6★Baştan Çıkarma [M]
✦
3,5 Yıl Önce
"Bakar mısınız?"
Yeosang kimin seslediğine bakmak için hızla arkasına dönerken sesin kulaklarına vardığı an gerginliği tüm bedenini kaplamıştı. Ses tonundan sabırlı birine benzemiyordu ve karşılaştığı bakışlar tam olarak ses tonuyla aynı ifadeyi taşıyordu.
"Bu-buyurun?" diye mırıldandı kasaya doğru ilerlerken.
"Bay Park'ın her zamanki içeceğini almaya geldim," dedi genç kadın tezgahın diğer tarafından, sabırsızla beklerken uzun tırnaklarını tezgaha vuruyordu.
"Pa-pardon, hangi içecek olduğunu bilmiyorum," dedi Yeosang çekinerek, utançtan yanakları kızarmıştı. "Ça-çalışma arkadaşım beş dakika içinde gelecek ama..."
"Benim beş dakikam yok, şimdi almam gerek!" dedi kadın sertçe, Yeosang onu korkuyla izlerken telefonunda bir şeyler yazıyordu.
Yeosang endişeyle beline sarılı olan yeşil önlükle oynarken kadının neden bekleyemediğini merak etti. Zaten siparişi hazırlaması da anca o kadar sürerdi. Ama kadın şimdiye kadar tanıştığı en korkutucu kadın gibi görünüyordu ve Yeosang genelde kolay kolay korkan bir insan değildi.
"Siparişiniz ne-neydi?" diye sormaya zorladı kendisini.
"İki büyük boy chai tea latte, üç pompa, yağsız sütlü, köpüksüz, ekstra sıcak."
Kadın uzun, altın sarısı saçlarını geriye attırdı ve Yeosang'a kıçını hareket ettirmesini ima edercesine bir kaşını kaldırarak baktı. Dediğine göre Bay Park için çalışan bu kadın her kimse gerçekten çok önemli biri olmalıydı. İnce boynunu inci kolyesi süslerken tek çizgi ütülü takım elbisesi üzerine kusursuz bir şekilde oturmuştu.
"Ee... tamam, peki..." diye cevap verdi Yeosang ve o anda siparişin ne olduğunu sorduğuna pişman olmuştu.
Aslında bu işte daha ikinci günü olduğunu ve iş arkadaşının annesine dün almak için söz verdiği ama unuttuğu ilaçları almak için koşarak eczaneye gittiğini söylemek istiyordu. Açılış saatini henüz on dakika geçmişti ve Yeosang hem iş arkadaşına hem de kendisine hiçbir sorunun olmayacağını söylemişti. Ama Yeosang çoktan kadının normal insanların sorunlarını anlayacak biri olmadığını biliyordu.
Denizaşırı bir yerde yaşamak Yeosang'ın tahmininden çok, çok daha pahalıydı. Kendisinin para biriktirme konusunda her zaman iyi olduğunu düşünüyordu ve bursunun çoğu önemli şeyleri karşılamasına rağmen kendisini sürekli para sıkıntısı çekerken buluyordu. Yeni okulunda arkadaş edinmek istemişti ama sürekli dışarı çıkıp takılmak istedikleri için Yeosang baskı altında hissetmeye başlamıştı. Ama sorununun çözümü basitti; bir iş bulmak. Bir kahve dükkanı onu işe almıştı ve aşırı heyecanlıydı. Ama tam şu anda... pek de öyle sayılmazdı.
Neredeyse kendi ayağa takılıp dokunduğu her şeyi düşürecekken son anda toparladı ve o anda kapının açıldığını duyunca daha fazla müşterilerin geldiğini düşünüp iyice endişelendi.
"Neden bu kadar uzun sürdü?" diye sordu daha önce duymadığı bir ses. Erkek sesiydi.
"Ö-özür dilerim Bay Park, bugün yeni biri var ve..." Kadın kekeleyerek konuşurken sesi Yeosang'la konuşmasına göre daha yumuşak ve saygılı çıkmıştı.
"Bakar mısınız?" dedi aynı erkek sesi.
"Özür dilerim. İşe daha dün başladım o yüzden..." Yeosang hızla konuşmaya başlarken arkasına döndü.
Tüm yüzü ateş gibi yanarken muhtemelen kıpkırmızı olmuştu. Bir elinde kahve bardağı diğer elinde de o karmaşanın içinde en yakınında ne bulduysa o vardı.
Kadının yanında uzun, yakışıklı, şeftali sarısı saçlı genç bir adam vardı. Yavaşça sol elini kaldırdı ve gözlerini kapatan burnunun üzerindeki güneş gözlüklerini çıkardı. Bir çift buz mavisi gözler Yeosang'ın gözleriyle buluştu.
"Mandy, sen git arabada bekle," dedi genç adam, bir saniye olsun gözlerini Yeosang'tan ayırmamıştı.
Kadın başıyla onaylayıp hızla kapıya doğru ilerledi. Yabancı adam bakışlarını üzerinden ayırmazken Yeosang'ın içindeki hisler yavaşça gerginlikten meraka dönüşmüştü. Yüzü göz kamaştırıcıydı; kusursuz kemik yapısı baştan çıkarıcı bir şekilde gülümseyen dolgun dudaklarıyla Yeosang gözlerini üzerinden çekemiyordu.
"Ö-özür dilerim... Siparişinizi nasıl hazırlayacağımı henüz bilmiyorum," diye mırıldandı Yeosang, gözleri utançla tezgaha doğru dönmüştü.
"Hiç sorun değil," dedi yabancı, "...ama benimle bugün akşam yemeğine çıkarak telafi edebilirsin. Ben Park Junhee bu arada ama Jun diyebilirsin."
Jun cevap beklerken parmaklarını saçlarına daldırdı. Yeosang tereddüt ederek dikilirken aynı zamanda yabancının ani teklifiyle şoka uğramıştı. Yeosang Kore'den ayrıldığından beri kimseyle birlikte olmamıştı ve hem okulla hem de Seonghwa'yı kaybetmekten çektiği kalp acısıyla uğraşırken yeni birisini düşünememişti bile. Ama belki de zamanı gelmişti artık.
Jun denen adam oldukça çekiciydi ve çoktan ilgisini çekmişti. Ayrıca sıradan bir akşam yemeği de çok büyük bir sorun teşkil etmezdi. Kaldı ki tek gecelik ilişkilerden şikayet edecek en son kişi kendisiydi. Her ne kadar o kişiliği Seonghwa'dan sonra değişmiş olsa da.
Ama üzerinden aylar geçmişti ve Hyochang Parkı'nda Seonghwa'yla son vedalarını ettiklerinden beri ondan tek kelime bile duymamıştı. En yalnız gecelerde Yeosang her seferinde yatağının boş tarafına dönüyor ve yalnızca göğsündeki kırık kalbi eşliğinde uyuyasıya kadar ağlıyordu.
Yeosang derin bir nefes aldı ve içindeki acı hissini bir kenara atmak için elinden geleni yaptı. Zihnine sürekli musallat olan başarısız aşkı ne onun kim olduğunu tanımlamalı ne de hayatını yaşamaktan alıkoymalıydı. Artık eskide kalmıştı. Gözlerini Jun'un bakışlarına kilitleyerek tezgahın üzerinden öne doğru eğildi.
"Kang Yeosang. Eğer telefonunu uzatırsan numaramı kaydedebilirim. İşten akşam yedide çıkıyorum."
✦
"Siktir, bebeğim harikasın," diye mırıldandı Jun, sesi aynı kelimeleri yüzlerce kez söylemekten artık çatlamıştı.
Yeosang, dili Jun'un erkekliğinin hassas ucunun etrafında dönerken hafifçe gülümsedi. Parmakları alt kısmını kavramış ve yavaşça ağzını doğru ittiriyordu. Jun zevkle inlerken başını arkaya doğru yatırmış, sağ eli sert bir şekilde Yeosang'ın boynunu tutuyordu.
Akşam yemeği oldukça ilginçleşmişti ve Yeosang otel odasına götürüldüğünde sonunda tekrar kendisi gibi hissetmeye başlamıştı. Başka birisinin dokunuşlarını hissetmek, başka bir tenin kendi teninin üzerinde hissetmek aylardır hissetmediği kadar canlı hissettirmişti.
Çırılçıplak kalıp yatağa ittirildiğinde Yeosang buz mavisi gözlere ve dudaklarına yerleşen sırıtışa baktı. İhtiyacı olan tek şey buydu; aşksız sadece seksti ve kendisini diğer türlüsüne inandırmaya çalışmak aptallıktı.
Kapalı gözleriyle ve çarşafların üzerinde soluk soluğa bir halde Jun'un tekrar tekrar adını inlerken içini doldurmasına izin verdi. Kalçasının üzerinde hissettiği eller onu sabit tutarken içine giriş çıkışları hızlandıkça bacaklarının titremeye başladığını hissetti. O anda, Jun kadar mükemmel birisinin onu becerişinin tek seferlik olmamasını umdu.
Ve umduğu gibi de oldu. Jun ona bir sürü yeni şey göstermiş ve bir sürü farklı yere götürmüştü. Ve farklı yerlerde de onu harikalar diyarına uçurmuştu. İlişkileri her ne kadar resmi olmasa da tıpkı bir fırtına gibiydi; vahşi, yoğun ve öncekilerden çok farklıydı ama tam olarak Yeosang'ın istediği gibiydi.
✦
GÜNÜMÜZ
"Jun haftaya Seul'e geliyor. Akşam yemeğinde bize katılmak ister misin?" diye sordu Lucas, elindeki gazetenin üzerinden bakıyordu.
Masanın üzerine dökülen kruvasan kırıntılarıyla daha çok ilgilenen Yeosang bakışlarını kaldırdı, o anda kalp atışları durmuş gibi hissetti. İsmini görmezden gelmek ne kadar zor olsa da uzun zamandır eski sevgilisini düşünmemişti. Yeosang'ın moda dünyasının en büyük isimlerinden biriyle çıkması moda tasarımcılarının arasında hızlı büyüyen eski sevgilini unutturmasını pek de kolaylaştırmıyordu.
"Be-bence iyi bir fikir değil," diye mırıldandı Yeosang hala kahvaltıyla meşgulmüş gibi davranarak.
"Hadi ama bebeğim, üç yıl geçti. Harika birisi olduğunu biliyorum ama beni ona tercih ettiğin için hala kızgın olduğunu mu düşünüyorsun?"
Yeosang dudaklarını büktü ve sonunda elindeki yemeğini bırakıp direkt erkek arkadaşına baktı. Lucas da gazeteyi koymuştu ve burun kemerinin üzerindeki okuma gözlükleri onu aynı zamanda hem ciddi hem de sevimli gösteriyordu.
"Son konuşmamızda oldukça küfürlü konuşmuştuk, o yüzden..." dedi Yeosang omuzlarını silkerek ama sözler ağzından çıktığı an pişman olmuştu.
Jun. Onunla ilgili bir şey her zaman Yeosang'ın dizlerinin çözülmesine sebep oluyordu. Seonghwa'nınki gibi değildi tabii, sonuçta onunla tanışmadan önce yaşanmıştı ama çok farklı bir şeydi. Jun oldukça çekiciydi ve Yeosang'ı nasıl güzel hissettirmesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
"Ama yıllar önceydi, değil mi? Niye bu kadar sorun yapıyorsun ki?" diye sordu Lucas. Yeosang'dan cevap gelmeyince kaşları çatıldı. "Yeosang. Onunla en son ne zaman konuştun."
"Ha-hatırlamıyorum..." Kelimeler Yeosang'ın dudaklarının arasından isteksizce çıkarken tıpkı bakışları gibi sesi de gittikçe alçalmıştı.
"Yalan mı söylüyorsun yoksa? Bana yalan söylemenden ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun."
Yoesang sandalyesinin arkasına yaslanarak derin bir iç çekti, bu konuda yalan söylemenin aptalca olduğunu biliyordu ama doğruyu söylemenin de konuyu buralara getireceğini biliyordu.
"Lucas... peki. Yaklaşık bir yıl önce bana mesaj attı. Nasıl olduğumu falan sordu," dedi mırıldanarak. "Sana söylemedim çünkü... Söyleyecek bir şey yoktu ki. O yüzden dert etmeye gerek yok. Kendin onunla sürekli konuşuyor musun?"
"O farklı," diye cevap verdi Lucas. "Biz aynı departmandayız, iletişim halinde olmamız gerekiyor. Ama bunu dert etmiyorsan bana şunu şöyle. Sana nasıl bu kadar kızacak hale geldi?"
"Bilmiyorum. Nasıl olduğumu ve seninle çıktığımı falan anlattım. Sonra birden tartışmaya başladık."
"Çok belli," diye belirtti Lucas, ses tonu aniden bir sonuca varmış ve hiçbir şeyin fikrini değiştiremeyeceğini belli eder gibiydi. "Çünkü seni özlüyor. Sana mesaj attı çünkü hala bir şansı olup olmadığını merak ediyor."
Yeosang, içinde saklı kalması gereken ama saklı kaldıkça içini yiyip bitiren sırrı düşünürken alt dudağını ısırarak gözlerini devirmemek için kendisini zor tuttu. Bazen Jun'u özlüyordu ya da en azından hissettirdiklerini özlüyordu. Lucas'la aralarındaki şeyler bazen çok basit olsa da Yeosang kendisini biraz da sıkılıyormuş gibi hissederken buluyordu.
Böyle düşünmesi Yeosang'ın suçlu hissetmesine sebep oldu. Lucas gibi biriyle olan ilişkisini hafife almaması gerekiyordu ama yine de bilinmeyenin hissettirdiği heyecanı özlemiyormuş gibi yapıp kendisine yalan söyleyemiyordu.
Ve Jun'la olan belirsiz ilişkisi tam olarak öyleydi; her zaman karmaşık, heyecan verici ve onu daha fazlasına muhtaç eden türdendi. Bazense kafa karıştırıcı, çaresiz hissettiriyordu. Ve buna bayılıyordu.
"Lucas," diye mırıldandı Yeosang ve kelimelerini toparlamak için zaman kazanmak için boğazını temizledi. "Sakin ol lütfen. Öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Onu son görüşümün üzerinden yıllar geçti, niye hala bana karşı ilgili olsun ki?"
"Peki sen hala ona karşı ilgili misin?" Lucas'ın aniden sorduğu soruya Yeosang bu sefer gözlerini devirmesine engel olamadı.
"Bu saçma soruna cevap vermekle uğraşmayacağım bile!" dedi tavana bakıp kollarını göğsünde bağlayarak. "Öfkelenmene inanamıyorum. Beş dakika önce akşam yemeğinize katılmak isteyip istemediğimi soran sendin!"
"Hala onunla konuşuyor olduğunu söylemeden önceydi o!"
"Konuştum! Sadece bir kere, bir yıl önce konuştum."
Yeosang bu saçma konudan nasıl kaçabileceğini bulmaya çalışırken ortamı ağır bir sessizlik kapladı. Oral çekmek çözüm olabilir miydi? Genelde oluyordu... Fakat düşüncelerini eyleme dökemeden Lucas tekrar konuştu.
"İyi," dedi, "...o zaman haftaya Cuma günü bizimle yemeğe geliyorsun ve endişelenecek hiçbir şeyin olmadığını bana göstereceksin."
"Tamam! Göstereceğim!"
_____________________________________________
Jun 🤤
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro