Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16★İlüzyon


3,5 YIL ÖNCE

Seonghwa küçük kömür parçalarını ateşe verebilecek bir ifadeyle ızgaranın altında yanan kömürlere bakıyordu. Yuvarlak tahta masanın etrafındaki atmosfer hiç olmadığı kadar gergindi ve bu gece ne kendisinin ne de diğerlerinin oraya nasıl geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu.

Hongjoong dudaklarını garip bir şekilde gülmeye zorlarken sanki bir şekilde o pozitif ifadeyi yerinde tutabilmek için kendisiyle savaşıyor gibi görünüyordu. Mingi sandalyesinde arkasına yaslanmış chopsticklerinin arkasını masaya vuruyor, Yunho ise sanki içlerindeki en uzunu o değilmiş gibi kambur halde otururken her zamanki mutlu yüzünü bu sefer tedirginlik kaplamıştı.

"Ee... nasılsınız?" diye sordu Hongjoong ama sorusu sanki yüzündeki gülümseme gibi ağzından zoraki çıkmıştı.

"İyi," dedi Seonghwa omuzlarını silkerek.

İyi... iyi hariç her şeydi; en basitinden belki mükemmel denebilirdi. Diğerleri yavaşça başıyla onayladı fakat hepsi yalan olduğunu biliyordu, Seonghwa da çok iyi biliyordu.

Dörtlü aylarca buluşmamışlardı, hiç alışık olmadıkları bir durum artık rutinleri olmuştu. Bu gece buluşmalarının tek nedeni Yunho'nun doğum günü olmasıydı. Fakat Yunho hiç de doğum gününü kutlama modunda görünmüyordu.

Hongjoong muhabbeti ilerletmeye çabalarken Mingi ardı ardına soju siparişi veriyor, Seonghwa'ysa ızgarayı izlemeye devam ediyordu. Arada sırada başıyla onaylıyor, dikkati muhabbetteymiş gibi görünmek için elinden geleni yapıyordu.

Fakat kafası karman çormandı, aynı zamanda hem bomboş hem de dopdoluydu. İçi hem yanıyor hem de buz tutmuş, hiçbir şey hissetmiyordu. Sözde arkadaşlarının iki ay önceki düğününe gelmemeleri umurunda değildi. Hepsinin katılmamak için söyledikleri ucuz bahanelerle gelmemeleri tabii ki şaşırtmamıştı hatta üzülmemişti bile.

Çünkü Seonghwa o kadar çok üzülmüştü ki hiçbir şey hissedemiyordu artık. Belki de bünyesi maruz kaldığı acıya alışmıştı ve artık farkında bile olmuyordu...

"Tzuyu'yle nasıl... gidiyor?" diye sordu Mingi, sesi olduğundan çok daha alçak çıkmıştı.

Mingi zorla Seonghwa'nın tarafına bakarken uzun boylu, kendinden emin adam tereddüt eden, gergin bir çocuğa dönüşmüştü. Sorusu aşırı zorlamaydı ama nazik olmak için üçünden birinin sormak zorunda olduklarını biliyorlardı.

"Güzel..." Yutkunurken Seonghwa bakışlarını kaldırıp Mingi'nin gözleriyle buluştu. Uzun boylu adamın gözlerindeki dargınlık gün gibi ortaydı ama duyduğu cevapla yavaşça başını sallamakla yetinmişti. "Her şey yolunda... Bebek de gayet iyi ve..."

Gözleri tekrar masanın üzerinde dönerken Seonghwa kendi cümlesini tamamlayamamıştı. Kelimeler boğazına diziliyordu, ki zaten söylemek istediklerini hiçbirinin duymak istemediğini çok iyi biliyordu. Özellikle o malum konu hakkında.

Fakat o malum isim uzun sessizlik içinde geçiştirilecek bir isim değildi.

Boş soju şişeleri masanın üzerini doldurmaya başlarken muhabbet artık daha doğal akışında ilerliyordu. Arada sırada birkaç espri yapılıyordu fakat sadece üçlünün arasındaydı. Seonghwa alkolün biraz sert geldiğini hissetmişti ama o kadar uzun zamandır içmiyordu ki biraz garip hissettirmişti.

Sarhoşluk bünyesini ele geçirirken zihni, uzun zamandır kuytu köşelere ittiği şeyleri tekrar gün yüzüne çıkarıyordu. Çoktan unutması gerektiğini bildiği ama bir an olsun onu yalnız bırakmayan şeylerdi.

Gözleri bir zamanlar onu en mutlu eden, her zaman güvendiği fakat kendi inşa ettiği cehenneminin içinde kalabilmek için yüzüstü bıraktığı arkadaşlarının yüzünü inceledi. Şu anki durumunda Seonghwa ne kadar çok değiştiğini ve bundan ne kadar çok nefret ettiğini inkar edemezdi.

Arkadaşlarını özlemişti, onlarla gülmeyi, onlarla takılmayı, hatta bininci kez zorla Harry Potter izlemeyi özlemişti. Yunho'nun küçük Kore barbekü restoranının köşesindeki sandalyesinde kendisini saklamaya çalışmak yerine partinin neşesi olduğu zamanları özlemişti.

Hongjoong'la istediği her şeyi rahatça konuşabilmeyi, sınıfa beraber yürümelerini, yorucu derslerde yan yana oturmalarını özlemişti. Mingi'nin yapmak istemediğini düşündüğü şeyleri yaptıran ısrarcı kişiliğiyle  eninde sonunda kendisiyle ilgili yeni şeyler öğrenmesini özlemişti.

Fakat en önemlisi Yeosang'la tanıştığı o zamanları özlemişti.

O güzel çocuğu deli gibi özlemişti. Ve eski arkadaşlarıyla otururken eskiden olduğu kişiyi düşündüğünde Seonghwa o çok sevdiği adamın anılarından kaçamamıştı.

Hala her şeyden çok sevdiği o adam.

Gerçi artık bir önemi yoktu. Yeosang uzaklara gitmiş, Seonghwa onun kalbini kırmış ve acı kendisini de paramparça bir halde getirmişti.

Bazen her şey bir rüya gibi hissettiriyordu; kabusa dönüşen bir rüya gibi. Nasıl hayatındaki o kadar mükemmel birisine sahip olup onu kaybedebilmişti?

Pişmanlık vahşi bir avcı gibi geçen her gün içini yiyip bitirirken kendisi ölümcül pençelerin altındaki cılız bir avdan başka bir şey değildi.

Artık dökecek tek bir gözyaşı bile kalmamıştı, istese bile ağlayamıyordu. Aksine hepsi içinde birikiyor, yavaşça onu yutarak akıl sağlığından aldığı her bir ısırıkla bir daha asla gerçekten mutlu olamayacağını hatırlıyordu.

Yeosang hayatının aşkıydı, Seonghwa bunu en başından beri biliyordu. Kendine itiraf etmesi uzun bir zamanını alsa da tanıştıkları ilk anda ona aşık olmuştu.

Yeosang hayatının aşkıydı ve her zaman da öyle kalacaktı.

Ve tam o düşünceyle birlikte Seonghwa tekrar o yoğun, boğucu acıyı tekrar hissetti. Uzanıp bir shot daha ve ardından bir tane daha içmesine neden olan o acıyı hissetti. Unutmak zorundaydı, bir daha asla onun olamayacağı o anıları silmek zorundaydı.

Seonghwa artık kendisinden nefret ettiği kadar nefret ettiği bir kadınla evliydi. Ailesinin pençelerine yakalanmıştı ve birkaç ay içinde doğacak bir bebeği vardı. Geçen her bir günle ölümüne bir adım daha atıyormuş gibi hissediyordu. Seonghwa kendi hayatında boğuluyormuş gibi hissediyordu.

Başına diktiği bir başka shotla arkadaşlarının eğlencesine katılmıştı ama içinde eğlence hariç her şey hissediyordu.

O gecenin ilerleyen saatlerinde hepsi birlikte caddede yürüyorlardı. Aralarındaki gerginlik az da olsa hafiflemişti fakat Yonsei'deki ilk yıllarında sık sık beraber gelip graffitiyle kaplı duvarın önünde oturup berbat yer altı müzik gruplarını dinleyerek bira içtikleri Hongdae'deki küçük oyun parkına doğru yürürlerken her şey bir anda paramparça olmuştu.

"Burada takıldığımız zamanları hatırladınız mı?" diye mırıldandı Yunho, o çok eğlendikleri küçük yere baktı. "Ben... ben gerçekten çok özledim..."

"Bence hepimiz özledik," dedi Mingi yüzündeki küçük gülümsemesiyle.

"Neden... tekrar yapmıyoruz?" Hongjoong'un ağzından çıkan soruyla hepsi birbirine baktı, nedenini çok iyi biliyorlardı.

Gece serinliği yanaklarına çarpıp saçlarını savurmuştu ama sanki tüm mutlu anılarını savurup götürmüş, geriye arkadaşlarından sadece acı gerçekliği bırakmış gibi hissettirmişti.

Hiçbir şey kalmamıştı.

"Benim... gitmem gerek..." dedi Seonghwa neredeyse duyulmayan sesiyle. "Tzuyu birkaç kez mesaj attı, o yüzden..."

İsmi dudaklarından çıkar çıkmaz Seonghwa hata yaptığını anlamıştı. İnce bir çizgi üstünde kurulan o güzel an paramparça olup yerlere dökülmüştü.

Gecenin sessizliğinde Mingi'nin istemeden çıkardığı alaycı homurtu gürültülü bir şekilde etrafta yankılanmıştı. Seonghwa duymazdan gelmek istemişti, boş verip gecenin biraz olsun iyi bir şekilde bitmesini istemişti. Ama yapamamıştı. Sağa sola sallanırken aniden öfkenin içinde patladığını hissetti.

Mingi'ye karşı olan bir öfke değildi fakat sebebi o olmuştu. Kendisinden, ailesinden, eşinden, beraberinde getirdiği her şeyden nefret ederek geçirdiği onca ay, bardağında bırakması gereken alkolle alev almıştı.

"Neden yaptın onu?" diye sordu, uzun boylu adama ters ters bakarken.

"Ne demek istiyorsun?" dedi Mingi anında cevap vererek.

"O sesi. Neden yaptın? Neden... Siz neden onun artık benim karım olduğunu ve bu hayatın benim hayatım olduğunu kabul edemiyorsunuz? Neden benim için mutlu olamıyorsunuz? Hiçbiriniz düğünüme gelmediniz!"

Kelimeler ağzından ardı ardına dökülüyordu. Daha önceki birçok kez gibi mantığı kendisini kapatıp vücudunu duyguları ele geçirmişti. Fakat bu sefer sonucu ölümcül olacaktı.

"Çünkü kendisi delinin teki!" diye bağırdı Mingi aniden, öfkesini artık baskılayamıyordu.

"Ne diyorsun sen?" diye sordu Seonghwa sıktığı dişlerinin arasından.

Yunho, Mingi'ye bir adım yaklaşıp onu sakinleştirmeye çalışmış ama işe yaramamıştı. Hepsi uzun zamandır kendilerini tutmuşlardı... Mingi, Yunho'nun kolunu ittirip yanında geçince Yunho arkasında endişeli fakat üzgün yüz ifadesiyle kalakalmıştı.

"Bir şeyler mantıklı gelmiyor Seonghwa! Bana tek bir şey söyle, babalık testini gördün mü, görmedin mi?"

Seonghwa donakalmıştı. Duyduğu soru arkadaşlarından asla duymak istemediği bir soruydu, çünkü eğer o soruyla karşılaşırsa aynı zamanda düşünmesi bile utanç verici olan bir şeyi kendisine itiraf etmek zorunda kalacaktı.

Her şey çok hızlı gerçekleşmişti, kendisi çok erken tepki vermişti. Gerçeği daha kendisi öğrenmeden Yeosang'ın kalbini kırmıştı bile. Sormaya asla cesaret edememişti; annesinin sözlerine inanmıştı, neden yalan söylesindi ki? Yalan söyleyemeyecek kadar önemli bir şeydi bu... Eğer görmek isteseydi zaten gösterirdi.

"...Hayır."

"O zaman senin çocuğun olduğundan nasıl emin olabiliyorsun?" Uzun boylu adam önünde dikilmişti. Diğer ikisi sessiz kalsa da Seonghwa üçünün de aynı fikirde olduğunu biliyordu.

Ve içten içe... o da onlarla aynı fikirdeydi.

"Ne demeye çalışıyorsun Mingi?" diye sordu, belli etmek istemediği özgüvensizliğini ve savunmasızlığını yutmaya çalışıyordu.

"Bir şey demeye çalışmıyorum. Diyorum ki o kadın bir yalancı! Her zaman yalancıydı! Ve sen de bunu adın gibi biliyorsun! Yoksa böyle davranmazdın!" Mingi'nin sesi hala yüksekti, neredeyse saldırgan bir tondaydı.

"Nasıl davranmazdım?"

Seonghwa, Mingi'nin ne kastettiğini biliyordu fakat bu sözlerin son hızla saplanan bir hançer gibi saplanarak acı verdiği gerçeğini değiştirmiyordu.

"Bizim tanıdığımız ve sevdiğimiz Park Seonghwa'nın acınası bir gölgesi gibi! Yeosang'ın sevdiği kişi gibi..."

Kalbini çalan esmer çocukla aralarında olan ilişkiyi Mingi ve Yunho'ya bahsetmediği için son cümlesi Seonghwa'yı oldukça şaşırtmıştı. Kendisi hariç dördünün içinden sadece tek bir kişi biliyordu...

"Sen... sen onlara söyledin mi?" diye gürledi Seonghwa, herkesten çok güvendiği kişiye doğru dönmüştü.

"Be-ben... Evet, ama..." Hongjoong geriye doğru adımlarken tüm bu olayın bu kadar hızlı kızışmasından dolayı gözleri yaşarmıştı bile.

"Onlara söylemek senin haddine değildi!"

Hongjoong ağzını açtı ama hiçbir şey söyleyemedi. Gözünden kaçan ilk damlayı olabildiğince hızlı bir şekilde sildi. Ardından başını sallarken o anda tek bir kelime bile konuşamayacak bir haldeydi.

"Bana farklı davrandığımı söylüyorsunuz. Ama belki de sadece büyüyorum, hayatımı kabulleniyorum ve belki de siz de aynısını yapmalısınız! O zaman hepimiz bu aptal arkadaşlık rolünü oynamayı bırakabiliriz!"

Seonghwa diğerlerinin cevap vermesini beklemedi. Hızla arkasına dönüp hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı, sımsıkı yaptığı yumruklarıyla birlikte yürürken göz yaşları kirpiklerinde birikiyordu. Doğru olanı yapmıştı, olduğu kişiyi asla kabul etmeyeceklerdi. Ama aynı zamanda böyle insanların yanında kalsaydı asla böyle bir şey yapmazdı.

Arkadaşlarını arkada bırakırken, Seonghwa'nın kalbi göğsünde taşa dönüşmüştü. Böylesi daha iyiydi, baba olmak üzereydi ve hala o bebeğin babası olup olmadığından emin olmamasına rağmen artık bir önemi yoktu. Evliydi, okulunu neredeyse bitirmişti ve babası çoktan önüne iş fırsatlarını dizmişti. Hayatı onun için çizilmişti ve her şey tam da olması gerektiği gibiydi.

Arkadaşlıkları parçalanmıştı; temeli zayıflayan o köprü sonunda çökmüştü. Yeosang Kore'den gitmişti.

Ve her şey bu şekilde kaldığı sürece Seonghwa kendisini iyi olacağına inandırmıştı.

_____________________________________________

Tzuyu'nin nasıl biri olduğunu bilip asla babalık testi yaptırmayı akıl edemeyen Hwa 💀

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro