Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

23.Bölüm: "Kaya"

#Can Ozan - Toprak Yağmura

#Güncel Gürsel Artıktay - Uzak Yol

Visal 703Bin💙Daha yirmi gün önce 600Bin diye paylaşmıştım🥺Hepinize çok teşekkür ederim iyi ki varsınız!

Bu bölümün hatırına oyları 2000 yapalım mı? Sınır değil sadece rica🤝 Ve bölüm sonunda kaçmayın hemen olur mu? Birkaç bir şeyler diyeceğim de...

Ve Twitter'da #Visal etiketiyle yorumlarınızı bekliyor olacağım. Sevdiğiniz alıntıları, düşüncelerinizi belirtirseniz çok sevinirim🥵

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

Güzelliklerinden bayılmışım🥵 Visalimizi güzelleştirdiğin için çok teşekkür ederim aşkım💙 senasnepenthe

*

"Bıktım artık lan, valla bıktım artık ben. Elin delilerinin arasında kala kala ben de delirdim artık. Nereden düştüm ben buraya?" Behlül söylene söylene gelip yanıma oturduğunda gayet rahat bir tavırla çayımdan bir yudum daha alarak masanın üzerine bıraktım.

"Yine ne oldu?"

"Ne olacak, bu deli hastanesinde ne olabilir? Kadın tutturdu sen Behlülsün diye üzerime atladı." Ne? "Ah ah... Her yerde hem ismimin getirisi hem de şu yakışıklılığım başıma bela oluyor."

Behlül'ün laf arasında kendisini övmelerine karşılık güldüğümde, "Ya ya..." dedim alay edermiş gibi.

"Neyse şafak sayıyorum artık. Bugünlerde geçecek inşallah. Düzeleceğiz inşallah be."

"Kaç günümüz kalmış?" Dediğimde oturduğum yerden kalkarak crocslarımı giydim.

"Son üç stajımız var Miho'm. Ondan sonra buradan kurtuluyoruz inşallah." Demek iki aylık zorunlu psikiyatri stajımızdan sadece üç günümüz kalmıştı. İstemsiz bir şekilde gülümsedim.

"İyi iyi... Ben hazırlanıp çıkacağım. Sen daha burada mısın?"

"Bakmam gereken son bir hastam kaldı. Tabii sen dersen ki; ben senin yerine bakayım sen git hemen uçarak giderim Miho'm."

"Aynen canım ya..." dediğimde Behlül'e el salladım. "Bende şimdi tam seni düşünüyordum. Tek derdim senin hastanı alıp, senin erken çıkmanı sağlamaktı yani."

"Canım Miho'm be, işte biraderim benim."

"Salak," dediğim an Behlül'ün kafasına hızlıca geçirdim. "Sana kolay gelsin, kaçtım ben." Hızlıca dinlenme odasından çıktığımda Behlül'ün arkamdan bağırmaları kulaklarıma doldu.

"Yazıklar olsun Miho'm dedim bağrıma bastım. Ben bunu hiç hak etmedim, esefle kınıyorum seni. Allah'ım sen beni bir daha buraya düşürme ne olur. Ama sadece beni düşürme, Miho'yu düşür Allah'ım. Neyse Miho'm da düşmesin ya, kıyamam ben şimdi biraderime."

Güldüm. Nasıl olmuştu bilmiyordum ama Behlül birdenbire o kadar çok hayatımın içinde olmuştu ki... Şeytan tüyü denen bir şey varsa o kesinlikle Behlül'de vardı.

Behlül'ün sözlerine güle güle giyinme odasına girip açık mavi kot pantolonumu, onun üzerine de beyaz askılımı geçirdiğimde, askılımı pantolonumun içine sokarak hafifçe bollaştırdım. Askılımın üzerine kirli beyaz ceketimi de geçirdiğimde kolları sanki içinde kaybolacağım bir bollukta olmuştu.

Bol olan kıyafetleri sevdiğimden bunu sorun etmediğimde çantamı da omzumdan geçirerek hızlı bir şekilde klinikten çıktım. "Kolay gelsin." Karşıma çıkan hemşire arkadaşlarıma selam vere vere merdivenleri indiğimde burada hâlâ son üç stajımın olduğuna inanamıyordum. İki aylık yoğun bir süreç neredeyse bitmişti.

Düşüne düşüne yürümeye devam ettiğim sıra birden karşımda arabamın (!) üzerine yaslanmış olan Mirza'yı gördüğüm an adımlarım duraksadı. Deri ceketinin kollarını sıvamış bir şekilde ellerini göğsünde birleştirmişti.

Tüm yükünü de arabama veriyor ha.

Neyse en iyisi şimdi hiç o konulara girmeyeyim.

"Mirza," dediğim an sadece sesimden bile anlaşabilecek olan şaşkınlığımla ona doğru ilerledim. Yaslandığı arabamdan doğrulduğunda bana doğru benim üç adımıma denk gelebilecek bir adım atarak beni kollarının arasına aldı.

Hiç beklemeden ellerimi beline sıkıca doladığımda parmaklarımı sırtında birleştirerek, başımı göğsüne yasladım. "Beklemiyordum." Sesim göğsüne yaslı olan başımdan dolayı boğuk çıkmıştı.

"Sabah görememiştim seni." Elleriyle saçlarımı okşadı. "İşim erken bitince hemen sana geldim kurban olduğum." Dudaklarını saçlarıma bastırdı.

Anlıyorum gibisinden, "Hım..." diye mırıldandığımda dudaklarımı tişörtünün açıkta bıraktığı boynuna bastırarak geri çekildim.

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Özlemişiz bakıyorum," dedi. Nasıl özlemezdim ki? En son dün gece görmüştüm ve üzerine saatler geçmişti. Ne? Tabii ki de özleyecektim.

"Çok..." dediğim an uzata uzata konuşmuştum. Bir yandan Mirza'ya sarılıyor, diğer yandan da arabama bakıyordum.

Mirza, "Beni mi özledin, yoksa arabanı mı Mihran?" Dediğinde çatık kaşlarının ardından dik dik bana baktı. "Sabahtan beri bana arabamın fotoğrafını at diye mesajlar yağdırıp durdun." Duraksadığında sahte bir kızgınlıkla devam etti sözlerine. "Sen, beni böyle mi özlüyorsun kurban olduğum?" Köşeye sıkıştığım an dudağımı ısırdım.

Yani evet öyle şeyler yapmış olabilirdim, yani şimdi biraz fazla yapmış da olabilirim. Ama arabamı da özlemiştim yani.

"Yani şimdi şöyle ki..." Şu an tek yaptığım lafı evirip çevirmeye çalışmaktı. "Sen, benim kalbimdesin. Ben, sana böyle kalbimin gözüyle, kalp gözüyle bakıyorum zaten."  Yaptığım bence son derece haklı savunmaya karşılık Mirza kahkaha ata ata gülmeye başladı.

Şükür bugün de rezil olduk.

Mirza gülüşlerinin arasından, "Mihran," dediğinde başını iki yanına sallayarak, alnını alnıma yasladı. "Sen gerçekten benim sınavımsın."

"Biliyorum," dediğimde omuzlarımı silke silke güldüm. "Güzel bir sınavım ama."

Mirza gülmeye devam ettiğinde, "Hı hı..." diye mırıldandı. İki elini karnımda birleştirip beni hafifçe kaldırdığında arabaya doğru yürüttü. "Çok güzel bir sınav." Kulağıma kulağıma fısıldamıştı.

"Biliyorum," dediğimde gülüşüm dudaklarımdan silinmemişti. "Çok güzelim." Muzip bir tavırla konuşmuştum.

Mirza, "Serseri," dediğinde elini, burnuma götürerek ucunu tutup sıktı. Yüzümü buruşturduğumda benim yüzümün ekşiliğine gülerek beni arabaya bindirdi. Kendisi de geçtiğinde zaten çok geçmeden yola koyulmuştuk bile. "Nereye gidiyoruz?" Sorumla birlikte Mirza'nın kaşları çatıldı.

"O çok sevdiğin, özlediğin arabana seni daha çabuk kavuşturmak için ehliyet kursuna yazdıracağım seni." Ne?

"Valla mı?" Dediğimde heyecanlanmıştım ve bu heyecanım sesime de yansımıştı.

"Valla Mihran valla." Mirza gözlerini bana çevirdi. "Vesikalık fotoğrafın var mı yanında?"

"Yok," dedim hiç düşünmeden. Yanında doğru düzgün para bile taşımayan birisiydim ben, kredi kartı mı alır çıkardım yani.

Mirza, "Önce fotoğrafını çektirelim o zaman," dediğinde gözlerim sonuna kadar açıldı.

Hemen aynadan kendime baktığımda, "Şu tipimle mi?" Dedim. "Baksana sanki beni çarpmışlar gibi duruyorum. Ay yanımda makyaj malzemelerim de yok ki... Ben nasıl almadım yanıma ya?" Kendi kendime kızarak konuşmuştum.

"Mihran," dedi Mirza. Sesinden akan şaşkınlığını fark edebilmiştim. "Bir dur kurban olduğum, bir dur. Alt tarafı fotoğraf çekineceksin dedim."

"Alt tarafı fotoğraf deyip geçemezsin Mirza," dedim net bir ifadeyle. "Fotoğraf bende bir travma oldu artık ya. E-okul fotoğrafım yüzüne bakılmayacak şekildeydi, sonra ÖSYM fotoğrafım onun da beteriydi. Hep en hazırlıksız anımda yakaladılar beni. Şimdi sen de en hazırlıksız anımda yakaladın beni." Ah ah... Beni bir vesikalık fotoğrafları yüzüne bakılmayacak şekilde olan garipler anlar...

Mirza tekrardan, "Mihran bir dur," dedi. Gözleri yolda olsa da elini, yanağıma götürüp okşadı. "Sen her hâlinle çok güzelsin kurban olduğum. Kısılan gözlerinle, çatık kaşlarınla, büzdüğün dudaklarınla... Şimdi de çok güzelsin. Her hâlinle benim çok güzelimsin."

Bismillah.

Beni bu sözleriyle kandırabileceğini falan mı zannediyordu?

Hayır eğer öyle zannediyorsa çok doğru zannediyordu.

Ki öyle de oldu. Mirza'nın sözlerine kanıp kendimi birden fotoğrafçı koltuğunda bulduğumda olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.

"Evet, gözlerinizi hafif kısın şimdi." Fotoğrafçı kadının dediğini yapmaya çalışarak gözlerimi kıstığımda kadın bu sefer de, "Biraz açın," dedi. Tövbe tövbe...

Gözlerim bu sefer de kadının tam yanında duran Mirza'ya takıldığında kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

"Kaşlarınızı çatmayın."

"Çatmıyorum," dediğimde hemen kaşlarımı düzelttim. Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında benim bu hâllerime güldü. Kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum.

"Bana bakar mısınız?" Kadının sesini duysam da gözlerimi Mirza'dan çekemedim.

"Bakıyorum," dediğimde gözlerim hâlâ Mirza'nın üzerindeydi. Gülünce kıvrılan dudaklarında...

"Hanımefendi bana bakacaksınız, beyefendiye değil."

"Ha," dedim kendime gelmişçesine. "Evet evet. Tamam." Başımı duvarlara duvarlara vurmamak için kendimi zor tuttuğumda gözlerimi kadına çevirdim.

"Biraz gülelim." Yemin ederim tere batmıştım ya tere. Böyle bir gerilmek yoktu, bir de gülelim demesi yok muydu? Gülümsemeye çalıştığımda kadın, "Biraz daha," dedi.

İyiden iyiye sinirlendiğimde Mirza sanki bunu anlamış gibi, "Kurban olduğum," diyerek araya girdiğinde gözlerimi ona çevirdim. Mirza kamerayla aynı boyutta olmak için biraz eğildiğinde, "Şu girdiğim hâllere bak," diye ağzının içinden homurdandı. Tam kameranın yanında, tam kameranın açısındaydı. "Hadi birazcık gül şimdi." Mirza'ya baktığım an istemsiz bir şekilde ona dalıp güldüm.

Kadının, "Tamam oldu," sesiyle birlikte gözlerimi hâlâ Mirza'dan çekemediğimde Mirza eğildiği yerden doğruldu ve bana doğru birkaç adım attı.

"Sizinle bu kadar kolay olacağını bilseydim, ilk baştan sizin yardımınızla denerdim." Kadının söyledikleriyle birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Ba ba ba laflara bak laflara.

"Ya sabır..." dediğimde ağzımın içinden homurdana homurdana kadına dik dik bakışlarımla baktım. "Sabır, sabır..." Mirza bu hâllerimden korkmuş gibi bir şey diyemediğinde hemen çıkan fotoğrafları aldı, ve elini, belime atarak beni kendisine çekti. Aynı hızla beni fotoğrafçıdan da çıkardığında, çıkarken bile kadına dik dik bakmadan geri durmamıştım.

"Sizin yardımınızla denermişmiş..." Söylene söylene yürüyordum. "Lafa bak..." Gözlerimi Mirza'ya çevirdim. "Sen de ver şu fotoğrafları bana, bakacağım. Allah bilir nasıl çıkarttı beni şimdi?" Mirza fotoğraflardan birini çıkarıp elime verdiğinde şöyle bir alıcı gözüyle kendimi incelemeye başladım.

"Ne de güzel çıkmışım. Şu saçım, şu kaşım..." Kendimi överken başımı aşağı yukarı salladım. "Gözlerimin de maşallahı var şimdi yani."

"Bana bakan gözlerinin..." diyerek Mirza araya girdiğinde onu duymamazlıktan geldim.

"Şu gülüşüm hele..."

"Bana gülüyordun Mihran." Ay Mirza'da yani illa bir yerden kendine pay çıkaracaktı. "Ben olmasam aynı maymun gibi çıkıyordun."

Ne, ne, ne?

"Ne?" Dedim bağıra bağıra.

"Aynı şöyle sırıtıyordun." Mirza sözlerinin ardından benim sırıtışımı taklit edercesine sırıttığında, yüzünü oldukça çirkin, böyle garip bir hâle soktu.

"Ya ben böyle sırıtmıyorum bir kere," dediğimde hemen itiraz etmiş, Mirza'nın yüzüne yüzüne çemkirmiştim. "Demek maymun ha? Hani her hâlim çok güzeldi senin için? Şimdi maymun oldum öyle mi?"

Mirza durumu, "Sadece benzetme sanatı yaptım, kurban olduğum," diyerek kendince toparlamaya çalıştığında, galiba daha da çok batırdığının farkında bile değildi.

"Ya pes gerçekten pes. Seni şovmen. Bir 'acayip hayvanlara benziyirsen' diye dolanmadığın kaldı ortada."

"Acayip hayvanlara benziyirsen de ne?" Diyen Mirza yüzünü buruşturduğunda hemen telefonumdan YouTube'a girerek videoyu açtım.

Açılan videoyla birlikte Mirza'ya baka baka, "Acayip hayvanlara benziyirsen," diye bağırdığımda Mirza'nın kaşları derin bir şekilde çatıldı. "Devlere hortlaklara benziyirsen."

"Mihran kapat şunu." Kapatmayarak yüzüne yüzüne söylemeye devam ettim. O madem bana maymun derdi artık elimden çok çekeceği vardı.

"Acayip hayvanlara benziyirsen."

"Te allam ya, te allam ya..." Mirza söylenmeye başladığında, bu sefer gülen taraf ben oldum. Mirza söylenmeye ben ise onu sinir etmek için söylemeye devam ettim.

Aradan geçen saatlerde Mirza'yla didişe didişe de olsa sürücü kursu için gerekli olan tüm evrakları tamamlayabildiğimizde, en sonunda Mirza beni yazdırabilmişti. Birlikte tekrardan arabaya geçtiğimizde, "Ayy..." dedim ayılıp bayılıyormuş gibi yaptığımda. "Ay öldüm valla."

"Hiç öyle öldüm bittim yok," dedi Mirza arabayı çalıştırdığında. "Daha deneme sürüşü yaptıracağım sana."

Ne?

Korktuğumda, "Ay yok..." diye yükseldim birden. "Ay yok ben yapamam, ben yapamam."

Mirza benim bu hâlime güldüğünde, "Yaparsın yaparsın," dedi. "Arabana kavuşuyorsun işte kurban olduğum." Bunları sırf onu zırt pırt arabamın fotoğrafını istedim diye yapmıyorsa bende Mihran değilim ya. Tabii bir de acayip hayvanlara benziyirsen mevzumuz vardı...

İçten içe beni bir heyecan bastığında, "Yaparım tabii..." dedim. "Sürerim tabii ki de." Mirza başını aşağı yukarı salladı. Arabayı ıssız, çok fazla arabanın olmadığı bir yerde durdurduğunda içimden çoktan 'bismillah' çekmeye başlamıştım bile. Gözlerimi dışarıya çevirdiğim an birkaç kişinin daha burada araba sürdüğünü gördüm.

Ben de sürerdim ki.

"Hadi gel bakalım kurban olduğum." Aval aval Mirza'ya baktım. Nereye geleyim yahu, nereye?

"Nereye?"

"Kucağıma."

Ne?

Ha?

"Kucağına mı?"

Başını aşağı yukarı salladı. "Kucağıma."

"Olur geleyim bari," dediğimde nazlana nazlana konuşmuştum. Daha ben yerimden bile kalkamadan Mirza beni belimden tutup kendisine çektiğinde, iki bacağının arasındaki boşluğa oturtmuştu bile.

Hissettiğim heyecanla birlikte ellerimi direksiyona dayadığımda Mirza elllerini karnımda birleştirerek sırtımı göğsüne yasladı.

Başını omzuma yaslayıp yanağını yanağımla birleştirdiğinde, gülümseyen gözlerimle ona baktım. "Özel dersten kastın bu muydu?" O kadar çok sana özel ders vereceğim demişti ki...

Mirza, "Hı hı..." dediğinde nefesini nefesim gibi hissettim. "Birebir bir ders, özel olarak."

"Peki..." dedim. "Alalım bakalım özel dersimizi."

Mirza, "Ayağını ayaklarımın üzerine koy," dediğinde hiç düşünmeden ayaklarımı ayaklarının üzerine koydum. "Sol ayak debriyaj, sağ ayak fren ve gaz tamam mı?" Başımı anladığımı belirtircesine salladım ama nasıl olsa Mirza'nın ayağı vardı.

"Tamam... Şimdi ben çalıştıracağım, sen de dediklerimi uygulayacaksın tamam mı?" Mirza'nın varlığına odaklanıp bir şey diyemediğimde Mirza, "Kurban olduğum?" Dedi.

"Ay tamam tamam anladım." Mirza arabayı çalıştırdığı an, "Şimdi sol ayağını yavaşça kaldır, ve gaza bas," dedi. Mirza'nın dediği gibi sol ayağımı kaldırıp gaza bastığımda araba birden hareket etmeye başladı.

"Ay Mirza bu gidiyor." Heyecanlı heyecanlı konuşmama karşılık Mirza güldüğünde, "Gidiyor kurban olduğum," dedi.

"Valla gidiyor. Ay bismillah. Mirza şimdi ne yapacağım?"

"Direksiyon kontrolü sen de, hafif hafif oynat tamam mı?" Başımı salladığımda Mirza'nın da dediği gibi direksiyonu yolun şekline göre hafif hafif oynattım.

"Valla gidiyoruz, ay ben sürüyorum valla." Hâlâ inanamıyor ve heyecanlı heyecanlı konuşuyordum. Araba sürmek benim asla cesaret edemediğim bir şeyken, şimdi sürüyordum.

"Sakin ol," dedi, Mirza eliyle belimi okşadığında. "Kontrol ben de." Ee iyi o zaman... Valla zaten bugün yorgunluktan ölmüştüm, hiç kendimi zorlayamazdım. Mirza'nın sözüne güvenerek ayaklarımı çektiğimde direksiyona sıkıca sarıldım.

"Canım arabam, güzel bebeğim. Ben, seni sürüyorum şu an." Heyecanlı heyecanlı arabamla konuştuğumda Mirza'nın, "Mihran?" Diyen sesiyle birlikte arabamla yaşadığım aşkı bıraktım.

"Mihran senin ayakların nerede?"

"Çektim," dedim, hiç utanmadan hiç duraksamadan.

"Çektin?"

"Hı hı..." diye mırıldandım. "Sen kontrol ben de deyince ben de çekeyim dedim." Sözlerim üzerine Mirza arabayı durdurduğunda elini, yüzüne götürüp sıvazladı.

Mirza, "Te allam ya..." dediğinde bana söylenerek, arkamdan çekilerek arabadan indi ve kapıyı hızlı bir şekilde çarparak kapattı.

"Yavaş," diye bağırdım arkasından. "Sanki babasının arabası ya..." Beni duyması açısından yüksekten yüksekten konuşuyordum. "Dan dan kapıları vuruyor bir de." Peşinden hemen arabadan indim.

"Yok yok..." dedim üste çıkmak için tripli bir şekilde konuştuğumda. "Zaten bir erkeğin gerçek yüzünü görmek istiyorsanız direksiyon dersi alın derlerdi." Başımı aşağı yukarı salladım. "Aldım ve gördüm, inanmazdım ama gerçek yüzünü gördüm."

Mirza, "Ba ba ba laflara bak laflara," dediğinde kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. "Neymiş benim gerçek yüzüm?"

"Böyle bir sinirler, bir asabi tavırlar, benim güzel bebeğimin, canım arabamın kapısını çarpmalar falan."

Mirza, "Mihran," dediğinde eliyle yüzünü sıvazladı. "Arabayı kullanıyorum diye ayağını çekmişsin. Bana kullandırttın farkında mısın?" Ne vardı canım yani? Ben direksiyonu kullanmıştım, Mirza'da benim yerime ayaklarını kullanmıştı.

"Almasaydın beni kucağına," dedim, dünyanın en haklı savunmasını yapmak istercesine. "Ben kendim de kullanırdım ki."

Mirza'nın kaşları çatıldığında, "Te allam ya..." dedim ve tam o an gözüme çarpan Tofaş'la birlikte dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

"Mirza," dediğimde aklıma gelen şeyle birlikte sırıtmaktan geri duramadım. "Ben galiba sana araba buldum." Mirza gözlerini bana çevirdiği an gözlerimle tam karşımızda duran Tofaş'ı gösterdim.

İnanamıyormuş gibi bakakaldı.

"Şuna baksana ne kadar güzel. Rengi de mavi hem. Mirza tam senlik değil mi? Ya düşünsene biz tartıştığımızda açıyorsun bir Güllü Kopamam Senden'i ya da Hakan Altun'dan Telefonun başında çaresiz bekliyorumu... Evimin önünde turluyorsun falan."

"Mihran saçmalama," dedi Mirza. "Saçmalama kurban olduğum be!" Başımı yatırarak ona bakmaya başladım. "At o düşünceyi aklından. Hemen atıyorsun aklından o düşünceyi, o arabayı." Ama atamıyordum ki... Bir kez aklıma girmişti işte.

Mirza birden elini belime atarak beni kendisine çektiğinde aynı hızda arabaya yasladı beni. "Bence kontrolü tekrardan elime almalıyım."

Ellerimi, Mirza'nın boynuna dolayıp onu kendime çektiğimde, "Bence sen şu an benim dikkatimi dağıtmaya çalışıyorsun," diye fısıldadım.

"Hım..." diyen Mirza dudağını dudağıma değdirdi. "Başarılı olabiliyor muyum?"

"Çok," dediğimde kendimi ona biraz daha yaslayarak, onu kendime çektim. "Konu sen olunca bende bir şey kalmıyor zaten." Sözlerim Mirza'nın üzerinde nasıl bir etki yarattı bilmiyorum ama birden dudaklarını dudaklarıma bastırdığında, kendimle birlikte onu da yaktığımı anladım. Mirza, beni belimden tuttuğu gibi arabamın üzerine oturttuğunda dudaklarımızı bir an olsun bile ayırmamıştı.

Parmaklarımı ensesinde dolaştıra dolaştıra tırnaklarımı sürttüğümde dudaklarımı hafifçe araladım ve Mirza'nın dili dudaklarımın arasından sızdı. Kendimi tutamayarak inlediğimde Mirza bacaklarımın arasına girerek, varlığını en derinlerimde hissetmemi sağladı.

Kısa bir an geri çekildiğimde, "Ama o Tofaş'ı alalım Mirza," dedim, nefes nefes kaldığımda.

Mirza şu durumda bile bunu dememe şaşırıp kaldığında, "Te allam ya..." diyerek isyan etti kendini tutamadığında. "Daha Tofaş diyor bana." Ya ne diyecektim? Bir kez gözüm kalmıştı işte.

Mirza eliyle yüzünü sıvazladığında, "Mihran sen gerçekten..." dedi ama bu sefer cümlesini tamamlamasına izin vermeden ben tamamladım.

"Biliyorum sınavınım."

Mirza, "Kendini nasıl da biliyorsun," dediğinde dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Evet, en güzel sınavımsın."

Dudağını dudağıma yaklaştırdı.

Ve daha, "Ama Tofaş..." diyemeden,

Dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

*

"Heyecan var mı heyecan?" Dila'nın bağırarak konuşmasıyla birlikte aynada olan gözlerimi ona çevirdiğimde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım.

"Biraz," dediğimde buna kendim bile inanamamıştım. Üzerimde, içimde çok çok fazla bir heyecan vardı.

Günler bizim için hiç geçmeyecekmiş gibi bir yavaşlıkla geçmiş ve en sonunda pazar gününe gelebilmiştik. Bugün istemem olacaktı.

Şaka maka ama beni resmen, Mirza'ya isteyeceklerdi.

Gelin ata binmiş ya nasip demiş yani.

Gerçi ben Range roverıma binecektim ya neyse.

Dila, "Betin benzin gitmiş," dediğinde düşüncelerimden sıyrılarak ona baktım. Benim bu hâllerime gülüyordu. "En son ne zaman yemek yedin sen?"

"Sabah kekstra yemiştim," dediğimde onun benimle alay ettiğinin farkına varmadan gayet ciddi bir şekilde konuşmuştum.

"Yemek diyorum Mihran yemek. Ay daha düğün değil bir şey değil kız heyecandan yemek yemeyi unutmuş. Abim, senin aklını ne güzel almış öyle."

"Keşke sadece aklımı alsaydı," dediğimde ağzımın içinden mırıldana mırıldana konuşmuştum.

"Canım yengem böyle olmaz. Sen bana lazımsın daha, sen benim abimden intikam alma ortağım olacaksın. Benim sana çok iyi bakmam gerekiyor. Bekle ben bir şeyler hazırlayıp geliyorum sana." Dila'nın söyledikleriyle birlikte gözlerim hayretle açıldığında Dila çoktan odadan çıkmıştı bile.

Bana arkasından sadece bakmak kaldığında, "Abisi kılıklı," diye laf etmeden duramadım.

Aradan geçen dakikalarda Dila elinde koca bir tepsiyle girdiğinde hemen peşinden de Sezin abla ve Çiçek girdi.

"Hoş geldiniz," dediğimde ellerindeki poşetleri yatağımın üzerine bıraktılar. "İzin alabilmişsin," dediğimde gözüm Çiçek'in üzerindeydi.

"He ya..." dedi kendini yatağımın üzerine attığında. "Manyak adamdan zar zor izin aldım. Bazen şeytan diyor ki geçir kafasına bardakları."

Güldüğümde Dila tepsiyi önüme bıraktı. "Sen ye hadi yengeciğim. Ben de bir yandan saçlarına başlayayım." Önümdeki kahvaltılıklardan yemeye başladığımda Dila, maşayı prize taktı.

"Nasıl yapsak ki saçlarını?"

Sezin abla, "Önlerini kıvır önce," dedi. "Arkayı da kıvırınca önden biraz bırakarak arkadan tuttururuz. Öyle Mihran'a çok yakışıyor."

"Valla ne yaparsanız yapın da beni maskota falan çevirmeyin de."

"Yok yok," dedi Çiçek yerinden fırlayıp yanıma geldiğinde. "Bize güvenebilirsin bacım."

"En son yapacağım şey olabilir," diyerek homurdandığımda Çiçek hızlıca elini kafama geçirdi.

"Eline bir şeyler yapayım tamam mı Çiçek?" Ayaklarımı uzatarak Çiçek'e hızlıca tekme attım. Tabii tekmemden aramızda duran Dila'da nasibini almıştı.

"Ay benim ne suçum var yenge?" Diyerek cırladığında gözlerini sonuna kadar açtı. "İnşallah bu tekmelerinden abime de atıyorsundur." Aklıma gelen anlarımızla birlikte sırıtmamak için kendimi zor tuttum.

Dila anlamış gibi güldüğünde, "Atıyorsun atıyorsun," dedi. "Aferin kız. Kimin yengesi ha?"

Sezin abla, "Ay bir durun kız," diyerek cırladığında hepimiz birden durulmuştuk. "Valla bu kadar laklakla yetişemeyeceğiz." Haklıydı, biz daha hiç başlamamıştık bile.

Sezin abla, Dila ile birlikte hemen saçlarıma el atarak yapmaya başladıklarında, ben de tıkınarak kendimi onların ellerine bıraktım.

"Şöyle önlerini hafifçe kıvıralım önce."

"Doğal duracak şekilde olsun ama." Onlar kendi aralarında konuşup duruyorlardı. Hiç bana sormak falan yoktu ya.

Çalan kapıyla birlikte Çiçek, "Bakıp geliyorum hemen," dediğinde odamdan çıktı. Annem en son ben bir yarım saatliğine Asiye teyzenlere gidiyorum diye çıkıp gitmişti. Gidiş o gidişti daha da gelememişti. Şu günde tam da Asiye teyzenin sırasıydı yani. Neyse ki tüm hazırlığını dünden yapmıştı da ondan çok laf etmiyordum.

Anneme içimden kızmaya devam ettiğim sıra Çiçek odaya, "Şunlara bak," diyerek daldığında elindeki koca bir demet papatyaya hayranlıkla bakıyordu. "Bak ne gelmiş sana. Nasıl şanslı bir kızsın sen ha." Bunları benimle uğraşmak istercesine söylemişti.

Dila, "Oha!" Dedi oldukça abartılı bir tepki vererek. "Abime bak sen be."

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında için çocuksu bir mutlulukla doldu. Yine aynı mutluluğumun yanına heyecanım eklendiğinde oturduğum yerden fırlayarak Çiçek'in yanına ilerledim. Kocaman bir demet papatyayı elime aldığımda hızlıca sarılarak burnuma doğru götürdüm. Öyle güzel duruyorlardı ki...

Gözlerim üzerinde bulunan karta çarptığı an kartı çıkardım ve elime aldım.

Dila merakla, "Ne yazmış ne yazmış?" Dediğinde kartı açtım ve içimden okudum.

'Seni çok seviyorum, kurban olduğum.'

Dila tekrardan, "Ay ne yazmış?" Dediğinde benim yerime Sezin abla, "Ay sana ne kız?" Dediğinde papatyalarıma sarılarak güldüm.

Papatyalarımı bırakmadan kalktığım sandalyeme geri oturduğumda Çiçek, "Valla ben bir tane alacağım bundan," dedi. "Seviyor mu, sevmiyor mu yapmadan duramam yani."

"Tamam," dedim gülerek, her ne kadar içim gitse de. "Al hadi."

Çiçek gülerek hemen bir tane papatyayı çekip aldığında Sezin abla, "Kız," diye bağırarak cırladı. "Seni kim sevecek? Sen bizden gizli kendine manita mı buldun?"

Buyur Çiçekçiğim sahalar şimdi senin.

Onlar kendi aralarında atışmaya başladıklarında elime telefonumu aldım ve WhatsApp'a girerek Mirza'ya mesaj yazdım.

Siz: Sevgilim sevgilim

Siz: Ben de seni çok seviyorum.

Yolladığım mesajların ardından gözlerimi tekrardan papatyalarıma çevirdiğimde derin bir iç çektim.

Yani şimdi papatyalar çok güzeldi de, bunlar yenilmiyordu ki. Evet, yenilmiyordu. Yani şimdi şurada bir çikolataya bandırılmış meyve sepetim olsaydı... Daha iyi olmaz mıydı?

Tabii ki de olurdu.

Ama yoktu.

"Salak Mihran," dedim kendi kendime kızarcasına. Neyse ki kızlar kendi aralarında konuştukları için beni duymamışlardı. "Sevgilim, benim sevgilim o kadar düşünmüş ben daha yemek diyorum yahu!" Kendi kendime söyleniyordum.

Ben söylenmeye devam ettiğim sıra kapı tekrardan çaldığında Çiçek sanki kızların arasından kaçmak istermiş gibi, "Ben baktım," diye bağırdı ve hâlâ elinde tuttuğu papatyasıyla birlikte hemen odadan çıktı.

Dila, "Ben, Beşir olduğunu anlamıştım zaten," dediğinde sesi anladığından ötürü gururla çıkmıştı. "Benden bir uçan, bir kaçan yani."

Sezin abla, "Ben de anlamıştım da..." dediğinde sesi düşünceli bir şekilde çıkmıştı. "Bu kadar hızlı olmalarını beklemiyordum."

Biz, Beşir ve Çiçek'i konuşmaya devam ettiğimiz sıra Çiçek odaya hızlıca daldığında, "Oha!" Dedi elindekileri göstere göstere. Elinde tuttuğu çikolataya bandırılmış meyve sepetine ve kalpli falan olan keklere hayretle bakakaldım.

Dila, "Onlarda mı abimden?" Dediğinde hemen oturduğum yerden fırlayarak Çiçek'e ilerledim. Elindeki paketleri kaptığım gibi onlara da sarıldığımda gözlerimin far görmüş tavşan gibi parladığına yemin edebilirdim.

Sezin abla, "Notu okusana," dediğinde hemen üzerinde notu alarak okumaya başladım.

'Çiçek yenilmez diye söylendiğini tahmin edebiliyorum. Al bunlar da boğazın için kurban olduğum.
Hepsini bir anda yemeye çalışma.'

Ne?

Ha?

Ne?

Tövbe tövbe. Aklımı mı okumuştu yahu? Ya da çiçeğe bir şey falan taktırmış olabilir miydi? Hayır yani bir de sanki ben oburmuşum gibi 'hepsini bir anda yeme' demesi yok muydu? Zaten hepsini bitiremezdim ki... Bir kere benim midem küçüktü.

İç sesim 'aynen aynen' diyerek araya girdiğinde kaşlarım derin bir şekilde çatıldı ve masanın üzerine bıraktığım telefonumu tekrardan elime aldım.

Sezin abla, "Devran'ım hiç bana böyle şeyler yollamamıştı," dediğinde başını aşağı yukarı salladı. "Valla ne şanslı kızsın sen." Kızların, Mirza'nın yaptığı harekete olan hayranlıklarını dile getirmelerini bile tam duyumsamadığımda Mirza'ya peş peşe mesaj yazdım.

Siz: Aklımı falan mı okudun?

Siz: Beni bu kadar tanıman haksızlık olmalı

Siz: Ayrıca obur muyum ben hepsini yiyecek yaa?

Mirza: Evet obursun

Mirza: Hepsini yiyeceğini ikimizde biliyoruz kurban olduğum

Siz: Bu sözler savaş çıkarır yalnız

Mirza: Hayır değilsin

Mirza: Kesinlikle değilsin kurban olduğum.

Siz: Aferin

Siz: Ahahahaj

"Seviyor çıktı, valla seviyor çıktı." Çiçek'in bağıran sesini duymamla birlikte olduğum yerde hafifçe sıçradığımda, hayretle açılan gözlerimi ona çevirdim. Elinde 'seviyor mu, sevmiyor mu' yaptığı papatyanın sonunu tutuyordu.

Sezin abla, "Valla deli bu kız," dediğinde başını iki yanına salladı. "Papatyayla anlaşılır mı hiç kız?"

"Olsun," dedi Çiçek. "En azından papatyadan da onay aldım." Güldüğümde başımı iki yanıma salladım.

Küçükken ben de çok yapardım. Her pikniğe gittiğimizde orada papatyalar bulur ve kimi olduğunu bilmeden sürekli 'seviyor mu, sevmiyor mu' yapardım. Şimdi büyümüştüm. Büyümüş ve kendi hikâyemin sevdasını yazmıştım. Artık papatyalara ihtiyacım yoktu, çünkü; sevgisinden emin olduğum bir adam hayatımdaydı.

Dila, "Bende mi denesem?" Dediğinde sesi kararsız bir şekilde çıkmıştı. Hepimizin gözleri ona döndüğünde kendisini savunmaya çalışırcasına konuştu. "İnandığımdan ya da birisi olduğundan falan değil canım. Öylesine sadece öylesine."

Daha biz bir şey diyemeden papatyalarımın arasından hemen bir tane papatyayı çekip aldığında onun bu hâllerine güldüm.

Sezin abla sanki aklımdan geçeni dile getiriyormuş gibi, "Yaparken mafya bozuntusunu söylemeyi unutma kız," dediğinde Dila'nın yüzü böyle bir kızardı, bozardı.

"Mafya bozuntusu da kim?" Çiçek'in cırlamasıyla birlikte gözler ona döndüğünde Dila, "Of Sezin abla," dedi. "Baştan anlat dur şimdi."

Çiçek, "Dökül dökül," dediğinde Dila oflaya puflaya anlatmaya başlamış, Sezin abla ise kıs kıs güle güle tekrardan benim saçlarıma geçmişti.

Aradan geçen saatlerde en sonunda hepimiz hazırlanabildiğimizde Çiçek, "Mihran çok güzel oldun kız," dedi.

Peşinden Dila'da, "Valla abim üstüne atlamasa iyi yani," diyerek devam ettiğinde gözlerim irice açıldı.

Tövbe tövbe...

"Elbisemin yırtmaçı oturduğumda çok açılıyor mu? Bir bakın." Sözlerimden sonra gayet kibar bir şekilde sandalyenin üzerine oturduğumda gözlerimi kızlara çevirdim.

"Yok yok gayet iyi." Sezin ablanın sözleriyle birlikte başımı onaylar anlamda salladığımda içim biraz daha rahatlamıştı. İsteme aile arasında olacağından ötürü kıyafetimi çok abartmak istemeyerek seçmiştim.

Siyah, uzun kollu, bel ve göğüs kısmı fazlaca dar olup, belimden aşağıya doğru hafifçe bollaşarak giden bir elbiseydi. Diz kapaklarımın altında bitmesine rağmen ön tarafındaki yırtmacıyla birlikte elbisenin çok farklı bir havası vardı.

(Arkadaşlar beğenmeyenleriniz illa ki olur, daha güzelleri vardır ama gerçekten bulamadım:( Bu yüzden lütfen beğenmeyenleriniz kendi hayalinizdeki ile devam edin🤝Yorumlarınıza çok teşekkür ederim, hepsini okuyorum🥰)

Aynadan kendimi süzme işlemine son verip heyecandan titreyen ellerimi elbiseme bastırdığımda çalan kapının sesiyle birlikte, "Ay geldiler," diye bağırdım. "Valla geldiler."

Sezin abla, "Koş kapıyı açmaya," dediğinde titreyen bacaklarımla birlikte hızlıca odadan çıkarak merdivenlere yöneldim. Valla ben bu gece bayılmazsam bundan sonra da bana hiçbir şey olmazdı.

Merdivenleri hızlı hızlı indiğim sıra dış kapıdan içeri giren Behlül'ü görmemle birlikte kaşlarımın çatılmasına engel olamadığımda, "Sen miydin?" Dedim.

"Benim tabii Miho'm," diye bağırdı. "Ne oldu, ne oldu?" Gülerek göz kırptı. "Beklediğini bulamadın mı?"

"Behlül," dediğimde dişlerimin arasından tıslaya tıslaya konuşmuştum.

Babam aramıza girerek, "Hoş geldin oğlum," dediğinde Behlül hızlıca babamın yanına koşturarak babamın elini öptü.

"Hoş buldum Mehmet Bey amcacığım." Babam, Behlül'ün bu hâllerine gülümsediğinde Behlül babamdan da aldığı gazla sözlerine devam etti. "Kızımızı vermiyoruz değil mi Mehmet amca?"

Ne?

Ha?

Babam da Behlül'den aşağıda kalmayarak, "Damat beye bakacağız artık oğlum," dediğinde yüzünü buruştura buruştura konuşmuştu.

Ne?

Ha?

Babam iki hafta öncesinde söylediklerinde ciddi miydi yani? 'Tabii ben kızımı, göz bebeğimi verirsem' demişti. Ay bana bir şeyler oluyor.

"Baba," dediğim an mızmız bir şekilde konuşmaktan geri duramamıştım.

"Efendim kızım?" Oflamamak için kendimi zor tuttum.

Annem, "Mehmet," dediğinde sesi uyarır gibi çıkmıştı. Babam, "Tamam tamam bakacağız işte," dediğinde başımı iki yanıma doğru salladım.

Dila'nın, "Oh olsun abime," diyen sesini duymamla birlikte elimi, koluna atıp onu cimciklediğimde Dila kolunu tuta tuta inledi.

"Ay ne yapıyorsun yenge ya?"

"Biraz daha konuşursan rüyanda yengen olacağım artık," dediğimde ağzımın içinden homurdana homurdana söylemiştim. Şaka gibi ama herkes sanki anlaşmış gibi beni sinir etmeye çalışıyordu.

Tam tekrar odama dönmek için hareketleneceğim sıra yeniden zilin sesini duymamla birlikte bacaklarım olduğu yere çakıldığında heyecandan elim ayağım birbirine dolaştı, kısa bir an için ne yapacağımı bilemedim.

Annem, "Hadi kızım kapıyı aç," dediğinde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım ve kapıya doğru ilerledim.

Derin bir nefes alarak kapıyı açtığım gördüğüm Mirza'yla birlikte nefesimin kesildiğini, bana yetmediğini hissettim. Simsiyah takım elbisesinin içindeki Mirza'yı görmemle birlikte öylece ona bakakaldığımda, onu gördüğüm saniyeler dakikalara evrildi.

Onun da benden bir farkı yoktu ki... Koyu kahverengi gözleri, mavi gözlerime tutulduğunda derince yutkundu.

Sadece birbirimize baktık.

En sonunda Mirza benden çektiği gözlerini üzerimde dolaştırdığında yutkunuşu daha da derinleşti. Koyu kahverengi gözlerinin ağırlığını elbisemin yırtmacının açıkta bıraktığı bacağımda hissettiğimde kaşları çatılır gibi olsa da kendini hızlıca toparladı.

Bizim birbirimize dalıp, sadece birbirimizi gördüğümüz anlara annem son vermek istercesine boğazını ufak bir öksürükle temizlediğinde, "Hoş geldiniz, hoş geldiniz," diyerek misafirlerimizi içeri buyur etti. "Buyurun geçin lütfen." Annemin kibarlığına da bakabilir misiniz?

Mihriban teyze hızlıca Mirza'yı iterek içeri girdiğinde, "Aman aman..." diyerek beni baştan aşağı süzdü. "Hele benim kuzuma bakın hele. Babaannesi kurban olsun sana."

Babaanneli ve torunlu ne de çok seviyorlardı bana kurban olmayı.

İçten bir şekilde gülümsediğimde, "Hoş geldin Mihriban teyze," diyerek eline uzandım ve elini öptüm. Mihriban teyze beni kendine çekerek sarıldı. Hemen peşinden Mihriban teyze annemle konuşmaya başladığında karşıma gelen Asiye teyzeye de, "Hoş geldin Asiye teyze," dedim içten bir şekilde gülümseyerek.

"Hoş bulduk kızım." Gülümseyerek konuşmuştu. Gülümsemesi içten miydi bilmiyordum ama şu an buna takılacak değildim. Asiye teyzeyle aramızda hiç iyi şeyler geçmemiş olsa da şu an Mirza'nın annesi sıfatıyla karşımdaydı ve bunu unutacak değildim.

Uzanıp Asiye teyzenin de elini öptüğümde hareketime şaşırdığı her hâlinde belli olacak bir gülümseme oluştu yüzünde. Bir şey diyemediği anlarda içeri geçtiğinde hemen peşinden giren Aslan amca, Devran abi, Polat abi ve Beşir'le de ayaküstü gerçekleştirdiğimiz kısa bir sohbetin ardından içeri geçtiler.

Yalnızca Mirza'yla ben olduğumuz yerde kalakaldığımızda sadece birbirimize bakıyorduk.

"Hoş geldin abiciğim hoş geldin. Valla ben bu gece kız tarafındanım," diyen Dila'nın sesini duymamızla birlikte yalnız olmadığımızı anladığımda kaşlarım hafifçe çatıldı.

Mirza, "Hoş buldum abiciğim," dediğinde dişlerini birbirine bastırdı. "Kaybol hadi."

"Valla iki yüz TL'ye kaybolurum." Dila'nın söyledikleriyle birlikte gözlerim hayretle açıldığında, "Ne?" Dedim.

"Valla Mehmet amcanın askerleriyiz. İki yüz kâğıda giderim." Baba ya... Gerçekten artık bir şey diyemiyordum.

Mirza, "Te allam ya..." dediğinde homurdana homurdana cebinden çıkardığı iki yüz TL'yi Dila'nın eline tutuşturdu. "Kaybol şimdi."

Dila, "Kısa günün kârı işte," dediğinde Mirza'yı sinir etmek istercesine güldü. "Allah bereket versin kız Dila." Kendi kendine konuşarak bizi yalnız bırakıp gittiğinde Mirza arkasından dişlerini birbirine vura vura konuştu:

"Eve gidince yedireceğim onu sana."

Mirza bu sefer de gözlerini bana çevirdiğinde, "Mihran..." dedi, adımdan başka bir şey bilmiyormuş gibi. "Çok güzel olmuşsun." Ellerini, belime atarak hafifçe okşadı. Gözleriyle de bir yandan içeriyi kontrol ediyordu. "Çok güzel olmuşsun kurban olduğum." Dilimin lal olduğu dakikalarda bir şey diyemedim ama Mirza sözlerine devam etti:

"Çok güzelimsin." Ah ah...

Çok güzelimsin...

Kalbime zoru varmış gibi konuşması yok muydu ya? Şu sözlerinin kalbime etkisi öyle başkaydı ki...

"Sen de..." dedim, ne dediğimi bilmeden.

"Ben de ne?"

"Sen de güzel olmuşsun işte."

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Güzel mi olmuşum?" Dedi.

"Hı hı..." diye mırıldandım. "Sen de benim güzelimsin." Mirza güldü, hem de öyle içten bir şekilde güldü ki...

"Eyvallah," dedi, başını salladığında. Gülünce kısılan gözlerine, yanağında çıkan gamzelerine hayranlıkla bakakaldım.

"Yalnız kurban olduğum," diyen Mirza'nın elini bacağımda hissettiğimde hafifçe okşadı. "Elbiseni yine kesmişler." Kıkırdadım.

"Kesik değil, yırtmaç o Mirza..." dediğimde nazlı nazlı konuşmuştum.

"Valla düğünümüzde de gelinliği kesip giyeceksin diye korkmuyor değilim."

"Aaaa..." dedim gözlerimi sonuna kadar açtığımda. "Bu benim aklıma gelmemişti bak, nasıl da güzel düşündün sen. Gelinliğimin kesinlikle derin bir yırtmaçı olmalı." Benim alay edercesine söylediklerimle birlikte Mirza bunu ciddiye almışçasına kaşlarını çattı.

"Mihran... Mihran..." dediği an adımı inlercesine söylemişti.

"Ay içeride sizi bekliyorlar. Siz ne yapıyorsunuz burada? Valla Mehmet amca damat bey damat bey diye bağırıp duruyor." Çiçek'in söylenen sesi aramıza girdiğinde gözlerimi hızlıca ona çevirdim. "Hadi hadi..." dedi dur durak bilmeksizin. "Geç içeri artık enişte sen de yani."

Mirza'nın gerildiğini hissettiğimde, "Hadi bismillah..." diyerek içeriye doğru ilerledi. Çiçek'le birlikte kaldığımızda, "Heyecandan öleceğim sanki," dedim.

"Sakin ol," dedi Çiçek. "Olacak bitecek işte."

"Sünnet oluyoruz sanki ya," dediğimde ağzımın içinden içinden homurdandım. "Neyse yürü hadi içeri." Çiçek önde ben arkasından içeri geçtiğimizde gözlerim anında Mirza'yı buldu. Aslan amcanın yanına oturmuş, yıkılmaz bir diklikle duruyordu.

Babam boğazını temizlemek istercesine hafifçe öksürdüğünde, "Tekrardan hoş geldiniz," dedi.

Aslan amca, "Hoş bulduk," dediği an duraksadı. "Nasılsınız? İyisiniz inşallah."

Babam, "İyiyiz iyiyiz. Sizler nasılsınız?" Dediğinde Aslan amca, "Elhamdulillah çok şükür iyiyiz..." diye karşılık verdi.

Ve derin bir sessizlik...

Behlül bu sessizliği bozmak istercesine, "Eee daha daha nasılsınız amcacığım?" Dediğinde tüm gözler ona döndü. "Ne?" Dedi. "Böyle olmuyor muydu? Sürekli ee diyerek nasılsınız dememiz gerekmiyor muydu?" Ben bu Behlül'ü nereden çağırmıştım ya?

Babam güldüğünde elini Behlül'ün omzuna atarak sıktı. Behlül, babamdan da aldığı gazla sırıttığında bilerek Mirza'ya bakarak güldüğünü fark etmem çok bir zaman almadı. Başımı iki yanıma salladığımda bu gecenin sorunsuz bir şekilde biteceğine inancım artık kalmamıştı.

Annem, "Kahveleri alalım artık en iyisi," dediğinde ortamı toparlamak istercesine konuşmuştu. Annem, bana kaş göz işareti yapmaya başladığında kendimi hızlıca toparladım.

Gülümsediğimde, "Nasıl içersiniz?" Dedim.

Mirza birden ne dediğini bilmiyormuş gibi, "Senin elinden..." diyerek konuşmaya başladığında Aslan amcanın derince öksürmesiyle birlikte ne diyeceğini daha yeni fark ediyormuş gibi sustu.

Babam ağzının içinden, "Ya sabır..." diyerek homurdandığında Aslan amca durumu toparlamak istercesine, "Uğraşma kızım," dedi. "Hepsi orta şekerli olsun."

"Tabii..." dediğim an daha fazla bu ortamda bulunmak istemiyormuşçasına hızlı bir şekilde mutfağa koşturdum ve girdim. Mutfağa girer girmez elimi, kalbimin üzerine götürüp kendimi sakinleştirmeye çalıştığımda, benim hemen ardımdan kızlarda mutfağa daldı.

"Ay heyecandan bayılacağım sanki," dediğimde Sezin abla kontrolü eline almak istercesine hemen konuştu:

"Hadi hadi bayılmak falan yok. Kahveler beklemez kımılda." Ayy içeride beni bekliyorlardı değil mi?

Çiçek, "Sen eniştemin kahveyi hallet," dediğinde dolaptan en büyük boy cezbeyi çıkardı. "Biz de diğerlerini halledelim."

Kızlara hissettiğim minnetle birlikte gülümsediğimde hemen işe koyularak Mirza'nın kahvesini yapmaya başladım. Dila hemen başıma üşüştüğünde, "Tuz katacaksın değil mi?" Diye sordu.

"Bilmiyorum ki." Mirza'yla hiç bu tuz mevzusunu konuşmamıştık. Mirza içerideki tıpkı tamamlayamadığı cümlesindeki gibi elimden ne olsa içerdi ama ben kararsızdım. Açıkçası pek atmayı istemiyordum.

"Ne demek bilmiyorum?" Diye yüksele yüksele konuştu Dila. "Adettendir adettendir. O tuz katılır." Ay kim demiş yahu? Kararsız bakışlarımla Dila'ya bakakaldığımda, "Hem bak gün intikam vaktidir," dedi, beni iyice gazlamak istercesine. "Gün abimden intikam alma günüdür."

Sezin abla da, "Atın kız atın," diyerek gazladığında ben de iyiden iyiye gaza gelmiştim. Atıyordum yahu! Hem o kadar içerim, ederim diyordu içsinde görelim yani.

Çekmeceden tatlı kaşığını çıkarıp tuzluğa daldırdığımda bir tatlı kaşığı tuzu kahvenin içine boca ettim.

Fazla kattığımı düşündüğüm an dudağımı ısırdığımda Dila, "Oh oh..." dedi. "Şifa olsun abime."

"Abine olan sevgin gözlerimi yaşartıyor Dila," dediğimde ağzımın içinden homurdanmıştım. "Bu sevgini abine ileteceğimden emin olabilirsin."

"Hain yenge, hainsin kızım sen." Dila'nın sahte bir kızgınlıkla söylediklerine karşılık güldüğümde Mirza'nın kahvesini tepsiye koydum. İçimde 'yeniden mi kahve yapsam' isteği ağır bassa da bir yandan bir sefer olan bir şey içsin deyip kendi düşüncelerimi yine kendim bastırıyordum.

Tepsiyi elime alıp içimdeki tüm heyecanıma rağmen yürümeye başladığımda, Çiçek'de diğer kahvelerin olduğu tepsiyi alarak peşime takıldı. Salona girmemle birlikte oluşan muhabbet birden kesildiğinde herkesin bakışları benim üzerime kilitlendi. Özellikle de Mirza'nın koyu kahverengi gözlerinin üzerime kilitlendiğini, gözlerini benden bir an olsun ayırmadığını hissettiğimde, olası bir kazayı engellemek adına elimdeki tepsiyi biraz daha sıkı tuttum.

Olurda sakarlığım tutar da düşürürsem yemin ederim rezil olurdum. Asiye teyze daha bir on yıl bunu başıma kakar dururdu, annemi düşünmek bile istemiyordum.

İçimden düşündüklerinde birlikte dudağımı hafifçe ısırdığımda kahveleri tek tek dağıtarak en son Mirza'nın önünde durdum. Onun gözlerini üzerimde hissetsem de ben ilk defa gözlerine bakmaya cesaret edemedim. Tepsiyi Mirza'nın önüne bıraktığımda en sonunda dayanamadım ve gözlerimi ona çevirdim.

Gözlerimiz birbiriyle birleştiği an zaman durdu sanki. O benim yıllarımdı, çocukluğumdu ama sanki hâlâ dün gibiydi.

Hep ilk günkü gibi...

Birbirimizin gözlerinde kaybolmaya devam ettiğimiz sıra babamın öksürük sesiyle birlikte kendime geldiğimde gözlerimi hemen Mirza'dan çekerek, geriye doğru adımladım. Çiçek'in yanındaki sandalyeye geçerek oturduğumda, salonda yine derin bir sessizlik oluştu.

Mirza kahve fincanını eline aldığında gözlerim en köşeye geçmiş bir şekilde Mirza'yı çeken Dila'nın gözleriyle buluştu. Dila sırıtarak güldüğünde başımı iki yanıma salladım. İstediği malzeme Mirza'dan çıkmayacaktı, Mirza'yı sinir edemeyecekti. Çünkü; Mirza tereddütsüz bir şekilde, bir an bile düşünmeden o kahveyi içecekti.

Mirza kahvesinden bir yudum aldığında tepkisini merakımın çevrelediği gözlerimle incelemeye başladım. Sadece ben de değil, salondaki tüm gözler Mirza'nın üzerindeydi... Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında gözlerimin içine baka baka kahveyi bir dikişte içti.

Çiçek kimseyi umursamadan, "Helal be enişteme," diye bağırdığında güldüm.

Yanımda oturan Sezin abla, "Devran böyle içmemişti bak," dediğinde şakayla karışık bir şekilde konuşmuştu. Devran abi, Sezin ablanın söylediklerini duyarak ters bir bakış attığında, "Ah Sezin ah..." diyen söylenmelerini duyabilmiştim.

Mirza'nın içtiği kahvenin üzerine herkes kahvesini yavaşça yudumlamaya başladığında Aslan amca ve babam kahvelerini içerken konuşmaya başladılar. Keza annemle, Asiye teyzeye bir köşeye geçmiş, mahallede olup biten dedikoduları birbirlerine aktarmaya başlamışlardı. Sanki beni istemeye gelmemiş gibi gündelik konulardan, mahalledeki olaylardan bahsedip duruyorlardı.

Ee beni istemeyecekler miydi yahu?

Mirza'nın, Aslan amcanın koluna koluna vurduğunu gördüğümde gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Aslan amcayı bir an önce asıl konuya girmesi için uyarmaya çalışıyordu ama Aslan amcanın bunu pek anladığı yok gibiydi.

Aslan amcada en sonunda Mirza'nın koluna vuruşlarına dayanamamış gibi, "Bir dur oğlum," dediğinde salondaki herkesin bakışları onlara döndü. "Ne vurup duruyorsun?"

Mirza, "İyiyiz işte hepimiz," dediğinde ne dediğini bilmiyor gibiydi. "Kahvedeki amcada iyidir, baba. Tüm mahalleli iyi işte, herkes iyidir."

Aslan amca, "Tövbe tövbe," dediğinde Mihriban teyze sanki ipleri eline almak istiyormuşçasına ağırlığını ortaya koyarak konuşmaya başladı.

"Haklıdır torunum," dedi. "Buraya mahalleliyi mi konuşmaya geldik sanki? Hayırlı iş aceleye gelir. Hadi artık hele." Mirza'nın kimin torunu olduğu gerçekten belli oluyordu. Aslan amcayla annesi pek iyi anlaşamasa da Mirza kesinlikle babaannesinin torunuydu.

Aslan amca, "Peki ana," dediğinde duraksadı. "Sen varken, bize düşmez ama."

Mihriban teyze, oğlunun bu tutumundan dolayı memnun olmuşçasına başını salladığında, "Bismillah," diyerek sözlerine başladı. "Ahanda bu çocuklar birbirlerini sevmişler..."

Mirza hızını alamayıp, "Sevdik..." diyerek hemen araya girdiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak başımı hafifçe eğdim.

Babam, "Tövbe tövbe," dediğinde Polat abi ve Aslan amca, Mirza'yı susturmaya çalışıyordu.

Devran abinin, "Lan oğlum sen benden beter çıktın," diyen sesini duymamla birlikte güldüm. Bence henüz nikah masasında adı soyadı sorulduğunda 'evet' diyen Devran abi kadar olamamıştık.

Mihriban teyze, "Susun hele," diyerek hepimize bir azar çektiğinde sözlerine tekrardan, "Bismillah..." diyerek başladı. Sanki bir daha sözünü bölerlerse bastonuyla hepsini kovalayacak gibiydi. "Bu çocuklar birbirlerini sevmişler, sevdalanmışlar. Torunum diye demem iyidir, vefalıdır, büyüğünü bilir, anasını babasını sayar..." Mihriban teyze duraksadığında, Aslan amca ve Asiye teyzeye ters bir bakış attı.

Eyvah, eyvah ki ne eyvah.

"Azıcık delidir, kabuğuna sığmaz, haşarıdır da..." Mirza'nın kaşları çatıldığında, hemen ardından gözlerimiz kesişti ve çatık kaşları bana bakmasıyla birlikte düzeldi. "Ama tüm ettikleri, delilikleri sevgisindendir. Mihran kızımızı çok sevdiğindendir." Terleyen avuç içlerimi elbiseme sürttüğümde burukça gülümsedim. "Zaten sevince kimin aklı kalır ki?"

Kalmazdı. Kalp devreye girdiğinde akıl silinir, akıl devre dışı kalırdı.

"Ben torunuma kefilim, Mehmet Bey oğlum. Sizlerde zaten yıllardır tanırsınız birbirinizi." Babam başını salladı. "O zaman Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızımız Mihran'ı, oğlumuz Mirza'ya istiyoruz."

Şimdi tüm gözler babama döndü, son söz babamda bitti.

Babam derin bir nefes aldığında gözlerini bana çevirdi ve uzun uzun baktı. Gözlerinden ne düşündüğünü, ne diyeceğini anlayamadığım anlarda, "Bir oğlum vardı," diye başladı sözlerine. "Öldü." Oturduğum yerde buz kestiğimi hissettim.

Salonda derin bir sessizlik oluştuğunda gözlerim abimin komodinin üzerinde duran abimin fotoğrafına gitti.

"Bir baba ne için yaşar? Evlatları mutlu olsun, onlara bir şey gelmesin, ayaklarına taş gelmesin diye yaşar. Oğlumdan sonra tek dayanağım, yaşamama sebep kızım kaldı. Gözümün bebeği..." Gözlerini bana çevirdiğinde yaşlarla dolu gözlerime baktı. "Ağlama kızım..." dediği an babamın da gözleri dolu dolu olmuştu. "Kızımın mutluluğu her şeyden ötedir benim için. Bakmayın laf ederim, huysuzlanırım ama yeter ki o mutlu olsun."

Mavi gözlerimden akan bir damla yaş yanaklarıma doğru süzüldü. "Bir oğlum vardı..." Babam gözlerini Mirza'ya çevirdi. "Artık iki oğlum var." Ağlarken güldüm. "Onlar sevmişler birbirlerini, birbirlerinin kaderi olmuşlar. Haklarında hayırlısı olsun."

Mirza başını aşağı yukarı salladığında, "Eyvallah," diyerek oturduğu yerden kalktı ve babama doğru ilerledi. Ne yapacağını beklediğim anlarda babamın elini alıp öptüğünde ben de oturduğum yerden kalktım. Hızlıca babama doğru ilerleyip sıkıca sarıldığımda, babamda bana sarılarak alnımdan öptü.

Behlül, "Mehmet amca hani vermiyorduk Miho'yu?" Diye bağırarak bu duygsusaş ortamın arasına girdiğinde kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Mirza, "Ulan ben seni..." diyerek yüksele yüksele konuştuğunda Aslan amca Mirza'nın sözünü keserek, "Evet yüzüklerimizi de takalım," diyerek doğruldu hemen.

Çiçek hevesle, "Takalım takalım," dediğinde hemen önceden hazırladığımız söz tepsisini eline aldı. Ortamdaki duygusallık birden dağıldığında kendimi Mirza'yla yan yana bir şekilde dururken buldum.

Bu an... Yaşadığımız şu an hayal gibi geliyordu.

Aslan amca, "Mehmet sen tak kardeşim," diyerek babama öncelik verdiğinde babam başını iki yanına salladı.

"Büyüğümüz babaanneleri taksın," dediğinde Mihriban teyzeye baktı. Mihriban teyze itiraz etmeyerek ikimizin ortasına geçtiğinde Mihriban teyze takacağı için ben de mutlu olmuştum.

"Mehmet bey oğlumun da dediği gibi siz zaten birbirinizin kaderisiniz." Yüzüğü önce benim parmağıma, sonra Mirza'nın parmağına geçirdi. "Birbirinizin kalbinde yazılısınız." Mirza'yla birbirimize baktık.

Kalplerimiz birbirimiz için çarparken, gözlerimizde gördüğüm tek şey; birbirimizin yansımasıydı.

Mihriban teyze, "Bismillah," deyip makasa uzanacağı sıra Çiçek tepsiyi birden çektiğinde kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

"Valla hiç kusura bakma teyzeciğim, sizlik bir durum değil." Çiçek gülen gözlerini Mirza'ya çevirdi. "Makas kesmiyor enişte."

Mirza durumu anlamadığında, "Nasıl kesmiyor?" Dedi, çatık kaşlarının ardından. "Kesmeyen makas olur mu hiç? Ver şunu bana." Ciddi ciddi Çiçek'in elindeki makasa uzanmaya çalıştığında Polat abi, "Lan oğlum," diyerek durdurdu onu.

Herkes Mirza'nın bu hâllerine güldüğünde Polat abi, Mirza'nın kulağına eğilerek durumu açıklamaya çalıştı.

Mirza, "Te allam ya..." dediğinde elini cebine attı. "Öyle desenize." Ağzının içinden homurdandığında cebinden üç tane iki yüz TL'yi çıkararak tepsinin içine bıraktı.

Çiçek, "Maşallah maşallah," dediğinde kopardığı paralara bakarak güldü. "Ooo şimdi çok iyi kesiyor bu makas." Mihriban teyze bu sefer makası eline alabildiğinde Çiçek'le, Dila çoktan aldıkları parayı bölüşmeye başlamışlardı bile.

Mihriban teyze, "Hayırlı olsun," dediği an makası kesti ve salonu alkış sesleri doldurdu. Heyecandan ne yapacağımı bilemediğim an Mirza'nın, Mihriban teyzenin elini öptüğünü gördüğüm. Ben de hemen Mihriban teyzenin elini öptüğümde, sıradan tüm aile büyüklerimizin elini öpüp, tebriklerini alarak kenara çekildik.

En sonunda Mirza'yla karşı karşıya kaldığımızda birbirimize bakakaldık.

Şu an sadece biz vardık.

Gözlerim parmağımdaki yüzükte takılı kaldığında anılarım, yaşadıklarım tıpkı bu yüzük gibi parmağıma dolandı sanki.

Bir 'eyvallahla' biten bir hikâyeydi bizim hikâyemiz. Tek bir 'eyvallaha' sığdırılan... Güldürdüğünün kat ve kat fazlası ağlatan bir hikâye... Yaktıkça yanan, kavuştukça harlanan bir hikâye...

Çok uzun bir yoldan geldim ben. Bitti dediğim an bitiremedim, affetmem dediğim an affettim. Gurur sandığımız kadar matah bir şey değildi. Aşk bazen her şeyi yener, her şeye yeterdi.

Yendi de, yetti de.

Mirza'nın, "Kurban olduğum," diyen sesi kulaklarıma dolduğunda nefesini tenimde hissettim. Şimdi çevremizdeki herkesten soyutlandık, bir tek biz kaldık.

"Ah yandığım..." Alnını alnıma yasladı. "Kurban olduğum." Mirza parmağını, parmağımdaki halkanın üzerine götürerek okşadı. "Sana öyle çok yanığım ki... Seni öyle çok seviyorum ki..."

Mirza'nın sözleri üzerine bir şey diyemediğim an birden üzerimize flaş patladığında gözlerim kısıldı.

"Oo çifte kumrularımız," diyen Dila'nın sesiyle birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. Şimdiden görümcelik yapmak istercesine Mirza'yla en özel anımızı bölmüştü. "Poz verin poz."

Mirza, "Sırayla veriyorlar diyeceğim de bir tane var, bundan sadece bir tane var," dedi. "Duruyor beş dakika sonra bir daha geliyor."

Dila, "El sallayın el," dedi. "Vlog da çekiyorum YouTube'a atacağım."

Ne?

Mirza, "Dila," dediğinde sesinin tonundan bile kendisini zorladığı fazlasıyla belli oluyordu. "Zorlama abiciğim, zorlama. Kanalını bulamazsın zorlama."

Dila aldığı tehditle birlikte elindeki kameraları bıraktığında, "Tamam be," diyerek çemkirircesine konuştu. "Tamam her şeye tamam. Bari fotoğraf çekinelim." Dila birden Mirza ile aramıza girdiğinde telefonu tutarak selfie çekmeye başladı. Bizim şaşkın bakışlarımızın aksine Dila gayet rahat bir şekilde şekilden şekle girerek pozlar vermeye başladığında şaşkınlık içerisinde bakmaktan geri kalmamıştım.

Tam bir görümceydi.

Aradan geçen saatlerde ikramlıklar yenmiş, derin sohbetler arasına dalınmış, kahkahalar havada uçuşmuş ama biz Mirza'yla bir an olsun yalnız kalamamıştık. En sonunda giden misafirlerin ardından sadece kapının önünde beni bekleyen Mirza kaldığında babamın gözüne çok batmamaya çalışarak dışarı çıkıp sessizce kapıyı kapattım. Üzerime aldığım hırkama sarılarak Mirza'nın yanına indim.

Mirza, "Sonunda," dediğinde bana doğru birkaç adım atarak yanımda bitti bile. "Bir an hiç yalnız kalamayacağız sandım."

"Sen yine de çok heveslenme," dediğimde kıkırdadım. "Birazdan babam çağırır kesin."

Mirza burnundan soluduğunda, "Çağırır," diyerek onayladı beni. "Zamanımızı iyi değerlendirelim değil mi?" Mirza birden beni çekip sıkıca sarıldığında başımı göğsüne yasladı. Ellerimi beline doladığım an burnunu saçlarımın arasından hissettim. "Oh..." dedi sanki yaşıyormuş gibi. "Sabahtan beri bu anı bekliyordum." Dudaklarını saçlarıma bastırarak usulca öptü. "Bizi bir yalnız bırakmadılar."

"Başta da Dila," dediğimde kıkırdadım.

"Bugün beni resmen soydu," diyerek homurdandı Mirza. Evet bugün Mirza'dan bayağı bir para kopartmıştı.

"Kıza yıllardır artık ne yaptıysan. Yılların acısını çıkardı resmen senden." Mirza zor bir insandı, bazen çekilmez de olabiliyordu. Yüksek ihtimalle Dila'yı da bezdirmişti.

Mirza, "Ne yapacağım sanki?" Dediğinde sesi huysuz bir şekilde çıkmıştı. "Te allam ya." Aslında bu söylenişleri, huysuzlukları bile suçlu olduğunun göstergesiydi yani.

Ben öyle daldığım sıra, "Mihran..." dedi Mirza. "Ben hâlâ inanamıyorum." Parmaklarını yüzüğüme götürdüğünde, okşadı. "Benim yüzüğümü taşıyorsun, kurban olduğum."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Senin yüzüğünü taşıyorum." Aklıma gelen şeyle birlikte güldüm. "Hayırlı iş aceleye gelir diye diye aceleye getirdin gerçekten de."

"Hı..." diye mırıldandı Mirza. "Düğün daha da hayırlı bir işmiş biliyor musun?"

"Bence tüm şansını isteme de kullandın," dediğimde başımı sağ tarafıma yatırıp Mirza'nın kollarında sallandım. "Babamda olan şansını daha fazla zorlama bence."

Mirza ofladı, pofladı, gerim gerim gerildi. Babamın, "Mihran," diye bağıran sesi kulaklarıma dolduğunda ellerimi iki yanıma açarak omuzlarımı silktim. "Üşüyeceksin kızım üşüyeceksin."

"Hah," dedi Mirza. "Geç bile kalmıştı."

Mirza'nın çocuksu homurdanmalarına karşılık güldüğümde, "Geliyorum baba," diye bağırdım.

"Gidiyorum ben."

"Git," dedi Mirza.

"Tamam gideceğim."

"Tamam git," dedi Mirza.

Ama gidemiyordum ki... Mirza 'git' derken bile beni öyle sıkı sıkı sarmıştı ki... 'Git' derken beni sardığının, bırakmadığının farkında bile değildi.

"Bırakırsan gideceğim Mirza."

Mirza, "Tamam," dediğinde, "Bırakıyorum," diye de devam etti sözlerine.

"Tamam," diye fısıldadım. Böyle diyorduk demesine ama ne Mirza beni bırakıyordu, ne de ben ondan gidebiliyordum.

Mirza, "Senin kollarında biten bir gece," diye fısıldadığında dudaklarını saçlarıma bastırarak, saçlarımı okşadı. "Doyamadım sana, doyamam da." Kollarını yavaşça benden çekti. "Bırakmıyorum seni... Yakında tüm sabahlarım senin kollarında, tüm gecelerim senin kollarında..."

"Mirza," dedim aval aval bakakaldığımda.

"Hım..."

"İstediğim Tofaş'ı alırsan belki babamı birlikte ikna ederiz." Ne? Tabii ki de o Tofaş'ı unutmuş değildim. Sözlerimin ardından Mirza bana hayretle bakakaldığında dudaklarımı dudaklarının kenarına bastırdım. Mirza beklemediği bu hareketimle birlikte şaşkınlıkla bakakaldığında hemen onu ardımda bırakarak eve doğru koşturmaya başladım.

Mirza, "Mihran," diye bağırdığında adımlarım istemsiz bir şekilde duraksadı.

"Hım..." dediğimde tıpkı onun gibi konuşmuştum.

"Gözlerini görmem gerek..." Duraksadığında sözlerine anlam veremeyerek bedenimi ona doğru çevirdim ve gözlerim gözleriyle birleşti. "Seni seviyorum." Gözlerimin içine baka baka söylemişti.

Dudaklarım istemsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldığında, "Eyvallah," dedim. Aynen eyvallah Mihran ya.

Mirza güldü. "Eyvallah?"

Kıkırdadığımda, "Aynen eyvallah," dedim. "Eyvallah sevgilim."

Mirza, "Öyle olsun kurban olduğum," dediği an başını 'eyvallah bizden' dercesine salladı. "Öyle olsun." Mirza'nın bu hâllerine güldüğümde babamın tekrardan bağırmasına yakalanmamak için eve doğru yürüdüm. Tabii Mirza hâlâ onu bıraktığım yerde durmuş ve bana söyleniyordu.

"Hiç ben de seni seviyorum demeler falan da yok. Eyvallah... Peki sana da eyvallah. Te allam ya."

Kapının üzerinde duran anahtara elimi uzattığımda duyduğum kedilerin miyavlama sesiyle birlikte onlara mama vereceğimi aklıma kazıdım.

Mirza hâlâ söylenmeye devam ettiğinde, "Seni duyuyorum, Mirza..." dedim.

"Tamam, sustum." Mirza'nın tıpkı küçük bir çocuk gibi söylediklerine karşılık güldüğümde, kapıyı açmıştım.

Gözlerimi ona çevirdiğimde, "Hadi git," dedim. "Hava soğuk, üşüyeceksin."

"Mihran valla gidemiyorum ben," dedi Mirza. Sesi heyecanlı bir şekilde çıkmıştı. "Valla gitsem de ben bu heyecanla uyuyamam, eve de sığamam."

Ya ama ben seni var ya...

Kendimi tutamadığımda açtığım kapıyı bırakarak Mirza'ya doğru koşturdum. Benim, ona koşuşumu fırsat bilmişçesine bana doğru birkaç adım attığında, kollarımı hızlıca boynuna doladım. Mirza hemen kollarını belime doladı.

"Seni çok seviyorum," dediğimde fısıldamıştım. Kollarının varlığıyla birlikte olduğum yerde sallanarak, ayaklarımı hafifçe yerden kaldırdım. "Seni çok seviyorum." Dudaklarımı gömleğinin açıkta bıraktığı boynuna bastırdığımda, "Çok üşümüşsün," dedim.

"Şimdi de yanıyorum kurban olduğum." Dudaklarım kıvrıldığında güldüm.

"Şimdi eve git," dediğimde başımı boynundan çekerek gözlerine baktım. "Şimdi git." Sözlerimi tekrar ettim. "Yarın birlikte yanarız."

Mirza alnını alnıma yasladığında, "Mihran..." diye diye inledi. "Şu hâllerine yanarım yanarım..." Gözleri kısa bir an için evimin camına koyduğunda dudağını dudağımın kenarına bastırarak çekildi.

"Mirza," dedim, bu sefer ben onu öptüğümde. Ondan kopmak istemiyordum ama eve de girmem gerekiyordu. "Eve girmem gerekiyor sevgilim."

"Tamam," dedi Mirza. "Gir hadi." Gözlerime baktı. "Sen gir, ben de gireceğim kurban olduğum." Başımı istemeyerek de olsa salladığımda Mirza'dan usulca ayrıldım. "İyi geceler sevgilim."

Mirza, "Geceler bundan sonra hep iyi kurban olduğum," dediğinde gülümsedim ve eve doğru yürümeye başladım. Mirza'nın bakışları altında kapının önüne geldiğimde açık bıraktığım kapıdan içeri girerek son kez gözlerimi Mirza'ya çevirdim.

Hâlâ aynı yerinde duruyor, aşktan gülümseyen gözleriyle bana bakıyordu.

İstemsiz bir şekilde gülümsediğimde sonsuza kadar böyle kalabileceğimi fark ettim. Ona bakarak böyle kalabileceğimi... Ama istemeyerek de olsa kapıyı kapattım.

Kapıyı kapatmamla birlikte başımı kapıya yaslayarak elimi, kalbimin üzerine götürdüğümde, kalbimde hissettiğim yüzüğümün varlığıyla birlikte gözlerimi kalbime çevirdim.

Yüzük bir gösterge değildi ama geldiğimiz şu nokta en büyük göstergeydi. Böyle yüzüğüme baktıkça içimin bir garip olmasını, ılık ılık ısınmasına engel olamıyordum.

Saf saf yüzüğüme bakarak güldüğümde annemin, "Ne gülüp duruyorsun?" Diyen sesi kulaklarıma doldu.

Olduğum yerde sıçradığımda, kendimi hızla toparlayarak, "Mutluyum..." dedim. "Çok mutluyum anne." Anlasın istedim, uzak durmasın istedim.

"İnşallah hep böyle mutlu olursun... Kızım..." Bir şey diyemedim. "Kaderin, bahtın hep güzel olsun." Yutkundum.

Gözlerim dolu dolu olduğunda, "Ben..." dedim, alnımı kaşıdığımda. "Kedilere mama verecektim." Başımı eğdiğimde aradaki dolabı açarak kediler için aldığım mamayı çekip aldım. "Ben... Gelirim beş dakikaya." Annem bir şey demediğinde kapıyı açarak hızlıca evden çıktım.

Merdivenleri indiğim gibi tuttuğum birkaç damla gözyaşım akmaya başladığında, dudaklarımı büzdüm.

Ayağımdaki topuklu ayakkabılarımla birlikte ağlaya ağlaya hemen evimizin üst tarafında bulunan yokuşa doğru ilerlediğimde, topuklu ayakkabılarım sesi incin top oynayan mahallede yankı yapıyordu.

Kedilerin yanına geldiğim gibi yanlarına eğildiğimde, "Çok mu acıktınız siz?" Diyerek birinin başını okşadım. Bir yandan da gözyaşlarımı siliyordum. "Tabii soğuk havalar üşüdünüz de değil mi?" Sarı kedi gelip bana sırnaştığında, "Hayır hayır..." dedim. "Ağlamadım." Burnumu içli içli çektim.

Gülmeye çalıştığım an, "Ama bakın ben size ne getirdim?" Diyerek elimdeki mamayı gösterdim ve kaplarına doldurmaya başladım.

"Ben size hep süt veriyordum aslında ama geçen gün sütün size zararlı olduğunu öğrendim. Kusura bakmayın olur mu?" Kediler sanki beni anlıyormuş gibi bana sırnaştıklarında gülümsemeye çalıştım. "O yüzden hemen gidip size mama aldım." Siyah kedi kucağıma zıpladığında, "Ya..." dedim. "Ben de sizi çok seviyorum."

Kedileri okşayıp, sevmeye devam ettiğim sıra tam önümde gördüğüm bir çift siyah ayakkabıyla birlikte öylece kalakaldığımda, tam tepemde bir gölge, bir insanın varlığını hissettim. Tüm vücudumdan geçen bir ürpermeye engel olamadığım an başımı korka korka kaldırdım ve gözlerim bir çift mavi gözle birleşti.

Onun burada ne işi vardı?

"Deha..." dediğimde sesim titremiş, soluğum kesilmişti sanki. Kucağımdaki kedi korktuğumu anlamış gibi bana biraz daha sırnaştığında, "Sizin..." dedim. "Sizin burada ne işiniz var?" Bir şeyler yapmak istedim, yapamadım.

Deha başını iki yanına salladığında, "Cık cık..." dedi. Yüzünde tehlikeyi andıran bir gülümseme oluştuğunda, tüm kanımın çekildiğini hissettim. "Deha değil," Duraksadı. "Kaya diyeceksin."

Kaya diyeceksin...

Dünyam yıkıldı, yer ayaklarımın altından kayıp gitti.

Ve elindeki silahı, beni sanki adıyla öldürmemiş gibi yeniden öldürmek istercesine kalbime doğrulttu.

*

Ve bitti... Ben de bittim. Bir sonraki bölüm yani 24.bölümümüzle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Gelmesi biraz uzun sürebilir. 24.bölümü düşünerek yazmak, daha da çok hissetmek istiyorum. 24'de Mirza'nın da anlatımı olacak:) Bunun dışında koronayım biraz dinleneceğim ve aklımda farklı planlarımda var. Bu süreçte bir şeyler yapmak istiyorum, bakalım. Bölüm iki bilemediniz üç hafta içerisinde gelir💙

ŞİMDİ BÖLÜM NASILDI?

~En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?🥰

Sizlerle uzun uzun konuşmak istiyorum. Buraya bana karşı içinizi dökebilirsiniz ğgğwğdğc çok sövmeyin ne olur:)

Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro