmızı büyük bavulumu aldı ve merdivenlerden indirip kendininkinin yanına koydu. Amcamların gideceğimizden zaten haberi vardı. Bu yüzden geçirmeye gelen tek kişi Eflin olmuştu. Baha'ya bakarken gözlerinde hüzünle karışık aşk vardı ama Baha ona hiç bakmıyordu. Kapıyı açtı ve adamlardan birine bir hareket yapıp gelmesini sağladı. Bavulları alıp Baha'nın Maserati'sine yerleştirdiler. Baha evden çıkmadan önce Eflin'e son bir bakış atıp evden hemen çıktı. Eflin'in bakışları yeri bulduktan birkaç saniye sonra bana çıktı. Ona göz kırpıp gülümsedim ve evden çıktım. Eflin arkamızdan kapıyı kapattı. Baha şoför koltuğuna yerleşirken ben de yanına oturdum. Araba yola çıkarken ben de Spotify'ı arabaya bağladım. Yolda dinlemelik müziklerden oluşan bir liste açtım ve geriye yaslandım. Kemerimi bağlayıp koltuğumu biraz geriye yatırdım.

"Neden uçakla gitmedik?"

"Hiç arabayla uzun yol şoförlüğü yapmadım. Çok istedim ama izin vermediler. Ben de fırsatını bulmuşken yapayım dedim. Rahatsız mı oldun?" Dudak büzdüm. "Yo hayır. Severim araba yolculuğunu. Sadece merak ettim." Omuz silktiğinde ben de önüme döndüm. Açelya'nın evinin önüne geldiğimizde araba durdu. Baha telefonunu açıp Açelya'nın ismine tıkladı ve camdan yukarı bakarak kulağına götürdü.

"Geldik in hadi." Karşı tarafı dinledi. Kaşları çatıldı. "Ne demek lan duştan yeni çıktım? Geri zekalı mısın kızım sen? Sabahtan beri ne bok yiyordun da yola çıkacağımız vakit duşa girdin?" karşı tarafı dinledi. Göz devirdi. "He Açelya ben duş almıyorum. Hobi olarak cenabet gezmeyi tercih ediyorum. Hatta gusülsüz falanım ben." gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp başımı kendi camıma çevirdim.

"Kızım sen harbi çatlaksın ya! Yapma makyaj falan! En az yarım saat sürüyor zaten. Sevgilin miyim ben senin? Bekleyemem o kadar." Bir süre daha karşı tarafı dinledikten sonra yardım dilenircesine bana baktı. Kaş göz yaptığımda telefonun alt kısmını kapatıp "Ne dersem makyajdan vazgeçer?" diye fısıldadı. Kahkahayı patlattığımda koluma vurdu. "Sus kız!"

"Basit ama etkili yöntem; makyajsız daha güzel olduğunu söyle. Çünkü makyajsız tatlı, makyajlı güzel olduğunu düşünüyor. Güzel olmak istediği için de makyaja takıntılı." baş parmağını kaldırıp tamamdır dedikten sonra telefonu kulağına götürdü. Yüzünü buruşturdu ve bana baktı. "Ne konuşuyorsun kızım sen hala roket sikmiş gibi?" Eyvah dercesine alt dudağımı ısırdım. Açelya küfürden nefret ederdi. Kaldı ki Baha ciddi olmasa bile ona karşı kullanmıştı.

Baha telefonu kulağından uzaklaştırdığında Açelya'nın cırlama sesleri bana kadar geliyordu.

"He he tamam sus artık!" diye bağırdı Baha telefona doğru. "Yapma lan makyaj falan! Makyajsız daha az çirkin oluyorsun. Çabuk hadi." dedi ve telefonu kızın suratına kapattı. Ona tuhaf tuhaf baktım. "Ben sana kıza daha güzelsin de diyorum sen gidip daha az çirkinsin diyorsun. Mal mısın sen?" dediğimde göz devirdi. "Bana ne, amına koyayım. Benim gibi biri için fazla romantik bir cümle o." Ofladım. "Sen iflah falan olmazsın, Baha Karaslan!"

Birkaç dakika sonra Açelya elinde bavulla evden çıktığında yüzünde gram makyaj yoktu. Şaşkınlıkla Baha'ya baktım ama o umursamamıştı. Arabadan inip Açelya'nın bavulunu aldı ve arabaya yerleştirdi. Açelya'dan gram hoşlanmadığını her hareketiyle belli ediyordu.

Sonunda arabaya bindiklerinde Açelya'yı görmezden geldim ve telefonuma gömüldüm. Geçen günlerden birinde öylesine çektiğim selfielerden beğendiğimi gönderi olarak paylaştım. Saçlarım burada eski rengindeydi ve boynumda annemin hançer kolyesi vardı. Koyu kestane saçlarımı çok özlemiştim ama elden gelen bir şey yoktu. Canımı kurtarmak için boyatmıştım.

Arafoffical fotoğrafını beğendi.

Anında? Pusuya falan mı yatmıştı?

Arafoffical ilk gönderisini paylaştı.

Tıkladığımda boşluğa düştüm.

Cansu ile selfie çekip paylaşmıştı. Araf'ın üstünde beyaz bir gömlek vardı ve yüzünde maskesi. Cansu ise kırmızı askılı bir elbise giymişti. Arabadalardı ve yakın duruyorlardı, çok yakın.

Kırmızı.

Beyaz giymiş Araf'ın yanına kırmızı giyerek oturmuştu ve ona yakındı. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve içimdeki öfkeyi dizginlemeye çalıştım.

Bilerek yapıyordu, sakin olmalıydım. Bilerek canımı yakmaya çalışıyordu, sakin olmalıydım. Canımı yakmak için bilerek Cansu'yu kullanıyordu, sakin olmalıydım. Aklınca intikam alıyordu, sakin olmalıydım.

"Nefes?"

"Eda?"

Karaslan?

Telefonu ellerimde kıracak kadar sıktığımı fark edince irkilerek telefonu elimden bıraktım, bacaklarıma düştü.

Baha arabayı emniyet şeridine çekmiş, durmuştu. İkisi de endişeyle bana bakıyordu. "Eda iyi misin sen? Bembeyaz olmuşsun. Ne gördün orada?" Açelya ardı ardına cümlelerini sıralarken abim ise hiçbir şey demeden, başını eğip yüzüme şüpheyle bakıyordu. Gözlerini kısmıştı.

Sonra konuştu.

"O herifin amına koyarım. Delirtmesin beni." TC abisi vol2?

"Hangi herif? Kim? Kimden bahsediyoruz?" Aniden patlayarak "Sence hangi herif?!" diye bağırdım. Şaşkınlıkla "Araf mı?" dedi. "Saçmalama Araf seni üzecek bir şey asla yapmaz." Tehlikeli ve öfkeli bir gülümseme dudaklarımda can buldu. Ellerim zangır zangır titrerken telefonu açıp Açelya'nın burnuna soktum. "Asla? Öyle mi? Aynı Araf'tan mı bahsediyoruz?" dedim alayla. Şokla ekrana bakıyordu. Telefonu elimden kapıp Araf'ın profiline girdi. Gözleri daha da büyüdü. Sonra bana baktı. Kısık bir sesle, "Ne yaptın da Araf bunu yaptı?" diye sordu. Donakaldım. Bu ne biçim bir soruydu?

Araf'ı ne kadar tanıyordu ki? Neyi yapıp neyi yapmayacağını nasıl bu kadar detaylı biliyordu ki? Nasıl bu kadar emindi? Nasıl? Bana bu soruyu soracak kadar?

"Ne saçmalıyorsun sen?" dedim dişlerimin arasından. Abim de kaşlarını çatmış, dikiz aynasından Açelya'ya bakıyordu. "Araf durup dururken senin kalbini asla kırmaz, Eda. Onun canını yakmış olman lazım. Hem de ciddi bir şekilde yakmış olman lazım."

Canını yakmıştım evet. Amacım da buydu zaten. Ben öylesine bir kız değildim. Benim onurumu kırıp sonra da bana sevdiğini söyleyemez, beni isteyemezdi.

Ama karşılığı da bu kadar adice olmamalıydı. Eşit bir şekilde karşılık vermeliydi.

Şimdi Yiğit'e beyaz giydirip onunla yakınlaşarak fotoğraf atsam ne diyebilirdi ki? Haddi miydi?

Ben diyebilirdim. Çünkü bu haddi bana dün gece o konuşmada kendisi vermişti.

Ama cevabımı şimdi değil, yüzüne karşı verecektim.

Telefonun ekranını kapatıp hiçbir şey olmamış gibi bir rahatlıkla geriye yaslanıp müziğin sesini artırdım. Abim ve Açelya bana şaşkınlıkla baksalar da ayak uydurup sessiz kaldılar. Abim geri yola çıktı.

Ben de gözlerimi kapattım.

***

"Nefes, uyan hadi." Gözlerimi zorlukla araladığımda ne kadar yorgun olduğumu fark ettim. "Ne oldu?" dedim uyku mahmurluğuyla. "Yemek yiyeceğiz. Gel." Montumu giyip arabadan indiğimde buz gibi hava suratıma çarpmıştı. "Neredeyiz?"

"Bursa'dan çıkmak üzereydik ama acıktık. Gel hadi." deyip beni kolunun altına aldı. "Açelya nerede?"

"Tuvalete gitti. Ne yersin?" dedi tesise girerken. "Ne var?"

"Ne ararsan."

"Döner var mı?"

"Vardır kızım Bursa burası."

"İyi. Bir iskenderini yerim."

"Ayı."

"Hayvan."

Gülüşerek bir masaya oturduk. Açelya da geldiğinde siparişleri verdik. Sonrasında da ben masadan tuvalet için kalktım. Açelya ücretli olduğunu söylediği için yanıma beş lira almıştım. Bozuk parayı tutamazdım.

Lavaboya girdiğimde bomboş olduğunu gördüm. Boş kabinlerden birine girip kapıyı kapattığımda bir sifon sesiyle beraber başka bir kapı açıldı. Demek ki boş değildi.

İşimi gördükten sonra kabinden çıktım. Beş lira sweatshirtümün önündeki cebindeydi. Sensorlu muslukta elimi yıkadıktan sonra kağıt havlu koparırken aynadaki yansımaya bakakaldım.

Benim karşımdaki aynaya yansıyan arkamdaki aynanın yansımasında Cansu vardı. Kırmızı mini elbisesi bacaklarını neredeyse hiç kapatmıyordu. Kırmızı rujunu tazeliyordu. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilememiştim. Bu yüzden kendime sindirmek için süre tanıdım.

Aynadan göz göze geldiğimizde o da oldukça şaşkın duruyordu. Sonra şaşkınlığı, yerini sırıtışa bıraktı. İnci gibi beyaz dişleri, şeytani bir sırıtışla gözler önündeydi. Bana doğru dönüp kıvrımlı dolgun kalçasını lavabo tezgahına yasladı. Fiziği benimkine oranla kat kat daha güzeldi. Ben gün geçtikçe kontrolsüz bir şekilde zayıflamıştım. Ama o gayet fitti.

"Nefes Hanım? Sizi burada görmeyi beklemiyordum. Hasta mısınız? Biraz solgun duruyorsunuz." Hayır, ağzına yumruğumu geçirmeyeceğim. Hayır.

"Makyaj yapmadım sadece. Senin aksine ben uzun yolculuklarda rahatlığa önem veriyorum." deyip kullanılmış kağıt havlumu çöpe attım. "Ah tabii ki! Ben de sizinle aynı fikirdeyim. Fakat bu sefer farklı bir durum söz konusu." Sır verir gibi fısıldadı; "Etkilemem gereken bir sevgilim var."

Betim benzim bu sefer gerçekten atmıştı.

Etkilemem gereken bir sevgilim var.

Kan damlası, altın tozuyla kaplı kuyunun duvarına tosladı ve yavaşladı. Duvarda asılı kaldı. Kar tanesi ise kan damlasını ardında bırakıp gitti.

Yüzümün aldığı ifade ona zevk vermişti, zafer dolu bir tavrı ve gülümsemesi vardı.

Ama asla bu kadının karşısında düşmeyecektim.

"Öyle mi?" dedim alaycı bir merakla. "Çok tebrik ederim. Fakat bir şey soracağım. Eğer senin sevgilinse, neden onu etkilemek için ekstra çaba sarf ediyorsun? İlgisini üstüne çekmeye çalışıyorsun? İlgilenip etkilendiği başka biri mi var yoksa?" Zafer dolu gülümsemesi sönerken bu sefer ben gülümsedim. "Eğer öyleyse çok geçmiş olsun, tatlım. Dikkat et." dedikten sonra lavabodan çıktım. Ona cevap hakkı tanımamıştım.

Ücreti ödeyip lavabodan uzaklaşırken Araf ile karşı karşıya kaldık. İkimiz de olduğumuz yerde kaldık. O ifadesizdi, bense nefret dolu. Bakışlarımı ondan sakınarak çektim ve o hiç yokmuş gibi rüzgarımı estirerek geçip gittim.

O yoktu. O burada yoktu ve onunla hiç karşılaşmamıştık.

Ve dahası, burada sığınacağımbir annemin mezarı yoktu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro