Dila'Cihangir
#Çağan Şengül - Canım Yanıyor
Visal 200 bine doğru gidiyor. Hikâyemizde yanımda olan herkese çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız!💙
Bölüm Dila'nın anlatımından. Ve Sezin ve Devran'ın düğününün ertesi gününden başlıyor. Yangını ya da düğünde karşılaşmalarını bir de Dila'nın ağzından yazmak istemedim. Zaten Mihran'ın ağzından az çok okumuştuk. Açıkçası sizleri de bildiğiniz şeyler üzerine fazla sıkmak istemedim.
Mirza'nın vurulduğu günün öğlen saatinden bölüm başlıyor. AYNEN ARKADAŞALR MİRZA VURULMUŞTU ĞGĞWĞD HATIRLATMAZSAM OLMAZ ĞGWĞĞDĞC
Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰
Bu Dila ve Cihangir için yapılan ilk çalışma🥺Çok çok teşekkür ederim💙 tozlueditler
*
Dila Ulubey'den...
"Anne ben çıkıyorum," diye bağırdığım sıra annem eli köpüklü bir şekilde mutfaktan çıktı ve elindeki köpüğü üzerindeki önlüğüne silerek konuştu: "Nereye gidiyorsun kızım?"
"Mahallede dolaşacağım biraz." Hava almaya ihtiyacım vardı artık.
"Dikkatli ol kızım..." dediğinde annem sesi karamsar bir şekilde çıkmıştı. Yaşadığımız o olaydan sonra üzerime daha da bir düşüyor, bana karşı daha da bir dikkatli oluyordu.
"Tamam..." dediğim sıra yere eğilip spor ayakkabılarımı giymeye başladım. Koluma taktığım bilekliğim üzerimdeki hırkama takıldığında, dişlerimi birbirine bastırdım.
Bilekliğim renkli boncukların oluşturduğu bir bileklikti. Abim, onuncu yaş doğum günümde kendi emekleriyle çalışarak almıştı. Belki basit, düz bir bileklikti ama bunun benim için hiçbir önemi yoktu. Abim almıştı sonuçta... Ve onuncu yaşımdan şimdiye kadar da hep takmıştım. Onun beni düşünerek aldığı her şey benim için o kadar önemliydi ki...
Bilekliğimin kopmamasına dikkat ederek hırkamdan kurtardığımda, üzerimdeki hırkama kısa bir bakış attım. Hava bugün çok soğuk değildi, hatta güneşli sayılabilecek bir hava var bile diyebilirdik. Ama ben inatla üzerimden hırkamı çıkamıyordum.
'Kolun,' diye fısıldadı içimdeki ses...
Evet, kolumdaki iz...
Alevlerin yaktığı kolumdaki iz... Yeşil gözlerin bende bıraktığı iz...
Yaramdan utanmıyordum ama insanların garip bakışlarına ya da sözlerine maruz kalmayı istemiyordum. Kolumun yandığını bile bile beni köşeye çekip sorgulamalarından nefret ediyordum. Bunu bile bile yapmalarından daha da çok nefret ediyordum. İnsanların acılarına, üzüntülerine oynamalarından daha da çok...
Sonra Mihran'ın dün geceki sözleri doldu kulaklarıma...
'Onlar dönsünler bir kendilerine baksınlar'
'Kimsenin yarınının garantisi yok. Sana bakıp, seni küçümseyenlerinde'
Mihran'ın sözleri birer birer kafamın içinde çarpıştığında üzerimdeki hırkamı bir hışımla çıkarıp koltuğun üzerine fırlattım. "Dikkat ederim anne," dediğim sıra annemin bir şey demesini beklemeden hızlı bir şekilde evden çıkarak kendimi sokağa attım. Çocukların sesiyle, oynadıkları topuyla doldurdukları mahallemizde yürümeye başladığımda düşüncelerimin, yaşadıklarımın beni geçirmesine engel olamıyordum.
Bundan bir hafta öncesine kadar düşündüğüm tek şey YouTube kanalıma çekeceğim videolar iken şimdi düşüncelerimi tamamıyla o yeşil gözler almıştı. Başıma büyük bir dert olup çıkmıştı. O alevlerin arasında kalışım, onun beni gelip çıkarışı... Sonra dün gece birden Sezin abla ve Devran abinin düğününde onu karşımda görüşüm...
Dün gece yaşadıklarımız hâlâ aklımda ve gözlerimin önündeydi. Her şey çok iyi giderken, üzerimdeki karamsarlığı atıp kolumdaki yanık izimi unutup güzelce oynarken birden onu görmüştüm. Onu gördüğüm an sanki böyle dünya donup kalmıştı. Ellerimin titreyişini, ona doğru yürüyüşlerimi ve Mihran'ın koluna tutunuşlarım hâlâ aklımdaydı.
Adını öğrenmiştim. Gözlerimin içine baka baka adını söylemişti.
Cihangir Dağlı...
Cihangir...
Bir haftadan beri gözleri gözlerimin önüne gelen Cihangir. Dün geceden beri deli gibi düşündüğüm Cihangir. Birden nerden çıktığını anlayamadığım, hayatımın ortasına düşen Cihangir.
Mehmet amcanın oğlu çıkan Cihangir. Evet bu da doğruydu. Dün gece Mehmet amca birden 'oğlum' demişti ona. Oğlum... Biz Mehmet amcanın sadece Eva'sı var diye bilirken birden ortaya bir oğlu çıkmıştı. Daha onun şaşkınlığını atlatamadan abim, Cihangir'i alıp götürmüştü zaten. Tabii Mehmet amcada peşlerinden gitmişti. Ondan sonrasında ne olduğunu zaten ben de bilmiyordum.
Abim dün gece gecenin bir köründe eve gelmişti. Ne olduğunu ondan öğrenmem zaten asla mümkün değildi. Onu sormam durumunda valla canımı okur 'ne yeşil göz ne yeşil göz' diye falan bağırabilirdi. Abimdi bu ondan her şey beklenirdi.
Düşüne düşüne dakikalarca nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ettiğim sıra gözlerimi hafifçe çevremde dolaştırdım. Mahalleden çıkmamamıştım ama tüm sokaklarını boş boş dolaşmış, müzik dinleyerek birilerini zihnimde canlandırmış ve yine o birilerini zihnimde öldürmüştüm.
En sonunda bacaklarımın iflasını çektiği vakitlerde duraksadığımda derince bir nefesi içime çekmeye çalıştım. Gözlerimi geldiğim yerde dolaştırmaya başladığımda ileride gördüğüm kalabalıkla birlikte kaşlarım meraklı bir ifadeyle yukarıya doğru kalktı. Mahalleden teyzeler ve birkaç genç kız toplaşmış bir şekilde karşılarındaki eve bakarak konuşup duruyorlardı. Pardon ben ona ev dedim değil mi? Ayıp ettim... Çünkü baktıkları bir ev değil, âdeta Adnan Ziyagil'in yalısıydı.
Onlara doğru ilerlediğimde, "Ne oluyor hanımlar?" Dedim. Teyzeler benim seslenmemle birlikte sanki suçüstü yakalanmış gibi oldukları yerde sıçradıklarında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yani sanki dedikodu yaptıkları hiç belli olmuyormuş gibi bir de korkuyorlardı.
"Aman kızım ne öyle habersiz geliyorsun? Korkuttun..." Tabii zil çala çala gelmem gerekiyordu değil mi?
"Şu eve birisi taşınıyorda kimin taşındığını anlamaya çalışıyoruz. Sabahtan beri bir sürü son model arabalar gelip geçiyor." Teyzelerden birinin söylediği şeyle birlikte gözlerimi eve çevirdiğimde, bahçesindeki takım elbiseleri adamları gördüm. Böyle bir yerden de tanıdık geliyorlardı ama...
'Geri zekalı' dedim için için kendime. Elin adamları nerden tanıdık gelecekti acaba bana?
"Hım..." dediğimde karşımdaki üç katlı evde gözlerimi dolandırmaya devam ettim. Bu ev mahallenin en güzel evlerinden biriydi, üç katlı âdeta köşk gibiydi. Yıllara dayandığından dolayı eskiydi ama yine de çok güzeldi. Kocaman bir bahçesi vardı ve bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları... Şaşırmıştım açıkçası buraya birisinin taşınacak olmasından dolayı. Yıllardır öylece boşta duran bir evdi burası. Sahibini tanıyordum, ne buraya taşınıyordu, ne de birisine satıyordu.
"Mahallemize sosyete taşınıyor kız." Gözlerimi devirdim. Mahallede sosyete? Peki...
"Sahibidir belki," dediğim sıra buna aslında kendimde ihtimal vermemiştim.
"Kız ne sahibi? Satmış o bunak burayı." Demek inadını kırıp satabilmişti yani. Yalnız bunak falan ayıp oluyor be teyzeciğim.
"Peki siz ne yapıyorsunuz burada böyle?" Dediğim sıra elma ağacının dışa uzanan dallarından birine uzanarak elma koparmaya çalıştım. "Sosyete karşılaması mı yapacaksınız?" Elmalara uzanamadığım an ofladığımda ağacın dallarından birine basarak olduğum yerde yükseldim. Kıpkırmızı olmuş elmalardan birini kopartıp kırt diye ısırdığımda büyük bir zevkle çiğnemeye başladım.
Ta ki ardımdan duyduğum sese kadar...
"Başkalarının sınırlarına izinsiz girmemelisin küçük hanım." Bu ses... Bu ses... Bu oydu.
Derince yutkunduğumda yavaş bir şekilde ona doğru döndüm ve ilk karşılaştığım yeşil gözleri oldu.
Beni yakmak istercesine bakan yeşil gözleri...
"Sen..." dediğim an devamını getirememiş ve konuşamamıştım. Dün gece düğünde aniden karşıma çıkışı, üzerine şimdi burda çıkışı... "Burası senin..." diyebildiğim an gözlerim çok kısa bir an arkamdaki eve kaydı. Pardon köşke...
Cihangir, "Evet..." dediği an sesi tok bir şekilde çıkmıştı. Teyzelerin ve genç kızların Cihangir geldiği an korkarcasına uzaklaştığını fark edebildiğim an başımı iki yanıma doğru salladım. "Burası benim!" Dediği an gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. "Ve sen şimdi benim sınırlarımdasın küçük hanım."
Benim sınırlarımdasın...
Yutkunduğumda hâlâ ağacın dalında duran bedenimi hızlı bir şekilde aşağı indirdim. Neyseki bir klişeye girmemiş ve düşmemiştim. Cihangir'in gözleri elimde tuttuğum elmaya düştüğünde dudakları hafifçe kıvrıldı ve beni sinir edecek bir sakinlikle konuşmaya başladı:
"Başkalarının malını izinsiz bir şekilde almamalısınız küçük hanım." Kaşlarım çatıldı. İkidir küçük hanım deyip duruyordu ama hayırdırdı yani?
"Göz hakkı denen bir şey vardır," dediğimde kendimce en haklı savunmamı yapmıştım. Evet Dila evet kesinlikle göz hakkı.
"Keşke ben de kendi göz hakkımı alabilsem," diyen Cihangir beni şöyle bir süzdüğünde kaşlarım çatıldı. Galiba 'göz hakkı' kavramımız fazlasıyla farklıydı. Ve göz hakkından kastı da bensem eğer alacağı tek şey okkalı bir tokat olurdu.
Birden Cihangir'in arkasından gelen takım elbiseli bir adam Cihangir'in yanına eğilip fısır fısır bir şeyler söylediğinde gözlerim kısıldı. Bu az önce bahçede gördüğüm adamdı ve şimdi nereden tanıdığımı çıkarabilmiştim. Yangında Cihangir beni çıkarırken Cihangir'in yanındaydı.
Cihangir başını sert bir ifadeyle salladığında gözlerini son bir kez bana çevirip, "Sınırlar..." dedi tehlike barındıran ses tonuyla. "Sınırlarına dikkat et Dila!"
Benim sınırlarımdasın...
Sınırlarına dikkat et Dila...
Ben daha bir şey diyemeden Cihangir bana arkasını dönüp yürümeye başladığında, yanık kolumun acısını içimde de hissettim ve kendimi daha fazla tutamadım.
"Önemli değil," diye arkasından âdeta haykırırcasına bağırdığımda, adımları sanki taş kesmişcesine duraksadı. Yavaşça bana doğru döndüğünde sözlerime anlam verememiş olacak ki başını sağa doğru sallayarak bana baktı.
Yanmış olan kolumu gözüne gözüne sokmak için hafifçe kaldırdığımda gözleri koluma düştü ve dişlerini sıkı bir şekilde birbirine bastırdı. Hatta o kadar bastırdı ki dişlerinden gelen gıcırdama sesini bile duyabildim.
"Senin yüzünden yangınların içinde kaldım ya..." dediğimde sesim keskin bir şekilde çıkmıştı. Evet Eva'yı onun yaktığını biliyordum. "Kolumu yaktın ya..." diye cümlemi devam ettirdiğimde yeşil gözlerinin kolumu deşip geçtiğini hissettim. "Üzerine bir de şimdi özür diledin (!) ya." Duraksadım. "O yüzden önemli değil." Tekrardan bağırmıştım.
"Özür dilesem özrümün sende bir karşılığı olacak mı?" Dediğinde sesi beni şaşırtacak derecede sakin çıkmıştı. İnkâr bile etmiyordu. "Özür dilesem affedecek misin?" Sözleri karşısında sadece yutkundum. İşte bunu beklemiyordum ve söyledikleriyle beni beklemediğim o yerden vurmuştu.
Ona doğru bir adım attığımda, "Asla!" Dedim net bir şekilde. "Asla affetmem." Öyle sert bir şekilde konuşmuştum ki bunu ben bile kendimden beklememiştim.
Cihangir, "Senden af dileyen yok zaten..." dediğinde benden beklemediği sözlerimle birlikte hemen eski hâline dönmüştü.
"Zaten senin gibi birisinden de anca bu beklenirdi," dediğim an yüzümü de hafifçe buruşturmuştum. Ona karşı olan bu tavrıma karşılık kaşları çatıldığında hemen yanında duran adamının sanki bizi merakla gözleriyle izlediğini yeni fark etmiş gibi gözlerini ışık hızıyla ona çevirdi. Galiba adamının yanında onunla böyle konuşmam hoşuna gitmemiş gibiydi. Başını sert bir şekilde 'git' dercesine sol tarafına doğru kütlettiğinde adamı hemen koşturarak gitmeye başladı.
Cihangir gözlerini hemen bana çevirdiğinde, "Benim gibi birisi?" Dedi sorgular bir ifadeyle. "Nasıl birisiymişim ben?" Sesinden akan o merakı hissedebilmiştim. Sanki benden nasıl birisi olduğunu duymak istiyor gibiydi.
Hiç düşünmeden, "Babasının ekmek yerini yakan..." dediğimde an duraksadım ve kaşlarının biraz daha çatılması için sadece bunları bile duyması yetti. "Böyle birisinden ne bekleyebilirim ki?" Kendimi tutamadığım ve kolumun acısını çıkartmak istediğim o anların içerisindeydim. Sırf onun da canını yakmak için, "Annesinin hatırasına..." dediğim an Cihangir öyle bir hızla bana doğru gelmeye başladı ki cümlemin devamını getiremedim bile.
O üzerime üzerime geldikçe olduğum yerde duramadığımda az önce ona doğru attığım emin adımlarımın aksine birkaç adım atarak geriye doğru kaçmaya çalıştım. Ama Cihangir beni kolumdan tutup öyle bir hızla kendisine çekti ki... Başım hızlı bir şekilde göğsüne çarptığında saçlarım uçuş uçuş olmuş tenine çarpmıştı.
Tüm bedeninin kasım kasım kasıldığını hissettiğim anlarda, "Sakın!" Dedi. Sesi öyle tehlikeli çıkmıştı ki... "Sakın konuşma! Sen benimle böyle..." Yüzünü buruşturdu. "Sen benimle böyle konuşma hakkını nerden buluyorsun?"
Şu an ne kadar ürkütücü göründüğünün farkında mıydı acaba?
"Sen beni ne kadar tanıyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?" Cevap veremedim, ben cevap veremedikçe o sorularını üsteledi. "Kimsin sen?" Başını kütletti. "Sadece oturduğu yerden saçma sapan videolar çeken kız." Sesi alaylı bir şekilde çıkmıştı.
Saçma sapan videolar çeken kız mı? Ama ben seni var ya...
Bir dakika ya. O benim video çektiğimi de nereden biliyordu ki?
Kolumu bir hışımla çekip parmaklarının varlığından kurtardığımda, "Sen beni mi araştırdın?" Dedim şaşkınlıkla.
Cihangir hiç utanmadan ve inkâr etme gereksinimi duymadan, "Araştırdım evet," dedi. "Bir üniversite bile kazanamayan, kazanamadıktan sonra böyle saçma sapan videolar çektiğini bilecek kadar araştırdım."
Benimle böyle aşağılar bir şekilde konuşmasıyla birlikte kalbimin içinde bir sızı hissettiğimde, hiç beklemediğim yerimden vurulmuştum. Evet belki üniversiteye gitmemiştim ama bu kazanamadığından dolayı değil istemediğimden dolayıydı. Hatada yapsam bu benim seçimimdi ama bunun basit ve hiç beklemediğim anda yüzümü vurulması onun karaktersizliğiydi.
Hayır yani neydi böyle küçümsemek?
"Belli ki..." Dediğimde onu şöyle bir süzdüm. Üzerinde her anlamda 'ben zenginim' diye bağıran siyah bir takım elbise vardı. "Sen okumuşsun. Hatta belki de en iyi okullarda okudun, eğitimini tamamladın." Gözlerim bu seferde arkasında sırayla dizilmiş olan son model arabalara takıldı. "Belli çokta zenginsin." Ona doğru korkmadan bir adım attığımda, o da aynı şekilde bana bir adım attı. "Sen kimsin peki?" Dedim aynı onun bana dediği gibi.
Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında, "Kundakçı..." dedim gülerek. Öylece kaldı, yeşil gözlerinin karardığını hissettim. "Kundakçısın." Sözlerimin üzerine elmamdan bir ısırık daha aldığımda ağzımı şapırdata şapırdata yemeye başladım.
Onu arkamda öylece bırakarak yürümeye başladığımda arabaların önünde duran adamların garip bir ifadeyle bana baktıklarını gördüm. Bakın bakın... Sanki yeşil gözlerin bakışları yetmiyormuş gibi bir de gelin siz bakın.
Onları da arkamda bırakarak yürümeye devam ettiğimde, "Geri zekalı şey..." diye söylendim kendi kendime. "Yok üniversite okumamışmışım... Sana soruyorum sanki ben? Bir de saçma sapan videolar çekiyormuşum. Sensin be saçma sapan. Kundakçı! En azından insanım ben be! Senin gibi kundakçı mıyım?" Kendi kendime söylene söylene yürüdüğümde en sonunda yolun ortasında duraksadım. "Ulan senin yüzünden yandım ben yandım," dediğimde yanımdan geçen insanlar garip garip bana baksalarda onları umursayacak durumda değildim bile. "Senin yüzünden yandım ben ya. Özür bile dilemiyor özür."
Sinirli bir şekilde ellerimi saçlarımın arasından geçirdiğimde fark ettiğim şeyle birlikte, "Hayır ya..." diyerek sızlandım. Bilekliğim yoktu.
Hemen yakınlara düşmüş olacağı ihtimaline tutunduğumda yerleri aramaya başladım. Başladım başlamasına ama yoktu ki... Aklıma ağaçtan zıplarken düşürmüş olabileceğim ihtimali geldiğinde zaten çatık olan kaşlarım biraz daha çatıldı.
Hayır hayır... Koca mahalleden benim şansıma gidipte oraya düşüremezdim be! Koskoca mahalle varken inşallah gidip onun bahçesine düşmemişsindir canım bilekliğim.
Yolun ortasında öylece kaldığımı fark ettiğimde gerisin geri dönerek yürümeye başladım. Bir sinirle ve havayla indiğim yokuşu, geri omuzlarım çökük bir şekilde çıktığım an karşıma birden çıkan arabayla birlikte adımlarım istemsiz bir şekilde duraksadı.
Arabanın ön camından gördüğüm yeşil gözlerle birlikte biraz olsun giden sinirim tekrardan üzerime yüklenmeye başladığında bir yandan içimden saydırıyor, bir yandan da dışımdan söylene söylene konuşuyordum.
"Beni bir arabayla ezmediği kalmıştı onu da yapacak," diye ağzımın içinden homurdandığımda onu ve dik dik bakan yeşil gözlerini umursamadan arabasının önünden çekildim ve tekrardan yürümeye başladım.
Tam yanından geçeceğim sıra camını açtığında koluma değen şeyle birlikte irkildim ama dönüp ona bakmadım. "Bunun için geri döndün galiba?" Diyen tok sesini duyduğumda gözlerimi anında ona çevirdim ve elinde gördüğüm şeyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı.
Parmaklarının arasında bilekliğim duruyordu.
Hay şansıma, hay şansıma.
Ben bahçesine düşürmüş olmamdan korkarken şimdi onun avuçlarının arasında durması hayatın bana kıçıyla gülmesi gibi bir şeydi herhalde.
Birden elimi uzattığım an benimle dalga geçercesine bilekliğimi çektiğinde, "Ne yapıyorsun sen?" Dedim. "Versene şunu."
Cihangir, "Al?" Dediğinde dişlerimi birbirine sıkıca bastırdım. Sinirlendiğimi daha ne kadar belli edebilirdim gerçekten hiç bilmiyordum yani.
Elimi yeniden uzattığım an tam önümde duran bilekliğimi yeniden çektiği an tam dudaklarımı aralayıp ona saydıracakken o benden önce davranarak konuşmaya başladı: "Gelirsen alırsın."
Ne dediğini anlayamadığımda, "Ne saçmalıyorsun sen?" Dedim sinirli bir şekilde. Ve daha ben konuşur konuşmaz şoförüne çektiği baş hareketiyle birlikte arabası önümden geçip gittiğinde, "Ne yapıyorsun sen?" Diye bağırdım arkasından. "Bilekliğimi ver!" Sürekli bağırıyordum.
Son kez istemsizce, "Abim almıştı onu," diye bağırdığımda bağırmalarımın aslında bir işe yaramayacağının farkındaydım ama bende sinirlenmeden edemiyordum ki.
"Hem kundakçı hem hırsız. Başıma gelene bakın ya başıma. Full paket her şey var içinde. Kundakçı ve hırsız süper." Bağırmalarımın arasından işaret parmağımı yükseklere yükseklere kaldırıp arabanın arkasından salladım. "Ama görürsen sen. Seni abime şikayet etmezsem ne olayım ben."
Söylediğim şeyin komikliği şu durumda bile beni güldürdüğünde başımı iki yanıma salladım. Aynen çocuk gibi gidip abime şikayet edecektim. Belki de dövdürürdüm falan...
Ofladığım an çalan telefonumla birlikte cebinden telefonumu çıkardığımda ekranda gördüğüm annemin ismiyle birlikte tam telefonumu açacağım sıra annem çağrısını kapattığında, ekranda gördüğüm mesajlarla birlikte öylece kalakaldım.
Mesajlar tanımadığım bir numaradandı ve kim olduğunu tahmin etmek benim için hiç zor değildi.
Telefonumun kilidini açıp hemen mesajlara girdiğimde Cihangir'in attığı mesajları okumaya başladım.
İlk attığı mesajında bir adres vardı ve asıl mesajlar altta başlıyordu.
0554 *** ** **: Gelirsen alırsın.
0554 *** ** **: Sana bir teklifim olacak.
0554 *** ** **: Gelirsen öğrenirsin.
*
CİHANGİR NAPIYORSUN CİHANGİR. NE TEKLİFİ BU CİHANGİR ĞGĞWĞDĞF
Nasıl buldunuz bakalım?
Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro