Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

9.Bölüm: "Yüzleşme"

#Suzan Hacıgarip&Çağan Şengül - Sancı

#Hüsnü Arkan&Birsen Tezer - Hoşgeldin

#Sezen Aksu - Vazgeçtim

Geçmiş sahneler: ••• eğik yazı (Belki aranızda geçmiş sahneleri atlayan vardır ama bu bölümün sahnelerini atlamamanızı öneririm. Baya iyiler baya🤝

Not: Çok uzun bir bölüm oldu. Gözlerinizin ağrımasını hiç istemem o yüzden lütfen işaretli yerlerde durup, gözlerinizi dinlendirip öyle okuyun^^

Bölüm sonuna da iki tane çok önemli soru bıraktım. Lütfen onlara cevap vermeden geçmeyin🤝

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

Bu çalışma için canım Sena'ma çok teşekkür teşekkür. İyi ki varsın aşkım💙 senasnepenthe

*

Dudaklarım Mirza'nın dudaklarına hapsolmuş bir şekilde öylece kaldığımda, duyduğum silah sesleriyle birlikte ne yapacağımı bilemedim. Mirza kollarını bana dolamıştı ve önüme tamamıyla siper olmuştu. Bunu düşünmemle birlikte gözlerim sonuna kadar açıldığında, ellerimi Mirza'nın kollarına dayadım. İçimi sarıp sarmayalan korkuma engel olamamıştım.

Ya ona bir şey olursa?

Dudaklarım, dudaklarının arasındaydı. Dudaklarımı emiyordu ama yaşadığım şokun üzerine hiçbir şey yapamıyordum. Göğsüm yükselip yükselip, iniyordu. Gözlerim, Mirza'nın gözlerinin aksine sonuna kadar açıldığında, tırnaklarımı Mirza'nın koluna batırdım.

Ya ona bir şey olursa? Bu soru içimdeki korkumun hararetini artırdığında, yaptığım tek şey; Mirza'nın koluna daha sıkı tutunmak oldu.

Birkaç saniyenin sonunda silah sesleri kesildiğinde Beşir'in, "Abi, iyi misiniz?" Diyen sesi kulaklarımıza doldu. Ama donmuş gibiydik. Ben hissettiğim korkudan dolayı gücümün sıfırlanmış olduğunu hissederken, Mirza dudaklarını dudaklarımdan hâlâ ayırmamıştı.

Beşir tekrardan, "Abi!" Diye bağırdığında, Mirza en sonunda yavaşça dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Ayırmasına ayırmıştı ama nefesi bir adım ötemdeydi, ve dudaklarımın üzerine çarpıyordu.

Mirza alnını alnıma yasladığında, "İyi misin?" Dedi. Nefesi yüzüme vurmuştu. Gözlerini hemen vücuduma çevirdiğinde, gözleriyle beni kontrol etmeye başladı. "İyi misin kurban olduğum?" Elleri, kollarımı ve karnımı sardı. En sonunda bana bir şey olmadığını anladığında, rahatlayarak derin bir nefesi içine çekti. Evet, ben de bir şey yoktu. Ama pek kendimde de sayılmazdım. Şoka girmiş bir şekildeydim.

Mirza, "Mihran?" Dediğinde elleriyle yüzümü avuçlarının arasına aldı. "İyi misin? Bana bak!" Sağ eli saçlarıma uzandı, önüme düşen saçlarımı geriye doğru çekti. Alnımı okşadığında, "Kurban olduğum," dedi. "İyi misin? Bir şey söyle..."

"İyiyim..." dediğimde kesikçe bir nefes aldım. "İyiyim..." Hayır, değildim. Şu an iyi olsam ona, beni öpmesinin hesabını sorardım ama ben hiç iyi değildim. İlk defa böyle silahlarla, kurşunlarla karşı karşıya kalmıştım ve bu benim âdeta şoka girmeme sebebiyet vermişti.

"Beşir!" Diye bağırdı Mirza. "Su getir hemen." Beşir'in hareket ederek koşturduğunu hissettim ama dönüp bakamadım bile.

Çok kısa bir zaman sonra Mirza, Beşir'den aldığı su şişesini dudaklarıma doğru uzattığında, "Bir yudum iç kurban olduğum," dedi. Dudaklarım sanki Mirza'dan gelecek olan komutu bekliyormuş gibi aralandığında, Mirza hemen suyu içirdi.

"İyisin değil mi?" Diyen Mirza'ya karşılık en sonunda başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. "İyi... iyiyim." Mirza rahatlayarak derin bir nefes aldığında, "Şükürler olsun," diyerek elini yüzüne götürüp sıvazladı.

Sonrasında hemen Beşir'e döndüğünde, "İyi misin sen?" Dedi. Beşir elindeki silahı beline geçirdiğinde, "İyiyim abi..." diyerek yanımıza geldi. "Adamlardan birini indirdim ama kaçtılar."

"Belliydi," dedi Mirza sinirli bir şekilde. "Bunu yapacakları belliydi." Sinirli bir şekilde ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Tahmin etmeliydim böyle bir şey yapacaklarını."

"Mirza..." dedim kendimi tutamadığımda. Ama sesim içime kaçmış gibi çıkmıştı. Hâlâ az önceki yaşadıklarımızın etkisindeydim. "Mirza... ne oluyor, kim bunlar?" Mirza benim söylediklerimi umursamadı. Hırsını alamadığında ayağını hızlı bir şekilde arabanın tekerine geçirdi.

Kendimi tutamadığımda, "Mirza!" Diye bağırdım. Canı acımış mıydı bilmiyordum ama yüzünde öfkesinden başka hiçbir duygu yoktu. "Bizden..." Hemen düzelttim. "Benden kim ne istiyor?"

Mirza hızlı bir şekilde Beşir'e döndüğünde, "Hemen ekiplere anons geç," dedi. Beşir başını olumlu anlamda salladığında eline telsizi aldı ve bizden birkaç adım uzaklaşarak konuşmaya başladı.

"O ibneleri bir yakalayım o silahları götlerine dizeceğim." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte ona doğru bir adım attım. Hırsını alamamasını anlıyordum.

"Mirza, kimdi bunlar?" Dedim tekrardan. Ama beni duyduğunu pek sanmıyordum. Şu an kendisiyle bir savaş hâli içerisindeydi. "Bizden... bizden ne istiyorlar?" Titredim. Kurşunların hedefinde olan kişi bendim. Belki de Mirza önüme geçmeseydi...

Mirza, "Senden değil, benden istiyorlar..." dediğinde bana doğru bir adım attı. "Sen korkma tamam mı?" Yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Senden ne istiyorlar?" Dediğimde sesimden akan korkuyu ikimizde hissedebilmiştik. Cevap vermedi, sadece yanağımı okşadı. Sorumu yineleyerek sordum. "Senden ne istiyorlar Mirza?" Korkuma engel olamıyordum.

"Öldürdüğüm şerefsizin adamları." Mirza'nın söylediği şeylerle birlikte gözlerimi korku içerisinde açmadan edemedim.

"Mirza..." dedim titreyen sesimle. "Ya sana bir şey yaparlarsa?" Mirza dudaklarını araladı ama bir şey diyemeden hemen geri kapattı.

Çıktığımız kafeden gelen sesler Mirza'yla olan bağımızı kopardığında Mirza ellerini yanaklarımdan çekti ve Beşir'e doğru döndü. "Git bak şunlara. Bir de başıma şu çocuklar çıkmasın." Beşir hemen kafeye doğru yöneldiğinde, ben hâlâ gözlerimi Mirza'dan ayıramamıştım. Ona doğru bir adım attım.

Ona yaklaştıkça gözlerim Mirza'nın ceketinin içinden yere doğru akan kanları fark ettiğinde, "Mirza!" Dedim. Mirza, benim sesimi duymamla birlikte gözlerini bana çevirdiğinde, "Kan..." dedim. "Kanıyor..." Nefes alamadığımı hissettim. "Vurulmuşsun..." Elimi, Mirza'nın koluna uzattım, hemen geriye çekildi.

"Bir şey yok," dedi Mirza. "Korkma tamam mı? Bir şey yok."

"Nasıl korkmam?" Dedim hemen. "Vurulmuşsun." Elimi tekrardan koluna uzattığımda, bu sefer benden kaçmasına izin vermedim. Üzerindeki ceketi sıyırıp kolunu açtığımda, kolunun kanla kaplandığını gördüm.

"Mirza..." dedim korkuyla. Gözlerim dolu dolu olmuştu. "Çok kanıyor. Benim yüzümden oldu... Benim önüme geçtin." Cümlemin devamını getiremediğimde sustum. "Benim yüzümden vuruldun..."

Mirza, "Kurban olduğum," dediğinde kanla kaplı kolunu umursamadan saçlarımı okşadı. "Hiçbir şey senin yüzünde değil tamam mı?" Dudaklarını saçlarımın üzerine bastırdı. Geri çekilmedim, izin verdim. "Hem senin yüzünden bile olsa..." dediğinde duraksadı. Nefesi saçlarımın dibine vuruyordu. "Senin canına, şu canım ölümüne feda." Dudakları saçlarımdan kaydığında, son durağı alnım oldu. "Ölüm olacaksa bile sonunda, dudaklarım son kez değdi ya dudaklarına, o yeter bana." Alnımı öptü. Hem alnım hem dudaklarım karıncalandı. Gözümden bir damla yaş süzüldüğünde, dudaklarımda son buldu.

"Mirza..." dedim zorlukla. Mirza beni umursamadı, alnını alnımdan ayırmadı. Elimi, koluna doğru koydum. "Yarana bakmamız gerekiyor." Mirza'nın dudakları kıpırdandı ve şu durumda bile güler gibi oldu.

Dudakları alnımdan ayrıldığında, "Yarama baksan," dedi. Sanki benim tek yaram sensin der gibiydi. Başını yanına yatırdı. "Şifası olacak mısın?"

"Yapma," diye fısıldadım çaresizce. "Şu durumda yapma." Başımı olumsuz anlamda salladığımda, Beşir yanımıza doğru geldi.

"Abi, içerideki ergenleri sakinleştirdim ama. Birisi tutturdu biraderim, Miho'm diye. Galiba sizden bahsediyor Mihran yenge bacı hanım." Hay Behlül'ün biraderine, hay senin yenge bacına... Bacı hanımı yetmemiş bir de yengesini eklemişti. Ama şu an buna takılamayacak bir durumdaydım.

Mirza, "Başlayacağım ben onun Mihosuna. Beklesin, sıra ona da gelecek çok güzel başlayacağım..." dediğinde sesi oldukça sert bir şekilde çıkmıştı. Vurulmuştu ama hâlâ sinirinden bir gram olsun ödün vermiyordu. Benim içimi 'ona bir şey olacak' korkusu sarmıştı ama onun yüzünde tepki namına tek bir şey bile yoktu.

Beşir, "Başla tabii abi..." dediğinde gözlerini kısa bir an için kafeye çevirdi ama tekrardan Mirza'ya döndü. "Bir ekipte buraya alalım mı abi?"

Mirza gözlerini gözlerimden ayırmadığında, "Gerek yok," dedi. Gözlerimi Beşir'e çevirdiğimde, "Mirza vurulmuş," dedim. Bunu demek bile kendimi kötü hissetmeme yetmişti.

Beşir, "Hassiktir..." dediğinde Mirza öyle bir hızda ona döndü ki; ben bile şaşırıp kaldım. Mirza'nın tek bir bakışı bile Beşir'i korkutmaya yetti. Sanki kendisi benim yanımda hiç küfür etmiyordu ya bir de başkalarını korkutuyordu.

"Pardon Mihran yenge bacı hanım." Beşir'in tekrardan söylediği şeyle birlikte burnumdan solumaya başladım.

"Hemen hastaneye gitmemiz gerekiyor, Mirza'nın yarasına bakılmalı."

Beşir, "Haklısınız..." dediğinde hemen telefonunu çıkardı. "Ben hemen ambulansı arıyorum. Ya da biz götürelim."

"Sakın!" Dedi Mirza birden. "Hastane falan yok." Ne demek hastane yoktu? Mirza kafayı falan yemiş olmalıydı. Gerçi bunu düşünmem bile hataydı, kafasını yediği çok belliydi.

"Ne demek yok?" Dediğimde sesim istemsiz bir şekilde yüksek çıkmıştı. "Sen vuruldun bunun farkında mısın? Vuruldun." Bunu anlaması için daha ne yapmam gerekiyordu acaba? Vurulmuştu ama sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu.

Ben konuşuyordum konuşmasına ama o öylece karşımda hiçbir tepki vermeden duruyordu. Kendimi tutamadığımda, "Taş mısın be adam?" Diye bağırdım.

"Sadece sıyırdı," dedi Mirza. Sesi, beni sakinleştirmek için yumuşak bir şekilde çıkmıştı ama ben bir türlü sakinleşmiyordum. "Şırnak'da daha kötülerini gördüm ben." Bunu söylemesiyle birlikte kalbimde bir sızı baş gösterdiğinde, elimi kalbimin üzerine götürmemek için kendimi zor tuttum. "Daha kötülerine rağmen yaşadım ben." Gözleri kolundaki yarasına düştü ve yüzünde tek bir mimik bile oynamadan konuştu. "Bu hiçbir şey."

Bazen insan diyecek bir şey bulamazdı ya... Şu an o durumdaydım. Üzerine söyleyecek tek bir sözüm bile yoktu ama canım o kadar çok acıyordu ki... Onun, bu yaralarının daha fazlasını yaşadığını bilmek o kadar acıydı ki. Belki o bir kurşundan yara almıştı ama şu an onun sözleriyle aynı yara bana açılmıştı.

Mirza sanki aklımdan geçenleri okumuş ve bu ortamı dağıtmak ister gibi, "Sen hemşiresin..." dedi. "Benim yarama şifa olursun." Duraksadığında başını tekrardan yanına doğru yatırdı. "Olursun değil mi?"

Beşir, "Oha!" Diye bağırdığında yanımıza doğru geldi. "Mihran yenge bacı hanım, hemşire misiniz siz?"

"Üçüncü sınıf öğrencisiyim," dedim sadece.

Beşir, "Belli zaten..." dediğinde yüzünü buruşturdu. Bu hareketine anlam veremedim ama Beşir sözlerine devam etti: "Hiç soğukkanlı ve profesyonel değilsiniz. Bize bakın mesleğimizi nasıl büyük bir soğukkanlılıkla yapıyoruz."

"Çok haklısın," dedim alay edercesine ama o bunu anlamadı. "Öyle büyük bir soğukkanlılık ve profesyonellikle yapıyorsunuz ki yani alkış tutasım geldi." Hâla alay ettiğimi anlamamıştı. "Size zaten mesleğinizde, haddiniz olmayan kişilerin yerini tespit edip, onun başına üşüşün diyorlar değil mi?" Söylediklerimden sonra Beşir'in yüzü kızarıp bozardığında, gözlerimi ondan çekip Mirza'ya çevirdim. Dudakları belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrılmıştı.

Beşir, "Başkomiserlerin hası," diyerek aramıza girdiğinde Mirza çatık kaşlarının ardından ona bakmaya başladı. "Boş verin ben size daha profesyonel bir hemşire bulayım hemen." Daha profesyonel bir hemşire?

Kendimi tutamadığımda, "Ne münasebet?" Dedim hemen âdeta çemkirircesine. Bağırarak söylediklerimden sonra Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Onu kıskandığımı falan mı düşünmüştü? Yok artık! Daha neler...

"Ne münasebet oğlum?" Dedi Mirza. Kızıyor gibi gözüksede sesinden bana gelen o eğlenir ifadeyi fark edebilmiştim.

Beşir, "Abi ne bileyim konu sen olunca Mihran yenge bacı hanımın soğukkanlılığı gidiyor gibi," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Konu Mirza olunca ben de bir şeylerin gittiği doğruydu ama bunu, onların bilmesine hiç gerek yoktu.

"Ne saçmalıyorsun sen?" Dedim. "Sen çok saçma konuşuyorsun. Saçma saçma konuşma."

Mirza beni tekrar ederek, "Ne saçmalıyorsun sen oğlum? Saçma saçma konuşma..." dediğinde beni belimden tutarak kendisine doğru çekti. Beklemediğim bu hareketi karşısında şaşırdığımda, "Mirza..." dedim korkuyla. Kolunda yarası vardı ama o çok ani hareketlerde bulunuyordu. "Yaran var... Yapma..."

"Doğru," dedi Mirza gözlerimin içine baka baka. "Yara'm var." Konumuz hâlâ kolundaki yarası mıydı? Hayır, kesinlikle değildi. Mirza'nın belimdeki elleri belimi hafifçe okşadığında, "Bu gece benimle gelsen?" Dedi. Ne? Şaşırdım ama Mirza durmadı. "Evimize gitsek?" Evimiz demesiyle birlikte nefesimin kesildiğini hissettim. "Sen benim yaramın şifası olsan?"

O konuştu, ben sustum.

"Ne olur kurban olduğum," dedi belki de hiç yapmayacağı bir şeyi yaparak. Gözlerime sanki yalvarıyormuş gibi bakıyordu. "Ne olur gel." Düşündüm, sadece düşündüm. Gözlerim kolundaki yarasına düştü. Yarasının ne durumda olduğunu bilmiyordum ama hastaneye gitmeyeceğini biliyordum. İnat edecek ve hastaneye gitmeyecekti. Belki de sırf onunla geleyim diye o hastaneye asla gitmeyecekti.

"Tamam," dedim düşüncelerimin sonuna geldiğimde. "Geleceğim." Geleceğim demiştim ama yıllar sonra o eve adım atmak beni kötü etkileyecekti biliyordum. Belki daha da çok yıkılacaktım.

Söylediklerimin üzerine Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, belimde olan eli, elime doğru indi ve sıkıca kavradı. Buna neden izin veriyordum bilmiyordum ama şu an ona karşı koymak ya da onu zorlamak istemiyordum.

Beraber arabaya doğru yürümeye başladığımızda, "Arkaya bin!" Dedim. "Koluna bakalım." Mirza bir şey demedi ama başını olumlu anlamda salladı. Birden uysallaşmıştı ve bunun tek nedeninin onunla gelmeyi kabul ettiğim için olduğunu biliyordum.

En sonunda arabaya binip yola koyulduğumuzda, Mirza'nın üzerindeki
ceketi çıkarttım. Üzerinde sadece siyah tişörtüyle kaldığında, "Temiz bir bez ya da tişört var mı?" Dedim.

Beşir, "Bir üstümdeki var Mihran yenge bacı hanım," dediğinde tek elini üzerindeki tişörtüne doğru götürdü. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, Mirza hiç haline bakmadan hemen uzanarak Beşir'in kafasına geçirdi.

"Lan şerefsiz," dediğinde hızını alamamış olacak ki; hemen bir tane daha vurdu.

"Abi valla içimde atletim var diye şey ettim ya..." Beşir söylediklerinden sonra gözlerini bana çevirdiğinde, "Kusura bakmayın Mihran yenge bacı hanım," dedi.

Sabır, sabır, sabır...

Artık kendimi tutamadığımda, "Mihran!" Dedi sertçe. "Ne yenge ne bacı, yalnızca Mihran."

Beşir bu sefer de, "Tamam yenge..." dediğinde çatık kaşlarımın ardından ona baktım ama o umursamadı. Hay senin yengene...

Mirza'nın üzerinden çıkardığım ceketi yarasının üzerine sarıp bastırdığımda, onun dikkatli bakışlarıyla beni izlediğinin farkındaydım. Derin bir nefesi içime çekmeye çalıştığımda Mirza, "İyi misin?" Dedi. Hayır, değildim.

Ama hissettiğimin aksine, "İyiyim..." dedim sadece. Mirza sol elini kaldırıp önüme düşen saçlarımı arkaya doğru aldığında, saçlarımın ucunu okşadı.

Birden midem ekşidiğinde öğlen yediğim tüm abur cuburların boğazıma kadar geldiğini hissettim. Yüzümü buruşturduğumda Mirza, "Arabayı durdur!" Dedi sertçe. Midemin bulandığını anlamıştı. Beşir arabayı uygun bir yer bulup durdurduğunda yola dikkat ederek hemen arabadan indim.

Biraz olsun ileriye gidebildiğimde kendimi daha fazla tutamayarak kusmaya başladım. Arkamdan Mirza'nın sesleri geliyordu ama onu şu an algılayamıyordum bile. Önüme düşen saçlarım Mirza tarafından çekildiğinde, "Kurban olduğum?" Dedi. Cevap veremedim. En sonunda kendimi biraz olsun toparlayabildiğimde Mirza elinde tuttuğu şişenden avuçlarının arasına su aldı ve bir saniye bile düşünmeden benim yüzümü yıkamaya başladı. Hiç tiksinmemişti bile. Yıkadığı yüzümün ardından peçeteyle de sildiğinde ben sadece ona bakıyordum.

"İyi misin?" Dediğinde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım.

"Annemi aramam gerekiyor," dedim kesik kesik aldığım nefeslerimin arasından. Annemi arayıp bu gece eve gelmemek için bahanelerimi uydurmam gerekiyordu. Mirza başını olumlu anlamda salladığında, yanımdan çekildi ve çok bir zaman geçmedi ki; elinde tuttuğu çantamla geri geldi. Çantamı hemen elinden aldığımda telefonumu çıkardım ve annemin ismini buldum.

"Ses çıkarmayın," dediğimde onlardan birkaç adım uzaklaştım ve annemi aradım. Telefon çalıyordu ama annem açmıyordu. Kesin o izlediği dizinin başından kalkamadığı için duymuyordu. Tam telefonu kapatacağım sıra annem, "Alo!" diyerek telefonu açtığında, hiç uzatmadan hemen konuya girdim.

"Nesibe teyze hastalanmış anne. Çiçek aradı az önce ben şimdi onlara geçeceğim." İki dakika öncesinde düşüne düşüne bulduğum yalanımı söylemiştim. Nesibe teyze, Çiçek'in annesiydi ve ben şu an resmen onu kullanıyordum. Sen beni affet Nesibe teyze ya.

"Deme kız," dedi annem. "Neyi varmış?"

"Bilmiyorum," dedim hiç düşünmeden. "Çiçek çalışıyor biliyorsun, Nesibe teyze tek kalmış. Ben çıktım şimdi buradan, hemen onlara geçeceğim." Peş peşe söylediklerimle birlikte soluklandığımda, elimi dudaklarımın üzerine doğru götürdüm. Midem hâlâ bulanıyordu.

Annem, "Babanla gelelim de kadını hastaneye götürelim," dediğinde görmese bile başımı hızlı bir şekilde olumsuz anlamda salladım.

"Yok yok..." dedim hemen. "Önemli bir şey değildir zaten. Bir şey olursa ben sizi ararım, gelirsiniz hemen."

"İyi tamam öyle olsun," diyen annemle birlikte derin bir nefes aldım. Büyük bir riske giriyordum ama yapacak bir şeyim yoktu.

"Ben, onlarda kalırım bu gece. Şimdi bir şey falan olursa kız tek kalmasın." Söylediğim şeye karşılık annem itiraz etmediğinde, birkaç vedalaşma sözcüğünün ardından telefonu kapattık. Resmen kadının olmayan rahatsızlığını kullanmıştım. Allah beni ne etmesindi ya.

"Önceden bu kadar çabuk yalan söyleyemezdin." Mirza'nın söylediklerini duyduğumda, hangi ara bu kadar yakınıma geldiğini anlayamamıştım.

"Ne dememi bekliyordun ki?" Dedim. Midem hâlâ bulanıyordu ve Mirza'yla uğraşacak durumda değildim. "Mirza vuruldu ben de ona bakacağım dememi falan mı?" Telefonumu ceketimin cebine koyduğumda, "Hem unutma..." dedim. "Yıllar önce seninle en büyük yalanımı söyledim." Dört yıl önce, Mirza'yla ilişkimiz konusunda yalan söyleyerek herkesi kandıran bizdik. Gizleyen, insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyen bendim. En büyük yalanlarım bile Mirza'ylaydı.

Söylediklerimden sonra Mirza öylece kaldığında, yanından geçerek arabaya bindim.

Mirza bıraktığım yerdeydi, yerinden hâlâ kıpırdayamamıştı. Beşir, Mirza'nın yanına ilerlediğinde kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar. Mirza her zamanki gibi baya hararetli gözüküyordu.

Onlara bakarken aklıma Çiçek'e bu durumu haber vermem gerektiğinde telefonumu tekrardan cebimden çıkardım. Konuşacak durumda olmadığım için mesaj yazacaktım.

Gönderilen: Çiçek

Bizimkiler bu gece sizde kalacağımı biliyor. Ne olduğunu sorma, sonra sana her şeyi anlatacağım.

Mesajı yolladığımda arabanın kapısı açıldı. Mirza ve Beşir arabaya bindiklerinde Mirza yine benim yanıma binmeyi tercih etmişti. Gözlerimi Beşir'e çevirdiğimde, "Eczane gördüğünde durabilir misin?" Dedim.

Beşir anlamış gibi, "Tabii yenge," dediğinde ona sert bakışlarımı yolladım ama tabii ki de etki etmedi.

Aradan geçen dakikalarda arabada rahatsız edici bir sessizlik hakim olduğunda, Beşir arabayı nöbetçi eczanenin önünde durdurduğunda hemen kapıyı açtım ama kolumu tutan Mirza buna engel oldu.

"Sen çıkma," dediğinde gözlerim, Mirza'nın bileğimdeki eline kaydı. "Hava soğuk." Bir şey demediğimde açtığım kapıyı geri kapattım.

Beşir, "Yenge sen bana söyle alayım ben," dediğinde aklına yeni gelmiş gibi, "Yok yok..." dedi. "Tutamam ben şimdi aklımda. Sen en iyisi yaz." Beşir söylediklerinden sonra açtığı telefonunu bana uzattığında, hemen alacağı malzemeleri yazmaya başladım. Gerekli olan her şeyi yazdığımda Beşir'e verdim ve Beşir hemen arabadan inerek, eczaneye doğru yöneldi.

Mirza'yla arabada kaldığımızda gözlerimi ekranı yanan telefonuma çevirdim. Çiçek mesaj atmıştı ve Behlül'den de bir sürü mesaj vardı. Behlül'ün attıklarını es geçerek Çiçek'in attığı mesaja girdim.

Gönderen: Çiçek

Neler oluyor Mihran? Sen iyisin değil mi?

Gönderilen: Çiçek

İyiyim. Sadece beni idare et, sana anlatacağım.

Mesajlardan çıktığımda bu sefer de Behlül'e mesaj yazmak için WhatsApp'a girdim. Onun da merak ettiğini biliyordum.

Behlül: Miho

Behlül: Hey Mihom

Behlül: İyi misin

Behlül: Ne oldu lan öyle

Behlül: Bak ilk defa bu kadar ciddiyim

Behlül: Mesajlarımı görüp de cevap vermiyorsan allah senin belanı

"Telefonuna şu pezevenki bile kaydetmişsin." Mirza'nın söylediklerini duyduğumda gözlerimi ona doğru çevirdim. "Beni kaydetmedin ama." Gözleri sert baksada, bu duruma alındığını anlayabilmiştim.

"Hadi otur ağla bir de Mirza," dediğimde sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. Mirza'nın kaşları anında çatıldığında, "Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından.

Ne Mihran, ne Mihran?

Benim de kaşlarım çatıldığında, "Ne var?" Dedim. Telefonumu kapatıp, ceketimin cebine koydum.

Mirza, "Te allam ya..." dediğinde sağ elini havaya doğru kaldırdı ve kaldırmasıyla birlikte dudaklarının arasından bir inleme döküldü.

"İyi misin?" Dediğimde sesim kızgın bir şekilde çıkmıştı. "Yaralı kolunu ne diye kaldırıyorsun sen?" Mirza'ya baktım. Acımıştı biliyordum ama yüzünde tepki namına tek bir belirti bile yoktu.

Mirza gözlerime beni rahatlatmak istercesine baktığında, "İyiyim," dedi. Dişlerini birbirine doğru bastırdı. Değildi işte biliyordum.

"Mirza ne olur hastaneye gidelim," dediğimde gözümden akan yaşlara engel olamamıştım. Öyle bir durumdaydım ki... Duygularım çok çabuk değişiyordu. On saniye önce Mirza'ya kızarken şimdi onun için ağlıyordum. Şu duygu değişimlerime ben bile yetişemiyor, kendimi ikizler burcu gibi hissediyordum.

"Bak böyle olmaz." Mirza'nın gözleri, gözlerimden akan yaşlara düştü. Gözlerindeki sert ifade kayboldu, yumuşadığını hissettim. "Çok kan kaybediyorsun, bir şey olacak." Ağzımdan kaçan hıçkırığıma engel olamadığımda, hıçkırarak ağlamaya başladım.

Mirza, "Kurban olduğum," dediğinde beni hızlı bir şekilde kendisine doğru çekti. Başım, göğsüne çarptığında, elini saçlarıma uzatıp okşamaya başladı. Geri çekilmedim, çekilemedim. Ondan bir adım olsun uzağa gidemedim.

Mirza, "Bir şey olmayacak..." dediğinde hâlâ saçlarımı okşamaya devam ediyordu. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu, ve bunu birazcık olsun başarmıştı. Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere döndüğünde, "Ağlama kurban olduğum," diye fısıldadı Mirza. "Gözünden akan tek bir damla yaşa kurban olurum." Yalan sözlerinle beni kandırma diyemedim, aklıma geçmişi de getirmek istemedim.

Aradan geçen dakikalarda arabanın kapısı açıldığında Beşir'in, "Oo..." diyen sesini duydum. Ama devamını getirmedi. Yüksek ihtimalle Mirza, ona bir bakış atmıştı ve bundan dolayı da susmuştu.

Tekrardan yola koyulduğumuzda, başımı Mirza'nın göğsünden kaldırmadım. Bugün bir şeyleri sorgulamak yerine, kabul etmiştim.

Beşir'in, "Abi adamları paketlemişler," diyen sesini duyduğumda başımı hızlı bir şekilde Mirza'nın göğsünden kaldırdım.

Korku dolu gözlerimle Mirza'ya baktığımda Mirza sanki ona olan bakışlarımı fark etmiş gibi; gözlerini bana çevirdi ve beni sakinleştirmek adına hafifçe gülümsedi. Gözlerimin içine baka baka, "Adamların yanına kimse girmesin," dediğinde duraksadı. "İlk ben gireceğim."

"Hayır hayır," dedim hemen aralarına girerek. "Sen şu halinin farkında mısın? Hiçbir yere gitmiyorsun da girmiyorsun da." Kızarak söylediklerimden sonra Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, güldü.

"Merak etme kurban olduğum," dedi Mirza. "Şimdi hiçbir yere gitmeyeceğim. Seni bulmuşum hiç gider miyim ben?" Kalbim olduğundan daha hızlı atmaya başladı. Bunu nasıl yapıyordu bilmiyordum ama tek bir kelimesiyle bile dengemi bozabiliyordu.

"Ah ah..." dedi Beşir. "Bir gün birisi de böyle bana kurban olduğum der mi acaba?" Ne? Gözlerimi Beşir'e çevirdiğimde garip bir ifadeyle ona bakmaya başladım. O da aynadan bana baktığında güldü.

"Valla Mihran yenge sen başkomiserim kıymetini bil. Bunun bir tık üstü daha gelmez ona göre."

Mirza, "Ne saçmalıyorsun sen oğlum?" Dediğinde elini Beşir'e uzattı ama Beşir hemen ileriye doğru atılarak kaçtı. "Bir tık üstü falan, kim geliyormuş hayırdır?" Mirza'nın atarlı bir şekilde söylediklerine karşılık başımı olumsuz anlamda salladım. Artık şu hareketlerine şaşıramıyordum bile.

"Şaka yaptım abi," dedi Beşir. Sesinden akan korkuyu hissedebilmiştim. "Valla sadece şaka yaptım." Sonrasında hemen arabayı uygun bir yere park ederek durdurduğunda, geldiğimizi anlayabilmiştim. Kalbim hissettiğim heyecanımla birlikte çarptı. Yıllar sonra ilk defa evimize geliyordum.

Mirza ve Beşir arabadan indiğinde, ben de titreyen bacaklarıma inat gayet dik bir şekilde arabadan indim.

Beşir, "Abi ben de geleyim mi?" Dediğinde Mirza âdeta dudaklarının arasından tısladı. "Gelme Beşir gelme!"

Beşir, "Emredersiniz başkomiserlerin hası..." dediğinde hemen aralarına girdim. "Mirza ya tekrardan saldırırlarsa bize?" Bunu en azından böyle bir durum karşılığında Beşir'in gitmemesi için demiştim.

"Ben neyim burada?" Dedi Mirza sertçe. "Bostan korkuluğumu?" Kaşları çatılmıştı. "Hem adamları paket ettiler zaten." Bundan sonrasında bir şey diyemediğimde Mirza gözlerini benden çekerek Beşir'e çevirdi. "Arabayı buraya bırak!"

"Oh ne ala be! Beşir tabana kuvvet o zaman," dediğinde aklına bir şey gelmiş gibi güldü. "Neyse anons geçerim yolunun üstünde olan ekipler beni alır." Mirza'yla tepki vermeden Beşir'e bakmaya devam ettiğimizde sanki artık gitmesi gerektiğini anlamış gibi, "O zaman Beşir kaçar..." dedi. "Görüşürüz abi." Mirza başını eyvallah dercesine salladığında bu sefer gözlerini bana çevirdi. "Görüşürüz yenge." Gözlerimi devirdim.

"Görüşürüz Beşir." Sonrasında gülerek yürümeye başladığında, bir zaman sonra karanlık olan sokakta gözden kayboldu.

"Sonra görüşecekmişsiniz, bok görüşürsünüz." Mirza'nın söylediği şeyle birlikte burnumdan solumaya başladım.

"Bir sus artık, sus..." dediğimde artık Mirza'dan illallah etmiştim. Valla bıktırmıştı beni. "Geç içeri, bak gideceğim yoksa." Söylediğim şey üzerine Mirza başını belli belirsiz bir şekilde salladığında, "Tamam," dedi. "Geçiyorum hemen." Mirza gayet uysal bir şekilde bahçe kapısını açıp içeri geçtiğinde, arkasından şaşkın bakışlarımla bakmakla yetindim. Şu hareketleri içimi öyle tuhaf yapıyordu ki...

Başımı iki yanıma doğru salladığımda, ben de titreyen bacaklarımla birlikte peşinden ilerlemeye çalıştım. Ama eve doğru yaklaştıkça anılarımız bir bir gözlerimin önüne geliyordu. Geçmiş sanki kalbimin içindeki hislerin üzerinden geçip gidiyor gibiydi.

•••

"Yaa Mirza nereye gidiyoruz?" Dediğimde sesim mızmız bir şekilde çıkmıştı ve bu Mirza'yı güldürdü. Buluştuğumuzdan beri nereye gittiğimizi soruyordum ama Mirza bir türlü cevap vermiyordu.

Mirza, "Az bekle kurban olduğum," dediğinde küskün bir şekilde omzumu silktim. Yola çıktığımızdan beri 'az bekle' diyordu ama bu az bir türlü bitmemişti ha!

"İyi bekleriz." Söylediğim şeyden sonra kollarımı göğsümde birleştiğimde, meraklı bir şekilde beklemeye başladım. Normalde gideceğimiz yeri hiç uzatmadan söylerdi ama bugün garip bir şekilde söylemiyordu.

Ay acaba bana evlilik teklifi falan mı edecekti ki?

Yok artık! Daha neler ya... Yaşım kaç, başım kaç be! Şu yaşta evlilik mi olurdu? Yok yok olmazdı...

Ama ya ederse?

Düşündüğüm şeylerin saçmalığına kendi kendime, "Saçmalama salak," diyerek cevap verdiğimde Mirza'nın gözlerinin bana çevrildiğini hissettim. Ay ben dışımdan mı konuşmuştum? Salak Mihran, salak...

Mirza, "Ne oldu?" Dediğinde sesinden akan şaşkınlığını fark edebilmiştim. Kaşlarını yukarıya doğru kaldırdığında gözlerini tekrardan yola çevirdi, ve hızını arttırdı. "Bana salak mı dedin sen?"

"Saçmalama," dedim hemen. Kendime dedim diyemedim. "Öyle şey yani..." He şey Mihran. "Ay nereye gidiyoruz biz?" Cırlayarak söylediklerimle birlikte Mirza kendini tutamadı ve kahkahalarıyla gülmeye başladı. Peki benim konuyu değiştirme çabalarıma kaç puandı? Ah bir de değiştirebilseydim...

Mirza gülüşlerinin arasında, "Geldik geldik," dediğinde arabayı park ederek durdurdu. Oh be! Sonunda gelebilmiştik. Nereye geldiğimize bakmak için başımı cama doğru çevirdiğimde, ağaçların altına saklanmış küçük bir ev çarptı gözlerime.

"Burası neresi?" Dediğimde Mirza bana cevap vermeden arabadan indi. Ben de hemen peşinden indiğimde, dolanıp yanıma geldi ve elini belime doğru atıp, beni kendisine doğru çekti. Başım göğsüne çarptığında, ellerini karnımın üzerine bağlamıştı.

"Burası bizim evimiz," dediğinde çenesini hafifçe, canımı yakmadan başımın üzerine koydu.

Durdum...

Mirza, bizim evimiz mi demişti?

Yeniden durdum.

Evet, bizim evimiz demişti.

Bizim evimiz...

"Ne?" Konuşamadım. "Nasıl? Bizim evimiz... Bizim mi?" Şaşkınlığımdan dolayı kelimeler dudaklarımın arasından doğru düzgün çıkmıyordu bile.

"Uzun zamandır bizim için ev arıyordum," dedi Mirza sakince. Kaşlarım çatıldı. Çünkü; böyle bir arayış içinde olduğundan benim haberim yoktu. "En son buluştuğumuzda az kalsın Serhat'a yakalanıyorduk ve sen beni sanki liseli ergenler gibi kaçırmaya çalışmıştın." Ah evet o günü hatırlıyordum. İki hafta önce sırf Mirza ile buluşmak için en ıssız yer olan Maysa tepesine çıkmıştık. Ve o gün az kalsın abime yakalanıyorduk. Tabii benim, Mirza'yı koştura koştura kaçırmalarım sayesinde yakalanmaktan son anda kurtulabilmiştik. O günden sonra da zaten bir türlü Mirza'nın dilinden kurtulamamıştım.

Böyle habersiz ilişki yaşamak çok zordu a dostlar!

"Sen de yakalanmamak için ev tuttun yani?" Dediğimde kaşlarım yukarıya doğru kalkmıştı.

"Uzun zamandır aklımdaydı," dedi Mirza benim düşüncelerimin aksine. "O olay üzerine geldi, zaten aklımdaydı. Sonrada burayı buldum işte. Evde canın sıkıldığında, bunaldığında ya da annenle kavga ettiğinde buraya gelirsin artık." Annemle aramızda olan kavgalarımızın fazlasıyla farkındaydı. Annemle ettiğim kavgalarımızın üzerine evden çıkıp, biraz olsun nefes almak için kendimi parklara atardım. Ama o olayların üzerine sanki açık havada bile nefessiz kalırdım. Nefes alamazdım.

"Peki sen?" Dediğimde başımı ona doğru çevirdim. Çenesi, başımın üzerinden kalktığında, başını yüzüme doğru eğdi. "O anlarımda sen benimle bu evde olacak mısın?" Gözlerinin içine baka baka sorduğum soruya karşılık dudaklarını saçlarımın üzerine bastırdı. Tenimde yer edinen her bir dokunuşu aslında kalbimeydi.

"Senin her anında," dediğinde beni biraz daha kendisine doğru çekti. Artık aramızda hiç mesafe kalmamıştı. "Sana hep bu uzaklıkta olacağım." Kollarımı beline sardım, sıkıca sarıldım.

Sana hep bu uzaklıkta olacağım demişti. Aramızda mesafeler yoktu.

Bana hiç uzak olmayacaktı.

•••

Gözlerimden akan yaşlarımı elimin tersiyle sildiğimde, başımı yere doğru eğdim. Sanki akan gözyaşlarım değil, anılarımdı. Ne acıydı...

Bana hiç uzak olmayan adam, şimdi bana en uzak olandı. Her anımda yanında olacağım diyen adam, benim en acı zamanlarımda benden gitmişti.

Çok acıydı... Ama bu acılarla yaşamaya da alışmıştım artık. Acıya acıya, kanaya kanaya...

Gözlerimden akan yaşları tekrardan sildiğimde, Mirza'nın peşinden ilerledim. Açık bahçe kapısından içeriye girdiğimde, gözlerime karanlığa rağmen solmuş çiçekler çarptı. Yıllar önce bıraktığım o çiçeklerin yerinde yeller esiyordu. Tıpkı bizim gibi solup gitmişlerdi... Bu içimin daha da çok burkulmasına sebebiyet verdi.

Mirza, "Kapıyı sen açsan?" Dediğinde gözleri, gözlerime düştü. Tek eliyle ceketinin düşmemesi için kolunu tutuyordu. "Yerini biliyorsun?"

Gözlerim anında tahta duvara düştüğünde, "Yerini unutmuşum," Dedim. Hayır, unutmamıştım ama unutmadığımı bilsin istemedim. Anahtar o tahtaların arasındaki boşluktaydı. Evin anahtarı normalde ikimizde de vardı ama ben genelde yanımda taşımadığım için buraya da koyuyorduk. Ve şimdi ikimizde de anahtar yoktu, sadece o boşlukta vardı. Ben anahtarımı bir daha bu evin kapısını açmayacağım için kutunun derinliklerine koyup, kilitlemiştim. Atmaya kıyamamıştım...

"Unutmuşsun?" Mirza'nın sesi soru sorar bir şekilde çıkmıştı.

"Evet," dedim gözlerine baka baka. "Unutmuşum. Demek ki; aklımda tutacağım kadar önemli bir bilgi değilmiş." Sözlerim üzerine kaşları çatıldı, başını salladı.

Mirza, "Evimizin anahtarı, tahta duvarın arasında," dediğinde âdeta her bir kelimenin üzerine basmak istercesine konuşmuştu.

Evimiz... Ne kadar kolay diyebiliyordu. Benim için ortada bir ev vardı, ama evimiz yoktu.

Başımı salladığımda elimi herhangi bir yere doğru attım ve, "Burada mı?" Diye sordum. Anahtarın elimi koyduğum yerde olmadığını biliyordum. Mirza dişlerini birbirine bastırdığında, "Alt tarafta..." dedi. Elimi altlara doğru uzattığımda, Mirza, "Çok gittin," dedi. "Az yukarı çık." Emrin olur beyefendi ya.

Daha fazla bu anahtar işiyle uğraşmamak için elimi, anahtarın olduğu tahtanın üzerine attığımda, "Buldum..." diyerek anahtarı boşluğun içinden çıkardım. Mirza cevap vermediğinde onun bozulduğunu anlayabilmiştim.

Burada böyle daha fazla kalamayacağımızı anladığımda, içimden kendime güç vererek anahtarı kapının deliğine soktum. Bir kez buraya gelmeyi kabul etmiştim ve şimdi bu kapıyı açıp, içeri girmem gerekiyordu. Anahtarı bir kez çevirdiğimde, kapı açılmıştı. Ayağımla iteklediğimde sessizliğimize ses eklendi ve kapı gıcırdayarak sonuna kadar açıldı.

Karanlık, uzun koridor gözüme çarptığında içeriye doğru bir adım attım. Sanki koridorda yıllar önce attığımız kahkahalarımız yankılanıyor gibiydi.

'Seni seviyorum, bir seni kurban olduğum.'

Sanki her şey gözlerimin önünden bir bir geçiyor gibiydi. Ve benim tek yaptığım şey; geçmişimi izlemekti.

İçeriye doğru bir adım daha attığımda, ellerimi kavlamış duvarlara sürttüm. Eve yıllardır adım atılmadığı için her yeri yıkık dökük bir şekildeydi. Dolu dolu olan gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında, boğazıma bir yumrunun oturduğunu hissettim. Yutkunuyordum ama bir türlü gitmiyordu.

Mirza'nın, "Kurban olduğum," diyen sesini duyduğumda hemen peşinden de tek elini belimin üzerinde hissettim. Yüzünü yüzüme eğdiğinde, dudaklarını kulağıma sürttü. "Evimize hoş geldin."

Evimize hoş geldin...

Söylediği kelimeler beynimde yankı yaparak tekrardan can bulduğunda, bir an önce kendime gelmek istedim. Ama gelemedim. Gittikçe ona kapıldığımın ve buna engel olamadığımın farkındaydım.

Kendime gelmek için belimdeki elinin varlığından kurtulduğumda, ileriye doğru bir adım attım. "Yarana bakalım," dediğimde Mirza'nın burnundan solumalarını hissettim ama ona dönmedim.

Evet, belki bugün bu eve gelmiştim ama bu beni yıkamayacaktı. Ona olan duvarlarımı indirmeyecektim.

'Sıradan bir evdesin' dedim içimden kendi kendime. 'Çok düşünme' Çok düşünmeyecek ve kesinlikle bu eve çok bakmayacaktım. Çünkü; gözlerim daldıkça aklıma geçmiş geliyordu ve ben bunu istemiyordum.

Giriş katta bulunan odaları görmezden gelmeye çalıştığımda, aşağıya inen tahta merdivenlere doğru yöneldim. Evin sadece iki odası ve mutfağı vardı. Mutfağı amerikan mutfaktı. Ve biz bu evde kaldığımız süreçte Mirza'yla birlikte hep mutfağın karşısındaki koltukta otururduk. Giriş katta bulunan iki odanın kapısını çok açmazdık bile, genellikle kapalı kullanırdık. Ve şimdi de öyleydi. O zamanlar zaten bu evde çok kalmadığımız için yerin de bir önemi olmazdı. Küçüktü, eskiydi ama bizim evimiz deyip geçerdim.

Ama şimdi bizim evimiz bile diyemiyordum.

Mirza'yla birlikte mutfağa indiğimizde, "Şöyle uzan," dediğimde sesim durgun bir şekilde çıkmıştı. Büyük, geniş koltuğu göstermiştim. Mirza beni hiç ikiletmeden koltuğa uzandığında, koluna sardığım ceketi yavaş bir şekilde çözerek, çıkardım. Gün yüzüne çıkan yarasıyla birlikte öylece kaldığımda, içimin acıdığını hissettim.

Canı çok acıyor muydu acaba?

Bendeki de soruydu ya. Tabii ki de acıyordu. Mirza her ne kadar sıyırdı, acımıyor desede vurulmuştu sonuçta. Hem de benim önüme atlayarak...

Böyle iç dünyamda düşünmemin Mirza'ya vakit kaybettireceğini anladığımda zorlukla, "Tişörtünü çıkarır mısın?" Dedim. Söylediğim şeyle birlikte Mirza'nın gözlerinden geçen parıltıları fark etmemek elimde değildi. Üzerindeki tişörtüyle yarasına iyi bakamayacağım için söylemiştim bunu.

Mirza, "Beni soymak mı istiyorsun?" Dediğinde tükürüğüm boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Hasta. Ben, onu düşünüyordum, o bana ne diyordu?

"Helal helal," diyen Mirza sol elini kaldırıp sırtıma vuracağı anda geriye doğru çekildim. Ben şimdi ona bir geçirecektim görecekti gününü.

İçimden sabır çekmeye başladığımda Mirza bakışlarımdan korkmuş olacak ki (!) üzerindeki tişörtün alt kısmından tuttu. "Senin çıkarmanı isterdim ama neyse." Söylediği şeyden sonra tam tişörtünü yukarıya doğru kaldıracaktı ki; yüzünü buruşturarak geri bıraktı. "Kolum," dedi Mirza. "Başlayacağım böyle işe." Acıdığını anlayabilmiştim. Ama hata bendeydi. Tek kolunu kullanamıyordu, nasıl çıkaracaktı ki?

Oflamamak için kendimi zor tuttuğumda elimi Mirza'nın tişörtüne götürerek, dikkatli bir şekilde üzerinden çıkardım. Vücudu çıplak bir şekilde karşıma döküldüğünde, içimde kendimle büyük bir savaş hâline girdiğimi hissettim. Kendimi tutabildiğimde Mirza'nın vücuduna bakmamayı başarabilmiştim.

Gözlerimi koluna çevirdiğimde, "İyi misin?" Dedim.

"İyiyim," dediğinde gözleriyle beni incelediğinin farkındaydım. "Sen iyi misin?" Gözlerine baktım.

"İnsan, iyi olmadığını bildiği birisine neden iyi misin diye sorar ki?" Söylediğim şeyden sonra Mirza'yı bırakarak mutfağa doğru ilerledim. Önce ellerimi güzelce yıkayıp kuruladığımda, poşetin içindeki malzemeleri çıkardım.

Mirza'nın yanına geri döndüğümde elimdeki malzemeleri koltuğun kenarına koyarak, Mirza'nın yanındaki küçük boşluğa oturdum. Elime aldığım gazlı pamuğu hızlı ama dikkatli hareketlerimle Mirza'nın kolundaki yarasına bastırıp, temizlemeye başladım. Sanki onun hissettiği sızıyı ben de hissettiğimde, yüzümü buruşturmadan edememiştim.

"Ben de iyi değilim," dedi Mirza. Sesi sakin çıksada içinde fırtınaların koptuğunu fark edebilmiştim. Söylediği şeyle birlikte ellerim istemsiz bir şekilde duraksadı ama bu çok kısa sürdü. Hareketlerime tekrardan devam ettiğimde, "Sensiz hiç iyi değilim ben..." dedi. Konu artık kolundaki yarası değildi. Bendim.

Onun tek derdi, düşündüğü bendim. Bunu her fırsatta hissettirmekten bir an olsun vazgeçmiyordu.

"Yaptıklarının sonuçları," dediğimde yarasını tamamıyla sarmıştım. Çöpleri toplayıp elime aldığımda, oturduğum o küçük boşluktan kalktım. "Yaptıkların bizi öyle bir hâle getirdi ki..." dediğimde başımı olumsuz anlamda salladım. "Şimdi ikimizde iyi değiliz." Değildik. Belki iyi olmak için birbirimize ihtiyacımız vardı ama benim, ona giden yollarım kapanmıştı.

Mirza'nın üzerimde olan bakışlarıyla birlikte oturduğum yerden kalktığımda mutfağa doğru ilerledim. Attığım her bir adımım, onun bakışları altındaydı.

Elimdeki bezleri çöpe attığımda, gözlerimi mutfakta gezdirmeye başladım. Mirza'ya çorba yapmam gerekiyordu ama bunun için evde malzeme var mıydı, işte onu bilmiyordum. Buzdolabının kapağını bir şeyler bulmak umuduyla açtığımda, gördüğüm dolu dolapla birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Bu dolap belki de ilk defa bu kadar doluydu. Bu beni içten içe sinirlendirdiğinde, dolabın içindeki tavuğu çekip aldım. Her şeyin yeni alınmış olduğu belliydi. Bir de güzelce yerleştirilmişti. Bunları Mirza'nın yapmış olma ihtimali sıfırdı. O, her ne kadar bu durumu sevmesemde bir bardak suyunu bile kalkıp almayan bir adamdı.

"Buraya daha önce gelmişsin?" Dediğimde sesim soru sorar gibi çıkmıştı. Elimdeki tavuğu bastıra bastıra tezgâhın üzerine koyduğumda, çıkan ses, bizim sessizliğimize büyük bir etki yapmıştı.

"Evet," dedi Mirza. "Geldim."

"Belli zaten," dediğimde tavuğu ocağa koydum. Beyefendiye tavuk suyuna çorba yapacaktım. Hem bu çorba yarasına da iyi gelip, şifa olurdu. O, benden çok istediği şifayı da bu çorbadan almış olurdu.

"Yalnız gelmemişsin?" Dediğimde ağzımın içinden homurdanmıştım.

Mirza, "Anlamadım, ne dedin?" Dediğinde dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Zaten işine gelmediği zaman söylediklerimi hiç anlamıyordu.

"Yalnız gelmemişsin diyorum. Dolap dolu, ev düzenli..." dediğimde gözlerimi odada gezdirdim. "Belli birisini getirmişsin." Neyi ima ettiğimi anlamıştı.

Söylediklerimden sonra Mirza oturduğu koltuktan kalktığında, "Ne yapıyorsun?" Diye bağırdım. "Dinlenmen gerekiyor, yat." Beni ve söylediklerimi umursamadığında, bana doğru adımlar attı.

"Senden başka hiç kimse evimize gelmedi." Attığı her bir adım gibi kelimelerin üzerine basa basa konuşmuştu. En sonunda tam dibime geldiğinde, "Sen başka kimse evimize giremez," diyerek yeniledi sözlerini.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadığımda, "Evimiz," değil dedim. "Evin. Sadece senin evin." Burnundan solumaya başladı.

Mirza, "Bizim," dediğinde tek elini belime atarak beni kendisine doğru çekti. Kesinlikle dokunmadan yapamıyordu, temas bağımlılığı falan olmalıydı. "Burası bizim evimiz."

"Aynen aynen bizim evimiz," dediğimde Mirza'nın belimdeki elinin varlığından kurtulmaya çalıştım ama kurtulamadım. Tek eliyle bile sarıp sarmalamayı becermişti. "Hani şu başıma yıktığın evimiz." Öylece kaldı. "Hani şu beni altında enkaz gibi bırakıp gittiğin evimiz." Ben konuştum, o sadece gözlerime baktı.

Ama ben artık ona bakmak istemedim.

Gözlerimi gözlerinden çekip, koluna düşürdüğümde gördüğüm kanla birlikte, betimin benzimin attığını hissettim. "Kanıyor..." Elimi, yarasına uzattım. "Yerinden kalkma dedim sana. Bak işte olacağı buydu." Ben tepki veriyordum, ama benim aksime Mirza sadece bana bakıyordu.

"Yat şöyle yaranı yeniden saralım." Mirza'nın belimdeki elinden kurtulup yanından geçtiğimde, Mirza yerinden hareket etmedi. Malzemeleri tekrardan çıkarıp koltuğun üzerine serdiğimde, "Mirza!" Dedim sertçe. Bir de bana trip mi atıyordu bu?

Sabır, sabır, sabır...

Mirza yanımdan geçerek koltuğa oturduğunda, koluna sardığım bezi yavaş bir şekilde çıkardım. Yarasını temizleyip, tekrardan sarmam gerekiyordu.

"Çorbanı yedikten sonra, ağrı kesici vereceğim sana. Bu yarayla gece duramazsın."

"Ağrımıyor," dediğinde Mirza sesi düz bir şekilde çıkmıştı. Nasıl ağrımıyordu acaba?

"Artistliğe gerek yok," dediğimde Mirza gülecek gibi oldu ama gülmedi. Sonrasında ikimizde sessizlikle dolu bir kuyunun içine çekildiğimizde, Mirza'nın bakışlarının ağırlığı altında sargı bezini değiştirmiştim.

Mirza'yı öylece bıraktığımda bezleri çöpe atarak, hemen çorbanın başına geçtim. Bir an önce ona iyi gelecek bir şeyleri yemesi gerekiyordu. Aradan geçen dakikalarda sonunda çorbayı hazırlayabildiğimde, bulduğum kaselerden birinin içine koydum. Açıkçası ilk defa tavuk suyuna çorba yapmıştım ve tadının nasıl olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Kokusu çok iyiydi ama işte...

Hazırladığım tepsiyi elime aldığımda Mirza'nın yanına doğru ilerlemeye başladım. Ben çorbayı hazırlarken de hiç ses çıkarmamıştı, şimdi de çıkarmıyordu.

"Çorba hazır," dediğimde elimde tuttuğum tepsiyi dizlerinin üzerine koydum. "Ye hadi bir an önce."

Mirza, "Böyle yiyemem ben," dediğinde gözlerimin içine melül melül bakmaya başladı.

"Niye yiyemiyorsun?"

"Sol elimle yiyemem." Gözlerim koluna düştü. Sağ kolundan yaralı olduğu için oynatamıyordu ve sol elini de kullanamıyordu. Ben her iki elimle de yemek yiyebilen birisiydim ama bu Mirza için geçerli değildi.

"Yemeyi dene belki yiyebilirsin," dediğimde bunu hangi aklımla demiştim gerçekten bilmiyordum. Mirza'nın kaşları çatıldığında içinden 'te allam ya' dediğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

Mirza, sol eline kaşığı aldığında çorbanın içine daldırdı ama daldırdığı gibi dökmeyi başardı. Kaşığına aldığı çorba çıplak karnına döküldüğünde, "Al al..." dedi bana kızarcasına. "Gördün mü? Yiyemedim işte."

Onun bana kızarcasına söylediklerini umursamadığımda, "Çorba çok sıcaktı..." dedim. Yüzünde yandığına dair tek bir belirti bile yoktu ama nedense kendisini çok kastığını hissediyordum. Aniden içimden gelen bir istekle eğilip karnını üflemeye başladığımda, saçlarım Mirza'nın vücuduna yayılmıştı. Mirza'nın vücudunun daha da çok kasıldığını hissettimde, ne yaptığımın daha yeni farkına varabilmiştim.

Mirza, "Şu görüntü..." dediğinde sesi sanki inler gibi çıkmıştı. Çorbadaki tüm sıcaklığın yüzüme geçtiğini hissettiğimde, başımı duvarlara geçirip geçirip vurmamak için kendimi zor tutmuştum. Neyse ki yanaklarımı görmüyordu.

Mirza'nın burnunu saçlarımın arasında hissettiğimde, sanki soluklanıyormuşçasına derin bir nefesi içine doğru çekti. Bu hareketiyle birlikte içim titredi.

"Çorba..." dediğimde sesim titremişti. "Çorbanı... Evet çorbanı içmen gerekiyor." Doğrulduğumda Mirza'nın yanına koyduğum tepsiyi alıp, titreyen ellerimle kaşığı tuttum.

"Sen mi yedireceksin?" Mirza'nın sorduğu soruya sessiz kaldığımda, sadece başımı salladım. Konuşacak durumda hiç değildim.

Çorbayla doldurduğum kaşığı Mirza'nın ağzına uzattığımda, hemen dudaklarını araladı. Tepki vermeden yüzüme bakmaya devam ettiğinde, bir kaşık daha çorbayı uzattım. Tadının nasıl olduğuna dair hiçbir şey söylememişti.

Kendimi tutamadığımda, "Nasıl olmuş?" Dedim. "Yani tadı, tuzu falan yerinde mi?" Yüzüne beklentiyle baktım. Gerçi yerinde olmasa da olurdu. O kadar uğraşıp yapmıştım sonuçta. Eşek değilse güzel olmuş derdi.

Mirza yüzünü ifadesiz bir şekilde tuttuğunda, "Böyle bir kaşıkla tadını alamadım," dedi. Pardon eşekmiş... Tadını alamamış? Sanki yemekteyiz programındaydı ha! Bir de beyefendinin çorbanın tadını almasını bekleyecektik.

Bir kaşık çorbayı daha uzattığımda, hemen ağzını açtı ve yedi. Yüzüne herhangi bir tepki almak için bakmaya devam ettiğimde, "Ulan!" Dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. Verdiği bu tepkisi karşısında kaşlarım çatıldı ama o sözlerine devam etti: "Sıradan bir çorbayı bile nasıl bu kadar güzel yapabiliyorsun sen?"

Sıradan bir çorba? Sıradan dediği bu çorbayı yapmak için bir saat uğraşmıştım be ben. Ama yine de dediklerine karşılık dudaklarım benden bağımsız bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı. Hoşuma gitmişti ama bunu bilmesine gerek yoktu.

"Abart abart," dediğimde çorbayla doldurduğum kaşığı ağzına uzattım. Böyle böyle koca bir kase dolusu çorbayı içtiğinde, hazırladığım ağrı kesiciyi ona doğru uzattım. "Bunu iç, bu seni rahatlatır." Mirza'nın itiraz etmesini bekledim ama o beni şaşırttı ve etmedi. Uzattığım ilacı elimden alıp içtiğinde, tepsiyi elime alıp mutfağa doğru ilerledim. Hemencecik bulaşıkları yıkadığımda, ne yapacağımı bilememiştim. Ama şu anlık en iyisi içeri geçip Mirza'nın başını beklemem olacaktı.

Tekrardan içeri geçtiğimde gördüğüm manzarayla birlikte adımlarım duraksadı. Mirza uyumuştu. Gerçi uyuya kalması da çok normaldi. En azından uykusunda ağrısını pek hissetmezdi. Kenarda duran ince battaniyeyi elime aldığımda, Mirza'nın üzerini örttüm. Gözlerim, onun yüzünde dolaşmaya başladığında, en sonunda çatık kaşlarının üzerinde durdu. Gülmeden edemedim. Kaşları uykusunda bile çatıktı. Uyurken bile bu kadar ciddi olmayı nasıl başarıyordu acaba?

Kendimi Mirza'nın yanındaki tekli koltuğa attığımda, dizlerimi kendime doğru çektim. Uyuyabileceğimi hiç mi hiç sanmıyordum. Bu yüzden böylece oturacaktım. Gözlerim küçük komodinin üzerinde duran radyoya çarptığında, oturduğum yerden kalkarak hemen radyoyu elime aldım. Üzerinden yıllar geçtiği için baya paslanmıştı. Çalışıp çalışmadığını bile bilmiyordum.

Radyonun anteninin kaldırdığımda, düğmesine bastım. Ve odayı Sezen Aksu'nun sesi doldurdu. Radyo pek iyi çekmediğinde dolayı sesi cızırtılı çıkarsada, yine de fena değildi. Radyoyla birlikte kalktığım yerime oturduğumda, kulaklarım Sezen Aksu'nun sesinde, ama hislerim geçmişimin izindeydi. Bir bir daldım anılarımıza...

•••

Yoğurduğum köftelere, ellerimle şekil vermeye başladığımda, bir yandan da radyodan çalan parçaya kendimi kaptırmıştım.

"O endam, eda nedir öyle, hey yavrum!"

Şekil verdiğim köfteleri, kızdırdığım yağın içine koyduğumda, kendimi şarkının büyüsüne kapılmış bir şekilde kalçalarımı sallarken buldum.

Evden bir bahaneyle çıkıp Mirza'yla evimize gelmiştim. Bir haftadır doğru düzgün buluşamadığımız için onu fazlasıyla çok özlemiştim. Şimdi ise onun için yemek yapıyordum. Daha doğrusu yapmaya çalışıyorum, umuyordum ki; becerecektim.

"Ye, ye, ye! Kıtır kıtır." Salatayı da yapmaya başladığımda ne şarkının sözlerini söylemekten geri duruyordum, ne de kalçalarımı kıvıra kıvıra oynamaktan.

Kızaran köfteleri tabağa aldığımda, "Hey seni yerler, yerler..." diye bağırdım. "Seni ham yapar bu zilliler." Güle güle söylediğim şeylerin üzerine birden bir çift el, belime dokunduğunda olduğum yerde korkuyla sıçradım.

Mirza'nın, "Kurban olduğum..." diyen sesini duysamda yine de üzerimden o korkumu atamamıştım. Kendimi şarkıya fazla kaptırdığım için böyle korkmam da normaldi aslında.

"Ya Mirza," dediğimde sesim kızgın bir şekilde çıkmıştı. "Niye öyle sessiz sessiz geliyorsun sen ya? Korktum korktum." Mirza, beni kendisine doğru çevirdiğinde ellerini hâlâ belimden ayırmamıştı. Belimdeki elleri hareket etmeye başladığında, "Mirza..." dedim uzata uzata.

Mirza gülerek, "Hım..." dediğinde burnunu burnuma sürtmüştü. Huylanacak geriye çekilmeye çalıştım ama Mirza izin vermedi.

"Üşüdüm," dedim birden. Yalan değildi, kış ayında olduğumuz için ev soğuktu. Tabii sobayı yakmayı beceremediğim için yakamamıştım da. "Sobayı yaksana."

Mirza, "Üşüdün?" Diyerek beni yenilediğinde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrılmıştı, gülüyordu.

"O zaman," dediğinde beni biraz daha kendisine doğru çekti. "Seni ısıtalım." Söylediklerinden sonra âdeta çölde suya muhtaç kalmış gibi dudaklarıma saldırdığında, elim istemsiz bir şekilde ensesine gitti. Parmak uçlarımda havalandığımda, titreyen parmaklarım saçlarını kavramıştı ve çekiştiriyordu. Dudaklarımı araladığımda, artık deli gibi öpüşmeye başladık. Kendimizi durduramıyor, birbirimizin sınırlarını aşıyorduk. Gerçi durdurmak istiyor muyduk onu da bilmiyordum ya neyse.

Mirza elini belime atıp beni biraz daha kendisine doğru çektiğinde, nefessiz kaldığımı hissediyordum. Ama Mirza bana nefes oluyordu.

En sonunda soluk soluğa birbirimizden ayrılabildiğimizde, Mirza alnını alnıma doğru yasladı. Verdiğimiz soluklar birbirine çarpıyordu. Dudaklarımızın arasında çok az bir mesafe vardı.

Mirza, "Hâlâ üşüyor musun?" Diye fısıldadığında dudaklarını dudaklarıma sürtmüştü.

"Isıttın," diye fısıldadığımda Mirza tam yeniden dudaklarımı atılacaktı ki; ocakta unuttuğumuz köftenin kızgın yağı üzerimize sıçramaya başladı. Ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamadığımda, Mirza hemen ocağın altını kapatarak beni arkasına doğru aldı. Bana değil, ona sıçramıştı.

"İyi misin?" Dediğimde sesim telaşlı bir şekilde çıkmıştı. "Yandın mı?"

"İyiyim kurban olduğum," dedi Mirza. Ama sinirli olduğunu anlayabilmiştim. Siniri bana değil, sıçrayan yağaydı. Dik dik tavaya bakıyordu. Bu beni ister istemez güldürdüğünde, hemen kendimi toplamaya başladım. "Yandın mı? Su tutalım hemen."

Mirza gözlerini tekrardan bana çevirdiğinde, "Yandım," dedi gözlerimin içine baka baka. Sanki 'yangınım sensin' der gibiydi. Elini, belime atıp beni tekrardan kendisine doğru çektiğinde, hemen ellerinin varlığından kurtuldum.

"Bence biz artık yemek yiyelim." Yeni bir mutfak macerasına hazır olmadığım için kaçmaya çalışmıştım. Söylediklerimden sonra hemen Mirza'nın yanından geçtiğimde, tabaklarımızı hazırlamaya başladım. Tezgâh, ocak ve yerler yağ içinde kalmıştı ama yapabilecek bir şeyim yoktu. Mecbur yedikten sonra temizleyecektim.

Mirza, "Yiyelim bakalım," dediğinde sesi imalı bir şekilde çıkmıştı. Çok üstelemediğimde Mirza eline hazırladığım iki tabağı alarak içeriye doğru geçti. Koltuğa oturduğunda tek kolunu koltuğun başlığına doğru geçirdi. Benim için açtığı boşluğa hızlı bir şekilde girdiğimde, başımı göğsüne yasladım.

Onun göğsüne yaşlandığımda hissettiğim şeyler öylesine farklıydı ki... Sanki tüm sıkıntılarım geçiyormuş gibi hissediyordum. Her şeyi unutuyordum yanında. Ona hiç kimseye güvenmediğim kadar güveniyor, kalbini evim gibi hissediyordum.

Mirza'nın dudaklarını saçlarımın arasında hissettiğimde, gözlerimi kapatarak ona biraz daha sırnaştım. Sanki az önce kaçan ben değilmişim gibi...

Mirza, beni taklit ederek, "Kurban olduğum bence biz artık yemeğimizi yiyelim..." dediğinde sesi imalı bir şekilde çıkmıştı.

"Pislik," dediğimde elimi koluna doğru yavaş bir şekilde geçirdim. Mirza, elimden yakalayıp beni kendisine çektiğinde, böldüğü kocaman köfteyi hızlı bir şekilde ağzıma tıkıştırdı. Köfteyle birlikte yanaklarım şiştiğinde, şu hâlime rağmen konuşmaya çalıştım ve konuşamadım. Mirza güldüğünde, sahte bir sinirle kaşlarımı çatsamda ben de güldüm.

Aradan geçen dakikalarda birbirimizle uğraşa uğraşa yemeğimizi bitirebildiğimizde, Mirza dibine kadar sıyırdığım tabağı elimden alarak masanın üzerine koydu. Tekrardan bana döndüğünde kıvırdığım dizlerimi ileriye doğru uzattı. Kaşlarım anlamamazlık içerisinde çatıldığında, başını dizlerimin üzerine yasladı. Yaptığı hareketle birlikte çatık kaşlarım düzeldiğinde, dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

"Çok mu yoruldun bugün?" Dediğimde Mirza'nın dağılmış saçlarını okşamaya başladım. Gözleri yorgun yorgun bakıyordu. Az önceki neşesi uçup gitmiş gibiydi.

Mirza, "Yoruldum ama şimdi tüm yorgunluğum geçti, gitti..." dediğinde dudaklarım belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı. Geçerdi tabii. Benim güzelim dizime kıvrılıp, yatmıştı.

Güldüğümde mutfak tezgâhının önünden bir şeyin geçtiğini hissettim. Gözlerimi oraya doğru çevirdiğimde, hiçbir şey göremedim. Gözümün yanılsamasıydı galiba. Gözlerimi tekrardan Mirza'ya çevireceğim sıra gördüğüm şeyle birlikte avaz avaz cırlamaya başladım. Mirza'nın başını hızlı bir şekilde iteklediğimde, "Fare..." diye bağırdım. Evet, evde fare vardı. "Fare var fare." Sürekli bağırıyor, üzerine bir de cırlıyordum.

Mirza, "Dur bir kurban olduğum," dediğinde hemen oturduğu yerden doğruldu.

"Mirza!" Diye cırladım tekrardan. "Fare... gördüm fare vardı Mirza gördüm." Hissettiğim korkuyla birlikte koltuğun tepesine kadar çıktığımda, hâlâ cırlıyordum.

"Dur bir bakacağım," diyen Mirza ileriye doğru bir adım attığında, "Dur!" Diye cırladım hemen. Dur dememle birlikte hemen durduğunda, "Neye bakacaksın ya? Gördüm diyorum gördüm. Böyle oradan oraya koşuyordu," dedim. Gözlerimin önüne farenin o görüntüsü geldiğinde, gözlerimi kapatıp açtım. Ama hâlâ gözlerimin önündeydi. "Allah'ım bana bir şeyler oluyor. Ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum." Elimi, başımın üzerine koydum. "Ay o sıçan şey, ay görüntüsü gözlerimin önünde. İğrenç şey."

Mirza, "Mihran?" Dediğinde sesinden akan şaşkınlığını fark edebilmiştim. "Bir dur kurban olduğum ya. Bakacağım diyorum sana. Bulursam hemen öldürürüm ben onu."

"Saçmalama," diye cırladım hemen. Mirza yüzünü buruşturdu. Bugün cırlamalarıma baya doymuştu. "Hayvancağızı nasıl öldüreceksin?" Mirza'nın göz bebekleri büyüdüğünde şaşırdığını anlayabilmiştim.

"Hayvancağız mı?" Dedi. "Az önce iğrenç şey diyordun. Hangi ara hayvancağız oldu?" Sanki benim bu değişimimle dalga geçiyor gibiydi. Ay ben ne dediğimi bilmiyordum ki... Korkumdan ne yapacağımı şaşırmıştım.

"İğrenç şey ama hayvancağız işte öldürme," diye yakındığımda Mirza güldü.

"Kurban olduğum ne yapayım sen söyle? İstersen aramıza alıp onunla yaşayalım." Mirza'yı da delirtmiştim iyi mi ya.

"Saçmalama," dediğimde yeniden geçen fareyle birlikte tekrardan cırladım. Allah'ım görmek istemiyordum onu. Gördükçe huylanıyordum. Bana bu gece uyku haramdı artık. "Mirza orada, orada."

Mirza, "Tamam dur ben halledeceğim," dediğinde, "Hayır hayır..." diye bağırdım. "Ben ne yapacağım burada? Kalamam ben tek." Mirza duraksadığında çatık kaşlarının ardından bana bakmaya başladı.

Elini, yüzüne doğru götürüp sıvazladığında, "Kurban olduğum," dedi. Sesi sanki böyle giderse artık kurban olduğum olmayacaksın gibi çıkmıştı. Valla kızacaktı bana. "Ne yapayım? Gel beraber avlayalım istersen fareyi?" Söylediklerine karşılık kaşlarım çatıldı. Neler diyordu böyle ya? Ben o sıçanı mı avlayacaktım? Tövbe tövbe...

"Mirza!" Dedim kızarmış gibi. "Dön arkanı." Söylediğim şeye anlam veremedi.

"Ne?" Dedi. Ay bir şeyi de dediğim gibi yapsa şaşardım zaten.

"Ay Mirza..." dedim uzata uzata. "Dön bir arkanı ya. Hep bir sorgulama, hep bir sorgulama." Ağzının içinden bir şeyler homurdandığında, burnundan soluyarak arkasını döndü.

Titreyen bacaklarımla birlikte koltuğun tepesinden indiğimde, hızlı bir şekilde Mirza'nın sırtına atladım. Mirza hiç beklemediği benle birlikte öne doğru sarsılsada kendini çabuk toplayıp, beni tuttu. Bacaklarımı Mirza'nın beline sardığımda, "Tamam," dedim. "Şimdi beraber gidebiliriz."

Mirza, "Mihran," dediğinde bacaklarımı biraz daha sıkı tuttu. "Sen şu an ciddi misin? Böyle fare mi arayacağız biz?" Ay bu neden bu kadar şaşırmıştı ki? Tabii ki de böyle arayacaktık.

"Evet," dedim sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuşum gibi. "Böyle arayacağız tabii. Yürü hadi sen." Söylediklerime karşılık Mirza ağzının içinden homurdanmaya başladığında, onun bu hâllerini hiç umursamayarak sırtına doğru iyice yaslandım. Aman işi neydi? Taşısındı işte beni.

Mirza, "Tüm yorgunluğum geçti demiştim yaa, tüm yorgunluğumu bana geri verdin kurban olduğum..." dediğinde kaşlarım çatıldı. Ben ne yapmıştım ya? Fareye ben mi gel demiştim?

"Ama aşkım..." dediğimde uzata uzata konuşmuştum. Mirza birden duraksadığında, başını bana doğru çevirdi.

"Sen bana aşkım mı dedin?" Sesi şaşkın bir şekilde çıkmıştı. Demiştim değil mi ya? Demiştim demiştim. Aslında onun şaşırmasını da anlıyordum. Genellikle ismiyle hitap ettiğim için şu an aslında bizim için de bir ilk olmuştu. Bu tarz şeyleri umursayan birisi olmadığını biliyordum ama sanki hoşuna da gitmiş gibi duruyordu.

"Hım..." diye mırıldandım. "Dedim galiba."

"Bana dedin?" Ay bu hâlâ şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.

"Yok bakkalcı Melih'e dedim tövbe tövbe." Söylediklerimden sonra Mirza'nın kaşları çatıldığında, "Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından. "Ne saçmalıyorsun sen kızım? Ne Melih'i, ne bakkalı?" Ay bu birden fazla mı parlamıştı ne?

"Ay tamam be! Ne diye parlıyorsun be adam," diye cırladığımda gözümün önünden geçen fareyle birlikte gözlerim şok içerisinde açıldı ve hemen cırlamaya başladım. Ay ilk defa bu kadar yakından görmüştüm. Bismillah.

"Mirza! Fare fare oradaydı Mirza." Mirza hemen gözlerini benden çektiğinde, yerde dolanıp duran fareyi gördü. Gözlerimi hızlı bir şekilde kapattığımda, kendimi Mirza'ya sıkıca bastırdım.

"Çık çık!" Diye bağırdı Mirza. "Gel tepeme çık Mihran."

"Bağırma bana..." dediğimde ben de bağırmıştım. "Hep senin yüzünden oldu senin. Bula bula fareli evi bulmuşsun bir de gelmiş bana bağırıyorsun." Mirza'nın hareket ettiğini hissettiğimde, hemen gözlerimi açtım. Fareye doğru ilerliyordu. Bismillah, bismillah.

"Ay bana bir şeyler oluyor, bayılacağım ben galiba." Bağırarak söylediklerimden sonra Mirza'nın üzerinde hareket ederek biraz daha yukarıya çıkmaya çalıştım. Çıkabilsem gerçekten de kafasının üzerine kadar çıkacaktım. Acaba çıkabilir miydim ki? Yok yok çıkamazdım. Düşündüğüm şeyin saçmalığına karşılık gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttuğumda Mirza, "Bekle yakalayacağım," diye bağırdı. Tekrardan cırladım.

"Ya saçmalama Mirza. Ne yapacaksın kuyruğundan mı tutacaksın? Ay bana bir şeyler oluyor." O farenin görüntüsü gözlerimin önüne geldikçe bayılacak gibi oluyordum. Valla içim bir tuhaf oluyordu ya.

"Kurban olduğum bir saattir sana bir şeyler oluyor anca. Bir olamadı gitti. Ne olur bayılacaksan bayıl az başımı dinleyim." Ne? Mirza'nın söylediklerinden sonra kaşlarım çatıldı. Benim bayılmamı mı istiyordu bu? Ben onu birazdan çok güzel bayıltacaktım.

"Ne diyorsun sen be?!" Diye cırladığımda Mirza'nın kafasını ısırmaya başladım. Evet ciddi ciddi kafasını ısırıyordum.

Mirza, "Lan ne yapıyorsun sen?" Diye bağırdığında sırf ona inat olsun diye gülmeye başladım. Bir yandan gülüyor, diğer yandan kafasını ısırıyordum. Onun bu hareketime şaşırdığı her hâlinden belli oluyordu ama ben kendimi tutamıyor kahkahalarımla gülüyordum.

•••

Geçmişin içinden dudaklarımdaki gülüşle çıkabildiğimde, gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle sildim. Geçmişimize gülüyor, şimdimize ağlıyordum. Bir o zamanki hâlimize bakıyordum, bir de şimdiki hâlimize... Bir çıkar yol bulamıyor, bulamadıkça da yönümü kaybediyordum.

Mirza'nın kesik kesik sesi kulaklarıma dolduğunda, gözlerimi ona doğru çevirdim. Uykusunda sayıklıyordu. Ama daha da önemlisi alnından boncuk boncuk terler akıyordu.

"Mirza!" Dediğimde oturduğum yerden hızlı bir şekilde kalktım. Hemen yanına gittiğimde elimi, terle kaplanmış olan alnına doğru koydum. Yanıyordu, âdeta cayır cayır yanıyordu.

"Mirza," dediğimde tekrardan telaşıma engel olamamıştım. İlk defa ateşlenen birisiyle karşı karşıya değildim ama konu Mirza olunca böyle oluyordu işte. Mirza, beni tabii ki de duymadığında, elimi üzerindeki battaniyeye götürerek açtım.

"Kur... kurban..." Sayıklıyordu. "Olduğum..." Şu durumunda bile beni dudaklarının arasından düşürmemişti.

"Buradayım," dediğimde alnına düşmüş olan terli saçlarını geriye doğru itekledim. Sonrasında hemen mutfağa geçtiğimde, leğenin içine soğuk su doldurarak, bulduğum bir bezi de içine attım. Şu an için yapabileceğim en iyi şey buydu. Gerisin geri içeri geçtiğimde, hemen Mirza'nın yanındaki o küçücük boşluğa oturdum. Sakin olmam gerekiyordu. Evet, kesinlikle sakin olmalıydım.

Bezi sıktığımda Mirza'nın terli alnına sererek koydum. "Mirza," diye fısıldadığımda ellerim istemsiz bir şekilde saçlarına gitti ve okşadı. Onu böyle görmeye alışık olmadığım için kendimi kötü hissetmiştim. O Mirza'ydı. Her zaman dik ve yıkılmazdı. Ama şimdi öyle değildi işte.

"Ser... Serhat..." Mirza'nın sayıklaya sayıklaya söylediği şeyle birlikte ellerim saçlarının arasında asılı kaldı. Abimin adını sayıklamıştı. Neden abimi sayıklamıştı ki? Rüyasında görüyor olabilir miydi?

Mirza'nın alnındaki bezi alıp sıktığımda, bu sefer de bezi göğsüne ve koltuk altına doğru koydum. Elimi tekrardan alnına koyduğumda, "Mirza?" Dedim. Gözlerini hafifçe araladı ama cevap veremedi.

Onu ilk defa böylesine savunmasız gören yüreğim acıdı. Benim gözümde o hep güçlüyken, yıkılmazken şimdi böyle savunmasızda duruyordu.

"Mih... Mihran..."

"Buradayım," dediğimde saçlarını okşamaya başladım. Aralamış olduğu gözlerinden beni gördü. Başka hiçbir şey demedi, diyemedi.

Aradan geçen saatlerde Mirza'nın ateşi biraz olsun düştüğünde, tekli koltuğun üzerine oturup onu izlemeye başladım. Yaklaşık iki saattir sürekli ıslak bezleri vücuduna koymuş ve ateşini düşürmeye çalışmıştım. Bezlerden biri hâlâ alnındaydı. Ve en sonunda da ateşi düşmüştü.

Dışarıdan gelen gök gürültüsü sesleriyle birlikte olduğum yere sinmemek için kendimi zor tuttuğumda, sanki bardaktan boşalırmışçasına yağan yağmurun sesi kulaklarıma doldu. Yağmurun sesi olan uykumu biraz olsun açtığında, yorgun olan gözlerimi hafifçe kırptım. Çok uykum vardı ama uyuyabileceğimi hiç mi hiç sanmıyordum. Aslında benimki uyku da değildi, yorgunluktu. Bugün fazlasıyla yorulmuştum. Sadece doğum gününe gitmek için çıktığım evden, başıma bir sürü şey gelmişti. Ve kendimi de burada bulmuştum.

Mirza'nın gözlerinin yavaş bir şekilde aralandığını gördüğümde hemen oturduğum yerden kalktım. Uyanıyordu.

"Mirza," dediğimde aralamış olduğu gözleriyle bana bakmaya başladı. Yattığı yerden doğrulmaya çalıştığında, yüzünü buruşturdu. Canı acımıştı. Ona yardım etmek için ellerimi, koluna doğru uzattığımda yavaş bir şekilde oturur pozisyona getirdim.

"İyi misin?" Sorduğum soruya karşılık kaşları çatıldığında, sanki alnındaki bezi daha yeni fark ediyormuş gibi elini alnına doğru götürdü. Bezi çekip aldığında yüzünün buruşukluğuna hâlâ anlam verememiştim. Gerçi neye anlam veremiyorsam... Klasik Mirza'ydı işte.

"Bu ne?" Dedi elindeki beze sanki iğrenç bir şeye bakıyormuş gibi baktığında. Beze de bu ne demezsin ya...

"Bez işte," dedim.

"Kokuyor bu." Yüzü hâlâ buruşuktu. "Niye bunu alnıma koydun?" Pes ya gerçekten pes. Saatlerce onun ateşini düşürmeye çalışmıştım ama o ne diyordu?

"Birincisi; kokması çok normal. Senin o pis terin bulaşmıştır. İkincisi; saatlerce senin ateşini düşürmek için yapmadığım şey kalmadı be adam! Sen, bana ne diyorsun?" Kızarsak söylediği şeylerin üzerine Mirza'nın çatık olan kaşları hafifçe düzeldiğinde, yukarıya doğru kalktı.

Mirza, "Mesela ne yaptın?" Dediğinde dudakları yukarıya doğru kıvrılmıştı. Neye gülüyordu bu? "Sen benim ateşimi düşüremezsin. Aksine..." Gözleri askılımın açıkta bıraktığı göğsümde dolandı. "Aksine daha da harlarsın." Göğsüme baka baka söylediği cümle ile birlikte öylece kaldığımda, onun ateşinin yanaklarıma geçtiğini hissettim. Utanmadan bir de edepsiz edepsiz konuşuyordu.

"Edepsiz," dediğimde onu ardımda bırakarak mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Mutfakta yapacak bir işim falan da yoktu ki. Mirza'dan kaçmak için mutfağa gelmiştim işte. Şu küçücük evde Mirza'yla köşe kapmaca oynardım artık.

Dolaptan aldığım bardağa su koyduğumda, içmeye başladım. Bana da birden sıcak basmıştı. Elimi, alnıma koyup ovaladığımda, dudaklarımın arasından derince bir soluğu bıraktım. Nasıl yapıyordu bilmiyordum ama ben de denge namına hiçbir şey bırakmamıştı.

Mirza'nın, "Hay ben böyle işin anasını, avradını, topunu, soyunu..." diye bağıran sesi kulaklarıma dolduğunda, içeriye doğru koşturmaya başladım.

"Ne oldu?" Dediğimde yanına gelmiştim bile. Ama olan bir şey de yok gibiydi.

"Ne olacak?" Dedi Mirza aksi aksi. "Şu sargı bir rahat ettirmedi beni. Sarmışsın tüm vücudumu, sanki mumyayım ben." Tek laf söylemediği yarasına sardığım sargı beziydi. Ona da laf söylemişti ya tam olmuştu.

"Tövbe tövbe..." dediğimde Mirza'nın sargı beziyle oynayan elini tutup çektim. "Bir doğru dur artık."

"Durdursana."

Mirza'nın söylediği şeye karşılık, "Ne?" Diyerek bir tepki verdiğimde Mirza elini belime atarak beni kendisine doğru çekti. Onun çekmesiyle birlikte yanındaki o küçük boşluğa düştüğümde, hiç vakit kaybetmeden alnını alnıma doğru yasladı.

"Ne yapıyorsun sen?" Dedim en sonunda konuşabildiğimde. Böyle konuşuyordum ama geriye çekilmek için herhangi bir hamle yapmıyor, öylece duruyordum.

"Şu hayatta beni bir tek sen durdurabilirsin..." dediğinde ılık nefesi dudaklarıma çarpmıştı.

"Ne için?" Sesim titremişti. İçin için kendime kızdım.

Mirza dudaklarını dudaklarıma sürttüğünde, "Dudaklarında şifa bulmamam için..." diye fısıldadı. Durdum. Göğsüm şiddetle kalkıp indi. Çıplak göğsüne değen göğüslerimin sertleştiğini hissettim. Kendini tutmakta zorlandığını anlayabiliyordum.

"Dur," diye fısıldadığımda sesim sanki durmamasını ister gibi çıkmıştı. Dudaklarını tekrardan dudaklarıma sürttü.

"Yapamıyorum." Ben de yapamıyordum ama durması gerekiyordu. Durmazsa yanardık, yanarsak kül olurduk. Yıllar önce olduğumuz gibi varlığımızı yitirirdik.

Mirza'nın dudaklarıma atılacağını hissettiğimde aklıma gelen ilk şeyi söyledim: "Abim..." Sanki onun için kilit olan kelimeyi duymuş gibi birden durduğunda, geriye doğru çekildi.

"Abin mi?" Dediğinde belki de ilk defa sesinin titrediğini hissettim. Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Ne olmuş? Ne oldu abine?" Sanki ne diyeceğini bilmiyor gibiydi.

"Ateşlenince Serhat diye sayıklayıp durdun." Beni sayıklanmalarını es geçmiştim. "Abimi mi gördün?" Söylediklerimden sonra Mirza'nın gözlerinin içinden geçen rahatlamayı gördüğümde, tuttuğu nefesini de bıraktı. Anlam veremedim.

"Görmedim," dedi Mirza. "Artık rüyalarımda bile onun yüzüne bakacak yüzüm yok." Ne?

Kaşlarım anlamamazlık içerisinde yukarıya doğru kalktığında, "Anlamadım?" Dedim. Sürekli şifreli konuşuyordu ve ben hiçbir şey anlamıyordum.

Mirza, bana tekrardan yaklaştığında, alnını alnıma doğru yasladı. Pantolonumun üzerinde öylece duran ellerimi de ellerinin arasına alıp, göğsünde birleştirdi. İşte şimdi nefesini hissedecek kadar yakınındaydım. Ama bir o kadar da uzaktık birbirimize.

Gözleri gözlerimde,

Elleri belimde,

Kalbi kalbimdeydi artık.

Dudaklarını konuşmak için araladı, ama hemen geri kapattı. "Ne oluyor Mirza?" Dedim.

"Bozuyorum yeminimi..." dedi gözlerimin içine baka baka. Yeminini mi? "Belki şu gözlerin," dediğinde tek elini gözlerime çıkarıp okşamaya başladı. "Belki şu gözlerin bir daha bana böyle sevgiyle bakmayacak ama bozuyorum yeminimi."

"Anla... anlamıyorum..." Zorlukla konuşmuştum. Mirza başını salladı. Onun da bir şeyler için zorlandığını anlayabilmiştim.

"Ben de anlayamadım," dedi Mirza. "Ama geçte olsa anladım artık."

"Ne?" Diye fısıldadım. Hiçbir şey anlamıyordum. "Ne yemini? Anlamıyorum seni..."

"Anlatacağım," dedi Mirza. Ama içinde fırtınaların koptuğunu anlayabilmiştim. "Anlatacağım ama..." Duraksadı. Konuşamıyordu.

"Neyi anlatacaksın? Ne oluyor?"

Mirza, "Neden gittiğimi?" Dediğinde nefesimin kesildiğini hissettim. Sadece ondan uzaklaşmak için aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim ama o şimdi neden gittiğimi anlatacağım diyordu. Ve en önemlisi gidişinin abimle bir ilgisi olduğunu ima etmişti.

"Abimle ne ilgisi var?" Dedim kalbim korkuyla çarptığında. Belki de ilk defa alacağım bir cevaptan böylesine çok korkuyordum.

"Serhat'ın öldüğü gün onun odasına girmiştim." Duraksadığında sanki benim tepkimi ölçmek istermiş gibi tekrardan konuştu: "Hatırlıyorsun değil mi?" Başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Evet, abim tam ölmeden önce Mirza'yla konuşmuştu. Abimle en son konuşan, görüşen kişi Mirza olmuştu. Ben son bir kez bile konuşamamıştım. Bunları hissetmek beni şu an yeniden yaraladığında, gözlerimin dolduğunu hissettim ama o yaşların dökülmemesi için kendimi tuttum.

"Hatırlıyorum," dediğimde sesimin titrememesi için büyük bir çaba sarf etmiştim ama başarılı olamamıştım.

"O gün Serhat, benimle konuştu." Evet, bunu zaten biliyordum. "Ben yapamadım... Doğru yaptım gibi geldi ama ben yapamadım... Kendimi kandırdım yapamadım..." Sürekli aynı kelimeyi tekrar edip duruyordu. "Ben anladım ki; sevdam her şeyden büyükmüş." Mirza'nın söylediği son cümleyle birlikte öylece kalakaldım.

Sevdam her şeyden büyükmüş...

"Mirza?" Dedim. İsminin, dudaklarımın arasından dökülmesi bile durması için yettiğinde, kendine gelmiş gibi baktı gözlerime. "Ne oldu? Ne oluyor?" İlk defa alacağım cevaptan korka korka sormuştum sorularımı.

"Ben o gün o odaya girdiğimde öldüm..." dedi yalvarırcasına. "Belki üzerime toprak atılmadı, belki gömülmedim ama o odadan iki ceset çıktı." Sanki elinde bir bıçak vardı ve o bıçakla benim kalbimi oyuyordu. "Ben kendi kalbimi ellerimle gömdüm." Duraksadığında elini kalbine doğru götürdü. "Şurası..." dediğinde kalbine vurdu. "Şurası senindi ve ben seni öldürdüm." Sadece kalbine baktım. Tek bir söz edemedim.

"O gün Serhat bana son sözlerini söyledi." Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı attı. Bilmediğim, yılların ardına sakladığı sırlar şimdi bir bir ortaya çıkıyordu. Ve ben tam şimdi hiç olmadığım yerlerimden vurulacağımı, hiç beklemediğim insanlardan darbe yiyeceğimi anladım.

Mirza sustuğunda, "Söyle..." dedim. Sesim sakindi ama bu sakinliğim fırtınadan önceki sessizliğimdendi.

"Mihran'ı kendi kardeşin bil dedi. Dila'dan ayırma, abisi ol dedi. Birisini çok sevsin, aşık olsun, onu kendi ellerinle evlendir dedi." Yüzünü buruşturdu. Bunun dudaklarının arasından dökülmesi bile onun midesine tıpkı bir balyoz gibi vurulmuştu.

Öylece kaldım. Sanki donmuş gibiydim. Kalbimin durduğunu, nefes alamadığımı hissettim. Mirza konuşuyordu ama onu duyamıyordum bile.

Kalbimin üzerine öyle bir ağrı girdi ki...

Abim... Şu hayatta sevdiğim, güvendiğim iki insandan birisiydi. Birisi karşımda, diğeri kara toprağın altındaydı. Şimdi Mirza, abim yüzünden gittiğini söylüyordu. Abim yüzünden beni bıraktığını, abim yüzünden beni öldürdüğünü söylüyordu. Peki abim bilseydi yapar mıydı böyle bir şeyi? Bizi bilseydi kıyar mıydı bize? Kıymazdı... Yapmazdı...

Ama bunun bir önemi yoktu.

"Son sözleri bunlar oldu," diye fısıldadı Mirza. "Bilse demezdi biliyordum ama ona bizi söyleyeceğim an..." Duraksadı. "Öldü."

Yine sustum. Belki bir şey demem gerekiyordu ama tek bir söz çıkmadı dudaklarımın arasından.

Mirza, "O, benim kardeşimdi..." dediğinde ellerimi, ellerinin varlığının arasından kurtardım.

Oturduğum yerden fırladığımda, "Sus..." dedim hemen. "Sus dinlemek istemiyorum seni."

Mirza kolundaki yarasını umursamadan peşimden kalktığında, "Dinle!" Dedi. Öyle bir şey hissediyordum ki... Yarasını bile umursamayamadım. "Dinle," dedi tekrardan. "Benim yıllardır yaşadıklarımı şimdi sen dinle." Durdum ama sanki bir kelime etse kaçıp gidecek gibiydim.

"Kardeşim bildiğim adamın sözlerini çiğneyemedim." Mirza'nın söylediği söz tıpkı keskin bir bıçak gibi kalbimden içeri girdiğinde, acısını en derinimde hissettim. "Seni kardeşim bilemezdim. Ellerimle seni evlendiremezdim..." Yüzünü buruşturdu, parmakları yumruk yumruk oldu. Bunun düşüncesinin bile canını ne kadar yaktığını anlayabilmiştim.

"Beni çiğnedin," dedim fısıltıyla. Duyduklarımı algılamakta güçlük çekiyordum.

"Seni böylesine çok severken, kardeşim bilemezdim. Gözümün önündeyken, seni yok sayamazdım."

"Gittin," diye fısıldadım. Giderken söyledikleri sanki dün gibi aklımdaydı. "Sen gittin."

"Gitmekten başka bir yol bulamadım," dedi Mirza başını iki yanına doğru salladığında.

"Bu muydu?" Dediğimde derin derin nefesler almaya başladım. "Benim abim ölmüştü," diye bağırdım. O an gözüm kolundaki yarasını bile görmediğinde ellerimi kaldırıp Mirza'nın göğsüne vurmaya başladım. "Abim ölmüştü abim. En sevdiğim öldü benim." Hiç durmadan vurdum. Tutmadı, durdurmadı beni. "Sen, benim en sevdiğimdin. Sen ne yaptın peki?" Diye bağırdım. "En acı günlerimde beni öldürerek gittin. En zor günümde bir de sen vurdun bana." Göğsüne vuran ellerim durdu. Nefeslerim artık çok düzensizleşmişti. "Sen var ya..." dedim kesik kesik aldığım nefeslerimin arasında.

"Sen hiçbir şeye değmezmişsin." Göğsünde duran ellerim sanki boşluğa düşermiş gibi iki yanıma düştüğünde, gözleri daha önce görmediğim bir hisle gözlerime baktı.

Kaybetme hissi...

Anlamıştı. Beni artık tamamıyla kaybettiğini anlamıştı.

Onu ardımda bırakarak yürümeye başladığımda, kendimde daha önce hiç hissetmediğim bir güçle hızlı hızlı merdivenleri çıkarak kendimi hemen dışarı attım. Ayakkabılarımı bile yarım yamalak giymiştim. Sanki bir adım atsam her an ayaklarımdan çıkacaklar gibilerdi.

Dışarı çıkmamla birlikte gökyüzünden boşalan yağmur damlaları beni anında sırılsıklam yaptığında, gözyaşlarım yağmur damlalarını karıştı.

Bağırmak istiyordum, haykırmak istiyordum. Ama tek yaptığım sessiz sessiz gözyaşlarımı akıtmaktı.

İnanamıyordum. İnanmak istemiyordum. O benim en güvendiğimken, beni bir enkazın altında bırakıp gitmişti. Gitmesinden çok önüme sunduğu nedenleri daha da çok yakmıştı canımı. Beni en zor zamanlarımda bırakıp gitmişti.

"Allah kahretsin," diye bağırdığımda gücümün sonunu kullanıyormuşçasına avazım çıktığı kadar bağırmıştım. Titreyen bacaklarım ve sarsak adımlarımla yürümeye çalışıyordum. Üzerimdeki kıyafetlerim, saçlarım sırılsıklam olmuştu ama umursayamadım bile. Sanki nereye gittiğini bilmediğim bir yolda yürüyor gibiydim. Gerçi nereye gittiğimi gerçekten de bilmiyordum.

Yürümeye devam ettiğim sıra bir çift el belime sarılıp beni kendisine doğru çektiğinde, "Bırak!" Diye bağırdım. Sanki gücümün sonunu burada kullanıyor gibiydim.

Tekrardan bağırdım. "Bırak Mirza bırak."

"Bırakamam," dedi Mirza, benim aksime fısıldar gibi. "Seni artık bırakamam."

Artık bırakamam.

Benden beklediği tam olarak neydi bilmiyordum ama neden gittiğini böyle bahanelerin altında bana anlatması ben de hiçbir şeyi değiştirmemişti. Çünkü; neden gittiğinin benim için bir önemi yoktu.

"Bırak!" Diye haykırdığımda kollarının varlığımdan kurtulmaya çalıştım.

"Seviyorum," diye haykırdı Mirza. Gök gürledi, sanki kıyamet kopuyormuşçasına. Debelenmem durduğunda gözlerimi ona doğru çevirdim. Elleri hâlâ belimdeydi ve bir an olsun bırakmamıştı. "Seviyorum."

Hem dili hem gözü haykırmıştı.

Şimdi elime keskin bir bıçak aldım.

Ve yıllar önce yaşadığımız o anı, ona yaşattım. Sadece yerlerimiz değişmişti. Bu sefer giden benken, kalan oydu.

"Hissettiğin şeyleri sevgi sanıyorsun ama değil." Ne yaptığımı anladı. "Sen sadece beni sevdiğini sanıyorsun."

'Hissettiğin şeyleri sevgi sanıyorsun ama değil. Sen beni sevmiyorsun. Sen sadece beni sevdiğini sanıyorsun Mihran.'

"Yapma," dedi Mirza. Ne yaptığımı anlamıştı ve bana gözleriyle yalvarıyordu. "Yapma bunu bize." Benim yaptığım bir şey yoktu ki.

Ve o bıçağı kalbine batırdım.

"Biz diye bir şey yok Mirza," dedim her bir kelimenin üzerine basa basa.

'Biz diye bir şey yok Mihran.'

Gözleri acıyla kapandı. Gözünden düşen bir damla yaş, kirpiklerine değen yağmur damlalarına karıştı.

"Bekleyeceğim," diye fısıldadı. "Sen, beni affedene kadar bekleyeceğim. "Ne olur," dedi Mirza benim aksime fısıldar gibi. "Ne olur affet." Sanki benden başka yolu yok gibiydi. "Artık senden bir adım olsun öteye gidemem. Bu kadar yakınken, seni tekrardan bulmuşken senden gidemem." Gözlerimden yaşlar akıyor, içim kanıyordu.

Ama ben bu gece yapmak değil, yıkmak istiyordum.

"İstediğin kadar bekleyebilirsin." Bıçağı kalbinin içinde çevirdim. "Ama şu saatten sonra sen yoluna, ben yoluma."

'Ama şu saatten sonra sen yoluna, ben yoluma.'

"Ben senin uğruna ölürüm kurban olduğum. Sana ölürüm ama senden bir adım öteye gidemem." Gök büyük bir gürültüyle gürlediğinde, kendimi güçsüz ama bir yandan da hiç olmadığım kadar güçlü hissediyordum.

"Ben seni çok sevdim," dedi Mirza inler gibi. "Belki gittim ama kardeşim bildiğim adamın sözünün üstüne gidemedim." Duraksadığında yutkundu. Gözlerim yarasına düştü. Sargı bezi sırılsıklam olmuştu ve sanki hiç durmayacakmışçasına kanıyordu. Yarasına bakılması gerekiyordu. Şu durumda bile onu düşünen kendime kızdım. "Seni öldürdüm evet ama ben dört yılın her günü öldüm. Yaşayamadım, nefes alamadım. Aldığım her nefes kalbime battı benim. Sana gelmek için çıktığım her yolumda kendimi kaybettim. Bu ne kadar acı biliyor musun?" Benim acımı bana mı soruyordu. "Evini biliyorsun ama içeri girecek o adımı atamıyorsun. Sokağına geliyorsun, ama kurban olduğun dediğin kadına koşamıyorsun." Durdu. Sanki söyleyecek çok şeyi var ama bir o kadar da yok gibiydi.

"Sevdam her şeyden büyükmüş." Elini kalbine doğru götürdü. "Geç geldim affet."

Durdum. Uzun uzun baktım gözlerine. Ağzımı açıp tek kelime edemedim, sadece baktım.

Ve en sonunda gözlerimi gözlerinden ayıramadığımda, dudaklarımın arasından tek bir kelime döküldü. "Eyvallah."

Sadece eyvallah. Yıllar önce söylediğim sözlerin karşılığını tek bir eyvallaha sığdırmıştı. Ben de tek bir eyvallahlık kadar hatrı kalmıştı, onun karşılığını da bu gece ona vermiştim.

Sevdamızı sığdırdığı eyvallahın karşılığıydı bu eyvallah.

Söylediğim tek bir sözün Mirza'yı belki de hiç olmadığı kadar yıktığını hissettim. Onun da geçmişe gittiğini anladım. Kendisi buradaydı belki ama zihni beni bırakıp gittiği o gündeydi.

Gözlerine son bir kez baktığımda, onu ardımda bırakarak yürümeye başladım. "Affetmeyeceğim demiştim." Fısıltım havaya karışmıştı. Duymadı, duymasını da istemedim zaten.

Bu gece şu kalbimden sökülüp, giden bir şeyler olmuştu.

Sevdam sökülüp, gitmişti.

Sarsak adımlarımla yürümeye devam ettiğim sıra, kulaklarıma dolan büyük bir gürültüyle birlikte adımlarım duraksadı. Olduğum yerde öylece kalakaldım. Korku dolu gözlerimi Mirza'ya çevirdiğimde gördüğüm görüntüyle birlikte tüm kanımın çekildiğini hissettim.

Mirza boylu boyunca yerde yatıyordu.

Avazım çıktığı kadar, "Mirza!" Diye bağırdığımda yanına koşmaya başladım. Koşarken tam giyemediğim ayakkabılarım çoktan ayağımdan fırlamıştı bile.

"Mirza!" Diye tekrardan bağırdığımda sesim gök gürültüsüne karışmıştı. Yanına eğildiğimde, dizlerimi taşlarla dolu yere koydum. Batan taşları hissetsemde umursamadım.

"Mirza," dediğimde artık gözlerimden akan yaşları hissetmiyordum bile. Öylesine çok ağlıyordum ki... Gözümde yaş kalmamıştı artık.

Elimi, Mirza'nın yüzüne doğru uzattığımda yanaklarına koydum. "Mirza," dediğimde bu sefer bağırmamış, fısıldamıştım. Mirza sanki benim sesimi duymayı bekliyormuş gibi gözlerini hafifçe araladığında, "Kurban olduğum?" Dedi.

Kurban olduğum...

Ne durumda olursa olsun bana bu iki kelimeyi söylemekten asla vazgeçmiyordu. Yarası o kadar çok kötü durumdaydı ama onu umursadığı yoktu bile.

Onun tek umursadığı bendim.

Ben... Bir şey diyemedim, sustum ama o susmadı. Gök gürültüsüne karışan kısık, titrek sesiyle tek bir cümle söyledi:

"Ne olur affet."

*

Şimdi söz sizde. Aşağıda istediğiniz kısma yorumunuzu bırakabilirsiniz. Bugünlük siz Mihran olun^^

•Affet?

•Affetme?

Evet, nasıl buldunuz bakalım?

Bu yüzleşmemizin ilk kısmıydı, devamı gelecek^^ Hikâyemiz daha yeni başlıyor.

Bir çoğunuzun Mirza'nın gidiş nedenini tahmin ettiğini biliyorum. Ama unutmayın tahmin etmenizi istemeseydim size giriş kısmında Serhat'ın odasına girdiği sahneyi zaten vermezdim:))

Ve şimdi size bir sorum olacak. Ben giriş kısmını (yani Mirza'nın gittiği kısmı) Mirza'nın ağzından anlatan bir bölüm yazmak istiyorum. Ama bunu yaparsam bölüm akışımız aksayacak. O yüzden şimdi size soruyorum.

•Mirza'nın ağzından bir bölüm mü?

•Normal akışında olan bölümlerimiz mi?

Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro