11★Morluklar [M]
✦
Yeosang'ın kolları başının üzerine mıhlanmış halde yatarken tenindeki aşağı inen parmak uçlarının hissi ipeksi çarşaftan bile daha yumuşak hissettiriyordu. Sırt üstü yatarken vücudu her bir dokunuşla arzuyla dolup taşıyordu.
Jun bir eliyle Yeosang'ın bileklerini kenetlerken diğer eliyle vücudunun her bir santimini hissediyordu. Dudakları birbirine kenetlenmiş haldeyken Jun bir dizini bacaklarının arasına bastırınca Yeosang üzerindeki adamın ağzının içine doğru inledi.
Kulağına sayısız iltifatlar fısıldanıyordu ama Yeosang hiçbirini umursamıyordu, bedenini kasıp kavuran arzu ve şehvete kapılırken daha önce hiç hissetmediği kadar çaresiz hissediyordu...
✦
Süit odanın ortasında tahta sehpanın soğuk yüzeyi, Jun arkasından hızla içine girip çıkarken Yeosang'ın sıcak yanaklarına değdikçe vücudunu ürpertiyordu. Yüzünün bir tarafı sehpaya yapışmış halde derin derin nefes alıp verirken hala hayatta olduğunu gösterircesine yüzeyinde küçük yuvarlak buğular oluşuyordu.
Lucas'la olan seksleri her zaman sert olmasına rağmen Jun'la yaptığı sekslerle karşılaştırıldığında bir hiçti. Jun'la ikisi birbirlerine karşı vahşi birer hayvan gibilerdi. Yeosang'ın bacaklarının içi, boynu ve karnı çoktan kırmızı izlerle süslenmişti bile. Saçlarının dibi çekiştirilmekten acıyordu ve sayısız kere ısırılmaktan dudakları şişmişti.
Jun'un sol eli Yeosang'ın sol omzuna kenetlenmişti, içine her girişinde tırnakları daha derine batıyordu ve her seferinde daha yüksek sesle inlemesine neden oluyordu.
"Ah... acıyor," diye inledi derin soluklarının arasından, Jun içine doğru her ittirdiğinde sırtı geriye doğru kasılıyordu.
Şikayetleri, asıl istediği şeyi, daha sert becermeyi elde etmesine yardımcı oluyordu. Kalça kemiği masanın kenarına sürtünürken teni sızlıyordu ve muhtemelen yarına kadar siyahlık ve morluklarla kaplanmış olacaktı. Fakat acıyı o kadar çok seviyordu ki neredeyse deliye dönecekti.
"Tam istediğin gibi, değil mi?" diye sordu Jun arkasından gülerek, tırnaklarını Yeosang'ın tenine daha sert batırırken tekrar inletti. "Gel, beni takip et."
Jun aniden içinden çıktı ve bir adım geri gitti. Yeosang omzunun üzerinden baktığında Jun'un ona doğru elini uzattığını gördü. Titreyen bacaklarıyla arkasına döndü, kendisine doğru uzatılan eli tuttu ve Jun'un onu derin bir öpüşmeye çektiği koltuğa doğru takip etti.
Birbirlerine dokunan tek noktaları olan dilleriyle her yerleri ıslanmış bir halde Yeosang, Jun'un kucağına oturunca içini tekrar yavaşça doldurduğunu hissetti. Jun yüksek sesle bir inleme koyverirken Yeosang dudaklarını çekip gözleri buluştuğunda sırıttı.
"Mükemmel," diye fısıldadı Yeosang'ın kulağına çatallaşmış sesiyle. "Ellerini arkana koy."
Yeosang denileni yaparken Jun sertçe bileklerini kavradı ve ellerinin arkasında kalması için zorladı. Yavaşça hareket etmeye başlarken ikisi de zevkle nefes nefese kaldılar.
"Mmh, siktir, evet bebeğim. Devam et." Jun gözlerini kapatmıştı ve başını geriye yatırıp koltuğun sırt kısmına koymuştu.
Yeosang koltuğun arkasındaki büyük pencereden dışarı bakarken dünyanın en tepesinde hissettiğini söylemek hislerini en doğru şekilde açıklayacak tek doğru tanımlama olurdu. Otelin en üst katından tüm şehrin göz alıcı, sabahın erken saatlerdeki manzarası tüm benliğini kaplayan yoğun zevkle birleşiyor ve başını döndürüyordu.
"Jun... Lü-lütfen..." diye fısıldadı Yeosang, boşalmamak için daha fazla kendisini tutamıyordu.
Jun gözlerinin içine baktı ve yüzündeki sırıtışla kollarını serbest bırakıp kendisine dokunup doruğa ulaşmadığından emin olmak için Yeosang'ın belindeki ellerini daha da sıktı.
"Gelmek istiyor musun bebeğim?" diye sordu, uzun parmaklarını kışkırtırcasına Yeosang'ın sert erkekliğinin etrafında gezdiriyor ama asla dokunmuyordu.
Yeosang sabırsızca başıyla onayladı, Jun'un üzerinde inip kalkarken gözlerini bakışlarından ayırmıyordu. Kendi erkekliği akan zevk suyundan parlarken her hareketinde Jun'un karnına çarpıyor ve en derinlerinde hissettiği mükemmel hissin omurgasından yukarı süzüldüğünü hissediyordu.
"Ne zaman geleceğini sadece benim karar verdiğimi biliyorsun." Jun, Yeosag'ın zonklayan erkekliğini kışkırtıcı bir şekilde sertçe sıkarken onu daha da soluk soluğa bıraktı.
Fakat istediğini ona vermektense Jun, Yeosang'ın boynundaki tasmanın etrafından tenini ısırmaya başladı.
"O yüzden ben söylemeden sakın gelmeye cesaret etme. Anladın mı?" Jun parmaklarını boynunun etrafına sıkıca sarmadan önce ruhunun derinlerine işleyen bir ifadeyle Yeosang'a baktı.
Artık nefesini de kontrol ederken Yeosang akıl sağlığını kaybediyordu ve daha dokunulmadan patlamak üzereydi. Jun'un ona hükmedişiyle, kontrol edişiyle ve acımasızca becerişiyle artık düzgünce düşünemeyecek kadar onu tahrik ediyordu.
Jun sonunda iki bileğini ve boynunu bıraktı, hala içindeyken kalçalarından tutarak ayağa kalktı ve masaya geri taşıdı. Bu sefer Yeosang'ı arkasına döndürmedi , yüz yüze bakıyorlardı.
Yeosang terli sırtında masanın rahatlatıcı, soğuk yüzeyini hissetti ve memnuniyetle inledi.
"Çok da rahatlama prenses," dedi Jun sırıtarak ve Yeosang'ın bacaklarının altından tutarak alt vücudunu yukarı doğru kaldırdı.
Yeosang artık kendisini kontrol edemiyordu, Jun sertçe en derinine girip en doğru noktaya vurduğunda ağzından yüksek bir inleme kaçtı. Şu anda darmadağın gözüktüğünü biliyordu ama kendisini o kadar kaybetmişti ki görüntüsü umursadığı en son şeydi.
Her içine girişinde Jun'un inlemesinden Yeosang onun da yaklaştığını biliyordu ve kendisinin de gelmesine izin vermesini umuyordu.
"Benim için gel bebeğim," diye inledi Jun sonunda, parmaklarını Yeosang'ın ereksiyonuna sardı ve sert, hızlı hareketlerle pompalamaya başladı.
Yeosang, Jun'un eline ve karnına doğru boşalırken yüksek ve ince sesle inledi. Aynı anda Jun da son bir kez kendisini daha derinlere ittikten sonra boşaldı. Sonunda vücudunu serbest bırakıp Yeosang'ın üzerine düştü, masanın üzerinde kendi vücudunu tek eliyle zar zor destekliyordu.
"Harikaydı..." dedi Jun nefes nefese, Yeosang'ın içinden çıkarken ıslanan saçlarını geriye doğru attı.
"Biliyorum."
Yeosang masanın üzerinden yere atladı, hızlı hareketlerle etrafa fırlattıkları kıyafetlerini toplamaya başlarken Jun şarabını bitirmek için koltuğa oturdu.
"Gidiyor musun?" diye sordu Jun, ses tonu sorusunun ardındaki niyetini anlamayı zorlaştırıyordu.
"Evet?" diye cevapladı Yeosang sorarcasına, gömleğini iliklerken omzunun üzerinden baktı. "Harikaydı. Yakında görüşürüz o zaman?"
Jun küçük kıkırtısıyla başını sallarken elindeki kadehi şerefe yaparcasına Yeosang'a doğru uzattı. Yeosang önündeki Yunan tanrısı vücuda sahip adama son bir kez dikkatli bir şekilde baktıktan sonra otel odasından çıktı, sonunda tekrar eski benliğine dönmüş gibi hissediyordu.
✦
"Nerelerdeydin?" Yeosang kapıdan içeri adım attığı anda Wooyoung ona seslendi. "Telefonunu neden açmadın? Çok endişelendim!"
İki sarışın oturma odasında oturuyorlardı, Yeosang içeri girdiğinde Wooyoung yerinden kalkarak umduğunun aksine sessizce odasına sıvışmasına izin vermemişti.
"Dışarıdaydım," diye mırıldandı, tüm çabasıyla göz temasından kaçınarak direkt odasına doğru ilerledi.
"Bir dakika bekle." Wooyoung masanın yanından hızla Yeosang'ın yanına doğru koştu ve kolundan tutup yüzüne bakması için zorladı.
Yeosang, Wooyoung'un kendisine karşı olan endişesinin moralini bozuyormuş gibi göstermemeye çalışsa da iç çekerken aynı zamanda gözlerini devirdi. Fakat gömleğinin yakasıyla gizleyemediği boynundaki ve dudaklarındaki izleri görürse en yakın arkadaşının çıldıracağını biliyordu.
"Sangie..." diye fısıldadı Wooyoung zorlukla, gözleri kocaman olmuştu. "Sana ne oldu?"
Wooyoung'un gözlerindeki ifade öyle tanıdıktı ki neredeyse canını yakıyordu. Yıllardan beri birçok kez Yeosang'a olan bakışlarındaki endişeyle aynıydı.
"Hiç bir şey, iyiyim ben."
O anda Yeosang yalan söyleyip söylemediğinden emin değildi. Yıllardan beri ilk kez gerçekten yaşıyormuş gibi hissediyordu. Fakat bunun bedelini başkalarının 'iyi olmak' olarak adlandırdığı şeyle aynı olmadığını biliyordu.
"Yeosang."
"Woyoung. İyiyim dedim." Yeosang kendisini Wooyoung'un endişeli elinden uzaklaştırdı ve odasına girmeden önce San'ın ona doğru attığı sert bakışlarını yakalayabildi.
✦
"Dün gece nereye gittin?" diye sordu San aniden Yeosang'ın kapısında belirerek.
"Neden umursuyorsun ki?"
Yeosang yatağında yan tarafına doğru döndü, şu anda konuşmak istediği en son kişiye, San'a ters bakışlarla baktı. Saat öğleyi oldukça geçmişti ve Wooyoung ikisini tekrar evde yalnız bırakıp market alışverişine çıkmıştı.
"Umursamıyorum," dedi San omuzlarını hafifçe silkerek. "...ama nereye gittiğini öğrenemediğim için Wooyoung durmaksızın beni rahatsız ediyor."
San kaşlarını kaldırırken asla gelmeyecek olan cevabı bekliyordu. Yeosang, San'ın gözlerinin rastgele giydiği kısa kollu tişörtünün açıkta bıraktığı kollarındaki ve boynundaki izleri yavaşça izlediğini fark etti. Gözleri buluştuğundaysa San'ın gözlerinde endişe olabileceğini düşündüğü fakat saliseler süren ifadeyi yakaladı.
Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken Yeosang pes edip sırf gitmesi için cevap vermek üzereydi. Ama San gergin sessizliği bozan ilk taraf olmuştu.
"Ona söylemeyeceksin, değil mi?" Evde ikisi de tek başına olmasına rağmen ses tonu düşmüştü.
Yeosang anında San'ın neyden bahsettiğini anlamıştı ve her ne kadar San'ın terlediğini görmek iyi hissettirse de tüm olayı San'ın kendisine bırakmaya karar vermişti.
"Neden söyleyeyim? Hayatınızda neler olup bittiği sikimde bile değil," diye cevapladı Yeosang umursamazca, aynı şeyin karşılıklı olduğunu biliyordu.
"Kesinlikle... Peki sen neden..." San iç çekerek gözlerini devirdi.
"Defol git San..." diye homurdandı Yeosang, sarışının aptal yüzüne bakmaktansa sırt üstü dönüp telefonuyla ilgilenmeye başladı.
"Gittim bile..." dedi San alayla gülerek ve sonunda arkasına dönüp Yeosang'ı yalnız bıraktı.
______________________________________________
Eh Yeosang sana ne desek boş –_–
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro