
4.Bölüm: "Kalbin benim"
#Eda Baba - Beni Vur
#Sezen Aksu - İki Gözüm
Oy verdiysek başlayalım mı?🥰
*
"Benim hayatımda birisi var." Dudaklarımın arasından dökülen tek bir cümleyle Mirza'nın kuzguni gözleri biraz daha karardığında, başını sağ tarafına doğru kütletti.
Şu an ne kadar tehlikeli göründüğünün farkında mıydı acaba?
Her bir kelimenin üzerine bastıra bastıra, "Bir daha söylesene," dediğinde korkmadım desem yalan olurdu. Şu halleri beni korkutuyordu. Ama söyleyebileceğimi o da biliyordu. Çünkü; yılların üzerine verdiği Mihran çok değişmişti.
"Benim hayatımda birisi var." Ben de tıpkı onun gibi kelimelerin üzerine basa basa konuşmuştum. "Yolumda başkası var."
Mirza güldüğünde, elini burun kemerinin üzerine götürüp sıktı. Söylediğim şeye inanmadığı çok belliydi. Ama bunun olma ihtimalinde bile bu kadar sinirlenmesine anlam verememiştim. Yıllar önce bırakıp giden oydu ama sanki ben onu bırakıp gitmişim gibi davranıyordu.
Mirza, "O lavuk mu?" dediğinde kimden bahsettiğini anlayamamıştım. Gözlerimden geçen düşüncelerimi fark etmiş olacak ki, "Sabah yanına gelen..." dediğinde gözleri ceketimin olduğu omuzlarıma düştü. Uzun bir süre dolandı ve en sonunda, "Sabah senin omzuna elini atan o piç mi?" Dedi.
Behlül'den bahsediyordu.
Birden, "Doğru konuş," diye tısladım dudaklarımın arasından. Mirza, benim bunu söylememle birlikte daha da çok sinirlendiğinde, ellerini yolmak istercesine saçlarının arasından geçirdi.
"Doğru konuşacağım ben," dediğinde Mirza, sesinden akan tehditini anlayamamıştım. "Ben doğru konuşacağım. O pezevenkle ben doğru konuşacağım." Mirza'nın aklından geçenlerin bir boyutunun olmadığını biliyordum. Mirza, sınırsız bir adamdı, onun dünyasında sınırlar yoktu.
"Sakın!" diye tısladım dudaklarımın arasından. "Behlül'e hiçbir şey yapmayacaksın."
Mirza, "Behlül mü?" dediğinde yüzünü tiksinircesine buruşturdu. "Ne Behlülmüş anasını satayım, o saçma dizideki sarışın Behlül bitti burada da mı Behlül çıktı benim başıma?"
Söylediği şeyle birlikte gülmek istedim ama gülemedim. Anılarımız beynimin içinde uçuşuyordu ve ben kendimi o anılarımıza gitmekten alıkoyamıyordum.
•••
Kısırımdan bir kaşık aldığımda, gözlerimi ekrandan ayırmadan diziyi izlemeye devam ettim. Şu an öyle bir sahnedeydi ki... İstesemde gözlerimi ayıramazdım zaten.
Bihter, 'Sevgilim,' diyerek Behlül'ün dudaklarına yapıştığında, kaşık ağzımda öylece kalakaldı. Evet, ağzım açık bir şekilde Aşk-ı Memnu izliyordum.
Yanımda oturan annem, "Tövbe tövbe..." dediğinde Asiye teyze de ona katılarak konuştu. "Kız bunlar ne yapıyorlar böyle? Şu kadın evli değil miydi?" Yani bilmem kaç bölüm geçmişti ama daha kim kimle evli onu anlayamamışlardı.
Annem, "Evli evli. Hem de şu yiyiştiğinin amcasıyla evli," dediğinde ağzımdan kaçan kıkırtıma engel olamayarak güldüm.
Asiye teyze, "Zina zina, günah be!" Dediğinde başımı 'ya ya' dercesine salladım. Aşk-ı Memnu'yu kaç kez izlemiştim sayamamıştım bile. Ama sanki her izleyişimde ilk kez izliyormuş gibi izliyordum.
Karşımdaki koltukta oturan Dila, "Ay keşke biri de beni şöyle öpse," dediğinde galiba yanımızda annelerimizin olduğunu unutmuştu. Yoksa böyle bir mallık yapmasının başka bir açıklaması olamazdı yani.
Asiye teyze, ayağından çıkardığı terliği Dila'nın kafasına fırlattığında, "Edepsiz," dedi. "Yaşın, başın kaç kızım senin? Densiz seni."
Dila, "Ah..." diyerek başını tuttuğunda, "Anne ya," diye cırladı. "Sadece bir dizi bu." Evet sadece bir dizi olduğu için az önce dediklerini demişti zaten.
"Ah ah..." dedim hülyalı bir şekilde. Bihter ve Behlül hâlâ öpüşüyordu ve ben gözümü onlardan ayıramamıştım bile. "Ne yakışıklı adam ya. Maşallah dalyan gibi. Sarışın sarışın kalbimi alıyor. Bir de böyle maviş maviş gözleri..." Dalmış bir şekilde söylediğim şeyler duyduğum bir öksürük sesiyle kesildiğinde, gözlerimi arkama doğru çevirdim.
Mirza kaşları çatılmış bir şekilde bana bakıyordu. Siyah gözleri biraz daha kararmış, kuzguni siyah rengini almıştı.
Şaşkınlık içerisinde açılan gözlerimle birlikte, elimi ağzıma doğru götürdüm. Söylediğim şeyleri duymuştu. Ve bana bakışından da anlıyordum ki; sinirleri tepesine doğru yol almış gidiyordu.
An itibarıyla bittiğimi söyleyebilir miydik? Bence söyleyebilirdik.
Mirza, "Siz..." dediğinde gözlerini Dila ve benim üzerimde dolandırmaya başladı. Ama Dila'dan çok benim üzerimdeydi. Gözleri en sonunda televizyonun üzerinde durduğunda, öpüşen Behlül ve Bihter'i gördü. Ay bunlarda bir öpüşmeyi kesememişti ha.
Ama gözlerinin Bihter'i görmediğine yemin edebilirdim. Onun için şu an ekranda sadece Behlül vardı.
"Siz ne izliyorsunuz böyle?" dediğinde sesi tıslar gibi çıkmıştı. Ay bu beni yılan gibi 'sss' yapıp sokacaktı.
Annem, "Hiç deme oğlum," dediğinde gözlerini Mirza'ya çevirdi. "Açmışlar şunları ikisi de bayık bayık izliyorlar. Bir de bizi de kendilerine uydurdular. Edepsizler." Annemin söylediği şeyle birlikte gözlerim biraz daha açıldı. Sanki biz onları zorla yanımıza oturtmuştuk yahu!
"Kapat şunu Dila!" dediğinde Mirza gözlerini hâlâ benden çekmemişti. Kumanda hemen önündeydi ama Dila'dan istemişti.
"Sen de..." dediğinde başıyla mutfağı işaret etti. "Yemek koy." Kaşlarım hafifçe çatılsa da bir şey demedim. "Açım."
Açım...
Bunu öyle bir söylemişti ki... Göz bebeklerimin içinin titrediğini hissettim. İma ettiği şeyi anlayabilmiştim. Aç olduğu bendim. O bana açtı.
Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, hemen yanından geçerek mutfağa girdim. Birazdan onunda peşimden geleceğini biliyordum.
Asiye teyzenin yaptığı yemekleri es geçerek kendi yaptığım kısırı tabağa doldurduğumda, belime sarılan kollarla birlikte durmak zorunda kaldım. Korkmamıştım, irkilmemiştim. Geleceğini biliyor, hissediyordum zaten.
"Mirza," dediğimde sesim uyarır bir şekilde çıkmıştı. "Birisi gelecek şimdi, bırak." Şu yaptığı bizim için o kadar riskli bir şeydi ki...
Mirza, "Gelsinler," dediğinde beni biraz daha kendisine doğru çekti. Sırtım, artık tamamıyla göğsüne yapışmıştı. "Gelsinler ve biz artık saklanmayalım." Saklanmayalım diyordu demesine ama benim, bizi söylemek için cesaretim yoktu işte. Onu biliyordum... Bugün söyleyelim dese hemen abimle konuşur, ilk ona söylerdi. Ama ben korkuyordum.
"Saçmalama sevgilim," dediğimde kollarının varlığına rağmen ona doğru döndüm. Artık gözlerim gözlerine bakıyordu. "Bak..." dediğimde elimdeki kısır dolu tabağı havaya kaldırdım. "Senin için kısır yaptım." Tamam, bu belki birazcık yalan olabilirdi. Kısırı, Asiye teyzenin günü için yapmıştım ama bunu söylememe gerek yoktu bence.
Mirza, "Hım..." diye ağzının içinden homurdandığında, burnunu burnuma doğru sürtttü. "Ben kısırla doymam ki." Sözlerinin her birinin altında yatan imayı hissedebiliyordum. "Çok açım."
"O zaman," dediğimde görmesi için tabağı gözlerinin önüne doğru kaldırdım. Aramızda bir sınır çizmeye çalışıyor ama bir türlü başarılı olamıyordum. "Sen de iki tabak kısır yersin."
Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, güldü. Gözleri dudaklarıma düştüğünde, "Yerim..." dedi. Konumuz hâlâ kısır mıydı, anlayamamıştım.
Mirza'nın gülen yüzü birden ciddileştiğinde, "Ulan," dedi. Bunu sanki benden çok kendine söylüyor gibiydi. "Ulan şuraya sana kızmaya geldim, yine beni kendine deli edip çıktın." Kıkırdadım. Sırf içeride söylediklerim için geleceğini tahmin ediyordum ama yine bir şekilde unutmuştu işte.
Mirza bu hallerine inanamıyormuş gibi başını iki yanına salladığında, "Demek maşallah dalyan ha?" dedi. Birden ciddileşen sesini hissedebilmiştim.
"Ne?" dediğimde anlamamazlığa vurmaya çalışmıştım. Mirza başını kütlettiğinde, beni kendisine doğru çekti.
"Demek sarışın sarışın kalbini alıyor?" Aaa bunları kim demişti ki?
"Ben seni şu an hiç anlamıyorum," dediğimde yeniden anlamamazlığa yatmaya çalışmıştım.
Mirza, "Ben sana anlatayım kurban olduğum," dediğinde her bir kelimesinin üzerine bastırmıştı. Elleri birden tişörtümün açıkta bıraktığı belime değdiğinde, irkilmeden edememiştim.
"Mirza," diye fısıldadım. "Birisi gelecek." Söylediklerime karşılık Mirza elini belimden çekmeden okşamaya devam ettiğinde, ayağını aralık olan kapıya uzatarak itekledi. Kapı büyük bir gürültüyle kapandığında, beni kapıya doğru yasladı.
"Demek maviş maviş gözler ha?" Gerçekten dediğim her şeyi nasıl aklında tutabilmişti, anlayamamıştım.
"Sadece bir dizi," dedim kendimi savunmaya çalışarak. Mirza'nın elleri rahat durmuyor belimi okşuyordu.
"Sadece bir diziden çok, senin için sadece bir adam gibiydi," dediğinde Mirza, yüzünü buruşturmuştu. Diziyi Behlül için izlediğimi çok mu belli etmiştim acaba?
"Hem de sarışın bir adam. Sarışın sarışın kalbimi alıyor diyeceğin bir adam." Mirza'nın kaşları söylediği her bir kelimede daha da çok çatılıyordu.
"Ya..." dedim uzatarak. Bir an önce buradan sıyrılmam gerekiyordu. "Behlül'de kimmiş be?" dedim oldukça yüksek bir şekilde havadan atarak. "Sarışınmış falanmış, filanmış. Kimin kalbini alıyormuş yani?" Şu an çok büyük sallıyordum.
Mirza, "Behlül mü?" dediğinde tiksinircesine yüzünü buruşturdu. "Başıma bir Behlül'ün eksikti zaten."
"Hiç yani," dedim. "Benim burada esmer, kara gözlü sevgilim varken Behlül'de kim yani?" Ellerimi Mirza'nın siyah tişörtünün üzerine koyduğumda, "Hem..." dedim. Parmaklarım, göğsünün üzerinde hareket ediyordu. "Benim kalbimi alan aldı zaten."
Söylediğim tek bir cümleyle birlikte Mirza bana içi gidiyormuş gibi bakmaya başladığında, "Yakıyorsun," dedi. Belimde duran tek elini çekip, başımın arkasına doğru yasladığında, beni kendisine biraz daha çekti. Şimdi nefeslerimiz birbirine karışıyordu. "Sen beni yakıyorsun." Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında, kana kana içti dudaklarımı.
Onunla birlikte kendimi de yakıyordum.
•••
Geçmişin sızısından çıkabildiğimde sanki ağırlığını dudaklarımın üzerinde hissediyor gibi olmuştum. Düşündüğüm şey beni derinden sarstığında, "Gidiyorum ben," diye bağırdım.
Onu ardımda bırakarak yürümeye başladığımda, daha attığım birkaç adımda beni belimden yakalayarak, kendisine doğru çekti. Tıpkı o gün yaptığı gibi...
"Bırak," dedim ellerinin varlığından kurtulmaya çalıştığımda. Ama kurtulamıyordum. Sırtım göğsüne çarpmış bir şekilde duruyordu. "Mirza bırak!" Tekrarlayarak söylediklerimi zerre umursamadığında, başını ceketimin açıkta bıraktığı boynuma gömdü.
Mahallenin sınırları içindeydik ve bir kişinin bile bizi böyle görmesi demek sonumuz olurdu. Ama ben onun zaten bu sonu istediğini biliyordum.
"Nasıl yapabiliyorsun bunu?" Mirza'nın sorduğu soruyla birlikte öylece kalakaldığımda neden bahsettiğini anlayamamıştım bile. "Dört yıl geçti ben senden bir adım öteye gidemedim. Aramızda şehirler, kilometreler vardı ama gidemedim." Acı çekiyordu. Ve bana da acı çektirmeye çalışıyordu. Gözlerimin dolu dolu olduğunu hissettiğimde, büyük bir acıyla kapattım.
Gidemedim diyordu ama dört yıl önce o benden gitmişti.
"Ben, senin adından başkasının adını yasak etmişken kendime, sen nasıl başkasını alabildin hayatına? Nasıl yaptın bunu bize?" Mirza'nın söyledikleriyle birlikte gülmek istedim ama gülmedim. Aradan geçen yıllar Mirza'nın beyninde silinmiş gibi davranıyordu. Beni terk eden kendisiyken, şu söyledikleri gözüme o kadar komik geliyordu ki...
Gözümden bir damla yaş akıp yanaklarıma süzüldüğünde, "Unuttun mu?" dedim. "Biz diye bir şey yoktu."
Mirza, başını yasladığı boynumdan soluyarak bir nefesi içine çektiğinde, "Sormayacaksın değil mi?" dedi. "Bir kez olsun neden gittiğimi sormayacaksın değil mi?"
O bilmiyordu ama onun neden gittiğinin gözümde bir önemi yoktu.
"Sormayacağım," dediğimde sesim net bir şekilde çıkmıştı. Benim gözümde affı olmayan şeylerin izahının bir önemi yoktu.
"Kardeşim!" diye bağıran Polat abinin sesi kulaklarımıza dolduğunda, "Hemen bırak!" dedim. Mirza ellerini belimden hiç istemiyormuşçasına çektiğinde, elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmış bir şekilde öylece kalakaldım. Kendimi boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim.
"Gideceğim ben," dediğimde kendi kendime bir şeyleri açıklıyor gibi konuşmuştum. "Evet, gideceğim ben."
Mirza, "Arabaya geç..." dediğinde hızlı bir şekilde başımı olumsuz anlamda salladım. "Arabaya geç dedim sana." Uyarır gibi konuşmasıyla birlikte gözlerimi ona çevirdiğimde, göz bebeklerimin içinde birikmiş olan yaşlarla birlikte gözlerinin içine baktım.
Bizi, yıkan oydu. Ve şimdi de yıktığını, yeniden yıkmaya çalışıyordu.
Ona bir şey demeden arabasına doğru yürümeye başladığımda, kimseyle göz teması kurmamaya çalışıyordum. Hepsi buradaydı, onların gözlerimi üzerimde hissedebiliyordum.
Hızlı bir şekilde arabasının arka kapısını açıp oturduğumda, başımı cama yasladım. Mirza, Devran abi ve Polat abinin yanına gitmişti. Ve onlarla hararetli bir konuşma geçirdiği, çatılan kaşlarından belliydi.
Kenarda duran Ahsen, Mirza'nın arabasına doğru gelmeye başladığında, kaşlarım hafif bir şekilde çatıldı. O da mı bizimle gelecekti? Gerçi ben neden buna bu kadar şaşırıyorsam? Tabii ki de bizimle gelecekti. Hatta o bizimle değil, ben onlarla gidecektim.
Ahsen arabanın ön kapısını açtığında, nereden çıktığını anlayamadığım Dila, "Canım?" dedi. "Sen yolun yarısında ineceksin zaten, o yüzden arkaya geç istersen." Dila 'istersen' demişti ama sesi 'hele bir isteme' dercesine çıkmıştı.
Ahsen yüzünde donup kalan gülümsemesiyle birlikte kalakaldığında, "Olur," dedi diyecek bir şey bulamadığında. Onun yanıma geçecek olması kaşlarımı biraz çattırdığında, hiçbir şey demedim. Ahsen, arabanın çevresinde dolandığında, yanıma geçerek oturdu. Az önce Dila'nın dediklerinden dolayı yüzü düşmüştü.
Dila, ön koltuğa geçip oturduğunda, aynada duran gözlerimiz birleşti. Gülümseyerek bana göz kırptığında, hiçbir tepki vermeden yüzüne bakmaya başladım. Bu gece net bir şekilde anlamıştım ki; Sezin abla dışındaki herkes bizi biliyordu. Ve ben bunu daha yeni anlayabilmiştim.
Daldığım düşüncelerimden arabanın kapısının açılma sesiyle çıkabildiğimde, çok bir zaman geçmedi ki; Mirza arabayı çalıştırdı. Kimseyle tek bir kelime dahi olsun konuşmak istemediğim için, başım cama yaslı bir şekilde durdum.
Aradan geçen dakikaların ardından Mirza ve ben hiç konuşmadığınızda, arabada tek konuşan Ahsen ve Dila'ydı. Onda da Ahsen bir şeyler konuşup duruyor, Dila ise ona geçiştirerek cevaplar veriyordu.
Mirza en sonunda onların bu sohbetlerine dayanamıyormuş gibi radyoya bastığında, arabayı Müslüm Gürses'in sesi doldurdu. Ona baktım. Sağ kolunu yanına yaslamış, arabayı tek eliyle kullanıyordu. Düşünceli olduğu belliydi.
Müslüm Gürses, 'Dünya tersine dönse vazgeçmem' dediğinde Mirza yolda olan gözlerini bana çevirdi. Ona bakarken yakalanmış olmak benim üzerimde bir etki etmediğinde, gözlerimi ayırmadım.
Mirza dudaklarını kımıldattığında, şarkıyı söylemeye başladı. Ama söylemekten ziyade fısıldıyordu. Sanki bir şeyleri bana anlatmak istercesine fısıldıyordu...
Gözlerimin içine baka baka, "Canımdan geçerim senden vazgeçmem" dediğinde, kararlılığı yüzüne yansımıştı.
Ama bilmiyordu ki... O can, ondan çoktan geçmişti.
Gözlerimi gözlerimden çektiğimde, yere eğdim. Gözleri hâlâ üzerimdeydi ve şarkıyı söyleyen o kısık sesi kulaklarıma doluyordu.
On beş dakikalık bir yolculuğun sonunda, ilk önce Ahsen'i evine bıraktığımızda, Mirza arabayı evlerinin önünde durdurdu. Onlara bir şey demeden hızlı bir şekilde arabadan indim. Hava çoktan kararmıştı. Gökyüzü kendini yıldızlara ve aya bırakmıştı.
"İyi geceler," dediğimde cevap vermelerini beklemeden evime doğru yürümeye başladım. Zaten cevap vermelerinden ziyade sadece kibarlığımdan demiş olduğum bir şeydi.
Mirza'nın sırtımda dolanan gözleriyle birlikte evimizin kapısını çaldığımda, ona dönüp bakamadım. Kapıyı açan annemle birlikte hemen eve girdiğimde, annem gördüğü Mirza'yla konuşmaya başladı. Şimdi onu en az on dakika kapıda tutardı.
Salonda oturan babam beni görmesiyle birlikte, "Hoş geldin kızım," dediğinde gülümsemeye çalışarak konuştum. "Hoş buldum babam."
"Stajın nasıldı kızım, çok yoruldun mu?" Bu soruyu genelde stajlarımdan yorgun, argın geldiğim için sormuştu. Ki yine yorgundum. Ama bugün beni yoran başka şeyler de vardı.
"Çok yoruldum babacığım," dediğimde elimde tuttuğum çantamı koltuğun kenarına koydum. "Hemen uyumak istiyorum."
"Yemek yedin mi?" Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, babamın yanağına öpücük kondurdum. "Yedim tabii. Senin bu kızın hiç kendini aç bırakır mı?" Gülerek söylediğim şeyle birlikte babam da güldü. Aslında yemek falan yememiştim. Yani en son klinikte yemiştim ama onun üzerine de saatler geçmişti. Ama garip bir şekilde kendimi aç hissetmiyordum.
Babamın gözleri göbeğime düştüğünde, "Doğru," dedi. "Sen kendini aç bırakmazsın."
"Yaa baba," dediğimde sesim huysuz bir şekilde çıkmıştı. Resmen göbeğimin olduğunu yüzüme yüzüme vurmuştu. Gerçi vurulmayacak gibi de değildi ya neyse.
Babam tıpkı bir çocuk gibi ellerini havaya kaldırdığında, "Tamam tamam..." dedi. "Göbeğin falan yok senin. Tüm göbeklerin hepsi ben de." Söylediklerinden sonra elini tonton göbeğinin üzerinde götürdüğünde, güldüm.
Göbeğini yediğimin adamı ya.
"Evet," dediğimde gülerek babamın göbeğini okşadım. Annem hâlâ kapıda Mirza ve Dila'yla konuşuyordu. Sesleri kulaklarıma doluyordu.
"Ben odama çıkayım babacığım, çok yoruldum bugün."
Babam, "Hayırlı geceler kızım," dediğinde yanaklarını öperek, merdivenlere doğru yöneldim.
Odama çıktığımda perdemi çekerek, üzerimdekileri çıkardım. Dar olan pantolonum artık beni rahatsız etmeye başlamış, belimi sıkmıştı. Üzerimdekileri kir çamaşır seleme attığımda, mavi, saten gecelik takımımı üzerime geçirdim. Aslında böyle saten gecelik takımı falan diyordum ama düz bir pijama takımıydı işte. Görünce çok beğenmiş ve internetten sipariş etmiştim ama gelince o kadar da beğenmemiştim. Aynısından bizim pazarda da vardı yani. Gecelik takımım birazcık beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Giden benim param olmuştu.
"Neyse en azından güzel görünüyor," dediğimde kendimi yatağımın içine fırlattım. Yattığım gibi gözlerimi kapattığımda iki dakika içinde uyuyacağımı biliyordum. Hem yorulmuştum hem de son günlerde yaşadığım şeyler üzerime üzerime gelmişti. En azından biraz olsun uyuduğumda, bir şeyleri unutabiliyordum. Ve uyumak iyi geliyordu. Öylede yaptım.
Uyudum.
*
Uykumun arasında hissettiğim titreşimle birlikte gözlerimi aralamaya çalıştım. Elimi yastığımın altına attığımda, telefonumu çıkarıp aldım.
"Hım..." diyerek telefonu açtığımda, "Alo anneciğim..." diyen bir erkek sesi kulaklarıma doldu. Anne mi? Gece gece rüya falan mı görüyordum ben?
"Yanlış aradınız herhalde?" dediğimde artık gözlerim tamamıyla açılmıştı. Doğrulmaya çalıştığımda doğrulamadan geri düştüm. "Ben kimsenin annesi falan değilim." Tam telefonu kapatacağım sıra duyduğum sesle birlikte gözlerim şaşkınlıkla açıldı.
"Lan benim ben Behlül." Ne, Behlül mü? "Yani anneciğim ben Behlül, hani oğlun olan." Evet, bu gerçekten de Behlül'ün sesiydi.
"Behlül?" dedim şaşkınlıkla. "Geri zekalı anan falan değilim ben senin. İçtin mi, naptın? Bir de gelmiş gecenin köründe beni arayıp, saçmalıyorsun." Kızarak söylediğim şeylerle birlikte artık uykum tamamen açılmıştı.
"Lan nezarete düştüm ben." O ne demişti?
Kafa karışıklığı içerisinde kaldığımda, "Anlamadım?" dedim. "Nezarete mi düştün?" Nezarete düştüyse beni neden aramıştı? Yani beni arayarak çok iyi bok yemişti.
"Gecenin bir saatinde seninki geldi aldı beni, attı nezarete. Başıma çöktü resmen, kaldım burada. Suçum günahım ne benim söyle? Üzerimde çiçekli şortumla düştüm buralara." Behlül'ün söylediği her bir kelimede biraz daha fazla şaşırıyordum.
"Bir şey demeyecek misin Miho?" Ne diyebilirdim ki? Çıldırmamak elde değildi. Gece dediği şeyi yapmıştı işte. Ben onunla doğru konuşacağım demişti ve konuşmuştu. Onun konuşması da bu kadar olurdu işte.
"Allah kurtarsın," dedim. Başka ne diyebilirdim ki?
"Ne?" diye bağırdı Behlül. Bu dediğime o da inanamamıştı galiba. Ama ben de şu an hiç normal düşünecek durumda değildim ki... Yine yapmıştı yapacağını işte.
"Off..." dediğimde yatağımdan kalktım. Telefonu kulağımdan indirdiğimde, saate baktım.
Saat 02.18'di. Gecenin bir körüydü.
Ve ben tam şu an Mirza'yı boğmak istiyordum.
"Sen bu adama ne dedin?" diyen Behlül'ün sesini duyduğumda, balkonun kapısını açarak balkona çıktım. "Delirmiş gibiydi lan. Geldi aldı beni, bir de sorgu odasına tıktı, beni sorguya çekti. Yalnız var ya hayatımda ilk defa sorgu odasına girdim. Havalı bir yermiş lan." Behlül'ün söyledikleriyle birlikte başımı olumsuz anlamda salladım. Şu an nezarethanedeydi ve hâlâ böyle konuşabiliyordu.
"İki dakika ciddi ol," diye ağzımın içinden homurdandım.
"Tamam, şu an ciddiyim..." dediğinde Behlül duraksadı. "Sen bu adama ne dedin bu adam bu kadar delirdi?"
Elimi, yüzüme doğru götürüp sıvazladığımda, "Hayatımda birisi var demiştim," dedim. Normalde ona bu kadar detay vermezdim ama dolaylı yoldan da olsa benim yüzümden buradaydı.
"Ulan adamdaki lükse bak lan," dedi Behlül. "Sevdiği böyle dedi diye kafasına göre adam alıp, sorguya çekiyor."
"Şikayetçi ol," dedim anında. "Yok mu orada birileri? Hemen şikayet et."
"Sen ne şikayetinden bahsediyorsun?" diye çıkıştı Behlül. "Götümün derdindeyim ben kızım. Burada bugün o hastanedeki delilerden daha delileri var. Valla güme gideceğim diye korkuyorum. Seni aramak için bile anamı arayacağım, yaşlıdır dedim. Herhalde Mihran'ı arayacağım deseydim, beni iki posta daha döverdi." Allah'ım sen bana sabır ver.
"Manyak," diye tısladım dudaklarımın arasından.
"Bana mı dedin anneciğim?" Sinirli bir şekilde ellerimi saçlarımın arasından geçirdiğimde, "Bir sus ya..." dedim. Ağız tadıyla ona saydıramıyordum bile.
"O, deli orada mı?" dediğimde, mahalleye yokuştan aşağı inen bir arabanın varlığını hissettim. Mirza'nın arabasıydı bu. Kendime düşünmek için vakit tanımadığımda, telefonu Behlül'ün yüzüne kapatarak, odamdan çıktım. Merdivenleri indiğimde, dış kapıyı açarak dışarı çıktım. Şu an yaptığım riskli bir şeydi belki ama ondan bunun hesabını sormalıydım. Hem sormalı hem de Behlül'ü oradan çıkarmalıydım.
Mirza, arabasının içinden beni gördüğünde, kaşlarının çatılışına şahit olabilmiştim. Arabasını evin önünde durdurup, indiğinde, ona doğru hızlı bir şekilde yürümeye başladım.
Savaş boyalarını sürdüğümün o da farkındaydı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye bağırdığımda, Mirza'yı göğsünden hızlı bir şekilde itekledim.
"Ne yapmışım?" Bir de yüzsüz yüzsüz bunu söyleyebiliyordu. Allah'ım sen bana sabır ver.
Ellerimi sinirli bir şekilde saçlarımın arasından geçirdiğimde, "Daha ne yapacaksın?" dedim. "Behlül'ü nezarethaneye atmışsın. Sen, bana daha ne yapacaksın?"
Mirza benim söylediğim şeyleri hiç umursamayarak, "Üşümüyor musun sen böyle?" dediğinde, gözlerimi sinirli bir şekilde kapatıp açtım. Ben ne diyordum, o ne diyordu?
"Mirza!" diye tısladım dudaklarımın arasından. "Hemen Behlül'ü çıkartacaksın oradan."
"Vitaminlerin eksik, çabuk üşürsün sen." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte kendimi tutamayarak güldüm. Ama şu an sinirimden gülüyordum. Resmen tüm dengemi altüst etmişti.
"Sabır, sabır..." diye ağzımın içinde homurdandığımda, sinirimden dişlerimi birbirine bastırdım. "Bana baksana sen!" dediğimde işaret parmağımı Mirza'ya salladım. Sinirimi bir yere kadar bastırabiliyordum. "Benden uzak duracaksın, benim hayatımdaki insanlardan uzak duracaksın. Ve hemen Behlül'ü oradan çıkaracaksın."
Mirza başını sinirli bir şekilde kütlettiğinde, benim sinirimi daha da çok bozacak o cümleyi söyledi.
"Sinirlenince de ayrı bir güzel oluyorsun." Parmağım havada öylece donup kaldığında, tüm bedenimin titrediğini hissettim.
Mirza, havada duran elimi kavrayıp beni kendisine çektiğinde, "Üşüyorsun," dedi. Üzerindeki ceketi çıkarıp omuzlarıma bıraktığında, şu çok kısa anda bile kokusunun üzerime yayıldığını hissettim.
"Behlül'ü çıkart," dedim. Eli hâlâ bileğimi tutuyordu. Behlül'ün adını ağzıma anmama bile sinirlendiğini fark edebilmiştim.
"Hayatında birisi var mı?"
Sorduğu soruyu es geçtiğimde, "Behlül'ü oradan çıkart," dedim. "Çocuğu ne hale getirmişsin, nasıl korkutmuşsun."
"Hayatında birisi var mı?" Onun derdi başka, benim derdim başkaydı.
"Mirza!" diye tısladım dudaklarımın arasından. "Yapma."
"Hayatında birisi var mı?" Başımı olumsuz anlamda salladığımda, burnumdan solumaya başladım. Ona istediğini vermeden, benim istediğimi yapmayacaktı.
"Yok," dedim en sonunda. "Hayatımda birisi yok." Söylediğim şey üzerine Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Biliyordum," dedi.
Kendimi tutamadığımda, "Bok biliyordun," dedim. "Zaten bildiğin için Behlül'ü alıp, sorguya çektin değil mi?" Sinirli bir şekilde söylediklerimden sonra arkamı dönüp yürümeye başlıyordum ki; Mirza elini belime atarak beni kendisine doğru çekti.
Mirza, "Biliyordum ve görmeni istediğim," dediğinde belimde duran parmakları hareket ederek, daireler çizmeye başladı. "Kalbinin benden başkasına gitmesi mümkün değil, ama yolun başkasına çevrilirse, yapabileceklerimi gör istedim." Mirza'nın vurgulayarak söyledikleriyle birlikte, sinirlerim alt üst olduğunda, hızlı bir şekilde belimdeki ellerinin varlığından kurtuldum.
"Ruh hastası," diye tısladım dudaklarımın arasından. Ettiğim hakaretin üzerine Mirza sanki ona iyi bir şey demişim gibi güldüğünde, çok kısa bir an için inanamadım. Kötü bir şey söylemiştim ve gülüyordu.
"Aynen," dedi Mirza. "Ruhunun hastasıyım." Dudaklarının arasından dökülen iki kelimeyle birlikte, olduğum yerde titredim. Etkisi altına girmeye başlıyordum ve bu benim hiç hoşuma gitmiyordu.
"Behlül'ü hemen çıkartacaksın," dedim, net bir şekilde.
"Anma şu pezevenkin adını ağzına," dediğinde sesi az önceki eğlenceli halinin yanı sıra sinirli bir şekilde çıkmıştı. Başka bir erkeğin isminin dudaklarımdan dökülmesi bile onu delirtiyordu.
Onun aksine, "Behlül'ü oradan hemen çıkaracaksın," dedim. "Beni arayacak ve çıktım diyecek bana." Emin bir şekilde söylediklerimden sonra hızlı bir şekilde yürümeye başladığımda, anahtarımla kapıyı açtım. Gecenin karanlığına rağmen sırtımda dolanan bakışlarını hissedebiliyordum. Ama ben ona bakamadım. Kendimi eve attığımda, yavaş bir şekilde kapıyı kapatarak, merdivenlerden çıkmaya başladım.
Odama girdiğimde, elimi kalbimin üzerine doğru götürdüm. Gece gece bana şu yaptırdıkları yüzünden ondan nefret ediyordum.
Birden sırtımda hissettiğim ceketinin varlığıyla birlikte, elimi üzerime doğru götürdüğümde, derince bir nefesi içime çekmeye çalıştım. Ceketini vermeyi unutmuştum. Omzumun üzerinde duran ceketi çıkardığımda, yatağımın üzerine koydum. Ceketinin varlığı bile yetiyordu canımı yakmaya.
Yatağımın içine girdiğimde, yorganımı üzerime çekip, telefonumu elime aldım. Ona, on dakikasını olduğunu söylemiştim. Behlül, beni on dakika içinde aramazsa ne yapardım, hiç bilmiyordum.
Elimde tuttuğum telefonumun ışığı yanıp söndüğünde hemen ekranını açtım. Mesaj gelmişti.
Behlül: Bacım, kardeşim...
Behlül: Ben mapus damlarından çıktım. Sen beni merak etme bacım.
Bacım mı, kardeşim mi?
Behlül'ün isminin üzerine tıkladığımda, telefonu kulağıma doğru götürdüm. Telefon bir kez çaldığında, hemen peşinden meşgule düşmüştü.
Siz: Açsana şunu.
Behlül: Açamam biraderim açamam.
Biraderim dediğine göre o muydu yani?
Tekrardan Behlül'ün isminin üzerine tıkladığımda, kulağıma götürdüm. Kısa bir beklemenin ardından 'aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor' sesiyle birlikte, sinirli bir nefes alıp bıraktım.
Çıktım diye mesaj atmıştı ama işte sesini duymadan inanamıyorduk ki... Bir de böyle telefonunu da kapatmıştı.
Derince bir of çektiğimde, telefonumun ışığı tekrardan yanıp, söndü. Hemen ekranını açtığımda, mesajlar kısmına girdim.
Mesaj bir numaradandı.
Ve ben her ne kadar istemesemde bu numarayı ezbere biliyordum. Mirza'ydı. Aradan dört yıl geçmişti ve numarasını değiştirmemişti. Gittiğinde nasılsa, geldiğinde de öyleydi. Ben onun numarasını her yerden silmiştim ama zihnimin içinden silememiştim. Belki silememiştim ama bu dört yılda onu asla aramamıştım. Yasak etmiştim onu kendime.
Mirza: O pezevenki oradan çıkardım.
Bir insan mesajda bile küfür edebilir miydi ya? Edebiliyormuş işte. Gerçi ben buna neden bu kadar şaşırıyordum ki? Konu Mirza olunca onun sınırlarının olmadığını fark etmeliydim artık.
Mirza: Erkenden dersin var. Artık rahatça uyuyabilirsin.
Herhalde uyuyacaktım. Bir de ona mı soracaktım?
Attığı mesajlara cevap vermeyerek telefonumu kapattığımda, köşede duran ceketini elime aldım. Kokusu odamı doldurmuştu bile. O kadar keskin bir kokusu vardı ki... İstemsiz bir şekilde ceketini burnuma doğru götürdüğümde, derince soludum. Yapmamam gerekiyordu belki ama kendime engel olamıyordum.
Yavaştan mayışmaya başladığımda, gözlerimi hafifçe kapattım. Ceketi hâlâ burnumdaydı. Soluyordum, sadece soluyordum.
Ceketine sıkıca sarıldığımda, gözlerim artık tamamıyla kapanmıştı.
*
Kafeteryaya indiğimde gördüğüm Behlül'le birlikte duraksadım. Başını masaya yaslamış bir şekilde uyuyordu. Tüm gün derslerde de uyumuştu zaten. Yüksek ihtimalle gece nezarethanede uyuyamamıştı. Düşündüğüm şey beni istemsiz bir şekilde güldürdüğünde, hemen sıraya girerek iki çay ve kekstra aldım.
Elimde tuttuğum tepsiyle birlikte ona doğru yürüdüğümde, hemen karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Sandalyenin sesine başını kaldırdığında, karşısında beni görmeyi beklemediği şaşırmasından belliydi.
Kıvırcık, kahverengi saçlarının her bir tutamı farklı yerlere dağılmıştı. Fazlasıysa dağınıktı... Kahverengi gözleri yorgunlukla parlıyordu. Gözlerindeki çapakları bile duruyordu.
Gözleri, tepsinin içindeki çay ve kekstraya düştüğünde, "Bunlar ne?" dedi.
"Neye benziyor?"
"Valla biraderim buradan bakınca çay ve keke benziyor. Ama ben pek kendimde değilim halüsinasyon da görüyor olabilirim." Anlaşılan nezarethanede beynindeki tahtalardan alınmıştı.
"Benim için mi lan bunlar?" Behlül'ün şaşkın bir şekilde söyledikleriyle birlikte güldüğümde, başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. "Senin için."
"Ne zahmet ettin lan? Bir de çay almışsın, ben kahve severim. Doğruyu söyle kahve daha pahalı diye mi almadın? Pinti misin sen söyle?" Yok yok gerçekten bu çocuğun olan azıcık aklı da gitmişti.
Çayımdan bir yudum aldığımda, "Çayı daha çok sevdiğim için çay aldım Behlül," dedim. Behlül dedikçe gelen gülme isteğimi her seferinde bastırıyordum.
"İyi bundan sonra kahve al."
"Babanın uşağı mı var senin burada?" diye çıkıştığımda, Behlül ellerini havaya kaldırdı.
"Tamam biraderim demedim bir şey."
"Ben de bundan sonra sana bacım mı desem acaba? Hah ne dersin?"
"Olur," dedi Behlül, kekstrayı açıp hepsini ağzına tıkıştırdığında. "Bacım kulağa hoş geliyor. Hem sen şimdi böyle diyerek beni sahiplenmiş mi oluyorsun?"
Söylediklerinden sonra kaşlarım çatıldı. "Ne saçmalıyorsun sen?"
"Bacım diyorsun sonuçta. Bacım senin bacın oluyorum ya." Yemin ederim beş dakikada benim de beynimi yakmıştı.
"Saçma saçma konuşma," dedim. "Ve bana ismimle hitap et." Behlül söylediklerimi umursamadan çayını höpürdete höpürdete içtiğinde, yüzümü buruşturdum.
"Sahi senin ismin neydi? Böyle şaçma bir şeydi sanki." Behlül'ün söylediği şeyle birlikte artık yüz ifadem nasıl bir şekil almıştı bilmiyordum ama birden Behlül gülmeye başladı. "Şaka lan şaka."
Hay ben senin lanına.
"Geri zekalı," diye ağzımın içinden homurdandım. "Ben buraya sana gece için ayıp oldu diye kek alıp getiriyorum. Sen geçmiş benim karşımda saçmalıyorsun."
"Ben de bana olan sevginden geldin sanmıştım."
"Ya..." dedim alaylı bir şekilde. "Çok seviyorum seni, sevgimden ölüyorum hatta."
Behlül ellerini saçlarını arasından geçirip karışık olan saçlarını biraz daha karıştırdığında, "Biliyorum zaten," dedi.
"Senin gece olan aklını da almışlar galiba."
Behlül birden ciddileştiğinde, "Hiç sorma lan," dedi. "Seninki geldi gecenin bir köründe aldı beni, neye uğradığımı şaşırdım. Sonra attı beni nezarete bir de sorguya çekti üzerine."
"Seninki deyip durma şuna ya," dedim. "Benimki falan değil, manyağın teki sadece."
Behlül güldüğünde, "Valla sen istediğin kadar burada benimki değil de..." dedi. "Adam, senin için resmen terör estiriyor. Belli seni seviyor, yanık sana."
"Sevseydi gitmezdi," diye mırıldandım, ama mırıldanmama rağmen Behlül duymuştu.
"Seni bırakıp gitti mi?" Başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Açtığım her konunun sonu bir şekilde ona çıkıyordu.
Behlül, "Vay şerefsiz," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Ama hemen peşinden de kaşlarımın çatılmasını engelleyememiştim. "Senin gibi bir kızı bırakıp nasıl gitti lan? Çok merak ettim bak şimdi."
"Ara sor istersen," dedim alaylı bir şekilde. "Eminim seninle konuşmayı çok ister."
Behlül, "Allah korusun," dedi. "Allah beni ondan çok çok korusun, yüzünü neyim göstermesin. Gece eve gittikten sonra korkudan uyuyamadım lan onun yüzünden. Uykularımı kaçırdı lan. Üzerine bir de şerefsiz çıktı."
"Öyledir," dediğimde duraksadım. "İnsandan uykularını almak gibi bir özelliği vardır." O gittikten sonra ben de rahat bir uykuya dalamamıştım. Gözümü kapattığım an gözleri düşmüştü önüme. Gözümü kapattığım an, sesi düşmüştü yüreğimin derinlerine. Gitmişti belki ama gidişiyle birlikte benden birçok şey götürmüştü.
Şimdi gelmişti... Ama gelişiyle de birçok şey almak istiyordu benden. Ve ben resmen ona karşı direniyordum.
Behlül, "Staj yerleri gelmiş gördün mü?" dediğinde daldığım düşüncelerimden sıyrılabilmiştim.
"Sen nerdesin?" dediğimde telefonumun ekranını açarak, WhatsApp'a girdim.
"Oha lan!" diye bağırdı Behlül. "İki ay aynı yerde staj yapacaksınız yazıyor burada."
"Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla. "Haftalık değişmesi gerekiyor ama." Söylediklerimden sonra grupun mesajlarına tıkladığımda, atılan fotoğrafı açtım. Kendi ismimi bulduğumda, hemen karşısına baktım. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, Behlül'le aynı anda konuştuk.
"Psikiyatrideyim lan."
"Psikiyatri."
Gözlerimi telefonumdan kaldırdığımda, Behlül'ün de en az benim kadar şaşkın olduğunu gördüm. Şimdiye kadar haftalık değişen staj listelerimizin böyle olmasına anlam verememiştim. Hele bizim psikiyatri kliniğine düşmemize hiç anlam verememiştim.
Behlül ağzının içinden, "Anasını satayım böyle işin ya..." diye homurdandı. "Gökten zembille şans yağsa bana gider o deliler düşer. Ben iki ay o delileri mi çekeceğim şimdi?" Başımı olumsuz anlamda salladığımda aklıma birden düşen Deha'ya engel olamamıştım.
İki ay boyunca o benim hastam olacaktı.
*
"Mihran abla hadi gel ip atlayalım." Gözlerimi bana seslenen çocuklara çevirdiğimde, "Çok yorgunum kızlar," dedim. "Başka sefere atlarız." Okulda üst üste girdiğim dersler üzerine çok yorulmuştum. Tabii bir de staj mevzusu canımı sıktığı için mutsuzdum. Sorumlumuzla konuşmuştuk ama iki ay boyunca aynı yerlerimizde olacağımızı söylemişti.
"Yaa abla bir kişi eksiğiz ama," diyen Betül'ün sesini duyduğumda, onlara boş gözlerle bakmaya devam ettim. Tabii bana işleri düşmüştü. Ama bu bastıbacaklar önce beni çağırıyorlardı, sonra da mızıkçılık yapıyorlardı.
"O zaman siz de iki kişilik oyunlar oynayın canım. Ne bileyim seksek falan."
Esin, "Çok biliyon sen," dediğinde kaşlarımı çattım. Valla yeni nesil gümbür gümbür geliyordu.
Betül, "Hadi abla ne olur, sadece bir tur," dediğinde beynimin içinde hesap yapmaya başladım. Bir kez Betül'ü sallasam, ikinciye hemen kendim içeri girsem, üçüncüde de Esin'i sallamadan aralarından sıyrılıp hemen kaçardım.
"Tamam ama mızıkçılık yapmak yok," dediğimde çantamı kapımızın önüne koydum.
Esin, "Zaten yapmıyoruz ki biz," dediğinde başımı 'he he' dercesine salladım. Bugün Esin'e çok gıcık olmuştum mutlaka onu sallamadan kaçacaktım.
Betül ortaya geçtiğinde, Esin'le birlikte ipi sallamaya başladık. Aradan geçen bir dakikanın ardından Betül yandığında kendimi hızlı bir şekilde ortaya attım. Esin yine sinirlenmişti ama ben onun sinirlenmelerine karşılık gülüyordum.
Yüzümde oluşan gülüşümle birlikte sallanmaya devam ediyordum ki; mahalleye giren arabanın varlığıyla birlikte, istemsiz bir şekilde durdum. Gelen tabii ki de; muhteşem bir Range Rover'di. Ama içindeki Mirza'dan bahsetmek bile istemiyordum.
Mirza, evlerinin önüne park ettiği arabasından indiğinde, ben yolun ortasında öylece kalakalmıştım. Mirza bana doğru yürümeye başladığında, "Ne yapıyorsun sen?" dedi. "Çocuk musun sen? Bir de geçmiş atlayıp duruyorsun." Gözleri göğüslerime düştüğünde ağzının içinden, "Te allam ya..." diye homurdandı.
"Sana ne?" dedim. "Çocuğum belki ben."
Mirza, "Çocuk olduğun belli zaten," dediğinde iki adımda yanımda bitip, kolumdan tuttu. "Çık şuradan daha fazla sinirimi bozma benim."
Kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdığımda, "Allah Allah," dedim. "Sana mı soruyorum ben ne yapacağımı? Pardon, sen kimsin?" Söylediklerimden sonra Mirza burnundan solumaya başladığında, kolumu hızlı bir şekilde ellerinin arasından çektim.
"Mihran ne yapıyorsun sen kız?" diyen annemin sesi kulaklarımıza dolduğunda, gözlerimi evimize çevirdim. Annem, elinde tuttuğu kocaman tencereyle birlikte evden çıkıyordu. Yüksek ihtimalle her zamanki gibi Asiye teyzelere gidecekti.
Anneme cevap vermeyerek sessiz kaldığımda, "Koca kız oldun, hâlâ ip atlıyorsun," dedi. "Yakında evlenip gideceksin. Artık evlenince de oturur ip atlarsın kızım." Bu evlilik konusu da nereden çıkmıştı?
"Ne evliliği Nuray teyze?" Mirza'nın sesi annemle ikimizin arasına girdiğinde, annem çoktan yanımıza gelmişti bile.
"Ee oğlum yaşı geliyor artık." Allah'ım sen bana sabır ver. "Gerçi seninde geldi de geçti oğlum. Valla ahiretliğim sana kız arayışlarına girdi bile." Annemin söylediği şeyle birlikte dişlerimi birbirine bastırdığımda, tepki vermemeye çalıştım. Asiye teyzenin böyle bir arayışa girmesini tabii ki de bekliyordum. Hatta geç bile kalmıştı bence.
"Ben eve geçiyorum," dediğimde yere koyduğum çantamı elime aldım.
"Kızım dolma saracağız. Üstünü değiştirde gel hele." Burnumdan solumaya başladığımda, annemi duymamazlıktan geldim. Sabah okula gidiyor, akşam geliyordum. Bir de üzerine oturup yaprak saracaktım.
"Okuldan geliyorum okuldan," dedim sert çıkan sesimle.
Annem, "Eee?" dediğinde kaşlarını çatmıştı. Ne eee? "Senin yaşındakiler hem okuyor, hem bebek bakıyor, hem de yemek yapıyor." Yani? Ben belki birden çok şeyi yapamıyordum. Belki benim gücüm anca okumaya yetiyordu.
"Senin şansına da ben düşmüşüm anne," dedim. "Bu saatten sonra beni verip kendine başka kız alamayacağına göre, bence sen otur benimle yetin."
"Mihran?" diye cırladı annem. Mirza'ya bakamıyordum.
Ne Mihran, ne Mihran?
"Üzerimi değiştirir gelirim," dedim sadece. Ama bu sefer Dila'da oturup bizimle sarmazsa asla yardım etmeyecektim.
Kendimi hızlı bir şekilde eve attığımda, odama çıktım. Oyalana oyalana üzerimi değiştirmeye başladığımda, siyah taytımı üzerime geçirdim. Onun üzerine de kalçalarımda biten bol tişörtümü geçirdiğimde, havanın soğukluğuna karşılıkta üzerime hırkamı aldım. Açtım ve bir an önce gidip Asiye Teyzenin yemeklerinden yemek istiyordum.
Evden çıktığımda, hemen karşı eve geçmiştim bile. Zile basarak açılmasını beklediğimde, kapı açıldı. Karşımda gördüğüm Dila'yla birlikte içeri geçtiğimde, "Hoş geldin," dedi.
"Hoş buldum..." dediğimde elinde tuttuğu baş örtülerinden birini bana uzattı. Soru sorar bir ifadeyle yüzüne baktığımı fark ettiğinde açıklama yapmak istercesine konuştu. "Dolma sararken kıl falan düşmesin diye."
Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda örtüyü elinden aldım. Diğer örtüyü de kendi başına geçirdiğinde, şaşırmadan edememiştim. O da mı saracaktı yani?
Başıma örttüğüm örtüyle birlikte içeri geçtiğimde, annemleri yere oturmuş bir şekilde yaprak sarması sararken buldum.
Asiye teyze beni gördüğü gibi, "Hoş geldin güzel kızım," dediğinde, "Hoş bulduk teyzem..." dedim. Hemen Asiye teyzenin yanındaki boşluğa oturduğumda, Dila'da annemin yanına oturdu.
"Aç mısın kızım?" Asiye teyzenin sorduğu soruyla birlikte hiç düşünmeden, "Çok," dedim. "Çok açım." Dila hemen oturduğu yerden kalktığında, "Ben sana bir tabak
hazırlayayım," dedi.
'Ben hazırlardım' dememe kalmadan Dila mutfağa geçtiğinde, arkasından bakakaldım. İlginç. Valla normalde yapılması gerekeni yapıyordu ama bunu yapan Dila olunca ilginç oluyordu işte.
"Eee kızım var mı birileri?" Asiye teyzenin sorduğu soruyla birlikte tükürüğüm boğazıma kaçtığında, öksürmeye başladım. Bu nasıl birden sormaktı böyle ya?
"İyi misin kızım?"
"İyiyim, Asiye teyze," dedim öksürüklerimin arasından. "Kim olacak? Yok yani benim hayatımda birisi falan."
Annem, "Aman kim napsın bunu?" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Yarın bir gün evlense, yemek yok, temizlik yok, anca okuyorum var bunda. Yaşıtları her işi birden yapıyor, bizimki de okuyor işte." Bir şey dememek in kendimi zor tuttuğumda, Asiye teyze konuştu.
"Okusun okusun. Bak ne güzel bir mesleği olacak, işini yapacak. Kimseye muhtaç olmayıp, parasını kazanacak. Bizi görmüyor musun sanki? Bir şey isterken kem küm ede ede istiyoruz."
Annem, "Orası öyle," dediğinde bunu hoşnutsuz bir şekilde demişti. Zaten annemi memnun etmek imkânsız gibi bir şeydi.
Asiye teyze, "Ama tabii şimdi de yaşın geliyor," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Sen de mi be Asiye teyze? Benim bakışlarımı fark etmiş olacak ki; "Güzel kuzum," dedi. "İyiliğin için diyorum ben." Birden annem, önüme neresinden çıkardığını anlayamadığım vesikalık erkek fotoğraflarını dizdiğinde, gözlerim şaşkınlık içerisinde açıdı.
"Anne bunlar ne?" dediğimde hâlâ şaşkınlığımı atabilmiş değildim.
"Valla kızım bunları bizi yolda durdurup 'kızınıza talibiz' diye veriyorlar. Bak bakalım biraz hoşuna kaçan, giden var mı?" Önüme serilen fotoğraflara bakma gereği bile duymadığımda, "Saçmalamayın ya," dedim. "Böyle iş mi olur? Dizmişsiniz bir de destan gibi."
Yanımda oturan annem, kolumu cimciklediğinde, "Kız," dedi. "Baksana şunlara."
Elimi koluma götürdüğümde, gözlerimi hızlı bir şekilde fotoğraflarda dolandırmaya başladı.
"Şunun gözleri fıldır fıldır dolanıyor," dedim.
"Şunun da burnu uzun, kesin çok yalancı."
"Şunun gözleri yeşil," dedim yüzümü buruşturduğumda. "Yeşil gözlere bakarken içim tuhaf oluyor benim, bakamıyorum."
"Şu da böyle sanki psikopata benziyor, seri katil gibi. Ay Allah uzak eğlesin."
"Şunun tipinde meymemet yok. Bu beni boynuzlar."
"Şu serseriyim, üzerim kızım seni diye bağırıyor. Yani fotoğrafın dili olsa bağırır o derece."
"Şu mavi göz bunu da eledim. İki mavi bir eve fazla, hem zaten ben bunun da gözlerine bakamam."
"Şu fena değil ama kaşları çok çatık. Bu beni kocatır, üzerime ikinciyi alır."
Annem ve Asiye teyze aynı anda, "Ay," diye cırladıklarında anlamamazlığa vurarak, "Ne oldu ki?" dedim. "Ee fotoğraflara bak dediniz, ben de bakıyorum işte." Tabii boş bakışlarımla bakıyor, üzerine bir de türlü türlü bahanelerimi sıralıyordum.
Annem, "Sen şu çocuğun serseri olduğunu nerden anladın kızım?" dediğinde, "Aşk olsun anne..." dedim. "Yani siz anlayamadınız mı? Çocuğun gözleri resmen serseriyim, hergeleyim diye bağırıyor. Ayıp yani, ayıp."
"Kızım senin renkli göze bakamama huyun yeni mi çıktı?" Asiye teyzenin sorduğu soruyla birlikte gülmemek için kendimi zor tuttuğumda, "Hı hı..." dedim. "İçim bulanıyor, korkuyorum böyle."
Annem, "Vah vah..." dediğinde eliyle dizini dövmeye başladı. "Bu kıza gelmiş olmasınlar sakın." Ne? Bismillah. Şu annemle, Asiye teyze neyin kafasını yaşıyorlardı? Gerçekten ne içip, ne yiyip şu kafaya ulaştıklarını merak etmiştim.
Asiye teyze, "Biz buna bir kurşun döktürelim," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı.
"Saçmalamayın ya..." dediğimde annem ve Asiye teyze beni hiç umursamayarak kendi aralarında konuşmaya başladılar. Ay bunlar gerçekten o dedikleri şeyi yapacaklardı.
Merdivenlerden inen Mirza'yı gördüğümde, istemsiz bir şekilde onu incelemeye başladım. Üzerine düz, siyah tişörtünü giymişti. Altına ise yine siyah, hafif dar eşofmanını giymişti.
Ona bakarken birden aklıma gelen şeyle birlikte, "Aslında," dediğimde annem ve Asiye teyze gözlerini bana doğru çevirdi. Elime az önce laf ettiğim mavi gözlü adamın fotoğrafını aldığımda, "Şu olabilir ya," dedim. "Şu an gözüme hiç fena gelmedi. Hem mavi gözlü, iki mavi göz, çocuğumuz da mavi olabilir. Ay düşünsenize böyle boncuk boncuk çocuklarımız olur." Gülerek söylediğim şeylerle birlikte annem ve Asiye teyze bana şaşkınlık içerisinde bakmaya başladıklarında, gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
Annem, "Kız sen essah mı diyon?" dediğinde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım.
Asiye teyze, "İyide kızım sen az önce ben renkli göze bakamam. İçim bulanıyor diyordun," dediğinde Mirza'nın sert çıkan sesi kulaklarıma doldu.
"Ne oluyor burada?" Elinin körü oluyor.
"Mihran kızıma hayırlı bir kısmet bakıyoruz oğlum," dediğinde Asiye teyze, Mirza'nın kaşları biraz daha çatıldı. "Şunu beğendi. Alt mahallenin çocuklarından biri, saygılı, efendi bir çocuk. Sen de tanırsın zaten Adnan'ı."
"Yaa..." dedim birden. "Demek Mirza abi de tanıyor. Onun tanıması, onay vermesi benim için çok önemli. Abim sayılır sonuçta. Değil mi Mirza abi?" Bastıra bastıra dediğim 'abi' kelimesiyle birlikte kendini zor tuttuğunu fark ettiğimde, dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.
Kendini sıkıyordu, fena sıkıyordu.
"Saçma sapan işlerle uğraşmayın anne," dediğinde gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. "Benim başıma itleri, kopukları sarmayın. Zaten emniyette yeterince uğraşıyorum, damarıma basmayın." Laflarıyla dün geceyi kast ettiğini tabii ki de anlayabilmiştim. Aklı sıra laflarıyla beni uyarmaya çalışıyordu.
"Mihran, tabağı hazırladım," diyen Dila'nın sesini duyduğumda, oturduğum yerden kalktım.
"Geliyorum," diye bağırdığımda, mutfağa doğru ilerlemeye başladım.
"Bana da hazırla bir tabak." Mirza'nın sert çıkan sesiyle söyledikleriyle birlikte gözlerimi devirdiğimde, onu umursamadan mutfağa girdim.
Nah hazırlardım.
Dila'nın benim için hazırladığı tabağı aldığımda, "Sağ ol," dedim.
Dila, "Afiyet olsun," dediğinde hâlâ mutfaktan çıkmamıştı. Asiye teyzenin yaptığı otlu poğaçadan bir ısırık aldığımda, yemeye başladım. Ama Dila o kadar dikkatli bakıyordu ki... Vallahi sanki boğazıma dizecekti yahu!
"Bir şey mi oldu?"
"Yok," dedi Dila. "Olmadı. Ne olacak sanki?"
Omuzlarımı silktiğimde, "Ne bileyim? Sanki böyle alıcı gibi bekliyorsun başımda," dedim.
"Sadece nasılsın diye sormak istiyordum. İyi misin?" Dila'nın söylediği şeyle birlikte elimde tuttuğum poğaçadan ısırdığımda, "İyiyim," dedi. "Kötü olmak için bir nedenim yok."
Dila ağzının içinden, "Abimle aranızda olanlar..." diyerek kem küm ettiğinde, duraksadı.
Patates salatasından bir çatal aldığımda, "Ne kadarını biliyorsun Dila?" dedim. Dila cevap vermediğinde gözlerimi ona çevirdim. Anlaşılan bu kadar rahat olmama şaşırmıştı.
"Abimle birbirinizi sevdiğini biliyorum." Dila'nın söylediklerinden sonra dudaklarım yukarıya kıvrıldı.
"Yanlış," dediğimde poğaçamdan ısırdım. "Abin peşimde sürünüyor, kıvranıyor ama ben ona yüz vermiyorum." Alaylı bir şekilde söylediklerimden sonra Dila'nın gözleri şaşkınlık içerisinde açıldığında, Mirza mutfağa girdi.
"Hah bak," dediğimde gözlerimle Mirza'yı gösterdiğimde. "Abin de geldi işte." Mirza sert bakışlarını benim yüzümde dolaştırdığında, dudaklarının arasından, "Dila dışarı!" diyerek âdeta tısladı.
Dila, hiçbir şey demeden mutfaktan çıktığında, gözlerimi Mirza'dan ayırarak yemeğimi yemeye devam ettim.
Mirza, "Sabrımı zorluyorsun," dediğinde gözlerimi ona çevirdim. "Sen benim sabrımı zorluyorsun, üzerime üzerime oynuyorsun."
Alaylı bir şekilde kaşlarımı yukarıya kaldırdığımda, "Pardon?" dedim.
"Mihran?" diye tısladı dudaklarının arasından. Bana doğru birkaç adım attığında, tam dibimde bitti. "Sabrımı bitirdin artık sen benim, bitirdin attın artık."
"Anlat anlat..." dedim. "Dinliyorum ben seni."
"Mihran!" dediğinde, onu umursamadan kalkıp, tabağımı makineye koydum. İki lokma bir şey yiyecektim, onu da abili, kardeşli boğazıma dizmişlerdi.
Mirza sanki orada hiç yokmuş gibi yanından tutup geçeceğim sıra, kolunu önüme dayayarak buna engel oldu.
"Sen benim sabrımı bitirdin Mihran!" Dudaklarının arasından dökülen cümleyle birlikte gözlerimi devirdim. "Demek iki mavi göz, öyle mi?" Cevap vermediğimde Mirza elini belime atarak beni kendisine doğru çekti. Cevap vermedim. "Demek çocuğunuz da mavi olabilir, öyle mi?"
"Aynen," dedim mavi gözlerimi Mirza'nın gözlerine diktiğimde. "Sonuçta iki mavi gözün çocuğu yüksek ihtimal mavi olur." Alaylı bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza dişlerini kırarcasına birbirine bastırdığında, belimde duran elleri sıkılaştı.
Birazdan, 'Mihran' diye başlayacaktı yine.
"Bilerek yapıyorsun," dedi Mirza. Evet, tabii ki de bilerek yapıyordum. Yoksa uzun bir süre için evlenmek gibi bir düşüncem yoktu. Ama sanki bu inadım yüzünden yakın zamanda gidiciyim gibi hissediyordum. Annem ve Asiye teyze bir kez bu işin ucundan tutmuşlardı, daha da bırakmazlardı. "Sırf beni delirtmek, çıldırtmak için yapıyorsun." Mirza'nın belimde olan elleri belimi okşamaya başladığında, "Ben sana dün gece ne dedim Mihran?" dedi.
Ne demişti? Dün gece birbirimize o kadar çok şey söylemiştik ki; hangi birisinden bahsediyordu.
"Ben sana dün," dediğinde tek elini belimden çekerek, kalbime doğru götürdü. Tam kalbimin üzerine yerleştirdiği eliyle birlikte kaskatı kesildiğimde, kalbim; avuçlarının içinde atmaya başladı. "Ben sana dün; kalbinin benden başkasına gitmesi mümkün değil dedim." Bastıra bastıra söylediklerinden sonra elini biraz daha kalbime bastırdığında, "Şu kalbin," dedi. "Benim."
"Bok senin," dediğim sıra duyduğumuz sesle birlikte şaşkınlık içerisinde kalakaldık.
*
Nasıl buldunuz bakalım?
~Sizce gelen kim?
Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
Duyurular için Wattpad: kendince_yazar
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro