10★Yeniden Doğmuş
✦
San'ın gözlerindeki ifade Yeosang'ın ağzından kaçırdıklarından pişman olmasına neden olmuştu ama vardığı farkındalıkla ağzından çıkan sözler bir kaya gibi yüzüne çarpmıştı.
"Nereden çıkarıyorsun öyle saçma şeyleri?" dedi San ve gözlerini devirerek arkasına döndü. Ama o zaman bile gerçeği saklamaya çalışan sesi çatallaşmıştı.
"Aşıksın, değil mi? O yüzden mi benden bu kadar nefret ediyorsun? Ona yakın olduğum için mi?"
San direkt cevap vermedi, onun yerine endişeli bir şekilde etrafında döndü. Ensesini kaşırken parmaklarını sarı saçlarına daldırdı ve dudaklarını sürekli aralayıp kapattı.
"Tanrım, neden bu kadar sinir bozucusun?" dedi aniden ve delici gözleriyle omzunun üzerinden baktı. "Belki de sadece aptal olduğun için senden nefret ediyorumdur!"
"Aptal olduğumu mu düşünüyorsun? Gerçekten mi?" Yeosang hafifçe bir kaşını kaldırdı. Öyle olduğunu biliyordu ama San gibi birisinden bunu duymak kanının kaynamasına sebep olmuştu.
Fakat San henüz hırsını almamıştı ve ateşe körükle gitmeye karar vermişti. Yeosang'ın gerçekleşmesinden korktuğu, aralarındaki negatif gerilimin sonunda patlaması tam gözlerinin önünde gerçekleşiyordu.
"Evet Yeosang, lanet olası aptalın tekisin! Her şeye sahipsin! Sevdiğin kişiyle, hayatının geri kalanı boyunca seninle ilgilenebilecek birisiyle bir ilişkin var! Ama görünüşe göre zengin hayatı bile senin için yeterli değilmiş!" diye bağırdı San, ses tonu her bir cümlesiyle daha da yükselirken Yeosang'ın içindeki öfkenin fitilini çoktan ateşlemişti.
"Kapa çeneni San!" diye gürledi Yeosang, neredeyse koltuğundan fırlamıştı. "Lucas'la olan ilişkime dair bir bok bildiğin yok!"
San gözlerini devirirken Yeosang kendi bedenini kontrol altına alabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Her bir hücresi öfkeden titriyordu ve sıktığı yumruklar artık canını yakıyordu.
"Belki bilmiyorum ama seni tanıyorum Yeosang. Sahip olduklarınla asla yetinemeyen birisin sen. Ne kadar ayrıcalıklı olduğunu umursamadan her zaman daha fazlasında gözü olan birisin. Her şey zaten direkt kucağına düşüyor. Ama bu senin umurunda bile değil."
"Eğer ayrıcalıklı olduğumu düşünüyorsan, eğer her şeyi kolaylıkla elde ettiğime inanıyorsan demek ki benim hakkımda bir bok bilmiyorsun! Ama şunu bil, Wooyoung senin gibi başkaları hakkında iğrenç ithamlarda bulunan birisine asla aşık olmaz!"
"Tabii, o sadece mükemmel kişileri sever, değil mi? Senin gibi Sangie..." dedi San dalga geçercesine, Wooyoung'un ismini söyleyişini taklit ederken sıktığı dişlerinin arasından telaffuz etmişti.
"Ne saçmalıyorsun sen? Wooyoung kızlardan hoşlanıyor!" Öfkeyle inlerken Yeosang hırçın bir şekilde başının arkasındaki saçlarını çekiştirdi.
Tartışma kontrolden çıkıyordu ve Yeosang'ın hiçbir fikrinin olmadığı bir konuya doğru ya da nasıl bitireceğini bilmediği bir yere doğru ilerliyordu. Kendi duyguları günlerdir içinde birikirken kendisi zaten patlamayı bekleyen bir bomba gibiydi. San, onu kışkırtarak yanlış bir şey yapmıştı ve Yeosang sarışın adamın yüzünü yumruklamamak için tüm gücüyle kendisini baskılıyordu.
"Bunu zaten bilmediğimi mi sanıyorsun?" diye gürledi San. Derin bir iç çekerek aniden yatak odasının kapısına doğru ilerledi ve bir eliyle kapı kolunu tutarken tekrar Yeosang'a baktı. "Bir gece sarhoşken, bana eğer bir erkekle olmak zorunda kalırsa o kişinin sen olacağını çünkü en yakın arkadaşının sen olduğunu söylemişti. Ve o siktiğimin itirafı benim canımı yaktı."
San odasında gözden kaybolup kapıyı arkasından sertçe çarparak Yeosang'ı oturma odasında, aniden çıkan tartışma aniden bittiği için rahatlamış bir halde bıraktı. Eğer San'a karşı bu kadar öfkeli olmasaydı muhtemelen onun için üzülürdü. Yeosang birisini tek taraflı sevmenin nasıl hissettirdiğini çok iyi biliyordu. Ve belki bir gün arkadaşça bununla ilgili konuşabilirlerdi. Ama bugün kesinlikle o gün değildi.
✦
Wooyoung:
Yarın eve gelmeyeceğim ;) Umarım San'la eğleniyorsunuzdur!
Yeosang telefonunu yattığı yatakta yanına attı ve içten içe San'a da aynı mesajı göndermediğini umdu. Gidip ondan özür dilemeli miydi?
Hayır.
San da oldukça saçma şeyler söyleyip Yeosang'ın çoktan yerinde olmayan zihninin içinde fırtınalar çıkmasına neden olmuştu.
Aptal mıydı? Evet. Hem de en köklüsünden mi? Kesinlikle evet. Lucas'la aralarındaki ilişkiyi mahvetmek aptallık mıydı? Muhtemelen. Her haber sayfasında ayrıldıklarını yazan haber başlıklarını okumak canını yakmış mıydı? Fazlasıyla. Fakat ilişkisinin getirdiği o dünyayı özleyecek miydi? Hayır. Hem de hiç.
Önemsediği birisinin canını yakmanın verdiği pişmanlık peşini asla bırakmayacaktı ama gözlerindeki sonu gelmeyen yaşlar süzülürken Yeosang her şeyin farkına varmaya başlamıştı. Lucas'ın onu gerçekten, Yeosang'ın onu sevdiğinden daha fazla sevdiği gerçeği artık inkar edemeyeceği bir şeydi.
Ona rağmen belki de mutlu olabilirlerdi, belki de Yeosang'ın kalbindeki boşluğu eninde sonunda doldurabilirdi. Eğer aptal kalbinin çaresizce gerçekten istediği şeye olan umudu için Yeosang elindekini savurup atmamış olsaydı tabii.
Yeosang geçmişinin tekrar yazılamayacağını çok iyi biliyordu. Fakat Seonghwa onu hayatındaki önündeki boş sayfaları çok daha mükemmel bir şeye çevireceğine inandırmıştı. Tıpkı masallardaki gibi mutlu bir sonu hak ettiğine inanma gafletinde bulunmuştu.
Fakat hayatının ne bir masal ne de romantik bir roman olmadığı gerçeğinin farkına varmıştı; hayatı sonsuz bir okyanusun yüzeyinde kalma savaşı verdiği kısa bir hikayeydi.
Telefonunu eline aldı ama anlamsız gönderileri yukarı kaydırıp telefonu tekrar aynı yere attı. Ardından tekrar tekrar aynı şeyi yaparken boşa harcadığı saatler geceye gelmişti. Ve penceresinden sadece karanlık yansırken kafasındaki düşünceler de kararmıştı.
Belki de aşk herkes için değildi ve belki de kendisi gibi birisine yeteceğini düşünerek aptallık etmişti.
Parmak uçlarını telefonunun ekranına ritmik hareketlerle vururken Yeosang aynı düşüncenin üzerinden defalarca geçti. Düşünmeye cesaret bile etmemesi gereken bir düşünceydi ve çok aptalca bir şey yapmadan önce kesinlikle kafasından silmeliydi. Eğer o şeyi yaparsa ve insanlar öğrenirse cehennemin kapıları ardına kadar açılırdı.
Yeosang birçok kez yatakta etrafında dönerken garip bir his içinde yayılmaya başladı. Vahşi hazzın damarlarında dolaşıp onu canlandırmasına ihtiyacı vardı. Kalp atışları hızlanırken telefonunun kilidini açtı, parmakları aradığı şeyi bulmak için ekranın üzerinde hareket ederken gözleri hızla her hareketini takip ediyordu.
En çok özlediği şeyi bulmuştu.
'Hala Kore'de misin?'
✦
Gecenin üçü, herhangi bir karar vermek için muhtemelen pek iyi bir saat değildi. Aynada kendi yansımasına bakarken mantığı pencereden kaçıp gitmiş gibiydi. Ama onun için hiçbir şey bu kadar doğru hissettirmemişti.
Saçlarını ortadan ayırıp iki tarafı da dalgalandırdı ve yüzündeki son dokunuşları yapıp kusursuz göründüğünden emin olurken yoğun bakışlarıyla kendisine baktı.
Kang Yeosang başarısız olmuş bir ilişkinin ya da kırık bir kalbin kendisini tanımlamasına izin vermeyecekti. Ve tıpkı kendi küllerinden doğan Anka kuşu gibi koyu kahve takımının içine giydiği siyah gömleğiyle yaşamını tekrar eline almak için evden çıktı.
Önceden olduğu kişiye geri dönüyordu. Kontrolün elinde olduğu kişi olacaktı.
✦
"Bana bu kadar çabuk ulaşmanı beklemiyordum," dedi Jun sırıtarak otel odasının kapısını açarken.
"Kendini şanslı say," diye cevap verdi Yeosang içeri doğru girerken.
Jun'un yanından geçerken göstermekten korkmadığı muhteşem vücuduna bakmamak için kendisini zor tutuyordu. Kaslı üst vücudu düğmeleri açık gömleğinin altından göz kırparken Yeosang'ı ellerini kasların üzerinde gezdirmesi için kışkırtıyordu.
Jun'un ona olan bakışı aynıydı, süitin oturma odasına doğru adımlarken resmen gözleriyle Yeosang'ı yiyordu. Jun şarap ve kadeh bulmak için ilerlerken Yeosang her zaman dilinin tutulmasına neden olan şehrin gece manzarasını izlemek için pencereye doğru ilerledi.
"Bir şey olacak demiyorum ama eğer olursa öncesinde birkaç ana kuralım var," dedi Yeosang ve Jun'un meraklı bakışlarıyla birlikte gülümsemesine neden oldu.
"Kural mı? Nasıl yani?"
"Evet, öncelikle ne olursa olsun aramızdaki sadece seks olacak. Hiçbir bağlılık, kapıma gönderilen güller, kışkırtıcı mesajlar, hiçbirini istemiyorum! İkincisi, nerede ve ne zaman buluşacağımıza ben karar veririm..."
"Kendine geldiğini görmek güzel," dedi Jun sırıtarak, şarabı yavaşça kadehlere doldurdu. "Château Pichon-Baron 2016. Enfes, tıpkı senin gibi meleğim."
"Kendine geldin derken?" diye mırıldandı Yeosang, aldığı iltifattan etkilendiğini gizlemeye çalıştı. Klişe bir iltifat bile Jun'un dudaklarından döküldüğünde herkesin ayaklarını yerden kesebilirdi.
Bir kaşını hafifçe kaldıran Jun pencerenin yanındaki koltuğa oturdu, Yeosang'ın gözlerine derin bir ifadeyle bakarken bacaklarını ileriye uzatarak bir bacağını diğer bacağının üzerine attı.
"Gecenin bir yarısında kapımda belirmen, küstahça içeri girip kurallarını sıralaman falan.. Hoşuma gitti."
Yeosang koltuğa doğru ilerleyip şarabını yudumlarken omuzlarını silkti. Kadehini dikkatlice ortadaki sehpanın üzerine koydu ve ilerleyip buz mavisi güzel gözleriyle direkt kendisine bakan Jun'un önünde dikildi.
Yavaşça eğildi ve bacaklarını ayırıp Jun'un iki tarafına koyarak kucağına oturdu. Kollarını boynuna sarıp yakınına çekti, dudakları değecek kadar yakınlardı ama söyleyeceği son bir şey daha vardı.
Kısa bir anlığına Yeosang kendisini kaybedip son kuralını söylemesi gerektiğini neredeyse unutacaktı. Jun'un ellerinin yavaşça sırtına gelip gömleğinin altına girdiği an özlemini duyduğu his vücuduna yayılmaya başlamıştı.
"Üçüncü ve en önemli kural," diye fısıldadı Yeosang, teninde hissettiği elleriyle sesi gittikçe boğuklaşıyordu, "...eğer dur dersem..."
"Daha sert olacağım," diye fısıldadı Jun boğuk sesiyle cümlesini tamamlayarak. Nefesinin tenine çarpmasıyla vücuduna ateş basarken ensesinden ürperti girmişti.
"Aynen öyle."
_______________________________________________
Yeosang ne yapıyosun kendine gel yeosang 🤦🏻♀️
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro