
26.Bölüm: "Yara ve Umut"
#Yeni Türkü - Sezenler Olmuş
#Barış Akarsu - Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş
Biiz geldik😋Bence hoş geldik değil mi ğgğeğd Nasılsınız, nasıl gidiyor? Umarım hepinize çook iyisinizdir🫶🏻Yılın son günü ve 2022 yılını Visal ve sizinle kapatmak istedim, sadece burada olmak istedim💙
Yıllara, yılbaşlarına önem veren birisi değilimdir. Zaten yılbaşı kutlamak gibi bir alışkanlığım da yoktur. Cips, çay ve O Ses Türkiye ĞGĞEĞDĞC Yüksek ihtimalle geceyi de ders çalışırken kapatırım ğgğeğdğ Sizler ne yapacaksınız?
2022... Keşke yaşamasaydım dediğim bir yıldı ama artık keşke demek istemiyorum. Kalbimin hep bir köşesinin bu yılın tek bir gününde olacağını biliyorum. Neyse tamam... Yaşadığım acıların yanında sizlerle olduğum, yeni hikâyem olan Vurgun'u yayınladığım için çok mutluyum. Hâlâ okumayanlarınız varsa ona da beklerim. Vurgun'um da Vurgun'um Kılıcım da Kılıcım❤️🔥🫠
Ve 2023 umarım hepimize önce sağlık, sonra da tüm istediklerimizi verir. Değişen sadece bir rakam, rakamlara anlam yüklemeyelim, asıl anlam biziz. Kendinize değer verin, kendinizi sevin ve önemlisi şükredin💙Sizleri seviyorum.
Ve instagramda sizlere küçük bir hediye vermek için çekiliş başlatmıştım. KAZANAN 1 KİŞİYE İSTEDİĞİ BİR KİTAP HEDİYE. Katılmak için mavininhikayeleri instagram hesabıma gidebilirsiniz. Boş şans🫶🏻
Twitter'da bölümle ilgili yorumlarınızı, alıntılarınızı da paylaşırsanız çook sevinirim. #Visal etiketiyle olan düşüncelerinizi bekliyorum olacağım. Twitter: kendince_yazar0
Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰
*
Mirza Ulubey'den...
Yaşım yirmi dokuz.
Kaybım çok.
Yaşım yirmi dokuz.
Yaram çok.
Yaşım yirmi dokuz.
Kaybım çok, yaram çok, dayanacak gücüm yok. Çünkü; Mihran yok. Benim tek gücüm, dayanağım Mihran'ken şimdi Mihran yok.
Mihran yok.
Mihran'ım yok.
"Ne olur," diye bağırdım nefes alamadığımı hissettiğim anlarda. O sesin varlığı, Mihran'ın olmayacağı düşüncesi sanki bir el kalbimi söküp alıyor hissi veriyordu. Hiç durmadan cama vuruyordum. "Mihran ne olur." Kolumdan tutuyorlardı, tutmaya çalışıyorlardı. "Yapamam lan yapamam." İçerideki doktorlar Mihran'ı göreceğim tek perdeyi de çektiklerinde, "Mihran!" Diye bağırdım. "Mihran sensiz yapamam." Herkes koridora doluşmuştu. Asiye teyze, Mehmet amca ve diğerleri...
Kollarımı çekiştirdim. "Bırakın lan bırakın beni." Bırakmadılar. Olduğum yerde tepindim, kendimi duvarlara vurmaya çalıştım, ellerimi camdan geçirmeye...
"Yapamam yapamam... Mihran yapamam... Ne olur bırakma beni ne olur bırakma." Çaresizlikle yere çöktüm. Gücüm yoktu.
Demiştim ya... Gücüm Mihran'dı.
"Mihran yoksan yokum." Dizlerimin üzerine çöktüğümde tıpkı küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladım.
Ben Mirza Ulubey.
İlk ağlayışım değil. Daha önce de aynı kadına, sadece onun uğruna yanarak ağladım.
"Mihran gitme..." Titrek çıkan sesimle birlikte omuzlarım sarsıldığında, haykırarak ağlamaya başladım. Koridorda derin bir sessizlik oluştuğunda şimdi tek yankılanan ses benim haykırışlarımdı. "Yapamam Mihran. Ne olur kurban olduğum."
Sanki yine aynı sahne gözlerimin önünde gibiydi. Yıllar önce yaşadıklarımız... Gözlerimin önünde Serhat'ın kalbinin duruşu... Ölüşü... Mihran'ın haykırışları, ağlayışları... Yine aynı sahneydi. Sadece roller değişmişti.
Şimdi orada olan Mihran iken, kapının ardında kalan bendim.
Ben olsaydım. Ben olsaydım, bana gelseydi de ona bir şey olmasaydı.
Dakikalar boyunca ağlayıp, yalvardığım dakikaların sonunda en sonunda açılan kapıyla birlikte başımı kaldıramadığımda doktorların gözlerini üzerimde hissediyordum. Bakamıyordum, onların gözlerine bakmaya korkuyordum. Seslerini duymaya, beni yıkacak sözlerini duymaya.
Ben çok korkuyordum.
"Ne olur, ne olur... Kızım nasıl? Durumu nasıl?" Mehmet amcanın sesi titremiş, konuşmakta oldukça zorlanmıştı.
Doktorların gözlerini hâlâ üzerimde hissettiğim anlarda, "Şu anlık durum stabil," dediler. Ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi bıraktım. Evet yetmedi ama en azından yaşıyordu. Hâlâ nefes alıyordu. Gitmemişti, benden gitmemişti.
"Tek dileğimiz ikinci bir komplikasyon gelişmemesi, o zaman kaldıramayabilir." Duymadım, duymak istemedim. Benim için nefes alıyordu ve bitmişti. Hayattaydı, elbet bir gün de uyanacaktı. Bana dönecekti.
Doktorlar birkaç bir şey daha deyip gittiklerinde onları duymadım bile. Ondan sonrasında herkes bir şey dedi ama yine duymadım. Kimseye tepki vermiyor, kimseyi görmüyordum.
Sanki Mihran'dan başkasına kördüm, sağırdım.
Öyleydim.
Eğdiğim başımı kaldırıp öylece tavana baktığımda çaresizlikle, "Ne olur..." diye fısıldadım. "Oradaysan eğer... Ne olur Allah'ım..." Titrek bir nefes aldım. "Onu çok üzdüm, çok ağlattım, boktan bir insanım..." Kendimi, ona yaşattıklarımı biliyordum. "Ama ben onsuz yapamam." Başımı eğdim. "On gündür nefes almıyor, yaşamıyor gibiyim."
Mihransız yoktum. Mihran olmadan ölüydüm.
"Ne olur..." diye fısıldadım. "Kötüyüm belki, it herifin tekiyim, onu hak etmiyorum..." Yüzümü sıvazladığımda gözyaşlarımı sildim. "Ama ne olur, ne olur..." dedim kafamı duvara durmadan önce.
"Benim ömrümden al, onun ömrüne ver."
*
Ölüm... Hayır sadece ölüm değil.
Mihran'ın beni korumak için vuruluşu... Mihran'ın benim önüme geçişi... Mihran'ın kanayan yarası... Mihran'ın kalbinin duruşu... Mihran'ın benden gitmeye kalkışı... Mihran'ın uyanmaması... Mihran'ın gidişi...
Yollarımın hepsinin sadece Mihran'a çıkışı...
Tüm yollarımın sonunda Mihran vardı. Bir şekilde hep Mihran'a çıkan yollarım vardı. Mihran'a çıkan yollarımın sonunda şimdi Mihran yoktu.
On üç gün...
Koskoca on üç gün. Mihran'ın sesini duyamadığım, gözlerini göremediğim, nefesini hissedemediğim, ızdırap gibi bir on üç gün.
Ölü gibiydim. Gün geçtikçe de tükeniyordum. Benden zaten bir şey kalmamıştı ama gün geçtikçe tükenen şey; umudumdu. Çökmüştüm, bırakmıştım. Umudum kalmamıştı.
Hırıltılı bir nefes alıp verdiğimde gözlerim boş boş etrafta dolanıyordu. Bakıyordum ama görmüyordum. Ne çevremdeki insanları, ne de başka bir şeyi...
Başımı eğip, dirseklerimi dizlerimin üzerine koyduğumda, yanıma birisinin oturduğunu hissettim. Yine Dila olduğunu düşündüğüm an başımı kaldırmadan, "Yemeyeceğim Dila," dedim. Dila sürekli yanıma yemeklerle geliyor, benim 'yemeyeceğim' demelerime rağmen asla pes etmiyordu.
"Yiyeceksin." Beklemediğim Mehmet amcanın sesiyle birlikte öylece kaldığımda, hızla doğruldum ama Mehmet amcaya dönmedim. Yüzüne bakamadım.
Doğrulmamla birlikte Mehmet amca elinde tuttuğu tepsiyi dizlerimin üzerine bıraktığımda dönüp bakmamıştım bile. "Yemeye başla." Şöyle bir koridora baktım. Kat boştu, kimse yoktu. Yüksek ihtimalle ya kafeteryaya inmişlerdi ya da eve gitmişlerdi. On üç gündür böyleydi. Bir değişmeyen ben vardım, hâlâ olduğum yerdeydim.
Mihran'ın yanında, ona olabileceğim en yakın noktada.
"Canım istemiyor," dediğimde sesim kısık çıkmıştı, öksürerek sesimi getirmeye çalıştım.
"Benim de istemiyor," dedi Mehmet amca. "İçim almıyor. Kızım orada öyleyken gözüm yemek falan görmüyor. Sanki..." Duraksadı. "Aynı acıyla yine karşı karşıyayım. Önce oğlum, şimdi kızım..." Derin bir nefes aldığını işittim. "Evlat acısı çok başka çok. İnsanı diri diri gömen bir acı. Allah onun yokluğunu..." Yutkundu. "Göstermesin inşallah." Bir şey diyemiyordum, ben ilk defa bir şey diyemiyordum. Konuşmaya yüzüm yok gibiydi.
"Mihran seni böyle görmek istemezdi." Mehmet amca elini omzuma koyduğumda sıktı. "Toparlan."
"Ben de onu böyle görmek istemezdim..." Gözümü kapattığım an gözümün önüne gelen görüntüsüyle birlikte başımı iki yanıma sapladım. "Gözlerini görmek isterdim... Benim yüzümden bu hâlde biliyor musun? Benim önüme atladı, benim yüzümden, benim yüzümden oldu. Toparlanamıyorum tamam mı? Ben toparlanamıyorum. Mihran yokken bir hiçim ben, yokum ben. Ben onsuz yokum. Yapamıyorum ben, on üç gündür nefes alamıyorum. Ben olmalıydım, Mihran'ın yerinde ben olmalıydım." Gözyaşlarım akmaya başladığında elimi yüzüme kapatarak ağlamaya başladım.
Mihran ağladığımı hissetmiyor muydu? Onsuz olmadığımı, canımın yandığını...
Benim Mihran'ım neden uyanmıyordu?
"Ona geleceğine bana gelseydi." Sessiz fısıltım dudaklarımın arasından düştüğünde Mehmet amca omzumu biraz daha sıktı.
"Ben gördüm..." dediğinde derin bir nefes aldı. "Ben kızımın gözlerinde seni gördüm. Sana gelseydi Mihran bitmez miydi? Onun senden farkı olur mu sanıyorsun? Vurulduğunda gördüm... Benim kızım sensiz bitti." Sonrasında homurdanarak devam etti.
"Zaten seni niye bu kadar sevdi bilmem ki..." Huysuzca söylenmesine gülecek gibi olsam da gülmedim. "Nerden sevdi onu da hiç bilmem..." Yine huysuzca söylenmişti. "Bir de kızımla anlaşma yapmıştım ben en az on beş yıl karşıma kimseyi çıkarma diye. Tabii benim kızım çok güzel dinler beni." İmalı bir şekilde söyledikleriyle birlikte ağlamamı falan unuttuğumda on beş yıl da takılı kalıp durmuştum.
Kızı on yıl derken, babası on beş yıl diyordu.
Hangisi daha insaflıydı bilememiştim.
"Mihran gözlerini açtığı an durmayacağım Mehmet amca," dediğimde şimdiden işimi sağlama almak istemiştim. On beş yılı duyunca hâliyle şimdiden anlaşmam gerekiyordu. "Belki direkt yıldırım nikahı..." Bunu dememle birlikte Mehmet amcanın omuzumdaki eli sıkılaştığında, gelecek kıyameti hissedebilmiştim.
Tam da beklediğim, "Höst ulan!" Diye bağırdığımda hemen peşinden tekrardan söyledi. "Eşek herif." Oturduğu yerden doğruldu. "Durmayacakmış da, direkt yıldırım nikahıymış da. Laflara bak laflara. Benim kızım daha orada yatıyor, kızımın fikrini almıyor bir de yıldırım nikahı diyor. Benim kızımın fikrini alsa kızım zaten babasını dinler." Başımı iki yanıma salladığımda az önce içinde olduğum durum tamamen dağılmıştı.
Mihran uyanacaktı.
"Hem sen bilmezsin bizim oraların adetlerini. Bizim oralarda birisi yaralandıysa bir yıl evlilik falan olmaz. Kan giren eve, nikah girmez. Hadi otur şimdi yemeğini ye sen." Mehmet amca olmayan, uydurduğu adetlerini sıralayıp gittiğinde işimin zor olduğunu bir kez daha fark edebilmiştim. Hatta benim işim zor değil, çok zordu.
Kucağımdaki tepsiye bir kez bile gözümü değdirmediğimde yanımdaki sandalyeye bıraktım ve derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Hemen arkama dönüp cama yöneldiğim an gözlerim anında Mihran'ı buldu. Camın ardındaydı, günlerdir olduğu gibi yatıyordu.
"Uyan," dediğimde başımı cama vurarak, avuçlarımı cama sürttüm. "Babanı delirtmemiz gereken konular var kurban olduğum." Duraksadım. "Hem seni çıldırtmam gerekiyor benim." Güler gibi oldum. "Seni sinirlendirmem, bana bağırman gerekiyor. Biliyorum Mihran..." Başımı cama vurdum. "Bırakmazsın. Beni bırakmazsın. Sen, beni bırakmazsın." Bırakmazdı. "Herkesi bırakırsın ama beni bırakmazsın." Derince yutkundum. "Bilirsin Mihran. Ardından geleceğimi bilirsin." Giderdim de. "Bırakmazsın." Çaresizce fısıldadım. "Ne olur bırakma."
Mihran'a yalvarışlarımın arasında duyduğum adım sesleriyle birlikte gözlerim gelen hemşireye takıldığında başımı camdan çekerek ona doğru baktım.
Beni görür görmez ben daha bir şey diyemeden, "Üzgünüm giremezsiniz," dediğinde yaşadığım hayal kırıklığının yüzüme yansıdığına adım kadar emindim. Mihran'ın kalbinin durmasının üzerine bir daha asla yanına girememiştim, hemşireleri her gördüğümde onları girmek için daralttığım için de daha ben bir şey demeden 'hayır' demeye başlıyorlardı.
"İki dakika..." dediğimde omuzlarım düşmüş, sesim boğuk bir şekilde çıkmıştı. "Sadece iki dakika. Bak ben çok kötüyüm tamam mı? Benim onu görmem gerek, benim Mihran'ımı görmem gerek. Yanında olmam gerek." Sözlerime mi yoksa tükenmiş hâlime mi kandı bilmiyorum ama başını salladığında seslice ofladı.
"Siz beni yakacaksınız." Eliyle kapıyı gösterdi. "Sadece iki dakika." Yüzüm aydınlandığında hızla başımı salladım. Hemşire kapıyı açıp içeri girdiğinde sanki öğretmenini takip eden uslu bir çocuk gibi takip ettim onu. Aradan geçen birkaç dakikada kıyafetlerimi değiştirdiğimde hemşire yoğun bakımın kapısını açtı.
Onu gördüm. Aramızda camlar yoktu ve ben günler sonra onu gördüm.
"Kurban olduğum..." diye fısıldadığımda Mihran'a doğru ilerledim. Kalbim hızla ona koşmak isterken, onu böyle görmeye dayanamayan bedenim titriyordu. "Mihran'ım." Ona doğru attığım adımlarımın sonunda yanına geldiğimde gözlerim gözlerine düştü. Kirpiklerinde oyalandım, durdum.
Bir açılsa, ah bir açılsa...
Dudaklarımın arasından, "Mihran," diye bir fısıltı döküldüğünde elimi, eline uzattım. Sağ elini kavrayıp tuttuğumda hafifçe okşadım. "Günlerdir onları bayağı zorladığım için sadece iki dakikalığına izin verdiler ama çıkmayacağım." Güler gibi olduğumda gözümden akan bir damla yaş Mihran'ın parmaklarının üzerine düştü. "Ben sana böyle yapmamıştım. Ben, seni bu kadar beklememiştim. Şimdi uyanık olsan 'ben seni dört yıl bekledim dört yıl' diye söylenir dururdun." Söylenirdi de.
"Mihran ben tam on üç gündür ölü gibiyim. Mihran tam on üç gündür... İki hafta olacak kurban olduğum..." Alnımı Mihran'ın eline yaslayıp, başımı da yatağa gömdüğünde hıçkırarak ağlamaya başladım. "Mihran on üç gün oldu... On üç gün Mihran." Omuzlarım sarsılıyordu. "Ben tam on üç gündür sensizim Mihran. Beni sınama kurban olduğum, ne olur beni yokluğunla sınama."
Durdum, ağladım, dakikalarca Mihran'a yandım. Öyle bir ağladım, öyle bir yandım ki...
"Yapmadığım şey kalmadı," dediğimde sesim sanki bana ait değildi. "Yalvardım Mihran, ağladım, kendimi kaybettim, peşinden gelirim dedim, Mihran ben bittim..." İçimde dayanamayacağım bir acı vardı, kalbimi yakan, beni diri diri gömen bir acı. "Mihran beni bırakmaz diyorum... Mihran beni duyar diyorum..." Başımı kaldırdığımda Mihran'a baktım. "Duyarsın değil mi? Beni bırakmazsın değil mi Mihran?"
"Sizi artık dışarı alabilir miyim?" Hemşirenin sesiyle birlikte Mihran'a biraz daha sarıldığımda hızlıca başımı iki yanıma salladım.
"Biraz daha..." Hemşire sesimdeki çaresizliği ve onu bırakmayacağımı hissetmiş gibi geriye çekildiğinde oflaya oflaya odadan çıktı. Artık çıkmazdım ki...
"Kurban olduğum," diye fısıldadığımda başım yeniden elinin üzerine kapandı. Kollarım sanki onu benden alabileceklermiş gibi bacaklarının üzerinde duruyordu.
Ben ona her şeyi söylemiştim. Ben, onun için her şeyi yapmıştım. Kendimi parçalamıştım. Söyleyecek bir söz bırakmadığı anlarda dudaklarımın arasından, "Seni yerlerde göklerden bulamazlarken..." diye bir fısıltı döküldüğünde gözlerimi kapadım. Kapamamla birlikte tuttuğum gözyaşım parmağının üzerine damladı.
Onun uğruna akıttığım gözyaşları, onun teninde son buluyordu.
"Bende gizli olduğunu..." Sesim boğuk bir şekilde çıkıyordu. Sanki burada değil de onunla en mutlu olduğum günlerimize gitmiş gibiydim... "Sezenler olmuş. Dumlu dumluymuşsun yüreğimde..." Elimi, kalbime götürüp sıktım. "Türkü olmuşsun, umudummuşsun." Kirpiklerine baktım. Ah bir açsaydı gözlerini, bir görseydim gözlerini.
"Umudummuşsun Mihran." Çaresiz fısıltım aramızda koca bir dağ olduğunda yıkıntıları beni harap etti. Başımı eğdim.
"Bende gizli olduğunu..." Duyduğum ses... Duyduğum ses... Hayır benim sesim değildi. Duyduğum kısık ve boğuk ses... Bu ses... On üç günün ardından hasret kaldığım o ses. Mihran'ın sesi, Mihran'ımın sesi.
Eğdiğim başımı kaldırdım.
Mihran bana bakıyordu.
Koyu kahverengi gözlerim, mavi gözleriyle birleşti.
On üç gündür duran zaman Mihran'ın gözleriyle birlikte aktı ama ben zamanın tam şu an durmasını istedim. Mihran'ın gözlerine esir olmuşken durmasını...
"Mihran..." diye fısıldadığımda zorlukla konuşmuştum. Mihran derin bir nefes almaya çalıştığında gözleriyle yüzündeki maskeyi gösterdi. Konuşmakta zorlanıyor, sesi boğuk çıkıyordu.
Tekrardan, "Mihran," dediğimde öylece kalmış, yerimden bir adım bile hareket edememiştim.
Gözlerini görüyordum.
Gözümden akan yaşların yanaklarımı ıslattığını hissettiğimde, "Mihran..." diye fısıldadım.
Mihran dudaklarını kıpırdatarak, "Ağlama," dediğinde gözyaşlarımla ıslanan elini yavaşça kaldırarak yüzündeki maskeyi indirdi.
O hareket edebiliyordu ama ben öylece kalmıştım. O konuşabiliyordu, ben sanki günlerdir yatan benmişim gibi konuşmakta da güçlük çekiyordum.
Mihran kuruyan dudaklarını ıslatmak için yaladığında, "Yine..." dedi. Islattığı dudakları hafifçe kıvrıldı, gülmeye çalıştı.
"Aynı şarkıya tav oldum."
*
Mihran Akgün'den...
Ölüm bir anlık. Birisiyle kavga ettiğiniz bir sabahın, akşamına kalmadan ölebilirsiniz. Ya da çok mutlu olduğunuz bir gecenin sabahına kalmadan... Ölüm saniyelikti. Bir vardık, bir yoktuk. İnsan ölürken tüm yaşamı gözlerinin önüne birer birer dökülüyordu.
Benim de dökülmüştü.
Çocukluğum, gençliğim, ilk aşkım, kaybedişim, gönül yaram, kendimi buluşum, mağlubiyetim, kapılışım, kırgınlıklarım...
Her şey bir bir gözlerimin önüne dökülmüştü.
Ama ben ölmemiştim ki...
Ya da ölüyor muyum?
Çığlıklar, bağırışlar. Abimin çığlıkları, canının acısı... Sesleri duyuyordum. Abimin çığlıkları... Yüzüne inen yumruklar...
Çok mu canını yaktılar abi?
'Kapan kapansana.'
'Allah kahretsin sizi.'
Sesler sesler, çığlıklar çığlıklar...
Ben ölüyor muydum?
'Yeminim olsun arkandan gelirim Mihran.'
'Sen yoksa ben yokum.'
'Çok mu yaktılar canını abi? Çok yaktılar değil mi canını?'
Sesler birbirlerini girmişti. Hiçbir şeyi ayırt edecek gücüm yoktu. Sanki zihnime dünyaların ağrılığını sığdırmış da altında kalmış gibiydim.
Hayır ölmüyordum.
'Mihran ne olur bırakma beni."
'Mihran ben bittim.'
'Mihran ben öldüm.'
Zihnime baskı kuran bu tanıdık sesi bu sefer duyumsasam da herhangi bir tepki veremiyordum.
'Mihran beni duyar diyorum.'
'Duyarsın değil mi?'
Mirza...
Seni duymamak... Seni duymamak mümkün müydü? Duyarım Mirza. Duyuyorum Mirza ama bir tepki veremiyorum. Hissetmiyorum sanki, karanlığa alışmış gibiyim, hep burada kalmak istiyor gibiyim.
'Biraz daha ne olur.'
Ellerimin üzerinde bir baskı hissettim. Düşündüğüm kadar da hissiz değilim. Onu hissediyordum. Parmaklarıma değen saçlarını, ellerime akan ılık gözyaşlarını...
Ağlıyordu. Galiba ağlıyordu.
'Kurban olduğum...' Gözlerimi açmaya zorladım. Sanki kirpiklerim birbirlerine yapıştırılmış gibiydiler, açamıyordum.
'Kurban olduğum.'
Ah... Ah benim gönül yaram.
'Seni yerlerde göklerde bulamazlarken.' Mirza'nın titreyen sesi kalbime ılık ılık aktığında, karanlığımı geçmişimiz aydınlattı. Şarkımız... Mirza gözlerimin içine baka baka söylüyor. Bizi biz eden şarkımız... Mirza gözlerimin içine bakıyor. O gün gözlerimde onun yansımasını görüyorum.
'Bende gizli olduğunu sezenler olmuş.' Onun kalbinde gizliydim. Onda gizliydim, saklıydım.
'Türkü olmuşsun umudummuşsun.' Şarkılar... Şarkılar Mirza. Sana sarıldığımı hissettiren şarkılar, sana kavuşturan şarkılar, aklımı sana düşürüp, yollarımı sana çıkaran şarkılar.
'Umudummuşsun Mihran.' Gözlerim üzerine binen ağırlıkları, kirpiklerimin kuruluğunu hiçe sayarak ayrıldığında, gözlerimi yavaşça araladım. Karanlığın içinden sıyrıldığımda gözlerime inen perdeler birer birer kalktı, geçmiş yok oldu. Bulanıktı. Göremiyordum. Hiçbir şeyi ayırt edemediğimde, elimin üzerindeki ağırlık hissetmemi sağlıyordu.
"Umudummuşsun Mihran." Kısık bir ses duyuyordum ama zihnim sesleri ayırt edecek durumda değildi. Nefes alışverişlerimin hızlandığını hissettiğimde birkaç saniye bekledim.
Önce gözlerimin önü netleşti, sonra sesler daha belirgin hâle gelmeye başladı. Algıda seçiciliğim yine kendini belli ettiğinde zihnimdeki onca sesten Mirza'nın sesini seçebilmiştim.
Mirza'nın sesi...
"Türkü olmuşsun umudummuşsun..." Göz kapaklarım hafifçe kapanır gibi olduğunda gözlerim aşağıya doğru düştü ve ilk gördüğüm ellerimin üzerine kapanmış ama incitmekten de çekinir gibi kendini tam yaslayamamış olan Mirza'nın başı oldu. Parmaklarımın üzerinde hissettiğim ıslaklıklardan ağladığını hissettiğimde, yaramın içinin kanadığını hissettim.
Mirza'nın ağlaması... Mirza Ulubey'in ağlaması... Onu ağlarken görmek istemeyen yanımı susturduğumda, dudaklarımı kıpırdattım ama konuşamadım. Kurumuşlardı, yüzümdeki maske de beni fazlasıyla zorluyordu.
Yine de kendimi zorlayarak, "Bende gizli olduğunu..." diye bir fısıltıyı dudaklarımın arasından dökebildiğimde Mirza'nın sesi kesildi.
Sustu, durdu, hareket edemedi. Nefesini tuttuğunu bile hissediyordum.
En sonunda başını kaldırdığı an gözlerimiz birleşti.
Soluk mavi gözlerim, koyu kahverengi gözlerine hükmetti.
Öylece kaldı, gözlerine inanamıyormuş gibi gözlerini bir kez olsun kırpmadı. Kaç gün olmuştu, ne olmuştu bilmiyordum. Zaman kavramım yoktu. Sanki bugün hayata gelmiş, şimdi gözlerimi açmış gibiydim.
Mirza çökmüştü. Karanlığın içinde de söyledikleri gibi 'Mirza bitmişti'. Saçları birbirine girmiş, bedeni incelmişti. Kalıplı omuzları çökmüş, gözlerinin altı morarmış, gözlerinin içi ise kızarmıştı.
Mirza'ya ne olmuştu?
"Mihran," diye konuşmaya çalıştığında ismimi bile yarım yamalak söyleyebilmişti. Konuşamıyordu. Bir şey diyemediğim an konuşamamamda yüzümdeki maskenin de etkisi vardı. Gözlerimle yüzümdeki maskeyi göstermeye çalıştığımda Mirza'nın şu an burada olmadığına emin olmuştum.
Tekrardan, "Mihran," dediğinde hâlâ olduğu yerde aynı şekilde duruyor, asla hareket etmiyordu.
Gözünden akan yaşlar kalbimi dağladığında, gözyaşlarını görmemek için gözlerim hafifçe kısıldı ama gözlerini görmek isteyen yanım baskın gelerek tekrardan gözlerimi araladım.
Onun gözleri benim dünyamdı.
Gözleri dünyamdı.
Ağlamasına kıyamadığım an dudaklarımı kıpırdatarak, "Ağlama," diye fısıldadım. Boğuk ve kısık çıkan sesim ona ulaştı mı bilmiyordum ama beni anlardı biliyordum. Mirza'nın gözyaşlarıyla ıslanmış olan elimi yavaşça kaldırıp yüzümdeki maskeyi indirdiğimde, derin bir nefesi içime çekmeye çalıştım. Nefes aldıkça varlığını unuttuğum yaram acıyordu ama bunu göz ardı etmeye çalışıyordum.
Gözlerine baktım.
Biraz bekledim.
Konuşsam, dudaklarımı aralasam bile sanki sesim çıkmayacak gibi hissediyordum. Sesimi unutmuş, konuşmayı unutmuş gibiydim.
Bize ne olmuştu böyle?
Bir türlü konuşamadım anlarda derin derin nefesler alıyordum. Sakinleşmek için kısık gözlerimi tamamen kapatıp açtığımda, biraz daha iyi gibiydim.
"Yine..." dediğimde sesim gerçekten de bana yabancıydı. Boğazımdaki kuruluk hâlâ geçmemişti ama bunu umursamayarak dudaklarımı hafifçe kıvırdım ve konuşmaya devam ettim: "Aynı şarkıya tav oldum." Aynı şarkıya, bizim şarkımıza.
Sözlerimin ardından Mirza bana doğru bir adım attığında tekrardan, "Mihran," dedi. "Uyandın?" Hâlâ inanamıyordu. Mirza bu kadar inanamayacak ne yaşamıştı bilmiyordum, ben de bazı şeyler silik silikti.
Onun önüne atlamış, vurulmuştum. Arabada olan sözlerim, sözlerimiz, ona veda etmeden öpüşüm... Depo, Deha. Aklıma düşen isimle birlikte yaramın sızısı arttığında gözlerimi hızla kapayıp, sıktım.
Düşünmemeliydim.
"Mihran uyandın. Mihran sen uyandın. Mihran uyandın sen. Sen uyandın Mihran." Mirza birden bağırarak peş peşe cümlelerini sıraladığında, kapattığım gözlerimi açtım. Gördüğüm görüntüsüyle birlikte gözlerim sonuna kadar açıldı. Deli dana gibi tepiniyor bir yandan, "Uyandın sen Mihran," diye bağırıyordu. Ah canım sevgilim bir cümlede daha kaç kelimenin yerlerini değiştirip söyleyecektin acaba?
"Mirza," dememe kalmadan Mirza birden koşturmaya başladığında, "Uyandı," diye bağırarak kapıyı açtı. Gözlerimle onu takip etmekte zorlandığım anlarda, "Mihran'ım uyandı," diye bas bas bağırdığında gözlerini bana çevirdi. Sonra tekrardan dışarıya çevirdiğinde, "Kurban olduğum uyandı," diye bağırdı. Gözleri tekrardan bana çevrildiği an mavi gözlerime uzun uzun baktı.
Bağırıyor, sonra dönüp bana bakıyordu. Sanırım hâlâ gözlerimi açmama inanamıyor gibiydi.
"Kurban olduğum..." Mirza kapıyı kapatarak hızla yanıma geldiğinde ben yaptıklarının şaşkınlığından bir şey diyemiyordum. "Kurban olduğum..." Ellerini yanaklarıma koyup avucuyla yanaklarımı sardığında, alnını alnıma yasladı. "Mihran uyandın." Gözleri tek bir anımı kaçırmak istemezcesine tüm yüzümü inceliyor, elleri yanaklarımı okşuyordu.
"Mihran öldüm sandım. Seni öyle gördüm ya öldüm ben... Mihran bittim ben... Durumu ciddi dediler, beni bırakmaz dedi. Mihran beni bırakmaz dedim hep." Az önceki deli hallerinden sıyrılıp yüzündeki ifadesi indiğinde, gözlerinden akan bir damla yaş yüzümü ıslattı.
"Mihran günlerdir ölüyüm ben... Günlerdir yokum ben... Mihran bittim ben..." Mirza'nın her sözü kalbime saplandığında, yaram artık bir değil bin olmuştu.
"Ben..." dediğimde boğazım düğüm düğüm olmuştu. Onu ne hâle getirdiğimi görebiliyordum ama ona bir şey olsaydı benim de ondan bir farkım kalmayacaktı.
Birimiz yoksa, diğerimiz zaten yoktu.
"Mirza Bey lütfen sizi dışarı alalım." Birden odaya doluşan doktorlarla birlikte kaç kişinin girdiğini sayamadığımda, Mirza benden hafifçe uzaklaştı. "Lütfen hastamızı kontrol etmemiz gerek." Mirza'nın bu insanlara az çok ne yaptığını tahmin edebiliyordum, hepsi artık canından bezmiş bir durumun içinde gibi duruyorlardı.
"Çık hadi," dediğimde Mirza benden hâlâ ayrılmamıştı.
"Buradayım," dediğinde saçlarımı okşamaya devam etti. "Buradayım kurban olduğum." Dudaklarını alnımda hissettiğim an gözlerim istemsiz bir şekilde kapanıp, açıldı.
Sonrasında sanki Mirza'nın benden kopamayacağını anlamış gibi hemşireler Mirza'yı zorla odadan çıkardıklarında, üç tane doktor ve iki tane hemşireyle karşı karşıya kalmıştım.
"Nasıl hissediyorsun bakalım kendini?" Otuzlarının ortalarında olduğum, sarışın, uzun boylu doktorun sorusuyla birlikte gözlerimi ona çevirdim.
"Finalinden yirmi aldığım anatominin geçme ümidiyle bütüne girip on almış gibi." Bu uzun cümleyi defalarca kez soluklana soluklana kurduğumda, doktorların hepsi gülmeye başladı.
"Ah siz gençler," diyen doktor yanıma geldiğinde hâlâ gülüyordu. "Anatomiden bu kadar korkmayın yahu." Elini yarama uzatıp kontrol etmeye başladığında, "Yaran açıyor farkındayım," dedi. "Bunun için ağrı kesici zaten katacağız." Bu acıyı dindirecek bir ağrı kesici olmadığını biliyordum, ki bunu onlarda biliyordu.
"Bir süre burada kontrolümüz altında misafirimiz olacaksın." Bu sefer diğer doktor konuştuğunda zaten bana diyecek bir şey kalmamıştı. Daha zor konuşurken hiç 'iyiyim' triplerine girecek hâlim falan yoktu.
Kırklı yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin ettiğim doktor yanıma geldiğinde, "Seni çok seviyor belli," dedi. Ne?
"Hocam lütfen..." Diğer doktor susturmaya çalıştığında ona gözlerini belerte belerte baktı.
"Seviyor seviyor. Bak benden demesi sen bu çocuğu kaçırma kız."
Ne?
Ha?
Kız?
"Günlerdir hiçbir yere gitmedi, kapıdan ayrılmadı. Gel büyük sözü dinle kaçırma sen bu çocuğu. Bas nikahı gitsin, nikah basılır bu çocuğa." Doktorun söyledikleriyle birlikte gözlerim açıldı. Allah'ım ne olur ileride böyle kaynak bir hocam olmayacaksa hiç olmasın daha iyi.
"Hatta nikahınızı burada kıyalım, hastanemizde haber olur hem."
"Hocam biz çıkalım artık." Diğer doktor gözlerini bana çevirdi. "Ama bence de nikah basabilirsin." Birdi iki olmuşlardı. Mirza bu insanlara ne yaşatmıştı böyle?
"Hocalarım lütfen ama..." Aralarında belki de en aklı selim olan doktor tekrardan konuştuğunda başını iki yanına sallaya sallaya gözlerini bana çevirdi. "Şimdi seni normal odaya alacağız, aileni yanına göndereceğim. Dediğim gibi bir süre daha misafirimizsin. Tekrardan çok geçmiş olsun."
"Teşekkür ederim," dediğimde gülümsemeye çalıştım. Ailen lafını duyunca sesim içime kaçmış, gözlerim hafifçe dolmuştu. Babamın hâlini düşünmek istemiyordum. Kim bilir ne hâldeydi? Dudaklarım büzüldüğünde doktorlar bana son kez geçmiş olsun diyerek odanın kapısına doğru yürüdüler.
Ama çıkmadan önce içlerinde en aklı selim dediğim doktor duraksadığında gözlerini bana çevirdi. "Bence evlenme." Yüzünü buruşturdu. "Evlilik delilik. Düşünsene birine bağlı, tutsak gibi yaşıyorsun. Valla biz adamların derdi bitmez. Benden sana bir abi tavsiyesi." Sözlerinin ardından bana göz kırparak odadan çıktığında arkasından aval aval baktım.
Yanılmışım. Bir tane bile aklı selim doktorum yoktu.
Gözlerimi belirte belirte arkalarından bakmaya devam ettiğimde gelen hemşireler beni yoğun bakım odasından çıkarmış, normal odaya almışlardı. "Serumunuza ağrı kesici de katacağız." Benimle ilgilenmeye devam ettiklerinde tetkiklerimi yapıyorlar bir yandan da benimle konuşuyorlardı.
"Ailenizi odaya alacağız ama lütfen kendinizi çok yormayın. Tekrardan çok geçmiş olsun Mihran Hanım."
Gülümsediğimde, "Çok teşekkür ederim," dedim. Sonrasında odadan çıktıklarında, ailemi görecek olmamın heyecanı her bir yanımı sarmıştı. Ne olacaktı, nasıl davranacaktım bilmiyordum.
Çok bir zaman geçmeden kapı hızla açıldığında, "Ben gireceğim," diye bağıran Behlül'ün sesini duydum. Kapıya çevrilen gözlerim Behlül'ün, Mirza ile odaya girmek için kapıştığını gördüğüm şaşkınlıkla açıldı.
Behlül, Mirza'yı iteklediğinde, "Benim hakkım," diye bağırdı. "Miho'mu önce görmek benim hakkım."
Behlül'ün yürek yiyip Mirza'yı iteklemesine mi yanayım, yoksa odaya girmek için birbirleriyle yarış halinde olmalarına mı?
"Bana bak lan!" Diye bağırdı Mirza. "Evden alınıp donunla nezarethanede sabahlamayı özledin galiba sen?" Mirza'nın sözleriyle birlikte dudaklarımın arasından kaçan kıkırtıya engel olamayarak güldüm.
"Büyüksün enişte, eniştem benim, tabii ki de sen geç." Behlül kapıdan hızlıca çekildiğinde, Mirza ona çatık kaşlarının ardından baka baka odaya girdi.
Hızlıca yanıma gelip sol tarafıma geçtiğinde Behlül, "Miho'm," diye bağırarak yanıma doğru gelmeye başladı. Ona bir şey diyemeden gözlerim odaya giren babama çarptığında, zaten dolu olan gözlerinin beni görmesiyle birlikte iyice gittiğini fark ettiğimde benim de gözlerim dolu dolu olmuştu.
"Kızım..." Babam hızlı yanıma gelip beni incitmekten korkarcasına dikkatli bir şekilde sarıldığında, "Gözümün bebeği..." dedi. Babamın gözyaşlarını boynumda hissettiğimde, "Baba..." diye fısıldadım. "Ağlama." Dudaklarım büzüldü.
Ben şimdi babama nasıl kıyacaktım? Bazı şeylere dilim gitmiyor, düşünmek bile istemiyordum artık. Her şeyi silmek istiyordum. Ben babama kıyamazdım ki...
Gözlerim hemen arkada gözleri dolu dolu bize bakan annemin gözleriyle kesiştiğinde, "Kızım kızım..." diye yakına yakına ağlamaya başladı. Annem, Aslan Amca, Asiye Teyze, Çiçek, Sezin abla hepsi buradaydı.
Behlül, "Miho'm... Biraderim benim," dediğinde yatağımın kenarındaki küçücük boşluğa kendini sığdırarak oturdu. "Kız sen benim için çok kıymetliymişsin ya... Kız ben sensiz kimselerle dedikodu yapamadım ya..." Behlül yine Behlüllüğünü konuşturarak serumlu koluma hafifçe vurduğunda dedikodu moodunu tamamıyla açmıştı.
"Seni ben var ya şimdi..." Mirza ağzının içinden söylene söylene Behlül'ün yanına dolandığında onu ensesinden tuttuğu gibi yanımdan kaldırdı. "Ne vuruyorsun lan?"
Mirza gözlerini bana çevirdi. "İyisin değil mi kurban olduğum?" Ufacık şeyden bile telaşa bulanan sesi kendimi kötü hissettirdiğinde yokluğumun onda bıraktığı etkileri hissedebilmiştim.
"İyiyim..." dediğimde sesim kısık bir şekilde çıkmıştı.
"Eyvah..." dedi Sezin abla gülerek. "Mirza, bizi senin yanına yaklaştırmaz şimdi." Abartıyla dudaklarını büzdüğünde gülmeye devam etti. "Pek evhamlı pek. Uzaktan uzağa konuşuruz artık." Yok artık! Daha nelerdi canım?
Yok artık değilmiş. Gerçekten de öyleymiş. Aradan geçen yarım saatte bir yanımda Mirza, diğer yanımda annem ve babam zırt pırt sorularıyla beni darladıklarında artık oflamamak için kendimi zor tutuyordum. Yirmi saniyede bir 'iyi misin' deyip duruyorlardı. İyiydim ama soruları beni pek de iyi etmiyordu. Bir de iyi olmasam ne yapacaklardı yani?
"İyi misin kurban olduğum?" Mirza'nın bilmem kaç kez sorduğu soruya karşılık sabırlıca başımı salladığımda, aslında sabrımın kalmadığını biliyordum.
"Bak bir de yanımda deyip duruyor." Babamın sessiz olduğunu düşünerek söyledikleriyle birlikte onu hepimiz duyduğumuzda Mirza'ya dik dik bakarak gözlerini bana çevirdi. "İyisin değil mi kızım?"
"İyiyim baba."
"İyisin değil mi kızım? İstediğin bir şey falan var mı?" Babamdan sırayı annem devraldığında başımı iki yanıma doğru salladım. "İyiyim." Annemin bu ilgili tavırlarına alışık değildim. Yüksek ihtimalle şu an kötü olduğum için böyleydi. Hiçbir zaman kötü bir anne olmamıştı zaten ama hayalimdeki anne kız ilişkisi de aramızda olmamıştı. Çok değil bir kez bile içten bir şekilde 'kızım' dediğini hatırlamıyordum. Özellikle de son yıllarda... Derdimi anlatamazdım, üzüntümü anlamazdı. Bilmiyordum işte... Aramızdaki ilişki hep garipti, tutarsızdı.
"İyisin değil mi kurban olduğum? Canın çok acıyor mu?" Başımı arkadaki başlığa geçirmemek için zor tuttuğumda, "İyiyim..." dedim. Ve sıranın babama geçtiğini fark ettiğimde, "Bakın!" Diyerek devam ettim sözlerime. "Siz beni geri uyutmaya mı çalışıyorsun? Bir dakika içinde kaç kez iyiyim dedim ben yahu... Yeter, iyiyim ben."
Sözlerimin ardından gözlerimi kapattığımda belki beni rahat bırakırlar diye düşünmüştüm ama yine olmadı.
Mirza telaşla, "Mihran..." dediğinde gözlerimi dinlendirmek için bile kapatmamın onu korkuttuğunu hissedebilmiştim. Dudaklarım büzüldü, ben ona bunu yaşatmak istemezdim.
Her şeyi, başıma gelen her şeyi tek yaşamak isterdim.
Mirza'ya bakmaya devam ettiğimde kapı tıklatıldığında hemen ardından giren hemşire, "Ooo yüzler gülüyor," dedi. "Hasret giderildiğini düşünüyorum, hastamızı artık daha fazla yormayalım ama. Refakatçi için sadece bir kişiyi alabileceğim."
Hemşire daha refakatçi der demez Behlül, "Ben kalırım, ben kalırım," diye atladığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir babama baktım, bir Mirza'ya... Behlül bu dediğine inanıyorsa onu bir turda ben kandırmak isterim yani.
Mirza, "Tartışmaya kapalı bir konu," dediğinde doğrudan babama bakıyordu. Kaşlarım yukarıya doğru kalktığında istemsiz bir şekilde öksürdüm.
"Baba..." dediğimde ikisinin arasında olacak olan tartışmayı önlemek istercesine konuşmuştum. "Siz eve gidin." Babamın itiraz edeceğini anladığımda duraksamadan devam ettim. "Gözlerinden belli yorgunluğun babacığım. Hem zayıflamışsın sen. Ben eski tombik babamı isterim." Arayı yumuşatmak için söylediklerim babamı güldürdüğünde böylesinin içine sinmediğini de fark edebilmiştim.
Ben de onlardan uzak kalmak istemiyordum. Ama söz konusu Mirza olunca onun kalması tarafı daha ağır basıyordu işte.
Öyle böyle derken zorlukla da olsa babamları gitmeleri için ikna ettiğimizde, "Bana bak!" Dedi babam, Mirza'ya doğru. "En ufak bir şey de bana haber vereceksin. Zaten nasıl böyle bir şeye izin veriyorum onu da bilmiyorum ya... neyse..."
"Ben gitmiyorum, ben kalacağım Miho'mla. Biraderimin yanına benim gibi eğlenceli birisi gerek, senin gibi buzdolabını ne yapsın benim biraderim. Ben kalacağım işte, ben kalacağım." Behlül'ün söylediklerine karşılık gözlerim sonuna kadar açıldığında bu sefer onu Mirza'nın gazabından koruyacak kimse yoktu.
Dila, "Biz gidelim," deyip Behlül'ün kolundan tutup çekiştirdiğinde Behlül yine de geri kalmayarak bağırdı.
"Hem kokuyorsun sen, benim Miho'ma yazık be." Ellerim hayretle dudaklarımın üzerine kapandığında Behlül koşturarak odadan çıkmıştı.
Mirza, "Ulan!" Diye bağırdığında hızla peşinden ilerledi ama sanki aklına ben gelmişim gibi duraksadı. "Sakinim tamam sakinim." Yanıma doğru adımladı.
Babam, Mirza'ya inat olduğunu belirterek abarta abarta, "Seviyorum bu çocuğu," dediğinde Behlül'ün arkasından bakıyordu. Başımı iki yanıma salladım.
Mirza burun kemerini sıktığında şimdiye kadar çok da araya girmeyen Aslan amca, "Biz gidelim artık en iyisi," deyip babamın omzuna dokundu. "Değil mi dünürüm?" Sonrasında gözlerini bana çevirdi. "Ömrümüzden ömür yedin kızım ama geçti gitti. Çok geçmiş olsun kızım."
Hepsinin kötü göründüğünün farkındaydım. Hatta Asiye teyzenin bile... "Çok teşekkür ederim Aslan amca," dediğimde gülümsedim. Sonrasında zorla da olsa babamla da ayrıldığımızda aradan geçen dakikaların ardından odadan çıkabilmişlerdi. Babam çıkarken bile 'ben gitmeyeceğim' diye huysuzlansa da Aslan amca sağ olsun onu bir şekilde ikna edip, götürebilmişti.
Herkesin odadan çıkmasıyla birlikte Mirza birden parlayarak, "Sonunda anasını..." diye yükseldiğinde ona hayretle baktım. "Sonunda gittiler." Hemen yanımdaki boşluğa oturup alnını alnıma yasladı.
"Çok özledim Mihran." Sesi inler gibi çıkmıştı. "Günlerdir gözlerini göremedim, nefesini duyamadım, seni hissedemedim ya... Öldüm sandım Mihran, öldüm sandım."
"Şimdi anladın mı beni?" Dediğimde dudaklarımı büzülmüştü. Onun başına bir şey geldiğinde de benden eser kalmıyordu. "Ödeşmiş sayıldık işte. Fena mı oldu?"
Mirza'nın kaşları çatıldı. "Ba ba ba ba laflara bak laflara." Başımı iki yanıma salladığımda dudaklarımı hafifçe yukarıya doğru kıvırdım.
"Yalan mı söylüyorum sanki?" Dediğimde sağ elimi kaldırıp saçlarına dokundurarak okşadım.
Ay yağlıydı.
Bir şey yok, bir şey yok, bir şey yok.
"Şu an çok öpülesi duruyorsun." Mirza'nın dudaklarının arasından kopan sözlerle birlikte kaşlarım havaya kalktı.
"Öpülesi durmak da nasıl oluyormuş?" Dediğimde ellerimi hâlâ saçlarından çekmemiştim.
"Sen..." dedi Mirza. "Sen böyle baktığında..." Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında hazırlıksız yakalanmış ama kendimi toparlamıştım. Dudaklarımı emip bıraktığında, ayrılsak bile bir nefes olsun uzaklaşmamıştı. "Sen... Sen her anında..." Dudaklarını tekrardan bastırdığında sanki günlerdir susuz kalmış gibi ona karşılık verdiğimde, birbirimizin dudaklarını talan ediyor, birbirimize kavuşuyorduk.
Bana kısacık gibi gelen ama oldukça uzun bir anın ardından Mirza benden ayrıldığında, derince bir nefesi içine çekti. Beni çok zorlamak istemediğinin farkındalığıyla, "Yanıma yatsana," dediğimde kaşları düşünceli bir ifadeyle çatıldı.
"Olmaz, yaran acır."
"Acımaz," dedim.
"Mihran yanlışlıkla dokunurum, ederim canın acır kurban olduğum."
"Acımaz," dediğimde diretiyordum. "Acımıyor da zaten. Gel hadi." Mirza yanımdaki küçük boşluğa bakıp başını iki yanına salladığında ağzının içinden söylene söylene yanıma uzandı. Ay düşmese bari.
Başımı göğsüne yaslamaya çalıştığım an pek de beceremediğimde benim için biraz daha doğrularak başımı, göğsüne yasladı.
Ay böyle bir koku geliyor gibiydi. Behlül'ün, Mirza'ya dedikleri aklıma düştüğünde dudaklarımı birisine bastırdım.
Bir şey yok, bir şey yok, bir şey yok.
"İyisin değil mi?" Eyvah! Artık bir yüz kez de şimdi sorardı.
"İyiyim," dediğimde sesim tekdüze bir şekildeydi.
"Gerçekten iyi misin?"
"İyiyim diyorum ya." Mirza'nın parmaklarını çenemde hissettiğimde hafifçe tutarak başımı yukarıya kaldırıp ona bakmamı sağladı.
"Mihran..." dedi. Gözleri yüzümün her bir yanını tarıyor, sanki bir şeyler yakalamaya çalışıyor gibiydi. "Gerçekten..." Duraksadığında dişlerini birbirine bastırdı. "Kendini nasıl hissediyorsun?" Ne sormak istediğini biliyordum. Yani galiba... Ama anladığım şeyi anlamamazlığa vurmak şu anlık daha çok işime geliyordu.
"İyiyim..." dediğimde gözlerimi gözlerinden kaçırdım. "Ay sen böyle zırt pırt iyi olup olmadığımı mı soracaksın? Valla keşke Behlül'üm kalsaydı." Konuyu değiştirmek adına söylediklerimle birlikte Mirza burnundan soluduğunda, ona bakmadan bile kaşlarının çatıldığını hissettim.
"Behlül'ün?" Sesi sertti. "Senin Behlül'ün? Yok yok öyle bir şey duymadım ben. Sen o şerefsize öyle bir şey demedin, ben de duymadım." Parmaklarını tekrardan çeneme götürüp tuttuğunda, "Sen bana baksana bi," diyerek başımı kaldırdı. "O şerefsizi donuyla aldırıp nezarethaneye tıkmamam için bir sebep söyle."
Gülmemek için kendimi zor tuttuğumda, "Hım..." diye sahteden düşüncelere daldım. "Eğer öyle bir şey yaparsan... Seni öpmem."
Mirza'nın gözleri karardı. "Bir daha söyle." Bakışlarını gördükten sonra bir daha asla söyleyemezdim ki.
"Çok hastayım," dediğimde sesimi inceltmiş, böyle kısık kısık çıkarmıştım. "Yaralıyım yaralı."
Mirza, "Yaralısın tabii..." dediğinde alnıma düşen saçlarımı parmaklarına dolayarak arkaya doğru itekledi. "Gözlerinden hinlik akan, yaramaz bir hastasın." Ayıp be! Gözlerimi daha tam olarak açamıyordum bile.
Abart Mihran, abart.
"Yani demeyim demeyim diyorum ama..." Duraksadığımda söyleyeceğim şeyi söyleyip söylememek arasında kalmış ama sırf yüzünün alacağı tepki için bile söylemeye karar vermiştim. "Ben yaramaz, gözlerinden hinlik akan bir hasta olsaydım eğer... Pis koktuğunu da söylerdim yani."
Söylediklerimle birlikte Mirza'nın gözleri büyüdüğünde, öylece kalakaldı.
Yalnız gerçekten kaldı.
En sonunda, "Ha?" Diye bir tepki verdiğinde kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Yüz ifadesi o kadar komikti ki... Mirza geriye çekilmeye çalıştığında, bana çaktırmamaya çalışarak üstünü koklamaya çalıştı. En sonunda yüzünü buruşturduğunda, avucumu dudaklarımın üzerine kapatarak gülüşümü durdurmaya çalıştım.
Mirza geriye çekilmeye çalıştı. Bir yandan da ağzının içinden homurdanıyordu. "Benim bir işim..." Ağzının içinden zorla konuşuyordu. Bir işi varmış da. Sanki gidip hızlıca duşa gireceğini bilmiyordum. Kokması falan da umurumda değildi zaten. Sırf ona gıcıklık olsun diye ortaya atmış, yüzünün alacağı şekli de merak etmiştim.
Ben galiba gerçekten gözlerinden hinlik akan bir hastaydım.
"Bu gece..." dediğimde uzaklaşmaya çalışan Mirza'yı kendime doğru çektim. "Tüm işin benim..." Birden dudaklarımı Mirza'nın dudaklarına bastırdım. Mirza şaşırsa da hemen kontrolü alarak bana karşılık verdiğinde, dudaklarımda bir yangın başladı.
Ama asıl yangın içimdeydi.
Asıl yangın unutmak istediklerimdi.
İçimdeki yangın... İşte o yangın... O yangın nasıl sönerdi bilmiyordum.
*
İşin özü Mihran da Mihran!
Evet, nasıl buldunuz bakalım?💙Beğendiniz mi?🥰 Mihran'ın düşüncelerini, hislerini bir sonraki bölüm çok daha net göreceğiz, Mirza'nın adımlarını da...
~Bölümde en sevdiğiniz, en sevindiğiniz sahne hangisiydi? Ve bölümü emojilerle anlatır mısınız?💙🥺🫶🏻
Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri
Sizleri seviyorum bilesinizzzz💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro