Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

19.Bölüm: "Kıvılcım ve Hasret"

#Pera - Seni Kaybettiğimde

#Kaan Boşnak - Benimle Kayboldun

#Sezen Aksu - Ben Öyle Birini Sevdim Ki

Yeni yılın ilk bölümü💙 Dilerim bu yılınız kalbiniz gibi güzel geçer

Bölümü o kadar çok severek yazdım ki... her okuduğumda güldüm ve aşık oldum. O yüzden rekor oy ve yorum bekliyorum hayatımın anlamlarrııı🤝

Twitter'da #Visal etiketiyle bölüm yorumlarınızı ve bölümde sevdiğiniz kısımları, alıntıları bekliyor olacağım🥰

Bölümde birazcık +18 sahneler vardır. O kısımlara geldiğinde yeniden uyarı geçeceğim. Ve lütfen rahatsız olanlar, midesi bulananlar o kısımları okumadan geçsin. Kırıcı yorumlar görmek istemiyorum, bunu hak etmiyorum. Birbirimizin kalbini kırmaya gerek, naçizane✍🏻

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

Canım Sena'm💙 çok çok teşekkür ederim aşkımm senasnepenthe

*

Mirza elinde tuttuğu kartvizitle sert bakışlarını bir an olsun eksiltmeden bana bakmaya devam ettiğinde, onun o bakışları altına ne diyeceğimi bilemeyerek kalakaldım.

Deha'nın verdiği kartviziti şimdiye kadar çoktan çöpe atmam gerekirken, ben bir şekilde ertelemiştim ve şimdi ortada böylece kalmıştım işte.

"O..." dediğimde içten içe neden bu kadar korktuğumu düşündüm. Aslında korkmak değildi belki ama yine de çekinmeden yapamıyordum.

"Evet o," diyen Mirza sorgular bir ifadeyle konuşmamı bekledi.

"O benim hastamın kartviziti..." dediğim an gözleri tekrardan elinde tuttuğu karta düştü. Baktı, baktı, baktı.

"Hastanın kartvizitinin sen de ne işi var?" Dedi sakince ama sanki hiç sakin değilmiş gibiydi.

"Bir şeyden ötürü vermişti." Aynen Mihran kesinlikle 'bir şeyden' ötürü.

"Hangi hastanın?" Bunu bilerek sorduğunun farkındaydım.

"Ne fark eder ki?" Dediğimde birden yükselmiştim. "Yani hangi hastamı tanıyorsun da sanki."

"Mihran hangi hastanın?" Sorusunun cevabını almadan bırakmayacağının farkındaydım. Esasında neden bu kartvizitin altını bu kadar kurcaladığının da... Onu dinlemediğim, ondan kaçmak istediğim bir zaman diliminde kliniğe geldiğinde bizi Deha'yla bahçede konuşurken görmüştü. Ve Deha'nın bana olan bakışlarını... O gün söyledikleri daha dün gibi aklımdaydı.

'O nasıl hasta lan' demişti. 'Takım elbiseleri çekmiş cilalı cilalı. Öyle deli mi olur' demişti.

Yani kısaca o zaman da tam Mirzalığını konuşturmuştu.

Aklıma gelen şeyle birlikte tamamıyla Mirza'nın varlığını unutarak güldüğümde Mirza'nın kaşları biraz daha çatıldı ve huysuz bir şekilde homurdandı: "Neye gülüyorsun?"

Tam o an odanın kapısı açılıpta Dila içeri girdiğinde onun geldiğine hiç bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi. "Hah işte seni abimin yanında bulacağımı biliyordum. Ayy siz hiçbir fırsatı kaçırmıyorsunuz ama..."

"Dila sus!" Mirza hızlı bir şekilde daha Dila'nın tamamlanmayan sözünü kestiğinde sesi bir hayli yüksek çıkmıştı.

"Aman tamam be sustum."

"Kapı nedir bilmez misin sen?" Diye sertçe konuştu Mirza. "Dalıp dalıp duruyorsun."

Dila, "Tamam ya..." dediğinde sesi tripli bir şekilde çıkmıştı. "Bir daha şey yapmam yani. Bölmem işinizi merak etmeyin. Gerçi bir şey yapıyor gibi de durmuyorsunuz ama." O nasıl sözlerdi öyle ya? Yüzümün renkten renge girdiğini ve kızardığını hissettim.

Mirza, "Dila!" Diye bağırdı tekrardan. "Abin var senin karşında abin. Nasıl konuşuyorsun sen öyle?"

Dila yeniden, "Tamam ya..." dediğinde sesi istediği şekeri alamayan küçük bir çocuğun sesi gibi çıkmıştı. "Nuray teyze seni çağırıyor yengeciğim. Gidecekmişsiniz de."

Yengen tepsin seni emi.

Mirza, "Tuvalette olduğunu on dakikaya geleceğini söyle," diyerek benim yerime cevap verdiğinde kaşlarım hafifçe çatıldı.

"On dakika tuvalette ne yapacak ki?" Dila'nın saf saf sorduğu soruyla birlikte Mirza ona öyle bir bakış attı ki... Dila hemen odadan çıkıp kaçtığında korktuğum başıma gelmiş ve Mirza'nın bakışlarıyla baş başa kalmıştım.

"Hangi hastan Mihran?" Yine sormuştu ve cevabını alana dek sormaya devam edecekti.

Doğruları söylemeyi tercih ettiğimde, "Kliniğe gelmiştin ya bir gün," diye başladım sözlerime. Geldiği gün yaşadığımız olayları hatırlamak bile istemiyordum. "O gün bir hastamla konuşuyordum bahçede hani." Sözlerim üzerine hırsla başını aşağı yukarı salladığında, "O işte..." diye devam ettim sözlerime.

"Niye sana kartını veriyor o cilalı dallama?"

"Allah aşkına şöyle laftan nerden geliyor aklına?" Dediğimde sözlerine şaşırmadan yapamamıştım.

"Konuyu saptırma!" Sesi sert bir şekilde çıkmıştı. "Niye kartını veriyor o dallama sana?"

"Sen hastanedeyken abimin yanına gitmiştim," dedim. Sözlerimle birlikte Mirza'nın kasıldığını hissettim. Abimin adını andığım an çok farklı birisine dönüşüyordu. "Deha da oradaydı. Eşiyle abim aynı mezarlıktaymış. Sonra işte beni kötü görünce..." dediğim an Mirza bana doğru adımladı. "Seni söylemiş bulundum ona. O da yardım edebileceğim bir şey olursa diyerek kartını verdi. Almak istemedim ama ayıp olur diye aldım gerçekten. Atacaktım zaten ama kalmış öyle işte."

Mirza bir noktadan sonra söylediklerimi dinlemediğinde bile yanıma gelmiş ve kollarımdan tutmuştu. "Çok mu kötüydün?" Dediği an çenemi hafif bir baskıyla tutup ona bakmamı sağladı. "Çok mu üzüldün?" Söylediklerimden takıldığı tek kısım kötü olmam olmuştu.

"Çök kötüydüm," dediğimde duygularımı içtenlikle ona vurmak istemiştim. "Abimin yanına gittim. Biliyor musun gitmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Kendi derdime kapılıp abimi unuttum ben Mirza. Sonra bizi anlattım ona, beni anladı biliyorum, kızmadı bana." Sözlerimle birlikte birkaç damla yaş gözlerimden akıp yanaklarıma boylu boyunca süzüldüğünde Mirza beni kollarının arasına aldı hemen.

"Sana ben kurban olurum." Saçlarımı öptü, her bir saç tutamımı okşadı. "Kurban olduğum... Mihran sana ölürüm ben, senin için ölürüm ben." Ölüm lafını duyduğum an beni saran kollarının arasından hızlıca sıyrıldım.

"Duymak istemiyorum tamam mı?" Dediğimde ona öyle bir baktım ki... "Yaa benim abim öldü abim. Abim bırakıp gitti beni. Mirza neden bunu yapıyorsun?" Dediğimde ellerimi iki yanıma açtım. "Yaralıyım görmüyor musun? Sen de mi bırakıp gitmek istiyorsun beni?" Sözlerim üzerine balyoz yemiş gibi kalakaldığında sanki bana ne yaptığını, ne dediğini yeni yeni anlıyor gibiydi.

"Mihran," dedi Mirza sanki içi gidiyormuşçasına. "Özür dilerim kurban olduğum." Beni tekrardan kollarının arasına aldı. Çenesini, başımın üzerine yasladığında, "Asla!" Dedi. "Asla senden gitmem." Dudaklarını saçlarımın üzerinde hissettim, öptü, öptü... "Özür dilerim tamam mı?" Galiba şu an pek iyi bir psikoloji içerisinde olmadığımdan dolayı üzerime gelmek istemiyordu. Yoksa Deha'nın verdiği kartviziti asla unutmazdı yani.

"Tamam..." dediğimde sesim kırık bir şekilde çıkmıştı. "Söyleme ama bir daha öyle." Şu an onun gözünde küçük bir kız çocuğu gibi göründüğümün farkındaydım.

"Tamam..." dedi Mirza onaylayarak ve biraz da beni taklit ederek. "Söylemem kurban olduğum."

"Ben gideyim artık," dediğimde içli içli burnumu çektim. "Annem laf eder şimdi." Mirza istemeye istemeye de olsa beni bıraktığında elleriyle gözyaşlarımı tek tek sildi.

Birden üzerime eğildiği an daha ben tepki veremeden dudaklarını göz kapaklarımın üzerinde hissettim. İki gözümden öptü beni. "Çakır gözlerinden akan her bir damla yaşa kurban olurum. Ağlama, içimi dağlama."

Ağlama, içimi dağlama...

Bu bizim artık bir çeşit anlaşma yöntemimiz olmuş gibiydi. Ağlama, beni dağlama...

Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, "Gideyim artık," dedim. Böyle diyordum demesine ama bir yere gidebildiğim falan yoktu.

Mirza bir şey demediği an kapıya doğru yürüyordum ki Mirza'nın, "Mihran?" Diyen sesiyle birlikte ona doğru döndüm. Elinde tuttuğu kartı gözlerimin içine sokmak istercesine havaya kaldırdığında, "Bunu unutmadım!" Dedi. Gözlerimin içine baka baka kartı parmaklarının arasında sıka sıka buruşturdu. "Bunu konuşacağız." Oysaki ben yırttığımı düşünmüştüm.

"Konuşalım ağam," dediğimde sesim korkusuz bir şekilde çıkmıştı. Neyime güveniyordum onu ben de bilmiyordum. "Konuşalım Mirza ağam."

Alay edercesine söylediklerimle birlikte Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı ve sanki beni sinir etmek istercesine konuştu:

"Konuşacağız hanım ağam." Ha?

Hanım ağam mı?

"Hanım ağam mı?" Dediğimde şaşırmadan edememiştim. "Ben mi?"

"Öyle," dedi Mirza hiç duraksamadan. "Ben ağaysam, sen de hanım ağamsın."

"Orada böyle midir?" Dedim. "Yani Mardin'de?"

"Böyledir," dedi Mirza ve ben kıkırdadım.

"Hanım ağayım demek ben. Hanım ağa Mihran." Böyle düşündükçe o kadar çok komik geliyordu ki... Yeniden kıkırdadığımda güldüm. "Hanım ağayım ben. Bundan sonra bana hanım ağa diyeceksiniz." Kendi kendime rolüme öyle bir kaptırmıştım ki... Gülüyordum gülmesine ama bir yandan da hoşuma kaçıyordu.

Mirza sözlerim üzerine kahkahalarını bıraktığında, son günlerde belki de hiç gülmediği kadar güldüğünü gördüm. Benim yanımda hep gülüyordu. Benim sayemde...

"Ne?" Dediğimde kapıyı açtım. Burada Mirza ile durmak çok güzeldi ama artık gitmem de gerekiyordu. "Sevdim ben bu işi ha. Hanım ağan olarak sana iyi geceler dilerim, şimdi çekilebilirsin." Söylediklerim üzerine Mirza'ya bir de elimin tersiyle bir hareket çektiğimde Mirza dudağını ısırdı ve başını iki yanına salladı.

Kıkırdayarak tam odadan çıktığımda, "Hanım ağam?" Diyen Mirza'nın sesini duydum ve adımlarım duraksadı. "İki üç gün burada olamayacağım." Kaşlarım çatıldığında yüzüme ciddi ifademi takınarak ona doğru döndüm. "Kork ya da telaşlan diye demiyorum. Görev için birkaç gün burada olmayacağım." Kalbim ona bir şey olursa korkusuyla hızlı hızlı attı.

"Nerden çıktı ki bu görev şimdi? Daha iyileşmedin hem Mirza."

Mirza, "Görev beklemez kurban olduğum," dediğinde bana doğru adımlar attı. Beklemezdi biliyordum ama işte...

Dibime kadar girip dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerim bu hareketiyle birlikte kapandı.

"Belki seni arayamam ama..." dediğinde duraksamıştı. "Sen ararsan eğer beni... Sen ararsan ne olursa olsun açarım sana giden yolları."

Sessiz kaldım, ararım diyemedim.

"Kendine dikkat et," dediğimde fısıldamıştım. Mirza başka bir şey demeyeceğimi anlamış gibi kokumu derince soluduğunda son kez gözlerinin içine bakıp konuştum:

"Benim için dikkat et."

*

Elimdeki fotokopileri sinirle masanın üzerine fırlattığımda, ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Yaklaşan sınavlarıma çalışmam gerekiyordu, aslında çalışıyordum, yani çalışmaya çalışıyordum ama hiçbir halt anladığım yoktu.

Çünkü; aklım şu an benimle değildi.

Omuzlarım çöktüğünde bıkkınlıkla kendimi yatağımın üzerine attım.

Mirza gideli iki gün oluyordu. Gizli bir görev olduğundan ötürü pek bir bilgi vermemiş, nereye gideceğini bile söylememişti. Söyleseydi ben ne yapacaksam sanki?

Hiç yani...

Bu iki gün boyunca Mirza'yla hiç konuşmamıştık. O beni aramamış, ben de onu aramamıştım. O 'belki seni arayamam' demişti zaten ama ben neden onu aramıyordum işte onu bilmiyordum.

Ani bir şekilde telefonumu elime aldığımda arayıp aramamak arasında kararsız bir şekilde kalmıştım. Müsait miydi acaba?

'Sen ararsan açarım' demişti.

Biliyordum, açardı da.

Kendime çok düşünme payı tanımadan Mirza'nın ismine tıkladığımda heyecanlı bir şekilde telefonu kulağıma götürdüm.

Çaldı, çaldı, çaldı.

Ama açan olmadı.

Tam telefonu kapatacağım sıra Mirza'nın, "Kurban olduğum..." diyen sesini duydum. Kalbim heyecanla tekledi.

"Açtın," dediğimde heyecanımı kontrol edememiş ve ona esir olmuştum.

"Açtım," dedi Mirza sakince. "Dedim ya sana hep açarım." Tek solukta hiç duraksamadan konuşmuştu.

"Nasılsın, iyi misin? Yaran nasıl oldu?" Dediğimde tamamıyla konuyu değiştirmeye çalışmıştım. Ama bir yandan da yarasını merak etmiyor değildim.

"İyiyim. Aklın ben de kalmasın diye söylüyorum, ben sahada değilim, sadece operasyonu yönetiyorum." Bunu sırf benim içimi rahatlatmak için söylediğini biliyordum. Mirza asla kendini geride tutmazdı.

"Kendine dikkat et," dediğimde üzerine diyecek başka bir şey bulamamıştım.

"Sen?" Dedi Mirza benim aksime konuştuğunda. "Sen napıyorsun kurban olduğum? Bir yaramazlık yok değil mi?" Ne gibi bir yaramazlık olabilirdi acaba? Çocuk muydum ben yahu?

"Sınavlarım yaklaşıyor da ders çalışıyordum öyle."

Sözlerim üzerine Mirza'nın tarafında birkaç saniyelik cızırtılı sesler yükseldiğinde, "Kurban olduğum benim şimdi kapatmam gerekiyor," dedi Mirza.

"Tamam," dedim hiç uzatmadan. "Allah'a emanet ol."

Tam telefonu kapatacağım sıra Mirza, "Mihran?" Dediğinde sessiz kalarak onun diyeceklerine kulak kesildim. "Yine ara..." Duraksadı. "Olur mu kurban olduğum?"

Hemen peşinden telefon kapandığı an, "Olur," diye fısıldadım beni duymasa bile. Duymamıştı ama beni hissettiğini biliyordum.

Elimde telefonla birlikte öylece kalakaldığımda gözlerim birden dolu dolu olmuştu. Zordu, daha nerede olduğunu bile bilmiyordum.

İçli içli ahladığımda telefonum peş peşe titredi. Daha yeni kapatmamıza rağmen mesajın ondan geleceğini düşünen kalbim tıpkı bir kelebeğin uçuşu gibi uçtuğunda telefonumu hemen açtım. Gördüğüm isimle birlikte dudaklarım büzüldü. Dila, gruba mesaj atmıştı.

"Of Dila of..." dediğimde attığı mesajları okumaya başladım.

Dila: Kızlarrrr ve yengeciğim

Dila: Akşam bir şeyler yapalım mı?

Dila: Evde otur otur canım sıkıldı artık

Dila: Son zamanlarda zaten olanlar olanlar yani

Sezin abla: Eeee gelin bize

Sezin abla: Çekirdek kola bol dedikodu yapalım

Dila: Sezin abla senin ruhun mu fakir ne asdfghasd

Dila: Ben evden dışarı çıkalım artık diyorum

Dila: Sen bizi evine çağırıyorsun

Dila: Dışarı çıkalım diyorum dışarı

Dila: Alemlere akalım

Dila: Gençliğimizi yaşayalım

Siz: Sınavlarım yaklaşıyor benim.

Siz: Gelemem ben.

Dila: Sadece bir defa ya bir defa yengeciğim

Dila: Bir şeyi de kabul etsen olmuyor mu

Dila: Şimdi abim çağırsa sınavı falan sallar koşarak giderdin asdfghasd

Yaa nasıl da tanıyor beni ama...

Dila: Valla ben anlamam

Dila: Zaten dertlerim boyumu aşmış gidiyor

Dila: İki dertleneceğim

Dila: O yüzden hepiniz itirazsız bir şekilde geliyorsunuz

İtirazsız bir şekilde derken bana laf atmayı da unutmamıştı tabii.

Çiçek: Siz planı yapın ben size uyarım

Çiçek: Çalışan bir kadın olarak şu an meşgulüm

Çiçek: Çalışıyorum yani

Çiçek: Çalışıyorum

Dila:

Dila: asdfghasd

Dila: Ben mekanı ayarlıyorum o zaman

Dila: Bu gece bendensiniz

Sezin abla: Gece de bizde kalın ha

Sezin abla: Sabahlarız güzel olur

Dila: Abla sen evlisin

Sezin abla: Eee yani?

Çiçek: Ama daha yeni evlisin?

Sezin abla: Eee yani?

Dila: Yanisi sizin evli olarak başka şeyler yapmanız gerekmiyor geceleri hani asdfgğgğwğs

Dila: Bizi koynunda uyutup ne yapacaksın

Dila: Git kocanı uyut be kadın asdfgasd

Sezin abla: He he aynen

Sezin abla: Kocam olacak adam dün evlendiğimizi unutup anasına yemeğe gitmiş

Sezin abla: Bugün de unutup anasına gitsin bakalım

Dila: NE

Çiçek: NE

Dila: NE

Çiçek: NE

Okuduğum mesajlarla birlikte başımı iki yanıma salladığımda gülerek dudağımı ısırdım. Devran abi bence yapmaması gereken bir şey yapmıştı ve bundan sonrası için Devran abiye geçmiş olsun artık yani.

Kızlar grupta Sezin ablayı sinir etmeye devam ettiklerinde masaya fırlattığım fotokopilerimi de elime alarak odamdan çıktım. Belki kafamı biraz toparlayabilirsem arka bahçede çalışabilirdim.

Merdivenleri inip salona geçtiğimde televizyona yapılmış bir şekilde izleyen annemi görmemle birlikte adımlarım duraksadı. Yine hint dizilerinden birini açmış onları izliyordu.

"Akşam kızlarla dışarıya çıkacağız anne. Haberin olsun." Sesimi duymasıyla birlikte bana döndüğünde, "İyi iyi..." dedi. "Adam gibi gidin gelin ha." Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.

"Gece Sezin ablalarda kalabiliriz belki."

"Kız o niyeymiş? Yeni evlilerin evinde kalınır mi hiç?" Omuzlarımı silktiğimde koltukların arasından geçe geçe bahçe kapısına ilerledim. Burada durup Sezin ablanın bize anlattığı özelini anlatacak hâlim yoktu.

"Dedik ama kendisi çağırdı," demekle yetindiğimde annem ağzının içinden homurdanıp durmuş ama bir şey dememişti. Bunun bir kabul olduğunu anladığımda başka hiçbir şey demeden bahçeye çıkarak ders çalışmaya başladım.

Aradan geçen saatlerde biraz olsun ders çalışabildiğimde esneyerek çalışırken dağıttığım fotokopilerimi topladım. Şüphesiz ki çalışabilmemin sebebi; Mirza'nın sesini duymuş olmamdı.

Eşyalarımı da alarak bahçeden çıktığımda annemi saatler önce bıraktığım şekilde buldum. Tek bir pozisyon bile değiştirmeden hâlâ aynı diziyi izliyordu.

"Ben hazırlanıp çıkacağım anne," dediğimde gözlerini kısa bir an çevirip bana baktı ve başını salladı. Dila mekanı ayarladığına dair bir mesaj ve hemen peşinden de adresi atmıştı. Aslında gitmeyi hiç istemiyordum ama Çiçek bile kabul etmişken onları kırmayı da istemiyordum.

"Sen de kalk yemek hazırla istersen anne. Akşama bu dizileri yemeyeceksiniz sonuçta." Ben konuşuyordum konuşmasına ama annem öyle bir dalmıştı ki beni duymuyordu bile. Başımı iki yanıma sallayarak odama çıktığımda hemen hazırlanmaya başladım.

Dolabımdan çıkardığım açık kot, dar pantolonumu giydiğimde vücudumu tamamıyla sarmış, dik kalçalarımı daha da bir ortaya çıkarmıştı. Fazla abartmak istemediğimden üzerime de beyaz askılımı giyerek uçlarını pantolonumun içine soktum. Üzerime de deri ceketimi geçirdiğimde çok kısa bir zaman içinde hazır olmuştum.

Aynadan kendime baka baka, "Hay maşallah," diyerek kendime övgüler yağdırmaya başladığımda bir yandan da omuzlarımdan aşağı dalgalar hâlinde bıraktığım saçlarımı güzel bir şekilde dağıtmaya çalışıyordum.

"Maşallah kız sana, yani ayy bana. Ayy şu güzelliğime, şu güzelliğime." Kendimi yeterince övdüğüme kanaat getirdiğim çantamın içerisinde gerekli olduğunu düşündüğüm birkaç eşyamı alarak omzumdan geçirdim.

Titreyen telefonumun sesini duyduğum an hemen telefonumu elime alarak, mesajlara girdim. Sezin abla mesaj atmıştı.

Sezin abla: Geldim ben

Sezin abla: İn hadi kız

Bir şey yazmadığımda telefonumu çantamın içine koydum. Çiçek işten sonra mekana geleceğini söylemişti, Dila ise dışarıda işleri olduğunu ve oradan mekana geçeceğini. Bu yüzden de Sezin ablayla birlikte gidecektik.

Odamdan çıkıp merdivenlerden indiğimde, "Anne ben çıkıyorum," diye bağırdım.

"Aman doğru doğru gidin doğru doğru gelin emi? Akşam Sezinlere gidince de ara beni. Her aradığımda da açılacak o telefon." Annemin söylenmeleriyle birlikte evden çıktığımda kapımızın önünde bekleyen Sezin ablanın yanına doğru koşturdum.

Giydiğim topuklu botlarımın sesiyle birlikte bana döndüğünde, "Vay vay vay..." dedi. "Ne güzel olmuşsun kız sen." İstemsiz bir şekilde ben de onu süzdüm. Düz, siyah, dar bir pantolon giymiş, üzerine ise; bordo renkli triko bir kazak giymişti. Üzerine giydiği kaşe kabanıyla gayet hoş duruyordu. Ama durgunluğu her hâlinden de belli oluyordu.

"Sen de çok güzel olmuşsun abla," dediğimde yanıma doğru adımladı ve hemen koluma girdi.

Elini havaya kaldırıp salladığında, "Aman..." dedi. "Öyle giydim bir şeyler çıktım işte evden."

"İyi misin sen abla?"

"İyiyim iyiyim..." diyerek geçiştirdi beni Sezin abla. "Devran sağ olsun çok iyiyim. Gitsin anasının evinde kalsın bu gece de aklı başına gelsin. Aman neyse... Yürü gel bir taksi çevirelim de gidelim hadi." Sezin abla tahmin ettiğimden daha da sinirliydi.

"Abla olur öyle şeyler..." Bana öyle bir bakış attı ki... "Yani ayıp etmiş tabii şimdi." Üzgünüm Devran abi.

"Ayıp etti tabii. Bir de diyorsun ki olur öyle şeyler. Düşünsene Mirza'yla evleniyorsun, yıllardır beklediğiniz an geliyor. Adam evlendiğini unutup anasının evine gidiyor." Yani şimdi böyle düşününce evet Sezin abla da haklı gibiydi. "Neyse dedim ya boş ver Mihran."

Üstelemediğimde Sezin abla yoldan geçen bir taksiyi durdurdu ve bindik. Yol hızlıca akıp giderken biz çoktan Sezin ablayla dedikodu yapmaya koyulmuştuk bile.

Aradan geçen kırk beş dakikalık bir sürede taksi en sonunda Dila'nın konumunu attığı mekanın önünde durduğunda, ücretini ödeyip indik. Geldiğimiz mekanı incelemeden edemediğimde gözlerimi etrafta dolaştırdım. Belki sıradan bir kafeye benziyordu ama kesinlikle sıradan bir kafe değildi. İçeriden gelen bangır bangır müzik sesleriyle birlikte başım şimdiden ağrımaya başladığında kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

"Bu Dila nereye getirdi bizi böyle?" Dediğimde Sezin abla beni duymuş muydu bilmiyordum.

"Bekle ben Dila'yı arıyorum." Sezin abla telefonunu çıkarıp Dila'yı aradığında aralarında çok kısa bir konuşma geçmişti. Telefonu kapattığı an, "İçerdelermiş gel," diyerek koluma girdi ve beni de kendisiyle birlikte yürüttü.

"Çiçek gelmiş mi?"

"Gelmiş gelmiş." Kalabalıktan ve müzik sesinden dolayı birbirimizi zor duyduğumuzdan sonra konuşmamız bunlar olmuştu.

Sezin ablayla birlikte içeri girdiğimizde Çiçek ve Dila'yı köşedeki masalardan birinde otururken bulduk. Onları görür görmez hemen yanlarına geçtiğimizde kısa bir konuşmanın ardından oturabilmiştik.

Dila, "Siz gelmeden bir şey söylemedik. Ne içeceksiniz? Ya da aç mısınız, bir şeyler yer misiniz?" Dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.

"Ben aç değilim, sadece bir şeyler içeceğim."

Gelen garsonla birlikte Dila bizden önce söze girerek, "Bir bira," dediğinde kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. İçki mi içecekti yani?

"Dila abin..." dediğim an elini kaldırıp umursamaz bir şekilde havada salladı. "Abim yok ki şu an." Sesi yaramazlık yapmak isteyen küçük bir çocuğun sesi gibi çıkmıştı.

"Kızlar valla bu gece ben de içiciyim," diyen Sezin abla da Dila'ya uyarak ismini bile ilk defa duyduğum bir içkiyi söylediğinde, Çiçek'le göz göze geldik.

Çiçek hemen, "İçmem ben günah..." diye carıl carıl carladığında ben de ona uyarak başımı salladım. İçki içen birisi değildim, hatta daha önce ağzıma bile sürmemiştim. Ve açıkçası içecek olsam bile şu ortamda hayatta içmezdim. Dağıldığımda beni toparlayacak olan kızlara tırnağımın ucu kadar bile güvenmiyordum.

"Ben de içmeyeceğim," dediğimde kendimden çok emin bir şekilde konuşmuştum.

Ama öyle olmadı.

İçtim.

Aradan geçen birkaç saatin sonunda artık kaçıncı bardağı devirdiğimi sayamamıştım bile. Kızlara uymuş sadece tadına bakayım derken kendimi birden bire sanki bunca zamandır içki içmeyi bekliyormuşçasına kaptırıp gitmiştim.

Kendimi geçmiştim ama 'içmem günah' diyen Çiçek bile kaçıncı bardağındaydı bilmiyordum artık. Zaten Dila ve Sezin ablayı söylemek bile istemiyordum. Dila başını masaya gömmüş bir şekilde uyuklamaya başlamıştı bile.

"Benim içim neden bu kadar bulanıyor?" Derken elimi dudaklarımın üzerine bastırdım.

Çiçek sırıttığında, "Benim bulanmıyor ki..." diyerek sanki bana inat, benimle dalga geçiyormuş gibi konuşmuştu.

"Benim niye bulanıyor o zaman?" Dediğimde dudaklarımı büzmüştüm. "Benim de bulanmasın."

"Senin bünyen hassas demek ki ablacığım," diyen Sezin abla belki de aramızdaki en normal olarak kalanımızdı. Sürekli içtiği için içkiye alışık bir bünyesi olduğunu biliyordum.

Çiçek birden oturduğu yerden kalktığında, "Şunlara bakın şunlara!" Diyerek heyecanlı heyecanlı konuştu ve onun böyle konuşmasına karşılık Dila bile başını gömdüğü masadan kaldırarak baktı. Hemen ilerimizde gördüğüm kalabalıkla birlikte ne olduğunu bile anlayamadığımda eğer halüsinasyon görmediysem birinin birisine yumruk attığını görmüştüm. Bir de birisinin sopa salladığını falan... Aaa bir de havada uçuşan bir ayakkabı...

"Ay bunlar bildiğiniz kavga ediyorlar. Çok heyecanlı çok. Yürüyün biz de girelim aralarına." Çiçek yürek yemiş gibi söylediklerinden sonra önündeki basamağı bile görmeden ileriyle atıldığında Sezin abla son anda onu tutarak durdurdu.

"Otur oturduğun yerde." Çiçek hemen oturduğunda elini çenesine yaslayarak kavga edenleri izlemeye başladı.

"Kızlar bence biz yavaştan yavaştan tüyelim," dediğim sıra kelimeleri ağzımın içinde yuvarlaya yuvarlaya konuşmuştum. "Bakın bu işin sonu hiç iyi görünmüyor. Birazdan iyice karışır buralar." Bence götürdüğüm biralara rağmen hâlâ mantıklı düşünebiliyordum.

Oturduğum yerden kalktığımda dönen başımla birlikte, "Dönmesene be!" Diye bağırdığımda kızlar bana anlam veremeyerek bakmaya başladı.

"Başım dönüyor başım. Söyleyin şu başıma dönmesin şu başım." Söylediklerimden sonra kızlar kahkaha atmaya başladığında kaşlarım huysuz bir şekilde çatıldı. "Gülmeyin be! Kalksanıza yaa..." Mızmızlanarak konuşmuştum. "Bok yoluna mı götürmek istiyorsunuz siz bizi? Kalkın gidelim hadi." Kızlar en sonunda kalkabildiklerinde sarsak adımlarla yürümeye başladım.

Mekanın başka bir çıkışı var mıydı bilmiyordum, bilmediğim için de kavga edenlerin yanından sıyrılıp geçmemiz gerekiyordu.

Dönen başımla birlikte yürümeye devam ettiğimde arkamdan gelen kızların kıkırtılarını duyabiliyordum. Ben götümü kollama derdindeydim bunlar daha gülüyordu.

Kavga edenlerin yanına geçeceğim sıra Çiçek'in, "Beşir Bey değil mi şu?" Diyen sesini duyduğumda gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı ve gözlerimi ona çevirdim. "Ya da ben halis mi görüyorum? Halis görsem halisim bu kadar yakışıklı olabilir mi?"

Dila, "Çiçek?" Dediğinde sesi hayret ediyormuşçasına çıkmıştı.

Çiçek birden, "Ay ne dedim ben?" Deyip ellerini dudaklarının üzerine kapattı. "Demedim demedim hiçbir şey demedim ben." İçinde bulunduğumuz şu durumda bile onun bu hâllerine güldüğümde Beşir'in, "Yenge?" Diyen sesi kulaklarıma doldu ve gülüşüm dudaklarımda donakaldı.

Sıçtık, sıçtık.

"Efendim yengesi?" Dediğimde içmiş olduğumdan ötürü kafam yerinde değildi ve ben ne dediğimi bile bilmiyordum.

Beşir başını iki yanına salladığında, "Sizin ne işiniz var burada? Abim görmesin seni burada," dedi.

"Abin gitti ki..." dediğimde hemen peşinden de tekrar ettim. "Mirza gitti ki..." Sesim küçük bir çocuğun muziplik yaptıktan sonraki sesi gibi çıkmıştı.

"Sen öyle san yenge," diyen Beşir'in gözleri hemen arkamda bulunan Çiçek'e kaydığında kaşları derin bir şekilde çatıldı. "Çiçek Hanım?" Sesi soru işaretleriyle dolu çıkmıştı. "Sizde mi?"

"Ya ben de ben de..." diyen Çiçek mayhoş mayhoş bakışlarıyla Beşir'e bakmaya devam ettiğinde birbirlerinden gözlerini alamamışlardı.

"Ay yeter be!" Diye cırlayarak aralarına girdiğimde Beşir hemen gözlerini bana çevirdi. Ben daha asıl korkumun cevabını bile alamamıştım bunlar ayaküstü birbirlerini süzüp duruyorlardı.

"O burada mı?" Dediğim an ona 'ne olur aksini söyle' dermişçesine baktım. Beşir başını aşağı yukarı salladığında daha o cevap vermeden Mirza'nın sesini duydum.

"Mihran!" Oldukça sert çıkan sesiyle birlikte derince yutkunduğumda olacakla öleceğe çare yok diye düşüne düşüne ona doğru döndüm. Mirza sert ve oldukça baskın adımlarıyla bana doğru geliyordu. Keskin bakışları bile korkmama yettiğinde geri geri gitmek istedim ama adımlarım sanki olduğum yere çakılmışım gibi hareket etmiyordu.

İşte şimdi sıçmıştım.

"Aaa Mirza," dediğim an sesim içime kaçmış bir şekilde çıkmıştı. Başımı sağıma doğru yatırıp şirin olduğunu düşündüğüm bakışlarımla ona baktığımda Beşir'in, "Ahsen sen kimlik kontrollerine başla!" Diyen sesini duydum.

Ne yani? O yılan kadında mı buradaydı?

Hemen Mirza'nın arkasından çıkan Ahsen ile birlikte kaşlarım çatıldığında, içimden kendi kendime telkinler vermeye başladım. Sonuçta iş arkadaşlarıydı canım. Böyle düşünüyordum düşünmesine ama tüm benliğimi sarıp sarmalayan kıskançlığıma da engel olamıyordum.

Birden hem kıskançlığımdan hem de Mirza'nın bakışlarının etkisinden dolayı, "Ömrüm..." dediğim an sarsak adımlarımla Mirza'ya doğru yürümeye başladım. "Ömrüm, aşkım, dünyam..." Sarhoşluğuma güvenerek öyle bir konuşuyordum ki... Mirza'nın kaşları yukarıya doğru havalandığı an, "Kurt bakışlım," diyerek ona doğru bir adım daha attım ama ayaklarımın birbirine dolanmasıyla birlikte ben yere düşmeyi beklerken Mirza beni belimden tutarak kendine çektiğinde başım göğsüne çarpmıştı.

Valla başımı kaldırıp gözlerine bakmaya korkuyordum.

"Mihran..." dediğinde adımı yüreğinden kopuyormuş gibi söylemişti Mirza. "Sen benim sınavımsın kurban olduğum. Sen gerçekten benim imtihanımsın."

"İyi bir şey dedin değil mi?" Dediğimde başımı kaldırdım ve gözlerine baka baka sırıttım. "İyi bir şey, iyi bir şey..." Kendimi iyi bir şey dediğine dair inandırmaya çalışıyordum.

Mirza, "Hı hı..." dediği an ağzının içinden bir şeyler daha homurdandı ama ben anlayamadım.

Sırıtmaya devam ettiğim an, "İşte benim kurt bakışlım," diye bağırdım birden. "Aslan yelesi saçlım..." diye bağırmaya devam ettiğim sıra birden dünyam sanki ters döndüğünde kendimi Mirza'nın sırtında bulmuştum.

"Ay ne oluyor, ne oluyor?" Diye cırladığımda Mirza'nın poposuyla baş başa kalmıştım. Birden, "Aman poposu da güzel," dediğimde ne dediğimi anlamayarak hemen ellerimi dudaklarımın üzerine bastırdım.

Susmam gerekiyordu, susmam gerekiyordu.

Ama susamıyordum ki...

Mirza sert adımlarıyla mekandan çıktığında, "Söyle!" Dedi. Yüzünü göremesem de sesinden bile sinirini hissedebilmiştim. "Söyle ben ne yapayım şimdi sana?"

"Birazcık düşünebilir miyim?" Dediğimde baş parmağımı ve işaret parmağımı birleştirerek ufacık işareti yapmaya çalıştım. Kesinlikle onunla dalga geçiyordum ve ben böyle yaptıkça o daha da çok sinirleniyordu.

Dila'nın, "Tektaşımı kendim aldım, tek başıma kendim taktım," diye bağıran sesi kulaklarıma dolduğunda Mirza'nın sert solukları biraz daha hızlandı.

Mirza, "Ne taktın, ne taktın?" Diye bağırdığında Sezin ablanın kollarının arasında olan Dila görüş açımıza girdi. Hemen peşinden de Beşir'in kollarının arasında zorlukla duran Çiçek...

"Tektaş takmış," dediğimde Dila yerine ben cevap vermiştim.

"Sen sus!"

"Tamam sustum," dediğimde sesim tripli bir şekilde çıkmıştı.

Dila bu sefer de, "Söyleyin o mafyaya, bileklik hırsızına..." diye bağırdığında neyden bahsettiğini şahsen ben anlayamamıştım.

"Kimden bahsediyorsun sen?" Diye bağıran Mirza'nın sesiyle birlikte onun da anlamadığını anlayabilmiştim.

Sezin abla olacak olanların önüne geçmek istercesine, "Filmden filmden," diye bağırdı. "Film izlemiştik aklı oraya gitti onun şimdi, aklı da yerinde değil ya." Parmaklarıyla Dila'yı cimcikledi. "Sussana kız!"

Mirza ağzının içinden, "Te allam ya..." diyerek homurdandığında, "Asıl sana te allam ya!" Diyerek bağırdım. "Midem bulanıyor midem. Dünya ters sanki. Bak popona kusacağım şimdi."

Ben bunu der demez Mirza beni omzunun üzerinden indirip düz bir şekilde kucağına alarak ellerini kalçalarımın altından geçirdiğinde, "Oh be!" Diye rahatlayarak konuştum. "Dünya varmış ha!"

Ellerimi Mirza'nın göğsüne yaslayarak gözlerinin içine baktım. Gözleri güzeldi, çok güzeldi. "Dünya da gözlerinmiş." Gözlerinin içine baka baka söylediklerimle birlikte Mirza öylece kalakaldığında az önceki sinirinin adım adım geçtiğine, gözlerinin içindeki yumuşamasına anbean şahit oldum.

Mirza, "Hatırlat!" Dediğinde nefesi dudaklarıma vura vura konuşmuştu. "Hatırlat seni nefessiz bırakana kadar öpeceğim."

Sezin ablanın, "Mirza?" Diye bağıran sesini duyduğumuz an Mirza gözlerini benden yavaşça çekti. "Bunlar sızıp kalacaklar. Zaten bu gece ben de kalacaklardı, öyle konuşmuştuk. En iyisi bize gidelim."

"Şimdi ayıp olur size. Devran falan olmaz şimdi. Ben halledeceğim onları."

Sezin abla başını iki yanına salladığında, "Olmaz olmaz," dedi. "Devran evde yoktu hem." Mirza bir şeyler olduğunu anlamıştı ama üstelemedi.

Kendine kısa bir düşünme payı ayırıp düşündüğünde, "Beşir!" Dedi ve daha Beşir'in bir şey demesini beklemeden sözlerine geri devam etti: "Üçünü de eve götürüyorsun. Bir vukuat istemiyorum Beşir. Gerekirse evin kapısında sabahlayacaksın ama bir olay istemiyorum Beşir."

Beşir, "Emredersin başkomiserlerin hası," dediği vakit bu sefer Mirza'yı daha fazla sinirlendirmemek için sustu.

Mirza, "Şunu da yarına kadar ayıltın!" Dediğinde gözleri Dila'nın üzerinde dolaşıyordu. "Ayıltın ki hesabını rahatça dürebileyim."

Dila bu sefer de, "Bana bak abisi," diye bağırdığında dudaklarımı ısırdım. "Beni kimse dürüp yiyemez tamam mı?" Ha?

"Alın götürün şunu şuradan."

Bunlar Mirza'nın son sözü olduğunda onları ardında bırakarak yürümeye başladı. Tabii kucağında olan ben de...

"Biz nereye?"

"Evimize." Cevabı kısa ve netti.

Mirza arabasına doğru ilerlediğinde gördüğüm arabayla birlikte, "Mirza?" Dedim.

"Ne?" Kabaydı, hem de çok...

"Araban benim olsun mu?"

"Ne?" Ayy bunda bu kadar şaşırılacak ne vardı ki? Alt tarafı arabasını kendime istemiştim yahu!

"Araban diyorum benim olsun mu? Ben senin arabandan istiyorum ama hesaplamalarıma göre bir yirmi yıl daha alamıyorum. Ay ya da otuz muydu?" Kendi kendime konuşmaya çalışıyordum.

Mirza üzerindeki şaşkınlığı attığı an hiç düşünmeden, "Olsun..." dediğinde gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

"Yemin et."

"Ne yemini Mihran? Olsun dedim ya işte."

"Cidden dedin mi?"

"Dedim ya işte."

"Duymadım duymadım." Emin olmaya çalışıyordum. "Bir daha desene. Araban benim olsun mu?" Konuşa konuşa arabanın yanına geldiğimizde Mirza kapıyı açarak beni koltuğa yerleştirdi.

Emniyet kemerini takmak için üzerime eğildiğinde, "Şuna bak!" Diye homurdandı. "O kadar içersen söylediklerimi anlamazsın tabii."

"Neyi anlamam, neyi anlamam?" Diye bağırdığımda Mirza'nın kaşları derin bir şekilde çatıldı.

"Niye ikileyip duruyorsun?"

"İkilemiyorum ki... İkilemiyorum ki..." diye bağırdım.

"Peki niye bağırıyorsun?"

"Bağırmıyorum ki," diye yeniden bağırdığımda Mirza başını gökyüzüne çevirdi ve derince soludu. Sanırsam sabır dilemişti.

Dile kurt bakışlım, dile.

"Te allam ya te allam ya." Söylene söylene kendisi de şoför koltuğuna geçtiğinde arabayı hızlı bir manevrayla çalıştırarak yola koyuldu.

"Arabam çok güzel," dediğimde Mirza'nın arabasını çoktan kendi üzerime geçirmiştim bile.

Mirza kaşlarını yukarıya doğru havalandırdığında, "Araban?" Diyerek bir soru yöneltti bana.

"Evet arabam," dedim hırçınca. "Bana verdin ya... Vermedin mi yoksa? Ama vermiştin."

"Hiç öyle bir şey hatırlamıyorum," diyen Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında güldü. Resmen benimle dalga geçiyordu.

"Keşke videoya alsaydım ya..." diyerek sızlandım. "Biliyordum ama ben senin böyle yapacağını, seni pinti. Bir arabayı benden mi şey yapıyorsun?"

"Videoya mı alacaktın bir de?" Mirza başını iki yanına sallayarak güldü. "Telefonunu almak için çantanın fermuarını bile açamazsın şu hâlinle."

"Neyi açamam, neyi açamam?" Diye bağırdığımda Mirza burnundan soludu.

"Kulaklarım duyuyor, sağır değilim Mihran."

"Sağır değilsin ama sığırsın," dediğimde kendi dediklerime karşılık kahkahalarımla gülmeye başladım. "Sığır Mirza, sığır Mirza." Hem başımı iki yanıma oynatarak konuşuyor, hem de gülüyordum.

Mirza benim ona söylediklerime ve üzerine bir de gülüşlerime daha da bir sinirlendiğinde dudaklarının arasından, "Mihran!" Diyerek tısladı.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Sığır, sığır..." Hiç durmadan söylemeye devam ettim.

Aradan geçen sayamadığım dakikaların sonunda Mirza arabayı durdurduğunda, hızla inerek yanıma geldi. Mirza mayışmış olan beni kucağına alıp yürümeye başladı. Yol boyunca onu kızdırmak için her şeyi yaptığımdan ötürü artık bir bakıma enerjim bitmiş gibiydi.

Aklıma gelen şeyle birlikte, "Mirza?" Dediğimde başımı omzuna yaslayarak dudaklarımı boynuna bastırdım. Hareketimle birlikte kasıldığını hissettim.

"Hım?" Dediğinde sesi boğuk bir şekilde çıkmıştı.

"Kelebek olsam yine beni bulup sever miydin?" Ne? Bence bu soru gayet önemli bir soruydu, tabii ki cevabı da.

"Ha?"

"Peki ya bir tırtıl olsam?"

"Ne saçmalıyorsun sen Mihran?"

"Ya bir tilki olsaydım?"

"Mihran!"

"Tamam tamam son bir şey. Kurbağa olsam yine sever miydin beni?"

"Nereden buluyorsun sen bu saçma soruları?

"Hangi soruları?" Dediğim an Mirza sabırla başını iki yanına salladı. "Sana iç diye kim dedi? Söyle! Sana kim dedi git de bu kadar iç diye?"

"Ben içtim ki, ben kendim içtim ki..." diye gülerek bağırdığım an Mirza, "Allah'ım sen bana sabır ver," dedi. "Sen bana sabır ver."

"Amin kurt bakışlım." Mirza bana öyle bir bakış attı ki, başımı hemen Mirza'nın göğsüne gömdüm.

"Ya sabır..." diyen Mirza evin kapısını açıp, kucağında olan benle birlikte merdivenlerden aşağı indiğinde dudaklarımın arasından çıkan ılık nefes Mirza'nın tenine değiyordu ve nefesim Mirza'ya çarptıkça Mirza iyice kasılıyordu.

"Rahat dur!"

"Duruyorum ya işte," dediğimde dudaklarım Mirza'nın göğsüne baskı yaptığı için sesim boğuk bir şekilde çıkmıştı.

"Durmuyorsun işte."

"Allah allah ya..." diyerek yüzüne doğru çemkirdim. "Durmuyorsam bırak beni, indir kucağından." Sinirli sinirli konuştuğumda kucağında kıpırdanıp durmaya başladım. Zaten başım da dönüp dönüp duruyordu. "Hem şikayet ediyorsun, hem de daha sıkıca sarılıyorsun."

"Kim kime sarılıyor acaba?" Mirza'nın alaylı bir şekilde konuşmasıyla birlikte kaşlarım çatıldı ve ona yapışıp, sarılanın ben olduğumu fark ettim.

"Ben sarılmıyorum," dediğimde bir an olsun ona sarılmayı bırakmamıştım. "Sarılmıyorum işte." Küçük bir çocuk gibi konuştuğumda hâlâ kollarını bırakmamıştım.

Mirza, "Sarılmıyorsun evet," dediğinde sesi alaylı bir şekilde çıksa da bir yandan da huyuma gitmeye çalışıyordu. Beni koltuğa bıraktığında ellerini bacaklarımdan çekmemişti, ben de ondan ellerimi... "Sarılmıyorsun kesinlikle ama sobayı yakmam gerekiyor." Gözleri onu sıkıca tutan kollarımdaydı. "Üşürsün yoksa."

"Sarılmıyorum tabii..." diyerek ellerimi, kollarımı hemen Mirza'dan çektiğimde, Mirza gülerek eğildiği üzerimden doğruldu.

O sobaya doğru ilerlerken ben de onu izledim. Maşallah, maşallah.

Aman götüne de maşallah.

Düşündüğüm şeyi fark ettiğimde, "Sussana!" Diye kızarak kendime çıkışmış bulundum.

Kendi kendime bağırmamla birlikte Mirza'nın gözleri bana çevrildiğinde, "Ne oluyor diyeceğim de şimdi..." deyip duraksadı. "Alacağım cevaptan korkuyorum artık." Mirza'yı da iki günde korkutmuş, kendimden kaçırmıştım iyi mi ya..

Ah Dila, vah Dila, sen beni yaktın Dila.

Mirza bana söylene söylene en sonunda sobayı yakabildiğinde mutfak tezgâhına doğru ilerledi. Başımı artık dik tutmakta zorlandığımda yastığın üzerine bıraktım ve ayaklarımı da koltuğun üst kısmına doğru kaldırdım. Tabii bunları yaparken ayakkabılarımı çıkarıp fırlatmayı da ihmal etmemiştim. Şükür daha o kadar akıllıyım yani.

"Sevdim sevdalandım. Ben nerden sevdalandım ki?" Diyerek kendi kendime konuşmaya başladığımda ben bile ne dediğimi bilmiyordum. Birden bire hıçkırık tuttuğunda hıçkırdım. "Tırtıl olsam beni sevmeyecek birine neden sevdalandım ki ben?" Yeniden hıçkırdım.

Bu sefer de aklıma gelen şarkıyla birlikte, "Hıçkırık tuttu beni, tuttu da kuruttu beni..." diyerek söylemeye başladığımda Mirza'nın elini yüzüne doğru götürüp sıvazladığını gördüm. "Hıçkırık tuttu beni, tuttu da kuruttu beni."

Mirza elinde tuttuğu bardakla birlikte yanıma geldiğinde, "İç şunu hadi," diyerek bana uzattı.

"Bu ne?"

"Kahve kurban olduğum. Al da iç hadi."

Bardağı elime aldığımda, "Bu nasıl kahve?" Diyerek somurttum. "Bunun köpüğü, şekeri, çeşitli şurupları, çikolatası, buzu falan nerede?" Yüzümü buruşturdum. "Ben bunu içemem ki. White mocha yok mu?"

"Ne yok mu, ne yok mu?"

"Latte Macchiato."

"Te allam ya te allam ya. Hanımefendiye kahve beğendirmiyoruz bir de? Gelmiş ecnebi ecnebi laflar edip duruyor. Al iç suçu. Bak bana geliyorlar tamam mı?"

"Tamam kurt bakışlım." Sözlerime karşılık Mirza yeniden sinirlendiğinde elindeki kahveyi alarak içmeye başladım. Daha bir yudum aldığım kahveyle, "Çok acı," deyip yüzümü buruşturdum. "Ben bunu içemem ki..."

"İç Mihran şunu. İç ve biraz kendine gel artık."

Gözlerimi kırpıştırdım. "Kendimdeyim ki ben."

Mirza gözlerini kapatıp açtığında, "Hadi iç kurban olduğum," dedi gayet kibar (!) bir şekilde. "İyi gelecek bak o sana."

"Yaa..." dediğimde artık karşısında tamamıyla erimiştim. "Kurban olduğun muyum gerçekten?" Kahvemden büyük büyük yudumlar aldım.

Mirza belki de bu gece ilk defa güldüğünde gülerek başını iki yanına salladı. Sanki ilk baştaki siniri kalmamış gibiydi.

Bitirdiğim kahve bardağını Mirza'ya uzattığımda üstten üstten bakışlarıyla bardağı elimden alarak konuştu: "İyi misin?"

"İyiyim," diyerek mırıl mırıl mırıldandım.

"Kendine geldin mi biraz daha?" Aaaa ama yani... Benim neyim vardı ki?

"Bir şeyim yok ki benim," dediğim sıra evin sıcaklığından ötürü yanmaya başladığımı hissettim. Üzerimdeki ceketimi tek hamlede çıkarıp yanıma koyduğumda biraz olsun rahatlamıştım. "İyiyim ben, iyiyim ben."

Gözlerimi hâlâ tepemde dikilen Mirza'ya çevirdiğimde, "Niye can alıcı gibi başımda bekliyorsun?" Dedim ciddi ciddi.

"Belki de canını alacağımdandır." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra ona baktım.

"Ne?" Ellerimle kendimi gösterdim. "Beni beni..." dediğim an işi tamamıyla duygusallığa vurmaya çalışmış ama başarılı olamamıştım. "Beni beni Mihran'ını..." Başımı iki yanıma salladığımda rolüme iyice girmiştim. "Beni beni kurban olduğunu?"

Mirza kaşlarını çata çata, "Şovcu," dediğinde dik dik bakışlarını bana yolladı. Bir yandan bana hiç kıyamıyordu, bir yandan da bana sinirleniyordu.

"Şovcu değil," dediğimde işaret parmağımı kaldırarak iki yanıma salladım. "Şovcu değil, hanımağa Mihran diyeceksin." Mirza bu sefer de kahkahalarıyla gülmeye başladığında ben de onun gülüşünü izleye izleye koltuğa tekrardan yattım.

"Mirza?" Diye fısıldadığımda başını yanına yatırarak dalgın dalgın bakışlarıyla bana baktı. Kahverengi saçlarım koltuğun üzerine dağılmış, yattığımdan dolayı da askılımın askıları kaymıştı.

Mirza, "Hım?" Dediğinde derin bir iç çekti. Yüksek ihtimalle yine ne saçmalayacağımı düşünüyordu.

"Bir gün de birlikte içelim mi?" Esnedim. "Sadece bizim olacağımız bir yerde..." diye sözlerime devam ettiğimde içimin dışımın ayrı bir bulantıyla sarsıldığını hissettim.

"Midem bulanıyor," diyerek yattığım yerden doğruldum ve kendimi daha fazla tutamayarak lavaboya doğru koşturdum. Tuvalete çömelerek içimde ne varsa kusmaya başladığımda, gözlerimi hızlı bir şekilde kapattım. Görmek daha da bir bulandırıyordu içimi.

Mirza'nın parmaklarını saçlarımda hissettiğimde okşayarak geriye aldı her bir saç tutamımı. "İyi misin kurban olduğum?"

"İyiyim," diye fısıldadığımda midemdeki her şeyi boşaltmış olduğumu düşünerek eğildiğim yerden doğruldum. Benim peşimden Mirza hemen tuvaleti temizlemeye başladığında utanmadan yapamamıştım.

"Ben yapardım," dediğimde sesim mırıl mırıl çıkmıştı.

Mirza işini bitirip doğrulduğunda, "Benden utanma tamam mı kurban olduğum?" Dediğinde suyu açtı ve avucunu suyla doldurdu. Suyu ağzıma uzattığı an ne istediğini anlayarak dudaklarımı avucuna doğru götürdüm. Avucuna aldığım suyla birlikte ağzımı çalkaladığımda Mirza bunu birkaç defa daha tekrar ettirdi.

Valla rezillik ya.

Mirza en sonunda biraz daha suyu alarak bu gibi suyla yüzümü yıkamaya başladığında ellerini yanaklarımın üzerine koydu. Koymasıyla birlikte kaşları derin bir şekilde çatıldığında, "Mihran!" Dedi ve bu sefer de ellerini alnıma götürdü. "Sen yanıyorsun."

"Evet," dedim gözlerinin içine baka. "Yanıyorum. Hem de cayır cayır." Sözlerimle birlikte derince yutkundu. "Yani şey... Şey çok içtim ya ben ondan böyle oldu. Etki yaptı bana etki. Yan etki..."

Mirza dudaklarını birden alnıma bastırdığında, "Sen cidden yanıyorsun kurban olduğum," diye fısıldadı.

Eee ben demiştim ama zaten cayır cayır yanıyorum diye...

"Yanıyorum söndürelim mi? Tabii tabii... Çıktı ateşim indirelim mi? Tabii tabii..." Kendi kendime yine saçmalayarak aklıma gelen şarkıyı bağıra bağıra söylemeye başladığımda Mirza aniden kolumdan tutarak beni kendisine doğru çekti. Dudaklarını dudaklarıma bastırdığı an içimdeki ateşin daha da çok harlandığını hissettim.

(Buradan sonrası birazcık +18'dir. Lütfen midesi bulunanlar, okumak istemeyenler geçsin. Kırıcı yorumlar görmek istemiyorum, birbirimizin kalbini kırmaya hiç gerek yok❤️‍🔥)

Mirza, "Hatırlat demiştim değil mi?" Dediğinde dudaklarıma kısa ama tutkulu bir öpücük daha kondurdu. "Seni öpeceğim hatırlat demiştim."

Yanıyorum, valla yanıyorum.

"Hı hım..." diye mırıldandığımda Mirza dudaklarını tekrardan dudaklarıma bastırdı. Kollarımı ensesine dolayarak onu kendime çektiğimde, ellerini kalçalarıma götürerek ayaklarımı yerden keserek beni hafifçe olduğum yerde yükseltti. Ayaklarımı, bacaklarının arka kısmına doladığımda, "Mirza..." diyerek inledim. Aralık olan dudaklarımın arasından dilimi kavradığında, dilimi emdi, emdi ve en sonunda ısırdı.

"Ah..." diyerek inlediğimde banyodan çıkarak içeriye doğru adımladı. Attığı her bir adımda bedenim aşağı yukarı hareketleniyor ve sertliği bana darbe darbe vuruyordu.

İçeriye girdiğimiz an bu sefer de beni duvara yasladığında bacaklarımı yükselterek bu sefer kalçalarına doladım. Kendimi aşağı yukarı hareket ettirdikçe kasıklarımda iyiden iyiye sertleşen erkekliğini hissedebiliyordum. Bu beni daha da çok yakıyordu.

Mirza dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında bu sefer rotası askılımın açıkta bıraktığı boynum oldu. Boynumu ısırdığı an ellerimle saçlarını çekiştirerek onu biraz daha bastırdım. Göğüslerim gözlerinin önüne yükselip yükselip iniyordu.

"Mirza..." diye haykıra haykıra adını bağırdığımda ona yer açılması açısından başımı hafifçe yana doğru çevirdim.

"Mihran durmam gerekiyor ama duramam bak. Valla duramam bak ben." Telaşlı ama bir o kadar da tutkuyla söylediği sözlerin ardından kıkırdadığımda, "Durma," diye fısıldadığımda elleri göğsümü buldu ve sertçe sıktı.

"Emin misin?" Dediğinde bir tehlikeyi andıran sesiyle birlikte parmaklarını çıplak belimden yukarı kayarken hissettim. Sütyenimin kopçasında duran parmaklarıyla birlikte kasıldığımda, "Emin misin?" Diyerek tekrarladı kendini.

Bir şey demediğim an sessiz kaldım ama Mirza susmadı, sözlerine devam etti.

"Söyle!" Dediği an sesi sert bir şekilde çıksa da gözlerine her bir sözünde yeşeren tutkunun tohumlarını görebiliyordum. "Onları şimdi," dediği an tek elini göğsümün üzerine götürerek avucunu kapadı ve sıktı. "Onları şimdi avuçlarımın içinde düşün." Kendimi ona doğru bastırdım. "Tek bir dokunuşumla sertleşen uçlarını dudaklarımın arasında..." Onun için sertleşen göğüs ucumu okşadı. "Dudaklarımın arasında onları emdiğimi düşün." Gözlerim hissettiğim arzuyla birlikte kapandı.

"Mirza..." dediğimde göğüslerimin uçlarının beklenti ile sızladığını hissettim.

"Ne istediğini söyle!"

"Ah yap işte," diye avaz avaz bağırdım.

Mirza, "Cık..." dediğinde başını iki yanına salladı. Resmen beni kıvrandırıyordu, ve bunu yapmak da hoşuna gidiyordu. "İstediğim cevap bu değil."

"Dudaklarını istiyorum tamam mı? Emmeni istiyorum," Dediğim an arzudan yoğunlaşan gözleriyle birlikte üzerimdeki askılımı anında çıkararak beni koltuğun üzerine yatırdı. Bacaklarım hâlâ onun üzerindeydi.

Mirza üzerime doğru ağırlığını vermeden eğildiğinde gözlerinin yoğunluğu sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimin üzerinde dolaştı. Onun için, onun dudaklarının arasından dökülen sözlerle, ve yine onun elleri sayesinde dikleşmiş olan göğüslerimde.

Dudaklarını hiç acele etmeyerek iki göğsümün arasına gömdüğünde dilini hissettim ve küçük küçük ısırıklarını... Dişlerimi birbirine bastırdım. İçimde arzudan dolup taşacak bir sıvı vardı.

"Yıllardır..." diye fısıldadığı an tenimi derince soludu. "Yıllardır beklediğim, bekleye bekleye yandığım."

Sözlerinin ardından Mirza'nın parmakları yavaş yavaş sütyenimin kopçasına doğru tırmanıp en sonunda durduğunda gözlerime son bir kez baktı. İzin istiyordu, onun için kıvranmama, onu istediğimi söylememe rağmen izin istiyordu.

Verdim de.

Konuşma yetim şu an ben de olmadığı için gözlerimi kapatıp açarak onay verdiğimde, Mirza'nın parmakları sütyenimin kopçasını büyük bir ustalıkta açtığında üzerimden hızlıca sıyırarak gelişigüzel bir şekilde yere fırlattı.

Göğüslerim artık tamamen gözlerinin önündeydi.

Nefesimi tuttuğum an arzudan koyulaşmış gözlerini her bir zerremde dolaştırdığını hissettim.

"Mihran," diyerek inlediği an dudaklarıma kısa ama üzerimdeki etkisini gözetmeyeceğim bir öpücük bıraktı. Beni öpmesini, bana dokunmasını seviyordum.

Elleri rahat durmayarak göğüslerimin üzerine kapandığında avuçlarının içine göğüslerimi sıkıştırarak sıktı. Belimi kavislendirdiğimde kendimi biraz daha ona bastırdım.

"Sen benim sonum olacaksın kurban olduğum..." diyen Mirza en sonunda dudaklarıyla göğüs ucumu kavradığında, gözlerimi kapattım, ve dudaklarımın arasından kopan cılız iniltime mani olamayarak inledim.

Islak dudakları göğüs ucumun her bir yanını talan ettiğinde ellerimi saçlarına götürerek kafasını göğüslerime bastırdım. "Mirza..." İnledim, her bir hareketinde adını inledim.

Birden Mirza'nın hareketleri duraksadığında yattığım yerde ihtiyaçla kıvrandım. Bacaklarımın arası yanıyordu ve sürekli birbirine bastırmaya çalışıyordum, beceremedikçe daha da çok kapana kısılmış gibi hissediyordum.

"Gözlerini aç!" Mirza'nın sert çıkan sesiyle birlikte göğsüm yükselip yükselip indiğinde gözlerimi açamadım. "Sana ne yaptığımı görmek istemez misin?" Diyen Mirza göğsümü ısırdığında artık dayanamadığımı hissediyordum. "Dünyamı göster bana." Gözlerim bunu bekliyormuşçasına açıldığında Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

Gözlerine dünyam demiştim.

Şimdi ise o bana.

Gözlerim dünyasıydı.

"O gözlerin kapanmasın kurban olduğum," diyen Mirza sağ mememin ucunu dudaklarının arasına aldığında emdi. Gördüğüm bu görüntüyle karnıma bir sancı girdi.

Islanmıştım,

Hem de çoktan.

Mirza'nın ensesine derin derin çizikler bırakmaya başladığımda artık dayanamıyordum. Sanki içimde patlamaya hazır bir volkan var gibi hissediyordum. "Ah..." diyerek çığlık çığlığa bağırdığımda Mirza göğüs ucumu sertçe ısırdı. "Mirza." Adını haykırmıştım.

Nefes nefeseydim.

Mirza dudaklarını göğüs ucumdan ayırdığı an benim dağılmış hâlime baktı, uzunca baktı. "Diğerini de almamı ister misin dudaklarımın arasına?" Avucunun içini bu sefer de sol göğsüme bastırdığında başımı aşağı yukarı salladım.

İstiyordum, her bir zerremle.

Mirza, "Duyamadım kurban olduğum," dediği an benim konuşmamı istediğini anlayabilmiştim. Onunla konuşmamı, ona ne hissediyorsam onu söylememi istiyordu.

"İstiyorum," dediğimde içimden gelen bir dürtüyle haykırmıştım. "İstiyorum."

"İşte benim kurban olduğum," diyen Mirza gözlerindeki parıltılarıyla bana baktığında, gözlerimin içine baka baka sol göğsümün ucunu dudaklarının arasına aldı.

Bu... Bu çok fazla...

Islak dudakları göğüs ucuma darbe darbe vuruyor ve emiyordu. Onun dokunuşuyla daha da bir sertleşiyordu. Ellerimle onu biraz daha bastırdığımda güler gibi olsa da devam ederek, göğüslerimle ilgilenmeye devam etti.

Ben artık kendimi kaybetmiştim.

Onun her bir hareketine karşılık nefes nefes inliyor, sadece iniltilerimle ona eşlik ediyordum.

Mirza göğüslerime diliyle darbeler vurmaya devam ettiği sıra tek elini kalçalarımdan aşağı kaydırarak kadınlığımın üzerinde durdu.

Dokundu, yandım.

Birden kadınlığımı avuçladığı an içimden dolup taşan bir dürtüyle kendimi avuçlarına ittim. "Islandın mı kurban olduğum?" Elleri pantolonumun üzerinden olsa bile kadınlığımda dolaşıyordu ve ıslandığımı hissettiğini zaten biliyordum.

"Bu..." Konuşamadım. "Bu çok..." Hayır, konuşamayacaktım. İlk defa yaşadığım anların, hislerin esiri olmuştum şu an. Biz Mirza ile hiç bu kadar ileri gitmediğimiz için şu an hissettiğim bu duygular bana çok yabancıydı.

Biz yılların acısını, hasretini birbirimizden çıkarıyorduk.

Mirza, "Islaklığını hissedebiliyorum," dediğinde ellerini pantolonumun düğmesine götürdü. Gözlerime baktığı an izin istediğini anladım ve tam anlamıyla ona olan teslimiyetimi anlaması açısından dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Mirza'nın elleri pantolonumun düğmesini çekiştirerek açtığında ona kolaylık olması açısından kalçamı hafifçe ona doğru kavislendirdim ve pantolonumu hızlı bir şekilde çekti.

Artık karşısında sadece küçük bir bez parçası olan külotumla kalmıştım.

Mirza derin derin nefesler aldığında, "Tutmam gerekiyor," dedi kendi kendine. "Kendimi tutmam, durmam gerekiyor. Şimdi olmaz." Burnundan soludu. "Karşımda siktiri boktan bir bez parçasıyla kalmışken nasıl tutacağım ben kendimi?" Gözlerini bana çevirdiğinde beni azarlarcasına konuştu: "Nasıl tutacağım ben şimdi kendimi söyle!"

Allah allah ya.

Hem kendi çıkarıyordu hem de üzerine beni azarlıyordu.

"Ya sabır..." dediğimde bulunduğum şu durumda bile Mirza'ya yükselmeyi başarmıştım. Altında kıvranıyordum ama yine de bir şekilde dikleniyordum. "Kendin çıkardın şimdi de bana kızıyorsun."

Mirza, "Fazla gelirse durdur kurban olduğum," dediği an ben daha bir şey anlayamadan hemen peşinden de homurdanarak ekledi: "Nasıl duracaksam gerçi anasını satayım."

Mirza'nın ellerini şişmiş, ıslanmış olan kadınlığımın üzerinde hissettiğim an yanaklarımın alev alev yandığını hissettim. Avucunun içiyle kadınlığıma baskı yapıyordu. "Hissediyorum," diye fısıldadı kulağıma doğru ve kulak mememi dudakları arasına alıp ısırdı. Dikleşmiş olan göğüslerim her bir baskısında göğsüne çarpıyor ve sızım sızım sızlıyordu. "Islaklığını avucumda hissediyorum."

Parmakları rahat durmayarak iç çamaşırımı yana kaydırdığı an parmaklarını kadınlığıma bastırdı. Aradaki tek engel olan iç çamaşırım da kalkmıştı. Sık sık nefesler alıyordum.

"Mirza... Dur..."

Durmadı, gerçekten durmasını da istemedim zaten.

Parmaklarını tepemin üzerine koyup okşamaya başladığında sanki yer ayaklarımın altında kayıp kayıp gitti. Tamamen kendimi kaybederek bir boşluğa savrulmaya başladığımı hissediyordum.

Tek yaptığım o kaybolmuşlukla Mirza'nın adını haykırmaktı.

Parmakları büyük bir ustalıkla kullanarak okşamaya devam ettiğinde, daha önce vurulmadığım bir noktan vurulduğumu hissettim.

Kendimi kaybetmişliğimin ötesinde kalçalarımı kaldırarak kendimi Mirza'ya ittiğimde kendimi parmaklarına bastırırken buldum. "Ah... Mirza..." Haykırdım, haykırdım ama içimdeki o his asla geçmedi.

Mirza, "Sıkma kendini," dedi sertçe. Parmaklarıyla bana darbe darbe vurmaya devam etti. Kalçalarımı tekrardan parmaklarına doğru kavislendirdim.

Gözlerimin artık kaydığını başka bir ana geçiş yaptığımı hissettiğimde onun gözleri tek bir an olsun gözlerimden ayrılmadı. Kasımlarım parçalanmak üzereyken kendimi son bir kez daha havalandırarak, "Mirza!" Diye haykırdım.

Mirza alnını alnıma yaslayıp dudaklarını dudaklarımla mühürlendiğinde, "Gel bana kurban olduğum," dedi. "Parmaklarıma gel. Akıt parmaklarıma kendini." Mirza'nın dudaklarıma bastıra bastıra söyledikleriyle birlikte sanki bunu bekliyormuşçasına çığlık ata ata kendimi tamamen bıraktığımda, algılarımı tamamen kaybettiğimi hissettim.

Kendimde değildim artık, tamamıyla Mirza'ylaydım.

Titredim, sarsıldım.

Sonrasında dudaklarını tekrardan dudaklarıma bastırdığında bana sonsuzmuş gibi gelen o öpüşmenin sonuna geldiğimizde üzerindeki tişörtünü çıkararak hızlı bir şekilde başımdan geçirdi. Tişört kalçalarımı kapatmamış, iç çamaşırım Mirza'nın gözleri önünde serili hâlde kalmıştı.

(+18 bitmiştir. Rahatsız olup da atlayanlar olduysa eğer buradan devam edebilirsiniz.)

Mirza dudaklarını alnıma bastırdığı an, "Doyamam," diye fısıldadı. Hemen peşinden beni kaldırıp kendi üzerine çektiği an sızlayan göğüslerim göğüslerinin arasına sıkıştı. "Sana doyamam ben."

O alttayken, bu sefer ben üstteydim.

"Yıllardır tek beklediğim andı," dediği an dudaklarıma kısa bir öpücük bıraktı. "Dört yıl boyunca gecem, gündüzüm, her anımdın sen kurban olduğum."

'Gitmeseydin beklemezdin' demek istesem de kollarının arasında böyle kıvranırken cesaret edebileceğim bir şey değildi bu.

"Kollarımda kıvranışların, o ıslaklığın, kadınlığın... Ah Mihran, ah yandığım..." diyerek inlediğinde Mirza dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Mirza hemen elini belime atıp benim başlattığım küçük öpücüğü alevlendirdiğinde dilimi kavrayarak ısırdı. İnleyerek göğüslerimi çıplak göğsüne sürttüğümde aradan kaç dakika geçti bilmiyordum.

En sonunda ayrılabildiğimiz an dudakları dokunsam yanacağım, yakacağım bir uzaklıktaydı ama dokunmadım. "Seni seviyorum." Fısıltım dudaklarımın arasından aşıp dudaklarına ulaştı.

Ben artık kollarında olduğum bu adamdan başka yolum olmadığını biliyordum. Bazen olmazdı. Ne kadar kaçarsanız kaçın, kaçtığınızdan tutulur kendinizi en çok onda bulurdunuz.

Ben ondan hiç kaçmak istemedim. Kaçmak hiçbir zaman yol olmadı benim için. Kaçtığım hep kendi duygularım, kinim, içimden dolup taşan öfkem oldu.

Ama anladım artık,

Mirza'dan başka yol yoktu.

Mirza, "Bir seni..." dediğinde derin bir iç çekti. "Bir seni kurban olduğum."

Bir seni kurban olduğum...

Mirza beni kollarıyla sıkıca sardığı an, "Tüm gece sıcaklığınla uyuyacağım," diye fısıldadı. "Saatlerce tüm kıvrımlarını hissedeceğim." Konuşurken elleri kalçalarımı bulup sertçe sıktı. "Saatlerce teninde soluklanacağım..." Elleri tişörtümün içinden sızarak çıplak göğsümü avuçladığında, "Kendimi göğüslerine gömeceğim..." diyerek göğüslerimi sıktı.

Yeniden hissettiğim hislerle birlikte dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında, bacaklarımı iki yanından geçirerek tıpkı ata biner gibi üzerine yattığımda sertliğini kadınlığım üzerinde hissettim. "Ben de..." diye fısıldadım kendimi Mirza'nın erkekliğine bastırdığımda.

Derince yutkundu, yutkundu.

Aşağı yukarı hareket ederek kendimi ona sürtmeye başladığımda kadınlığımda atan sertliğinin her bir zerresini hissediyordum. "Ben de tüm gece, saatlerce seni hissedeceğim."

Ki öyle de oldu.

Tüm gece, saatler boyunca birbirimizde kaybolduk, soluklandık ve en önemlisi birbirimizi hissettik.

*

"Nasılsın lan biraderim?" Behlül'ün sesini duymamla birlikte elimdeki çayı yavaşça masaya bıraktığımda yorgun yorgun bakan gözlerimi Behlül'e çevirdim.

"İyiyim..." dediğimde Behlül çoktan yanıma oturmuştu bile. "Sen nasılsın?"

"Beni boş ver de sen hiç iyi gözükmüyorsun lan," dediğinde Behlül benim bıraktığım çayımı alıp içmeye başlamıştı bile. Kaşlarımı çatsam da bir şey demedim. "Neyin var senin Miho'm?"

"Bir şeyim yok ki."

"Doğruyu de lan! Yoksa eniştem mi bir şey yaptı sana? Üzdü mü seni?" Ne alakaydı? Başımı iki yanıma salladım.

Mirza'yla o anları yaşamamızın üzerinden iki gün geçmişti. Bu iki gün boyunca da zaten yoğunluğundan ötürü onu çok az görmüştüm.

Yaşadıklarımız... Nasıl desem özeldi, eşsizdi işte. Mirza'nın dudaklarının tenimin her yerinde gezinmesi, sonrasında göğüs ucumda onu hissetmem... Tüm gece birbirimizin kıvrımlarını hissetmemiz...

Düşüncelerimle birlikte göğüs ucumun tekrardan sızladığını hissettiğimde, bacaklarımı birbirine bastırarak oturduğum yerden doğruldum. Sadece Mirza'yı düşünmem bile yetiyordu.

"Bak eniştem bir şey yaptıysa söyle alayım boyunun ölçüsünü." Behlül'ün söyledikleriyle birlikte düşüncelerimden sıyrıldığımda, sözlerine karşılık güldüm.

Ne yapacakmış, ne yapacakmış?

Mirza'nın boyunun ölçüsünü mü alacakmış bu şimdi?

"Hadi ya..." dediğimde sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. "Nasıl alacaksın şimdi çok merak ettim ben. Allah belanı versin şarkısını açarak mı yoksa?" Açtığı şarkı üzerine bir de Mirza'dan korkup hemen geri adım atmasını hiç saymamıştım bile.

Çıkardığım croks terliklerimi geri giyip dinlenme odasından çıktığımda arkamdan bağıran Behlül'ün seslerini duyabiliyordum. "Benim Miho'mu, biraderimi kimse üzemez lan. Valla adımın alnını karışlarım ben. Miho'm nereye gittin lan?" Gülerek başımı iki yanıma salladım.

Koridora çıkmamla birlikte cebimden telefonumu çıkarıp saate baktığımda saatin dört buçuk olduğunu gördüm. Yarım saat daha çalışmam gerekiyordu, sonrasında çıkacaktım zaten.

Tam giriş katta bulunan bir hastamın odasına yöneleceğim sıra, "Mihran kızım," diyen Selim abinin sesini duyduğumda gözlerimi ona doğru çevirdim. Selim abi burada danışmayla, giriş - çıkışlarla ilgileniyordu.

"Efendim Selim abi?"

"Bu beyefendi sana bakıyordu Mihran," diyen Selim abiyle birlikte gözlerimi şimdiye kadar fark etmediğim yanındaki adama çevirdim. "Paketin varmış galiba, imzan gerekiyormuş."

"Paketim mi var?" Dediğimde şaşırmadan edememiştim. "Beklediğim bir şey yoktu benim."

Karşımdaki adam elinde tuttuğu küçük kuyuyu bana uzattığı an, "Bir bilgim yok maalesef ki," dedi. "Aldığınıza dair imzanızı almam gerekiyor." Kuyuyu çekip elinden aldığımda, gösterdiği yere imzamı attım. Giden adamın ardından elimdeki kutuyla birlikte kaloriferin önüne geçtiğimde, kutuyu açmaya başladım.

"Ay bir de bomba falan çıkıyormuş şimdi. Tövbe tövbe..." Düşündüğüm saçmalığa karşılık, "Allah korusun," dediğimde parmaklarımı önce kulağıma sonra da duvara vurdum.

Tam kutuyu açacağım sıra yanımdan yükselen bir ses, "Bomba mı, bomba mı?" Diye bağırdığında olduğum yerde korkuyla sıçradım. Bunu söyleyen hastam orta yaşlardaki bir amcaydı, ve benim sözlerimi duymuş olmalıydı.

"Hayır hayır," dediğimde birden yüksele yüksele konuşmuştum. "Bomba falan değil, bomba yok."

Amca benim söylediklerimi zerre takmadığında, "Bomba bomba," dedi. "Ben bomba imha, ben bomba imha."

"Amcacığım valla bomba değil," dediğimde bu amcanın birazdan herkesi başımıza toplayacağını düşünmeden edemiyordum.

Ah Mihran, ah Mihran.

Şu çeneni bir tutmayı, her şeyi dışından söylememeyi ne zaman öğreneceksin acaba?

"Amca değilim ben," diye kızgınlıkla konuştu amca. "Bomba imha Kadir diyeceksin bana. Bomba imha Kadir."

Oy ben başımı nerelere vuram, gidem gidem de nerelere vuram?

"Tamam bomba imha Kadir amca," dediğimde bunu dediğime inanamıyordum bile.

"Bomba imha Kadir Bey diyeceksin. Bomba imha Kadir Bey."

"Tamam peki..." dediğimde içimden sabırlı olmam konusunda sürekli kendimi telkin edip duruyordum. Sonuçta bu amcayı kendi başıma ben bela etmiştim ve şimdi sakin olmalıydım. "Bakın bomba imha Kadir bey," dediğimde tane tane tam da onun istediği şekilde konuşmuştum. "Bakın burada bomba yok tamam mı?"

Yanımızdan geçen bir teyze benim sözlerimi duymasıyla birlikte, "Bomba mı?" Dediği an elimi yüzüme kapatarak sıvazladım. "Bomba varmış bomba." Bağırmasına teyzeciğim ya ne olur bağırma.

İşte şimdi sıçtım diyebilir miydim?

Diyebilirdim bence.

Sesleri duyarak yanıma gelen Selim abi, "Mihran ne oluyor?" Dediğinde durumu nasıl açıklayacağımı düşünüp durdum.

"Bir yanlış anlaşılma oldu da Selim abi," dediğimde elimdeki kutuyu gösterdim. "Bomba var sanıyorlar içinde, inandıramadım bir türlü, hepsi toplandı başıma."

"Bomba mı var gerçekten?"

Selim abinin söyledikleriyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, "Ne?" Dedim. "Abi sen de mi ya? Ne bombası yok bomba falan. Lütfen yangına bir de sen kürekle gitme ya."

Selim abi, "Tamam tamam..." dediğinde gülerek ellerini havaya kaldırdı. "Halledeceğim ben şimdi buraları." Umarım... Daha fazla kişi bu bomba saçmalığını duymadan halledebilirsin Selim abi.

Aradan geçen birkaç dakikada Selim abi gerçekten de bu bomba saçmalığını halledebildiğinde gözlerimi elimde varlığını belli eden kutuya çevirdim.

Belalı kutu.

Kutuyu camın önüne bırakarak içimden dolup taşan bir merakla açtığımda karşımda gördüğüm daha da küçük olan kutuyla birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. Birisi benimle dalga mi geçiyordu? Ne olacaktı yani şimdi? Bu kutuyu da açtığım an başka bir kutu mu çıkacaktı karşıma?

Mirza gibi, "Te allam ya..." demeye başladığımda sinirlene sinirlene önümdeki küçük kutunun da kapağını açtım. Açmamla birlikte gördüğüm şeyle birlikte kendime tutunacak yer aradığımda ellerimi duvara yasladım.

Nefesim daralıyordu, nefesim yetmiyordu.

"Bu..." dediğim an elimi kalbimin üzerine götürdüm. "Bu..."

Abimin bilekliğiydi.

Hayır.

Abim için yaptırdığım, sadece ona özel olan bileklikti.

"Bunun..." dediğim an kendimi daha fazla konuşmaya zorlamadım ve titreyen ellerimi bilekliğe doğru uzattım. Dokunamadım, dokunamadım. Gözlerimden yaşlar birer birer akmaya başladığında zaman beni şu an aldı ve abimle olan anılarımıza bir bir götürdü.

"Senin için aldım abi," dediğimde elimdeki küçük paketi abime uzattım.

"Bu nereden çıktı böyle gülüm?" Diyen abim elimdeki paketi aldı. Gözleri kısılmış bir şekilde bana bakıyordu.

"Öylesine içimden geldi," dediğimde burukça güldüm. "Sen benim için çok şey yapıyorsun, benim için çalışıyorsun, beni dershaneye yazdırıyorsun, beni her şeyden koruyorsun..." Duraksadığımda gözlerimin dolu dolu olduğunu hissettim. "Senin için almak istedim ben de işte. Küçük bir şey biliyorum ama..." dediğim an abim daha fazla bir şey dememe izin vermeden sözümü kesti.

"Duymayacağım bir daha Mihran," dediğinde abim akan gözyaşlarımı tek tek sildi. "Tabii ki de her şeyi senin için yapacağım ben. Kardeşimsin sen benim, her şeyim sana feda olsun." Uzanıp alnımı öptü. "Kardeş; can yarısı demekmiş. Sen benim şu canımın yarısısın gülüm." Söylediklerinden sonra beni kendisine çekip sarıldığında başımı göğsüne yasladım.

Sen de benim canımın yarısısın abi...

Abim, "Tamam yeter bu kadar duygusallık," dediği an gülmeye çalışarak benden ayrıldı. "Şimdi gülümün benim için aldığı hediyeye bakmam lazım."

Paketi açtığı an karşısına çıkan bileklikle birlikte, "Biliyorum takı takmayı pek sevmiyorsun ama ben öyle görünce almak istedim," diyerek açıklama yaptım.

Abim bilekliğe baktığı an, "Gülüm alır da ben takmaz mıyım?" Diyerek hemen bileğine geçirdi. Bileklik; küçük siyah taşları olan ve zincirlerle birbirine bağlanan bir bileklikti. Bilekliğin en ortasındaki taşta ilk bakışta belli olunmayacak bir şekilde 'Serhat' yazıyordu.

"Teşekkür ederim abim," diyen abim beni kollarının arasına aldığında ona sığındım. "Hiç çıkarmayacağım gülüm."

Zihnim geçmişin izlerinden bir bir çıktığında kendime tutunacak bir dal aradım. Bulamadım, kimseye tutunamadım.

"Neden?" Diye fısıldadığım an ellerimi kalbime götürerek sıktım. Göğsüm her aldığım nefeste yükselip yükselip iniyordu. "Bu... Bu neden?"

Gözlerimin kaymaya başladığını hissettiğim anda cansız mavi gözlerime hemen bilekliğin altında duran küçük bir kâğıt parçası çarptığında ellerim titreye titreye bilekliğe uzandım.

Parmaklarımın uçları bilekliğe değdiği an canımın acısını en içimde hissettiğimde içim ağlaya ağlaya bilekliği elime aldım ve altındaki kâğıtta yazan not gözlerimin önüne serildi.

'Gülüm'

*

Ah ah... Eee nasılsınız ğgğwğdğğc yaşıyor musunuz? gğwğdğdğ

~Nasıl buldunuz bakalım? En sevdiğiniz sahne hangisiydi?✨✍🏻

~Hikâyenin gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl ilerliyor?

~Mihran ve Mirza'nın birlikte içmesini ister misiniz? Ahahahhs ğğgğedğ çıkacak sahneleri düşündüm de şimdi...

Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro