Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

21.Bölüm: "Yıkım"

#Melike Şahin - Nasır

#Aşkın Nur Yengi - Yazık

#Suzan Haciharip&Burak Bedirli - Bu Aşk Zehir

29.01.2022 (Hatıra kalması açısından yazılmıştır🤝)

VİSAL 599 BİN💙 evet 600 bin değil ğgğwğdğf Çok bir şey demeyeceğim iyi ki...

Visal'imiz💙 hep sizinle🥂✨

Twitter'da #Visal etiketiyle bölüm yorumlarınızı, sevdiğiniz alıntıları, sevdiğiniz sahneleri bekliyor olacağım. Twitter hesabım: kendince_yazar0

Ve şu da instagram hesabım. Kaç yıldır 2000'de kaldık ğgğwğeğd 3000 olsak mıııı artık?🥺instagramda çok fazla aktifim oraya gelirseniz çok mutlu olurum💙

Uzun bir bölüm oldu. Lütfen gözlerinizi dinlendire dinlendire okuyun, ağrımasınlar.

Ve olabildiğince yorum yapabilir misiniz? Düşüncelerinizi belirtmekten lütfen çekinmeyin. Bu bölümlerde o kadar çok emek var ki...

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

Peki şunların güzelliği🥵 senasnepenthe çok teşekkür ederim aşkım💙

*

"Abinin ölümü kaza değil, cinayet olabilirmiş." Mirza'nın dudaklarının arasından dökülen her bir sözle dünyamın başına yıkıldığını, abimle olan anılarımız cayır cayır yandığını hissettim. Elimi kolumu koyacak yer bulamadığım an Mirza koca adımıyla yanıma yaklaştı ve beni sıkıca tuttu.

"Mihran..." dediği an elini, çeneme doğru götürüp ona bakmamı sağladı. "İyi misin kurban olduğum?"

Sahi iyi miydim?

Uzun süre oluyordu iyi olmayalı.

Dört yıl önce bir kaza olmuştu. Kazada ben en değerlimi kaybederken, kendimi de kaybetmiştim. Karşı tarafa hiçbir şey olmazken, abim ölmüştü.

Şimdi ise... Şimdi ise Mirza çıkmış 'kaza değil, cinayet olabilir' diyordu.

Ben nasıl iyi olabilirdim ki?

"Nasıl?" Dediğim an konuşamamıştım. "Nasıl olur böyle bir şey? Sen ne dediğinin farkında mısın?" Zorlukla konuşuyor ve her konuşmam da biraz daha dibe çekildiğimi hissediyordum.

Kaza değil, cinayet olabilirmiş.

Sürekli beynimin içinde bu cümle tekrar edip duruyordu.

Mirza, "Mihran..." dediği an hızlı bir şekilde sözünü kestim.

"Bir şey olmalı... Bir şey olmalı tamam mı?" Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. "Bunca yıl sonra bana böyle bir şeyle geliyorsan bir şey olmalı." Korka korka tekrardan konuştum: "Ne oldu Mirza?"

Mirza, "Bunu sana söyleyemem," dediği an önümü oldukça keskin bir çizgiyle çizmiş ve kapatmıştı. Çok netti, sesi itirazsızdı.

"Söyleyemem ne demek?" Dediğimde yüksele yüksele konuşmuştum. "Ne oldu diyorum sana." İkimizde gerilmiştik. Beş dakika öncemiz ile şimdimiz arasında o kadar çok fark vardı ki... Ama hep böyleydik biz. Bir dakikamız, diğer dakikamızı asla tutmuyordu ve bunun bir nedeninin de ben olduğumun farkındaydım. Ama şimdi sorun kesinlikle Mirza'ydı.

Mirza tam bana cevap vereceği sıra çalan telefonu aramıza girdiği an telefonuna kısa bir bakış atıp gözlerini bana çevirdi. "Benim gitmem gerekiyor kurban olduğum." Gitmesi mi gerekiyordu? Hem de beni bu şekilde burada böylece bırakarak...

"Hayır," dedim birden yükselerek. "Önce ne olduğunu anlatacaksın." Beni böyle arkasında bırakıp gidemezdi. İçimdeki soru işaretlerine, kabuk tutmayan yarama rağmen arkasını dönüp gidemezdi.

Mirza, "Mihran," dediği an sabırlı olmaya çalıştığının farkındaydım. "Gitmem gerek kurban olduğum."

"Gitmiyorsun," dedim onunla inatlaşmak istercesine. "Sorularıma cevap vermeden gitmiyorsun."

Mirza, "Mihran!" Dediğinde dudaklarının arasından tıslamıştı ismimi.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Beni böyle bırakıp gidemezsin tamam mı? Ya sen görmüyor musun? Ben ne hâldeyim görmüyor musun? Kafamda neler kurduğumu biliyor musun sen?" İsyan edercesine konuştuğum an Mirza karşımda öylece kalakaldı.

Bağırmamdan sebep annemin, "Mihran ne oluyor?" Diyen sesini duyduğum an başımı iki yanıma salladım. "Yok bir şey. Geliyorum anne."

Mirza, "Kurban olduğum," dediği an yanaklarıma düşen gözyaşlarımı sildi. Sonrasında dudaklarını alnıma bastırdığı an, "Bana güven," dedi.

Bana güven...

"Güvenemiyorum," dediğim an Mirza'nın sanki taş kesildiğini hissettim. Tükenmiştim, parçalanmıştım, parçalamıştım. "Ben artık kimseye güvenemiyorum." O kadar çok yara almıştım ki...

"Ne acı değil mi?" Dediğimde dolu dolu olan gözlerime inat dişlerimi birbirine kenetleyerek güçlü durmaya çalıştım. "Çok acı değil mi? Şu kalbim..." Elimi, kalbimin üzerine götürdüm. "Şu kalbim seninle dolup taşıyor, sen diye ölüyor." Ellerimi iki yanıma açtım. "Ama ben sana güvenemiyorum."

Tek parçalanan ben değildim artık. Onu da parçalamıştım.

"Şimdi gidebilirsin," dediğim an gözlerimle yolu gösterdim. Durdu, durdu... "Git!" Dediğim an aynı hızda içeri girmem ve kapıyı da yüzüne çarpmam bir oldu.

Kapıyı kapattığım gibi arkasına yaslanarak dik durmaya çalıştığımda, kapının öbür ucunda da Mirza'nın olduğunun farkındaydım. Benimle aynı şekilde, belki de daha da beter bir hâldeydi.

Onu sözlerimle yaralıyordum. Hiç beklemediği bir anda sözlerimle, söylediklerimle vuruyordum.

Vuruyordum vurmasına da... Onu vurduğum kadar kendimi de vuruyordum. Şu ağrıyan kalbimin acısı bile her şeyi belli ediyordu aslında. Sözlerim hem ona hem de kendime en büyük acıydı.

Dolu dolu olmuş gözlerimle öylece kalakaldığımda annemin dik dik bakan gözleriyle birleşti gözlerim. "Aferin aferin," dediği an sesinden akan kızgınlığını fark edebilmiştim. "Böyle devam et tamam mı sen? Anca çocuğun arkasından ağlayarak bakarsın sen bu gidişle." Yine aynı hadsizlik, yine aynı üslupsuzluk.

"Hiçbir şey bildiğin yok," dediğimde yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. "Senin bana dair bildiğin hiçbir şey yok." Söylediklerimden sonra annemin yanından sıyrılıp geçtiğimde merdivenlere yöneldim. Ben, anneme ne kadar konuşursam konuşayım annem beni asla anlamayacaktı.

Anlasaydı şimdiye kadar anlardı zaten.

Anlamak isteseydi geçen gün söylediklerimden sonra anlardı zaten. Anlamadı, ama anlamayı da bir an olsun bile istemedi.

Düşüne düşüne odama girdiğimde kendimi daha fazla ayakta tutamayarak yatağımın üzerine attım.

'Kaza değil, cinayet olabilirmiş.'

"Hayır," dediğim an başımı iki yanıma salladım. "Hayır olamaz. Ne olur olmasın ne olur." Kendimi yere attığım an apalaya apalaya çekmecemin önüne gelerek, içindeki kutuyu çıkardım. Abimle olan tüm fotoğraflarımız bu kutunun içindeydi.

Zorlukla kutuyu açtığım an gözlerimin önüne serilen fotoğraflarla birlikte, "Abi..." diye fısıldadığım an en üstte duran fotoğrafımızı aldım. Burada abim üniversiten mezun olmuştu. Kepini benim başıma takmış, yine bana sıkıca sarılmıştı.

"Kim senden ne ister?" Abimin yüzünü okşadım. "Kim senden ne ister ki abi? Neden? Neden?" Ağladım, ağladım. Fotoğrafımızı kalbime bastırdığımda, "Bu nasıl bir acı?" Diye fısıldadım. "Çok özlüyorum. Bu nasıl bir acı allahım?" Abimi kalbime biraz daha bastırdığımda bacaklarımı kendime çekerek, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Kaç dakika, kaç saat orada öylece ağladım bilmiyorum. En sonunda çalan kapıyla birlikte Çiçek'in, "Mihran?" Diye bağıran sesi kulaklarıma dolduğunda kendimi toparlamaya çalıştım.

"Odamdayım," dediğim an bir yandan yaşlarla dolu gözlerimi silmeye çalışıyor, bir yandan da fotoğrafımızı geri kutuya koyuyordum.

Çiçek kapıyı bile çalmadan odaya dalarak girdiği an beni yerde bulmasıyla birlikte, "Mihran?" Dedi şaşkınlıkla ve hemen peşinden de kaşları çatıldı. "Ağladın mı sen?" O kadar çok ağlamıştım ki gözlerimden belli oluyordu demek ki...

"Ağladım," dedim dürüst olmayı seçerek. "Ama sorma Çiçek. Bana bir şey sorma olur mu?" Hâlimden mi anladı bilmiyorum ama hiç üstelemeyecek başını aşağı yukarı salladı ve yanıma doğru adımladı.

"Yerden kalk bari." Koluma girerek beni kaldırdı. "Çocuğun olmayacak sonra." Dik dik ona baktığımda, "Ne?" Dedi. "Annem öyle diyor hep."

"Çocuk istemiyorum zaten," dediğimde konuştuğumuz konunun saçmalığına değinmek bile istemiyordum. "Ayrıca inanma şöyle şeylere." Çiçek, beni tıpkı küçük bir çocukmuşum gibi yatağımın üzerine oturttu, ve önüme düşen saçlarımı geriye doğru itekledi.

"Valla ben istiyorum. Böyle üç tane hem de boy boy olsunlar." Çiçek güldü. "Sen neden istemiyorsun ki kız? Benim bebelerimi kuzensiz mi bırakacaksın? Teyze olamayacak mıyım kız ben?" Alay eder gibi konuşsa da bu duruma bayağı içerlemiş gibi gözüküyordu.

"Sadece istemiyorum," dedim iyiden iyiye durgunlaştığımda. Ciddiyetle cevap vermeme karşılık Çiçek'in kaşları çatıldığı an ortamı yumuşatmaya çalışarak güldüm.

"Hem sen o boy boy üç bebeyi kimden yapacaksın bakalım?" İmalı imalı bakışlarımla ona bakmaya devam ettim. Son günlerde bir şeyleri anlıyordum ama en son içki maceramızdan sonra daha da çok anlamıştım. Sadece Çiçek'le son zamanlarda fazla konuşamadığımız için bazı şeyleri onun anlatmasını beklemiştim.

Çiçek, "Ne bakıyorsun öyle?" Dediğinde gözlerini kaçırdı. "Bak hâlâ bakıyorsun. Ne diye bakıyorsun ki? Bakmasana Mihran."

Gülmeye başladığım an, "Salak kız," deyip arkamdan aldığım yastığı kafasına geçirdim. "Anlat hemen, anlat."

"Ne anlatayım ki?" Dediği an nazlana nazlana konuşmuştu. Kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdım. "Yeme beni şimdi."

"Of tamam be!" Dediği an ona fırlattığım yastığı alıp başını yasladı. "Beşir'le konuşuyoruz." Ay bunu zaten biliyordum ki... Yani tahmin ediyordum.

"Eee?"

"Eeesi ne?"

"Salak mısın Cemile?" Dediğimde yükselmiştim. Bilmem kaç kez izlediğim Aşkı Memnu yine aklıma gelivermişti işte. "Konuştuğunuz belliydi zaten." İmalı imalı güldüm. "Ne oluyor peki?"

"İşte birbirimizden etkileşiyoruz." Utangaç bir şekilde alnını kaşıdığında belki de Çiçek'i ilk defa böyle utangaç görmemin şaşkınlığını yaşıyordum. "Etkileşim alıyorum." Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. "Aman işte hoşlanıyorum."

"Hoşlanıyorsun?" Dediğimde kaşlarımı kaldırdım.

"İşte karşılıklı hoşlanıyoruz. Of Mihran of." Kendini saklamak istercesine başını yastığın üzerine gömdü. "Anladın işte niye üzerime geliyorsun ki?"

Az önceki ağlamalarımın aksine bu sefer de dolu dolu gülmeye başladığımda, "Çiçek ya..." dedim gülüşlerimin arasından. "Kızım bu sen misin? Sen arsız bir şeysin be! Ne bu utangaç tavırlar falan?"

"Arsız bir şeysin ne ya," diye çemkirdi Çiçek. "Sakın Beşir'in yanında da arsız falan deme bana. Çocuk beni gayet mülayim bir şey olarak biliyor."

"Yazık," dediğimde sahte bir üzüntüyle konuşmuştum. "Beşir bir bilse senin şu yüzünü."

Çiçek, "Salak," dediğinde kafama vurdu. "Senin, beni övmen gerekiyordu be! Sen görürsün eniştemin yanında tüm boklarını ortaya dökeceğim." Eniştem demesiyle birlikte aklıma gelen Mirza'yla birlikte kaşlarımı çattım.

"Sana da senin eniştene de..." diye ağzımın içinden homurdandığım sıra yatağımdan kalktım.

"Ne dedin, ne dedin?" Duymuştu ve bilerek soruyordu. Tabii Mirza'yla aramızda bir sorun olduğunu da anlamıştı.

"Diyorum ki bir şeyler hazırlayayım. Yeriz beraber."

"Olur olur," dedi Çiçek büyük bir rahatlıkla yatağıma biraz daha yaylandığında. "Kekstra da getir."

Gülerek sırf ona inadıma, "Arsız," dediğim an Çiçek yastığı kafama kafama fırlattı. Hızını alamamışçasına battaniyeyi de fırlatacağı sıra, "Yavaş!" Diye bağıra bağıra hemen odadan kaçtım. Hemen ardından mutfağa girip abur cuburları ve özellikle de kekstralarımızı tepsiye koyup hazırladığımda, gerisin geri tekrardan odama çıkarak Çiçek'le derin bir sohbetin içine girdik.

Aradan geçen saatlerde Çiçek en sonunda gitmiş ve ben yine yalnızlığıma baş başa kalabilmiştim. Saat kaçtı bilmiyordum ama bir hayli geç olduğunun farkındaydım. Camın önünde öylece duruyordum, ve kendime ne kadar itiraf edemesem de çaresiz bir şekilde Mirza'nın gelmesini bekliyordum.

Saat gecenin en kör vakti olmuştu ama o hâlâ gelmemişti.

Merakımın iyiden iyiye tüm benliğimi ele geçirdiğini hissettiğimde sürekli telefonuma bakıyor, olmayan arama ve mesajla daha da çıldıracak gibi oluyordum. Evet, öğlen söylediklerime rağmen hâlâ ondan bir şeyler bekliyordum.

En sonunda kendi kendime sinirlendiğim an tam perdeyi çekip içeri geçeceğim sıra mahalleye vuran arabanın ışığıyla birlikte kenara geçerek saklanmaya çalıştım. Görebilmiştim, Mirza'nın arabasıydı.

Beyefendi sonunda teşrif edebilmişti.

Mirza arabasını evlerinin önüne park ederek indiğinde gözleri anında benim penceremi buldu. Kenara çekildiğim için beni göremiyordu ama sanki görebiliyormuşçasına bakıyordu.

Uzun uzun baktı. Sanki beni görüyormuş gibi sadece baktı.

Derince yutkunduğum an omuzlarının çöküşüne şahit olabilmiştim. O çöküklükle bahçelerine doğru yürüdüğüne de... Öylece ona bakakaldığım an Mirza içeri girdi ve gözlerimin önünden kayboldu.

"Of of..." dediğim an hissettiğim çaresizlik boğazımı sımsıkı sıkıyor gibi hissettim. Kendime kızgındım, ona da kırgın...

Öylece bir umutla Mirza'nın odasının camına bakmaya devam ettiğim sıra Mirza az önce girdiği kapıdan elinde rakı ve suyla çıkarak bahçedeki sandalyeye oturdu. Hazırladığı rakısını yine benim camıma bakarak içmeye başladığı an kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Kendime çok fazla düşünme payı bırakmadan pijamalarımın üzerine hırkamı geçirerek odamdan çıktığımda, büyük bir sessizlikle de evden çıktım. Karanlıktı, kuş bile uçmuyordu. Mahalledeki tüm evlerin ışıkları karanlığa bürünmüştü, sadece karanlığa bürünmeyen bir biz kalmıştık.

Destursuz bir şekilde bahçeden içeri girdiğim an Mirza'nın kaşları beni görmesiyle oldukça derin bir şekilde çatıldı. Dudakları aralandı ama sanki bana küsmüş gibi bir şey diyemeden geri kapandı.

Ben de sessiz kalmayı tercih ettiğim an tam yanındaki sandalyenin yönünü ona çevirerek yanına oturdum. Ben ona bakıyordum, o ise önüne... Az önce beni görmek umuduyla camıma bakan adam şimdi beni görmüyordu.

Kaşlarım derin bir şekilde çatıldığı an gözlerimi onun baktığı masaya çevirdim ve bizi gördüm. Benim parçalara ayırdığım, onun geri birleştirdiği fotoğrafımız masanın üzerindeydi ve gözlerini bile kırpmadan bize bakıyordu.

Gözlerim dolu dolu olduğu an yutkundum ama bir şeylerin boğazımda kaldığını hissettim.

Fotoğrafımıza baka baka ellerim istemsiz bir şekilde rakı bardağına uzandığında gözleri bana döndü ve âdeta kararmış gözleriyle uyardı beni. Dinlemedim. Gözlerinin içine baka baka onun rakısından bir yudum aldığım boğazıma gelen tatla birlikte, "Ay..." diyerek cırladım. "Bu ne be?" Yüzümü buruşturdum.

Mirza, "Doyamadın değil mi?" Dediğinde geldiğimden beri ilk defa konuşmuştu. Konuşması için illa içmem gerekiyorsa içim bulana bulana da olsa içebilirdim yani. "Doyamadın değil mi içmeye?"

"Doyamadım," dediğimde derin bir iç çekerek başımı iki yanıma salladım. "Ben, sana doyamadım." Benden beklemediği bu sözler karşısında kısa bir şaşkınlık yaşadığını hissettim ama çabucak toparladı.

Benim bıraktığım rakısını alıp küçük bir yudum aldığında, "Eyvallah," dedi. Ama çektiği bu eyvallahı sanki sözlerime değil de başka bir şeye gibiydi. "Eyvallah. Tamam eyvallah." Başını aşağı yukarı salladı. "Gitmemeliydim, gittim." Rakısından bir yudum daha aldı. "Seni zor gününde bırakmamalıydım, bıraktım." Gözleri fotoğrafımıza düştü. Bana bakmak yerine fotoğrafımıza baktı, baktı. "Senden hiç gitmememeliydim, gittim." Bu konuşmanın sonunun nereye gideceğini bekliyordum.

Ve yara alacağım bir noktaya gittiğinin farkındaydım.

Önüne geçemeyeceğim bir yaraya...

"Neden yüzüme bakmıyorsun?" Dediğimde zorlukla konuşmuştum. Ben vardım ama gözleri fotoğrafımızdaydı.

"Gözlerine baktığımda sözlerin aklıma geliyor." Güler gibi oldu. "Gerçi hiç çıkmıyorlar ki anasını satayım." Ağzı bozulduğunda rakısından bir yudum alıp belki de geldiğimden beri gözlerini ilk defa bana çevirdi.

Baktı, baktı...

Gözlerimde ne gördü bilmiyordum ama görmesi gereken tek bir şey vardı. O da; ona olan sevgim, gözlerimden kalbimden bile dolup taşacak olan sevdam, aşkımdı.

Ama görmedi biliyorum. Şu an bile bu kafasının bozukluğuyla aklından geçen tek şey; öğlen ona ettiğim sözlerdi. Ona güvensizliğimdi.

"Mihran ben seninle ne yapacağım?" Mirza artık bu sorusunu haykırırcasına sormuştu. "Ben seninle ne yapacağım kurban olduğum? Ben, seni bir kez vurdum... Sen bana defalarca kez. Ben ne yapacağım seninle?"

"Sadece anla," dedim çaresizce. Sandalyemi ona yaklaştırarak sandalyesiyle birleştirdim ve bacaklarımı iki yanından geçirdim. Artık çok yakındık, fazla yakındık. "Sadece anla Mirza. Bak ben aynı şeyleri demek istemiyorum, sürekli sürekli yaramı da deşmek... Ben en sevdiğimi kaybettim tamam mı? Abim öldü. Anlamıyorsun abim öldü. Sonra sen gittin... Hani diyorsun ya ben seni bir kez vurdum diye. Ölmedim yaralı kaldım, kaldım bir şekilde."

Öylece gözüme baktı, sadece baktı.

"Ya ben dört yıl boyunca sizinle birlikte yaşadım. Abim yoktu, sen yoktun ama hep sizden kalan parçalar, sizden kalan anılar vardı. Sen uzaktaydın belki ama sanki hep dibimdeydin gibi. Unutmaya çalıştığım an senden hep bir parça gözlerimin önündeydi. Ben ne seni sevmekten vazgeçebildim, ne de senin yaptıklarını unutabildim."

Ellerimi iki yanıma açtım. "Çok eksik, bazı şeyler çok eksik Mirza. Abim... Abimin ölümü... Anlatmıyorsun, söylemiyorsun ki. Ben güvenemiyorum kimseye, sadece sana değil kimseye. Çok tükendim, çok yoruldum."

Başımı yere eğdiğimde dudaklarımı büzdüm. "Hani yorulduğunda, tükendiğinde bana tutun demiştin..." İki yanımda duran ellerimi kollarına dolayarak ona sıkıca tutundum. Öyle sıkı tuttum ki... "Tutunuyorum işte... Sen niye tutmuyorsun şimdi..."

Daha sözlerimi bile tamamlayamadan Mirza hızlı bir şekilde ellerimi sıkıca tuttuğunda, "Tutarım," dedi. Alnını alnıma yasladığında, "Ah benim kurban olduğum..." diye fısıldadı. "Sen benim varlığına tek tutunduğumsun." Beni biraz daha sıkı tuttuğunda yaş dolu göz kapaklarımı öptü. "Tek tuttuğumsun."

Bundan sonrasında belki de geldiğimden beri tek yapmak istediğim şeyi yaparak ona sıkıca sarıldığımda, Mirza sanki bunu bekliyormuş gibi beni hızlı bir şekilde kucağına çekti. Başımı omzuna yaslayarak ona sıkı sıkı sarılmaya devam ettiğim sıra gözyaşlarım çoktan akmaya başlamıştı bile. "Canım çok yanıyor... Mirza canım çok yanıyor..." Sessiz ağlayışlarımın yanında yine sessizce konuşmuştum. "Onu çok özledim."

Mirza parmaklarını saçlarıma kaydırarak okşasa da sessiz kaldı. "Söyle Mirza," dediğimde fısıldamıştım. "Abime ne oldu?"

Mirza, "Mihran..." dediğinde inlemişti. "Bir şey beni çok üzecek olsa..." Duraksadı. "Parçalara ayıracak olsa... Sen söyler miydin?"

Söyleyeceği şey beni çok üzecekti, söyleyeceği şey beni parçalara ayıracaktı. Kırıp, dökecekti.

Dudaklarımı büzdüğümde, "Söylersem çok mu üzüleceksin?" Dedim. Hâlâ bir umut arıyordum.

"Çok..." dedi Mirza uzata uzata. Daha çok ağlamaya başladım. İçim deşiliyordu sanki... Acı, abimle anılarımızın arasına sızmış ve şimdi hepsini gözlerimin önüne getirmişti.

"Mirza... Abime kim ne yaptı? Kim ne ister ondan? Sen biliyorsun... Ya benim abim kimseye dokunmazdı ki... Öğretmendi o ya." Kısa bir an için nefesimin daraldığını hissettiğimde elimi, kalbimin üzerine götürerek nefes almaya çalıştım.

"Kurban olduğum," dedi Mirza telaşlıca. "İyi misin kurban olduğum?" Mirza elini, kalbimin üzerindeki elimin üzerine dayadı. "Mihran bana bak!" Gözlerine baktım, baktığımda nefes aldığımı hissettim.

"İyiyim." Zorlukla da olsa konuşmuştum. "Korkma... İyiyim." Nasıl iyiyim ama...

Mirza, "Bana bak!" Dediğinde sesi öyle sert çıkmıştı ki... Hem kıyamıyor ama hem de benim için korkuyor gibiydi. Ellerini, yanaklarıma götürüp ona bakmamı sağladı. "Sadece bir şüphe tamam mı? Sadece şüphe... En ufak bir kanıtın bile peşine düşüyoruz Mihran. Serhat'ın..." Abimin adını dudaklarına almasıyla birlikte dişlerini birbirine bastırdı. "Kardeşimin başına ne geldiyse bulacağım. Ne pahasına olursa olsun bulacağım." Kendinden emindi. Sözleri sırtımı koşulsuzca yaslayacağım güvendi şimdi. Bugün dediğim sözlerin aksine...

"Söylemeyeceksin değil mi?" Dediğimde alacağım cevabı biliyor ama buna rağmen de sormaktan vazgeçmiyordum.

"Söylemeyeceğim." Alnını alnıma yasladı. "Söylemeyeceğim ve sen bana güveneceksin." Öğlen söylediklerime laf atıyordu. "Ben kimse değilim..." Alınmıştı, kırılmıştı. Hızlı bir şekilde sözünü keserek konuştum.

"Kimse değilsin," dediğimde elimi omzuna götürerek onu sıkıca sardım. "Sevda'msın. Mirza'msın..." Aklıma gelen şeyle birlikte ağlarken güldüğümde yine ağlamalı gülmeli ifademle birlikte konuştum. "Mirza ağamsın."

Mirza'nın kaşları yukarıya doğru kalktığında serseri bir tavırla dudağını ısırdı ve başını iki yanına sallayarak güldü. "Mirza ağanım?" Bu sefer daha içten bir şekilde güldü. "Ah babaanne ah." Hâlâ bu konuda ağzıma laf verdiği için Mihriban teyzeye kızıyordu. "Peki Mihran hanımağam," dedi başını aşağı yukarı salladığında.

Mihran hanımağa... Hanımağalık ruhumda vardı be!

Mirza parmaklarını yanaklarımdaki yaşlarıma bastırdığında, "Gülüyor musun, ağlıyor musun belli değil," diyerek bana kızdı. Ben de bilmiyordum ki...

İçim ağlıyor, dışım hem ağlıyor hem de gülüyordu.

"Ağlama." Gözyaşlarımı sildi. "Ağlama kurban olduğum. Ağlayıp da şu içimi daha fazla dağlama."

Şu içimi dağlama...

"Elimde değil," dediğimde küçük bir çocuk gibi omuzlarımı silkerek dudaklarımı büzdüm. "Hep akıyorlar."

Kimilerine göre güçsüzlüktü ağlamak, ya da zayıflık... Benim için değildi. Ağlamak benim için gülmek kadar normaldi. Sığınmaktı bir kere.

Başımı Mirza'nın omzundan çekip gözlerine baktığımda yakınlığımızın kalbimi yerinden çıkaracak derecede olduğunu gördüm. "Biliyor musun?" Dediğimde bir şey demesini beklemeden devam ettim. "Kimsenin yanında ağlamam ben. Odamda ağlarım sessizce öyle..." Mirza parmaklarını yaşlarla dolu yanağıma götürüp okşadı. "Bir tek senin yanında ağlayabiliyorum..." Duraksadım. "Sadece sana böyle içimi dökebiliyorum."

"Tamam," dedi Mirza usulca. "Rahatlayacaksan ağla." Yeniden yaşlarla dolu gözlerimi öptü. "Bir tek bana ağla. Ama az ağla." Kaşlarını çattı. "Çok az ağla. Azıcık ağla." Bana kıyamıyormuş gibi söyledikleriyle birlikte güldüğümde hem ağlıyor hem de gülüyordum. "Ciddiyim kurban olduğum. Bir damla falan ağla."

"Ne yapayım ağlarken bir damla akınca 'tamam bir damla oldu' deyip kendimi durdurayım mı?" Söylediğime kendi kendime güldüm. Ben bir ağlamaya başlayınca böyle bir saat falan ağlayan birisiydim ki.

"Ba ba ba laflara bak laflara," diyen Mirza'da tıpkı benim gibi güldüğünde burnumun ucundan öptü. "Anca laf. Hiç altta da kalma kurban olduğum."

"Asla kalmam," dediğimde gülerek başımı iki yanıma salladım. Hırçınlıklarımın özellikle de Mirza'ya olan hırçınlıklarımın bir boyutu yoktu. Asla lafın altında kalmaz, çat çat konuşurdum. "Hem seni sinirlendirmeyi seviyorum ben." Gerçekten de seviyordum. Hele karşımda kudurmalarını ayrı bir çok...

Mirza, "Bak sen," dediğinde kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. Bu bildiği bir gerçek olduğundan dolayı hiç şaşırmamıştı aslında. "Beni kudurtmayı çok seviyorsun değil mi?" Küçük bir çocuk gibi omuzlarımı silktiğimde başımı aşağı yukarı salladım.

Mirza'yı sinirlendirmek ve kudurtmak hobim gibi bir şeydi.

"Sinirlenince çok komik oluyorsun. Huysuz ama komik... Bazen yaşlılığını nasıl çekeceğim diye düşünmüyor değilim hani." Gözlerimin önüne gelen yaşlı Mirza görüntüsüyle birlikte başımı geriye doğru atarak gülmeye başladım. "Dede Mirza. Mirza dede." Böyle söyleyince o kadar garip duruyordu ki...

Mirza başımın geriye düşmesinden dolayı ortaya çıkan boynuma dudaklarını bastırdığında, "Kurban olduğum..." diye diye inledi. Boynumda duran dudakları beni hafiften huylandırdığında dudaklarının kıvrıldığını gördüm.

"Sen, benim yaşlılığımı nasıl çekeceğini mi düşünüyorsun?"

Ha?

Ha ya Mihran ha... Çeneme hakim olamıyor, sürekli pot kırıyordum.

Bir şey deyip inkâr edemedim. Zaten nasıl inkâr edebilirdim ki?

Mirza göğsümde duran başını kaldırıp gözlerimin içine içine baktı. Nasıl desem... Sanki böyle şeker isteyen küçük bir çocuk gibi bakıyordu. "Mihran..." dedi en sonunda. Ağzındaki baklayı çıkardı çıkaracaktı.

Bekledim, bekledim.

"Evlensek ya kurban olduğumun kızı?"

Dudaklarının arasından dökülen sözlerle birlikte göz bebeklerimin büyüdüğünü hissettim. Şaşkınlığım içimden dolup taşmıştı sanki. Hayır Mirza tarafından ilk defa evlilik lafını duymuyordum. Daha önce defalarca kez hem de defalarca kez duymuştum.

Ama sanki bu sefer ki farklıydı... Evet, farklıydı.

"Evlenek."

Dudaklarımın arasından dökülen tek bir söz... Evet bu sefer ki farklıydı. Çünkü; cevabım farklıydı.

Verdiğim cevapla birlikte Mirza bana uzunca bir süre gibi gelen birkaç dakika boyunca dona kalmış bir şekilde kaldı. En sonunda konuşabildiği an, "On yıl demedin," dediğinde hâlâ şaşkınlıktan zorla konuşuyor gibiydi.

Ah on yıl... Mirza'da oluşturduğum on yıl fobisi ben de gülme isteği getiriyordu.

Başımı gülerek aşağı yukarı salladığımda, "Demedim," diyerek onu onayladım.

"On yıl demedin?" Hâlâ inanamıyor gibiydi.

"Demedim."

"On yıl yok yani?"

Başımı iki yanıma salladığımda, "Yok," dedim. Açıkçası bu nereye kadar devam edecekti bilmiyordum ama bana da hafiften hafiften geliyorlardı yani.

"On yıl beklemek yok yani?"

Ya sabır, ya sabır.

Artık sabrımın sonlarına geldiğimde, "Az kaldı olacak Mirza," dedim ters ters. "Çok az kaldı olacak."

İyi ki bir 'evlenek' demiştim yahu.

Mirza 'on yıl' lafını duymasıyla birlikte böyle bir yeniden korktuğunda, bunu hissedebilmiştim.

"Evlenek biz o zaman kurban olduğum?" Diyen Mirza'nın hâlâ benden inanamıyormuş gibi onay alma çabalarına güldüm. Mirza başını göğsümden kaldırıp yükseldiğinde şimdi bir nefes kadar uzağımdaydı işte.

"Evlenek," dediğim an Mirza hemen bir telaşa kapıldı, böyle bir ne yapacağını bilemedi.

En sonunda hiç beklemediğim bir şekilde, "Allah!" Diye bağırdığı an gözlerim korkuyla sonuna kadar açıldı. İki elimi de hızlıca Mirza'nın dudaklarına bastırdığımda avucuma değen dudaklarının baskısıyla onun hâlâ bağırmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

"Gerçekten..." Başımı iki yanıma salladım. İnanamıyorum demek isterdim ama bu tam Mirza'nın yapacağı bir hareketti. "Mahalleyi başımıza toplamak mı istiyorsun sen ya? Ne olsun babam elinde tüfeğiyle fırlasın falan mı? Ay Asiye teyzeyi düşünemiyorum bile. Ama ben senin böyle bir bok yiyeceğini düşünmeliydim." Peş peşe konuştuğum an Mirza dudaklarını kımıldatarak konuşmaya çalıştığında tek yaptığı avucumun içini öpmek olmuştu.

Korka korka ellerimi dudaklarından kaldırdığım an benim o kadar söylediklerime karşılık Mirza, "Ne yapacağız şimdi kurban olduğum?" Dedi. "Nasıl ayarlayalım şimdi? Ne zaman istemeye gelelim biz seni? Kınası, düğünü... Hayırlı iş bu hemencecik olsun, hayırlı iş aceleye gelmeli hem kurban olduğum."

Oy ben başımı nerelere vuram?

Vuracak bir yer bulamadığımda elimi alnıma vurdum. "Mirza..." dedim sakince. Elimi yanaklarına götürüp okşadım. Ciddi ciddi evleniyor gibiydik. "Hallederiz tamam mı?" Artık biraz olsun sakin olmasını istiyordum.

"Hallederiz sevgilim." Ona sevgilim dememle birlikte Mirza öylece kaldı, zaman onun için durdu sanki, bu anın içinde kaldı.

"Ulan!" Dedi inanamıyormuş gibi. "Bismillah." Tepkileri o kadar komikti ki... "Te allam." Mirza konuştukça kendimi gülmemek için zor tutuyordum. "Ulan dört yıl oldu lan! Dört yıl oldu. Sen sevgilim dedin lan kurban olduğum." Alnını alnıma yasladı. "Mihran..." dedi yana yana. "Yeniden desene. Bir defa daha desene kurban olduğum."

İçi gidiyormuş gibi gözlerime uzun uzun baktı. Sanki kırpsa yok olacakmışım da beni göremeyecekmiş gibi...

"Sevgilim," dedim kalbimden ona dolan aşkımla. Yanaklarını okşamaya devam ettim. "Sevgilim."

"Kurban olduğum, ah benim kurban olduğum." Yanaklarında olan ellerimin üzerine okşadı. Çok değil, bir nefes uzağımdaydı şimdi.

Ah benim sevgilim...

"Mihran dayanamıyorum ben." Mirza'nın dediklerini anlayamadığım an sanki o bana anlatmak istercesine dudaklarını birden dudaklarıma bastırdı. Kısa bir şaşkınlığımın ardından kendimi hemen toparladığımda ellerimi hemen ensesine kaydırarak onu kendime çektim ve dudaklarımı araladım. Dili, dudaklarımın arasından sızarak dilimi yakaladığı an oynamaya başladı.

Sanki günlerdir soluklanamamış gibi birbirimizin dudaklarında soluklanıyor, birbirimizde nefesleniyorduk. Bana sonsuzmuş gibi gelen anın ardından Mirza dudaklarını çektiğinde ona sıkıca sarıldım.

Hiç bırakmaz istemezcesine...

Biz geç kalmıştık.

Dört yıl kadar geç...

Ama artık 'bize' geç kalmak istemiyordum.

Çünkü sevgilim; ben seni gerçekten çok sevdim.

*

"Anne ben çıkıyorum." Anneme haber vermek için bağırdığım sıra beyaz boğazlı badimin üzerine deri ceketimi geçirdim. Topuklu botlarımı da açık kot pantolonumun üzerinden geçirerek giydiğimde, ceketimin altında kalan saçlarımı çıkararak karıştırdım.

Hazır olduğum an aynadan mutfaktan çıkan annemle göz göze geldiğimde, "Nereye gidiyorsun?" Dedi.

"Çiçek'in yanına... Kafede çalışıyormuş onun yanına uğrayacağım." Annem bir şey demediği an evden çıktım. Evde dura dura o kadar çok sıkılmıştım ki... Dura dura yenildiğim sadece düşüncelerim olmuştu. Ben de artık dayanamadığım noktada kendimi dışarıya atmıştım.

Bahçemizden çıkarak yürümeye başladığım an topuklu botlarımın sesi mahalledeki çocuk seslerine karışarak yankı yapıyor ve çıkan ses daha da bir hoşuma gidiyordu. Topuklu ayakkabı giymeyi seviyordum.

Tam yokuştan çıkacağım sıra, "Mirza sevmiyor o kızı," diyen tanıdık ses kulaklarıma dolduğunda adımlarım duraksadı.

Ahsen... Yılan Ahsen.

"Adı bile yoktu o kızın. Aklına bile gelmiyordu ki... Biz ne zaman buraya geldik o zaman oldu. Aklını karıştırdı o kız onun Asiye teyze."

Asiye teyze...

Dişlerimi birbirine bastırdığım an sinirin birdenbire tüm vücuduma yüklendiğini hissettim. Adımlarım istemsiz bir şekilde Asiye teyzelerin bahçesine yöneldiğinde, "Bu kadarını da yapma artık ya..." dedim.

Asiye teyzenin, "Kızım vazgeç sen," diyen sesini duyduğum an bir bahçenin onlara görünmeyeceğim bir köşesine geçerek onları izlemeye başladım. Karşılıklı bir şekilde oturmuşlardı ve ikisinin de gözlerinden tedirginlikleri belli oluyordu. "Bak benim oğlum, Mihran'ı seviyor. Ben anladım bunu. Mirza vazgeçmez ondan, sen vazgeç yol yakınken."

Asiye teyze bunu gerçekten daha yeni mi anlamıştı?

O kadar yaptıklarından sonra mı?

Ahsen, "Ben seviyorum," dediğinde tırnaklarımı avucumun içine geçirdim. "Ben seviyorum... Ben gerçekten seviyorum Mirza'yı."

Hem sinirlendim, hem üzüldüm.

Üzüntüm Mirza'nın abim dediği adam içindi. Karşımdaki kadın şehit olan eşinin en yakın arkadaşını kendi hayatına oldukça alçakça dahil etmeye çalışıyordu. Ahsen'in kendisine yeni bir hayat kurmak istemesini anlayabilirdim ama ben bunu anlayamazdım.

Bana göre yaptığının, yapmaya çalıştığının anlaşılacak bir hâli yoktu.

Gerçekten yazıktı, yazık olmuştu.

Asiye teyze, "Ahsen yapma kızım bak!" Dediğinde daha çok başına sardığı Ahsen'i nasıl başından def edeceğini düşünüyor gibiydi. Zaten umutlanmaya hazır olan Ahsen'e biraz daha umut veren kendisiydi. "Sizden olmaz. Mihran'ı seviyor, gözünde gönlünde bir tek Mihran var."

Gözünde gönlünde bir tek Mihran var.

"Sen öyle dememiştin ama Asiye teyze. Sen de istiyordun bizim olmamızı. Ne değişti şimdi? Ben diyorum o kız aklını karıştırdı diye." Hasta, gerçekten hasta. Hem de tam bir ruh hastası.

Asiye teyze ne diyeceğini bilememiş, işin içinden nasıl çıkacağını bulamamış gibi öylece kalakaldığında Ahsen sözlerine devam etti. "Hem Mirza bizi bırakmaz ki... Mirza kızımı bırakamaz, o çok seviyor Ahu'yu. Mihran sadece aklını karıştırdı ama Ahu var. Kızım onu babası biliyor zaten... Gerekirse..." O biraz olsun yüzü varmışçasına cümlesini devam ettiremedi ama ben onun ne demek istediğini anladım.

Kafayı yemişti, gerçekten yemişti.

Artık daha fazla dayanamadığım an olduğum yerden çıkarak bahçeye girdim ve çıkan topuklu ayakkabımın sesiyle birlikte ikisinin de gözleri bana doğru döndü. Onların şaşkın ve korku dolu bakışlarının altında ellerimi birbirine kilitleyip alkış tuttuğumda, "Bravo," dedim. Önce Ahsen peşinden de Asiye teyze oturdukları sandalyeden kalktıklarında tam karşılarına dikildim.

Doğrudan Ahsen'e bakıyordum, Asiye teyzenin yüzüme bakacak yüzü yoktu zaten.

"Sen o küçük aklınla planlar mı kuruyorsun?" Dediğimde sesimdeki küçümseme Ahsen'i çıldırtacak cinstendi. "Yazık sana." Yine aynı küçümser ton... "Bir de o kadar inanmışsın ki... Acıdım şimdi sana."

Ahsen, "Bana bak!" Dediği an sesi duyduklarının gerçekliğinden dolayı sert bir şekilde çıkmıştı. Neredeyse aynı boyda sayılırdık ama ben şimdi topuklularımın farkıyla öne geçtiğim için ona üstten üstten bakıyordum. "Sen benimle böyle konuşamazsın."

"Fazlasını bile konuşurum. Yazık sana. Kendi kızını bile kirli düşüncelerine alet edecek bir kadınsın sen. Tam bir yılansın." Dişlerimi birbirine bastıra bastıra konuşmuştum. "Ama ben kendimi sana sokturmam tamam mı?"

"Sen kimsin?" Diyen Ahsen en iyi yaptığı şeyi yaparak laflarımın altında kalmış ve yine konuyu değiştirmeye çalışmıştı. "Sen bizim hayatımızda yoktun bile. Adın sanın hiçbir şeyin yoktu. Biz mutluyduk sen yokken. Mirza'nın her anında kızımla ben vardım, ben. Doğum gününde sadece biz vardık yanında. Biliyor musun?" Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında beni sokmaya çalışacağını anladım. "Üçümüz birlikte kutladık."

Ahsen'in söyledikleriyle birlikte, "Sus..." dedim dişlerimi sıka sıka. Susması gerekiyordu yoksa ben birazdan kendimden geçerek topuklu botlarımı yüzüne geçirecektim.

Hayır Mihran, hayır.

Tutacaktın kendini, hayır.

Gitmem gerekiyordu, evet gitmem gerekiyordu.

Asiye teyzeye ve Ahsen'e kısa bir bakış atıp kendimi tutmama dair yine kendi kendime telkinler verdiğimde onları ardımda bırakarak yürümeye başladım. Ta ki Ahsen'in sözlerini duyana kadar...

"Mirza yine gidecek senden. Bir kez giden bir daha gitmez mi sanıyorsun ha? Bize gelecek..." Dişlerimi birbirine bastırdığımda dudaklarım avına yaklaşan avcının tebessümüyle dolup taştı.

"Ben..." Tıpkı Mirza gibi başımı kütlettim. "Ben artık kendimi tutamayacağım." Söylediklerimden sonra gerisin geri dönüp Ahsen'in saçlarına asıldığımda neye uğradığını şaşırıp öylece kalakaldı.

Ahsen cırladığı an ben daha çok gaza geldiğimde bunca zamanın hıncını çıkarmak istercesine saçlarını parmaklarımın arasına doladım. Asiye teyze araya girmeye çalıştığı an, "Sakın!" Diyerek durdurdum onu. "Sakın Asiye teyze. Daha seninle de görüşeceğim, senin o oğlunla da. Yettiniz be artık canıma. Yazık sana da."

Ahsen, "Polisim ben," diye bağırdığı an başımı aşağı yukarı hırsla salladım.

"İstediğini ol," diye bağırdım. "Şu saatten sonrası beni bağlamaz kızım." Saçlarını çeke çeke saç tellerinin elime elime döküldüğünü hissediyordum. Yüzümü iğrenç bir şeye bakıyormuşçasına buruşturdum.

"Polise hakaret ve şiddetten suç duyurusunda bulunacağım. Ah bırak şu saçlarımı." Cırlamıştı.

"Aaa öyle mi?" Dediğim an şaşkınlıkla konuşmuştum. "Suç duyurusunda bulunup beni şikayet edeceksin öyle mi?" Güldüm. "O zaman çektiğime değsin değil mi?" Saçlarına biraz daha asılıp olduğu yerde çevirdiğim an bundan sonrasında Ahsen'de karşılık vermeye başlamıştı.

Hangi ara geldiğini anlayamadığım Mirza'nın, "Mihran!" Diye bağıran telaşlı sesi kulaklarıma dolduğu an çok bir zaman geçmeden de ellerini belimde hissettim.

Ben, Ahsen'in saçlarını çekerken, Ahsen'de benim saçlarımı çekiyordu.

Mirza, beni çekmeye çalıştığı an sanki bana kıyamıyormuş gibi Ahsen'e bağırdı: "Çek elini!" Ahsen bırakmadığı an Mirza âdeta kükreyerek bağırdı. "Bırak kurban olduğumun saçlarını!"

Bırak kurban olduğumun saçlarını...

Şunu başka bir zamanda duysam oturur kahkahalarla saatlerce gülerdim ama şimdi o kadar ciddi bir işin peşindeydim ki.

Ahsen'in elleri Mirza'nın sesini duymasıyla birlikte saçlarımdan çekildiğinde gözlerindeki ifadenin hayal kırıklığı ile korkuya bıraktığını anlayabilmiştim. Mirza'yı burada görmeyi beklememişti, Mirza'nın benim tek saç telime kıyamayarak ona bağırmasını da...

Mirza'ya, "Bırak beni!" Diye bağırdığım an Mirza beni hafifçe yukarıya doğru kaldırdı ve ben tam o an iki ayağımı birleştirip hızlıca Ahsen'in karnına geçirdim. Ahsen iki büklüm bir şekilde yere düştüğü an, "Yılan!" Diye bağırdım.

Asiye teyze yere düşen Ahsen'in yanına çöktüğünde, "Koş hemen koş," diye bağırdım. "Seçtiğin gelinine bir şey olmasın aman." Dişlerimi birbirine bastırdığımda artık Asiye teyze ağzıyla kuş da tutsa aramızdaki bir şeylerin düzelmeyeceğinin farkındaydım. Yaptıklarını, bizi düşürdüğü şu durumu asla unutmazdım.

Dik dik bakışlarımla Asiye teyze ve Ahsen'e baktığım sıra Mirza, "Mihran!" Diye bağırdı. Beni geriye çekmeye çalışıyordu ve ben ona rağmen hâlâ Ahsen'e ayaklarımı sallıyordum.

"Yılan. Yılan kadın." Ahsen'e bağırdığım an bu sefer de gözlerimi beni kucağına almış olan Mirza'ya çevirdim. Ona da sinirliydim.

"Bakmayacaksın ona, konuşmayacaksın o yılanla. Bakmayacaksın o yılana tamam mı?" Bir turda hızımı alamadan Mirza'ya bağırdığımda Mirza artık daha fazla dayanamıyormuş gibi beni bahçeden çıkardı ve saniyeler içinde de arabasına tıktı. Kendisi de arabaya binip çalıştırdığında daha yeni yeni gözlerimin önü açılmış gibi tüm mahalleyi başımıza topladığımı fark ettim. Kimisi camdan çıkmış bize bakıyordu kimisi de Mirzaların evinin önüne kadar gelmişti.

Şu anlık bu durumu asla umursamadığımda, "Yılan," diyerek tısladım dudaklarımın arasından. "Tam bir yılan."

"Mihran sen niye böyle yapıyorsun?" Mirza en sonunda bana çıkıştığında, "Sen sus," diyerek yükseldim hemen. "Sen sus. Sakın konuşma."

"Mihran sen niye böyle yapıyorsun Mihran?" Diye bağırdı Mirza. "Mihran sen ne diye gidip kendini o yılana yolduruyorsun Mihran?"

Ha?

Mirza'nın söyledikleriyle birlikte çok kısa bir an kalakaldığımda şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

Cidden ha?

Ben konuşamadığım an Mirza, "Şu hâline bak," diyerek kızdı bana. "Şu saçlarının hâline bak." Ellerini saçlarıma götürüp dokunamaya kıyamıyormuş gibi okşayarak dağılan saçlarımı düzeltmeye çalıştı.

"Sen bir de karşı tarafı gör," dediğim an hırçınca konuşmuştum.

"Seni serseri." Mirza gülerek konuşmuştu. "Bana ne kızım?" Diyerek yükseldi birden. "Karşı taraftan bana ne? Benim tek ilgilendiğim sensin kurban olduğum."

Beş senelik birikimimle bu adam beni arada sinir edip kendini boğdurtmaya çalışsa da bu adam tamamdır diyorum ben. Kesinlikle tamamdır yani.

Kendimi ciddi tutup gülmemeye çalıştığımda, "Tabii ki de o yılandan sana ne?" Dedim sinirlene sinirlene.

Mirza arabanın yolunu tanıdık olan yola soktuğunda Maysa tepesine gittiğimizi anlayabilmiştim.

"Yalnız güzel serdin yere kurban olduğum." Sesi muzipçe çıkıyordu. "Güzel tekmeydi." Kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. "Senden korkmalıyım bence artık." Bence de korkmalısın Mirza, bence de...

"Şu an sıra sana gelmesin diye alttan almaya mı çalışıyorsun Mirza?" Ben de kaşlarımı tıpkı onun gibi yukarıya doğru kaldırdım. "Hayır öyle bir şey yapıyorsan da yapma. Çünkü; o sıra birazdan sana gelecek."

Mirza, "Ben ne yaptım yine?" Diye yükseldiği an arabayı geldiğimiz Maysa tepesinde durdurdu. "Ben oturduğum yerden niye suçlu oluyorum kurban olduğum?"

"Başımıza sen ve o anan sardı yılanı." Kabalıksa evet ben kabaydım bundan sonra. Şimdiye kadar Asiye teyzeyi sevip sayıp alttan aldım da elime ne geçti ki? "Sen o yılanın bana dediklerini biliyor musun? Karşıma geçip pişkince konuşmalarını..." Aklıma geldikçe hem sinirleniyordum, hem gözlerim doluyordu ama kendimi bir şekilde tutuyordum.

"Yapma ne olur kurban olduğum." Mirza sanki girebileceğimiz bir kavganın başlangıcını engellemek istercesine konuşmuştu.

"Yapma, yapma, yapma. Mihran hiçbir şey yapmasın ama her şey Mihran'a yapılsın. Mihran işitmeyeceği lafları işitsin ama Mihran kimseye bir şey diyemesin." O kadar sinirli, o kadar öfke dolu ve o kadar kırgındım ki...

"Yok efendim Şırnak'da hep birlikteymişsiniz de... Tek anınız bile ayrı geçmemiş de, senin doğum gününde bile üçünüz birlikteymişsiniz ya. Kızı, o yılan ve sen. Gözlerimin içine baka baka bunları diyor bana." Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

Mirza, "Asla!" Dediğinde hızlı ve keskin bir biçimde konuşmuştu. "Asla yok öyle bir şey kurban olduğum. Hayatımda falan yoklardı." Dişlerini birbirine bastırdı. "Bak o sadece benim abim dediğim adamın..." Duraksadı.

"Bak Mihran ben utanıyorum onun düşündüğünden tamam mı?" Ahsen'in, kendisine olan takıntılı sevgisinden bahsediyordu. "Benim üzerimde zaten yeterince ah var bir de kendime bunun ahını yüklüyorum. Ben utanıyorum da o utanmıyor."

Mirza, şehit olmuş olan abim dediği adamdan utanıyordu. Ahsen'in ona hissettikleri yüzünden o utanıyordu ama Ahsen'e zerre bir yüz kızarması yoktu. Sadece pişkinlik evet sadece pişkinlik...

Çok kısa bir an için Mirza'yı anlamaya çalıştım. Gerçekten anlamaya çalıştım. Tamam onun için de zordu. Tamam Mihran...

"Tamam," dedim sakin olmaya çalışarak. Ama olamadığım anda yeniden patladım. "Ya sen bu yılanı ne bok yemeye peşine takıp da buraya getirdin? Ne bok yemeye hayatımıza soktun? Söyle..."

"Mihran her şeyin suçlusu ben miyim?" Diye bağırdı en sonunda Mirza.

(Mirza burada size laf sokuyor arkdşlr ğgğwğdğ HER ŞEYİN SUÇLUSU MİRZA MI BE)

"Her şeyin suçlusu kabahatlisi ben miyim?" Parmaklarını kısa saçlarının arasından yolarak geçirdi. "Ben neymişim böyle ya, ben neymişim böyle? Adım atsam suçlu Mirza, dursam suçlu Mirza." Hâlâ ellerini önüne uzatmış bir şekilde bağırıyordu.

"Tamam, üste çıkmaya çalışma şimdi." Ben böyle diyordum demesine ama Mirza susmayarak tekrardan bağırdı:

"Her şeyin suçlusu ben miyim lan ben miyim?"

"Üste çıkmaya çalışma bak valla tekmelerim seni."

"Tamam kurban olduğum." Hemen geri adım atmasına karşılık gülmemek için dudağımı ısırsam da kendimi tutamayarak kıkırdadım.

Mirza'nın da dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Kurban olduğum," diyerek ellerini saçlarıma götürdü. Saçım başım nasıldı bilmiyordum ama fazlasıyla dağıldığını tahmin edebiliyordum. Tabii bir de saç diplerimin acısı gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.

"Çok acıyor mu?" Saçlarımı okşayarak düzeltmeye devam etti. "Kıyamadığım saçların çok acıyor mu?" Yanağımı şakaklarımda olan avucunun içine bastırdığımda ona biraz daha sırnaşmıştım.

"Acımıyor." Birazcık yalan söylüyordum. "Sadece hem o yılana, hem annene, hem de sana bağırmaktan boğazım acıdı." Boğazım sanki karıncalanıyor gibi hissediyordum. "Su var mı?"

"Torpido da vardı," diyen Mirza göbeğimin önünden uzanıp torpidoyu açtığında arka tarafta duran su şişesine uzandı. Şişeyi alırken elinin çarpmasından dolayı orada olan kâğıt yere düştüğünde, "Bir şey düştü," diyerek elimi kâğıda uzattım.

Aldığım kâğıdın açık olan kısmının kenarında kendi ismimi görmemle birlikte, "Bu ne?" Dediğimde kaşlarım çatılmıştı. "Benim ismim yazıyor." Mirza sözlerimle birlikte hemen doğrulduğunda içimdeki merakıma engel olamayarak onun bir şey demesini beklemeden kâğıdı açtım.

Okudum, okudum.

Ve gördüğüm şeylerle birlikte, "Oha!" Dediğimde avucumu dudaklarımın üzerine bastırdım. "Oha ki ne oha!" İnanamıyordum, gerçekten inanamıyordum. "Range Rover? Sen ve ben? Benim adım yazıyor. Benim üstüme?" Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. "Range Rover benim mi yani?"

Elimdeki kâğıdı inanamıyormuş gibi Mirza'ya uzattım. "Mirza ne yazıyor orada? Ne olur yanlış okudun deyip beni hayal kırıklığına uğratma. Valla bayılırım bak."

Söylediklerimden sonra Mirza kahkahalarıyla gülmeye başladığında şu durumda belki gülüşüne takılmamam gerekiyordu ama takıldım. Ne de güzel gülüyordu be!

"Gerçek kurban olduğum gerçek. Arabam senin araban artık."

Bismillah.

Yok artık.

"Bana bir şeyler oluyor. Nereden çıktı bu ya? Ben anlayamıyorum gerçekten..."

"Mihran hani sarhoş olduğun gece istedin ya kurban olduğum..." Ne, ne? Mirza'nın gözleri imayla kısıldı. "Tabii sen sarhoş olduğun, çok içtiğin için hatırlamıyorsun değil mi?"

Ben nasıl bir arsızdım ya? Gerçekten Mirza'ya arsız diyordum ama asıl arsız bendim. Kafamın gittiği ilk anda gidip arabasını istemiştim resmen. Hayır ben istemiştim o da vermişti.

"Pek hatırlamıyorum..." Sadece kesik kesik gözlerimin önüne bir şeyler geliyordu o kadar. "Ama bu olmaz, ben bunu kabul edemem ki." Başımı iki yanıma salladım. "Çok fazla bu. Sarhoştum hem isterken. Ben bende değilmişim yani. Sen de ciddiye almışsın resmen. İstemiyorum şimdi."

Ayy ne olur inanma ne olur inanma. Israr et, ısrar et. Valla çok istiyorum, billa çok istiyorum.

"Sarhoşken söylediysen gerçekte de bunu düşünmüş, istemişsindir Mihran." Mirza, elini belime atıp beni kendisine çekti. "Ve senin isteklerin benim için bir emirdir kurban olduğum."

Senin isteklerin benim için bir emirdir kurban olduğum...

Bismillah.

Yok yok ben gerçekten beş senelik deneyimlerime dayanarak bu adam tamamdır diyorum ya, tamamdır.

"Yaa şimdi..." Gözlerimi sahte bir ifadeyle doldurdum. "Yani hiç gerek yoktu böyle bir şeye. Gerçekten... Hem benim ehliyetim bile yok, kullanmayı bilmiyorum ki. Ayrıca sen ne yapacaksın? Arabasız mı kalacaksın?"

Mirza asla arabasız yapamazdı.

"Seni hemen bir kursa yazdırırız. Onun yanında ben de öğretmeye başlarım sana." Göz kırptı. "Hatta hemen yarın derslere başlarız." Bu kadar sırıtarak söylediği ders neydi acaba? Bir keyifle, bir göz kırpa falan yani...

"Kendime de yenisini alacağım kurban olduğum," diye devam etti sözlerine Mirza. Sanki çok normal bir şeyden bahsediyor gibiydi.

Ya benim dışımda herkesin parası vardı galiba, gerçekten bir benim yok gibiydi.

"Boşuna masraf," dedim, yüzümü buruşturarak. "Otobüs denen bir şey var, git otobüs kullan." Ne? Tabii ki de arabanı bana verme demeyecektim.

Yani Mirza'nın içinden kopmuş sonuçta... Şimdi kabul etmemek olmaz.

Mirza bana şaşkınlık içerisinde bakakaldığında, "Canım arabam," diyerek hızlıca Mirza'nın üzerinden uzanarak direksiyona sarıldım. "Güzel bebeğim, güzel kızım benim." Ay Mirza yüzünden tam sarılamıyordum ki... "Şöyle çekil bir ya," dediğimde Mirza'yı iteklemeye çalıştım.

"Canım arabam, benim arabam ya benim." Mirza'nın bana şaşkınlıkla baktığının farkındaydım.

Direksiyonun üzerinden elime bulaşan tozlarla birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldığında, "Ay şu pisliğe..." diyerek yüzümü buruşturdum. "Eski sahibin sana bakmadı mı güzel bebeğim?" Direksiyonu okşadım. "Tamam ben seni temizlerim, güzelce bakarım. Benim arabam, canım arabam." Direksiyona sıkıca sarıldım.

Mirza'nın, "Mihran," diyen şaşkın ama şaşkınlığının yanında korku dolu sesi kulaklarıma dolduğunda âdeta gülen gözlerimi ona çevirdim. "Sen iyi misin kurban olduğum?"

"İyiyim," dedim gayet normal bir şekilde.

"İyisin?"

"Hım..." diye mırıldandım. Hâlâ direksiyona sarılı bir şekilde durmam dışında hiçbir problem yoktu.

Mirza birden, "Madem iyisin sana yazıklar olsun," diyerek yükseldiği an gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Bana yine niye yazıklar oluyordu acaba? "Şu arabaya ettiğin lafların birini bile etmedin bana."

Arabayı mı kıskanıyordu? Galiba evet. Valla istediği kadar kıskanabilirdi.

O benim canım arabam, güzel arabamdı.

Sen kim, arabam kim yani?

Ay şaka şaka...

Tıpkı dün geceki gibi, "Sevgilim," dediğim an Mirza'nın gözleri birden yumuşamış, sahte kızgınlığını üzerinden atmıştı. "Seni seviyorum." Ona uzanıp dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda kısacık öpücüğümün ardından çekileceğim sıra Mirza birden dudaklarıyla dudaklarımı sıkıca kavradı. Hatta onunla da kalmayıp elini, belime atarak beni kucağına oturttuğunda bacaklarım tıpkı ata biner gibi iki yanından geçmişti.

Sırtım direksiyona yaslı bir şekilde kalakaldığında, "Ay..." diye cırlayarak hemen dudaklarımı dudaklarından ayırdım. Mirza ne ondan ayrılışıma ne de cırlamama bir anlam veremeyip kaşlarını derin bir şekilde çattı. "Ay arabamın direksiyonuna bir şey olmaz değil mi?"

Mirza öylece kalakaldı. Cidden kalakaldı yalnız.

"Mirza," dediğimde elimi gözlerinin önünde salladım. Ayy adama bir şey olmuştu ya. "Mirza huhu iyi misin?"

Mihran sen Mirza'yı yaktın Mihran.

Mirza en sonunda kendine gelebildiği an, "Mihran," dediğinde elini yüzüne götürüp sanki benim dediğime inanamıyormuş gibi sıvazladı. "Te allam ya..." Ay sanki bir şey dedim ben ya. "Mihran sen beni yaktın kurban olduğum."

Bunu dedikten sonra Mirza dudaklarını tekrardan dudaklarımla birleştirdiğinde bu sefer hiç saçmalamadan ellerimi ensesinde birleştirip onu biraz daha kendime çektim. Dudaklarımı araladığım an içeri sızan diliyle birlikte dudaklarına dudaklarına inlediğimde, bu Mirza'nın ateşini biraz daha harladı.

Birden bire kendimi yine sonsuz bir arzunun dibine çekilmiş bir şekilde bulduğumda, "Mirza..." diyerek âdeta adını inledim. "Bence biz hemen evlenek."

Yaşadığımız sadece bu an ise ben bu anımda sadece Mirza'yla olmak istiyordum. Bir şeylere daha fazla geç kalmak istemiyordum. Ölüm vardı, bunu zaten çok acı bir şekilde anlamıştım. Hayat kısaydı, mutluluk sadece kısa bir andı. Hayatımız bir anda tepetaklak olabiliyordu, tepetaklak olacaksa da Mirza'yla olsun istiyordum.

Sadece Mirza'yla...

Söylediğim şeyden sonra Mirza gözlerini şaşkınlık içerisinde açtığında, "Ha?" Dedi ve hemen ardından kendini toparladı. "Mihran sen iyi misin?" İnanamıyor gibiydi. "Bak sonra alışacağım ben bu hâllerine, yapma etme kurban olduğum."

Tövbe tövbe ya. Sanki normalde nasılsam ben? Sanki hayatı burnundan getiriyordum yani? Öyle bir davranıyor, öyle bir şaşırıyordu ki...

"Ba ba ba laflara bak laflara." Onu taklit ederek konuştuğum an Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Tam dudaklarımı tekrardan aralayıp konuşacağım sıra çalan telefonumun sesi aramıza girdiğinde ceketimin cebinden telefonumu çıkardım.

"Babam arıyor," dediğim an dudaklarımı ısırdım. Babamın mahalleyi birbirine katıp, Ahsen'i dövmüş olduğumu öğrenme ihtimali yüzde kaçtı acaba?

"Bittim ben." Telefon sustu ama hemen peşinden geri çaldı. "Kesin öğrendi kavga ettiğimi. Bittim ben." Telefon yeniden sustu ama hemen peşinden tekrar çalmaya başladı. Tek fark bu sefer arayan babam değil, annemdi. Babam açmayacağımı anladığı için anneme aratıyordu. "Peş peşe arıyorlar bir de. Ay ben son günlerde zaten çok vukuatlıyım. Bittim ben." Telefon susuyor ama sürekli tekrardan çalıyordu.

Benim bu korkulu hâllerime karşılık Mirza sessiz kalıp bir şey demediğinde böyle bir daha da sinirlendim. "Ne yapacağım ben şimdi?" Mirza'nın kucağından inerek kendimi yan koltuğa attım.

Mirza, "Korkunun ecele faydası yok," dediğinde sesi gayet rahat bir şekilde çıkmıştı. Birden arabayı çalıştırıp Maysa tepesinden çıktığında sözlerine devam etti: "Mahalleye gideceğiz mecbur."

Ona konuşmak kolaydı tabii.

Bizim mahalleyi maalesef ki çok iyi tanıyordum. Bir olay oradan başka bir yere kırk farklı şekilde giderdi. Kim bilir şimdi babama da nasıl gitmişti?

Mahalleye olan yolculuğumuz benim diken üstünde oluşlarım, Mirza'nın da gayet rahat olan tavırlarıyla birlikte tamamlandığında en sonunda Mirza arabasını evlerinin önünde durdurdu.

Mirza arabadan inip kapıyı hızlı bir şekilde çarparak kapattığı an, "Yavaş!" Diye bağırdım istemsiz bir şekilde yükselerek. "Babasının arabası sanki ya..." Söylene söylene peşinden ben de indim. "Dan dan vuruyor kapıları." Kapımı oldukça yavaş ve arabama nazik bir şekilde davranarak kapattım. "Kibar ol arabama karşı." Hâlâ söyleniyordum.

Mirza benim söylenmelerimi umursadığı an yanıma doğru geldi. "Mirza?" Sesim bu sefer gayet kibar bir şekilde çıkmıştı.

"Kurban olduğum?" Ya ama ya...

"İçeride ne olursa olsun benim yanımda olur musun, bana arka çıkarsın değil mi?"

"Tabii ki de hayır," dedi Mirza. Sırıtıyor muydu o? Evet evet sırıtıyordu. "Gidip kavga ederken bana mı sordun? Valla hiç umrumda değil kurban olduğum."

Ne?

Gözlerim hayal kırıklığının getirdiği bir öfkelenmeye bürünürken burnumdan solumaya başladım. Geçen gün benim babam konusunda ona dediklerimi şimdi yüzüme vururcasına o bana diyordu.

Hani ben, senin kurban olduğundum be?

"Yazıklar olsun," dediğim an cebimde titreyen telefonum yine kendisini belli ettiğinde hiç çıkarmadım bile. Babam ve annem çok fazla aradığı için sesini kısmıştım ama titreşimle bile belli oluyordu. Daha fazla burada böyle dikilemeyeceğimi anladığım an Mirza'ya tekrardan, "Yazıklar olsun!" Diyerek eve doğru yürümeye başladım. "Gelme sakın peşimden."

Şöyle bir baktım da zaten gelmiyordu ki.

Bu beni daha da çok sinirlendirdiğinde bahçe kapısını açıp korka korka içeri girdim. Tam tahmin ettiğim gibi beni bahçede turlayan babam, yanında oturan annem, Asiye teyze ve bonus olarak da Aslan amca karşıladığı an varlığımı belli etmek adına hafifçe öksürdüm.

"Babacığım?"

Sesimi duymasıyla birlikte babam hızlıca bana döndüğünde, "Mihran!" Dedi. Önce bir dağılmış saçlarıma baktı, sonra kaşları böyle daha da bir çatıldı. "Ne yaptın sen kızım?"

"Ne yapmışım ki?" Dediğimde elimle dağılmış saçlarımı düzeltmeye çalışarak şirin şirin konuşmuştum. Korkudan bana bir gelmişlerdi yahu!

"Mahalleyi birbirine katmışsın, herkes seni konuşuyor." Bunu diyen tabii ki de annem olmuştu.

"Dönsünler bir kendilerini konuşsun onlar be!" Diyerek daha fazla kendimi tutamamış ve çirkefleşmiştim. Zaten koca mahalleli ölüyü diriyi kurutmuş bir bana kalmıştı.

Babam, "Kızım sen niye böyle yapıyorsun?" Dediğinde sesini sakin bir şekilde çıkarmaya çalışmıştı. Gözlerim hemen ardında sandalyede duran Asiye teyzeye kaydığında kaşlarım çatıldı ve Asiye teyze hemen gözlerini kaçırdı. "Kızım sen niye kavga ediyorsun? Şu saçına, başına bak."

Herkes de bugün bir saçıma başıma takmıştı yahu! O kadar mı kötü görünüyordum ben?

Tam babama yine aynı şirinliğimle cevap vereceğim sıra annem, "Kızı iyi yolmuşsun," diyerek araya girdi. "Mahalleli hep o kızı Mirza oğlumun sevgilisi sanmış. Rezil olduk rezil. Zaten aranızda bir şey olduğu konuşuluyordu bir de üzerine bu kız çıktı."

Mirza'nın sevgilisi...

Bilerek mi yapıyorlardı ya? Gerçekten soruyorum bunlar belli bir günde toplaşıp Mihran'ı çıldırtalım falan diye mi bekliyorlardı ya? Gelen geçen benim sinirlerimi hoplatmaya çalışıyor gibi geliyordu.

Ne demek Mirza'nın sevgilisi ya, ne demek?

"Ne saçmalıyorsun sen anne?" Diyerek birden yükseldiğimde artık daha fazla kendimi tutamamıştım. "Bir Asiye teyze, bir sen... Bakın bana geliyorlar, gerçekten geliyorlar artık."

Taş olsa çatlardı yahu. Ben nasıl dayanayım bunlara?

Tam hızımı alamamış gibi yeniden konuşacağım sıra önce ardımda onun varlığını, sonra ensemde onun nefesini hissettim. Mirza'nın... En sonunda hiç beklemediğim bir şey yaparak elini uzatıp sıkıca elimi kavradığında, artık karşılarında el ele bir şekildeydik.

Gözlerim birleşen ellerimize düştüğü an uzun uzun ellerimize baktım. Şimdi sadece ellerimiz değil, kalplerimizde birdi. Mirza parmaklarımı biraz daha sıktığı an ben de sıkıca ona tutundum.

Bundan sonra da bir tek ona tutunurdum.

Mirza, "Mehmet amca," dediğinde boğazını usulca temizledi. "Bakın karşınızda boynum kıldan ince. Zamanında hatalar yaptım mı? Evet yaptım. Pişman mıyım? İt gibi pişmanım. Bana ne derseniz deyin hepsine eyvallah." Olduğum yerde yaprak gibi titrerken birden Mirza'nın sözlerinden güç aldığımı hissettim. "O kadınla..." Ahsen'in adını ağzına almaması dudaklarımın yukarıya doğru kıvrılmasana sebep oldu.

"O kadınla bir şey yok, olamaz da." Sözlerini annemin gözlerine baka baka olabildiğince sert bir şekilde söylemişti. "Bakın ben bu eli tuttum." Hepsinin gözleri birleşen ellerimize düştü. "Bir kez değil, bin kez tuttum ben eli. Şimdi değil bin kez, bir kez olsun bırakmam ben bu eli."

Her bir sözünün üzerine basa basa, onlara anlatmak istercesine konuşmuştu.

Ortama bir sessizlik çöktüğünde kimseden çıt çıkmıyordu. Sadece nefes seslerimiz...

Mirza'nın elini güç almak istercesine sıktığımda elimin üzerini hafifçe okşadı. "Şimdi Mehmet amca eğer iznin olursa..." Duraksadı. "Biz evlenmek istiyoruz."

Ne?

Babam birden, "Bana bir şeyler oluyor," diyerek elini kalbine götürdüğünde kendini sandalyenin üzerine doğru attı. Babamın sahteden bayılıyormuş gibi yaptıklarına karşılık hepsi başına toplandığında, şaşkın şaşkın bakışlarımı Mirza'ya çevirdim.

"Biz evlenmek mi istiyoruz?" Gözlerimi kırpıştırdım.

Babamın, "Çekilin çekilin Mihran," diyen sesini duysam da gözlerimi Mirza'dan çekmedim. Babamın numara yaptığını anladığım için ona bakmıyordum.

Mirza, "İstemiyor muyuz kurban olduğum?" Dedi. İstiyorduk değil mi ya? Evet evet istiyorduk.

Babam bu sefer de, "İstemiyor tabii benim kızım," diye bağırdığı an gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Yo istiyordum.

Kalbimin ona atışından, sıktığım elinden güç aldığımda, "İstiyoruz," dedim kendimden emin bir şekilde. "Biz evlenmek istiyoruz baba."

Biz...

Babam, "Biz istemiyoruz ama..." dediği an başımı iki yanıma salladım. Babamla işimiz gerçekten hiç kolay olmayacaktı.

Aslan amca araya girerek, "Mehmet bak kardeşim," dediğinde sıkıntılı bir nefes vererek duraksadı. "Bak bu çocuklar birbirlerini seviyorlar. Gel biz önayak olalım, çocukluk etmeyelim kardeşim."

Aslan amcanın peşinden annem de, "Evlensinler evlensinler," diyerek araya girdiğinde sesinden akan heyecanını hissedebilmiştim.

Ee tabii kendine Mirza gibi bir damat bulmuştu. O heyecan yapmayacaktı da başka kim yapacaktı yani?

Ay ben Asiye teyzenin heyecanını da hissedebiliyordum. Ee tabii o da kendine benim gibi bir gelin bulmuştu. Eminim böyle şimdi içten içe o kadar çok mutluydu ki... Buna eminim yani.

Babam ondan hiç beklemediğim bir anda, "Tamam," dediğinde ağzının ucuyla konuşmuştu. "Bir haftaya gelin misafirimiz olun."

Mirza hemen, "Bir hafta çok geç..." diyerek konuşmaya başladığında onun daha sözünü tamamlamasına izin vermeden sahte bir şekilde öksürmeye başladım.

Şimdi babam cayacaktı ondan sonra görecekti gününü.

Babam, "İki haftaya..." dediği an Mirza'nın gözleri sonuna kadar açıldı.

"Bir hafta kabuldür Mehmet amca. Bir hafta çok iyidir. Bir hafta çok iyi."

Babam, "Aferin," dediği an gülmek istesede kendini tuttuğunun farkındaydım. "Bir hafta sonra gelin isteyin kızımı." Bu sefer kendini tutmadı ve o tonton göbeğini hoplata hoplata güldü. Neye güldüğünü anlam veremediğimiz an babam yine gülüşlerinin arasından Mirza'nın ateşini fitilleyecek son sözlerini söyledi:

"Tabii ben kızımı, göz bebeğimi verirsem..."

*

Yatağımın üzerine attığım telefonum bilmem kaçıncı kez yine peş peşe titrediğinde oflayarak telefonumu elime aldım.

Babam son sözlerini söyledikten sonra ardımızda gerçekten kudurmuş bir Mirza bırakarak beni eve sokmuştu. Eve geleli ne kadar oluyordu tam bilmiyordum ama bir saate yakın bir zaman olmalıydı. Ve bu zaman diliminde de Mirza hiç durmadan mesajlar atmıştı.

Gerçekten hiç durmadan...

Telefonumu açıp WhatsApp'a girdiğimde Mirza'dan gelen mesajları okumaya başladım.

Mirza: Kurban olduğum

Mirza: Mehmet amca ya işimize çomak sokarsa?

Mirza: Ya seni bana vermezse

Mirza: Ya beni de sana vermezse

Mirza: Zaten bana geçen günden kinli

Mirza: Kesin vermeyecek seni bana

Mirza: Ne yapacağız biz?

Eve geldiğim andan beri aramızda sürekli aynı sohbet dönüp duruyordu. Bir de o kadar ciddi yazıyordu ki gülmeden edemiyordum. Ve kendime itiraf ettiğim bir gerçek vardı ki... Onunla böyle sanki liseli sevgililer gibi mesajlaşmayı özlemiştim.

Siz: Yapacak bir şey yok

Siz: Sen de babamı ikna edene kadar istersin artık

Siz: Artık onuncu da mı ikna olur bilemem

Mirza: Bana on deme Mihran sen bana on deme

Güldüm.

Siz: O zaman artık yirminci de mi ikna olur bilemem

Siz: Bir tane kızıyım sonuçta

Mirza: Benim de bir tane kurban olduğumsun.

Mirza:

Mirza'dan gelen mesajla birlikte kahkahalarımı tutamadığımda karnımı tuta tuta gülmeye başladım.

Mirza: Nasıl siliniyor bu

Mirza: Mesaj silme şeyi yok mu?

Mirza: Silemiyorum lan

Mirza: Gülüyorsun değil mi şimdi bana?

Mirza: Babaanne babaanne sen beni yaktın

Mirza: Ne halt yemeye aynı evin içinde cuma mesajı yollarsın ki?

Mirza: Al işte yanlışlıkla yolladım

Siz: İşte bir Mirza'da olsan o güllü cuma mesajını yolluyorsun ahahajajajaja

Gülmeye devam ede ede Çiçek'in attığı stickerlardan en komik olanını bulduğumda tam basacağım sıra parmağımın yanlışlıkla başka bir stickera basması saniyeler içinde oldu.

Siz:

Yolladığım stickerla birlikte gözlerim sonuna kadar açıldığında hemen silmeye çalıştım ama benim sayfamda yatan Mirza tabii ki de ben silemeden gördü.

Silmedim ve benimle dalga geçmesini bekledim.

Sen beni yaktın Çiçek, sen beni yaktın.

Mirza: Tabii ki de seninim kurban olduğum

Mirza: Bunu hiç kafana takma

Mirza: Seninim yani

Mirza: Bunun lafını bile yapma

Mirza: Seninim konu kapandı.

Mirza: Sen nasıl gülüyordun şimdi?

Mirza: ahahajajajaja

"Hak ettin Mihran," dedim kendi kendime. "Gülsün bırak. Gerçi ben şimdi seni sinir etmeye bilirim de neyse Mirza." Valla bir şey derdim kudum kudururdu da neyse yani. Şimdi zaten babamın dediklerinden dolayı kuruluydu bir de ben demeyim.

Mirza: Mihrannnnnnn

Mirza: Lan kurban olduğum Mihrannnnn

Mirza: Sen bunu nerden buldun?

Neyi nerden buldum yahu?

Mirza: Lan sana benimsin diye kim atıyor bunları?

Mirza: Sen kime atıyorsun bunları?

Mirza: Mihran bana geliyorlar bana geliyorlar bak

Mirza: Bana bir şeyler oluyor

"Sabır ya sabır..." dedim kendi kendime. Ben onu sinir edecek bir şey demeden o kendi kendine zaten bunu becermişti.

Siz: Ben uyuyacağım Mirza

Siz: Çok uykum geldi şimdi

Mirza: Mihrannnnn

Mirza: Kim atıyor kim

Mirza: Ne uyuması

Mirza: Elim ayağım titriyor bak benim

Siz: ahahajajajaja

Siz: ahahajajajaja

Mirza bu sefer de hızını alamayarak aramaya başladığında telefonu meşgule attım. Böyle yapıyordum yapmasına ama Mirza deliydi. Kafası atarsa valla gelir kapıma falan dayanırdı. Bundan korkuma telefonlarını açmasam da en azından mesaj yazmaya başladım.

Siz: ÇİÇEK ATTI ÇİÇEK

Siz: Oldu mu??

"Mihran kızım." Annemin bağıran sesini duyduğum an ben de odadan, "Efendim?" Diye bağırdım.

"Bak ben ona bağırıyorum o da bana odadan bağırıyor." Yine bağırmıştı. "Kargo gelmiş sana kargo." Söylediğim ya da beklediğim bir şey yoktu. Ama kargo lafını duymam beni klinikteki gelen kargoya götürmüştü. Abime aldığım bilekliğe ve nota...

Kalbim sıkıştığı an oturduğum yerden birden kalktım ve hızlı bir şekilde odadan çıkıp merdivenlerden indim. Aynı hızla birkaç saniye içerisinde bana gelen kutuyu ellerim titreye titreye almam bir olmuştu zaten. Annemin söylenmelerini duymadan elimdeki kutuyla birlikte odama geri girdiğimde ellerim titreye titreye kutuyu açtım. Yine aynısı olmuştu. Bir kutu değil, dalga geçer gibi bir sürü kutu açmıştım.

En son kutuya geldiğim an içinden çıkan Flash Bellekle birlikte duraksadığımda nefesim sıkıştı. Bir yandan da Mirza'nın hâlâ attığı mesajların titreşimi yükseliyordu.

Flash Belleki elime aldığımda kendime hiç düşünme payı tanımadan bilgisayarıma taktım. Düşünsem yaramazdım biliyordum.

Ekrana önce siyah bir ekran düştüğünde, hemen peşinden de beyaz yazıyla bir tarih belirdi.

01.02.2017

Kapatmak istedim, elim flash belleke kadar gitti ama çekemedim, kapatamadım.

"Ne olur," diye fısıldadım kendi kendime. Mirza sanki hissetmiş gibi hâlâ mesaj atıyordu, ama dönüp bakmıyordum bile. "Ne olur üzülmeyeyim, ne olur."

Ama öyle olmadı.

Üzerinde tarih yazan siyah ekran gitti, perde açıldı ve karşıma abim çıktı.

"Abi..." diye fısıldadığım an tuttuğum gözyaşlarım çoktan akmaya başlamış, parmaklarım ise ekrana uzanmıştı bile. "Abi'm..." Ağlaya ağlaya konuştuğum an ekrana giren kadınla birlikte parmaklarım havada asılı kaldı. Kadının arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyordum ama abim bana dönük ve netti.

Yabancı bir ev, yabancı bir kadın ve abim.

Abim, "Öldüreceğim onu," diye bağırdığı an neyden bahsettiğini, ne olduğunu anlayamamıştım bile. "Öldüreceğim onu." Karşısındaki kadının yüzüne uzandı, yanaklarını tuttu.

Kasıldım.

"Sana kıyamam, sana ölürüm ben." Tanımadığım o kadının yanaklarını okşadı, alnını o kadının alnına yasladı.

Bunların hepsini abim yaptı.

Şimdi gözyaşlarım yanaklarımda bir dağ oldu sanki.

Kadın, "Serhat seni seviyorum," dediğinde hıçkırıklarının arasından konuşmuştu. Abime tutundu, sıkıca tutundu. Ben bunların hepsini ekranın karşısından izledim. "Serhat ben seni çok seviyorum."

Birbirlerine uzun uzun baktılar.

"O..." Kadının titreyişini hissedebilmiştim. "O öldürür bizi, öldürür seni Serhat."

Öldürür seni Serhat.

Elimi, kalbimin üzerine koyarak kendimi sıktım.

"Sadece boşanalım dedim diye şu yaptıklarına bak, yakıp yıkar öldürür bizi Serhat."

Evliydi. Bu kadın evliydi.

Abimin evli bir kadınla ilişkisi vardı.

"Abi... Abi... Abi..." Hıçkırdım, sığamadım, dayanamadım. Başımı masanın üzerine vurmaya başladığımda, alnımın acısını bile düşünmeden vuruyordum. Sanki delirmiş gibiydim.

"Kaya bizi öldürür..." Kadının tekrardan konuşmasıyla birlikte vurduğum başımı kaldırdım. "Kaya bizi öldürür, yaşatmaz."

Kaya...

'Kaza değil, cinayet olabilirmiş.'

Bu video; abimin kaza yapmasından tam bir hafta önce çekilmişti.

Abim bir hafta sonra kaza yapmıştı. Hayır yaptırılmıştı.

Abim, bir cinayete kurban gitmişti.

Öldürülmüştü.

"Allah kahretsin," diye içimdeki acıyla birlikte avaz avaz bağırdığımda bilgisayarı alarak yere fırlattım. Ne ekran kapandı, ne de video gözlerimin önünden gitti. "Kapan kapan." Tam bilgisayarı elime alıp tekrardan fırlatacağım sıra abim tekrardan konuştu:

"Mirza'ya söyleyeceğim." Kalbim ağırlaştı, dizlerimi değil kalbimi taşıyamadım bu sefer.

İki dizimin üzerine yere yığıldığım an abim son sözlerini de söyledi: "Mirza'ya anlatacağım, o bana yardım eder."

*

SİZLERİ SEVİYORUM Kİİİİ💙 sizi üzüp size yaranmaya çalışan yazar mavisi pozu gğğwğdğd

SOHBET ETMEDEN BÖLÜMDEN KAÇMAK YOK ONA GÖRE🔪🗡

Nasıl buldunuz bakalım?

Hadi bir de bölümü emojilerinle anlatın desem🥵💙🥺

~Bölümle ilgili aklınızda kalan soru işaretleri varsa lütfen buraya bırakın. Tek tek cevaplarım🤝

~Yine bölümle ilgili eleştireliniz, beni eleştirmek istediğiniz bir nokta varsa lütfen buraya bırakın🤝💙

Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro