Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Dila'Cihangir

#Mavi Gri - Sevda Yüklü Kervanlar

#Mavi Gri - Ben Sende Yandım

#Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar

#Mavi Gri - Bu Kız Benim Kaderim

Evet beklenen Dila'Cihangir bölümüyle geldim🫶🏻Uzunca bir bölümle karşınızdayım. Onlara doyacağınızı düşünüyorum❤️‍🔥Twitter'da #Visal etiketiyle bölüm yorumlarınızı, alıntılarınızı bekliyor olacağım.

Bunların dışında bir şey söylemek istiyorum. YORUM KITLIĞININ FARKINDA MISINIZ? Ben bölümlere sınırlar koymak istemiyorum, sevmiyorum bir kere. Buraya geçip de 5000 - 10000 yoruma bölüm demek istemiyorum. O yüzden lütfen yorumlarınızla yanımda olup, destek olursanız çok sevinirim. Teşekkür ederim.

Not: Bölümün bir kısmında hafiften bir +18 var. Okumak istemeyenler için o kısıma geldiğinde uyarı geçeceğim🫶🏻

Not: Bölüm Mihran ve Mirza'nın söz gecesinin öncesinde herhangi bir gündendir.

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

*

Dila Ulubey'den...

Aynadan kendimi baştan aşağıya süzdüğümde dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Güzeldim, bayağı güzeldim. Saçlarımı arkaya doğru salladığımda, elbisemin yakalarını düzelttim ve tam o an annemin sesini duydum.

"Kızım pek açık değil mi bu elbise?" Başımı iki yanıma salladığımda, "Yo..." dedim. Şöyle bir daha kendime baktım.

Kırmızı elbisem diz kapaklarımın bayağı üstünde bitiyor, vücudumu, kalçalarımı tamamen sarıyordu. Yakasındaki açıklığı, elbisenin göğüs dolgulu olması ise göğüslerimi fazlasıyla belli ediyordu.

Yani kısacası tam bir afettim.

"Kızım aman deyim geç gelme tamam mı? Bak abini biliyorsun..." Annemin sözleriyle birlikte gözlerimi aynadan çektiğimde, gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak konuştum.

"Anne daha gitmeden gel diyorsun. Abimin eve uğradığı yok ona bir şey demiyorsun..." YouTube'dan tanıştığım bir arkadaşımın doğum günü vardı ve ona gitmek için bile kırk takla atmaya çalışmam gerçekten acınasıydı.

Çağırdığım taksinin geldiğini düşünerek elime çantamı da aldığımda, "Kızım aynı şey mi?" Diyen annemin sesini duydum. "Sorun çıkarır bak abin, geç kalma kuzum."

"Aynı şey değil mi anne?" Dediğimde sinirle merdivenlerden inmeye başladım. Yürüdükçe topuklu ayakkabılarımın sesi yankı yapıyor, sinirimi onlardan çıkarıyordum. "Abimin gittiği yeri bilmiyorsun, saat kaçta geldiğinden haberin yok. Ben bir gece dışarı çıkacağım diye sabahtan beri başımdasın. Sıkıldım, gerçekten sıkıldım."

Ailemi seviyordum, onları gerçekten çok seviyordum. Ama benim yaşamak istediğim hayat bu değildi ki... Abimin baskıları, mahallelinin lafları değildi. Benim kendime biçtiğim yaşam bu değildi. Kendi paramı kazanıyordum, YouTube'da çok mutluydum, geniş bir arkadaş çevrem vardı, her şeyden önce düşüncelerim ailemin düşüncelerinden çok farklıydı.

Yaşamak istediğim hayat bu değildi.

"Kızım senin için..." Annemi daha fazla dinlemeden salona giriş yaptığımda gördüğüm babaannemle birlikte gülümsedim. "Ben çıkıyorum babaanne."

Babaannem gözlüklerinin ardından beni şöyle bir süzdüğünde, "Maşallah," dedi ama hemen ardından kaşları çatıldı ve alnındaki kırışıklıklar kendini belli etti. "Kız Dila eğil bakayım götün gözüküyor mu?" Ay bana bir şeyler oluyor. Evet her elbise giydiğimde babaannemle aramızda oluşan diyaloglara hoş geldiniz.

"Ay yok vallahi gözükmüyor babaannem. Hadi ben kaçtım, öptüm tonton yanaklarından." Daha fazla evdekilerin gazabına uğramamak için hızlıca evden çıktığımda arkamdan babaannemin, "Sensin tonton," söylenmelerini duyabilmiştim.

Benim neyim tonton ayol?

Gülerek evden çıkıp, bahçe kapısını açtığımda topuklu ayakkabımın sesini duyan kapı önündeki teyzelerin gözleri bana döndüğünde, çoktan fısıldaşmaya başlamışlardı bile. Ne dediklerini, hakkımda ne konuştuklarını az çok tahmin edebiliyordum. Burnumdan soluduğumda beni bekleyen taksiye doğru ilerleyerek hemen bindim, ve adresi söylememle birlikte de yola koyulduk.

Aradan geçen dakikalar trafikle birlikte iyice boğucu bir hâle büründüğünde, en sonunda duran taksiyle birlikte rahat bir nefes alarak, ücreti ödeyerek arabadan indim. Fazlasıyla yoğun bir müzik sesinin kapladığı bir sokakta, gece kulübünün önündeydim. Böyle bir mekanı görünce aklıma kızlarla birlikte içip sarhoş olduğumuz gece geldiğinde, bugün kesinlikle kendimi tutmam gerektiğine kanaat getirdim. Kesinlikle içkiye sıfır dayanıklı bir bünyem vardı ve aynı şeyleri asla yaşamak istemiyordum.

Kendi kendime düşünerek içeriye girdiğimde dışarıdakinin on katı bir müzik sesi beni karşıladığında ilk başta yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutsamda, içeride durdukça bu sese alışarak gözlerimle bizimkileri aramaya başladım. En sonunda gözlerim başında 'birthday girl' tacıyla gülerek etrafındaki insanlarla konuşan Selin'i görmesiyle birlikte ona doğru ilerlemeye başladım.

Onlara doğru yaklaştıkça beni gören Selin'in yüzündeki tebessümü büyüdüğünde, arkadaşlarının arasından sıyrılarak yanıma doğru adımladı. "Dila hoş geldin bebeğim." Bana sıkıca sarıldığında sarılışına karşılık verdim. "Hoş buldum." Gülümsedim. "Çok güzel görünüyorsun."

"Bana diyene bak... Ateş parçası gibi olmuşsun be kızım. Gel bak seni bizimkilerle tanıştıracağım." İşte bundan sonrası tam bir curcunaydı. Çok kalabalık bir grupla tanışmam ve tabii ki de isimlerini tek tek tutamayışım... Sonrasında girdiğimiz sohbetler, YouTube konuları, birbirimizi kanalımıza konuk olarak davet etmelerimiz, yapacağımız içerikler ve bol bol dedikodu.

Dakikalar böylece akıp geçtiğinde en sonunda herkes kendi alanına çekilmiş ve içkilerine gömülmüşlerdi bile. Ben yavaş, hatta çok yavaş gitmeyi tercih ediyordum. İki bilemediniz üç yudum almış ve bırakmıştım, ara ara yudumluyordum.

Yanıma gelen Selin, "Dans bebeğim dans," diye bağırıp beni ortaya doğru çekiştirdiğinde, hiç itiraz etmeden olduğum yerde kıpırdanarak ona ayak uydurmaya çalıştım. Dakikalar geçtikçe sadece kıpırdanmak yerine kendimi iyice müziğin akışına kaptırıp gittiğimde, her ritimde kalçalarımı oynatıyor, saçlarımı savuruyordum.

Dans etmek iyi gelmişti. Sanki böyle kendimi, vücudumu daha özgür daha hafif hissetmiştim. Gözlerimi anın akışına bırakarak kapadığımda, kıvırta kıvırta olduğum yerde döndüm.

Dakikalarca kendimi özgür bıraka bıraka dans ettiğimde, en sonunda üzerimde hissettiğim bakışların rahatsızlığı ile birlikte kendime gelerek gözlerimi hafifçe araladım. Böyle sanki delici bakışları üzerinizde hissederdiniz ya gözlerim kapalıyken bile bunu hissetmiştim. Gözlerimi açmamla birlikte çevremde hissettiğim boşlukla birlikte öylece kaldığımda, neredeyse tıklım tıklım olan mekanın bayağı bir boşaldığını gördüm.

Selin'i arayan gözlerim biraz daha mekanda dolandığında fark ettiğim detayla birlikte kaşlarım yukarıya doğru havalandı. Mekanda hiç erkek kalmamıştı. Zaten az kişinin olduğu mekanda full kadınlar vardı.

Bu duruma anlam veremediğimde hemen biraz ilerimde olan Selin'e doğru ilerledim. Gergin bir şekilde karşısındaki arkadaşı ile konuşuyordu. "Ne oluyor Selin?" Dediğimde gözleri bana döndü. "Bir sorun mu var?"

"Ne olacak doğum günümün içine sıçıldı."

"Nasıl yani?" Dediğim an aynı o delici bakışları üzerimde hissetmemle birlikte gözlerimi etrafımda dolaştırmaya başladım. Kaşlarım çatıldı.

"Kimse kalmadı doğum günümde. Nasıl böyle bir şey yaparlar anlamıyorum. Kendime özel mekan tutmalıydım. Bok vardı burası olsun diye tutturacak." Selin söylenmeye devam ettiğinde, ellerimi saçlarımın arasına götürerek ovuşturdum, başım hafifçe yukarıya doğru kalktı ve gözlerim tam o an onu gördü.

Cihangir'i...

Yeşil gözlerini...

Saçlarımın arasındaki elim kayarak düştüğünde, yutkunamadım.

Yeşil gözleri.

Mekanın üst katında, çok ayrı bir bölgede, kollarını öne yaslamış bir şekilde elindeki içkisini yudumluyor, yeşil gözleri ise benim tek bir anımı bile kaçırmamak istercesine vücudumun her bir yerinde dolanıyordu.

Yeşil gözleri karşısında yutkunamadığım an başımı yere eğerek, birkaç saniye sakinleşmeye çalıştım. Onu burada görmeyi hiç beklemiyordum. Hele ki geçen hafta olan turşu maceramızdan sonra... Ama şimdi onu burada görmek. Tesadüf olamazdı, olmasını isterdim ama olamazdı. Beni takip ettirdiğini biliyordum. Şöyle bir etrafıma baktım. Mekanda neredeyse kimse kalmamıştı.

Onun başının altından çıkmış olabilir miydi?

Tabii ki de olabilirdi.

Sinirlerime hakim olmak için derin bir nefes aldığımda, "Yok olamıyorum," deyip yürümeye başladım. Bir hışımla üst kata çıkan merdivenlere doğru ilerlediğimde, merdivenin başında set gibi duran adamlar başlarını eğerek bana yol verdiler. Gözlerimi devirdiğimde hızlıca üst kata çıkan merdivenleri tırmanmaya başladım, tırmandıkça onun karşısına çıkacağımdan dolayı cesaretimin iyice tuzla buz olduğunu hissetsem de kendime içimden gaz vermeyi de ihmal etmiyordum.

Yukarı kata çıktığımda kapının önündeki adamlar başları eğik bir şekilde yanımdan geçip gittiklerinde, kapatılan kapıyla birlikte olduğum yerde rahatsız bir şekilde kıpırdandım.

Şimdi sadece ikimiz vardık.

Cihangir bacağını bacağının üzerine atıp otururken bile üstten bakışlarıyla bana bakmayı becerebildiğinde, yüzümde gezen bakışları bir yangının başlangıcıydı sanki.

"Bu senin başının altından mı çıktı?" En sonunda zorlukla da olsa konuşabildiğimde aslında cevabını çok iyi bildiğim bir soruyu sormuştum. Cevap vermedi, o cevap vermedikçe ben daha da çok çıldırdım. "Bunu nasıl yaparsın ya? Cihangir sen bunu nasıl yaparsın?"

"Ne yapmışım?" Dediğinde gayet rahat bir şekilde içkisinden bir yudum aldı. "İnsan sevmiyorum, kalabalıkları da..." Allah'ım çıldırmamak için kendimi zor tutuyordum. İnsan sevmiyorum deyip mekanı mı boşaltmıştı?

"Beni çıldırtma," dediğime elimi yüzüme götürüp sıvazladım. Onun yüzünden bir de rujum parmaklarıma bulaşınca daha da bir sinirlendim. "Sen... Sen gerçekten iflah olmazsın. Senin gerçekten sınırların yok." Pes etmiş bir şekilde söylediklerimle birlikte Cihangir oturduğu yerden ayaklandığında tam karşıma dikildi. Bedeni üzerime bir gölge gibi düştü.

"Bunu söylemiştim Dila." Adım dudaklarının arasından döküldüğünde titrek bir nefes alarak, başımı kaldırdım. Başını yüzüme eğdi. "Konu sınırım olduğunda sınırımın olmadığını söylemiştim, Dila." Nefesi dudaklarıma çarptığında gözlerim hafifçe kapandı.

"Bu yaptığın yanlış." Gözlerimi açtım. "Yanlış Cihangir." Kızın doğum gününü mahvetmişti.

"Bana neden yanlış gibi gelmiyor Dila?" Dedi Cihangir. "Neden sana her değen gözü yok etmek istiyorum? Neden sana ulaşamadığımda deliriyorum ben? Seni neden gözümden bile sakınıyorum?" Sözleriyle birlikte derin derin nefesler aldığımda göğsüm yükselip indi. Geriye doğru bir adım atıp ondan kaçmaya çalışacağım sıra Cihangir tek elini belime atıp beni kendisine çektiğinde, artık ondan uzaklaşmam ihtimal dahilinde bile değildi.

Cihangir'in belimdeki eli kıvrıldığında, resmen tek eline benim belimi sığdırmıştı.

Derince soluduğunda diğer elini çeneme koyup başımı yukarı kaldırdığında, "Neden sınırıma düştün Dila?" Diye fısıldadı. Sözlerinin etkisi üzerimde bir yıkım bıraktığında kendime tutunacak dal arayarak ellerimi kollarının üzerine bıraktım.

O böyle baktıkça ben kendimden geçiyordum.

Onun yakınlığı, onu hissetmek beni mahvediyordu.

Cihangir alnını alnıma yasladığı an, "Yapma," diye fısıldadım. İkimizde bunun sonunu biliyorduk. "Olmaz."

"Seni tekrardan hissetsem..." Gözleri dudaklarıma kaydı, dudaklarımda bir kıvılcım yaktı. "Seni öpsem Dila..."

Sözlerinin ardından bir nefes kadar ötemde olan dudaklarına yapıştığımda, dudaklarımda başlayan kıvılcım yangına dönüştü.

(Bundan sonrası birazcık +18'dir. Okumak istemeyenler geçebilir. Bittiği yerde haber vereceğim❤️‍🔥)

Cihangir elini yanağıma kaydırıp sıktığında, beni belimden tuttuğu gibi arkamdaki duvara hızla yasladı. Birden üzerimde baskınlık kurup, tüm gücü eline aldığında, dudaklarımı aralayarak ona izin verdim. Dili dudaklarımın arasından sızdığında ağzımdan kaçan boğuk inilti aramızda kayboldu.

Hızlı hızlı aldığım nefeslerden ötürü göğsüm her yükselişinde göğsüyle temas ettiğinde ellerimi saçlarına daldırarak çekiştirdim. Cihangir'in eli belimden kayarak bacaklarıma aktığında, çıplak bacağımı hafifçe okşadı.

Yanıyordum.

Öpüşmemiz iyice hararetli hâl aldığında, başımı yana doğru eğdim. Cihangir bacaklarımda duran ellerini beni çıldırmak istercesine tenimi okşaya okşaya kalçalarıma çıkardığında, "Cihangir..." diye inleye inleye kalçalarımı Cihangir'in avuçlarına bastırdım.

Cihangir kalçalarımı sıktığı an kendimden geçmiş bir şekilde inlediğimde, "Sikeyim..." diye hırladı Cihangir. Kalçalarımdan tutarak beni kaldırdığı an ağzımdan kaçan boğuk çığlığım Cihangir'in dudakları arasında kayboldu. Düşmemek için bacaklarımı Cihangir'in bacaklarına doladığımda hissettiğim sertlikle birlikte başımı arkaya atarak duvara yasladım.

Nefes nefeseydim.

"Az önce kıvırdığın kalçaların şimdi avuçlarımda..." Sanki bunu hissetmemi ister gibi kalçalarımı sertçe sıktı. "Nasıl da sığmıyor ama avuçlarıma..." Dişlerimi birbirine bastırdığımda dayanamayarak kalçalarımı hafifçe oynattım. "Oynat Dila. Sikeyim."

Pozisyonumuzu asla değiştirmeden az önce kalktığı koltuğa oturduğunda, kendimi sanki üstünde ata biner gibi oturur şekilde buluverdim. "Kıvır, kalçaların avuçlarımdayken kıvır." Kalçalarımı tekrardan sıktığında, artık tamamıyla kendimden geçmiştim. Şu an üzerimde öyle bir baskı kurmuştu ki ne derse yapacak durumdaydım.

Yanlışım doğrum her şeyim birbirine girmişti. Bildiğim tek bir şey vardı.

Cihangir benim sonumdu.

Kalçalarımı hafifçe kıvırarak sallamaya başladığımda beni kendisine iyice bastırarak tam anlamıyla kucağına aldı. Elbisemin zaten kısa olan eteği iyice toplanıp sıyrıldığında, iç çamaşırım gözleri önüne serildi.

Dantelli, kırmızı çamaşırımın tenimle olan birleşimine bakarak derin bir iç çektiğinde, "Kırmızı..." diye fısıldadı. Sadece gözlerinin varlığı bile kadınlığımı sızlattığında daha önce hiç hissetmediğim duygulara kapılıyordum. "Kırmızı sensin Dila." İnler gibi çıkan sesi kadınlığımı daha da yaktığında içimden akıp giden sıvıyı hissedebilmiştim.

İlk defa böyle bir şey yaşıyordum.

"Bakma," diye fısıldadığımda sesim yalvarır gibi çıkmıştı. İstemsiz bir şekilde bacaklarımı birbirine bastırma çabam kendimi daha da fazla Cihangir'e yaslanmış bir şekilde bulmamla son bulduğunda ıslak kadınlığımı delip geçmek isteyen sertliğinin üzerinde kendimi buluverdim.

Yutkunamadım.

Cihangir, "Bakma mı?" Diye fısıldadığında kalçamı son bir kez sıkarak ellerini iç bacağıma doğru yönlendirdi. Parmağının tersiyle okşadığı bacağımla birlikte titrek bir nefes aldığımda, "Sadece bakmakla kalmayacağım Dila," dedi. "Önce parmaklarım içinde kayacak..." Dudaklarıma sert bir öpücük bırakıp çekildiğinde dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Sonra ağzım her zerreni keşfedecek."

Sözleri karşısında kollarının arasında kıvrılıp kaldığımda vücudumun her bir zerresinde olan yangın derin nefesler aldırıyor, her nefes alışımda göğsüm yükseliyordu. Cihangir'in gözleri sözleriyle birlikte dikleşmiş göğüslerime düştüğünde, "Her bir zerreni ağzımla keşfedeceğim."

(Geçenler için burada bitti🫶🏻)

Artık Cihangir'e bakmak dışında bir şey yapamadığımda yorulduğumu hissediyordum. Cihangir birden oturduğu koltuktan kalkarak üzerimi düzelttiğinde, ellerini bacaklarımın altından geçirerek beni daha rahat bir şekilde kucağına aldı. Başımı göğsüne yasladığı an derin bir soluğu içine çektiğini hissettiğimde, çok geçmeden üzerime kapanan ceketin sıcaklığı tüm bedenimi sardı.

Cihangir kucağında olan benimle birlikte yürümeye başladığında gözlerim aralık olsa da bir şey diyemiyor, itiraz edemiyordum. Hiçbir şeye hâlim kalmamıştı.

Cihangir yürümeye devam ettiği an dışarı çıktığımızda sıcak havaya alışan bedenim soğuk havayla birlikte titrediğinde Cihangir'in adımlarını hızlandırdığını hissettim. Zaten çok bir zaman geçmeden bedenim sıcakla buluştuğunda çalışan arabayla birlikte Cihangir'in, "Isıtıcaları yakın!" Diyen sesini duydum.

Gidiyorduk ama ben nereye gittiğimizi bile bilmiyordum.

Bu durum yerimde rahatsızca kıpırdanmama sebep olduğunda Cihangir yüzünü bana yaklaştırarak, "Uyu Dila'm..." diye fısıldadı.

Dila'm...

Bu bana ikinci Dila'm deyişiydi. Kalbim olur olmadık bir hızla çarpmaya başladığında bunu hissetmemesini umsam da hissettiğini biliyordum.

Kalbimin atışının eşliğinde gözlerimi kapattığımda, o gözlerini her bir zerremi ezberlemek istercesine bir an olsun benden ayırmamıştı.

Hissettim, gözlerim kapalı da olsa bunu hissettim. Hissederdim de.

Cihangir'in yeşil gözlerini ne durumda olursa olsun, hep hissederdim.

*

Arabanın durmasıyla birlikte Cihangir beni biraz daha sardığında, "Nereye geldik?" Dedim. Tam olarak asla uykuya dalamamıştım.

Cihangir cevap vermediğinde tenime çarpan soğuk havayla birlikte dışarıya çıktığımızı anladığımda, "Soğuk," diye mırıldandım. "Üşüdüm."

Cihangir'in, "Tenin hiç öyle demiyor," diye horuldanmasını duyduğumda adımlarını biraz daha hızlandırdı. "Kaybolun!" Bana karşı yumuşak çıkan sesinin aksine oldukça sert bir şekilde konuştuğunda sesi beni bile ürkütmüştü.

Düzenli alıp verdiğim nefeslerim Cihangir'in tenine çarptığında kasıldığını hissettim. Kapının açılıp kapanma sesini duyduğumda çok bir zaman geçmeden bedenim yumuşak bir zeminle buluştuğunda yerinde olmayan kafama rağmen bunun yatak olduğunu anlayabilmiştim.

Ne? Yatak mı?

Kendi düşüncelerim beni kendime getirdiği an zorlukla gözlerimi araladığımda, gözüme çarpan siyah çarşafların ardından gördüğüm Cihangir'in gözleriyle birlikte kaşlarım çatıldığında, "Beni evine mi getirdin?" Dedim. Pardon yalıya ev demek benim ayıbımdı. Evet Cihangir bir yalıda yaşıyordu.

Cihangir gözlerimin içine baka baka başını yüzüme eğdiğinde burnunu burnuma sürttü. Bu hareketiyle birlikte mekanda yaşadıklarımız gözlerimin önüne geldiğinde, yutkundum. Ondan kaçmak isterken başımı biraz daha yastığa yasladığımda, saçlarım yastığın üzerine dağıldı.

Cihangir'in gözleri saçlarıma düştüğünde, "Seni evine getirdim Dila," diye fısıldadı. Evine...

Bir insanın sesinden bile etkilenilir miydi? Etkileniyormuş. "Bu gece burada kal..." Elini yastığına dağılan saçlarıma götürüp okşadığında, "Saçların dağılsın yatağıma..." dedi. "Benimle kal."

Bir şey diyemediğim anlarda aslında içten içe cevabımın belli olduğunu bildiğimden dudağımı ısırdım ve gözleri anında dudaklarıma düştü.

Bakma işte, şöyle bakma işte.

Dişlerimi dudağımdan çektiğimde, "Çantam orada kaldı. Telefonum içindeydi," dedim. Cihangir derince soluduğunda oturduğu baş ucumdan kalkarak hızlıca odadan çıktı. Birden böyle yine nereye gitmişti bilmiyordum ama çantamla alakalı olduğunu anlayacak kadar onu tanımıştım. Onun yokluğunda odasını incelemeye başladığımda neredeyse bizim evin büyüklüğünde olan odasıyla birlikte ne desem bilememiştim gerçekten.

"Tabii ki de büyük olacak," diye kendi kendime konuştuğumda yattığım yataktan doğruldum. Toplanan kıyafetimi düzelttim. "Yalı sonuçta boru mu bu?" Camın önüne ilerlediğimde dalgaların sesi kulaklarıma dolduğunda önüme serilen denizle birlikte başımı yana doğru yatırarak karşımdaki manzarayı izlemeye başladım.

Valla bu ev pardon yalı benim olsa ben buradan hiç çıkmazdım ki...

Gözlerimi denizden bir an olsun ayıramadığımda birden açılan kapıyla birlikte fazlasıyla daldığım için yerimde hafifçe sıçradığımda, gözlerimi odaya giren Cihangir'e çevirdim.

Cihangir'in gözleri de iyi bir seçenekti aslında.

Sus Dila sus.

Cihangir elinde tuttuğu çantamı bana uzattığında, hemen çantamı aldım. Cihangir'in beni şöyle bir süzdüğünü hissettiğimde gözleri çıplak bacaklarımda oyalandı, oyalandıkça kaşları çatıldı. Çok değil bundan bir saat önce elleri bacaklarımın arasındaydı. Düşüncelerim kadınlığımı sızlattığında dişlerimi birbirine bastırdım.

Bundan sonra düşünme de Dila.

"Sana rahat bir şeyler vereceğim." Sözlerinin ardından odada bulunan kapılardan birini açtığında gözlerimin önüne serilen giyinme odasıyla birlikte gözlerimi büyütmemek için kendimi zor tuttum. Şaşırma Dila şaşırma. Ay bu kadar zenginlik hiç bana göre değildi. Gözünü sevdiğimin mahallesi ya. Tuvaleti falan da altından değildir inşallah.

Düşüncelerime güldüğümde aklıma gelen annemle birlikte hemen telefonumu çantamdan çıkardım. Sadece annemin aradığını görmemle birlikte rahatladığımda, hemen WhatsApp'a girerek, Mihran'a mesaj yazmaya başladım.

Valla denize düşen yengeye sarılırmış.

Siz: Yengelerin gülü

Siz: Uyumadın inşallah

Siz: UYUMADIM DE

Mihran'ın çevrimiçi olmasıyla birlikte rahatladığımda hemen ardından mesaj geldi.

Yengem de yengem: TAMAM DERİM

Yengem de yengem: Ne oldu kız gecenin bu saatinde

Siz: Soru sorma tamam mı?

Siz: Sonra anlatacağım.

Yalan. Kaçabileceğim kadar kaçıp anlatmamaya çalışacaktım.

Yengem de yengem: Çatlatma insanı

Siz: Abim nerede biliyor musun?

Yengem de yengem: Ara sor

Siz: Pislik yapma

Siz: Yenge dedim bağrıma bastım be

Siz: Kötü, illet görümce mi olayım ha

Yengem de yengem: Kes kesss

Yengem de yengem: İşleri yoğunmuş

Yengem de yengem: Emniyette

Siz: Bu gece beni idare et

Siz: Çiçeğe de söyle

Siz: Ondayım tamam mı?

Siz: Hadi öptüm

Ağzıma sıçacağını bildiğimde şirinlik olsun diye üzerine bir de çıkartmalardan birini yolladım.

Siz:

Mihran bunu yemeyip tabii ki de bana peş peşe mesajlarını sıraladığında dudağımı ısırdım.

Yengem de yengem: AĞZŞNA SIÇIM

Yengem de yengem: Nerdesin sen

Siz:

"Gerizekalı Dila," deyip kafama vurduğumda, saçlarımı tutup çekiştirdim. "Mal Dila." Kendime ettiğim hakaretlerin sonunda gözlerim giyinme odasından beni izleyen Cihangir'le kesiştiğinde gözlerimi gözlerinden kaçırarak kendimi dövüşlerime son verdim.

Yengem de yengem: SENİ BOĞARIM DİLA

Yengem de yengem: DALGA MI GÇİYORSUN KIZ BENİMLE

Siz:

Siz: Gül diye yengelerin gülü, birtanesi

Yolladığım mesajın ardından hemen WhatsApp'tan çıktım.

Yengem de yengem: NELER KARIŞTIRIYORSUN SEN

Yengem de yengem: NERDESİN SEN

Yengem de yengem: KIZ GÖRSENE MESAJLARIMI

Böyle olmayacağını anladığımda üzerine bir de internetimi kapattığımda annemi mesajla kandıramayacağımı bildiğimden aramayı tercih ettim. Sesimi duymadığı sürece bu gece rahat bir şekilde uyuyamazdı.

Telefon daha bir defa çalar çalmaz annem açtığında, "Kızım nerdesin sen?" Diyen telaşlı sesi kulaklarıma doldu. Buyur Dila uzun uzun anlat şimdi. Gerçekten de aradan geçen dakikalarda annemle olan konuşmamıza hâlâ bitiremediğimde Cihangir'in öylece giyinme odasında durmasından beni dinlediğini anlayabilmiştim.

Artık çok da uzatmak istemediğimde, "Tamam anne tamam," deyip telefonu kapattığımda rahatlayabilmiştim. Benim kapatmam üzerine Cihangir elindeki kıyafetlerle birlikte geldiğinde tam karşıma dikildi. Gözlerim elinde tuttuğu kıyafetlere düştüğünde gördüğüm boxerla birlikte öksürmemek için kendimi zor tuttuğumda, Cihangir kıyafetleri bana uzattı.

"Eşofmanlarımın içinde kaybolurdun." Ne düşündüğümü anlamış gibi konuştuğunda kıyafetleri elime aldım. Önce bir ona, sonra da şöyle bir kendime baktığımda söylediklerinde haklı olduğu zaten belliydi. Onun bacak boyuyla benim bacak boyum arasında dağlar kadar fark vardı.

Başımı neye salladığımı bilmeden salladığımda Cihangir, "Giyin sonra da aşağı gel," dedi. Yine başımı salladım.

Başımı salladım sallamasına ama odadan çıkmayan Cihangir'le birlikte, "Çıkmayacak mısın?" Dediğimde gözlerimle kapıyı gösterdim. Belki de ilk defa avel avel yüzüme baktığında, "Odadan diyorum çıkmayacak mısın?" Diyerek konuştuğumda sesim imalı bir şekilde çıkmıştı.

Ne dediğimi anlayan Cihangir şöyle bir bana baktığında ağzının içinden homurdana homurdana odadan oldukça gönülsüz bir şekilde çıktı.

Onun çıkmasıyla birlikte elbisemi çıkarıp bana verdiği tişörtü üzerime geçirdiğimde dizlerime kadar uzanan tişörtle birlikte, gerçekten de kıyafetlerinin arasında kaybolmuş gibi hissediyordum. Bir de eşofmanını verse paçaları yerde sürünür, beli asla tutmazdı. Bana verdiği boxerı da üzerime geçirdiğimde durmayan beliyle birlikte, beline düğümler atmaya başladım.

En sonunda belimde duracak hâle getirdiğimde odadaki boydan aynanın karşısında geçtiğimde tipime gülmeden edememiştim. Aynadan kendimi incelerken gözlerim şişmiş dudaklarıma kaydığında parmaklarımı dudaklarımın üzerine dokundurdum.

Yaşadığımız her an gözlerimin önüne düştüğünde bundan zerre pişman olmayan yanım üste çıkıyor, üzerine de bir de aklıma düştükçe daha da fazlasını isteyen yanımı bastıramıyordum.

Cihangir gerçekten benim sonum olacaktı.

Nasıl bir sonumuz olurdu bilmiyordum ama onun sonum olacağını biliyordum. Cihangir gibi bir adam yıkımdan başka bir şey getirmezdi ki...

"Bir kere mafya..." diye kendi kendime mırıldandığımda düşüncelerime dalmış bir şekilde Cihangir'in odaya dalmasından korkarak odadan çıktım. Merdivenlere yöneldiğim an yalının en üst katında olduğumuzu fark ettiğimde önümde ineceğim üç kat vardı.

Sanki kırk yıldır bu yalının hanımıymış gibi süzüle süzüle merdivenlerden indiğimde düşüncelerime karşılık kıkırdadım.

Aşağı inmemle birlikte mutfaktan gelen seslerle birlikte böyle garip bir heyecana kapıldığımda kendime, "Sakin ol," diyerek fısıldadığımda mutfağa doğru yöneldim. Daha öncesinde bir kez geldiğimden ötürü mutfağı biliyordum.

Parmak uçlarımda sessizce yürüyerek mutfağa girdiğimde adımlarım giriş kapısının önünde duraksadı.

Cihangir...

Cihangir tezgâhın önünde bir şeylerle uğraşıyordu. Siyah gömleğini saran vücudu, geniş omuzları... Daha ne diyebilirdim ki?

Cihangir'i izlemeye daldığım sıra, "Daha ne kadar izleyeceksin?" Diyen tok sesini duymamla birlikte irkildiğimde, gözlerimi kırpıştırdım. Benim geldiğimi nasıl anlamıştı?

"Ben..." Saçımı kaşıdım. "Yeni geldim." Aynen canım ya.

"Geldiğin anı biliyorum Dila. Pıt pıt yürüyüşlerin..." Konuşurken bedenini bana çevirdiğinde birden sustu, gözlerinin üzerimde uzun uzun dolandığını fark ettim.

"Kaybolmuşsun," dediğinde sesinden akan hayranlığın parçalarını hissedebilmiştim. "Kıyafetlerimin içinde kaybolmuşsun." Bakışları... Nasıl desem sanki böyle dünyanın en güzel şeyine bakıyormuş gibi bakıyordu bana. "Seni kıyafetlerimde kaybedip kendime mi saklasam..." Şöyle bir gözlerine baktım. Gayet de ciddi duruyordu.

"Bu... Bu yaşadıklarımız yani..." Doğru düzgün konuşamıyordum ki. Ama tüm yaşadıklarımızın üzerine bir yerden de başlamam gerekiyordu. "Sadece bu gecelik. Yarın olduğunda ben gideceğim, sen karşıma bir daha çıkmayacaksın." Cihangir beni sessizce dinlediğinde dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Söylediklerimi ciddiye bile almamıştı. Gerçi ben söylerken bile kendime inanamamıştım ki...

"Bu söylediklerine inandın mı Dila?" Alaylı bir şekilde çıkan sesiyle birlikte yenileceğim bir diyaloğa girmek istemediğimde gözlerimi gözlerinden kaçırdım.

Tam o sıra tezgâhın köşesinde gördüğüm turşu bidonuyla birlikte, "Aaa turşu," dediğimde sesimden akan şaşkınlık bariz bir şekilde belliydi. Cihangir'in kafasına fırlattığım turşu bidonuydu bu. Düşünceme karşılık kıkırdadığımda tezgâha doğru ilerleyip turşu bidonunu elime aldım.

Cihangir sessiz kalıp bir şey demediğinde böylelikle konuyu değiştirme çabalarım da işe yaramış oldu.

"Atmamış," diye mırıldandığımda turşu bidonunu açıp içinden salatalık turşusunu çıkardığımda, yemeye başladım. Yedikçe çıkan sesiyle birlikte iyice kendimden geçtiğimde, "Yemek ister misin?" Dedim. Sevmediğini hatta nefret ettiğini bile bile sormam da yani...

Cevap vermedi. Dik dik bana baktı.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda turşu bidonunu kaldırıp kucakladığımda tam masaya geçeceğim sıra Cihangir kollarını belime sarıp beni geriye doğru çektiğinde arkamdaki tezgâha yasladı. Elimdeki turşu bidonuyla birlikte Cihangir ve tezgâhın arasında kaldığımda, ağzımdaki turşuyu zorla yuttum.

Cihangir parmağını saçımın önündeki tutamına doladığında, "Sen az önce dediklerine inandın mı Dila?" Dedi.

Parmaklarımın arasına sıkıştırdığım turşumu ısırdığımda rahat olmaya çalışarak, "Evet," dedim.

Hayır.

"Sen gideceksin? Ben karşına bir daha çıkmayacağım? Sadece bugünlük?" Her bir söylediğiyle gözleri biraz daha koyulaştığında başını yüzüme eğmişti.

Sanırım kaçmam gerekiyordu. Aynen Cihangir iki yanımdan da sarmışken kaçardım aynen.

"Sen şimdi sabah giderken komodinin üzerine para da bırakırsın?" Ne?

Çok kısa bir an için yalıda oturan Cihangir'in komodininin üzerine para bıraktığımı düşündüğümde, düşündüğüm şeyle dudaklarımın arasından kaçan kıkırtıma engel olamadım.

"Olur," dediğim an sesimden akan muzipliğim Cihangir'i bir an duraksatsa da beni birden belimden tutup tezgâhın üzerine oturttuğunda ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamadım.

"Demek olur ha?" Cihangir kaşlarını yukarıya kaldırdığında başını bana doğru yaklaştırdı. Şunu yapma işte yapma.

Alnını alnıma yasladığı an yakınlığımız titrek bir nefes alıp verdirdiğinde, "Gidebileceğine gerçekten inandın mı Dila?" Dedi.

Hayır inanmadım. Ama bunu benden duymasına da gerek yoktu.

"Tek bir bakışımla bile solukların hızlanırken..." Burnunun ucunu burnuma sürttü. "Gerçekten benden gidebileceğine inandın mı?" Tam da söylediği gibi soluklarım dengesiz bir hâl alıp hızlandığında, göğsüm yükseldi.

Sağ elini kaldırıp kalbimin üzerine bastırdığında, göğsüm hızla yükseldi, Cihangir dudağındaki kıvrımıyla birlikte başını aşağı yukarı salladı. "Sözlerim kalbini böyle attırırken benden mi gideceksin?" Fısıltısı kalbimi delip geçtiğinde dudaklarını dudaklarıma sürttü.

Titredim.

Açık olan bacaklarımın arasına biraz daha girdiğinde, "Peki ben seni bırakır mıyım Dila?" Dedi. Bırakmazdı.

Cihangir bırakmazdı.

Birden dudaklarımı, dudaklarının arasına alıp emdiğinde, hafifçe ısırdı. Aklıma gelen şeyle birlikte hızla kendimi geri çektiğimde zaten beni bir tek ondan düşündüklerim ayırırdı.

"Ağzım kokar." Dudaklarımın arasından birden dökülenlerle birlikte Cihangir öylece kalakaldığında hemen ardından ne dediğimi anlamış gibi başını arkaya atarak gülmeye başladı.

Ne? Turşu yemiştim ve sarımsağının ağzımda bıraktığı kokuyu buram buram hissediyordum.

Düşündüklerimin yanı sıra Cihangir'in gülmesine takılıp kaldığımda onu ilk defa böyle gülerken görüyordum. Ne bilim sanki o böyle gülmez gibi geliyordu. Gülüyormuş, hem de güzel gülüyormuş. Gülünce yeşil gözleri de kısılıyormuş.

Cihangir onu izlediğimi fark etmiş gibi gülüşünü durdurduğunda dudağını ısırarak başını iki yanına salladım. Yutkundum.

"Koksun," dediğinde birden dudaklarını dudaklarıma bastırdığında, kendini bana bastırdı. Kadınlığımda hissettiğim sertliğiyle birlikte parmaklarım titredi ve elimdeki bidon parmaklarımın arasından kayarak yerle buluştu.

Umursamadım, umursamadık.

Dudaklarımı araladığım an ellerimi Cihangir'in saçlarının arasına daldırdığımda onu kendime biraz daha çektim. Güldüğünü hissettiğimde ellerini yanaklarıma kaydırarak avuçladı. Galiba gideceğim derken kollarında olmam onu güldürmüştü.

Sanki denge bırakıyormuş gibi...

Dilinin dilimle olan dansıyla birlikte dudaklarımın arasından kaçan inlememe engel olamayarak inlediğimde, Cihangir'in dudağını ısırdım.

Cihangir geri çekildiğinde dudaklarını kıvırdı. "Vahşi." Mırıldanmasını duyduğumda kaşlarım hafifçe çatıldı, hâlim onu güldürdü. "Demek sert?" Sözlerinin hemen ardından tekrardan dudaklarıma kapandığında sadece dudakları değil kendisi de üzerimde üstünlük kurarak belimden tutup beni kendisine çekti.

Göğsüm göğsüne hızla çarptığında öpüşmemiz son hız devam ediyor, kısık inlemelerimi ona sunuyordum. Belimde duran ellerini kalçama doğru kaydırdığı an nefes nefese kalmış bir şekilde geri çekildim.

Peş peşe aldığım nefeslerim arasından soluklanmaya çalıştığımda, "Sanki..." diye fısıldadım. "Gitsem senden... Her gidişimin sonu yine kollarında bitecek gibi hissediyorum." Beklemediği itirafımla birlikte kalçamda duran elleri sıkılaştığında, "Ama..." dediğim an sanki ne diyeceğimi anlamış gibi sözümü kesti.

"Olur." Tek kelime. "Bizden olur." Dudaklarını tekrardan dudaklarıma bastırdığında bu sefer daha naif, daha sakindi.

Bizden olur muydu?

Dudaklarımı hafifçe oynattığımda, Cihangir ellerini kalçamın altına geçirerek kalçamı avuçladı. İnledim.

"Bacaklarını belime dola." Mırıldanışı beni kendime getirdiğinde hiç itirazsız bacaklarımı beline doladım. Hareketimle birlikte bir bütün olduğumuzda artık onu tam anlamıyla hissediyordum.

Cihangir beni tezgâhtan kaldırdığı an bacaklarımla onu daha da çok sıktığımda, kalçalarımı sıktı, dudaklarımı ısırdı. Merdivenleri çıkmaya başladığımız an üç katı nasıl çıkacağımızı düşünmeden edememiştim. Gerçi benim keyfim tıkırdı, bunu Cihangir düşünebilirdi.

Cihangir kalçamda duran ellerinin birini belime götürdüğünde diz kapaklarıma kadar uzanan tişörtünü yukarıya doğru sıyırdı. Sıyırdığı tişörtümün ardından elini çıplak belime atıp okşadığında, "Tenine dokunmayı seviyorum," diye mırıldandı.

Güldüm.

Hissettiklerim, hissettirdikleri inkâr edemeyeceğim kadar gerçekti.

Cihangir'le bir an olsun birbirimizden ayrılamadığımızda, en sonunda odasına gelebilmiştik. Cihangir beni yavaşça yatağına bıraktığında, saçlarımı okşadı. "Geleceğim. Yat Dila'm."

Dila'm.

Cihangir geri çekildiğinde ne yaptığını anlamayarak başımı belli belirsiz bir şekilde sallayarak yatağa uzandım. Burnumu yastığına bastırdığım an genzime kadar dolan kokusuyla birlikte gülümsedim. Yatağı da kendisi gibiydi. Karanlıktı.

Cihangir'in kokusuyla bütünleşmiş olan yatakta yatmaya devam ettiğim sıra yatağın sağ tarafı çöktüğünde, hemen ardından Cihangir kollarını belime dolayıp beni kendisine çektiğinde, yine birleşmiştik.

Tişörtümün üzerinde bıraktığı teninin sıcaklığını hissettiğimde, üstünün çıplak olduğunu anlayabilmiştim.

Cihangir belimi okşadığında nefesi kulaklarımın dibinde, saçlarımın arasındaydı. Burnunu saçlarımın arasına daldırdığında nefeslendiğini hissettim.

"Böyle uyumayı sevmiyorum ben," dediğimde sesim tıpkı küçük bir çocuk gibi çıkmıştı. Cihangir'in kolları arasından çıkmadan ona doğru döndüğümde, gözlerine baktım.

Dünyanın en güzel yeşili gibiydiler.

Nefeslerim Cihangir'in çenesine çarptığında, "Böyle uyuyalım," dedim.

Çok derin bir nefes aldığında, "Uyuyalım," dedi. Beni sıkıca sardı. Ellerim istemsiz bir şekilde göğsüne dokunduğunda sanki parmaklarımın uçlarında bir yangın başladı. Tenini hafifçe okşadım.

Gözleri gözlerimdeydi.

"Gidişlerin gelişi olmaz Dila," dedi gözlerine baka baka.

Aşağıda söylediğim sözler aklıma geldi. Birden neden böyle demişti anlamasam da sözlerine devam etti. "Sen, benden gitmeyeceksin." Duraksadı. Galiba aramızda olanları kesinleştirmeye, aklıma kazımaya çalışıyordu. "Ben, seni bırakmayacağım." Bırakmayacaktı.

Parmaklarını yara olan bileğime götürüp okşadığında gözlerinden geçen pişmanlığın her bir zerresini hissedebilmiştim. Yaramı okşarken dudaklarından tek bir cümle döküldü:

"Yaktığıma tutuldum Dila."

Dünyanın en güzel yeşillerine bakarken dudaklarımdan tek bir şey döküldü:

"Yandım."

*

Evet, nasıl buldunuz bakalım?

Dila'Cihangir hakkındaki düşüncelerinizi buraya bırakabilir misiniz?❤️‍🔥

~Bölümü emojilerle anlatın desem?

26.Bölümde de Dila'Cihangir sahnelerimiz olacak🫶🏻

Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro