8.Bölüm: "Patlama"
#Melike Şahin - Tutuşmuş Beraber
#Çağan Şengül - Canım Yanıyor
Twitter: kendince_yazar0 (#Visal)
Yorumlarınızı benimle paylaştığınız, yanımda olduğunuz, beni yalnız hissettirmediğiniz için çok teşekkür ederim. İyi ki...💙
Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰
Bu güzel çalışmalar canım Sena'mdan. Çok teşekkür ederim Sena'm💙 senasnepenthe
*
Mirza'nın kolunda gördüğüm kanla birlikte kalbim korkuyla atmaya başladığında, "Bu..." dedim, ama konuşamadım.
Mirza gözlerini baktığım yer olan koluna çevirdiğinde, kaşları çatıldı, gözleri kısıldı. "Bu..." dedim tekrardan. "Bu kan." Sanki ilk defa kan görüyor gibi davranmıştım. Ki bir hemşirelik öğrencisiyken. Ama her ne kadar itiraf edemesemde konu oyken, benim için her şey değişiyordu.
"Sen yaralandın mı?" Dediğimde elimi, Mirza'nın koluna doğru uzattım. "Sen... kan bu... yaralandın?" Doğru düzgün konuşamıyordum bile.
Tam kolundaki kana dokunacağım sıra Mirza hızlı bir şekilde geriye doğru çekildi. "Dokunma!" Dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı. Kaşlarım çatıldı.
"Dokunma ne ya?" Diye çıkıştığımda tekrardan dokunmaya çalıştım ama izin vermedi.
"Benim kanım değil." Mirza'nın üzerine basa basa söylediği şeye anlam veremediğimde, "Nasıl?" Dedim. Kolu kana kaplanmıştı ve benim kanım değil diyordu.
"Nasıl?" Diye yineledim sorumu.
Mirza tekrardan, "Benim kanım değil," dediğinde gözlerini kolundaki kana doğru düşürdü. Yüzünü sanki iğreniyormuşçasına buruşturduğunda, korkuyla tuttuğum nefesimi bıraktım. Onun değildi.
Ama onun değilse kimindi?
"Kimin kanı?" Dediğimde sesim titrek bir şekilde çıkmıştı. Alacağım cevaptan korkuma kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı.
Mirza, "Birisini vurdum," dediğinde yüzünü buruşturdu. "Bir şerefsizi vurdum." Diyerek yeniledi sözlerini. "Ve yine aynı şerefsizi hastaneye yetiştirmeye çalıştım. Ve bu kan o şerefsizin." Bu kadar uzun bir açıklama beklemediğinden dolayı şaşırsamda belli etmedim.
"Ve sen..." dedi Mirza üstüne basa basa. "O şerefsizin kanına asla dokunamazsın." Gerçekten şu an bunu mu düşünmüştü? Ben, onun için burada korkmuştum ve onun düşündüğü şey buydu.
"Pes," dedim şaşkınlıkla. Üstüne diyecek başka bir şey bulamamıştım. Yani olmadık zamanlarda öyle şeyler diyordu ki... Dilim lal olup çıkıyordu.
Mirza ne kolundaki kanı ne de benim söylediklerimi ufacıkta olsa umursamadığında, "Dolanma böyle!" Dedi. Gözleri üzerimde dolaşıyordu. "Geç eve." Hasta.
"Sana ne?" Diye cırladım birden. Cırlamamla birlikte Mirza'nın yüzü hafifçe buruştuğunda, kaşlarım çatıldı. Hem beni cırlatıyor hem de cırtlak sesimden rahatsız olup yüzünü buruşturuyordu.
Suratsız.
Sinirli bir nefes alıp verdiğimde, daha fazla Mirza'yla uğraşmamak adına hızlı bir şekilde yanından geçerek bakkala girdim. Ama tabii ki Mirza'da peşimden girdi. Onu umursamamaya çalıştığımda hemen iki ekmeği alıp, poşete koydum.
Arkamda dolanıp duran Mirza'nın ne yapacağını anladığımda, "Sakın!" Diye tısladım dudaklarımın arasından. Aklı sıra yine dün akşam yaptığı gibi paramı ödemeye çalışacaktı ama o bir kez olurdu. Ki dün akşam bile parasını vermiştim ona.
Elimdeki bozukluk paraları bakkaldaki Melih'e uzattığımda, Melih hemen aldı. "Görüşürüz Melih..." dediğimde hemen bakkaldan çıktım. Mahallede yürümeye başladığımda hemen arkamdan gelen adım seslerini hissedebiliyordum. Mirza bastığı yeri inletiyordu sanki. Öyle sert basıyordu ki... Onun olduğunu anlamamam imkânsız gibi bir şeydi yani.
"Dolanıp durma peşimde," dedim. Aramızdaki mesafe az olduğu için duyduğunu biliyordum. "İnsanlar yanlış anlayacak."
"Başlayacağım insanlarına," dedi Mirza peşimden gelmeye devam ettiğinde. "Ne anlayacaklarmış lan?" Kaba...
Güldüğümde, "Ne anlayabilirler acaba?" Dedim. Yürümeye devam ediyordum ve evimize az bir mesafe kalmıştı. Gözlerimi Mirza'ya çevirdim. Tek kaşım sinsi bir şekilde yukarıya kalktı. "Tabii ki de senin köpek gibi peşimden koştuğunu anlayacaklar." Söylediklerimden sonra Mirza'nın yüzü kızarıp, bozardığında onu umursamadan merdivenleri çıktım.
"Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından. Sanki beni yılan gibi sokacaktı ha. Gerçi ona yılan demem az kalırdı. Anakondaydı o.
Mirza'yı hiç umursamadan evimin kapısını açtığımda, içeri girdim. Kapıyı hızlı bir şekilde çarptığımda bunu tabii ki de Mirza'ya gıcıklığına yapmıştım.
Sabah sabah karşıma çıkmış ve yine beni sinir etmeyi başarmıştı. Sinir etmekle de kalmamış beni fazlasıyla korkutmuştu. Bir de daha peşimde dolanıp duruyordu.
Ofladığımda ayakkabılarımı çıkardım. Mutfağa girdiğimde, annemi tezgâhın önünde bir şeylerle uğraşırken buldum.
"Günaydın," dediğimde benim varlığımı fark etti ve bana doğru döndü.
"Kız!" Dedi âdeta cırlayarak. "Sen bunları ocakta bırakıp dışarı mı çıktın?"
"Evet," dedim sakince. "Ekmek almaya gittim."
Annem, "Patatesler yanmış yanmış," dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Belki dışarıda Mirza'yla oyalanmıştım ama kısık ateşte bırakıp gitmiştim. Ki patatesleri yakacak kadar da oyalanmamıştım yani.
Ocağın yanına gittiğimde annemin yanmış (!) dediği patateslere baktım. Tabii ki de yanmamışlardı, sadece annemin abartmalarıydı.
"Yaşın ilerledikçe gözlerinin çözünürlüğü düşüyor herhalde anneciğim. Ee çok normal tabii. Ama bu patatesler yanmamış." Söylediklerimden sonra annemin öfkeden kızaran suratını umursamadan, yanından geçip, patatesleri tabaklara doldurdum.
Ama hâlâ arkamdan söylenip duruyordu. Yüksek ihtimalle üç, beş saat geçse bile söylenip duracaktı.
Babam, mutfaktan içeriye girdiğinde, "Günaydın kızım," dedi. Hafifçe güldüğümde, "Günaydın babacığım," dedim.
Annem, "Ben de buradayım Mehmet..." dediğinde, güldüm.
"Seni sabah gördüm ya hanım," dediğinde babam çoktan sofraya oturmuştu bile. Gülmemek için kendimi zor tuttuğumda, annem tabii ki de kendi kendine söylenmeye başladı.
Aradan geçen dakikaların ardından kahvaltımızı yaptığımızda, babam işe gitmek için evden çıkmıştı. Annem içeri geçtiğinde, ben de masayı toparlamaya başladım.
Bugün cumartesi olduğundan dolayı ne okulum ne de stajım vardı. İki gün boyunca evdeydim ve KPSS'ye çalışacaktım. Evet, kesinlikle ders çalışacaktım. Aklımı toplayacak ve adam gibi çalışacaktım.
Mutfağı toplama işini bitirdiğimde, kendime ders çalışırken yemek için atıştırmalıklar hazırlamaya başladım. Yüksek ihtimalle bunları yemeden adam akıllı ders çalışamayacaktım ama olsundu.
Hazırladığım tepsiyi elime aldığımda, "Ben ders çalışacağım," diye bağırdım. Annemden herhangi bir ses çıkmadığında, gözlerimi salona doğru çevirdim. Annem dizi izliyordu ama o nasıl dizi izlemekti öyle? Neredeyse televizyonun içine girecekti. Bir de garip garip diziler izliyordu. Bu izlediği de herhalde Kanal 7'de yayınlanan Hint Dizisi falandı.
Annemin, dizi izlemekten bana cevap vermeyeceğini anladığımda, hemen odama çıktım. Elimdeki tepsiyi masamın üzerine koyduğumda, masamın başına oturdum. Matematikte problemlerde pek iyi değildim ve biraz problem çözecektim.
"Hadi bismillah," dediğimde önümdeki neredeyse yarım sayfa olan problemleri çözmeye başladım.
Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere devrildiğinde elimdeki kalemi masamın üzerine fırlattım. Kalemi tutan parmaklara kalemin izleri çıkmış, boynum feci bir şekilde ağrımaya başlamıştı. Ellerimle boynumu ovaladığımda, sandalyeden kalktım. Saatlerdir şu masanın başında ders çalışmıştım.
Yatağımın üzerindeki telefonumu elime aldığımda, odamda hafifçe turlamaya başladım. Bacaklarım bile uyuşmuştu. Telefonumu açtığımda ekranda gördüğüm mesajlarla birlikte WhatsApp'a girdim. Gördüğüm grupla birlikte kaşlarım hafifçe çatıldı. Yeni açılmış bir gruptu ve adı garipti.
'Bim bam bom evleniyorum aa dostlar, çatlasın düşmanlar'
Böyle grup ismi mi olurdu ya? Grubu tabii ki de Sezin abla açmıştı, Dila ve Çiçek'de vardı.
Sezin abla: Bim bam bom evleniyorum aa dostlar
Dila: Abla bu kadarı az olmuş alnına yazıp gez sen
Sezin abla: Çatlasın düşmanlar, sıçanlar, yılanlar
Dila: Ne kıskanacağım sizi be
Ay bu birden niye böyle yükseldi ki?
Sezin abla: (Görsel)
Sezin abla: Geceleri ağlayarak günlüğüne yazdığını bilmesem
Dila: Ayıp abla ayıp
Dila: Günlüğümü falan ne diye karıştırıyorsun şimdi hhahahaasd
Bunlar ne içip ne yiyorlardı acaba ya? Şu kafaya ulaşmak, şu kadar hayat dolu olmak için ne yapmam gerekiyordu ki?
Siz: Grubun kuruluş amacını alabilir miyim?
Sezin abla: Şimdi şöyle ki Mihran hanım
Sezin abla: Kızım sen dalga mı geçiyon bizlen?
Sezin abla: Alay mı ediyon?
Sezin abla: Şöyle bir grubun amacı ne olabilir?
Ben ne demiştim sanki canım?
Dila: GOYGOY ÖĞRETMENİM
Sezin abla: Otur sıfır
Ya sabır.
Kesinlikle komik değillerdi. Şimdi gruptan da çıkamazdım ki. Hem ayıp olurdu hem de Sezin abla ve Dila'nın çenesini çekmek istemiyordum. Biraz böyle dursun, artık hemen sessize alırdım.
Sezin abla: Kız bana bak sakın gruptan neyim çıkayım deme
Sezin abla: Düğünümü konuşacağız burada
Sezin abla: Malum ben EVLENİYORUM DA
Sezin abla: Vallah çıkarsan döverim seni
Kesinlikle yapardı.
Çiçek: (Görsel)
Çiçek: İki dakika telefonu elime aldım. Gruplar kurulmuş, mesajlar yığılmış
Çiçek hafta sonu çalıştığı için anca müsait olduğu zaman telefona bakabiliyordu. Tabii kız bizim kadar boş değildi. O da haklı yani şimdi.
Siz: Çok mu yoğun kafe?
Çiçek: Yav he
Çiçek: Su içmeye bile buraya geliyorlar
Çiçek: Be allahın kerizleri
Çiçek: Allah*
Çiçek: Ay içim rahat etmedi
Dila: Anlık Çiçek
Dila: (Görsel)
Dila: hhahahaasd
Tövbe tövbe.
"Mihran, kızım." Annemin bağıran sesi kulaklarıma dolduğunda, "Efendim?" Diye bağırdım. Ama tabii ki de odadan odaya anlaşamayacaktık. Elimdeki telefonumla birlikte odamdan çıktığımda, merdivenlerden indim. Annem salonda gözükmüyordu. Yüksek ihtimalle mutfaktaydı.
Mutfağa girdiğimde gördüğüm annemle birlikte, "Efendim anne?" Dedim. Tezgâhın önünde yine bir şeylerle uğraşıyordu.
"Kız, ilk bağırışımda geldin ya. İlk defa beni evin içinde böğürtmedin." Ay ne kadar komik anlatamam.
"Bir şey mi oldu anne?" Dedim sadece. İnşallah çok saçma bir şey için beni çağırmamıştır yani. Bir defasında odamdan beni, 'İsmail YK' şarkısı açtırmak için çağırmıştı ve o günden beri annemin çağırışlarına pek güvenmiyordum.
"Akşama Asiye'ler yemeğe gelecek. Her şeyi hallediverdim. Bir tatlıyla, salata kaldı. Onlar da artık zahmet olmazsa elinden öper." Annemin söyledikleriyle birlikte kaşlarım çatıldı. Zaten her gün birlikteydik. Şimdi ne gerek vardı yani böyle? Ama tabii bunları anneme diyemedim.
"Zahmet olur ama neyse," dediğimde dolaba doğru ilerledim. Salata malzemelerini çıkarıp ısladığımda, gözlerimi ocağın üzerindeki tencerelerde gezdirdim. Annem baya döktürmüştü.
"Tatlı ne yapayım?" Bir de böyle sanki yapabilecekmiş gibi soruyordum. Bildiğim tatlı sayısı bir elimin parmağını bile geçmiyordu.
"Sütlaç yap," dedi annem ve peşinden de ekledi: "Hem Mirza oğlum da seviyor."
Hay senin Mirza oğluna...
Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda sütlacı yapmaya başladım. Evet, Mirza sütlacı çok severdi. Onun öyle şerbetli tatlılarla pek arası yoktu. Gerçi tatlılarla doğru düzgün arası yoktu ya neyse.
Aradan geçen saatlerde sonunda salata ve sütlacı yapabildiğimde, kendimi pestilim çıkmış gibi hissediyordum. Salondaki masayı hazırlamaya başladığımda, çalan kapının ziliyle birlikte duraksadım. Annem birden oturduğu yerden fırladığında, "Ay benim ahiretliğim gelmiştir," diye âdeta cırladı. Ay sanki aylardır görüşmüyordular. Ne bu hareketler böyle yani?
Dila ve Asiye teyzeyi gördüğümde, "Hoş geldiniz!" Dedim. Aslan amca yüksek ihtimalle işteydi ve sonradan gelecekti.
Asiye teyze, "Hoş bulduk kızım," dediğinde sesi sanki içine kaçmış gibi çıkmıştı ama bunu umursayamadım.
"Hoş bulduk, hoş bulduk," diyen Dila hemen yanıma geldiğinde, "Yardım edilecek bir şey var mı?" Dedi. Valla ne yalan söyleyeyim şaşırdım. Dila ve bana yardım etmek?
"Yok..." dedim sadece. "Her şey hazır. Masayı kuracağım sadece." Mutfağa ilerlediğimde, Dila'da peşimden geldi. Galiba Dila'ya güncelleme gelmişti ve bu güncellemenin adı da; Mirza'ydı. Yoksa bu hareketlerinin başka açıklaması olamazdı yani.
Dila ile birlikte masayı kurduğumuzda, kapının zil sesi çaldı. Hemen kapıyı açtığımda karşımda babamı ve Aslan amcayı gördüm.
"Hoş geldiniz," dediğimde hemen dolaptan terlikleri çıkarıp önlerine koydum. İkisi de "Hoş bulduk," diyerek geçtiklerinde, giriş katta bulunan lavaboya doğru ilerlediler.
Onları beklememin doğru olmayacağını düşündüğümde, içeri geçtim. Annem ve Asiye teyze salonda oturmuş fısır fısır dedikodu yapıyorlardı. Sorsak onlar dedikodu nedir bilmezlerdi yani.
Asiye teyze, "Dila, abini ara bir neredeymiş öğren bakalım," dediğinde Dila telefonunu cebinden çıkardı.
Aklına daha yeni gelmiş gibi, "Aa dakikam bittiydi benim," dediğinde Asiye teyzenin kaşları çatıldı.
"Kızım, biz senin paketini daha yeni yenilemiştik ya. Ne yaptın sen bu dakikaları? Yedin mi yavrum?" Maşallah annelerimiz espri düzeyine de diyecek bir şey bulamıyordum yani.
Dila, "Aman anne ne yapacağım sanki? Sezin ablayla konuştuk işte," dediğinde gözlerini bana çevirip bakmaya başladı. Ne? Bu neden bana bakıyordu? Dila'nın yüzü birden güldüğünde o küçük aklından bir şeyler geçtiğini anlayabilmiştim.
Asiye teyze, "Hay allah ben de telefonumu evde bıraktım," dediğinde Dila, "Mihran arasın hemen işte," dedi. Ne? Kaşlarım anında çatıldığında dik dik Dila'ya baktım. Zaten o gözlerini bana çevirip bakmasından, yüzünün birden gülmesinden belliydi böyle bir şey diyeceği.
Asiye teyze kararsız bir şekilde yüzüme bakmaya başladığında annem, "Ara kızım Mirza abini..." dedi.
Mirza abini...
Hay Mirza abime... Ne abi ne abiydi yani.
Oflamamak için kendimi zor tuttuğumda, dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Böyle hepsi yüzüme bakınca da bir şey diyemiyordum ki.
Başka bir şansımın olmadığını fark ettiğimde, telefonumu elime aldım. Mesajlardan Mirza'nın numarasını bulduğumda gözlerimi Dila'ya çevirdim. Kendimden arayıp, ona verebilirdim.
Dila'ya bakmamla birlikte Dila gözlerini hemen benden çektiğinde, "Ay..." diye cırladı. "Hadi be kazanmam gerekiyor." İçin için ofladım. Bilerek yapıyordu. Oyun oynadığı falan yoktu, sırf Mirza'yı benim aramam için yapıyordu. Belki de dakikasının bittiği falan da yalandı. Valla Dila'dan her şeyi bekliyordum artık.
Numaranın üzerine tıkladığımda, telefonu kulağıma götürdüm.
Mirza telefonu, "Kurban olduğum?" Diyerek açtığında sesinden akan şaşkınlığını fark edebilmiştim. Yüksek ihtimalle onu aramamı beklememişti. Ki beklememesi de normaldi. "Sen, beni aradın?" Hâlâ şaşkındı.
"Yemeğe gelecek misin Mirza abi?" Dediğimde sesimi düz bir şekilde tutmak için çabalamıştım. Ama onu duymazdan gelmek o kadar zordu ki...
"Mirza abi mi?" Şaşkınlığı gitmiş yerine siniri gelmişti. Ona her 'Mirza abi' dediğimde kuduruyordu. "Te allam ya, te allam ya." Kendi kendine söyleniyordu. "Başlayacağım artık abine de, kendime de."
Sanırsınız ali kıran baş kesendi.
"Yemeğe bekliyoruz," dediğimde onun söylediklerini duymamazlıktan gelmiştim. Aslında sinirimden kuduruyordum ama annem ve Asiye teyzenin bakışları altında hiçbir şey yapamıyordum.
Mirza, "Bekliyor musun gerçekten?" Dediğinde sesinden bana gelen o ihtiyaçlığı hissedebilmiştim. "Keşke beklesen." Başımı yere doğru eğdim.
"Gelecek misin?" Dedim sadece.
"Gelmemi ister misin?" Sanki gelmek için benim 'gel' dememi bekliyor gibiydi. Ama daha çok beklerdi. Gelesi varsa gelirdi ona asla 'gel' demezdim.
Annemin, "Gelecek miymiş kızım?" Diyen sesini duyduğumda gözlerimi onlara doğru çevirdim. Asiye teyzeyle birlikte salonda oturuyorlardı. Cevap bekler gibi yüzüme bakıyorlardı ama benim, onlara verecek bir cevabım yoktu.
"Gelecek misin?" Diyerek sorumu tekrarladığımda, içimden Mirza'ya saydırmamak için kendimi zor tutuyordum. İlla her şeyi zora sokuyor, uzattıkça uzatıyordu. Hayır yani Asiye teyze bana baktıkça kendimi sanki diken üzerindeymiş gibi hissediyordum.
"Geliyorum," dediğinde Mirza peşinden de ekledi: "Sen beni çağırırsın da ben gelmez miyim kurban olduğum?" Kalbim zamansız bir şekilde tekledi. Elim ayağım garip bir şekilde birbirine dolaştığında, yapabileceğim en iyi şeyi yaptım.
Telefonu Mirza'nın suratına kapattım.
Annem ve Asiye teyzenin bana olan bakışlarını fark ettiğimde hemen kendimi toparladım. "Geliyormuş," dediğimde hızlı bir şekilde mutfağa geçtim. Sandalyeyi çekerek oturduğumda, bacaklarımı kendime doğru çektim. Asiye teyzeyle aynı ortamda olmak bile birden beni germeye başlamıştı. O yüzden en iyisi, yemeğe başlayacağımız vakte kadar böyle oturmaktı.
Öylece oturmaya devam ettiğim sıra titreyen telefonumu hissettiğimde, elime aldım. WhatsApp'tan mesaj gelmişti. Ve mesajlar Behlül'den gelmişti. Kim bilir yine ne saçmalamıştı?
Behlül: Yarın büyük gün biraderim
Behlül: Çok büyük gün
Ne? Okuduğum mesajlarla birlikte kaşlarım çatıldı. Yarın bir şey vardı da ben mi bilmiyordum acaba?
Siz: Ne?
Behlül: Çok büyük gün çok
Siz: Neyden bahsediyorsun?
Behlül: Yazıklar olsun sana
Behlül: Senden böyle bir şeyi hiç beklemezdim biraderim
Behlül: Sen nasıl unuttun?
Yahu ben ne yapmıştım böyle? Yaptığım şeyden kendimin bile haberi yoktu. Behlül'e cevap vermediğimde telefonumu kapatarak hırkamın cebine koydum. Hemen peşinden de çalan kapıyla birlikte oturduğum yerden kalktığımda, kapıya doğru ilerledim. Şu evde benden başka bir allahın kulu kalkıp şu kapıyı açmazdı. Gerçi pardon gelen Mirza ise annem başta koşarak açardı.
Açtığım kapıyla birlikte gözlerim Mirza'nın gözleriyle birleştiğinde, "Hoş geldin," dedim. Ama daha çok ağzımın içinde mırın kırın etmiş gibiydim.
Mirza ayakkabılarını çıkardığında, dolaptan terlik çıkararak hemen önüne koydum. Dudakları belli belirsiz bir tebessümle kıvrıldığında, "Çok hoş buldum," dedi. Benim aksime sesi net bir şekilde çıkmıştı.
Çok hoş buldum...
Mirza elinde şimdiye kadar görmediğim keki bana doğru uzattığında, gözlerim eline düştü. Kekstra almıştı. Şaşırmıştım ve şaşkınlığımı belli etmemek için kendimi zor tutuyordum. Dudaklarım aralandı ama ne diyeceğimi bilemedim ve geri kapandı. Benim için kek almıştı. Beni düşünüp almıştı. Kalbim tekledi.
Ah be kalbim... Biz akıllanmayız kalbim.
Mirza'nın, "Almayacak mısın?" Diyen sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrılarak gözlerimi, gözlerine doğru çevirdim. Başını yanına düşürmüş bir şekilde bana bakıyordu. "Sen seversin." Öyle masum bir şekilde söylemişti ki...
Alıp almamak arasında kaldığımda, elimi eline uzattım. Bu hareketimle birlikte yorgunluktan düşmüş olan gözleri birden parladı.
Keki elinden aldığımda, "Yemekten sonra ye ama," dedi. "Tıkamasın şimdi." Bir şey demedim, hafifçe başımı salladım.
Gözlerimi Mirza'dan ayırdığımda onun etkileşim alanından çıkmak için hemen mutfağa geçtim. Gözlerim elimde tuttuğum keke düştüğünde, dudaklarım belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı. Ama bu çok kısa sürdü. Kendimi hemen toparladığımda, elimdeki keki çekmecenin içine attım.
Yani sırf öyle elinde kalmasın diye almıştım. Kesinlikle yiyeceğimden değil. Zaten evde kutuyla kekstra vardı, yiyecek olsam onlardan yerdim.
"He he..." dediğimde elimi, kafama götürüp vurdum. Ben anca böyle kendimi avuturdum. Kendi kendime sinirlendiğimde, ofladım. Ama şimdi böyle sinirlenmemin sırası değildi, çünkü; içeride yemek bekliyorlardı.
Ocağın üzerindeki çorba tenceresini elime aldığımda, derince bir nefesi içime çektim. Ellerim birden terlemeye başlamıştı.
Tekrardan içeri geçtiğimde, "Yemek hazır," dedim. Babam ve Aslan amca hemen sofraya geçtiklerinde, annem ve Asiye teyzede dedikodularına ara vererek geçtiler.
"Getirilecek bir şey kaldı mı?" Diyen Dila'ya karşılık başımı olumsuz anlamda salladım. Her şey gelmişti işte. Dila'da yerine oturduğunda çorbaları kaselere doldurmaya başladım.
"Mirza oğluma bakıver kızım," diyen annemle birlikte kaşlarım çatıldı. Ben bu koca adamın bakıcısı mıydım ya? Bakacakmışmışım. Kocaman adamdı. Ben onun neyine bakayım?
Mirza'nın, "Geldim teyzem..." diyen sesi aramıza düştüğünde, annemin yüzü keyifle gülümsedi. Mirza yanımdan geçerek Dila'nın yanına oturduğunda, çorba kasesini önüne koydum. Bana oturacak tek bir yer kalmıştı. O yer de Mirza'nın yanıydı. İstemeyerekte olsa Mirza'nın yanına oturdum.
Babam, "İşlerin nasıl oğlum?" Dediğinde sonunda yemeğe başlayabilmiştik. "Yoğunsun herhalde. Göremiyoruz seni." Gerçekten mi baba ya? Neredeyse her akşam onlarda oluyorduk ve babam gelmiş göremiyorum diyordu.
"Öyle Mehmet amca," dedi Mirza. "Son zamanlarda fazla yoğunuz."
"Eee..." dedi Aslan amca. "Bu dünyanın pisliği bitmez." Gerçekten de öyleydi. Bir yer temizlense, diğer yer çıkardı. Ama yine de kurtarabildikleri, dokunabildikleri her hayat birer umuttu işte.
"Ah ah..." dedi Asiye teyze oldukça içli ve yersiz bir şekilde. Hepimizin gözleri ona döndü. "Bir de evlenebilseydin oğlum. Böyle ailemize, sana yakışacak birisiyle. Huyu huyuna benzeyen..." Asiye teyzenin sesi, Mirza'nın elindeki kaşığı masanın üzerine sert bir şekilde koymasıyla kesildi.
Asiye teyzenin amacını gerçekten anlamamıştım. Bunu neden benim yanımda yapıyordu? Bildiği hâlde böyle yapması...
"Mesela?" Dedi Mirza sertçe. "Bu kadar konuştuğuna göre illaki birisini düşünmüşsündür anne?" Asiye teyzenin yüzü birden güldüğünde safça, "Düşündüm tabii oğlum..." dedi. "Düşünmez olur muyum hiç?" Mirza yüzüne cevap beklercesine bakmaya başladı.
"Şu Ahsen kızım diyorum. Hanım hanımcık, düzgün, tam ailemize layık oğlum. Hem tanıdığın da birisi." Asiye teyzenin söyledikleriyle birlikte masanın altında duran elimi yumruk yaptım. Tırnaklarım, derimin içine geçmişti ama acısını hissetmiyordum bile.
Gözlerimi yemeğimden kaldırıp Asiye teyzeye doğru çevirdim. Gayet keyifli bir şekilde Mirza'ya bakıyordu. Gülmek istedim ama şu an gülemeyecek kadar doluydum. Mirza'nın beni sevdiğini biliyordu ama buna rağmen, bunları yapıyordu. Ama zaten dün gece Ahsen'e olan bakışlarından anlamıştım böyle bir şey yapacağını. Ki bu duruma hiç şaşırmamıştım.
Bu sefer gözlerimi yanımda oturan Mirza'ya çevirdim. Kaşları çatık bir şekilde Asiye teyzeye bakıyordu. Mirza olduğu yerde resmen genişledi. Sağ elini masanın üzerine yumruk yapıp koydu. Sinirlendiğini anlayabilmiştim ve bu içten içe beni mutlu etti. Aslında böyle olmamam gerekiyordu ama içimden gelen bir istekle engel olamıyordum işte.
Mirza, "Anne!" Dedi. "O düşündüklerini şimdi hemen aklından at. Sakın o kızın aklına da öyle şeyler sokma!" Sanki Ahsen'in aklında hiç öyle şeyler soktu ya...
Oturduğu yerden doğruldu, kolu koluma sürtündü. "Ben," dedi Mirza ve duraksadı. Gözleri kısa bir an için gözlerime düştü. Ama hemen geri çekti ve gözleri tam karşısındaki bir noktada takılı kaldı. Tam ünitenin üzerinde abimle, benim bir fotoğrafımıza vardı ve ona bakıyordu. Soluk alıp verdiğimde omuzlarım düştü.
Ve Mirza gözlerini o fotoğraftan ayırmadığında, âdeta kelimelerin üzerine basa basa, "Ben kendi gelinimi seçtim," dedi. Olduğum yerde titrediğimi hissettim. Masada bir sessizlik oluştu, kimse bir şey diyemedi.
Mirza, "Ellerinize sağlık," dediğinde gerisin geri dönerek, arka bahçeye çıktı. Masada hâlâ bir sessizlik vardı ve bu sessizliği Aslan amca bozdu. "Yaptığın iş miydi şimdi hanım?" Dediğinde sesi kızgın bir şekilde çıkmıştı. "Sırası mıydı bu konuların? Ağzımızın tadıyla yemeğimizi yiyorduk ne güzel."
Babam, "Gel Aslan içeri geçelim biz," dediğinde Aslan amcayı yerinden kaldırdı. Daha fazla tatsızlık çıkmasın diye yapmıştı bunu. Babam ve Aslan amca içeri geçtiklerinde, Annem, "Üzülme Asiye'm..." dedi. Evet, Asiye teyze fazlasıyla üzülmüştü. Özellikle de Mirza'nın ona öyle çıkışmasına...
Asiye teyze, "Kötülüğüne bir şey mi dedim ben onun?" Dediğinde gözlerini bana doğru çevirdi. Kaşları çatık bir şekilde bana bakmaya başladığında, başımı yere doğru eğdim. Gerçekten artık hiçbir şeye anlam veremiyordum.
Annem, "Üzülme sen üzülme," dediğinde Asiye teyzenin yazma örtülü başını okşadı. "Hem duymadın mı bak, çocuk gelinimi seçtim diyor. Demek ki başkası var." Annemin söylediği şeyle birlikte tepki vermemek için kendimi zor tuttuğumda, oturduğum sandalyeden kalkıp hemen masayı toplamaya başladım. Dila'da benim peşimden kalktığında eline tabakları aldı.
Dolu olan ellerimle mutfağa girdiğimde, hemen çay suyunu koydum. Adam gibi yemek yiyememiştik, inşallah çayımızı içebilirdik.
"Üzülme sen," diyen Dila'nın sesini duyduğumda başımı hemen olumsuz anlamda salladım. "Üzülmüyorum." Sonuçta ortada benlik bir durum yoktu.
Tekrardan içeri geçtiğimde masada kalanları toplamaya başladım. Annem, "Mihran tatlıları da koy kızım," dediğinde başımı salladım. Sonrasında zaten hemen Asiye teyzeye dönüp onunla konuşmaya başlamıştı.
"Ahiretliğim genç bu çocuklar. Biraz kendi hallerine bırakmak gerekiyor." Ne? Bunu diyen gerçekten benim annem miydi? Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, anneme baktım. Benim her şeyime karışan annem, Asiye teyzeye akıl veriyordu.
Dila kulağıma eğildiğinde, "İkisi de birbirinden beter, anca birbirlerini pohpohluyorlar," dedi. Kendimi tutamadığımda güldüm. Gerçekten de öyleydi.
Gözlerim birden Mirza'nın gözleriyle birleştiğinde, yüzümdeki gülüşüm tıpkı bir çiçeğin soluşu gibi soldu. Bahçede sigara içiyordu. Sigarasından derince bir nefesi içine çektiğinde, dumanını gözlerimin içine baka baka havaya bıraktı. Başımı olumsuz anlamda salladığımda, gerisin geri dönerek mutfağa geçtim.
Peşimden gelen Dila, "Ne olacak sizin bu haliniz ya?" Dediğinde hızını alamamış olacak ki; elindeki bardakları tezgâhın içine fırlattı. Gözlerim kocaman olduğunda hemen bardaklara baktım. Kırılmamışlardı.
"Vallahi kırılsaydı sana dip köşe temizletirdim buraları," dediğimde duraksadım. "Ayrıca neyden bahsediyorsun sen? Bizim bir şeyimiz falan yok." Anlamamazlığa yatmak mı? En sevdiğimdi.
"Aynen aynen," dedi Dila. "Valla sizin aşkınız yüzünden ben depresyona girdim. Abim, evde canımı okuyor. YouTube'a tam bir haftadır video atamıyorum ya." Aman ne büyük dertti. "Konuş abimle, beni bir salsın ne olur."
"Dila..." dedim. "Senin dertlerin benim umurumda gibi mi gözüküyor?"
Dila, "Bana hatırlat!" Dediğinde işaret parmağını bana doğru sallamaya başladı. "İleride yengem olduğunda, sana çok pis görümcelik yapacağım. Cellatın olacağım kızım senin." Dila'nın gülerek söylediği şeylere ben asla tepki vermedim. Öyle bir şey olmayacağı için, sorun da yoktu.
Sütlaçları tepsiye dizdiğimde, yanına da doldurduğum çayları koydum. Dila başımda öylece bekliyor, can alıcı gibi bana bakıyordu. Tam tepsiyi elime alacağım sıra Dila'nın, "Anne..." diyen sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi onlara doğru çevirdim. Asiye teyze gelmişti.
"Bir şey mi istedin anne?" Asiye teyze, Dila'yı hiç umursamadığında, "Dila sen bir çık kızım," dedi. Dila gözlerini, Asiye teyze ve benim aramda dolaştırmaya başladığında, ben ne tepki vereceğimi bilememiştim. Benimle konuşmak istiyordu.
Dila, "Anne, abimi biliyorsun..." dediğinde sesi kararsız bir şekilde çıkmıştı. Ama Asiye teyze, Dila'ya öyle bir baktı ki, Dila hemen mutfaktan çıktı. Hain. Beni bırakıp kaçmıştı resmen.
Asiye teyzeyle mutfakta baş başa kaldığımızda, ne yapacağımı bilememiştim. Mirza hakkında konuşacağımızı biliyordum ve hiç konuşmak istemiyordum.
Asiye teyze yine sözlerine, "Kızım seni severim," diye başladığında gözlerimi ona doğru çevirdim. Bu cümleden sonra gelecek bir amayı bekliyordum. "Ama yapma yavrum. Uzak dur Mirza'dan. Çocuğumun içindeki ateşi harlama." Asiye teyzenin söylediklerinden sonra tırnağımı etimin içine hızlı bir şekilde geçirdim. Durdum. Sakinleşmeye çalıştım. Neden herkes benim üzerime geliyordu ki?
"Asiye teyze sen olayı çok yanlış anlamışsın," dediğimde duraksadım. Böyle bir giriş yapmamı beklemeyen Asiye teyze şaşırmıştı. "Ben, Mirza'dan zaten uzak duruyorum. Sen, Mirza'yı benden uzak tutacaktın. Ama gördüğüm kadarıyla onu da yapamıyorsun. Malum Mirza her an dibimde." Asiye teyzenin dudakları aralandı, sonra geri kapandı. Tezgâhın üzerindeki tepsiyi elime aldığımda, mutfağın kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Gözlerim Asiye teyzenin arkasından Mirza'nın gözleriyle birleşti.
"Ne oluyor burada?" Dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı. Yüksek ihtimalle Dila hemen gidip Mirza'ya söylemişti. Şaşırmamıştım söylemesine. Gözlerimi ondan çekerek tekrardan Asiye teyzeye çevirdim.
Doğrudan Mirza'ya bakıyordu ama onun gözlerinin içinden geçen korkuyu fark edebilmiştim. Bir de bu yaşadıklarımız, tam az önce yaşadıklarımızın üzerine gelmişti. Mirza sinirli bir adamdı, biliyordum. Sinirlendiği zaman dilinin ayarı olmaz, gözü kimseyi görmezdi. Bu yaşadıklarımızın üzerine gözü Asiye teyzeyi bile görmezdi.
Tepsiyi tutan ellerim titrediğinde Asiye teyzeye sadece tek bir cümle söyledim: "Kimsenin ateşinde gözüm yok, benim yangınım bana yetiyor." Sonrasında ikisine de bakmadan hızlı bir şekilde mutfaktan çıktığımda, içeriye geçtim. Tek tek herkese çayları dağıttığımda, kendimi fazlasıyla sıktığımın farkındaydım.
"Çiçek aramış az önce. Ben bir onunla konuşup geliyorum hemen." Bir şey demelerini beklemeden bahçeye çıktığımda, kapıyı ardımdan kapattım. Işıklandırmayı açmamıştım. Bahçenin sağ tarafında olan hamağın içine girdiğimde bacaklarımı kendime doğru çektim. Başımı, dizlerimin üzerine yaslayıp gözlerimi kapattım. Neden herkes benim üzerime geliyordu ki? Mirza, benden uzak duramıyor diye bile azar işiten taraf ben oluyordum. Sanki ben onun oğluna kıçımdan ayrılma, olduğum her yerden çık diyordum. Gitmiyordu işte.
Ne peşimden gidiyordu, ne aklımdan gidiyordu.
Ve her ne kadar itiraf edemesemde şu kalbimden de gitmiyordu. Sanki mühürlenmişti kalbime. Oradan silinmiyordu.
Oturduğum hamak birden hafif bir şekilde sallanmaya başladığında, başımı hemen arkama doğru çevirdim. Ve onu gördüm. Mirza'yı... Betona oturmuş bir şekilde hamağımı sallıyordu. Nasıl daldıysam geldiğini fark etmemiştim bile.
"Ne yapıyorsun sen?" Dediğimde cevap vermedi. Gözleri yüzümde dolandı ve en sonunda gözlerimde durdu. Gözlerimin içinin sulandığını hissedebiliyordum, ve bu Mirza'nın kaşlarının çatılmasına sebebiyet verdi.
"Seni üzen her şeyi yakıp, yıkmak istiyorum." Mirza'nın gözlerimin içine baka baka söylediği şeyle birlikte dudaklarım belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı.
"Tek bildiğin yakıp, yıkmak..." dedim acıyla. Yıllar öncesinde yıkmıştı, şimdi de yakıyordu. Varlığı bile yakıp, yıkmaya yetiyordu. "Yıkmak en kolayı tabii." Omuzlarımı silktim. "Birisini yıkmak bazen tek bir söze bakar." Beni sözleriyle yıkmıştı. Gözlerim hafifçe kapandı, başım yanıma düştü. "Bir kez olsun yapmayı denedin mi?" Denememişti. Bir kez olsun yapmayı istememişti.
"Yapamıyorum," dedi Mirza. Sesi inler gibi çıkmıştı. "Yıkmaktan başka bir şey bilmiyorum ben." Başını yanına doğru yatırdı. Gözlerime sanki bana içi gidiyormuş gibi bakmaya başladı. "Yapmam için bana ne bir şans veriyorsun ne de bir yol."
"Şans mı?" Dedim şaşkınca. Kendimi tutamamıştım. "Sen hangi şanstan bahsediyorsun?" Oturduğum hamaktan hızlı bir şekilde kalktım. Kalkmamla birlikte hamağı sallayan elleri duraksadı. O da oturduğu betondan kalkıp karşıma dikildi. "Yapmak için benden şans mı istiyorsun sen? Sen döndüğünden beri yapmak için ne yaptın ki?" Duraksadığımda başımı olumsuz anlamda salladım. İnanamıyordum.
"Ben... ben seni anlamıyorum." Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Sen hep mi buydun Mirza? Sen hep buydun da ben mi göremedim gerçek seni?" Göz pınarlarım yaşlarla doldu. "Benim on sekizimde sevdiğim adam bu değildi." Mirza'nın gözlerindeki ifadeler bin bir parçaya ayrıldı, parçalandı.
On sekizimde sevdiğim adam bu kadar tutarsız, dengesiz bir adam değildi. Benim gözümden akan tek bir yaşa kurban olan adam değildi ki...
Şimdi ben karşımda kocaman bir hayal kırıklığı görüyordum. Gördükçe yıkılıyor, yıkıldıkça da paramparça oluyordum.
"Sensizlik," dedi Mirza. "Sensizlik beni öyle bir hâle koydu ki... Ben her şeyimi kaybettim." Böyle diyordu ya ben daha çok sinirleniyordum. Sanki ondan giden benmişim gibi davranıyordu ya...
"Gitmeseydin o zaman," dediğimde ellerimi iki yanıma doğru açtım. Fazla yükseldiğimi fark ettiğimde gözlerimi hemen evime doğru çevirdim. Herhangi bir tepki yoktu. "Bak işte bundan bahsediyorum. Öyle dengesizsin ki... Sanki giden sen değilsin de, benmişim gibi davranıyorsun." Hırsımı alamadım. Belki de alamamak için çok yanlış bir yerdeydim.
"Sen gittin!" Dedim kelimelerin üzerine basa basa. "Sen..." dediğimde yumruk yaptığım elimi hızlı bir şekilde Mirza'nın kalbine geçirdim. Gram tepki vermedi. Yüzünde tek bir mimik bile oynamadı.
Mirza, elini kalbinin üzerinde duran elimin üzerine götürdüğünde, yumruk yaptığım elimi kalbine biraz daha bastırdı. "Şurası..." dedi bastıra bastıra. Kalbi, elimin altında atıyordu. "Gittiğim gün öldü." Dişlerini birbirine bastırdı. Kendini tuttuğunun farkına vardım. "Gittiğim gün şuramın varlığını unuttum ben." Boğazından derin bir yutkunma geçti. "Ne zaman sana geldim, o zaman yaşadım ben."
Durdum. Sık sık nefesler almaya başladım. Ama dudaklarımı aralayıp tek bir şey diyemedim. O da demedi. Sadece baktı.
Bakışmamızı bölen Mirza'nın çalan telefonu olduğunda, gözlerini gözlerimden ayırmadan telefonunu çıkardı.
"Söyle Beşir," diyerek açtığında bunu bilerek mi yapmıştı anlayamamıştım. Beşir olduğunu üstüne basa basa belirtmişti.
Mirza'nın elimi tutan parmakları geriye çekildiğinde, sanki o an kendime gelmişçesine elimi kalbinden çektim. Hemen arkamı dönüp yürümeye başladığımda, Mirza'nın söylediği şeyle birlikte adımlarım istemsiz bir şekilde duraksadı. "Öldü mü?" Derin bir sessizlik oluştu. Sadece Mirza'nın nefes alışverişlerini hissedebiliyordum.
Kim ölmüştü ki?
Gözlerimi hemen ona çevirdiğimde, Mirza, "İyi..." dedi ve telefonunu kapattı.
Kendimi tutamadığımda, "Ne oldu?" Dedim. "Kim öldü?" Az önceki hâlimin yerinde yeller esiyordu.
"Ne yapacaksın?" Dedi Mirza ters ters. Ve o an anladım... Sabah 'vurdum' dediği adam ölmüştü. "Kim öldüyse öldü." Sabah 'onun kanına dokunamazsın' diye beni terslediği adam ölmüştü.
"Ya sabır..." dediğimde ağzımın içinden homurdanmıştım. Adam gibi iki laf etmeye gelmiyordu. Biz kesinlikle konuşarak anlaşamıyorduk. Gerisin geri dönerek içeri geçtiğimde, bahçe kapısını Mirza'nın yüzüne kapattım.
İçeriye geçtiğimde hâlâ derin derin nefesler alıyordum. Kapının ağzında böyle dikilemeyeceğimi anladığımda, bizimkilerin yanına doğru yürümeye başladım.
Babam ve Aslan amca maç muhabbeti yapıyor, annem ve Asiye teyze ise kendi aralarında konuşuyorlardı. Asiye teyze biraz olsun toparlamış gibi gözüküyordu. Dila ise her zamanki gibi telefonuna gömülmüştü.
Mirza'da benim hemen ardımdan salona girdiğinde, "Ben çıkıyorum," dedi. "Gitmem gerek."
Aslan amca, "Biz de kalkalım artık," dediğinde annem hemen, "Daha saat erkendi..." dedi. Tabii Asiye teyzeyle dedikoduları bölünmüştü ya.
"Olsun Nuray'ım kalkalım biz artık." Asiye teyzenin de böyle demesiyle birlikte annem başka bir şey demediğinde, zengin kalkışı yapar gibi hemen kalktılar. Annem ve babam yolcu etmeye ilerlediklerinde ben de peşlerinden gittim. Onlar gittikten hemen sonra odama kaçacaktım.
Mirza, "Cümleten iyi geceler," dediğinde arabasına doğru yürümeye başladı. Yine gidecekti.
Aslan amca, Asiye teyze ve Dila'da bahçelerine girdiklerinde Mirza hâlâ gitmemişti. Arabasının içinde oturuyordu.
Annem birden, "Tüh ya..." dediğinde elini dizine doğru vurdu.
"Ne oldu anne?" Dedim merakla.
"Kız, çocuk sütlaç yemeden gitti ya." Anneme öylece bakakaldım. Gerçekten tepki bile veremedim. Buna mı ahlanıp, vahlanmıştı yani?
"Vah vah..." dediğimde ben de elimi dizime vurdum. "Ne büyük dertler bunlar." Annem onunla dalga geçtiğimi sonunda anlamış olacak ki; kaşlarını çattı.
"Kız!" Diye cırladığında onu hiç umursamadan hızlı bir şekilde merdivenleri çıktım. Ama tabii arkamdan 'bu mutfağı kim toplayacak' bağırışlarını duyabilmiştim.
Odama girmeden önce, "Geç sütlaç yiyemedi diye ah edip durduğun oğlunu çağır o toplasın," diye bağırdım. Sonrasında ise hemen odama girip kapımı kapattım. Camın önüne geçtiğimde perdeyi hafifçe aralayarak, gözlerimi aşağıya çevirdim. Mirza hâlâ gitmemişti. Arabasının içinde öylece oturuyordu. Gideceğim dediği hâlde neden gitmemişti ki? Sağ bacağım ritim tutmaya başladığında, dudaklarımı ısırdım.
Hadi merakından çatla bir de Mihran.
"Ne merak edeceğim onu be!" Dediğimde resmen kendi iç sesime yükselmiştim. "Etmiyorum işte." Perdeyi hızlı bir şekilde kapattım. Ne hâli varsa görsündü.
Kendime olan sinirimle birlikte prizde olan laptopumu çekip yatağımın içine koyduğumda, hemen ben de yatağıma girdim.
Mirza'yı umursamayacağıma dair kendimi iyice bir telkin ettikten sonra, geçen gece yarıda bıraktığım dizimi açıp izlemeye başladım. O kadar çok sezonu vardı ki... İzliyordum izliyordum ama bir türlü bitmiyordu.
Aradan bir saat kadar bir süre gittiğinde anca üç bölümünü bitirebilmiştim. Gözlerimin ağrısı kendini belli etmeye başladığında, laptopumu kapattım. Tam üzerimdeki hırkamı çıkaracağım sıra cebimdeki telefonum varlığını belli edercesine titrediğinde, elime aldım. WhatsApp'tan mesajlar gelmişti. Hemen açıp okumaya başladım.
Behlül: Bugün benim doğum günüm
Behlül: Ve sen unuttun
Behlül: Sana yazıklar olsun biraderim
Behlül: Yazık!
Behlül: Ben doğdum ama sen unuttun
Behlül: Biricik bacın doğdu ama sen unuttun
Behlül: Şimdi utanır mısın? Hiç sanmam
Okuduğum mesajlarla birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Bu ne diyordu ya? Bir de böyle peş peşe mesajlarını dizmişti.
Siz: Behlül sen geri zekalı mısın?
Siz: Kafandan sorunlu musun?
Siz: Ben senin doğum gününü biliyor muyum sanki?
Behlül: Bilmiyor musun?
Siz: Bilmiyorum, aptal.
Behlül: Harbi lan
Behlül: Sen benim doğum günümü bilmiyorsun
Şükürler olsun ki bunu kavrayabilmişti.
Behlül: SEN BENİM DOĞUM GÜNÜMÜ NASIL BİLMEZSİN YA
Pardon kavrayamamış. Elimle, yüzümü sıvazladığımda, "Sabır..." dedim.
Siz: Söylemediğin bir şeyi nasıl bilebilirim?
Behlül: Harbi lan
Behlül: Bilemezsin ki
Gece gece bir aydınlanma yaşıyordu galiba.
Siz: Ayrıca bilmek zorunda mıyım?
Behlül: NE DEMEK BİLMEK ZORUNDA MIYIM?
Behlül: TABİ Kİ ZORUNDASIN
Behlül: Biricik ben doğdum
Attığı mesajlarla birlikte kendimi tutamayarak güldüm. Ne zaman bu kadar yakın olmuştuk hiç anlamamıştım. Gerçekten garip birisiydi ve beni çekmişti işte. Zaten nerede garip varsa o da beni çekiyordu.
Siz: Haklısın.
Behlül: Ben hep haklıyım
Behlül: O yüzden şimdi hemen doğum günümü kutla
Behlül: Böyle sayfalarca mesaj istiyorum senden
Behlül: Bugün iyiki doğduğumu hissedebilmeliyim
Behlül: Sonrasında twitterda paralı tt açtırabilirsin
O da neydi be?
Behlül: Hashtag İyikiDoğdunBehlülBacı olsun
Behlül bacı mı? Ben gece gece neler okuyordum böyle
Behlül: Vazgeçtim lan ya da
Behlül: Bugüne bugün bir karizmam var sonuçta
Behlül: O zaman İyikiDoğdunBehlülPaşa olsun biraderim
Behlül paşa? Vay be...
Siz: (Görsel)
Ayy bunları da bana hep Çiçek yollamıştı. Ben de ondan aldıklarımı böyle başkalarına yolluyordum. Tabii böyle asaplarım falan diyince aklıma Mirza gelmişti. Beyefendinin asapları vardı ya tabii. Çıkıyordu, iniyordu falan.
Behlül: Sen şimdi niye böyle yükseldin ki
Behlül: Ağlasın mı bu garip Behlül?
Sabır... Sabır...
Siz: DGKO BehlülPaşa
Behlül: Kardeşim zahmet ettin ya
Behlül: Yazmak için bu kadar zorlamasaydın kendini
Behlül: Elin kolun falan ağrımasın şimdi bu kadar uzun yazıya
Okuduğum mesajlarla birlikte güldüğümde, telefonumun ekranını kapattım. Bu konuşma böyle uzar giderdi... Ama Behlül asla susmazdı. Yatağıma uzandığımda gözlerimi kapattım.
*
"Hay ben böyle havuz probleminin ya..." diye homurdandığımda başımı kitabın içine gömdüm. Kaç saattir burada böyle oturmuş havuz problemi çözmeye çalışıyordum. Lanet girsin böyle işe ya. Pazar pazar da ders çalışılmazdı ki.
Ofladığımda başımı kaldırdım. Kitabın içinde boğulup kalacaktım. Çekmecemden bir tane kekstra çıkarıp yemeye başladığımda, bacaklarımı masamın üzerine doğru kaldırdım. Değmeyin keyfime ya.
"Mihran, kız..." diye bağıran annemin sesini duyduğumda, dudaklarımı büzdüm. İyi ki değmeyin keyfime demiştim. "Mihran, Mihran." Annem hâlâ bağırıyordu ve bu kadar bağırdığına göre kesinlikle bir şey olmuş olmalıydı.
"Ne oldu ki?" Dediğimde oturduğum yerden hemen kalktım ve benim kalkmamla birlikte odamın kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.
"Mihran!" Diye cırladı annem.
Ne Mihran, ne Mihran?
Ay bunlar da anca 'Mihran' diye bağırmayı biliyordu ya. Yıllardır severek kullandığım adımdan sırf bunların böyle bağırmaları yüzünden nefret edecektim.
"Ne oldu ya?" Dedim.
"Ay bana bir şeyler oluyor. Ben bayılıp kalacağım şimdi. Valla bayılıyorum az kaldı." Annem yana yakıla konuşuyordu ama ben kesinlikle ne olduğunu anlayamamıştım.
"Anne ne oldu diyorum sana ya? Ne yaptım ben yine?" Valla sabahtan beri oturduğum yerde sadece ders çalışıyordum. Hareket dahi etmemiştim, o derece yani. O yüzden benim bir şey yapmış olmam, imkânsız gibi bir şeydi.
"Mihran bu kapıda bir çocuk var. Seni soruyor. Elinde çiçekle çikolata var. Kız seni istemeye mi geldiler?" Ne?! Beni istemeye mi gelmişlerdi? Yok artık!
"Ne?" Diye cırladığımda hemen odamdan çıktım. Merdivenleri hızlı bir şekilde indiğimde, hemen kapıyı açtım. Karşımda elinde çiçek ve çikolatayla duran Behlül'ü gördüğümde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Ciddi anlamda şok oldum, ne diyeceğimi bilemedim.
Nasıl yani? Şimdi Behlül beni istemeye mi gelmişti? Yok artık! Daha neler yani?
"Behlül?" Dedim en sonunda konuşabildiğimde. Gözlerim, elindeki çiçek, çikolata ve gözleri arasında turluyordu. Şaşkınlığımdan ne yapacağımı bilemiyordum. "Senin ne işin var burada? Hem onlar..." dediğimde gözlerimle elindeki çiçek ve çikolataya gösterdim. "Onlar da ne?"
Behlül, "He bunlar mı?" Dediğinde elindekileri havaya doğru kaldırdı. "Çiçeğim ve çikolatam." Gerçekten mi ya? Sağ ol ben hiç bilmiyordum çünkü onların çiçek ve çikolata olduklarını.
Arkamdan gelen annem, "Tövbe Estağfirullah tövbe," dediğinde sesi sinirli bir şekilde çıkmıştı. "Oğlum, sen bizim kapımıza ne diye dayandın böyle gündüz vakti? Bir de çiçeğini çikolatanı alıp gelmişsin. Saçın sakalın birbirine girmiş tövbe tövbe."
Behlül, "Öncelikle efendim teessüf ederim," dediğinde duraksadı. "Sabahın ikisinde kalkıp saçımı, sakalımı güzelce taradım. Parama kıyıp çiçeğimi çikolatama aldım, geldim kapınıza..."
Behlül'ün sözünü, "Behlül sen ne diyorsun?" Diyerek kestiğimde, ne diyeceğimi gerçekten bilememiştim.
Bismillah. Bu gerçekten beni istemeye mi gelmişti?
Annem ayağındaki terliğini hızlı bir şekilde çıkarıp Behlül'e doğru salladığında, "Bana bak bana!" Dedi. "Ben de sana verecek kız yok tamam mı? Okuyor benim kızım daha, okuyor." Ne? Bunu gerçekten benim annem mi söylemişti? Hani bana daha geçenlerde koca adayı bakan annem? Duyunda inanmayın yani.
Annemi zorlukla tuttuğumda Behlül, "Yahu teyzeciğim sen beni yanlış anladın," diye bağırdı. "Ben senin kızını falan istemiyorum."
"İstemiyor musun?" Diye bağıran annem Behlül'e hâlâ terlik sallamaya devam ediyordu. "İstemiyorsan ne bu çiçek, çikolata ha?"
"Anne bir dur artık ya..." dediğimde annemin elindeki terliği almaya çalıştım ama annem öyle sıkı tutuyordu ki; alamadım. Bir annenin en büyük savaş aleti terliği falan olabilirdi yani.
Behlül, "Teyzeciğim teyzeciğim..." diye bağırdığında kapı ağzından hemen içeri girdi. "Ben bu çiçekleri size aldım size. Parama kıydım size çiçek aldım." Ne? "Şu çikolataları da tatlı yiyelim diye aldım teyzeciğim. Ben sizin kızınızı istemiyorum, yani istiyorum da öyle anladığınız anlamda istemiyorum."
"Ne saçmalıyorsun sen?" Diyerek annemle, Behlül'ün arasına girdim. "Çiçek, çikolata alıp gelmişsin bir de. Sen, benim evimi nerden buldun hem?"
"Sus sus..." dedi Behlül hemen. "Bir de onu çıkarma benim başıma şimdi." Kaşlarım çatıldı. Birden böyle kapıma çiçekle çikolatayla dikiliyordu, üzerine bir de beni susturmaya çalışıyordu.
Annem, "Şimdi sen benim kızımı istemeye gelmedin mi?" Dediğinde Behlül hemen, "Yok yok..." dedi. "Allah korusun teyzeciğim neler diyorsunuz siz öyle? Ben kim, birisini istemek kim yani? Miho; benim arkadaşım, bestim, biraderim, bacım, bff'yiz biz."
"Ney fesiniz ne?" Diyen annemle birlikte gülmemek için dudaklarımı ısırdığımda Behlül, "Yakın arkadaşız teyzeciğim," dedi. "Best friend işleri falan."
"Ha..." dedi annem sanki anlamış gibi. Belki de anlamıştı bilmiyordum ama hiç anlamışa benzemiyordu. "Öyle desene çocuğum." Elindeki terliği indirip, kibar bir şekilde ayağına giydi. Şimdi az önceki halinden eser yoktu. "Boşu boşuna dövdürtecektin kendini bana."
Behlül, "Lafları tıktı ağzıma, saçıma başıma varana kadar laf etti..." diye ağzının içinden homurdandığında kolumu, koluna çarptım. Kaş göz hareketleriyle ona kızmaya başladığımda, "Neden geldin ki sen?" Dedim.
"Aaaa..." dedi annem şaşkınlıkla. "Evimize gelen misafire hiç neden geldin denir mi kızım? Ayıp bu yaptığın. Ben, seni böyle mi yetiştirdim?" Bir insan dakikalar içerisinde daha ne kadar şaşırabilirdi acaba? Gerçi konu annem ve Behlül olunca bunun bir sınırının olduğunu sanmıyordum.
"Evet," dedim hiç düşünmeden. "Böyle yetiştirdin." Annemin kaşları çatıldığında, dik dik bana bakmaya başladı. Birazdan 'kız' diye cırlayacaktı kesin. Ki tahmin ettiğim gibi de oldu. "Kız!" Diye cırladığında elimi kulaklarımın üzerine kapatmamak için kendimi zor tuttum. Şu kulaklarıma tıkaç alıp takacaktım artık.
Behlül, "Buyurun teyzeciğim," dediğinde elinde tuttuğu çiçekleri anneme doğru uzattı. Annemin çiçekleri gören gözleri âdeta parladığında, şöyle bir salındı.
"Sağ ol çocuğum," dediğinde büyük bir nazla, niyazla çiçeği aldı. Bu durum beni güldürdü. "Ne zahmet ettin böyle."
"Ne zahmeti efendim," dedi Behlül. Ay bu da bir kibarlaşmıştı. Sanki doğal hâlini bilmesem yani...
"Sen niye geldin?" Dedim tekrardan. Annem ve Behlül'ün gözleri anında bana döndü. Annem uyarırcasına baktı ama umursamadım.
Behlül, "Şimdi efendim," dediğinde gözlerini benden çekip anneme doğru çevirdi. Ben sormuştum ama açıklamasını anneme yapıyordu. "Bugün benim doğum günüm. Ben doğdum bugün ben." Behlül çok fazla yükseldiğini fark etmiş olacak ki; "Yani şimdi efendim..." dedi. Az öncekinin aksine ses tonunu düşürmüştü. "Allah'ın emriyle kızınız Mihran'ı..." dediğinde gözlerini bana çevirdi. Şöyle bir beni süzdü. Yüzünü buruşturdu. Bana yüzünü buruşturdu. Neyim vardı ki benim? Gayet normal bir haldeydim. Bir de böyle süzüm süzüm sürmeler falan. Bir süzecektim ben onu görecekti.
Gözlerini benden çektiğinde, "Evet, kızınız Mihran'ı, bugün doğum günü partime istiyorum..." dedi. Ne? Doğum günü partisi mi?
"Ne?" Diye cırladım annemden önce. "Doğum gününe mi istiyorsun beni?" Allah'ım bana bir şeyler oluyor. Gerçekten çok garip bir arkadaş edinmiştim. Galiba arkadaş...
"Teyzeciğim bugün benim doğum günüm var. Ne olur Miho'da gelsin ne olur." Sözde beni doğum gününe çağırıyordu ama bana bakmıyordu bile.
"Beni çağırıyorsun beni," dedim. "Bana sordun mu sen?" Daha doğum günü olacağından haberim bile yoktu.
"Söylemedim mi?" Dedi Behlül gözlerini bana çevirdiğinde. Evet, söylemedin. "Çağırmadım mı seni?" Evet, çağırmadın. "Hiç telefonuna baktın mı sen biraderim? Sabahtan beri sana mesaj atıyorum. Bir bakmadın mesajlara." Aaa mesaj mı atmıştı bana? Ben telefonumu yatağıma fırlatmıştım, o orada öylece kalmıştı.
"Bakmadım ama..." dediğimde ağzımın içinden kem küm ettim.
Behlül, "Bakmadın evet," dediğinde gözlerini tekrardan anneme çevirdi. "Teyzeciğim ne olur gelsin, ne olur." Yahu ben gelmek istiyor muydum acaba?
Annem, "Kendi bilir çocuğum," dediğinde gözlerini bana çevirdi. "Gitmek istiyorsan git." Bu benim annem miydi? Bazen sınıftaki kızlarla starbucks'a kahve içmeye giderdik ve annem, ben eve gelene kadar beni arar dururdu. Sınıftaki arkadaşlarımı pek sevmezdi. Şimdi ise 'gidiyorsan git' diyordu. Bu demekti ki; Behlül'ü sevmişti, gözü tutmuştu. Gerçi bu Behlül'de de bir şeytan tüyü vardı ya neyse.
Behlül gözlerini bu sefer bana çevirdiğinde, "Ne olur gel Miho," dedi. "Lütfen, lütfen..."
Tövbe tövbe... Bu çocuk beni niye bu kadar doğum gününe çağırıyordu ki?
Kararsız bir şekilde kaldığımda, Behlül tıpkı küçük bir yavru köpek gibi gözüme gözüme bakmaya başladı. O böyle bakınca ben hayır diyemezdim ki...
"Kız," dedi annem. "Ne kendini naza çekiyorsun? Çocuk bekliyor seni burada." Allah'ım sen bana sabır ver.
Behlül, "Hay ağzını bal, pekmez yesin teyzem," dediğinde kaşlarım hafifçe çatılsada bir şey demedim.
İç dünyamda biraz düşündüğümde, "İyi," dedim en sonunda. "Geleyim ama çok durmam ona göre." Birazcık durup hemen çıkmayı düşünüyordum.
Behlül'ün yüzü söylediklerimden sonra güldüğünde, "Tamam tamam..." dedi. "Durmazsın çok."
"Gel çocuğum gel," dedi annem mutfağa doğru ilerlediğinde. "Şu getirdiğin çikolataları yiyelim biz. Hem anca hazırlanır Mihran." Annem mutfağa geçtiğinde, Behlül'le birlikte kalmıştık.
"Seni boğacağım biliyorsun değil mi?" Dedim.
"Ne yapayım?" Dedi Behlül omzunu silktiğinde. "Anam, babam Balıkesir'de benim. Bir dayım var bir de sensin işte. Arkadaşlarım da bana kutlama hazırlamış, sensiz olmazdı ki..." Behlül böyle söyleyince kendimi kısa bir an için kötü hissettim. Benim, onun hayatında önemli bir yerimin olduğunu anlayabilmiştim.
Behlül'le yıllardır aynı sınıftaydık ama bu dönem yakın olabilmiştik. Bunda aynı staj yerimizde olmamız ve Behlül'ün şapşallıkları etkiliydi tabii.
"Sen içeri geç," dedim Behlül'den gözlerimi ayırmadığımda. "Ben hemen hazırlanıp geliyorum."
"Güzel giyin kız," dedi Behlül, annemi taklit edercesine. "Okula geldiğin gibi gelme." Yüzünü buruşturduğunda peşinden de ekledi: "Paspal paspal."
"Geri zekalı..." dediğimde elimi hızlı bir şekilde Behlül'ün kafasına geçirdim. "Hatırlat seni bunun için de döveceğim."Kızgın bir şekilde söylediklerimden sonra Behlül'ü arkamda bırakarak hemen merdivenleri çıkmaya başladım. Annemle birbirlerini tam bulmuşlardı. Artık arkamdan beni çekiştirir dururlardı.
Odama girdiğimde hemen dolabımdan gri, koyu dar paçamı ve yeşil, saten, askılı bluzumu çıkardım. Bunlar yeterince güzeldi bence. Çıkardığım kıyafetlerimi hemen üzerime geçirdiğimde, ellerimle arapsaçı gibi olmuş saçlarımı düzeltmeye başladım. Düzelttiğim kahverengi saçlarımın önden iki tutamını aldığımda, arkamda birleştirerek kelebek tokamla tutturdum. Arkamdaki saçlarımı da hafifçe öne aldığımda, biraz olsun toparlanmış gibiydim. Makyaj kutumun içinden rimelimi çıkardığımda, kirpiklerimin üzerinden iki kat geçtim. Yüzüme fondöten falan sürmeyi düşünmüyordum. Koyu nude tonlarındaki rujumu da dudaklarımın üzerinde gezdirdiğimde artık hazırdım. Siyah, küçük çantamın içine doldurabildiğim tüm eşyalarımı doldurduğumda, koluma taktım. Kapımın arkasında asılı duran siyah, kısa, deri ceketimi de hemen üzerime geçirdim.
Odamdan çıktığımda, merdivenlerden inerek salona geçtim. Behlül ve annem ortalıklarda gözükmüyordu. Mutfağa ilerlediğimde, "Ben hazırım," diye bağırdım. Ben hazırdım hazır olmasına ama Behlül hazır değil gibiydi. Annemle birlikte sanki hiç çikolata görmemişler gibi çikolata yiyorlardı.
Behlül, "Ben de hazırım biraderim," dediğinde hemen oturduğu sandalyeden kalktı. Bok hazırdı. Ağzına, gözüne hep çikolata yokunu bulamıştı.
"Çocuk musun sen?" Dediğimde kenarda duran ıslak mendilden hemen bir tane aldım. "Al sil şu ağzını." Behlül gülerek elimdeki ıslak mendili aldığında, "Canım bff'm benim," dedi.
Hay senin bff'ne.
Behlül ağzını silmeye başladığında, ayakkabılıktan topuklu botlarımı çıkarıp ayağıma geçirdim. Çok kışlık bir ayakkabı olmadığı için fazla sıkmayacağını düşünüyordum.
Annem, "Düzgün düzgün gidin çocuklarım," dediğinde Behlül hemen, "Sen hiç merak etme teyzeciğim..." dedi. "Miho bana emanet." Ters ters baktım. Kocaman kızdım, daha bana emanet diyordu.
Annem, "Yine gel Behlülcüğüm..." dediğinde anneme yüzümde oluşan garip bir ifadeyle baktım.
Behlülcüğüm?
"Tabii gelirim teyzeciğim," diyen Behlül, güldüğünde, bana bakarak göz kırptı. Aklı sıra bana hava atmaya çalışıyordu. Başımı olumsuz anlamda salladığımda, burnumdan soludum.
En sonunda evden çıkabildiğimizde, Behlül, "Sırf senin için dayımdan arabamı çaldım," dedi. "Kıymetimi bil bak!"
"Benim için mi?" Dedim şaşkın şaşkın. "Çaldın mı?" Hangisine şaşıracağımı şaşırmıştım artık.
Behlül gülerek, "Ağzını kapat ağzını," dediğinde elini çeneme götürüp birden yukarı doğru tıklattı. Dişlerim hızlı bir şekilde birbirine çarptığında, "Behlül!" Diye tısladım dudaklarımın arasından. "Döveceğim seni." Hırsla başımı salladım.
"Doğum günü kızıyım ben biraderim," diyen Behlül ne dediğini fark etmiş gibi duraksadığında, "Kızıyım mı ben dedim?" Dedi. Kendimi tutamadığımda kahkahalarla gülmeye başladım.
"Çocuğuyum lan," dedi Behlül. "Evet, evet doğum günü çocuğuyum ben."
"Yok yok," dedim gülerek. "Doğum günü kızısın sen." Behlül bana ters ters baktığında, tam evimizin önünde duran arabasına doğru yürümeye başladık.
Aynı anda Dila'da bahçelerinden çıktığında gözleri hemen gözlerimle birleşti. "Mihran," dediğinde gözleri hemen yanımda duran Behlül'e düştü. Yanımıza doğru gelmeye başladığında, "Çok güzel olmuşsun," dedi. Güzel olan ben miydim, yoksa Behlül müydü? Hayır yani gözlerini Behlül'den ayıramamıştı da.
"Teşekkür ederim," dediğimde artık tamamıyla yanımıza gelmişti.
Dila, "Nereye böyle?" Dediğinde sonunda gözlerini bana çevirebilmişti. Çok kısa bir an için terslemeyi düşünsem de bunu yapmadım. "Arkadaşımın doğum gününe."
Behlül hemen araya, "Benim doğum günüm benim," diyerek girdiğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Belli etmese olmazdı yani.
"Öyle mi?" Dedi Dila, gözlerini tekrardan Behlül'e çevirdiğinde. Önüne düşen bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Doğum gününüz kutlu olsun o zaman."
"Teşekkürler teşekkürler," diyen Behlül elini göğsünün üzerine bir kaç kez vurdu. Yüzümü buruşturdum. "Bu arada..." dediğinde yüzünden çapkın bir gülüş oluştu. "Ben sanki sizi bir yerden tanıyor gibiyim."
Yapma kardeşim yapma... Şu zehirli oku atma işte...
Dila'nın yüzü birden güldüğünde, "Youtuber'ım ben..." dedi. Sözde tanınmış olması onu baya mutlu etmişe benziyordu. Sonradan fazlaca yükseldiğini fark etmiş olacak ki, ses tonunu biraz daha düşürerek konuştu: "Yani belki oradan tanıyorsunuzdur, izlemişsinizdir falan." Gözlerimi Behlül'e çevirdim. Şaşırdığı belli oluyordu ama aynı zamanda bu şaşkınlığını belli etmemeye çalışıyordu.
"Evet, evet..." dedi Behlül. "Kesinlikle oradan tanıyorumdur. Böyle makyaj videosu falan." Duraksadı. Bir yalan atıyordu ama devamında ne diyeceğini bilememişti. "Mutlaka izlemiş olmalıyım sizi." Eminim eminim. Yalanın bu kadarına ne denirdi acaba?
En sonunda, "Bu arada ben Behlül," diyerek elini uzattığında Dila'nın küçük gözleri yuvarlanarak açıldı. Aklına Aşk-ı Memnu'nun geldiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
Dila, Behlül'ün elini sıktığında, "Dila..." dedi.
Behlül ağzının içinden, "Dila demek," diye mırıldandığında sahte bir öksürükle aralarına girdim. Girmeseydim üçümüz birden yanacaktık. Yakanımızda Mirza olacaktı.
"Biz gidelim, geç kalmayalım artık."
"Tabii tabii..." dedi Dila hemen. Elini Behlül'ün elimden hemen çekti. "Ben de zaten Sezin ablaya gidecektim." Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, "Görüşürüz," dedim sadece.
Dila, "Hoşça kalın!" Dediğinde bizi ardında bırakarak yürümeye başladı.
Behlül, Dila'nın arkasından öylece bakakaldığında, "Yalnız güzel kızmış," dedi. Salyalarını yerden temizlerdik artık. Behlül gözlerini bana çevirdiğinde, "Var ya biraderim," dedi. "Böyle azıcık aramızı bulsan, ben oradan yürür giderim."
Alay edercesine güldüğümde, "Mirza'nın kardeşi..." dedim. Ve bunu demem bile Behlül'e yetti. Suratı düştüğünde, onu öyle bırakarak açtığı arabaya bindim.
Behlül'de hemen peşimden arabaya bindiğinde, "Şansıma sıçayım ben..." dedi. "O zaman artık dünya ahiret bacımdır kendileri."
Behlül'ün bu hâllerine sadece güldüm. Mirza'nın adını duyması bile yetmişti. Behlül arabayı çalıştırdığında sanki aklına daha yeni gelmiş gibi, "Bir dakika bir dakika..." dedi. "Seninki bu evde mi oturuyor? Hemen karşınızda." Şaşırmıştı. Maalesef ki öyleydi.
"Seninki deyip durmasana şuna!" Dedim.
Behlül beni hiç umursamadığında, "He he..." dedi. "Yalnız var ya ben çok ucuz yırtmışım. Size gelirken falan çıksaydı karşıma, gözüme nezarethanede açardım. Yüce Allah'ımın sevdiği kuluymuşum." Ağzımdan kaçan kıkırtıma engel olamadığımda güldüm. Öyle komik konuşuyordu ki... Gülmemek elde değildi.
Ceketimin cebindeki telefonum peş peşe titremeye başladığında, telefonumu cebinden çıkardım. Ekranda gördüğüm Mirza'nın numarasıyla birlikte kaşlarım çatıldığında, yüzümü sıvazladım.
Dila yine şaşırtmıyordu işte. Kesin bizden ayrılır ayrılmaz Mirza'ya yetiştirmişti. Bu da şimdi kızgın boğa gibi beni arıyordu.
Telefonumun titreşimini kapatıp sessize aldığımda, "Nereye gidiyoruz?" Dedim. Sessizde kaldıkça görmez, görmedikçe de sinirlenmezdim.
"Seni çok lüküs bir yere götüreceğim biraderim." Lüküs bir yer? Behlül'le anlaşmak gerçekten çok kolaydı. Yani ben de Behlül'ün çevirisi ola ola anlaşıyordum işte.
"Annemin yanında zor tuttum kendimi ama sen, benim evimin adresini nerden buldun?" Bunu gerçekten merak ediyordum. Her şeye bir cevabı olan Behlül'ün eminim ki buna da bir cevabı vardı.
"Ha o mu?" Dediğinde Behlül güldü. "Hep buranın otobüslerine biniyordun. Bir de instagram konumlarına baktım hep burayı gösteriyordu. Sonra geldim buraya. Mahalledekilere sordum seni. Dedim 'benim bir Miho'm var burada' onlarda hemen tanıdılar seni. Tarif ettiler evini." Behlül duraksadığında sanki aklına bir şey demiş gibi güldü. "Yalnız bak bir teyze vardı. O seni hiç sevmiyor ha! Evde kalmışı mı arıyorsun dedi bana." Allah bilir hangi yılan demişti? Gerçi bu mahallede beni çekemeyen bir sürü yılan vardı. Onlardan birisi demiştir işte.
"O çiçek, çikolata neydi peki? Nereden geliyor böyle şeyler senin aklına? Annemi kalpten götürecektin." Kızar gibi söylediğim şeyle birlikte Behlül güldü.
"Kızım nerden gelecek aklıma?" Dediğinde gözlerini bana çevirdi. "Ev arkadaşım sevgilisine çiçek almış, sonra kavga edip ayrılmışlar. Çiçeği de geri eve getirmiş." Duraksadığında kahkahalarla güldü. Tövbe tövbe. İyice delirmişti. "Ulan ne garip ilişkiler var. Allah korusun beni şöyle ilişkilerden. Bebe ağlıyordu evde." Böyle diyordu ama hâlâ gülüyordu.
"Neyse işte çikolatayı da geçen yıl dayımın evden yürüttüydüm, evdeki davarlar nasıl yememişlerse yememişler. Ben de görünce kaptım geldim işte."
"Aferin aferin," dedim. "Annemi kalpten götürüyordun."
"Valla o da canım teyzeciğim saflığı. Miho'm ben seni, kendime isteyip ne yapayım ya? Sen, beni yaşlandırır atarsın. Hiç gülmüyorsun, etmiyorsun." Söylediklerine karşılık dişlerimi gıcırdattım.
"Behlül," dediğimde Behlül çok kısa bir an için gözlerini bana çevirdi. Gözünü kırpmaya çalıştığında, "Evde seni döveceğimi söylemiştim hatırlıyorsun değil mi?" Dedim. "Bir de üzerine tabii bu söylediklerin eklendi."
"Yo..." dedi Behlül hemen. "Kesinlikle hatırlamıyorum."
"Ben sana hatırlatayım o zaman," dediğimde elimde tuttuğum çantamı hızlı bir şekilde kafasına geçirdim. Behlül, "Ah..." diye bağırdığında hiç acımadan bir tane daha vurdum. Bu vuruşlarım hem evime habersiz bir şekilde geldiği içindi hem de bugün yaptıkları içindi. Yani belki annem, Behlül'e çok fazla bir şey dememişti ama yinede habersiz bir şekilde gelmemesi gerekiyordu. Gerçi haber vermişti ama ben görmemiştim ya neyse...
Behlül, "Ya biraderim ama ayıp oluyor," diye bağırdığında, "Sus sus..." diye bağırdım. Bir kaç vuruşumun ardından Behlül'den hırsımı alabildiğimde, sanki az önce Behlül'ü dövmemiş gibi oldukça kibar bir şekilde çantamı önüme doğru koydum.
"Valla erkeğe şiddet var diye bağıracağım birazdan."
"Sus sus..." dedim elimi kaldırdığımda. "Başımı ağrıtma benim."
"Ama bugün benim doğum günüm Miho'm." Hay ben senin doğum gününe. Başımı olumsuz anlamda salladığımda, cama doğru yasladım. Sus demiştim ama hiç durmadan konuşuyordu.
En iyisi cevap vermemekti. Bir noktada illaki susardı.
*
Behlül arabayı durdurduğunda, hemen arabadan indim. Yarım saatte illallah ettirmişti. Cevap vermezsem susar sanmıştım ama o asla susmamıştı. Sürekli 'doğum günü çocuğuyum ben' diye diye başımın etini yemişti. Kısacası başımın içine bir güzel etmişti.
Behlül'de, benim peşimden hemen indiğinde geldiğimiz kafeyi incelemeye başladım. Boydan boya camlardan oluşan bir kafeydi. Siyah kolonlarla bölmelere ayrılmıştı. Dışarıdan bakıldığı zaman içerisi görülebiliyordu. Gerçekten de lüks bir yere benziyordu. Pardon... Behlül'ün de deyimiyle lüküs bir yere...
"Nasıl?" Dedi Behlül. "Beğendin mi?"
"Hım..." dediğimde Behlül'le kafeye doğru yürümeye başladık. Yaklaştıkça gördüğüm kalabalıkla birlikte istemsiz bir şekilde duraksadığımda, "Sakın bana bunların senin arkadaşların olduğunu söyleme!" Dedim. İçeride çok kalabalık bir grup vardı. Hem de öyle böyle kalabalık değil yani.
Behlül güldüğünde, "Tamam söylemem," dedi.
"Behlül!" Diye tısladım dudaklarımın arasından. "Hani kimsen yoktu senin." Tamam doğum gününü arkadaşları ayarlamıştı ama benim beklediğim bu kadar kalabalık bir arkadaş grubu değildi. Burada çok fazla insan vardı ve ben hiçbirini tanımıyordum.
"Ayıp ayıp," dedi Behlül. "Bu kadar seviliyorsam, bu benim mi suçum? Ne yapayım yani insanlar seviyor beni." Maşallah egosu da boyundan büyüktü. Cevap vermediğimde Behlül sözlerine devam etti: "Hem ben, senin yanımda olmanı istedim Miho'm. Yeni yaşıma seninle gireyim ki, tüm yılımda senin o kaknem suratınla geçsin istedim." Kaknem mi? Kaşlarım çatıldığında, dik dik Behlül'e bakmaya başladım. Alttan alttan laf sokmasını çok güzel biliyordu.
"Sensin kaknem surat..." dediğimde Behlül'ün kafasına vurdum.
"Kızım karizmamı bozuyorsun." Eliyle saçını düzeltti. Aman yesinler senin karizmanı.
Çantamı ona doğru kaldırdığımda, "Çanta nasıl?" Dedim. Mesajımı almış gibi sustuğunda, "Aman aman..." diyerek geriye çekildi. "Onu hiç almıyım ben." Tabii arabada kafasına kafasına geçirdiğim biraz olsun akıllanmıştı.
"Aferin, adam ol," dediğimde Behlül elini omzuma doğru attı. Gözlerim omzumdaki eline düştü. Dik dik baktım ama tabii ki de ona etki etmedi. Sanki yaptığı yaramazlığın ardından annesine bakan masum bir çocuğun bakışı gibi bana bakmaya başladığında, gülmeden edemedim. Kesinlikle şeytan tüyü vardı.
Behlül'le birlikte nihayet içeriye girdiğimizde, "İyi ki doğdun Behlül paşa..." sesleri yükseldi. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Galiba dün gece bana dediği şeyi tüm arkadaşlarına da demişti.
Behlül, "Biliyorum arkadaşlar biliyorum iyi ki doğdum..." dediğinde güldüm. Dünden beri bunu kaç kez demişti sayamamıştım artık.
Behlül tam ortada duran pastasının yanına doğru ilerlediğinde, oldukça mutlu gözüküyordu. Tabii o mutlu olmasında kim olsundu yani? Bu kadar şey benim için yapılsa ben de mutlu olurdum. Yani galiba...
Behlül, "Biraderim sen iyi ki doğdun Behlül paşa diye bağırmayacak mısın? Bak çok zor değil iyi ki doğdun Behlül paşa diyeceksin alt tarafı. De bakayım bir..." dediğinde kendimi tutamayarak güldüm. Ona doğru bir adım attığımda, Behlül beni hemen yanına çekti. Bu yaptığı hareketine çok kısa bir an için şaşırsamda bozuntuya vermemeye çalıştım.
"İyi ki doğdun Behlül bacı..." diye bağırdığımda, Behlül şaşırıp kaldı. Kaşları çatıldığında, "Miho..." dedi. "Lan onu demeyecektin." Demeyeceğimi tabii ki de biliyordum. Ama maksat gıcıklık olsundu işte.
"Dün öyle demiyordun," dediğimde sesim kısık bir şekilde çıksa bile, tam yanımda olduğu için duymuştu.
"Dünü karıştırma şimdi biraderim." Tabii gece mesajlarıyla beni bunaltmıştı, şimdi de onları karıştırma diyordu. Behlül'ü daha fazla bozmamak için bir şey demedim.
Behlül herkesin yerine tekrardan, "İyi ki doğdum o zaman," diye bağırdığında hızlı bir şekilde pastasının mumlarını üfledi. Bir alkış sesi koptuğunda ben de alkışlamaya başladım.
Ay benim şimdiden başım ağrımaya başlamıştı. Bu kadar insanı bir arada görmeye alışık olmadığım için tabii bir daralmış, bunalmıştım. Biraz durup hemen bir bahaneyle gitmem gerekiyordu.
Gülerek alkışlamaya devam ettiğim an, gözlerim bir çift kuzguni gözlerle buluştuğunda, ellerim birbirine bağlı bir şekilde duraksadı.
Mirza geliyordu. Mirza, bana doğru geliyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığında, olduğum yerden tek bir adım bile atamadım. Sanki yerime çakılmış kalmış gibiydim.
Etraftan alkış sesleri yükselmeye devam ediyordu ama şu an alkış seslerini bastıracak tek bir ses vardı. O da; kalbimin korkuyla çarpan sesiydi.
Mirza'nın olay çıkaracağını anladığımda, ona doğru bir adım attım. Gereksiz yere bir olay çıkarıp, Behlül'ün hevesle hazırlattığı doğum gününü mahvetmesini istemiyordum.
Behlül'ün, "Oha!" Diyen sesini duyduğumda, onun Mirza'yı gördüğünü anlayabilmiştim. "Rüyalarımın katili şu an buraya doğru geliyor." Onu nezarethaneye attığı günden beri Mirza'dan fazlasıyla korkuyordu. "Ben burada yokum arkadaşlar." Behlül hâlâ konuşuyordu.
Mirza'ya doğru bir adım daha attığımda, iki adımda yanımda bitti ve beni kendisine doğru çekti. Birden sağ elimi kavrayıp, eliyle birleşti. Bu kadar ani olmuştu ki... Hiçbir tepki verememiştim. Gözlerim birleşen ellerimize düştüğünde, Mirza mekanın çıkışına doğru yürümeye başladı. Elimden tuttuğu için ben de yürüyor, ya da bir nevi peşinden sürükleniyordum.
Ama hâlâ bir tepki veremiyordum.
En sonunda mekandan dışarıya çıkabildiğimizde, soğuk hava yüzüme doğru çarptı. Bu soğukluk birden beni kendime getirdiğinde, "Ne yapıyorsun sen ya?" Diye bağırdım. Mirza cevap vermedi. Cevap vermesini geçtim, tepki bile vermeden yürümeye devam etti.
"Sana diyorum sana!" Diye bağırdım tekrardan. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Elimi çekiştiriyordum ama bırakmıyordu.
"Bırak şu elimi Mirza!" Bırakmadı. El ele merdivenlerden indiğimizde, Beşir'i gördüm. Mirza'nın arabasının önünde dikilmiş bir şekilde bize bakıyordu. Beni görmesiyle birlikte, "Selamünaleyküm Mihran bacı hanım..." dediğinde ona dahi tepki veremeyecek durumdaydım.
"Mirza!" Diye tısladım dudaklarımın arasından. "Bırak beni artık." Mirza elimi birden bıraktığında, bırakmasını beklemeyen bünyem şaşırıp kaldı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?" Dedim. "Ne işiniz var sizin burada?" Cevap vermiyordu. "Sen, beni çıldırtmak mı istiyorsun Mirza?" Avazım çıktığı kadar bağırmıştım.
Mirza yüzüme yüzüme, "Senin, beni çıldırttığın gibi mi?" Diye bağırdığında, sesi âdeta kükrer gibi çıkmıştı.
"Ne yapıyorum da çıldırıyorsun ya?" Diye bağırdım. "Ne yapıyorum ben sana Mirza?" Ben sadece kendi hayatıma bakmaya çalışıyordum, ona yaptığım hiçbir şey yoktu.
Mirza, "Öldürüyorsun..." dediğinde az önceki hâline karşılık bağırmamıştı. Hep aynı şeylerdi. Hep aynı şeyleri konuşuyor ve bir arpa boyu olsun yol alamıyorduk.
Ellerimi yolarcasına saçlarımın arasından geçirdiğimde, "Bıktım," diye bağırdım. Arkamı döndüm, derin derin nefes almaya çalıştım. Gözüm kafenin içine düştü. Herkes normal hallerine dönmüş bir şekilde eğleniyordu. Gözlerim Behlül'ü arasada onu bulamadım. Kim bilir korkusundan nereye kaçmıştı?
Mirza'nın burnundan solumalarını hissettiğimde daha çok sinirlendim ve, "Bıktım artık senden," diye bağırdım. Burada sinirlenmesi gereken benken, o burnundan soluyordu. "Gittiğim her yerde seni bulmaktan bıktım artık." Hemen ona doğru döndüm. "Siz, beni nasıl buldunuz?" Elimi alnıma doğru götürüp ovalamaya başladım.
Beşir, "İşinize karışmak gibi olmasın Mihran bacı hanım ama biz polisiz..." dediğinde çatık olan kaşlarım biraz daha çatıldı.
"Ha mesleğinizin etinden, suyundan faydalanıyorsunuz yani," dediğimde sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. "Şikayet edeceğim sizi şikayet. Mesleğinizi kötüye kullandığınıza dair sayfa sayfa dilekçeler vereceğim."
Mirza gözlerini hızlı bir şekilde bana çevirdiğinde, "Öyle mi?" Dedi. Dediklerimden zerre etkilenmiş değildi, hâlâ oldukça rahat bir şekilde karşımda duruyordu. Resmen benimle alay ediyordu. "Beşir?" Dedi Mirza.
Beşir, "Buyrun başkomiserlerin hası?" Dediğinde burnumdan solumaya başladım. Resmen ikisi de benimle alay ediyordu. Ben burada sinirimden kuduruyordum, onlar burada ne yapıyordu? "Şu içerideki pezevenkin ehliyeti var mıydı?" Mirza'nın söylediği şeyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Böyle dediğine göre Behlül'ün ehliyeti yoktu.
Ulan Behlül, ulan Behlül.
Araba çaldığı yetmiyormuş gibi bir de ehliyetsiz çıkmıştı.
"Mesleğimizin etinden, suyundan faydalanarak araştırdığımız bilgilerimize göre yok başkomiserim." Dişlerimi birbirine bastırdım.
"İyi..." dedi Mirza. "Güzelce bir ceza yazılsın pezevenke." Behlül'ün adı artık pezevenk olmuştu. Tövbe tövbe...
"Saçmalamayın," diye aralarına girdim hemen. "Yapamazsınız öyle bir şey. Sizin böyle bir şeye hakkınız yok. Behlül'ü araba kullanırken yakalamadınız bile."
Mirza, "Ba ba ba laflara bak laflara," dediğinde güldü. Ama bu gülüşü sinirindendi. "Çok biliyorsun sen."
"Çok biliyorum tabii..." dedim yüzüne yüzüne. "Bir şeyi daha çok biliyorum. Neyi bildiğimi öğrenmek ister misin?"
Mirza tek kaşını yukarıya doğru kaldırdığında, "Kıskançlığından kuduruyorsun," dedim. Onun sinirlerini daha da çok bozmak istercesine güldüm. "Kuduruk." Mirza'nın kaşları çatıldı. "Nasıl da güzel unuttum ama seni. Nasıl da mutluyum ama sensiz." Ben konuştukça Mirza'nın gözlerinin tonu koyulaşıyordu. Güldüm. Ellerimi iki yanıma doğru açtım. "Sen de anca böyle kudur."
Mirza'nın gözlerinin içine baka baka söylediklerimden sonra ardımı dönüp yürümeye başladığımda, Mirza beni kolumdan tutup kendisine doğru çekti.
"Unuttun mu?" Diye bağırdı Mirza gözlerime baka baka.
"Unuttum," diye bağırdım hiç düşünmeden. "Sildim attım seni." Kelimelerin üzerine basa basa konuşmuştum. Hırsımı alamadım. "İzin bile kalmadı." Mirza sadece baktı.
Baktı... Baktı... Baktı...
O böyle baktıkça tepki vermemek için kendimi zor tuttum. Dişlerimi sanki kırmak istercesine birbirine bastırdım. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Ne tek bir kelime edebiliyor, ne de bir tepki verebiliyordum.
Şüphesiz ki bunun tek nedeni; Mirza'nın bakışlarıyla. Öyle bir bakıyordu ki... Oturduğum yere çöküp ağlamak istiyordum.
"Unuttun," dedi Mirza kendi kendine. Başını aşağı yukarı salladı. "Sildin attın." Durmadı.
"İzim bile kalmadı sende." Göğsüm sıkıştı. Elimi kalbimin üzerine götürmemek için kendimi zor tuttum.
O böyle tekrar ettikçe sanki kalbime bir bıçak girmişti. Batmıştı ve batmaya da devam ediyordu.
Birden Beşir'in, "Abi!" Diye bağıran sesi kulaklarımıza dolduğunda, Mirza'nın gözleri arkamdaki bir noktaya takıldı. Çatık olan kaşları biraz daha çatıldı. Tam arkamı döneceğim sıra Mirza kolumdan tutup beni arkasına aldı.
Bundan sonrası o kadar hızlı gelişti ki... Ne olduğunu anlayamadım bile.
Mirza birden önüme atıldığında, aniden dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Ve kulaklarımızı sağır edecek bir patlama oldu.
Silah patladı.
*
Nasıl buldunuz bakalım?
~Sizce ne oldu? Ve bundan sonrasında ne olur?
Şimdi size birkaç sorum olacak. Önemli sorular ğwdğğdğc
~Yan karakterlerimizden çift olarak yakınlaştırdığınız isimler hangileri? Ben henüz bu yan çiftleri düşünmedim ama sizlerin düşüncelerini merak ediyorum.^^
~Bir de hikâyemizle ilgili eleştirilerinizi buraya yazabilir misiniz? İstediğiniz her şeyi yazabilirsiniz lütfen çekinmeyin, asla darılmam, kızmam.^^
Alıntılar için instagram; mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro