12★Kırılmış
✦
"Seninle konuşmam gerekiyor.
- Seonghwa."
Yeosang telefonundaki mesaja bakarken dakikalar geçmişti ve mesajı ilk açtığında vücudunu kaplayan telaş sonunda sakinleşmişti. Fakat yalnızca biraz. Hayal görmediğinden emin olmak için telefonunu defalarca kilitleyip geri açarken kafasında kurduğu bütün senaryolar onu deliye çevirmek üzereydi.
Özellikle son olanlardan sonra ansızın Seonghwa neden ona mesaj atmıştı ki? Ama en önemli soru... tek bir mesajla Yeosang neden bu kadar meraklanmıştı? Böyle hissetmemesi gerekiyordu, konu Seonghwa olduğunda hiçbir şey hissetmemesi gerekiyordu.
Hiçlik. Hissetmesi gereken hiçlikti.
Fakat kendisini engelleyemiyordu. Belki de San haklıydı? Belki de Yeosang her zaman daha fazlasının peşinde olacaktı. En azından heyecan verici bir şey, onu canlı hissettirecek bir şey. Canını yakacak olsa bile.
Bir gece önce, beraber yattıkları geceden iki gün sonra Jun Kore'den gitmişti fakat Yeosang'ın soluk tenindeki izler hala ilk günkü gibi tazeydi. Dudağını sırırken mesajı tekrar okudu, parmakları kendinden bağımsız ekranda hareket ederken kalbi boğazında atıyordu. Çaresizce bir şey hissetmeyi umuyordu.
"Neden?"
"Gerekiyor işte.
Adresini mesaj at, senin için araba göndereceğim."
✦
Şehrin ıssız bir bölgesindeki otelin içinde karanlık koridorda attığı her adımla Yeosang kararından daha da pişman oluyordu. Bazen baygınlık geçirmişçesine gözleri kararıp beyni resmen kapandığında en kötü kararları vermiş oluyordu. Ve bu karar da onlardan biriydi.
Kapıyı tıklatmak için elini kaldırdıktan sonra tereddütle elini geri indirmeye çalışırken, bir anlık şüphe tüm sistemini sarıp eve geri dönüp Wooyoung ve San'la Wheel of Fortune'u izlemesi gerektiğini söylüyordu. Gerçi San'ın, Yeosang'la gereğinden fazla zaman geçirmek istediği söylenemezdi. O yüzden önündeki eskimiş kapıyı çaldı.
"Ne konuşmak istiyorsun?" Hiç vakit harcamadan en umursamaz ses tonuyla soruyu sordu ve karşısındaki Seonghwa'nın gözlerini üzerinde hissederken Yeosang kapının çerçevesine yaslandı.
"İçeri girmeyecek misin?" diye sordu Seonghwa, Yeosang'ın bir tepki vermesini beklerken bir kaşını kaldırdı.
"İyi bir fikir olduğunu sanmıyorum."
"O zaman neden geldin?" diye sordu Seonghwa homurdanarak ve kollarını göğsünün üzerinde bağladı. "Bu konuşmayı seninle koridorda yapmayacağım."
Sesli bir şekilde aldığı derin bir nefesle Yeosang sonunda kapıdan içeri girdi ve arkasından yavaşça kapıyı kapatan Seonghwa'nın önünden geçti. Kapının kapanış sesi sanki uyandırma alarmı gibiydi ve Yeosang o anda ne yaptığının farkına vardı.
Gergin bir şekilde küçük otel odasının içinde adımladı, Seonghwa'ya bakmak için aşırı gergindi. Seonghwa tek bir kelime etmezken ortamdaki atmosfer geriliyor ve garip sessizlik ikisinin de kulaklarını sağır edecek raddeye geliyordu.
"Lucas'la neden ayrıldınız?" dedi Seonghwa saatler geçmiş gibi hissettiren bir sürenin sonunda.
"Neden umursuyorsun? Ona seni anlatmış falan değilim, öğrenseydi seni kovardı," diye cevapladı Yeosang direkt, omzunun üzerinden küçük bir bakış atarken tekrar önüne dönüp meşgulmüş gibi davranmaya çalışarak camdan dışarı baktı.
"Biliyorum," dedi Seonghwa, pencerenin yanındaki sallanan sandalyeye otururken iç çekti. "Ama ikiniz ayrıldığınızdan beri aklını yitirmiş gibi davranıyor."
"Bu beni neden ilgilendiriyor anlamadım?"
Sessizlik tekrarlanırken Yeosang sabırsızca bir ayağını yere vuruyor, Seonghwa ise düzensiz ve garip hareketlerle sallanırken sürekli boğazını temizliyordu. Uzun bir nefes verirken Yeosang vazgeçmenin vakti geldiğine karar verdi, burada onun için daha fazla hiçbir şey yoktu.
"Pekala, işimiz bitti sanırım?" dedi kafasını kapıya doğru çevirerek.
"Yeosang, bekle..."
Yeosang'ın omzundaki bir el onu durdurdu. Yavaşça arkasına döndü, sonunda gözleri buluştu ve dört yıl önce kalbini kaybettiği o ölümcül dalgalara doğru çekildi.
Seonghwa'nın ona doğru attığı her adımla Yeosang da geriye doğru adım atıyordu, ta ki duvara çarpasıya kadar.
"S-Seonghwa..." diye fısıldadı ama sesi kendi çaresizliğinin içinde boğulmuş ve kendisini acizliğinin içinde kaybolmuş gibi hissetmişti.
Seonghwa nazikçe yanağını okşadı ve gittikçe yumuşayan gözlerinin içine baktı. Şu anda onu yıkmak için en mükemmel zaman olabilirdi, tıpkı Yeosang'a yaptığı gibi. Ama o şans uçup gitmiş ve Yeosang tekrar düşüyormuş gibi hissederken o şansı yakalayamamıştı.
Vücutları çok, çok yakındı, rahatlatıcı sıcaklık Yeosang'ın etrafını sarıyor ve onu asla bırakmayacağını umduğu sıkıca saran kollarının arasına doğru çekiyordu. Fakat içten içe bunun sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyordu. Eğer o anda bir adım dahi olsun uzaklaşmazsa öncekinden çok daha fazla parçalara ayrılacağını biliyordu.
Ama her zamanki gibi, en küçük dokunuşla bile Yeosang'ın tüm iradesi uçup gitmişti. Çağırdığı yere gelmenin hayalindeki gibi sonuçlanacağını düşünmek tam bir aptallıktı ama teninde Seonghwa'nın dokunuşunu hissetme ihtiyacı tek bir şüphe ya da pişmanlığını ört bas etmişti. Ve dudaklarında asla yerine getiremeyeceği söylenmemiş sözlerin tadını aldı.
Yeosang dudaklarını aralarken Seonghwa'nın sıcak dili kendisininkini sarmaladı ve eski günlere geri dönerken çaresizce unutmaya çalıştı. Tamamen ana kapılmış halde Seonghwa kıyafetlerini çıkarmaya başlarken Yeosang bir an olsun ikinci kez düşünmedi. Ama aniden, Seonghwa'nın sıcaklığı kaybolduğunda şaşkınlık dolu bakışlarıyla Yeosang, Seonghwa'ya baktı.
"Bu ne..." diye mırıldandı Seonghwa, gözleri Yeosang'ın tenini kaplayan her bir izin üzerinde geziyordu.
"Hiçbir şey..."
Gömleğiyle önünü kapatırken Yeosang üzerindeki yargılayıcı bakışlardan kaçınmaya çalışıyordu. Ne Seonghwa'nın düşüncelerinin kendisini endişelendirmesine ne de böyle bir şey için onun sinirlenme hakkına sahip olmasına izin vermemeliydi.
"Etrafta sürtme günlerin bitmedi mi? O tür davranışlarını yıllar önce bıraktın sanıyordum?" Küçümseyici bir ifadeyle Seonghwa geriye doğru adımladı, kendi gömleğini geri giyerken önündeki manzaradan tiksindiği çok belliydi.
"Ne demeye çalışıyorsun sen?"
Soru dudaklarından kaçmış olsa da ne demek istediğini çok iyi biliyordu. Ve canını yakıyordu. Önceki masumluğundan arındığını biliyordu, ikisi de biliyordu ama Seonghwa'nın onu tam o şekilde düşünüyor olduğunu bilmek Yeosang'ın bir daha asla olmayacağını umduğu bir şeydi.
"Ne demek istediğimi biliyorsun..." diye homurdandı Seonghwa, montunu çoktan giymişti bile.
"Bana sürtük mü diyorsun?" diye sordu Yeosang bu sefer, sesi istikrarlı ve soğuktu ama içinde her şey yıkılıyordu.
"Yani..." dedi Seonghwa afifçe omuzlarını silkerek, artık Yeosang'ın olduğu tarafa bile bakmıyordu.
Sakinliğini korumak için çabalarken Yeosang gömleğini ilikledi ve kendi ceketini yerden aldı. Omzuna attıktan sonra Seonghwa'nın odadan çıkmasına izin vermeden önce kendisi kapıya doğru yöneldi. Ona o tatmin duygusunu yaşatmayacaktı.
"Bana sürtük gibi davranmamamı söylüyorsun," dedi Yeosang, kapıyı açmak üzereyken arkasına dönüp Seonghwa'ya baktı. "Ama öyle davranan sensin."
Koridordan hızla ilerlerken Yeosang oraya gitmesinin yanlış bir seçim olduğunu ve oradan ayrılıp parçalara ayrılan kalbinin son parçasını ardında bırakmanın doğru bir seçim olduğunu biliyordu.
Bu gece ona bir şeyler hissettirmiş olsa da yeterli değildi ve Yeosang daha fazlasını istemekten kendisini alamıyordu. Fakat kesinlikle Seonghwa'dan istemiyordu.
Düşüncelerinin çöküşüyle Yeosang karanlıktan başka bir şey görmüyordu.
Ve yalnızca bir kişi kalmıştı: o karanlıkta onunla aynı noktada buluşacağına adı gibi emin olduğu birisi...
_______________________________________________
O kişi kim olabilir? Birinci kitabı okuyanlar tahmin edebilir bence 👀
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro