
5.Bölüm: "Sevmekle olmuyor"
#Cem Yıldız - İmkansız
#Sufle - İçinde Aşk Var
#Yıldız Tilbe - Emi
Oy verdiysek başlayalım mı?🥰
Bu güzel çalışma canım Sena'mın ellerinden. Çok teşekkür ederim Sena'm💙 senasnepenthe
*
"Oğlum?" diyen Asiye teyzenin sesi kulaklarımıza dolduğunda, gözlerim korku içerisinde açıldı. İkimizde gözlerimizi Asiye teyze çevirdiğimizde onun bize kaşları çatık bir şekilde baktığını gördük. Çatılan kaşlarıyla birlikte yaşının verdiği çizgiler gün yüzüne çıkmış, kahverengi gözleri kısılmıştı. Bize öyle bakmasını haklı buluyordum.
Çünkü; bulunduğumuz konum hiçte doğru bir konum değildi. Mirza'nın eli belimi sıkı bir şekilde kavramıştı ve aramızda çok az bir mesafe vardı.
"Be... biz." Diye saçma bir şekilde kekeleyerek konuştuğumda, bulunduğumuz konumdan kurtulmak adına geriye doğru çekilmeye çalıştım.
"Söyle anne?" Dediğinde Mirza sesi her zamanki gibi sert ve net bir şekilde çıkmıştı. Yani en azından benim aksime...
Asiye teyze, "Siz?" dediğinde onun da sesinden akan karışıklığı anlayabilmiştim. Şu an bulunduğumuz duruma anlam veremiyordu.
"B- biz." Dediğimde daha fazla saçmalamamak adına sustum. Konuştukça kekeliyor, daha da çok batıyordum. Benim aksime Mirza o kadar çok rahattı ki, onun bu tavırları benim sinirlerimi daha da çok bozmaya başlıyordu.
"Biz su istedi. Evet, Mirza abi su istedi. Ben onu veriyordum." Söylediğim şeylerden sonra Asiye teyzenin kaşları çatıldığında, ağzının içinden, "Fesuphanallah," dediğini duyabilmiştim. Şimdi Asiye teyze, 'Eli belindeyken mi su veriyordun?' Dese diyecek hiçbir şey bulamazdım.
Mirza'nın, "Sen içeri geç!" diyen sesi Asiye teyze ve benim bakışmamızı böldüğünde, gözlerimi ona çevirdim. Gözleriyle 'git' diyordu. Ne yapacağımı bilemediğimde başımı belli belirsiz bir şekilde sallayarak, geriye doğru çekildim. Asiye teyze ve Mirza'nın bakışları altında mutfaktan çıktığımda, Mirza ayağıyla arkamdan kapıyı kapattı. Ne yapacağımı ve Mirza'nın ne diyeceğini bilmiyordum.
İçeri girdiğimde annem ve Dila'yı yaprak sararken buldum. "Nerde kaldın kız sen?"
"Yemek yiyordum," dedim sakince.
"Ahiretliğim nerede?" Annemin sorduğu soruyla birlikte, "Mutfakta," dedim. "Mirza abiyle bir şeyler konuşacakmış." İçeride benim çıramı yakacaklar diyemedim.
Annem, "Kesin evlilik için ikna etmeye çalışacak," dediğinde gözlerimi devirerek, yere oturdum. Elime aldığım yaprağı sarmaya başladığımda, aklım kesinlikle burada değildi. Annem ve Dila bir şeyler konuşuyorlardı ama onları duramıyordum bile.
"Mihran arayım mı ben şimdi?" diyen annemin sesini duyduğumda, "Ne?" dedim dalgın bir şekilde. "Kimi arayacaksın?"
"Adnan'ı beğendin ya onu diyorum arayalım mı diye?" Hah ben bir de başıma bu işi almıştım değil mi? Sırf Mirza'ya inat etmek için daha fotoğrafına bile adam gibi bakmadığım, ismini dahi bilmediğim birisini beğendiğimi söylemiştim. Valla bu işin sonunda annem yüzünden yanlışlıkla evlenip çıkmasam iyiydi.
"Yok anne, saçmalama..." dediğim sıra mutfağın kapısı açıldı, ve önden Asiye teyze, arkasından ise Mirza çıktı.
Annem sanki bir çocuğu şikayet ediyormuş gibi, "Ahiretliğim bu kız şimdi de olmaz diyor," dediğinde gözlerimi zorla Asiye teyzeye çevirdim. Gözlerinden geçen garip bir ifadeyle bana bakıyordu, ama çözememiştim.
"Neye olmaz diyor Nuray?" diyen Asiye teyzenin sesi durgun bir şekilde çıkmıştı. Gözlerimi istemsiz bir şekilde arkasında duran Mirza'ya çevirdiğimde, onun gözlerinde gördüğüm tek bir ifade olmuştu. Gözlerinden bana akan tek şey; güvendi. Yıllar sonra ben onun gözlerinde sıcaklığını hissettiğim bir güveni gördüm.
"Şu çocuğa az önce beğendim, maviş maviş çocuklarımız olur diyordu. Arsız bu kız. Şimdi de olmaz diyor. Ne yapacağım ben bu kızla?" Annemin yana yakıla söylediği şeylerle birlikte gözlerimi devirdim. Valla ben almıştım başıma belayı.
"Boş ver ahiretliğim şimdi sen onu. Hem o çocuğu benim gözüm tutmadıydı zaten. Hem daha küçük bu çocukların yaşları. Zamanı geldiğinde kendi seçtikleriyle evlenirler." Asiye teyzenin söylediği her bir kelime boğazıma bir yumru gibi oturduğunda, gözlerimi şaşkınlık içerisinde açmamak için kendimi zor tuttum.
Bunları diyen gerçekten Asiye teyze miydi? Hani az önce bana taliplerimin fotoğraflarını gösteren Asiye teyze.
Annem, "Aman bu kimi seçecek?" dediğinde gözleriyle beni deştiğinin farkındaydım. Ama annemin bakışlarını umursamayacak kadar şaşkındım. "Bu bana serseri, hayırsız, uğursuz bir damat getirir." Ne damatmış arkadaş ya. Valla bugün içim, dışım dolmuştu artık.
Asiye teyze, "Yapmaz öyle şey," dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Gözleri Mirza ve benim aramda gidip duruyordu. "İşinde, gücünde, iyi huylu bir damat getirir sana." Sesi imalı bir şekilde mi çıkıyordu, yoksa ben mi yanlış anlıyordum?
Mirza, "Kapatın artık bu konuyu," dediğinde sesi taviz vermez bir şekilde çıkmıştı. Sanki 'kapatmazsanız ben kapatırım' der gibiydi. Annem bir şey demeyerek sessiz kaldığında, Asiye teyze de yanımıza oturarak yaprak sarmaya başladı. Ama yaprak sarmasına rağmen gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.
Bir şey olmuştu. Mirza, ona mutfakta bir şey demişti. Bunu anlayabilmiştim. Zaten Asiye teyze her şeyi bakışlarıyla belli ediyordu.
Elime aldığım yaprağın içini doldurup, dalgın bir şekilde sarmaya başladığımda Mirza'nın kalın, damarlı elini önümde hissettim. Parmakları benim sardığım dolmalardan birine uzanıp çektiğinde, şaşkınlık içerisinde ona baktım. Ben iç dünyamda nelerle hesaplaşıyor, neyin korkusunu yaşıyordum ama beyefendi hiçbir şey yokmuş gibi dolma yiyordu.
"Kalın olmuş bu. Bir tanesi, parmağım kadar." Mirza'nın yediği sarma üzerine söylediği şeyle birlikte kaşlarım çatıldığında, güldüm. Ama bu hissettiğim sinirimden kaynaklı bir gülüştü.
"Hadi ya," dedim alaylı bir şekilde. Gözlerimi ona çevirdiğimde, parmağına baktım. "Senin parmağın o kadar ince mi? Maşallah senin bir parmağın benim üç parmağıma denk geliyor." Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, yüzünde eğlenceli bir tebessüm belirdi. Benim üzerimden uzanıp başka bir sarmayı daha eline aldığında, Asiye teyze eline vurdu.
"Kurt olacak oğlum kurt." Mirza, Asiye teyzeyi umursamadığında yemeye devam etti. "Ay bu oğlan küçükken de böyleydi. Çiğ çiğ yer sonra midesini bozar, on saat tuvaletten zor çıkardı." Bunu biliyordum. Ama Mirza'nın bunları duymak hoşuna gitmemiş olacak ki; "Anne!" Dedi uyarır bir şekilde.
Mirza tekrardan elini uzatıp benim sardığım sarmalardan aldığında, "Alıp durma," dedim. "Sen çiğ çiğ ye diye mi sarıyorum ben bunları?"
"Evet," dedi Mirza hiç utanmadan. Sonrada parmağını havaya kaldırdı. "Şuna baksana," dediğinde gözlerimi eline doğru çevirdim. Parmağını ve benim yaprak sarmamı yan yana getirmişti. "Cidden parmağım kadar." Evet, gerçekten öyleydi. Birazcık kalın sarmış olabilirdim. Yani Mirza'nın baş parmağı kadar kalın... Ama şu an bunu ona söylememe gerek yoktu.
"Çok biliyon sen," dedim. "Beğenmiyorsan geç diğerlerini ye. Hem ben böyle içi çok seviyorum." İnşallah kurtlanır da midesi bozulurdu. İçin için ettiğim bedduaya karşılık kaşlarım kendi kendiliğine çatıldığında, kendime kızmadan edememiştim. Şimdi gerçekten midesi falan bozulurdu. Valla vicdan azabı çekerdim.
Mirza, "Haklısın," dediğinde sardığım yapraklardan birini daha aldı. Haklısın diyordu ama daha benim sardıklarımı yiyip duruyordu.
Yanımda oturan Dila, "Of..." diyerek sızlandığında gözlerimi ona çevirdim. Dudaklarını büzmüş bir şekilde duruyordu. "Sırtım ağrıdı benim ya. Saramıyorum daha fazla." Gözlerim Dila'nın önünde duran sarmalara kaydığında, gülmeden edemedim. Toplasanız yirmi tane anca vardı. Gerçi bu kadarını yaptığı için bile bence bir alkışı hak ediyordu.
Tepemde duran Mirza, "Çok konuşma," dediğinde Dila'nın dudakları biraz daha büzüldü. "Ama abi..." dediğinde Mirza hızlı bir şekilde sözünü kesti.
"Çok konuşma dedim Dila. Yokluğumda annem senin başını çok boş bırakmış ama ben varım artık." Mirza'nın söylediği şeyle birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.
Dila ağzının içinden, "Tamam," diye mırıldandığında, üzgün bir şekilde yaprak sarmaya devam etti. O an Dila'nın bu işi Mirza'nın zoruyla yaptığını anlayabilmiştim. Mirza öyle bir bakıyor, öyle bir konuşuyordu ki... Kendisini yapmaya mecbur hissediyordu.
Kendimi tutamadığımda, "O ne demek öyle ya?" Dedim. "Koyun mu bu kız? Başındaymışsın, boş bırakmayacakmışsın falan."
"Lafı çevirme Mihran!" Dediğinde Mirza, onun da sesi sert bir şekilde çıkmıştı. "Dila benim ne demek istediğimi anladı."
"Ne demek istemişsin?" Dedim alaylı bir şekilde. "Senin söylediklerin ben de tek bir yere çıkıyor."
Mirza, "Hiçbir şey..." dediğinde üzerine basa basa konuşmuştu. "Hiçbir şey bıraktığım gibi değil." Gözlerimi ona çevirdim. Gözlerinin tek odağında olan kişi bendim. Dila falan umrunda değildi. Zaten konu artık Dila'da değildi.
"Ne bekliyordun ki Mirza abi?" Dedim bastıra bastıra. 'Mirza abi' lafıyla birlikte sinirlerinin bozulduğunu fark edebiliyordum. Ona her abi dediğimde içinde kaynayan volkan kendini patlamamak için zor tutuyordu. "Yıllar sonra döndüğünde hiçbir şeyi bıraktığın gibi bulamazdın. Ki bulamadın da." Son cümlemden geçen alayımı o da fark edebilmişti.
Gözlerimin içine baka baka, "Bulamadım," dediğinde sesi sanki 'bulmak istiyorum' der gibi çıkmıştı. Ama bulamazdı. Dört yılda her şey değişmiş, üzerine yeller esmişti.
Annem, "Kız," diyerek âdeta cırladığında, gözlerimi zorlukla Mirza'dan çekerek ona çevirdim. "Çocuk keyfinden mi gitti sanki? Görevi onun görevi."
Ve Mirza'nın yıllar önce, beni bırakıp giderken kurduğu cümlesi düştü aklıma. 'Tayinim çıkmadı. Bilerek aldırdım' demişti.
Annemin söylediklerine karşılık sessiz kalıp sustuğumda, annem susmadı. "Hem sen niye çocukla kızar gibi konuşuyorsun. Abin o senin abin." Annem sözleriyle Mirza'yla aramıza benim çektiğim duvardan başka bir duvar çektiğinde, yine sessiz kaldım.
Abin o senin abin...
Asiye teyze, "Ay ilahi ahiretliğim," dediğinde güldü. Ama bu gülüşü zoraki bir gülüştü. "Beraber büyüdü onlar. Aralarında kavga da ederler, birbirlerini severlerde." Bir gün içerisinde daha ne kadar şaşıracaktım acaba? Bunları diyen gerçekten Asiye teyze miydi?
Birbirimizi falan sevemezdik de neyse.
Mirza, "Ben odamdayım," dediğinde merdivenlere doğru yöneldi. Arkasından sadece baktım. Merdivenlerden çıkıp gözden kaybolduğunda, "Ben bir lavaboya gideceğim,"'dedim. Sardığım son sarmayı da bıraktığımda, oturduğum yerden kalktım.
Arkamdan Asiye teyze, "Git tabii kızım git," dediğinde sesi imalı bir şekilde çıkmıştı. Ya da ben mi böyle hissediyordum bilmiyordum. Birden Asiye teyzenin laflarından huy kapmaya başlamıştım ve bunun tek sebebi de Mirza'ydı. Mutfakta Asiye teyzeyle bir şeyler konuşmuşlar ve ondan sonra birden Asiye teyze böyle olmuştu.
Odasına giren Mirza'yı gördüğümde, daha o kapıyı kapatamadan hemen içeri girdim.
"Asiye teyzeye ne dedin sen?" Dediğimde sesimin tonlamasına dikkat ederek konuşmuştum. Hemen aşağıdalardı ve bizi duymaları kötü olurdu. Mirza gözlerini bana çevirdiğinde gözlerinde bir şaşkınlık belirtisi görmeyi bekledim ama göremedim. Yüksek ihtimalle zaten peşinden gelmemi bekliyordu.
Oldukça rahat bir şekilde, "Ne demişim?" dediğinde sinirli bir şekilde ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.
"Kadına ne dedin de birden böyle üç yüz altmış derece döndü. Benimle imalı imalı konuşmaya başladı. Yok efendim Adnan'ı gözü tutmamış, hayır gelmezmiş falan. Söyle, ne dedin?" Sinirli bir şekilde söylediklerimle birlikte Mirza'nın kaşları çatıldığında, bana doğru bir adım attı.
"Alma şu pezevenkin, gavatın, zibininin ismini ağzına." Pezevenk, gavat, zibidi? Gerçekten pes ya.
"Sen, onun yanında halt etmişsin," dedim yüzüne tükürürcesine.
"Sen, o pezevenki, gavatı, zibidiyi nerden tanıyorsun da ben onun yanında halt etmiş oluyorum." Mirza'nın oldukça sinirli bir şekilde söyledikleriyle birlikte, kendimi olduğum yerde tepinmemek için kendimi zor tuttum.
"Sana ne?" Dedim ters bir şekilde. "Nerden tanıyorsam tanıyorum." Kesinlikle öyle birisini tanımıyordum. Hatta annemler diyene kadar Adnan diye birisinin ismini bile duymamıştım. Ama Mirza'nın bunu bilmesine tabii ki de gerek yoktu.
"Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından Mirza.
Ne Mihran, ne Mihran?
"Hadsiz, hudutsuz..." dedim sertçe.
Mirza, "Ba ba ba laflara bak laflara," dediğinde gülmeden edemedim. Gerçekten karşıma geçmiş benimle alay ediyordu.
"Sen gerçekten..." dediğimde ona ne desem az geleceğini fark ederek, sustum. Burnumdan soluyor, üzerine atlamamak için kendimi zor tutuyordum. Buraya Asiye teyzeye ne söylediğini öğrenmek için gelmiştim ama yine beni çıldırtmıştı.
"Evet, ben gerçekten hadsizim, hudutsuzum, densizim. Kaç gündür bunları ezber ettim artık. Başka eklemek istediğin bir şey var mı?"
"Arsızsın," dedim gözlerinin içine baka baka. "Bak onu unutmuşsun, arsızsın, yüzsüzsün." Oldukça ciddi bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde, sanki yolmak istercesine çekiştirdi.
"Mihran!" Dedi sabrının son kalan kırıntılarıyla. Sabrının sonlarında olduğunu sesinden anlayabilmiştim. Ama o sabrının sonlarındaysa ben de sonlarındaydım artık.
"Ne?" Dediğimde sesim yükselmişti artık. Elimi kaldırıp belli belirsiz bir şekilde salladığımda, "Mihran, Mihran, Mihran. Ne Mihran, Mihran?" Dedim.
Mirza onun önüne salladığım elimden tutup çektiğinde, neye uğradığımı şaşırmıştım.
Mirza, "Kurban olduğum," dediğinde alnını alnıma yaslamaya çalıştı ama buna izin vermedim.
İki dakika içerisinde yaşadığımız şu değişime anlam veremiyordum. Ne zaman kavga etsek, kendimi onun dibinde, onun kollarının arasında buluyordum. Vallahi dengesizdi. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
"Bırak!" Dedim elimi çekmeye çalıştığımda. "Her bulduğun an ya elimden ya belimden çekip duruyorsun." Sinirli bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza'nın dudakları yukarıya kıvrıldığında, güler gibi oldu ama gülmedi.
"Seviyorum," dediğinde kuzguni siyah gözlerini, gözlerimden ayırmamıştı. "Seviyorum."
Yıllar sonra dudaklarının arasından bana karşılık dökülen 'seviyorum' lafını duymak bile tüm dengemi bozmuştu. Kalp ritmim hızlanmış, karşısında elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmış bir şekilde kalmıştım.
Benim aksime Mirza çok rahattı.
"Ellerini," dediğinde parmaklarıyla bileğimi okşamaya başladı. "Seviyorum." Gözlerimin içine baka baka söylediklerinden sonra elini belime attığında, bu sefer de belimi okşadı. "Belini seviyorum." İçime çektiğim nefes artık bana yetmiyordu. Her defasında daha fazlasını isteyen bünyemin ona karşı olan tepkileri farklılaşmıştı.
"Öyle mi?" Dediğimde sesim içime kaçmış gibi çıkmıştı ama ben böyle olmasını istemiyordum. Onun karşısında dik bir şekilde durmak istiyordum. Durdum da. "Oysa benim sen de sevdiğim hiçbir şey yok." Gözlerinin içine baka baka söylediklerimle birlikte, belimde duran eli sıkılaştı.
'Yalan' diye bağırdı kalbim. Kalbimin atışları hızlandı, onu gören yüreğim çarpmaya başladı. Ve bir kez daha 'seviyorsun' diye bağırdı.
Mirza alnını alnıma yasladığında, tıpkı az önce benim dediğim gibi, "Öyle mi?" Diye fısıldadı. Artık aramızda hiç mesafe kalmamış, nefeslerimiz birbirine karışmaya başlamıştı. "Oysa ben senin her zerreni seviyorum." Mirza'nın gözlerimin içine baka baka söylediği şeylerle birlikte ellerinin altında olan bedenimin titrediğini hissettim. Sanki birden üzerime soğuk bir hava çarpmış gibiydi.
"Yapma," diye fısıldadım son kalan gücümle. "Bunu bana yapma. Dengemi bozma, benimle oynama."
"Yapamıyorum," diye fısıldadı Mirza. "Sensiz bir adım uzağa gidemiyorum. Yanımdasın ama dokunamıyorum bile. Ellerimi..." dediğinde titreyen parmaklarını havaya kaldırdı. "Şu ellerimi saçlarının arasına daldırıp, okşayamıyorum bile." Elleri havada asılı kalmıştı. Parmaklarının ucu titriyordu.
"Yapma," dedim sonuna kadar harcamış olduğu irademle. Sadece baktı.
"Eskiden karşımda tek bir bakışımdan beni tanıyan bir adam vardı..." dedim. Uzun uzun baktı gözlerime. "Şimdi ise kendisinden başka kimseyi görmeyen bir adam var." Duraksadım. "Gerçekten beni görmüyor musun Mirza, yoksa gözlerini bana mı kapattın?"
Sorduğum soru üzerine Mirza alnını alnıma biraz daha bastırdığında, "Hayır hayır..." dedi. "Sen benim şu dünyada gözümün de gönlümün de gördüğü tek kişisin." Başımı olumsuz anlamda salladım. Dudaklarının arasından dökülen tek bir kelimeye bile inanmıyordum artık.
"Değil," dediğimde başımı olumsuz anlamda salladım. "Yıllar sonra geldiğinde böyle karşıma geçip hiçbir şey olmamış gibi davranamazsın." Evet, davranamazdı. "Sen yıllar önce bir şey yaptın..." dediğimde alnımı onun alnından çekerek geriye çekildim. "Yıllar önce yaptığın şeyin sonuçlarını ben fazlasıyla ödedim." Elimi, belimin üzerinde duran elinin üzerine koyduğumda, tutup kaldırdım. Fazladan güç uygulamama gerek kalmamıştı, çünkü; şu an ben ne desem yapacak durumdaydı.
"Artık bedel ödeme sırası sen de." Ellerimin içinde duran ellerini hızlı bir şekilde bıraktığımda, onun âdeta dumura uğramış suratına son bir kez bakarak odasından çıktım.
Elimi kalbimin üzerine götürdüğümde, merdivenlere tutunarak ayakta kalmaya çalıştım. Kendimi öyle bir kapanın içine sıkışmış gibi hissediyordum ki... Ve o kapana Mirza ile birlikte sıkışmıştım. Çıkamıyordum. Sıkışıp kalmıştım.
Canım öyle çok acıyordu ki... Gözlerine her baktığımda dört yıl önce yaşadıklarımız aklıma geliyordu. Sanki giderken söyledikleri aklımın bir ucuna dövme gibi yapışıp kalmıştı. Silmek istesemde silemiyordum.
Gözümden akan bir damla yaş, yaşadığım anların içinden çıkıp beni gerçekliğime kavuşturduğunda, elimi yanağıma götürüp hızlı bir şekilde sildim. Şu gözyaşlarım bin kez de aksa, bin kez de silip, toparlanacaktım. Yüzüme yapıştırdığım sahte gülüşümle birlikte merdivenlerden indiğimde, Dila'yı ortalığı toparlarken buldum.
"Yaprak mı bitti?" Dediğimde Dila gözlerini bana çevirdi.
"Yok, babamlar geliyorlarmış sardığımız kadarını koydular ocağa hemen." Dila'nın sesi yorgun bir şekilde çıkmıştı. Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, ben de ortalığı toplamaya başladım. Yerde duran yastığı alıp, koltuğun üzerine koydum.
Pantolonumun arka cebinde duran telefonum âdeta götümü patlatırcasına titrediğinde, elimi cebime götürüp telefonumu çıkardım. Behlül mesaj atmıştı. Mesajlara girip, okumaya başladım.
Behlül: Hocayla konuştum.
Behlül: Bir türlü ikna edemedim lan
Behlül: Nuh diyor peygamber demiyor
Behlül: Değiştirmiyor bir türlü yerlerimizi
Behlül: Karşısında deli taklidi bile yaptım
Behlül: Bakın ben deliyim, oradaki deliler oraya yeter dedim
Behlül: Seni de oraya yatıralım dedi
Ne? Dersten sonra staj yerlerimizin değişmesi için hocamızla konuşacağını biliyordum ama deli taklidi yapmasını hiç mi hiç beklemiyordum.
İstemsiz bir şekilde güldüğümde, mesaj yazmaya başladım.
Siz: İyi demiş:)
Behlül: Beni oraya yatırsalar
Behlül: Benim hemşirem olur musun
Behlül: Valla sen olacaksan yatarım biraderim:)
Hemen gevşiyordu hemen.
Siz: Geri zekalı!
"Mihran kuzum şunları masaya götürür müsün?" Asiye teyzenin söyledikleriyle birlikte telefonumu hemen cebime attığımda, Asiye teyzenin uzattığı tabakları aldım. Mutfaktan çıkıp içeri geçtiğimde, elimdeki tabakları hazır olan masanın üzerine koydum. Çalan kapıyla birlikte, "Ben açıyorum," dediğimde kapıyı açtım.
Karşımda gördüğüm babam ve Aslan amcayla birlikte gülümsediğimde, "Hoş geldiniz," dedim. Kenardaki dolapta duran terlikleri çıkarıp babam ve Aslan amcanın önüne koyduğumda babam, "Hoş bulduk," dedi.
Aslan amca da, "Hoş bulduk güzel kızım," dediğinde kollarını girmem için açtı. Hemen kollarının arasına girdiğimde, elini omzuma attı. Bir komşudan çok benim ikinci ailem gibilerdi.
Aslan amcanın kolunun altında güle güle içeriye girdiğimizde, merdivenlerden inen Mirza'nın gözleri bizi buldu. Bize baktığında dudaklarının belli belirsiz bir şekilde kıvrımına şahit oldum. Ama bu çok kısa sürmüştü. Az önce yaşadığımız şeyler onu hiç etkilememiş gibiydi. Ya da duygularını o kadar iyi saklıyordu ki... Ben onu göremiyordum.
"Nasılsın kızım? Okulun nasıl gidiyor?" Aslan amcanın sorduğu soruyla birlikte gözlerimi ona çevirdiğimde, gülümsedim. "İyi gidiyor Aslan amca. Stajıma gidip geliyorum."
"İyi iyi..." dedi Aslan amca. "Bir tansiyonuma bakarsın o zaman."
"Tabii," dedim sadece. Bu çokça alışık olduğum bir konuydu. Eve misafir geldiğinde birisi kolunu açar 'tansiyonuma bakıver bir' derdi ve peşinden de diğerleri kollarını açardı. Yani ben bir ev dolusu insanın tansiyonunu ölçmüş olurdum.
"Hadi bakalım yemek hazır. Ellerinizi yıkayın da gelin." Asiye teyzenin bağırması ile birlikte Aslan amca merdivenlere doğru yöneldiğinde, ben de masadaki son eksikleri almak için mutfağa girdim.
"Götürülecek bir şey kaldı mı?" Dediğimde Asiye teyze elindeki sürahiyi uzattı. "Başka bir şey kalmadı kızım." Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, içeriye geçtim. Babam ve Aslan amca gelmiş yerlerine oturmuşlardı. Aslan amca en baştaki sandalyeye oturmuş, babam ise hemen sağ çaprazına geçmişti. Mirza'da, Aslan amcanın soluna geçtiğinde tam Dila yanına oturacaktı ki; "Dila!" Dedi uyarır bir şekilde.
Dila sanki Mirza'nın gizli uyarısını almış gibi, "Anne sen böyle geç," dediğinde, benim yanımdaki boşluğa oturdu. Böylelikle Dila işlerden kaçmak için çıkılmayacak bir yere oturmamış olmuştu. Ve bunu Mirza yapmıştı. Bunu Dila'ya ders vermek amacıyla mı yapmıştı, yoksa başka bir amaç mı gütmüştü anlayamamıştım.
Aradan geçen dakikaların ardından kimseden çıt çıkmıyor, sadece kaşık, çatal sesleri çıkıyordu. Bugün de bir şekilde yemeğimizi burada yemiştik ama artık yapacak bir şey yoktu. Ailelerimiz birbirlerinden bir türlü ayrılamıyorlardı işte.
"Oğlum sana kalınları mı denk gelmiş?" Diyen Asiye teyzenin sesini duyduğumda, gözlerimi Mirza'ya çevirdim. Yüksek ihtimalle Mirza'nın tabağındaki kalın yaprak sarmalarından bahsediyordu. Ve biz de Mirza'nın da dediği gibi bu kadar kalın sarmayı becerebilen bir tek ben vardım.
Mirza, "Böyle denk gelmiş," diyerek Asiye teyzeyi onayladığında sarmalardan birini alarak ağzına attı.
Dila, "Abi kalın olanlarını bilerek sen istedin ya..." dediğinde Mirza'nın kaşları hafif bir şekilde çatıldı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında, Mirza umursamaz bir tavır takınarak, "Bol içli sevdiğimden," dedi.
Hayır, onları sırf ben sardığım için istemişti. Böyle düşününce içimden ona akan bir sıcaklık hissettim. Ama bu o kadar kısa oldu ki... Başımı yere eğdiğimde, ben de tıpkı onun gibi umursamaz bir tavır takınarak yemeğimi yemeye devam ettim.
Yemeğimizin sonrası sessizlik içerisinde geçtiğinde Aslan amca ve babam, "Ellerinize sağlık," diyerek sofradan kalktılar. Aman şimdi iki tabak alıp götürseler incileri falan dökülürdü. Düşündüğüm şeyle birlikte başımı olumsuz anlamda salladığımda babam, "Kızım içeriz bir kahveni," dedi.
"Tabii hemen yaparım baba," dediğimde oturduğum sandalyeden kalktım. Aslan amca, babam ve peşlerinden kalkan Mirza salona geçtiklerinde arkalarından homurdandım.
"Bir işe yarayıp iki tabak götürse ölecek sanki. Bir de gerile gerile salona geçiyor. Paşama bak. Oh ne güzel ya. Valla bu dünyaya erkek olarak gelmek varmış." Elime aldığım tabaklarla birlikte bu sefer içimden söylene söylene mutfağa geçtiğimde, cezveyi çıkararak kahve yapmaya başladım.
Arkamda hissettiğim hareketlilikle birlikte gözlerimi arkama çevirdiğimde, Mirza'yı gördüm. Elinde gördüğüm kat kat tabaklarla birlikte gözlerim istemsiz bir şekilde açıldığında, elini belimin yanından uzatarak tabakları tezgaha koyduğunda, geri çekilmesini bekledim ama o çekilmedi. Başı başımın yanında durduğunda, nefesini bir adım uzağımda hissedebiliyordum.
Mirza kulağıma doğru, "Bir şey istiyorsan sadece söyle," diye fısıldadığında, fısıltısı içimi yakıp geçmişti. "Arkamdan homurdanmana gerek yok." Kaşlarımı çattığımda onun etkisi altına girmemek için başımı olumsuz anlamda salladım. Zamansız hareketim yüzünden yüzlerimiz birbirine çarptığında, "Ah..." diye inledim. İnlemem onda ne gibi bir etki yaratmıştı bilmiyordum ama kaşlarının çatılışına anbean şahit olabilmiştim.
Mirza elini yanağıma koyduğunda, "İyi misin, çok acıdı mı?" Dedi. Gözlerim istemsiz bir şekilde yanağımda duran eline düştüğünde, "Acımadı," dedim. Onun elleri böyle beni sarmalamışken, karşısında kaskatı bir şekilde durmak öyle zordu ki...
Ellerinin varlığından kurtulmak adına geriye çekildiğimde, "Bırak!" Dedim. Mirza başını belli belirsiz bir şekilde salladığında, birkaç adım geriye atarak, çekildi. Ocaktan gelen cızırtılı ses kulaklarıma dolduğunda, gözlerimi ocağa çevirdim. Kahve taşıyordu.
"Allah kahretsin," dediğimde hemen ocağı kapattım. Ama olan olmuştu işte. Tezgâhta duran bezi elime aldığımda hemen silmeye başladım. Valla iki dakikada Mirza yüzünden mutfağın bokunu çıkarmıştım.
"Hep senin yüzünden oluyor bunlar," dediğimde kahveye bulanan bezi yıkamaya başladım. "Gelip oyaladın beni. Batırdın, mutfağı batırdın." Kendi kendime söylenmeye devam ediyordum ama Mirza hiçbir şey demiyordu. Demesindi de zaten. Valla şu cezveyi alıp kafasına geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.
Mirza, "Benim yüzünden mi?" Dediğinde başını gülerek olumsuz anlamda salladı. "Bana dalıp, kahveyi taşıran sensin." Ben ona mı dalmıştım?
"Gerçekten pes yani," dediğimde tekrardan kahve yapmaya başladım. Cezvede karıştırdığım kahvenin içine şeker katmak için şeker kutusunu aldığımda, bir yandan da kendi kendime kızarak konuşuyordum. "Arsız gördüm, yüzsüz gördüm ama böylesini gerçekten görmedim. Dengesiz ya dengesiz." Şekerini attığım kahveyi ocağın üzerine koyduğumda arkamda duran Mirza homurdanarak konuştu.
"Yalnız ben hâlâ burdayım."
"Sahi?" Dedim ona döndüğümde. Ama bu sefer bir gözüm kahvedeydi. Yeniden taşırmak gibi bir şey olsun istemiyordum. "Sen neden hâlâ buradasın? Geçsene içeri."
"Senin homurdanmalarını dinlemek hoşuma gidiyor." Mirza'nın hiç düşünmeden verdiği cevapla birlikte, burnumdan solumaya devam ettim. "Şu huysuzlukların, homurdanmaların bir bana olsun istiyorum." Sadece baktım. Kalbimin atışının hızlandığını hissedebiliyordum.
Ta ki Dila, "Bezdum bezdum..." diyerek mutfağa girene kadar. "Vallahi ben bu ev işlerinden bezdum. Kariyerim bitti, bulaşık mulaşıkla sınırlı kaldı. Artık ev işleri vlokları çekeceğim. Yaprak sararken mukbanglar çekeceğim. Vay benim dertli başım vay." Dila'nın peş peşe sıraladıklarıya birlikte şaşkınlık içerisinde açılan gözlerimi ona çevirdim.
Aramıza hoş geldin be Dilacım. Ben yıllardır beziyordum da ağzımı açıp bir şey diyemiyordum.
Dila konuşmalarının arasında sonunda bizi görebildiğinde, "Hih..." deyip elini ağzına doğru götürdü. "Sen de mi buradaydın abi?"
"Dila!" Diye tısladı dudaklarının arasından Mirza. "Benim asaplarım çıkıyor."
Ağzımın içinden, "İndiği varmış gibi," diyerek homurdandığımda, pişen kahveyi alarak hazırladığım üç fincana doldurmaya başladım.
Mirza, "Te allam ya..." dediğinde bana son bir kez bakarak, içeri geçti.
Dila, "Anca Dila diyor anca Dila. Hiç canım kardeşim bir şeye ihtiyacın var mı demiyor. Paran var mı demiyor. Anca Dila diyor..." dediğinde elinde tuttuğu bardakları makineye dizmeye başladı.
"Haklı değil miyim ama Mihran?" Sorduğu soruyla birlikte başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Resmen abisini bana şikayet ediyor, bir de onay almaya çalışıyordu.
Tepsiye koyduğum kahvelerle birlikte içeriye geçtiğimde annem ve Asiye teyzeyi salonda otururken buldum. Asiye teyze, "Bahçeye çıktılar kızım," dediğinde bahçeye yöneldim. Bahçeye çıktığımda Babam ve Mirza'yı tavla oynarken buldum.
Babam, "Hah getirdin mi kızım?" Dediğinde tepsideki kahveleri önce Aslan amcanın önüne, sonra da babamın önüne koydum. Elime aldığım son kahveyi de Mirza'nın önüne koyduğumda, gözlerini bana çevirdi. Dudağının kenarında oluşan belli belirsiz gülümsemesiyle bana baktığında, kahveyi koyarak geri çekildim.
Babam, "Şimdi senin boyunun ölçüsünü alacağım," dediğinde sesi eğlenceli bir şekilde çıkmıştı. Babam, Mirza'yla tavla oynamayı hep severdi ve yıllar geçmesine rağmen hâlâ seviyordu. Aslında ben oyunun sonunda ne olacağını biliyordum. Babam yenilecek ve her zaman yaptığı gibi 'zar tuttun lan' diye bağıracaktı.
Aslan amca, babama güldüğünde kahvesini eline alarak, içmeye başladı. İçtiği kahveyi aynı anda ağzından püskürterek boşalttığında, "Kızım..." dedi zorla.
"Aslan amca ne oldu? İyi misin?" Diye telaşla konuştuğumda hemen kahvenin yanında duran suyu, eline verdim. Aslan amca, suyu alıp bir dikişte içtiğinde anlamayan gözlerle ona bakıyordum. Bildiğiniz yaptığım kahveyi gerisin geri püskürtmüştü.
"Kızım sen bunu tuzlu yapmışsın," dediğinde Aslan amca yüzünü buruşturmuştu. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, elimi ağzıma doğru götürdüm.
"Ben... ben şeker katmıştım ama." Valla şu an yerin dibine girmek istiyordum. Gözlerim istemsiz bir şekilde Mirza'ya değdiğinde, onun bana bakarak güldüğünü gördüm. O an bir şeyi anladım.
Benim şeker yerine tuzu bastığımı fark etmişti ama beni uyarmamıştı. Hem mutfakta benim aklımı karıştırmış hem de böyle yapmıştı.
Kaşlarım çatıldığında o beni hiç umursamadan tuzlu kahveyi alarak içmeye başladı. Gözlerime baka baka içiyordu. Ve içerken yüzü birazcık dahi olsun buruşmamıştı. Sanki elinde şekerli bir kahve varmış gibi içiyordu.
Aslan amca, "Olsun kızım, olur öyle şeyler..." dediğinde gözlerimi Mirza'dan çekerek, hemen Aslan amcanın ve babamın önündeki kahveyi aldım.
Gözlerimi tekrardan Mirza'ya çevirdiğimde onun kahveyi tek dikişte içtiğini gördüm. Ne hissedeceğimi bilemediğimde Mirza sadece telvesi kalan fincanı elime doğru uzattı. Ellerim birden titremeye başladığında, parmak uçlarımın uyuştuğunu hissedebilmiştim. Boğazımdan derin bir yutkunma geçtiğinde elimi uzatarak, kahve fincanını aldım.
Benim yaptığım tuzlu kahveyi içmişti.
Atan kalbimin gümbürtüsünün her şeyi belli etmesinden korktuğumda, hemen bahçeden çıkarak eve girdim.
Annem, "Kızım, babanın oyunları bitince kalkalım," dediğinde hiçbir şey diyemedim. Bence de bir an önce kalkmalıydık.
Asiye teyze, "Ahiretliğim saat daha erken otursaydınız ya," dediğinde annem, "Makinede çamaşır vardı, kokar şimdi. Bulaşıklar falan da ortadaydı..." dedi. Anlaşılan eve gidince hemen odama kaçmam gerekecekti.
Annem ve Asiye teyzeyi daha fazla dinlemeyerek mutfağa girdiğimde Dila'yı eli belinde söylenir bir şekilde buldum. Hayret edeceğim bir şekilde mutfağı toparlamıştı. "Vah benim dertsiz başım. Sen yıllarca geç abi, abi diye ağla. Adam gelsin senin canını okusun. Ah ah..." Gülmemek için kendimi zor tuttuğumda, tepsinin içindeki fincanları makineye koydum.
Dila sonunda mutfakta olan varlığımı fark edebildiğinde, "Bu annemler yıllardır ev işlerini nasıl yapıyorlar acaba?" Dedi. Ne? Gerçekten bunu bana mı soruyordu? Kız sadece bir gün ev işi yapmıştı ama sabahtan beri söyleniyordu.
"Yani ben gerçekten artık odamı toplamadığım zamanlar annemin söylenmelerine hak vermeye başladım. Ben annemin yerinde olsam şimdiye ev işlerinden emekliye ayrılırdım yani." Hâlâ söyleniyordu. Kendimi daha fazla tutamadığımda güldüm.
"İşte anla hallerini ve annene yardım et," dediğimde karşılık olarak, "Tamam anne," dedi. Ah ah... Kime ne anlatmaya çalışıyordum ki ben?
"Mihran hadi gidiyoruz kızım." Annemin bağırması kulaklarıma dolduğunda, Dila'ya bir şey demeden mutfaktan çıktım.
Annemle birlikte dışarıya çıktığımızda, tam da tahmin ettiğim gibi babam, "Zar tuttun lan..." diye bağırıyordu. Bu durum tabii ki de hiçbirimizi şaşırtmamıştı.
Mirza hiç uzatmayarak, "Haklısın Mehmet amca," dediğinde tavlayı kapattı. "Zat tuttum ben."
"Bakın bakın!" Dedi babam. "Söyledi işte zar tuttuğunu. Hep böyle yapıyor zaten bu çocuk."
Annem, "Ay Mehmet yine başladın," dediğinde hepimiz güldük. Artık hepimiz babamın bu hallerine alışmıştık.
Mirza, "Mehmet amca rövanşını yaparız artık," dediğinde sesi eğlenir bir şekilde çıkmıştı.
Birkaç atışmanın sonunda nihayet Asiye teyzelerden çıkabildiğimizde, babamın açtığı kapıdan içeri girdim. "Ben yatıyorum, iyi geceler." Dediğimde annemin bir şey demesine izin vermeden hızlı bir şekilde merdivenlerden çıktım.
Oh be! Bulaşıklardan yırtmıştım.
Odama girdiğimde hemen üzerimdekilerden kurtularak, geceliklerimi giydim. Uykum yoktu. Ama oldum olası yatağımda keyif sürmenin köpeğiydim. Kendimi yatağıma attığımda, telefonumu alarak, instagramda dolaşmaya başladım. Keşfette karşıma çıkan şeylere bakmak en büyük hobim olabilirdi.
Gözlerim birden yukarıdan düşen bildirime takıldığında, hemen istek kısmına girdim. Ve gördüğüm şey karşısında kaşlarım çatıldı.
MirzaUlubey sizi takip etmek istiyor.
Ne? Bir dakika, bir dakika... Şu an Mirza bana istek mi atmıştı? Bak bak... Bir de beni takip etmek istiyormuşmuş. Anca rüyasında ederdi bundan sonra.
İstemsiz bir şekilde Mirza'nın profiline girdiğimde henüz hiç gönderisinin olmadığını gördüm. Ne kimseyi takip ediyordu, ne de birisi onu takip ediyordu. Yüksek ihtimalle daha yeni açmıştı. Zaten onun böyle şeylerle işi de olmazdı ki. Şaşkınlığımda bundan kaynaklanıyordu İşte. Mirza böyle sosyal medya hesapları hiç kullanmaz, hatta nefret ederdi.
Hızlı bir şekilde Mirza'nın isteğini sildim.
Ekranıma Mirza'nın mesaj bildirimi düştüğünde, instagramdan çıkarak mesajlarıma girdim.
Mirza: Şu istediğimi kabul et.
Mirza: Ayrıca şu numaramı kaydet.
Siz: Gece gece git başımdan.
Mirza: Şu isteğimi kabul et.
Allah'ım yarabbim sen bana gani gani sabır ver.
Siz: Etmiyorum.
Mirza: Şu numaramı kaydet.
Siz: Etmiyorum.
Mesajlarımdan çıkıp tekrardan instagrama girdim. Üstten hâlâ mesaj atıyordu ama benim artık cevap verme gibi bir niyetim yoktu. Yazar yazar bırakırdı sonuçta.
Storyleri izlemeye başladığımda, gözlerimi devirdim. Şu havada bile tatile gitmişlerdi yahu! Zaten ben bu hayata tatile gidenleri izlemeye gelmiştim.
Aradan geçen dakikalarda kendimi en sonunda Şeyma Subaşı'nın profilinde bulduğumda, buraya nasıl düştüğümü gerçekten hiç mi hiç anlayamamıştım. Valla şaka gibiydi.
Ekranıma yukarıdan bir istek daha düştüğünde, gelen isteği okudum.
MuniseKaçar sizi takip etmek istiyor.
Bu da kimdi ya? Ortak arkadaşımız falan da yoktu ki. Kadının profiline girdiğimde incelemeye başladım. Fake bir hesap olamazdı. Hem profil fotoğrafı çok gerçekçiydi hem de takipçi sayısı ve ettikleri birbiri ile orantılıydı. Profili gizli olduğundan diğer fotoğraflarını göremiyordum ama profilinde bizim üniversitenin ismi yazıyordu. Yanında ise Diyetisyenlik. Yüksek ihtimalle okul sayfasını takip ettiğim için karşısına falan çıkmış olmalıydım. İsteği kabul edip, geri takip isteği attığımda, instagramdan çıktım.
Telefona baka baka gözlerim ağrımıştı artık. Telefonumu yastığımın altına koyduğumda, yatağımın içinde kayarak, tamamıyla uzandım. Gözlerimi kapattığımda, beş dakika içerisinde uykuya dalacağımı biliyordum. Ki öyle de oldu. Uyudum.
*
Elimdeki kekimden bir ısırık aldığımda, Çiçek, "Ne yapmayı düşünüyorsun?" Dedi.
"Hiç..." dedim uzatarak. Sabah erkenden kalkıp derslerime girmiş, sonrasında ise hemen eve gelmiştim. Annem yine Asiye teyzelere yaprak sarmaya gitmiş, beni de götürmek istemişti ama Çiçek'in gelmesi ile ucundan yırtmıştım. Şimdi ise Çiçek'le oturmuş öyle sohbet ediyorduk. Daha doğrusu Çiçek beni sorularıyla sıkıştırıyor, ben ise; kısa cevaplar vererek yırtmaya çalışıyordum. Ama pek başarılı olduğum söylenemezdi.
Çiçek, "Kızım sende ki şu gamsızlık beni öldürüyor ya," dediğinde yanındaki yastığı alarak, bana doğru fırlattı. Kafamın üzerine çöken yastıkla birlikte, "Çiçek!" Diye bağırdığımda, sinirli bir şekilde çekip aldım.
Ben gamsız değildim ki... Sadece yaşadığım şeyler beni içime çökertmişti o kadar. Duygularımı, hislerimi belli edemez olmuştum.
"Saçımı bozdun saçımı," dediğimde elektriklenen saçlarımı elimle düzelttim.
Çiçek, "Hay ben senin saçına," dediğinde açtığı kekstrayı ağzına tıkıştırdı. Valla boğulmazsa iyiydi.
Kapı birden alacaklı gelmiş gibi çalmaya başladığında, oturduğum koltuktan kalktım. Kapıya böyle sanki düşmanıymış gibi vuran kesinlikle annem olabilirdi.
Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm Sezin abla ve Dila'yla birlikte yanıldığımı anladım. Onları görmeme şaşırsamda hafif bir gülümsemeyle, "Hoş geldiniz," dedim.
Sezin abla, "Hoş bulduk, hoş bulduk..." dediğinde ben daha bir şey diyemeden kendisini hemen içeri attı. Onun peşinden Dila'da girdiğinde, "Nasılsın? Napıyorsun?" Dedi.
"İyiyim," dedim. "Öyle Çiçek'le oturuyorduk. Sen?" Aramızda samimiyet yoktu. Sadece zoraki bir konuşmanın içinde gibiydik.
Sezin abla, "Kız Mihran koş gel," diye bağırdığında hızlı bir şekilde içeriye doğru ilerledim.
"Ne oldu Sezin abla? Neden bağırıyorsun?" Sesimden akan anlamsızlık ve telaşımla konuşmuştum. Ama benim aksime Sezin abla çok rahattı.
"Otur kız karşıma," dediğinde Sezin abla, kaşlarım hafif bir şekilde çatılsada oturdum. "Ne oldu abla?"
"Hemen dökül hemen! Valla kaç gündür Devran'a soruyorum hiçbir şey anlatmıyor. Anca 'sen karışma Sezin' deyip duruyor. Sanki ben ona soracağım ha." Sezin ablanın peş peşe sıraladıklarıyla birlikte kendimi tepki vermemek için zor tuttum.
"Kek yer misiniz?" Dediğimde masanın üzerindeki kekstraları alarak onlara doğru uzattım.
Sezin abla, "Ay yok kız diyetteyim ben," dediğinde Dila, "Abla sen dört yıldır diyetteyim diyorsun ama seni ne zaman görsem poğaçaları tıkıştırıyorsun," dedi. Çiçek'le kendimizi tutamadığımızda güldük.
Sezin abla, "Kız pasaklı..." dediğinde Dila'nın koluna vurdu. "Sen benim yediklerimi mi gözlüyorsun?" Dila tam cevap vereceği zaman, "Sus sus..." dedi. "Kaynatma konuyu şimdi." Sezin abla gözlerini bana çevirdiğinde, dik dik bakmaya başladı. Bir cevap beklediğinin farkındaydım. Ama bir cevap verecek miydim? Kesinlikle hayır.
"Mihran ben kime söylüyorum ablacığım? Valla çatlayacağım kız orta yerimden."
"Sezin abla gerçekten neden bahsettiğini hiç anlamıyorum," dediğimde saf ayağına yatmaya çalışmıştım.
Sezin abla, "Mirza diyorum Mirza," dediğinde kekstralardan birini alarak açtı. "Hani şu karşı komşunuz olan Mirza. Hani şu geçen gece birbirinize girdiğiniz Mirza." Hah illa kafama Mirza, Mirza diye basacaktı.
"Yani... Şöyle şimdi Mirza abiyle..." Duraksadığımda Sezin abla gülerek konuştu.
"Abi deme lazım olur kız."
"Allah korusun," dediğimde elimi götürüp, masanın üzerine vurdum. "Lazım falan olmasın bana."
Dila, "Ayıp oluyor ama," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Öyle Allah korusunlar falan. Neyi var benim abimin?" Neyi yoktu ki? Hem bunlar abili kardeşli beni deli etmeye yer arıyorlardı galiba.
"Şu keklere de bayılıyorum ya," diyen Çiçek, yenisini açıp yemeye başladığında, gözlerimi ona çevirdim. Dünya yansa umrunda olmayacak şekilde kekini yiyordu. "Gerçekten çok güzel ha! Hem ucuz hem tadı da çok iyi."
Sezin abla, "Mahalle yanarken orospu saçını tararmış..." dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Bu kadar açık sözlü olmak zorunda mıydı acaba?
Çiçek, Sezin ablayı hiç umursamadığında, "Yav he he..." diyerek kekini yemeye devam etti. Umursamazlık seviyem Çiçek falan olabilirdi.
"Dökül artık hadi ablam," diyen Sezin abla gözlerini bana çevirdiğinde, tekrardan az önceki halimize dönmüştük. "Bak ablam diyorum, sana şefkatli bir şekilde yaklaşıyorum. Birazdan saçlarını yolmaya ay okşamaya başlayacağım. Ama artık anlat hadi ablacığım, valla çatlayacağım, patlayacağım." Sezin ablanın değişken ruh halleriyle söylediği şeylerle birlikte, bir şey demeyerek öylece bakmaya devam ettim. Bana öyle bir bakıyordu ki... Sanki anlatmazsam üzerime atlayacak gibiydi.
Şu an anlatıp anlatmama arasında çok kararsız kalmıştım. Bu kararsızlığım yüzüme nasıl yansımıştı bilmiyordum ama Dila, "İstersen ben gidebilirim," dedi. "Yani benim yanımda anlatmak istemezsen." Ondan böyle bir şeyi duymayı beklemediğim için şaşırmıştım ama bu şaşkınlığımı onlara belli etmemiştim.
"Sorun değil," dedim sadece. "Geçip giden bir şey sonuçta. Öğrenmenin bir mahsuru yok." Kendimi kasmadan söylediğim şeylerle birlikte Dila'nın kaşları yukarıya doğru kalktı ama onu umursamadan gözlerimi Sezin ablaya çevirdim.
"Dört yıl önce Mirza'yla bir şeyler yaşadık." Duraksadığımda bunu demenin canımı ne kadar yaktığını fark ettim.
Bir şeyler dediğim şey benim için sevda, onun için ise; hiçti.
"Oha!" Diye bağırdı Sezin abla. "Dört yıl önce mi?" Yüksek ihtimalle o dört yıl önce bir şeyler yaşamamızı beklememiş olmalıydı.
Dila, "Sezin abla, kız anlatmaktan vazgeçecek şimdi..." dediğinde Sezin abla dudaklarının üzerine hayali bir fermuar çekerek sustu.
"İşte yaşadık bir şeyler. Sonra o gitti, biz bittik. Bu kadar." Yaşadığımız onca şeyi iki, üç cümleye sığdırmıştım.
"İyide ablacığım çocuğun tayini çıktı. Bile isteye mi gitti sanki?"
"Aynen, bile isteye gitti..." dedim. "Tayini çıkmadı, tayinini isteyen oydu." Sezin ablanın gözleri şaşkınlık içerisinde açıldığında, "Ana..." dedi.
Dila, "Hayır, abimin tayini çıkmıştı..." dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. "Abim isteyerek gitmedi." Sessiz kaldığımda sadece omuzlarımı silkmekle yetindim. Ben olayı üstü kapalı bir şekilde anlatmıştım. Bu kadarı da yeterliydi. İnanıp inanmamak onların eline kalmış bir şeydi.
"Ama abim seni seviyordu..." dediğinde Dila sesinden akan şaşkınlığını hissedebilmiştim. "Tüm dünyası senle doluydu. O seni bırakıp gitmezdi ki."
Gözlerimi ona çevirdiğimde, "Yalan mı söylüyorum ben?" Dedim sertçe. "Bana dediği buydu. Demek ki; sevgisi sahteymiş." Sinirli bir şekilde söylediklerimle birlikte Dila başını olumsuz anlamda salladığında, aklıma birden gelen şeyle birlikte konuştum.
"Hem sen dört yıl öncesinde bizi biliyor muydun? Gerçi bunu niye soruyorsam? Belli ki biliyordun işte." Dila gözlerini kaçırdığında, "Abimin dolabında fotoğraflarınızı görmüştüm..." dedi. Eli saçına gittiğinde hafifçe kaşıdı. "Bir de şey..." Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.
"Ne şey?" Dedim.
"Sizi mutfakta fan fin fon yaparken görmüş olabilirim." Dila'nın söyledikleriyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, tükürüğümün boğazıma kaçtığını hissettim. Orada burada yaptığımız şeylerin böyle birden yüzüme vurulmasıyla bir tuhaf olmuştum.
Çiçek saf saf, "Fan fin fon mu?" Dediğinde yüzünü buruşturdu. "O da ne be?"
Dila, "Öpüşüyorlardı işte kızım. Neyini anlamadın?" Dediğinde Çiçek öksürmeye başladı.
"Oha! Dudaktan mı? Hem de mutfakta? Tövbe tövbe nimetlerin önünde." Çiçek'in şaşkınca söylediği şeylerle birlikte yerin dibine girmek istediğimi fark ettim.
Sezin abla gülerek, "Mutfak fantezileri bir başka olur bebeğim..." dediğinde Dila, "Valla pes abla," dedi. "Kaşla göz arasında mutfakta Devran abiyi mi yiyorsun sen?"
Sezin abla, Dila'nın kolunu cimciklediğinde, "Sus kız," dedi. "Ne biçim konuşuyorsun sen?"
Çiçek, "Dedi mutfak fantezilerinden bahseden kız..." dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Bembeyaz tenine karşılık yanakları hafiften kızarmıştı. Dudaklarının kenarına ise yediği kekstranın jöleleri bulaşmıştı. Eee tabii öyle hepsini ağzına tıkmaya çalışırsa böyle olurdu.
"Şu konuyu kapatabilir miyiz artık?" Dediğimde biraz daha konuşurlarsa ortaya kirli çamaşırlarımızın döküleceğinden korkmuştum.
Sezin abla sanki benim bunu dememi bekliyormuş gibi, "Sonra ne oldu ablacığım?" Dediğinde bunu bana dediğini fark edebilmiştim.
"Bir şey olmadı abla," dedim sakin bir şekilde. "O gitti, biz bittik. Zaten çocukça bir şeydi, geçti gitti işte." Dudaklarımın arasından dökülen her bir kelime kalbimin içine bir kıymık gibi batıyordu.
"Kız o nasıl geçip gitmek öyle? Her an birbirinizin üzerine atlayacak gibisiniz. Valla ateşle barut yan yana durmaz ha."
"Aman abla..." dedim geçiştirir gibi. "Onun ateşine, barut falan olmam ben. Ona hiçbir şey olmam şu saatten sonra."
Dila, "Sevmiyor musun?" Dediğinde duraksadığını hissettim. "Yani içinde küçükte olsa bir şey kalmadı mı?" Gözlerimi ona çevirdiğimde elinde tuttuğu telefonunu yanına koydu.
Sezin abla, "Gözlerinden belli seviyor, saf aşık bu..." dediğinde dudaklarım acı bir tebessümle yukarıya doğru kıvrıldı.
"Yalan yok," dediğimde omuzlarımı silktim. "Sevdim..." Başımı yere eğdiğimde, "O ne yaparsa yapsın sevdim..." dedim. Omuzlarım çökmüştü. "Gitti, sevdim..." İçimde bir yerler gittiği günkü gibi kırıldı. "Hiçbir şey olmamış gibi döndü..." Sesim titredi. "Yine sevdim..." Gözümden akan bir damla yaş yanaklarıma doğru süzüldüğünde, "Ama," dedim. Başımı yerden kaldırıp onlara baktım. Bana üzgün gözlerle bakıyorlardı.
"Ama?" Dedi Dila. Sesinden akan küçükte olsa bir umut hissedebilmiştim. Yersiz bir umudun arkasına saklandığının farkında bile değildi.
"Ama baktım sevmekle olmuyor..." Gözümden akan bir damla yaşı hırsla, bir daha akmamasını dilercesine sildim.
"Ben de onu sildim."
Kendimden emin bir şekilde söylediğim şeyle birlikte Dila gözlerini gözlerimden kaçırdığında, elini yanına koyduğu telefonuna çarptı. Telefon yanından kayarak yere düştüğünde, gözlerim ekrandaki aramaya takıldı.
'Abim' yazıyordu.
Duymuştu,
Mirza söylediklerimi duymuştu.
*
Nasıl buldunuz bakalım?
Buraya 'Mirza ve Mihran' için özel bir cümle alabilir miyim?
Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
Duyurular için Wattpad: kendince_yazar
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro