20.Bölüm: "Cinayet"
#Bahadır Sağlam - Çaresiz Şehir
#Melike Şahin - Nasır
#Dedublüman - Sakladığın Bir Şeyler Var
#Kamuran Akkor - Bir Ateşe Attın Beni
07.01.2022 (Hatıra kalması açısından yazmamı istemişsiniz🤝)
Bölüme geçmeden önce çok kısa bir şey söylemek istiyorum. Visal'e başlarken kendi içimde dediğim bir şey vardı. Visal'e asla bir bölüm, yorum sınırı koymayacağım. Koymadım, bundan sonrası için de koymayacağım. Ama arkadaşlar artık yirminci bölüme kadar gelmişiz. Bir şekilde buradaysanız hikâyeyi sevmişsinizdir, karakterlerde sizi çeken bir şeyler vardır, ya da bazılarınız sevmese bile az da olsa sevmiştir yani ğgğwğeğdğ Bir yıldıza basmak, ya da bölümle ilgili düşüncelerinizi belirtmek çok zor olmasa diye düşünüyorum💙 Gerçekten eleştiriye çok açık bir insanım, şimdiye kadar gelen eleştirilere hiç kötü bir tepki vererek yaklaşmadım. Bu yüzden düşüncelerinizi belirtirseniz çok sevinirim, zaten yorumlara cevap da veriyorum💙
Kısa bir şey deyip çok uzun konuştum gfğgğw
Twitter'da #Visal etiketiyle yorumlarınızı, beğendiğiniz alıntıları bekliyor olacağım. (Twitter: kendince_yazar0)
Ve Dila'Cihangir onları çok sevdiğinizi gördüm. Sevmenizi beklesem de bu kadarını beklemiyordum🥺 Hep ayrı kitap isteği yazılmış. Ama bu mavi ne yapsın şimdi?
Onlar için de bir bölüm yazdım. Pazar günü 21.00'da Dila'Cihangir bölümünde görüşürüz✨🥂
Aynen mavi sınavların vardı aynen ğgğwğdğ Neyse çok konuştum kesin çoğunuz okumadı ha ğtğwğdğc
Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰
Bu güzellikleri ben yaptım ben ğgğwğdğ yaptığım tek şey Visal yazmak çaktırmayın ne olur ğğgeğğdğ aslında bir tane daha yapmıştım ama wattpad onu kaldırır diye koyamadım🥵 bunları da atıp atmamak konusunda kararsız kalsam da koyayım bari dedim❤️🔥
*
Yanıma yaklaşan adım seslerini hissediyordum. Gecenin ayazını, toprağın soğuğunu... Sonra onun sesini duydum.
Mirza'nın...
"Mihran!" Diye bağırdığı an sesi artık çok yakınımdan geliyordu. "Kurban olduğum." Alnıma değen parmaklarını hissettiğim an gözlerimi gücümün son kırıntısıyla birlikte hafifçe araladım. Gözlerim Mirza'nın gözleriyle birleştiği an Mirza tuttuğu nefesini bıraktı. Gözlerinin içini saran telaşını, korkusunu hissedebilmiştim. "Oh..." dediği an korkusu silinmemişti ama biraz olsun rahatlamış gibiydi.
"Ateşin var, ateşin var." Kendi kendine konuşuyor gibiydi.
Ellerini bacaklarımın arasından geçirip beni kaldıracağı sıra, "Gitmeyeceğim," diye fısıldayarak abimin mezarına biraz daha sarıldım. Kaç saat geçmişti bilmiyordum ama saatlerdir burada abimin mezarına sarılmış bir şekilde yatıyordum. "Abimle duracağım ben."
Mirza'nın derin derin aldığı soluklarını hissediyordum. "Ateşin var," dediğinde benim daha başka bir şey dememe izin vermeden beni abimin mezarından çekip kucağına alarak doğruldu. Yürümeye başladığı an abimden bana kalan bileğime geçirdiğim bilekliği, tırnaklarımın diplerinde ve avucumun içinde kalan toprağı olmuştu.
Başımı Mirza'nın göğsüne bastırdığımda, "Bir kendine gel, bir kendine gel sen..." diyen kızgın sesini duydum. Hem kızıyor, hem kıyamıyor gibiydi. "Şuraya gelene kadar öldüm öldüm dirildim ben. Hesabını soracağım sana bunun." Hâlâ söyleniyordu.
Arabanın açılışını duyduğum an hemen peşinden Mirza bedenimi koltuğa bıraktı. Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık var gibi hissetsem de gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum.
"Üşüyorum," dediğimde titreyerek mırıldanmıştım. "Kapıyı ört." Mirza söylene söylene kapıyı örttüğünde ellerimi, bacaklarımın arasına sıkıştırarak biraz olsun ısınmaya çalıştım.
Isınamıyordum.
İçimin yangınına rağmen bir türlü ısınamıyordum.
"Çok üşüyorum, çok..." dediğim an Mirza arabaya binmiş ve benim sızlana sızlana söylediklerimi duymuştu.
"Kurban olduğum," diyen Mirza'nın dudaklarını alnıma hissettiğimde benim çektiğim acının kat kat fazlasını çektiğini hissediyordum. "Geçecek tamam mı? Geçecek kurban olduğum."
"Çok yorgunum." Fısıldamıştım.
Mirza dişlerini birbirine bastırdığında arabayı çalıştırıp son sürat bir şekilde yola koyuldu. Benim için endişelendiği ve ateşim olduğu için hızlı kullandığının farkındaydım. Mirza'nın çalan telefonu kulaklarıma dolduğunda ekrandaki isme bakarak başını iki yanına salladı.
En sonunda, "Efendim Mehmet amca?" Diyerek açtığında yorgun gözlerim biraz daha açıldı. Arayan babam mıydı yani?
Mirza, "Evet buldum..." dediği an bana kısa bir bakış attı. "Yanımda evet. İyi Mehmet amca." Herkesi telaşlandırdığımı daha yeni yeni fark ediyordum.
"Hayır gelmiyoruz Mehmet amca," dediği an karşıdan yükselen babamın sesini buradan bile duyabilmiştim. "Evet gelmeyeceğiz Mehmet amca."
"Mirza..." dediğim an yolda olan gözlerini bana çevirdi ve beni bakışları bile susturmaya yetti.
"Mehmet amca o zaman önce sen bulsaydın Mihran'ı." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında dudaklarımı ısırdım. Mirza ve babam derin bir tartışmanın içine giriyordu ve ben sadece burada böylece dinlemekle yetiniyordum.
"Ben buldum önce Mehmet amca." Gerçekten şu hâlimle bana bir şey olmayacaksa bile babam ve Mirza yüzünden olacaktı.
Babamın, "Ulan eşek herif!" Diye bağıran sesi kulaklarıma dolduğunda, "Mirza," dedim artık aralarına girme ihtiyacı hissederek. "Telefonu bana verir misin?"
Mirza kısa bir an beklediğinde bakışlarımla dayanamamış gibi telefonu bana uzattığında, "Benimle kalacaksın!" Diyerek sözlerine son noktayı koydu. "Seni bu gece bırakmam."
Elinden aldığım telefonu, "Babacığım," diyerek kulağıma götürdüğümde sesim halsiz bir şekilde çıksa da yine de şirinlik yapmaktan geri kalmamaya çalışmıştım.
"Kızım sen nerdesin? Ben saatlerdir seni arıyorum. Sen nerdesin kızım?"
"Baba ben..." dediğimde ne diyeceğimi bilememiştim. "İyiyim gerçekten." Babam burnundan soludu.
"Mihran eve gel kızım. O eşek herifle durmana katiyen izin vermiyorum." Duraksadığında hızını alamamışçasına, "Eşek herif!" Diye bağırdı. Tabii bunu Mirza'da duydu. "Sen benim kızımsın gelmiş bir de bana posta koyuyor."
Mirza, "Benim de kurban olduğum, yârim ona kalırsa," dediği an gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Önce ben buldum." Ben kendimi zor tutarken Mirza sözlerine devam ediyordu.
"Bak daha oradan seslerini duyuyorum ben o eşek herifin." Babamın bağırtısıyla birlikte dudaklarımı ısırdım.
"Bir şey demiyor baba."
"Bana onu savunma kızım."
"Tamam," dedim usulca. "Hem ne savunacağım ben o eşek herifi?" Ben de birden gaza gelmiştim ha!
Babam, "İşte benim kızım," dediği an sesi Mirza'ya laf atmamdan dolayı keyifli bir şekilde çıkmıştı. "Hadi gel kızım eve. Bekliyorum ben seni."
"Baba kızma bana. Lütfen..." dediğim an babam sözlerimden ne dediğimi anlamıştı. "Bu son gerçekten. Geldiğimde her şeyi konuşacağız baba. Lütfen..."
"Tabii kızım, kal kızım, eve gelme kızım..." Babam resmen benimle alay ediyordu. "Çok modern bir babayım ya ben." Dudaklarımı ısırdım. Babam beklediğimden daha da zorluyordu beni. Ki olaylara onun açısından bakmaya çalıştığımda haklı olduğu yönlerini de görebiliyordum.
"Baba kaçırıyor beni resmen ben ne yapayım şimdi ama?" Dediğimde Mirza'nın gözlerinin bana döndüğünü hissettim.
"Söyle söyle," dedi Mirza. "Az daha atıp tut. Adam sanki benden hiç kıl kapmıyor gibi biraz daha kapsın."
Babam, "Bekle polisi arayacağım," dediği an elimi yüzüme götürerek sıvazladım. Ben zaten bitmiş bir durumdaydım ama babam ayrı yoruyordu, Mirza ise çok başka yoruyordu.
"Baba," dediğimde sakince konuşmaya çalışmıştım. "Mirza zaten polis ya hani." Babamın kısa bir anlığına unuttuğu gerçeği ona tekrardan hatırlatmıştım.
Bu işin böyle böyle uzayacağını ve benim bu zerre enerjimin kalmadığını fark ettiğimde, "Baba yarın geldiğimde konuşacağız," dedim. "Lütfen üzme beni..." Bundan sonrasında babamı bir şekilde ikna edip, üzerine bir de beş dakika nasihatlerini dinledikten sonra telefonu en sonunda kapatabildiğimde Mirza'ya uzattım.
"Gerçekten," dediğim an hâlâ babamla Mirza'nın yaşadığı konuşmaya inanamıyordum. "Gerçekten babama kafa tutarken ne düşündün bilmiyorum ama benim sana verdiğim on yılı mumla arayacaksın gibi geliyor."
Mirza 'on yılı' duymasıyla bile sinirli sinirli soluduğunda, "Senin şu az önceki kaçırma işini düşünmem gerekiyor galiba artık," dedi. Alaylı değildi ve gayet ciddi ciddi söylemişti. "Hatta ne dersin?" Diyen Mirza kaşlarını yukarıya doğru kaldırdığında bana baktı. "Şimdi kaçırayım mı seni?"
"Ben sana kaçmam," dediğimde koltukta yaslı olan başımı ona çevirdim.
"Seni kaçırırken bir de senden izin mi alacağım kurban olduğum?" Diyen Mirza'yla birlikte birkaç saniye duraksadım. Şu an çok mantıklı konuşmuştu ve ben ne diyeceğimi bilememiştim. Her şeyi geçmiştim biz iki akıllının şu durumda ettiği sohbete inanamıyordum yani.
Yaşadığımız aydınlanmayla birlikte, "Biz neden böylesine saçma bir konuyu konuşuyoruz ki?" Dedim.
"Saçma dediğin konu bizim mürüvvetimiz yalnız." Çok mu arıyordu böyle kelimeleri acaba?
"Sen o mürüvveti anca rüyanda göreceksin gibi," dediğimde titreyen vücudumla birlikte devam ettim sözlerime: "Çok üşüyorum. Klimayı açar mısın?"
"Hayır." Cevabı netti.
"Ne demek hayır?" Diyerek yükseldim. Üzerimdeki kabanıma ne kadar sarılırsam sarılayım beni ısıtmıyordu. "Üşüyorum diyorum."
"Ateşin var Mihran," dediği an ne zaman geldiğimizi anlayamadığım evimizin önünde arabayı durdurdu. "Ateşli anlarda sen bir hemşire olarak ne yapılması gerektiğini daha iyi bilirsin." Sözlerinin ardından arabadan indiğinde yanıma gelerek beni kucağına aldı.
Eve doğru ilerleyip anahtarı çıkardığında havanın soğuğundan dolayı biraz daha Mirza'ya sığındım. Teni sıcaktı, beni kendimden geçirecek kadar sıcaktı... Açık tutmakta zorlandığım gözlerimi artık kapattığımda Mirza'nın kollarına bıraktım kendimi.
"Mirza..." diye fısıldadığım an gözlerimin dolu dolu olduğunu hissediyordum. Ne hissedeceğimi, ne söyleyeceğimi bilemiyordum artık. "Beni çok üzüyorlar." Sözlerimin ardından Mirza'nın kasıldığını, sert sert nefesler alışını hissettim. "Beni çok üzüyorlar Mirza."
Çok üzüyorlar...
Mirza zaten bana ne olduğunu sormamak için kendini zor tutarken benim böyle konuşmam da ona hiç yardımcı olmuyordu. Ne olduğunu sormak için, canımı okumak için benim iyi olmamı beklediğinin de farkındaydım.
Mirza merdivenleri inerek banyoya girdiğinde beni kucağından indirerek lavabonun soğuk betonuna oturttu. "Çok üşüyorum."
"Birazdan iyi olacaksın kurban olduğum," diyen Mirza üzerimden önce kabanımı peşinden de tişörtümü çıkardığında karşısında sütyenimle kalmıştım. Kollarımı birbirine sürterek ısınmaya çalıştım. "Sana söz birazdan geçecek tamam mı?"
"Kolumu kaldıracak hâlim yok," dediğim sıra başım sanki bir biblo bebekmişim gibi Mirza'nın omzuna düştü. Akan bir damla gözyaşım ise tenine...
"O kadar yoruldum ki artık." Bunu öyle bir içtenlikle söylemiştim ki... Yorulmuştum, tükenmiştim.
Mirza, "Tutun bana," dediğinde elini, pantolonuma götürüp pantolonumu da bacaklarımın arasından sıyırıp çıkardığında, karşısında sadece iç çamaşırlarımla kalmıştım. "Yorulduysan tutun bana." Sanki bunu bekliyormuşçasına tırnaklarımı Mirza'nın koluna geçirerek, sıkıca ona tutundum.
Mirza üzerindeki tişörtü çekip benim kıyafetlerimin yanına fırlattığında pantolonunu çıkarmamıştı.
Mirza, "Bacaklarını belime sar kurban olduğum," dediği an titreyen bacaklarımı Mirza'nın beline doladım. Hiç itirazsız her dediğini yapıyordum. Mirza beni kaldırdığı an açtığı suyun altına doğru ilerledi.
"Şırnaktayken bittiğimi her düşündüğümde sana tutunurdum," dediğinde dikkatimi dağıtmak istercesine konuşmuştu. Anlamıştım, ki başaralı da olmuştu. Gözlerimi ona çevirdiğimde devam etmesini bekledim, o da zaten etti. "Yoruldum dediğim an varlığın düşerdi aklıma." Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığı an, "Gerçi hiç gitmiyordun ya..." diyerek ılık suyun altına girdi.
Üzerimize dökülen suyla birlikte titreyen dudaklarımı birbirine bastırdığımda, "Üşüyorum," dedim.
Mirza beni biraz daha teninin sıcaklığa sardığında, "Ateşinin düşmesi gerekiyor kurban olduğum," dedi. "Biraz daha..."
"Mirza," diye fısıldadığım an başımı göğsünden kaldırıp beni çeken girdap gözlerine baktım. "Öpsene beni." Mirza sanki bunu bekliyormuşçasına dudaklarını dudaklarıma bastırdığında, ona biraz daha tutundum. Sakin bir şekilde başlayan öpüşmemiz, birden harlanarak alevlendiğinde Mirza'nın dili dudaklarımın arasından sıyrılarak girdiğinde boğuk bir inleme firar etti dudaklarımın arasından. Dili dilimle bir uyum içerisine girdiği an ellerimi ensesine götürerek saçlarını çekiştirdim.
Bana sonsuz gibi gelen öpüşmemizin ardından dudaklarımı zorlukla Mirza'nın dudaklarından ayırdığımda nefeslenmeye çalıştım. Üzerimize akan sudan dolayı iç çamaşırlarım üzerime yapışmıştı ve şu an her bir zerremin gözlerinin önünde olduğunun farkındaydım.
Bunu düşünmek biraz daha titrememe sebebiyet verdi.
"Şu an az üşüyorum," dediğimde suyun altından çıkmaya Mirza'yı ikna etmek istercesine konuşmuştum. Suyun altında durdukça benim düşünceler farklı yönlerine kayıyordu ve kendimi tutamıyordum. Kaldı ki sadece düşüncelerim değil bedenim ve sızlayan kadınlığım da...
"Gerçekten az üşüyorum," dedim. Mirza'yla öpüşmek beni içten içe yaksa da kendimi biraz olsun toparlayabilmiştim. Mirza arkamdan uzanarak suyu kapattığı an rahatlamıştım.
Mirza beni tekrardan lavabonun fayansına oturttuğu an askılıktan aldığı havluyla vücudumu kurulamaya başladı. Şu an onun karşısında kendimi oyuncak bir bebek gibi hissediyordum.
Mirza havluyu omuzlarının üzerine koyarak bu sefer de ellerini ıslanmış olan sütyenim kopçasına götürdüğünde dudaklarımı ısırdım. Açmaması gerekiyordu.
"Ben yaparım," dediğim an açılan sütyenimin kopçasıyla birlikte tüm laflarım boğazıma dizildiğinde Mirza sütyenimi üzerimden çekerek gelişigüzel bir şekilde banyoya fırlattı.
Göğüslerim, Mirza'nın gözlerinin önüne serildiğinde Mirza'nın parmaklarını belimde hissettim. Büyük bir yavaşlıkla yukarı yukarı tırmanıyordu. "Şimdi sen iyisin değil mi?" Diyen Mirza'nın sesinden tek sezdiğim tehlikeydi. "Üşümüyordun da değil mi?" Sözleri beni titretmeye yetti. "İyisin iyi..." dediğinde dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı.
Parmakları çıplak göğüslerimi bulup okşamaya başladığı an, "Şimdi beni korkutmanın cezasını çekmek ister misin?" Diyerek sağ göğsümü sıktı. Boğuk bir inilti dudaklarımın arasından firar ettiği an parmakları göğüs ucumda dolanıp durdu.
"Şimdiden sertleştiler," diyen Mirza göğüslerimle oynamaya devam ettiğinde ona olan ihtiyacımla yanıp kavrulduğumu hissettim. "Dudaklarımı bekliyorlar." İnledim. "İster misin kurban olduğum?" Şu durumda nasıl istemezdim ki? Ona olan ihtiyaçlığımla yanıp kavrulurken... Bu sadece bedenimin olan ihtiyacı da değildi, ben kötüydüm ve bir ona ihtiyacım vardı. Sadece ona...
Başımı aşağı yukarı salladığım an, "Bu sefer altımda değil, üstümde olacaksın..." diyen Mirza bacaklarımdan tutarak beline doladı. Hiç itirazsız onu sıkıca sardım. Sözlerinin üzerimdeki etkisinden haberi bile yoktu. O ne derse yapıyordum. "Şimdi zıpla." Sanki bunu bekliyormuşçasına hafifçe yükselerek zıpladığımda göğüslerim Mirza'nın önünde sallandı ve Mirza âdeta hırlayarak başımı göğüslerimin arasına gömdü.
Tenime bıraktığı dil darbeleri ve ısırmalarıyla birlikte banyodan çıktığımız an koltuğun üzerine oturduğunda dediği olmuştu.
O alttayken, ben onun üzerindeydim.
Tenime küçük bir ısırık daha bırakıp başını göğüslerimin arasından çektiğinde gözlerini yüzümde dolaştırdı. Birden elini alnıma götürüp ateşimi yokladığında bunu içi rahat edene kadar yapacağını anlamıştım.
Ateşimin düşmüş olmasından sebep biraz olsun rahatladığında ellerini belime koyarak, gözlerini tekrardan göğüslerimde dolaştırdı. "Onları dudaklarıma sen vermek ister misin?" Dediğinde soru soruyor gibi gözüksede aslında sadece istiyordu. "Nasıl da sertleşmişler... Dudaklarımla onları emmemi ister misin?" Başımı aşağı yukarı salladım. Kaşları yukarıya doğru havalandı. "O zaman vermelisin."
Derince yutkundum.
Sertliğinde olan kendimi hafifçe yukarı doğru kaldırarak karnının üzerine oturduğumda Mirza'nın elleri kalçalarıma giderek beni tuttu. Göğüslerim tam dudaklarının hizasına geldiğinde Mirza artık dayanamıyormuşçasına sağ göğsümün ucunu dudakları arasına aldığında, dilinin darbeleriyle emdi. Belim kavislendiği an dayanamayarak inledim. Mirza'nın diğer elini de sol göğsünün üzerinde hissettiğimde göğüs ucumu çekiştirerek sıktı ve oynamaya devam etti.
Mirza, "Devam et kurban olduğum," dediği an karnının üzerinde yükselip yükselip inmeye devam ettim. Ellerimi ensesine atıp biraz daha göğüslerime bastırdığımda, göğüslerim gözlerinin önünde sallanıyor ona izlenesi bir manzara sunuyordu.
Mirza göğüs ucumu ısırdığı an, "Mirza..." diyerek adını haykırdım. Ellerim çıplak teninde dolanıyor ve hırsımı alamadıkça tenine çizikler bırakıyordum.
"Mirza?" Dedim az önce banyoda söylediklerinin etkisiyle birlikte. Şu an doğru zaman mıydı bilmiyordum ya da biliyordum asla doğru zaman değildi. Ama sadece artık dilimin ucuna kadar gelenleri konuşmak istiyordum.
"Hım?" Dediğinde dudakları göğüs ucumda olduğundan dolayı boğuk bir şekilde çıkmıştı.
"Gelmek için," dediğimde alacağım cevaptan her ne kadar korksam da, kalbimin kırılacağını bilsem de, içim yana yana sordum: "Bana dönmek için neden dört yıl bekledin?" Dudaklarımın arasından dökülen sözlerle birlikte duraksadığında dudakları öylece göğüs ucumda kalmıştı. Derince yutkundu, yutkundu.
"Şimdi mi?" Dediği an gözlerini bana çevirdi. Dudaklarının arasında hâlâ göğüslerimin olması dışında bir sorun yoktu. "Şimdi sorulacak soru mu bu?" Dediği an hâli ne kadar komik gelse de gülmedim, çünkü; zaman kazanmaya çalıştığının farkındaydım.
"Neden gelmedin?" Dediğim an ciddiyetimi anlamış gibi dudaklarını göğüs ucumdan çekti. Çekmişti çekmesine ama hâlâ gözlerinin önünde olan göğüslerimin işini zorlaştırdığının farkındaydım. "Neden dönmek için dört yıl bekledin?"
"Mihran..." dediği an gözlerini kapatıp açtı. Gözlerime öyle bir bakışı vardı ki... Vereceği cevabın beni yaralayacağının o an farkına vardım. Gözleri de bir yandan rahat durmayarak yükselip yükselip inen göğüslerime düşüyordu. En sonunda böyle yapamayacağını anlamış gibi önceki gecelerden kalma tişörtünü alıp başımdan geçirdiğinde göğüslerimi hızlı bir şekilde kapattı.
Gözlerine baktım uzun uzun... Bir cevap ararcasına... Ben gözlerinde cevabını bulamadım ama o bana kendisi verdi.
"Dönmeyecektim." Dudaklarından dökülen tek bir söz...
"Dönmeyecektin," dedim tekrar ede ede.
"Hiç dönmeyecektim." Dudaklarının arasından dökülen iki söz...
"Hiç dönmeyecektim," dedim yeniden tekrar ettiğimde. Sanki bir el boğazımı sıkıyor gibi hissetmem normal miydi?
"Hiç dönmeyeceksen," dediğim an duraksadım. "Neden geldin, Mirza?" Durdu, sustu, gözlerime baktı. En sonunda başını koltuğa yaslayıp gözlerini gözlerime bakmaktan çekinircesine tavana çevirdi. Hâlâ kucağında olduğumu idrak ettiğim an inmek istedim ama izin vermeyerek beni belimden yakaladı ve sıkıca tuttu.
"Dört yıl önce daha o arabaya biner binmez it gibi pişman oldum," dedi. "Oldu bir şeyler dönemedim ama..." Nefes almaya çalıştı. "Gittim işte... Ama sonra her hafta sonu kendimi bir şekilde burada buluyordum, bazen hafta sonlarına bile kalmadan geliyordum hatta." Güldü ama samimiyetten uzak bir gülüştü bu. "Seni izliyordum uzaktan uzaktan..." Her bir sözü biraz daha beklenmedikti benim için. Çevremde varlığını asla hissedememiştim ki...
Girdapı andıran gözlerini bana çevirdi ve beni içine çekti. "Mutluydun, gülüyordun... Yirmi birinci yaş gününü hatırlıyor musun? Bahçede otururken bir ses duymuştun hani karşına kedi çıkmıştı ama sonradan..." Hatırlamaya çalıştığımda o gün gözlerimin önüne önüne geldi. "O bendim."
"O kadar yakınımda mıydın?" Dediğimde titrekçe bir nefes aldım. "Ben nasıl göremedim seni, nasıl hissedemedim seni."
"Yakınında değildim," dedi Mirza. "Uzağındaydım. Asıl mesafe o kadar yakın olup mutluluğunu öylece izlemekmiş... Benimle olmayan mutluluğunu öylece izlemek..."
Başımı iki yanıma salladığımda, "Mutlu değildim," dedim. Dudaklarım büzüldü. "Çevremdeki kimse benim meyveli pastayı daha çok sevdiğimi bilmiyordu. Senden sonra her doğum günümde inat gibi çikolatalı pastayla geliyorlardı. Bir sen, bir de abim biliyordu sadece... İkinizde gittiniz ama benden. Abime mezar kazıldı, ama ben seni de gömdüm." Gözlerimden akan yaşlarla birlikte yine ona tutundum.
"Biliyorum," dedi Mirza. "Zaten o yüzden gelemedim ya... En azından uzaktan da olsa seni görüyordum, bazen sokaktan geçen çocuklara gülüyor, onlarla oyun oynuyordun. Ben dönseydim..." dediği an duraksadı. "Bana vereceğin tek şeyin gözlerindeki nefret olduğunu biliyordum. Geldiğim ilk gün gördüm gözlerini..." Ben de sanki dün gibi hatırlıyordum.
'Hoş geldin' demiştim. 'Hoş geldin Mirza abi' demiştim.
"Affetmeyecektin beni. Seni yaktığım kadar yakacaktın beni." Başını salladı. "Sadece canımı yaksaydın gıkım çıkmazdı." Konuşmasının arasından elini alnıma koyup tekrardan ateşimi kontrol etti. Olmadığına kanaat getirdiği an çektiğinde konuşmasına devam etsin istedim, ki öyle de oldu etti.
"Belki bencillikti biliyorum ama bana aşkla bakan gözlerinin nefretle baktığını görmek istemedim." Bencillikti evet.
"Neden döndün o zaman?" Sesim titreye titreye sordum. "Hiç dönmeyecekken neden döndün?"
"Duymak istediğine emin misin?" Neden böyle demişti ki şimdi? Duymak istemeyeceğim kadar ne olmuş olabilirdi ki?
"Anlat!" Dediğim an sesim kendimden emin bir şekilde çıksa da için için korkuyordum.
"Dönmeden üç hafta önce falandı galiba. Bir operasyonda yaralandım, günlerce yoğun bakımda kalmışım, uyanmamışım." Söylediklerini öyle önemsiz, sıradan bir şeymiş gibi anlatıyordu ki...
"Nasıl yaralandın? Haberimiz olmadı, aramadılar." Beni değil zaten ama ailesini bile aramamışlardı ki.
"Mihran," dedi Mirza usulca. "İlk değildi. Hiçbirinde haberiniz olmadı." İlk yaralanışı değildi.
"Neden?" Diye fısıldadım. "Neden yaptın, neden arattırmadın?" Cevap vermediğinde sanki ben hiç sormamışım gibi kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
"İşte yoğun bakımda kalmışım, doktorlar da zaten pek olumlu konuşmuyormuş." Ağladım, ağladım. "Bazı geceler senin bana bizken, ikimizken attığın ses kayıtlarını dinlerdim. Mirza diye kızıp bağırışlarını falan." Güldü, gülüşü içtendi.
Onu da yaşadık ya, onu da yaşadık. Mirza beni sinir ettiği zaman ona genelde çığırarak ses kayıtları atardım ve o yokluğumda onları bile dinlemişti.
"İşte aynı lojmanda olduğum ekipten arkadaşım Ekrem görmüş beni öyleyken. Durmadan başa sardığım ses kayıtlarını dinlerken..." Dişlerini birbirine bastırdı. "Sonra işte senin kayıtlarını odama koymuşlar." Ağlamamak için dudağımı ısırdığım an gözümden bir damla yaş akarak dudaklarımın üzerine süzüldü.
"Hani sana az önce her tükendiğimi hissettiğimde, bittim sandığımda sana tutundum dedim ya..." Alnını alnıma yasladı. "Ben gerçekten senin varlığına, tek bir Mirza deyişine tutundum."
Senin varlığına,
Tek bir Mirza deyişine tutundum.
Mirza'nın gözünden akan bir damla yaşı gördüğüm an kalbimin cayır cayır yandığını hissettim.
Bu nasıl bir sevdaydı?
Devası sadece birbirimizde olan bir sevdaydı.
Dudaklarımı, Mirza'nın gözyaşlarının üzerine bastırıp öptüğümde, "Ağlama..." diye fısıldadım. Başımı üzerine eğip dolu dolu gözlerimle gözlerine baktım. "Gözyaşın içimi dağlıyor."
O derdi hep bana, bugün ben demiştim ona.
Sonrasında öğrendiklerimin ağırlığı kalbimin üzerine üzerine çöreklendiğinde kendimi Mirza'nın üzerinden atarak koltuğa uzandım. Dizlerimi kendime çekerek başımı yastığa gömdüğümde Mirza'nın gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.
Gözyaşlarımı içime akıta akıta ağlamaya devam ettiğimde önce Mirza'nın arkama geçen bedenini, sonrasında beni saran kollarını hissettim. Bedenimi kendi bedenini yasladığında, hiç itirazsız sığındım ona. Mirza başını boyun girintime soktuğunda nefesini tenimde hissediyordum. Başımın altından geçirdiği elini sıkıca tuttum, bırakmak istemezcesine.
Ben sustum, o sustu.
En sonunda sessizliğimden korkmuş olacak ki, "Mihran?" Dediğinde sesi soru sorar bir şekilde çıkmıştı.
"Efendim?" Dediğimde sesim ağladığımdan ötürü içime kaçmış gibi çıkmıştı.
"Ne hissediyorsun?"
"Şu anlık sadece seni," dediğimde tek nefeste konuşmuştum. Kendimi kollarının arasından hiç çıkarmayarak ona çevirdiğimde başımı çıplak göğsüne gömdüm. "Daha kaç kez yenileceğim ben sana..." Dudaklarımı birbirine bastırdım.
Bu kadar sevmek istemezdim belki de. Her seferinde ona yenileceğim bir sevgi ağır geliyordu belki de bana.
"Daha kaç kez yenile yenile seveceğim ben seni," diye fısıldadığım an dudaklarımı kalbinin üzerine bastırdım. Mirza'nın tüm vücudu kasım kasım kasıldı. Üzerindeki etkim olduğunun farkındaydım.
Dudaklarım kalbindeyken gözlerimi kapattım ve biraz olsun onun etkisiyle uyumayı istedim. Ya da uyuyamayacaktım biliyordum ama o uyuyorum sansın istedim.
Aradan geçen saatlerde zaman geceye evrildiğinde saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Kaç saattir Mirza'nın koynundaydım onu da bilmiyordum. Başım hâlâ Mirza'nın göğsüne gömülüydü ve Mirza ne yapıyordu onu da bilmiyordum.
"Mirza?" Dediğim an fısıldamıştım.
"Efendim kurban olduğum?" Anında konuşmuştu. Galiba hiç uyumamış, beni beklemiş, izlemişti.
"Ben çok yoruldum artık. Önceden uyusam geçer derdim, unuturum derdim ama olmuyor." Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım. Dokunsa yeniden ağlamaya başlayacak durumdaydım. "Artık uyuyunca da geçmiyor." Geçmiyordu, ne kadar uyursam uyuyayım bitmiyordu.
Mirza, "Ne oldu?" Dediğinde alnıma düşen saçlarımı eliyle itekledi. "Bugün sana ne oldu kurban olduğum? Neden mezarlıkta öyle bir hâldeyken buldum ben seni?" Gözlerini kapatıp, açtı ve içli içli konuştu: "Sana ne yaptılar kurban olduğum?"
Bana ne yapmadılar ki Mirza?
Bugün abime aldığım bilekliği ve notu aldıktan sonra kendimi kaybetmiş bir şekilde direkt mezarlığa gitmiştim. Saatlerce abimin toprağına sarıla sarıla ağlamış en sonunda da kendimi kaybetmiştim zaten.
"Bugün şu bileklik geldi bana," dediğimde bileğimde acısını ve ağırlığını hissettiğim bilekliği gösterdim. Mirza'dan bunu saklamayı hiç düşünmemiştim ve saklamayacaktım da zaten.
Mirza bilekliği bileğimden hemen çıkarıp incelmeye başladığında, "Ne bu?" Dedi ve hemen peşinden 'Serhat' yazısını gördü. Öylece baktı, baktı. Bakışlarından ne düşündüğünü anlayamayacağım derece yoğun baktı.
"Ben bu bilekliği abime almıştım Mirza. Şimdi bugün bu bileklik geldi bana. Yanında bir notla..."
"Ne notu?" Dediği an Mirza'nın kaşları çatılmış ve birden ciddileşmişti.
Dudaklarımı büzdüğümde, "Gülüm yazıyordu," dedim. Bileklikte olan gözleri birden bana çevrildiğinde anlamıştı. Abimin bana hep 'gülüm' dediğini bilirdi. Bildiği şeyi tekrarlayarak, "Abim bana hep gülüm derdi Mirza," dediğim an kaşları sanki hiç çatık değilmiş gibi, kirpiklerine inmek istercesine biraz daha çatılmıştı.
(Bunu denedim arkadaşlar ğğgğwğdğ eğer biraz daha zorlarsam kirpiklerime değecekti valla ğgğwğdğc)
"Mihran..." dediğinde Mirza elini alnına götürüp kaşıdı. "Serhat öldü..." Beni kırmak istemekten kaçınıyor gibi konuşmuştu. Sözlerini seçerken dikkat etmeye çalıştığının da farkındaydım.
"Abim öldü, biliyorum..." dediğimde sanki bir ipin boğazımı sıktığını hissettim. "Kendimi kandıramam... Öldü biliyorum." Ağladım, ağladım. "Mirza bana bunu neden yapıyorlar? Kim yapıyor bunu? Kim, neden yapıyor bunu Mirza?" Gözyaşlarımın arasından zorlukla konuşmuştum. Kendimi tutamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda Mirza beni kendisine çekip sardı.
"Bulacağım." Kendinden emindi, sesi sanki şimdi bir alevlenmeyi bekleyen bir ateşti. "Senin canını yakanların, canını alacağım." Yapardı biliyordum.
"Birisi var," dediğimde zihnimin içinde şimdiye kadar bekleyen parçaların bir bütün olup birleştiğini hissettim. "Birisi var. Ahsen demişti..." dediğim an ne dediğimin yeni farkına varsam da geç olmuştu.
Mirza hastanedeyken beni sorguya çektiği anlardaki sözleri düştü zihnime:
'Mirza'nın senin yüzünden vurulma ihtimalini hiç düşündün mü?'
'Mirza'nın başına ne geliyorsa senin yanındayken geliyor'
'Kendine edindiğin bir düşmanın olabilir mi?'
Mirza'dan uzaklaştığım an başımı ellerimin arasına alarak düşünmeye başladım.
"Ahsen ne dedi sana Mihran?" Sesi alışmış olmadığım bir sertlikteydi.
"Anma şu yılanın adını ağzına," dediğim an başıma gelen o kadar şeyin üzerine takıldığım tek şey bu olmuştu.
"Ne dedi o sana?"
"Başına gelenlere sebebiyet verdiğimi dedi," dediğimde gözlerimi ona çevirdim. "Oldu mu? Benim yüzümden vurulmuşsun, düşmanım olabilirmiş. Bunları dedi tamam mı?" Bağıra bağıra konuşmuştum.
"Bana bak!" Diyen Mirza beni dizlerinin üzerine çektiğinde alnını alnıma yasladı. "Öyle bir şey yok tamam mı? Onlar benim başımda olan belaydı ve tutuklandılar bile." Gerçekten öyle miydi? Benim yüzümden olmamış mıydı yani?
Mirza dudaklarını boynuma bastırıp derince bir soluğu içine çektiğinde, "Bir de bunun yükünü kendine bindirmeni istemiyorum kurban olduğum," diyerek başını boynumdan geri çekti. "Tamam mı?" Gözlerime uzun uzun baktığında başımı salladım.
"Bunu bulacağım tamam mı?" Dediğinde sesinden akan güvenimi tüm benliğimde, içimde hissettim. "Sana bunu yaşatanları bulacağım."
"Tanıdığım birisi olabilir mi?" Bunu söylemek bile zor geliyordu. "Yani bu bileklik... Abimin bana gülüm dediğini bilen birisi olmalı." Ne demek istediğimi anlamıştı. "Mirza... Kim neden benim canımı yakmak ister ki?"
"Araştıracağım," dedi sakince. Ama daha çok kendisini sakin olmaya zorluyor gibiydi. "Bulacağım tamam mı?" Küçük bir çocuk gibi başımı salladığımda Mirza kararsız bakışlarını yüzüme yüzüme yöneltti.
"Bir şey mi oldu?" Dedim.
Mirza, "Mihran," dedi usulca, kırmaktan, incitmekten korkarcasına. "Biraz psikolojik destek almak ister misin kurban olduğum?" Öylece kaldım. Hiç düşünmediğim bir noktadaydım şimdi.
"Yakın bir arkadaşımın eşi psikolog..." Duraksadı. "Bak istersen birlikte gidebiliriz." Ne diyeceğini bilemediği bir noktadaydı. Hem beni ikna etmek istiyor, hem de kırmamaya çalışıyordu. "Hem benim ihtiyacım var," diyerek en sonunda kendini de ortaya attığında dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.
Beni götürmek için kendisini de kullanıyordu.
"Şu an değil," dediğimde başımı iki yanıma salladım. "Bugün kötüydüm evet, kendimi kötü hissediyorum. Ama şimdi iyiyim. Seninle konuşmak, sana tutunmak kendime getirdi beni." Dudaklarımı Mirza'nın dudaklarına bastırıp geri çekildim. "Bir sana ihtiyacım varmış gibi, tek sana ihtiyacım varmış gibi."
Sözlerimle birlikte Mirza elini enseme kaydırıp dudaklarını dudaklarıma bastırdığında, "Tek sana," diyerek fısıldadı. Başımı göğsüne yaslayıp burnunu saçlarımın arasına gömdüğünde son kez konuştu:
"Bir tek sana, varlığına tutunurum kurban olduğum."
Gözlerimi kapattığım an son bir fısıltı döküldü dudaklarımın arasından:
"Sen hiç gitme."
*
Mirza arabayı mahallede durdurduğu an elimin ayağımın titrediğini, ter bastığımı hissettim. Dün gece evimizde kalmıştık, bugün ise geri dönmüştük. Tabii babamla olacak olan konuşmamızın bilincinde olarak... Zaten bu da beni korkutuyordu ya. Dün gece bir şekilde izin vermişti ama bugün canımı okuyacak gibi duruyordu.
Mirza'yla sessizlik içinde arabadan indiğimiz an, "Sen gelme Mirza," dedim. "Ben tek başıma konuşurum."
"Yine mi?" Diye birden yükseldi Mirza. "Zaten kaç gündür bekliyorum Mehmet amcayla konuşmayı. Artık bugün son Mihran, şimdi yürü." Ne dersem diyeyim gelecekti, o yüzden hiç uzatmadan eve doğru ilerlemeye başladım.
"Kurban olduğum?"
"Efendim?"
"İçeride ne olursa olsun benim yanımda durur musun, bana güvenir misin?" Ne?
"Tabii ki de hayır," dediğimde Mirza'nın bunun tam aksini beklediğinin bilincinde olarak gülümsedim. "Dün gelip babama posta koyarken bana mı sordun? Valla hiç umrumda değil. İkiniz halledin."
Mirza, "Ba ba ba laflara bak laflara..." diyerek bana söylenmeye başladığında, ona oldukça sinir bozucu bir şekilde gülerek kapının ziline bastım.
Çok bir zaman geçmeden sanki annem bizi zaten kapıda bekliyormuş gibi kapıyı açtığında, "Nerdesin kız sen?" Diyerek çığırdı ama sözleri hemen arkamda duran Mirza'yı görmesiyle birlikte boğazına dizildi. Birden öksürmeye başladığında, "Hoş geldiniz, hoş geldiniz," diyerek lafı çevirdi hemen.
Bir insan hiç mi değişmezdi yahu?
Hiç değişmiyor, asla değişmiyordu.
Başımı iki yanıma sallayarak anneme bir şey demeden ayakkabılarımı çıkararak içeri geçtiğimde, babamı salonda gazete okurken buldum.
Bizim evde de her gün gazete okunurdu zaten.
Fark ettiğim detayla birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Babam yüksek ihtimalle biz gelir gelmez eline almıştı ve gazeteyi ters tutuyordu. Geldiğimizi bilmesine rağmen bize bakmaması da cabasıydı yani.
"Baba..." dediğimde yanına doğru ilerledim ve gülmemek için kendimi sıka sıka konuştum: "Gazeteyi ters tutuyorsun."
Babamın kaşları çatıldığı an hemen elindeki gazeteyi bozuntuya vermemeye çalışarak bıraktı. "Aaa kızım evine gelmiş," dediğinde sesi imalı bir şekilde çıkmıştı. "Hoş geldin kızım."
Gözleri hemen arkamda olan Mirza'ya çevrildiği an, "Sen de hoş geldin," dedi ve hemen peşinden de büyük bir içtenlikle ekledi: "Eşek herif." Gülmemek için kendimi zor tuttuğumda başımı eğerek gülüşümü saklamaya çalıştım.
"Hoş buldum Mehmet amca." Eee Mirzacığım dün bir aslan gibi kükrüyordun, bugün ne oldu sana?
Hemen ardından salona geçip oturduğumuzda babam, Mirza'yı bana en uzak olan köşeye oturtmuştu. Kimseden çıt çıkmıyordu ve bu sessizlik beni daha da çok geriyordu. Gözlerimi Mirza'ya çevirdiğimde onun halıyı izlediğini gördüm. Galiba desenleri çok hoşuna gitmiş (!) olmalıydı.
En sonunda Mirza dayanamıyormuşçasına birden, "Mehmet amca ben Mihran'ı seviyorum," diyerek yükseldiğinde fazla yükselmiş olduğunu yeni fark etmişçesine böyle bir olduğu yere çöktü, omuzları falan düştü. Babam çatık kaşlarının ardından Mirza'ya baksa da Mirza girdiği yoldan dönmedi. "Seviyorum, yıllardır seviyorum." Duraksadı. "Eğer iznin olursa..." dediği an bu cümlesi benim için o kadar beklenmedikti ki...
Babam, "Hop hop!" Diyerek hemen Mirza'nın sözünü kesti. "Benim kızımı isteyemezsin sen." Babamın sözleri üzerine Mirza dişlerini birbirine bastırdı.
"Yok Mehmet amca ben iznin olursa ikimiz konuşalım diyecektim sadece. Mehmet amca sen ve ben yani." Babamın karşısında girdiği şekillerle birlikte artık kendimi tutamadığım an kıkırdadım ve tüm gözler bana çevrildi.
Yanımda oturan annem gizliden gizliye beni cimciklediğinde, "Kız!" Diyerek kulağıma kulağıma cırladı. Ne ya?
Ben ciddi ortamlarda böyle ciddi ciddi kalamıyordum işte.
"Birden şey olunca bana," dediğimde Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı ama babamın ona bakmasıyla birlikte hemen o ciddi hâline büründü.
"Mehmet amca ikimiz konuşalım mı?" Mirza tekrardan isteğini dile getirdiğinde annem, "Burada konuşsanız ya oğlum..." diyerek araya girdi.
"Baba," dediğim artık ben de konuşabilmiştim. "Biliyorum son günlerde seni çok fazla üzüyorum." Üzüyordum da... Zaten Mirza konusunda ilk başka bir hayal kırıklığına uğramıştı. "Ama dün için Mirza'nın bir suçu yok. Ben sadece abimi özledim..." Dün bana gelen bileklik ve not kısmını tabii ki de anlatmayacaktım. "Abimi özlediğim için mezarına gittim ve orada uyuya kalmışım. Soğukta ateşim çıktığı için Mirza tüm gece bana baktı, hastanedeydik zaten."
Yalanlar, yalanlar... Bir gün ayaklarıma dolanacaktı da neyse.
"Sen nasıl kızımın ateşinin çıktığını bana söylemezsin?" Dediğinde babam bu seferde bu yüzden tartışacaklarını anlamıştım.
Derin bir nefes aldığımda tekrardan, "Baba," dedim. "Mirza'nın bir suçu yok. Ben sadece sizi telaşlandırmak istemedim."
"Nasıl bir suçu yok? Dün telefonda önce ben buldum diyerek havalara giriyordu bu eşek herif." Babamın zaten bunu unutmayacağını ve bir noktada ortaya sürüp başına kakacağını biliyordum. Bu yüzden bundan sonrasına artık karışmayacaktım.
Mirza, "Mehmet amca ben buldum önce," diyerek hâlâ aynı çocuksuluğunu devam ettirdiğinde, elimi yanağımın üzerine kapatarak onları izlemeye başladım.
"Benim kızım o benim. Ne olursa olsun bana getirmen, bana haber vermen gerekiyordu."
Mirza, "Benimde..." dediği an yükselerek konuşmuştu ama devamını getirmeye cesaret edememişti. 'Benimde kurban olduğum' diyecekti ama diyememişti. Babamla ilerisi için fazla zıtlaşmak istemediğinin farkındaydım.
"Mihran'ın bana ihtiyacı vardı Mehmet amca." Mirza'nın sözlerine karşılık elimi alnıma götürüp kaşıdım.
"Bu eşek herif benim tansiyonumu, şekerimi neyim varsa hepsini çıkarıyor, hepsini tavan yaptırıyor."
"Senin tansiyonun yok ki baba."
"Artık olacak kızım, artık olacak."
"Allah korusun babacığım," dediğimde şirinlik yapmaya çalışarak oturduğum yerden kalkarak babamın yanına doğru ilerledim. "Gel otur sen bir şöyle." Bana kıyamayacağının, kızsa bile sinirinin çabuk geçeceğinin farkındaydım.
"Baba..." dediğimde yapacağım konuşmanın etkisiyle birlikte kısa bir an düşündüm.
Yirmi üçümdeki Mihran, on dokuzumdaki Mihran'a 'susma, korkma' derdi.
On dokuzumdaki Mihran, yirmi üçümdeki Mihran'a ise 'vazgeçme' derdi.
Vazgeçmedim.
"Mirza'yla birbirimizi seviyoruz, yıllardır seviyoruz baba. Senin karşında bunları konuşmak ne kadar zor olsa da..."
Gözlerimi Mirza'ya çevirdim. Uzun uzun baktım. "Mirza, benim sevdiğim adam." Gözlerinin parladığını, gururla parladığını gördüm, hissettim. "Bu yıllar önce de böyleydi, şimdi de böyle."
"Yıllar önce Mirza, size söylememizi istedi ama ben korktum, söyleyemedim. O benim hatamdı, sonrasında olanlar ise Mirza'nın... Bir şeyler yaşadık evet. İyisiyle kötüsüyle bir şekilde... Ama biz yaşadık baba, sadece biz."
"İkimizin arasındaki sorunlar ya da olacaklar yüzünden ne annemin Asiye teyzeyle arası bozulsun istiyorum, ne de senin Aslan amca ya da Mirza'yla aranın bozulmasını istiyorum. Sen, Mirza'yı oğlun gibi seviyorsun biliyorum baba." Duraksadım. İkimizin ailesi de birbiriyle çok yakındı ve şimdi aramızdaki ilişki ortaya çıkmıştı. Mirza'yla aramızda olacak olan ilk sorunda iki ailenin de birbirine gireceğini biliyordum.
Bunu istemiyordum.
"Baba bu hayatı biz yaşıyoruz, sadece Mirza ve ben. Ben sizin ikimizin arasında kalmanızı istemiyorum. Bu yüzden lütfen karışmayın." Nettim, olabilecek her şeyin önüne geçmeye çalışıyordum.
On dokuzumdaki gibi korkmuyordum.
Annem, "Karışmayalım karışmayalım da..." diyerek araya girdiğinde sesi yükselmişti. "Birbirimizin evine girip çıkıyoruz, elalem ne der sonra. Zaten şimdiden elalemin diline düşmüşsünüz. Madem seviyorsunuz önden bir isteme falan yapılsın adı konulsun bu işin." Gerçekten tam annemden beklediğim bir konuşmaydı. Elalem, elalem, elalem...
"Elalem kim?" Dedim yükselerek. "Elalem mi istenecek benim yerime? Elaleme göre mi yaşayacağım ben bu hayatı?"
Annem, "Ay bu kız beni öldürecek," diyerek elini kalbine kalbine bastırdığında sanki bir şey oluyormuş gibi hareketler içine girdi.
Dakikalardır susan Mirza, "Mehmet amca biz konuşalım!" Diyerek araya girdiğinde sesi net bir şekilde çıkmıştı. Babamın bir şey demesini beklemeden kalktığında oturduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.
Mirza gözlerime son bir kez bakıp gözlerini kapatıp açtığında arka bahçeye doğru ilerledi. Tabii peşinden kalkan babam da...
Babamla, Mirza'nın peşinden öylece bakakaldığımda annemin, "Asiye'mle dünür olacağız," diyen kıpır kıpır sesini duydum. İçi içine sığmıyor gibiydi.
Anneme doğru döndüğümde, "Sakın!" Diyerek tepkimi ortaya koydum. "Sakın kadına da gidip dünürüm falan deme anne." Tabii annem, Asiye teyzenin bana olan tutumunu bilmediği için havalara uçmuştu ve çok rahattı. Bir bilseydi sevgili Asiye'sinin kızına ne dediğini... Gerçi bu annemin umrunda olur muydu? Pek sanmam...
"Kız sen ne diyorsun öyle? Valla bak Mirza oğlum kaçar gider senin bu suratsızlığınla. Naz mı çekiyorsun sen kız çocuğa?" Gözlerimi kapattığım an dişlerimi kırmak istercesine birbirine bastırdım. Gerçekten annem iyice katlanamayacağım bir noktaya doğru gidiyor, ne dediğini bilmiyordu hile.
"Karışmayacaksın!" Dedim net bir şekilde. "Bize karışmayacaksın anne." Annemle yoğun bir tartışmanın içine gireceğimizi anladığımda oturduğum yerden kalkarak camın önüne doğru ilerledim. Gizli gizli babam ve Mirza'ya baktığımda onları bahçedeki sandalyelere karşılıklı bir şekilde oturmuş konuşurlarken buldum.
Mirza konuşuyor, babam ise onu dinliyordu. Bir de ne konuştuklarını duyabilsem tam olacaktı. En sonunda Mirza başını hafifçe eğdiğinde babam, elini Mirza'nın omzuna bastırarak sıktı. Oturdukları yerden kalktıklarında Mirza'nın yüzündeki hafif tebessümü sezebilmiştim. Bu gizliden gizliye beni de gülümsettiğinde onları izlerken yakalanmamak için geriye doğru koşturdum hemen.
Sanki az önce onları izleyen ben değilmişim gibi başka başka şeylerle ilgilenmeye başladığımda babamla, Mirza arka bahçeden çıkarak, içeri girdiler.
Mirza'nın, "Ben gideyim artık Mehmet amca," diyen sesini duymamla birlikte gözlerimi ona çevirdim. Gizliden gizliye yan bakışlarıyla bana bakmaya çalışıyordu.
Babam, "Bir dur oğlum..." diyerek Mirza'yı durdurduğunda belki de günler sonra Mirza'ya 'oğlum' demişti. Babam gözlerini bir Mirza'da, bir ben de gezdirdiğinde en sonunda derin bir nefes alarak konuşmaya başladı:
"İlişkinize karışmıyorum kızım artık. Saygı mı ne ondan duyuyorum hatta. Ama kızımın bundan sonrasında akan tek bir damla yaşına seni mahvederim oğlum." Açık açık Mirza'ya gözdağı vermişti. Hem de ben ilişkimize karışmayın derken. Ah baba ah..
Mirza bir şey demediğinde sadece saygılı bir şekilde başını aşağı yukarı salladı ve o an göz göze geldik.
"Aslan, benim kardeşim gibidir. Aranızda yaşanacak sorunlar yüzünden bu yaşımızdan sonra kardeşimle beni birbirimize düşürmeyin."
Merak etme baba... Biz oğluyla zaten yeterince birbirimize girip, düşüyoruz.
"Sana saygım sonsuz Mehmet amca ama..." Mirza konuştuğu an babam hemen sözünü keserek o hatırlatmasını yaptı:
"Gördük saygını." Yine ve yine dün gece Mirza'nın yaptığından bahsediyordu.
"En iyisi ben gideyim artık Mehmet amca." Mirza bu işten de zararlı çıkacağını anladığı an konuşmaktan vazgeçtiğinde tekrardan gitmeye yeltendi. Babam bu sefer bir şey demediğinde sadece başını salladı. Birkaç vedalaşma sözcüğünün ardından Mirza kapıya doğru yöneldiğinde annem gereksiz bir heyecanla arkasından bağırdı: "Selam söyle Asiye'me, dünürüme oğlum."
Ben başımı bir yerlere vurayım ya, gerçekten vurayım.
Anneme ters bakışlarımla baktığımda babamın da benden bir farkının olmadığını fark edebilmiştim. "Ben yolcu edeyim," dediğimde babamın bir şey demesine izin vermeden hızlı hızlı adımlarımla Mirza'nın peşinden ilerledim.
Mirza, "Ulan babası ayrı unutmuyor, kızı ayrı unutmuyor..." diyerek söylenmeye başladığında kıkırdadım.
"Bakıyorum da erkenden söylenmeye başladın," dediğimde kaşlarımı havalandırdım. "Babamı her gördüğünde duyacağın laflara hazırlıklı ol bence."
"Gördüğüm her yerde kaçacağım." Güldüm. "Bana kızı lazım, sadece sen lazımsın kurban olduğum."
Babamın içeriden, "O eşek herif ne diyor?" Diyen sesini duyduğumda Mirza kaçarcasına ayakkabılarını giyindi hemen.
"Az önce dediklerini babamın yüzüne de söylemek ister misin?" Dediğimde artık kendimi tutamıyor ve gülüyordum. Mirza'nın sessizliği beni daha da çok güldürdüğünde, "Ben de öyle tahmin etmiştim," diyerek tamamladım sözlerini.
"Bir şey demiyor babacığım, gidiyordu zaten." Bağırmamla birlikte gözlerimi tekrardan Mirza'ya çevirdim ve merak ettiğim o soruyu sordum:
"Babamla bahçede ne konuştunuz?" İçten içe bana bu sorunun cevabını vermeyeceğini tahmin ediyordum. Ki öyle de oldu.
"Aramızda," dediği an kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.
"Konu benken nasıl sizin aranızda olabiliyor acaba?" Dediğimde ağzımın içinden içinden homurdanmıştım.
Mirza beni belimden tutup çektiğinde dış kapıyı da hafifçe kapatarak bizi görmelerini engellemiş oldu. Belimdeki parmakları dairesel hareketlerle oynamaya başladığında, "Bir şey mi dedin kurban olduğum?" Diyerek kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı.
"Yo..." dediğimde başımı iki yanıma salladım. "Sadece..."
"Sadece ne?" Diyerek tekrar etti beni.
"Sadece gelip iste beni diyecektim."
Az önce beni çıldırtmak için belimde hareketlenen parmakları öylece kaldı. Sadece parmakları da değil, sanki karşımda donup kaldı.
Durdu, gözlerime baktı. Duyduklarından emin olmak istercesine öylece bekliyordu.
En sonunda, "Siktir..." diyerek oldukça kaba bir şekilde tepki verdiğinde kaşlarım çatıldı. "Bir daha de. Ne dedin sen kurban olduğum?"
"Gel iste dedim işte Mirza."
"Ama on yıl," dediği an onda on yıl fobisi oluşturduğumu fark edebilmiştim. O bana her ulaşmaya çalıştığında, her yanıma çalıştığında sürekli 'on yıl' deyip durmuştum.
"Zaten hemen her şeyin olup bitmesini bekleme," dediğimde nettim. Evlilik demiyordum, şu anlık demeyecektim de. "Evlilik yok şu an. Sadece bir adım."
On dokuzum, yirmi üçüme 'vazgeçme' dedi.
Vazgeçmedim.
Mirza, "Ben o adımı alır oradan yürür gider, koşarım..." dediği an sesi belki de uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar keyifli çıkmıştı.
"Ona şüphem yok zaten," dediğim an güldüm.
"Ben akşama hemen babamları alıp geliyorum o zaman." Başımı iki yanıma salladım. Şimdiden koşmaya başlamıştı bile.
"Dur bismillah be adam!" Dediğimde isyan edercesine konuşmuştum. "Bir babamlara falan diyeyim ben de değil mi ama?" Ben böyle birden 'gel iste' demiştim ama daha kimsenin haberi bile yoktu ki. Belki de babam bir sürü laf edecekti.
"Tamam şimdi git de hadi. Olmadı ben girip konuşayım hemen..." diyen Mirza az önceki korkusunun aksine içeriye doğru uzandığı sıra hemen beline sarılarak onu durdurmaya çalıştım.
"Ya sen deli misin?" Dediğimde sesim hafiften hafiften yükselmişti. Valla dediğime diyeceğime pişman etmişti beni ya. "Babam daha sana yeni tekrardan oğlum demişken dayak mı istiyor senin canın? Babamın tüfeği var derken ciddiydim ben..." Zaten babam daha yeni yeni durulmuştu, şimdi isteme konusunu falan açamazdım yani.
Mirza, "Tamam durdum kurban olduğum," dediği sıra içeriden bağıran babamın sabırsız sesi kulaklarıma doldu: "Mihran gelsene kızım artık. Gelsen mi diyorum artık? Gelsen diyorum yani."
"Duyuyorsun değil mi?" Dediğimde fısıldayarak konuşmuştum. "Şimdi bile gözüne battık sinirlendi, sen daha gireyim konuşayım diyorsun." Mirza'ya söylendiğimde başımı kapıdan içeriye sokarak bağırdım:
"Kapı önü pislenmişte onu süpürüyorum babacığım. Pis pis durmasın şimdi. Yani elaleme karşı ayıp." Annemi taklit edercesine konuşmuştum.
Babam, "Doğru kızım," dediğinde güldü. "Kapının önündeki tüm pislikleri (!) temizle. Tüm pislikleri." Kimden bahsettiğini anladığım an gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Ulan önce eşek herif oldum, sonra oğluma terfi ettim, şimdi de pislik oldum iyi mi? Yakında inşallah damadım mertebesine yükseleceğim."
"Hadi hadi git artık," dediğim sıra Mirza'nın telefonunun sesi aramızda yükseldi. Mirza ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp açtığında, "Ne oldu?" Diyerek kulağına götürdü. Karşıyı dinledi, dinledi. Dinledikçe kaşları derin bir şekilde çatıldı.
Kötü bir şey mi olmuştu ki?
Mirza kısa bir dinlemenin ardından telefonu kapattığında, "Ne olmuş?" Dedim. "Öyle kaldın. Kötü bir şey mi?"
"Mihran?" Dedi, Mirza ve kısa bir an durdu. Sanki söyleyeceklerini kendi içinde toparlamaya çalışıyor gibiydi. "Serhat'ın dosyasını tekrardan açmışlar."
"Neden?" Dedim alacağım cevabın korkusunu hızlı hızlı atan kalbimde hissettiğimde. "Neden açmışlar?"
Mirza, "Cinayet," dediği an beni nasıl yakıp kavurduğunun bilinciyle o da yandı. "Abinin ölümü kaza değil, cinayet olabilirmiş."
*
Nasıl buldunuz bakalım? Bir şeylere gerçekten çok az kaldı🥵
~En sevdiğiniz sahne hangisiydi?
~Ve sizden bölüm için bir emoji istesem? (🥵🥲)
Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0
TikTok: tmaviyazar (bir oraya girmediğim kalmıştı ama orada eğleniyorum ğgğwğd)
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro