18.Bölüm: "Geçmiş ve Şimdimiz"
#Eylem Aktaş - Söyleyemedim
#Hüsnü Arkan - Gönül Yarası
#Çağan Şengül - Sen
Twitter'da #visal etiketiyle yorumlarınızı bekliyor olacağım. Twitter: kendince_yazar0
Bölüm yayınlarken en sevdiğim şey yorumlarınızı okumak. O yüzden yorumlarınızla ellerimi sıkıca tutmayı, ve desteğinizi esirgemeyi unutmayın lütfen💙
Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰
Çok teşekkür ederim aşkım senasnepenthe
İyi ki💙
*
Aşk... Yenildiğim aşk...
Sözlerimi yutturan, acımı harlayan aşk.
Yıllar önce on dokuzumda kendime verdiğim bir sözüm vardı. 'Affetmeyeceğim' demiştim. Benden çekip giden adamı, bizi bitiren adamı affetmeyeceğim demiştim. Bana yaptıklarını, yaşattıklarını unutmayacağım demiştim.
Asla affetmeyecektim.
Sözlerimi tutamadım, bize daha fazla kıyamadım.
Belki o yıllar önce bize kıydı, ezdi, geçti, paramparça etti ama ben yapamadım. Ben daha fazla onsuzlukla savaşamadım, kalbimde onsuzluğun verdiği sızıyla yaşayamadım.
Düşüncelerime, geçmişime, geçen yıllarıma daldığım sıra dudağımın arasından titrekçe çıkan nefesimi bıraktım. Nefesim sızarak Mirza'nın yüzüne çarptığında yanaklarında duran ellerim göğsünün üzerine düştü. Yakınlığımızın vermiş olduğu sıcaklıktan dolayı tere batmış gibi hissediyordum. Parmaklarım tişörtünü sıktığında gözleri göğsüne tutunan parmaklarıma düştü.
Bacaklarımı iki yanından geçirmiş bir şekilde kucağındaydım.
Evet, kucağındaydım.
Ve bundan zerre şikayetçi olduğum söylenemezdi.
Aramızda nefes alışverişlerimiz dışında çıt çıkmazken ben ne diyeceğimi bilemediğimden, düşüncelerimden ötürü konuşmuyordum ama garip bir şekilde o da sessizdi.
"Neden sessizsin?" Diye bir soru dökülüverdi dudaklarımın arasından.
"Anı yaşıyorum," diye yanıtladı Mirza beni hemen. Belimi okşadı. "Seni yaşıyorum kurban olduğum." Beni hissetmek istercesine 'okşayamıyorum' dediğim saçlarımı okşadı. "Gerçek misin, şu anımız gerçek mi onu kontrol ediyorum..."
"Gerçeğim," dediğimde kendimi tutamamış ve kıkırdamıştım. İstemsiz bir şekilde kendimi Mirza'ya bastırdığımda hissettiğim sertliğiyle birlikte Mirza dişlerini birbirine bastırdı.
"Farkındayım," dedi derinden gelen sesiyle. Yutkundu, yutkundu ve altımda sertleşen erkekliğini hissettim. "Gerçekliğinin fazlasıyla farkındayım."
"Öyle mi?" Dediğim an kaşlarım cüretkâr bir şekilde havalandı.
Mirza, "Öyle..." dediği an bence pek ne dediğini bilmiyor gibiydi. Olduğum yerde hareketlenerek yükümü biraz daha Mirza'ya verdiğimde, "Mihran yapma!" Dedi.
"Ne yapıyorum ki?" Dediğim an omuzlarımı silktim ve başımı Mirza'nın göğsüne yasladım. "Sadece göğsüne başımı koymak istedim o kadar. Hissetmek ve kalbini dinlemek..." Sağ kulağımı kalbine dayadığımda kalp atışlarını hissettim içimin en derinlerinde.
Benim içindi...
Tıpkı onun için olduğum gibi...
"Kalbinde senin gibi... Hızlı hızlı. Güzel koşucusunuz." Söylediklerimden sonra kıkırdamıştım. İmalı bir şekilde söylediklerimi Mirza tabii ki de anlamıştı. Şimdiye kadar hiç durmadan o kadar çok peşimden koşmuştu ki... Gerek laflarıyla, gerek yaptıklarıyla koşmakta denmez uçuşa geçmişti yani.
"Kalbimi böyle koşturan bir kurban olduğum var sonuçta."
Sen zararsın, en çokta benim kalbime...
Aramızda bir sessizlik oluştuğunda, "Mirza?" Diyerek bu sessizliği bozmuş oldum.
"Söyle kurban olduğum söyle?" Öyle dolu dolu konuşuyordu ki... Sanki ömrünün sonuna kadar hiç durmadan konuşsam dinler gibiydi. Ne desem yapar, ikiletmez gibi...
"Bir daha..." Göğsüne tutundum. "Gitmezsin değil mi?" Sorduğum soruyla birlikte Mirza'nın kasıldığını hissettiğimde yine ve yine şu dilimi tutamadığım için kendime lanetler ettim. Hayır sorun sorduğum soru değildi, sorun her güzel anımızın içine limon sıkıp, aramıza yeniden soğuk duvarları sokmamdı.
"İçinde bana karşı hâlâ şüpheler var değil mi?" Dişlerinin gıcırtısından birbirine bastırdığını hissettim. "Güvenmiyorsun bana?" Soru soruyor gibi dursa da, aslında bir gerçekliği kendi kendine itiraf ediyor ve yine kendine yediremiyor gibiydi. "Bunu benim yaptığımı, kendi ellerimle yıktığımı biliyorum."
"Güveniyorum diyemem," dediğimde ona karşı gerçekçi olmak istemiştim. Şimdi kendimi dökmez, konuşmaz, gerçekleri dillendirmezsem olmazdı. "Evet, sen yıktın Mirza." Derince iç çektiğini duyduğumda başımı göğsünden kaldırarak ona baktım. "Ama yıktığını yine bir sen yapabilirsin."
Mirza, "Yıktığımı yapacağım," dediğinde parmaklarını yanağıma götürüp okşadı. "Şimdi güven desem bu sadece dilde kalacak, hissettireceğim sana kurban olduğum." Evet güven dilde olmazdı, hissedemedikten sonra dilden dökülmesinin bir önemi yoktu ki.
Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında, "Farkında mısın?" Dedim ama anlamadı tabii ki de. "Uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar düzgün bir konuşma geçti aramızda." Kıkırdadım. "Bağırışlar, Te allamlar, bana getiriyorsun bak Mihran demelerin yok." Onu taklit ede ede konuşmuştum.
"Bak ya..." Diyen Mirza burnumun ucundan tutup çektiğinde, "Ayy..." diye sızlanarak geri çekilmeye çalıştım. Kaşlarım anında çatıldığında çatık kaşlarımın ardından gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra ona bakmaya başladım.
Mirza, "Ah kurban olduğum," dediği an dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Kendini bir benim gözümden görsen." Başını iki yanına salladı. "Kendimi nasıl tuttuğumu bir bilsen..."
"Neden tutuyorsun?" Dediğimde kelimeler benden bağımsız bir şekilde dökülmüştü sanki. Ama yinede devam ettim sözlerime: "Tutma." Fazlaca cüretkâr çıkan sesimle birlikte Mirza duraksadığında gözleri dudaklarıma düştü.
Birden sanki bunu bekliyormuşçasına dudaklarını dudaklarıma kapadığı an kendimi anında ona kaptırarak karşılık vermeye başladım. Onun aceleci darbelerine karşılık vermeye çalıştığımda ellerimi saçlarının arasına daldırarak çekiştirdim. Mirza hırlayarak dilimi kavrayıp sertçe emdiğinde tüm kanımın vücudumdan çekildiğini hissederek titredim. Elleri bacaklarımı bulup beni biraz daha kendi üzerine oturttuğunda kadınlığıma darbe darbe vuran sertliğini hissedebilmiştim. Dudaklarımın arasından ufak bir inilti koptuğunda kasıklarımda hissettiğim kasılmanın tüm dengemi sarstığını hissettim. Neredeyse tek vücut olmuş bir şekildeyken göğüslerimiz birbirine çarpıyordu.
Mirza dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan kalçalarımda duran ellerini yavaş yavaş yukarı çıkarmaya başladığında üzerimdeki hırkanın düğmesinde durmuştu. Düğmesini sert bir şekilde çekmesiyle birlikte düğme koparak yeri boyladığında çarpan sesini duyabilmiştim. Açtığı pardon kopardığı düğmenin üzerine hırkamın üst kısmı açıldığında dantelli, siyah braletimin kapatamadığı göğüslerimin üst kısmı tam anlamıyla gözlerinin önüne serilmişti. Avucunun içini göğsümün üzerine kapattığında gözlerim hissettiğim hazla birlikte kapandı. Mirza başını göğüslerimin arasına kapadığı an dudaklarını hissettim.
Mirza, "Şu koku..." dediği an tenimi hafifçe ısırdı ve belim istemsiz bir şekilde ona doğru kavislendi. Kendimi biraz daha ona sürttüğümde dudaklarının dokunduğu tenimin alev alev yandığına yemin edebilirdim. Derince soludu, soludu. Kendimi tamamen onun kollarına bırakmıştım.
Mirza, "Kurban olduğum," diye fısıldadığı an başını göğüslerimin arasından kaldırdı. Gözlerinin rengi biraz daha koyulaşmıştı. Sanki böyle... Nasıl desem işte kendini üzerime saldırmamak için zor tutuyor gibiydi.
Mirza sanki içimi okumuş gibi, "Zor tutuyorum," dediğinde duraksadı. "Zor tutuyorum ama durmalıyız." Kendi kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. En sonunda edememiş olacak ki; "Durmalıyız değil mi kurban olduğum?" Diye kendi iç hesaplamasına beni de kattı.
Ona yardımcı olmayarak, "Bilmem..." dediğimde omuzlarımı silktim ve gözleri hafifçe yükselen göğsüme düştü. "Durmalı mıyız?" Şu tavırlarımın, şu konuşmalarımın tek bir nedeni vardı. O da Mirza'yı çıldırtmaktı. Aslında biraz da zaten duracağımızı bildiğimden bu kadar cüretkâr davranıyordum.
Mirza dudaklarının arasından, "Mihran!" Diye tısladığı an alnını alnıma yasladı. "Ateşimi daha da harlama istersen kurban olduğum."
Kendimi ona biraz daha bastırdığımda, "Peki Mirza ağam," diyerek kıkırdadım.
Mirza başını iki yanına salladığında, "Ah babaanne ah babaanne..." diyerek eliyle yüzünü sıvazladı. Ben gülmeye Mirza'da söylenmeye devam ettiği sıra çalan telefonuyla birlikte söylenmesine de ara vermişti. Telefonunu eşofmanının cebinden çıkardığında, "Babam," diyerek bana açıklama yaptı ve açarak kulağına götürdü. "Efendim baba?"
Sanki Aslan amca bizi görebilecekmiş gibi bir suçluluk psikolojisinin içine girdiğimde kendimi hemen Mirza'nın kucağından yere attım. "Aaa kestaneler de buradaymış," dediğim an saçma bir şekilde öpüşürken yere düşen kestaneleri toplamaya başladım. "Nimeti de yere düşürdük yaa. Tövbe tövbe." Kestaneleri tabağa topluyor bazılarını da dayanamayıp üfleyerek hemen ağzıma atıyordum.
"Efendim babaanne?" Mirza'nın sesiyle birlikte yerden doğruldum. Demek arayan Mihriban teyzeydi. Yüksek ihtimalle Mirza'nın, Asiye teyzenin telefonunu açmayacağını bildiklerinden Aslan amcadan aratmışlardı.
Mirza, "Yanımda..." dediği an kaşlarım istemsiz bir şekilde çatıldı. Benden mi bahsediyorlardı, yoksa ben mi yanlış anlıyordum?
İçimdeki merakımla birlikte sadece dudaklarımı kıpırdatarak, "Ne olmuş?" Dediğimde tek bacağımı Mirza'nın dizlerinin üzerine koyarak durdum. Mirza hemen tek elini belime koyarak beni düşmemem için tuttu.
"Tamam geliyoruz babaanne." Ne konuştuklarını anlayamadığımda Mirza'nın üzerine doğru eğildim.
"Nereye gidiyoruz ya? Anlayamıyorum ki böyle de." Fısıldayarak konuşmuştum. Mirza'nın elini üzerine eğilmemden dolayı açılan göğsümde hissettiğimde, gözlerim yuvalarından fışkıracak derecede açıldı. "Ne yapıyorsun?" Diye fısıldadığım an tenimi boylu boyunca okşadı.
"Tamam babaanne." Bir yandan Mihriban teyzeyle konuşuyor, bir yandan da benimle ilgileniyordu.
"Ona da tamam babaanne," dediğinde sıkıntılı bir nefes alıp verdi. Telefonu açtığından beri kaç kez 'tamam babaanne' dediğini sayamamıştım şahsen.
Mirza, "Tamam diyorum ya babaanne," diye en sonunda dayanamayarak patladığında şahsen ben geç bile kaldığını düşünmüştüm. Asiye teyze olsa şimdiye kadar patlamış olurdu herhalde.
Mihriban teyzenin, "Bağırma bana sıpa," diyen sesini duyduğum an kıkır kıkır kıkırdadım. Benim gülüşümle birlikte Mirza'nın dudakları yukarıya kıvrıldığında aniden göğsümde duran eliyle göğsümü sıktı. Beklemediğim bu hareketiyle birlikte ağzımdan kaçan iniltime engel olamadığımda, göğüs ucumun tek bir dokunuşuyla bile sertleştiğini hissettim. Olduğum yerde kıvranmaya başladığımda Mirza parmaklarını aşağı indirdi ve parmağının ucu tam göğsümün ucunda durdu.
"Yapma," diye fısıldadığım an Mirza'ya ters ters baktım ama Mirza'nın üzerinde bakışlarımın bir etkisi olmadı. Sertleşen göğüs ucumu braletimin üzerinden okşamaya başladığı an inlememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Mirza, "Tamam babaanne," dediği an telefonu hemen kapattı. Kapatmasıyla birlikte, "Ne yapıyorsun sen ya?" Diye sesimi yükselte yükselte konuştuğumda bunun Mirza'da bir etkisi olmamıştı tabii.
"Ne yapıyormuşum ben kurban olduğum?" Dediği an Mirza parmaklarını göğüs ucuma sürtmeye devam ettiğinde titrek titrek nefesler almaya başladım.
Ne diyecektim şimdi?
Niye bana elleyip duruyorsun mu?
Salak Mihran, salak Mihran.
Yerden topladığım kestaneler gözümün önüne geldiğinde, "Al..." diyerek hemen tabaktan aldığım kestaneleri ona uzattım. "Al ye şunları." Kestaneleri üfleye üfleye ağzına tıkıştırıp durdum.
Mirza, "Ben başka şeyler yemek isterdim ama..." dediği an sesi öyle muzip bir şekilde çıkmıştı ki... Ne ellerini, ne de gözlerini göğüslerimden ayırabilmişti.
"Edepsiz."
"Terbiyesiz." Hızımı alamamış ve saydırmaya devam etmiştim.
Mirza benim söylediklerimi, "Arsızı unutma!" Diye dalga dalga geçe konuştuğunda burnumdan solumaya başladım. Hâlâ göğsümün üzerinde duran parmaklarıyla birlikte mantıklı bir şey de düşünemiyordum ki. Aklım uçup gitmişti sanki.
"Arsızlığını nasıl unutabilirim ki?" Diye çemkirdiğimde çirkefleşerek kendimi Mirza'nın ellerinden kurtardım. Göğsümden çekilen eliyle birlikte nefes alışverişlerim sıklaştığında olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım. Göğüs uçlarımın kabardığını hissetmem içimde daha başka şeylere yönleniyordu.
"Mihriban teyze ne diyor?" Dediğimde konuyu biraz olsun değiştirmeye çalışmıştım. "Yanımda dedin. Benden mi bahsediyordunuz?"
"Kurban kesmişler, akşama da mangal yakacaklarmış. Bizi çağırıyorlar."
"Bizi mi?" Dediğimde şaşırmıştım.
Mirza başını aşağı yukarı salladığında beni onayladı. "Bizi."
"Bizi... Yani bizi biliyorlar mı? Yani işte söyledin mi babaanne bizi?" Saçma bir şekilde heyecanlanmıştım ve heyecanlanınca iki kelimeyi de bir araya zor getiriyordum.
Mirza, "Kim bilir belki de senin beni kaçırdığını görmüştür," dediğinde dudakları kıvrıldı ve güldü.
Komik miydi şimdi yani?
"Görmüş müdür gerçekten?" Korka korka sormuştum. Mihriban teyze burada olduğu sürece yüksek ihtimalle sürekli yüz yüze gelecektik ve ben o kadına rezil olmayı istemiyordum.
Mirza, "Bunu bohçanı al da gel diye bağırmadan önce düşünecektin, kurban olduğum..." dedi.
"Seni kaçırdığımı görmemiştir," dediğimde kendimi ikna etmeye çalışmıştım. "Hem görse kesin seni böyle çıkardığım için kızarlardı." Ayy Mihriban teyzeyi geçmiştim ama Asiye teyzeyi düşünemiyordum yani.
Aklıma gelen şeyle birlikte, "Hep senin yüzünden oldu ya..." dediğimde elimi, Mirza'nın omzuna geçirdim. "Hastaneden çıktığında daha babaanneni görür görmez, o kadar kişinin yanında 'kurban olduğum' diye koştura koştura geldin. O gün anladı tabii kadın yani." Tek nefeste öyle uzun konuşmuştum ki.
Mirza, "Anlasın," dediğinde benim kasıntılığımın aksine oldukça rahattı. "O gün anlamasa bile babaannem zaten bir şekilde anlardı hem. Yaşlı kurt o ondan hiçbir şey kaçmaz."
"Hep senin yüzünden," dedim inadımdan vazgeçmediğimde. "Nasıl bakacağım ben şimdi kadının yüzüne?"
"Niye bakamayacakmışsın?" Dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı. "Te allam ya. Gören kötü bir şey yapıyoruz sanır."
"Asıl sana te allam ya..." dedim onu taklit ederek. "Mirza sen bizim içinde bulunduğumuz durumun farkında değilsin değil mi? Babam öğrendi babam. Bizim ne olacağımız bile belli değilken..." Sözlerimin devamına tahammülü yokmuşçasına hızlı bir şekilde sözümü kesti.
"Ne olacağımız bile belli değil ne demek?" Celallene celallene konuşmuştu. "Bana bak!" Huzur bulduğum gözlerine baktığımda gördüğüm koca bir girdap oldu. "Biz olacağız Mihran." Anlamam için sözlerini yineledi: "Sadece biz olacağız Mihran." Çenemi hafif sayılmayacak bir dokunuşla tuttu. "Anladın mı kurban olduğum?" Az önceki parlamalarım birden üzerimden gittiğinde başımı sakince aşağı yukarı salladım.
"Hiç istemesemde gidelim mi kurban olduğum? Babaannem bekletilmeye gelmez."
"Olur," dediğim an Mirza'nın kucağından indim. "Annem de bekler şimdi zaten." Mirza'da benimle birlikte kalktığı an, "İyisin değil mi?" Dedim yarasına baka baka. Bir şeyi yok gibi gözüküyordu ama yinede ondan da duymak isterdim.
"Hiç olmadığım kadar," dedi Mirza gözlerimin içine baka baka. İyi olmam sensin der gibi...
"Tamam o zaman ben şuraları toplayayım çıkalım ondan sonra." Söylediklerimden sonra aramızda kaynayıp giden kestane tabağını elime aldım. İçindeki kestanelere telef olmasın gözüyle bakmadan edemediğimde kestaneleri avuç avuç alarak pantolonumun cebine doldurdum.
Mirza'nın varlığını unutarak bir anlık yaptığım hareketten sonra utanmadan edemediğimde şirin şirin gülümseyerek gözlerimi Mirza'ya çevirdim. Gözlerini kısmış bir şekilde, sanki hayranlık barındıran duygularıyla bana bakıyordu.
"Ne?" Dedim kaba kaba. "İsraf mı olsun yani? Yolda yerim hem bunları." Mirza güldüğünde gözlerini kestane doldurduğum pantolonumun ceplerine düşürdü. Yani şimdi şöyle bir dışarıdan bakınca da komik gözüküyordu.
"Çok tatlısın," dedi Mirza birden. Gözlerimi kırpıştırdım. "Kurban olduğum." Diliyle değil, yüreğiyle konuşuyordu. "Kendimi nasıl tuttuğumu, irademi siktiğini bir görsen..." Gülmemek için başımı yere eğdim.
"Tutma demiştim."
"Evlenmeden olmaz."
"Ha?" Dedim, aniden söylemiş olmasının vermiş olduğu sersemlikle.
"Evlenmeden olmaz." Eviriyordu, çeviriyordu, sonra yine eviriyordu ve konuyu bir şekilde evliliğe bağlayıp çıkıyordu.
"Oldu o zaman," dediğimde güldüm. Birazdan söyleyeceğim şeyin Mirza'yı kızdıracağını anladığımda birkaç adım geriye doğru attım. "Bir on yıl sonra görüşürüz."
"Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından.
Ne Mihran, ne Mihran?
"Efendim?" Dedim onun aksine sakince.
"Gerçekten on yıl bekleyecek miyiz?" Bir umutla sorduğu soruya karşılık omuzlarımı silkerek arkamı dönüp merdivenlere yöneldim. O da anında peşime takılmıştı.
"O kadar olur mu bilmiyorum. Ama bir beş, altı yılı kesin olur. Önce okulum bitecek, sonra atamam olacak, kendi paramı kazanacağım, belki atamam başka şehire olacak falan filan." Duraksadığımda gözlerimi ona çevirdim, kaşları çatılmıştı. "Sen gelir misin benimle bu arada? Hayır yani puanım nereye tutarsa oraya gideceğim de." Mirza'nın sınırlarını zorladığımın farkındaydım. "Öyle uzaktan eğitim gibi uzaktan evlilik falan yapamam ben yani. Ya gelirsin, ya gelirsin." Son sözlerimle birlikte Mirza'nın sabrı artık tükendiğinde burnundan soluya soluya konuşmaya başladı:
"Te allam ya, te allam ya... Bilerek yapıyorsun değil mi? Sinirlenmem hoşuna gidiyor değil mi?" Dış kapıyı açarak dışarı çıktığımda Mirza'da peşimden gelerek kapıyı kilitledi ve anahtarı yine taşların arasına koydu.
Hiç utanmadan, "Evet," dediğimde umursamıyormuş gibi takılmaya çalışarak cebimden kestanelerimi çıkarıp yemeye başladım.
"Daha yiyor ya. Beni burada kudurtuyor bir de daha yiyor." Önden önden yürümeye başladığımda, "Ne yapayım?" Dedim. "İsraf mı olsun?"
Bahçeden çıktığım an aklıma gelen şeyle birlikte elimi alnıma vurduğumda, "Bak senin yüzünden Behlül'ü aramayı unuttum," dedim.
"Arama o şerefsizi falan. Taksi çağırırım ben şimdi."
"Taksi çıkmaz buraya şimdi," dediğimde hırkamın cebinden telefonumu çıkardım. "Behlül'e yakınlarda olmasını tembih etmiştim zaten, gelir hemen."
"Çağırma diyorum şu şerefsizi." Ofladığımda Behlül'e gelmesine dair kısa bir mesaj atarak gözlerimi Mirza'ya çevirdim.
"Arkadaşıma şerefsiz deyip durmasana."
"Adı Behlül olan birine şerefsizden başka ne diyebilirim Mihran?" Aşk-ı Memnu'daki Behlül'ü yakışıklı bulduğumdan beri galiba Behlüllere karşı ekstra bir antipatisi olmuştu.
Başımı iki yanıma salladığımda sokağın başından bize doğru gelen Behlül'ün arabasını gördüm. Pardon dayısından gizli gizli çalıp yürüttüğü arabasını.
Behlül bizi görür görmez hemen bir şarkı açtığında açtığı şarkıya gülmeden edememiştim. Tü tü maşallahı açmıştı. Artık gerçekten bir şey diyemiyordum.
Mirza ağzının içinden yeniden, "Şerefsiz," diyerek homurdandığında gözlerini bana çevirdi ve gözleri birden göğüslerime düştü. Kaşları derin bir şekilde çatıldığında, "Çok açık..." diye huysuzca konuştu. "Nerede bunun düğmesi?" Ne? Bunu gerçekten bir de soruyor muydu?
"Allah allah yaa neredeki acaba?" Dediğimde yüzüme sahte bir şaşkınlık takınmıştım. "Nerede olabilir acaba? Düğmemi koparmış olabilir misin hani?"
Mirza ona laf sokmamı umursamadan ellerini hırkama götürüp iki yanından çekiştirdiğinde, "Kapanmıyor da bu," diye homurdandı. "Ne diye içine bir şey giymezsin ki?" Ne?
"Braletim var ya," dedim gözüne sokmak istercesine. "Hem ayrıca ben senin gelip düğmemi kopartacağını nereden bileyim?"
Mirza, "Bu var olan hâli mi?" Dediğinde sesi alaylı bir şekilde çıkmıştı. "Şuna bak her yerin meydanda. Tüm elimde hissediyorum seni." Bunu derken bile hâlâ çekiştiriyordu.
Sabır, sabır, sabır...
"Tamam çekiştirip durma şunu," dediğimde saçımdan çıkardığım tel tokamla biraz olsun önünü kapatmaya çalıştım. Mirza'ya hak vereceğim aklıma gelmezdi ama evet gerçekten önüm açıktı. "Kaç para verdim ben bu hırkaya? Bollaştırıp durdun." Söylene söylene tel tokayı hırkamdan geçirdiğimde arkada duran saçlarımı da önüme alarak kapatmaya çalıştım. "Oldu gibi işte."
Mirza yinede, "Dikkatli ol!" Diye uyarmadan geçemediğinde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Biz didişirken Behlül en sonunda yanımıza gelebildiğinde, "Bu şarkı Miho'mdan, enişteme gelsin be!" Diye bağırdı.
Peşinden hemen şarkıyı açtığı an, "Allah belânı versin," diye bir ses yükseldi ve Mirza kudum kudum kudururken ben kahkahalarımla gülmeye başladım. "Allah belanı versin. Bana gelen sana gelsin ya." İsmail YK şarkıyı söylüyor, Behlül bir güzel ona eşlik ediyor, ben de hiç durmadan gülüyordum. İşin garip yanı Behlül'ün, Mirza'ya böylesine sataşacak cesareti nereden bulmuş olmasıydı.
"Ulan ben seni var ya. Şerefsiz." Mirza söylene söylene Behlül'e ilerlediği an Behlül hemen camdan başını içeri sokarak bağırdı:
"Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak'tan selamlar enişteciğim. Ve lütfen şiddete karşıyız. Çok karşıyız şiddete. Lütfen enişte." Gülmeye devam ettiğim sıra hemen cebimden kestane çıkartıp Behlül'e uzattım. "Al sana kestane."
"Miho'm benim be!" Diyen Behlül elimden hemen kestaneleri çekip aldı.
"Canını sökerim senin." Mirza'nın dudaklarının arasından tıslaya tıslaya söylediğiyle birlikte Behlül kestaneyi boğazına kaçırdığında öksürmeye başladı.
"Sen de ne yüz veriyorsun şuna?" Dediğinde dik dik bakan gözlerini bana dikti Mirza. "Allah belamı mı versin şimdi? Bunu mu istiyorsun?" Birden masumlaşmıştı.
Ben daha bir şey diyemeden İsmail YK'nın, "Allah belânı versin, Allah seni kahretsin," diyen sesini duyduğumuzda ellerimi iki yanıma açarak sırıttım.
"Şarkı diyor ben bir şey demiyorum ki..." Gerçekten de ben demiyordum yani, ben susuyordum sadece.
Mirza başını iki yanına sallayıp burnundan soluduğunda, "Ulan!" Dedi Behlül'e doğru yöneldi. "Ulan geldin iki dakikada karıştırdın ortalığı. Siktim şimdi belanı senin."
Behlül, Mirza'dan korkusuna hemen açtığı şarkıyı kapatıp başka bir şey açtığında, "Bu bu!" Diye bağırdı korkusundan. "Az öncekini yanlışlıkla açtım valla ben. Bu şarkı Miho'mdan enişteme gelsin be!"
Açtığı şarkıyı söylemek bile istemiyordum ya. Gidip 'seni anan benim için doğurmuşu' açmıştı. Geri zekalı.
Göt korkusu nelere kadirdi işte.
En sonunda didişe kakışa da olsa bir şekilde arabaya bindiğimizde çok vakit kaybetmeden yola koyulmuştuk. Tabii Mirza ve Behlül'ün takışmaları yol boyunca devam etmişti. Aradan geçen dakikalarda araba evimin önünde durduğunda içimden şükür etmeden geçememiştim.
Mirza, "Gelecek misin kurban olduğum?" Dediğinde omuzlarımı bilmiyorum dercesine silktim.
"Ev ne durumda bilmiyorum ki. Babamı biliyorsun. Aslan amcayı kırmaz ama yinede ne der bilmiyorum." Mirza derince soluduğunda durumları bildiğinden ötürü sessiz kaldı.
Gözlerimi Beşir'e çevirdiğimde onun saatlerce bizi beklemesinden ötürü kendimi mahçup hissettiğimde, "Gelsene bize," dedim. Her ne kadar Mirza'dan fazlasıyla para alsada böylesi içime sinmemişti. "Annem eminim ki sana çok güzel bir sofra kurar. Zaten çağırıp duruyordu."
Teklifim üzerine Mirza'nın kaşları çatıldığında Behlül, "Valla mı?" Dedi. Gülerek başımı salladığım an Behlül hemen arabadan indi. Peşinden Mirza da hızlı bir şekilde indiğinde Behlül'ü hemen ensesinden yakalamıştı. Avını yakalamış bir avdı edasıyla Behlül'ü silkeleye silkeleye tutuyordu.
Ben de peşlerinden hemen indiğimde, "Ne yapıyorsun allah aşkına Mirza?" Dedim.
"Şu şerefsizi bize davet ediyorum. Gelsin bizde yesin. Hem bizimkiler kurban kesmişler, akşama et var et." Behlül'ün 'et' lafını duymasıyla birlikte gözleri parım parım parladı.
"Valla mı enişte?"
"Valla şerefsiz valla." Behlül'ün ensesini bırakıp evlerinin bahçesine doğru itelediğinde, "Gir sen içeri gir!" Dedi. "Geliyorum ben de şimdi canını okumaya." Son sözlerini Behlül koşarak içeri girdiğinden dolayı sadece ben duyabilmiştim.
"Gerçekten pes Mirza. Yani diyecek lafım yok artık sana."
"Ne?" Dedi Mirza sanki hiçbir şey yapmamışçasına. "İşe yarasın biraz şerefsiz."
"Karnını doyur bari Behlül'ün," dediğimde Behlül'ü düşünmeden edememiştim. Behlül tanımadığı insanların arasına böyle bir ortama ilk defa girecekti ama hiç düşünmeden koşa koşa gitmişti resmen. Gerçi Behlül'de bu şeytan tüyü varken Mihriban teyzeyle kanka olacağına emindim ya neyse.
"Sen hiç merak etme kurban olduğum. O şerefsiz bana emanet." Başımı iki yanıma salladım.
"Asıl sana emanetse büyük bir sorun ya..." diye ağzımın içinden mırın kırın ederek konuştum. "Eve gidiyorum ben artık." Böyle mahallenin ortasında konuşmamız pek uygun olmazdı. Ama milletin ne düşündüğü açısından değil, sadece annemin ya da babamın görmesini istemezdim.
En sonunda Mirza'dan ayrılarak eve girdiğimde kapının ağzında ayakkabılarımı çıkarırken annem, "Nasıl ders çalışabildiniz mi?" Dedi.
"Ne?"
"Ders diyorum kızım ders. Çalışabildiniz mi?"
"Ha çalıştık evet," dediğimde merdivenlere doğru yöneldim. Gerçekten sonsuz bir verimle çok güzel ders çalışmıştık. "Ben odamdayım." Annem bir şey demeden Mirzalara gitme konusunu açmayacaktım.
"Üstünü başını değişte gel. Akşama Asiye teyzenler yemeğe çağırdı, oraya gideceğiz." Benim beklediğimi annem kendi elleriyle vermişti bana.
"Niye ki?" Dediğimde sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi konuşmuştum.
"Mirza oğlumun iyileşmesine kurban kesmişler. Büyük anaları da burada ya şimdi torunu için dökmüş, döküştürmüş." Başımı anladım anlamında salladım.
"Babam peki?" Dediğimde duraksadım. "Yani izin verdi mi? Gelecek mi o da?"
"Yok babanın işleri varmış o gelmeyecek. Bize gidin dedi ama." İyiden iyiye durgunlaştığımda, "Tamam," dedim ve merdivenleri çıkarak odama girdim. Girer girmez hemen üstümü değiştirdiğimde sadece hırkayı çıkarmış ve braletimin üzerine beyaz tişörtümü giymiştim. Pantolonumu çıkarmayarak kapüşonlu hırkamı da üzerime geçirdiğimde hemen odamdan çıktım.
Hızlı hızlı mutfağa girdiğimde annemin, "Hah hazır mısın?" Diyen sesini duydum.
"Hazırım ama kısır yapacağım."
"Kız ne kısırı? Çıkacağız diyorum sen kısır diyorsun. Şimdi sırası mı kısırın?"
"Canım çekti, hem oraya da götürürüm," dediğimde yalan söylemeyi tercih etmiştim. Canımın çektiği falan yoktu sadece Mirza zorla da olsa benim kısırlarımı severdi ve onun için bir şey yapmak istemiştim.
"Kızım orada et varken kim yesin senin kısırını? Akşam yemeğine kısır mı götürülür hem? Laf ederler şimdi."
"Yemeyen yemesin. Elbet bir yiyen olur anneciğim." Bulgurumu sıcak suyla başladığımda bir yandan da anneme laf yetiştiriyordum.
Annem, "Elbet bir yiyen olur ha?" Diyerek beni taklit ettiğinde elini de sanki hesap soruyormuşçasına beline koymuştu. "Ben o yiyecek olanı bilirim zaten. Daha seninle konuşmadım diye yüz bulup çıkıyorsun tepemize." Güldüm ama gerçeklikten uzak bir gülüştü.
"Ne hakkında konuşacaktık anne?"
"Ne hakkında olacak? Sen ne diye bana Mirza oğlumla aranızda olanları anlatmadın? Kaç yıldır arkamızdan gizlice iş çevirmişsin." Çevirmişsin... Tabii ya her şeyi ben kendi başıma (!) çevirmiştim sonuçta.
"Ne diye anlatacakmışım?" Dediğimde annemin böyle bir soruyu beklemediği her hâlinden belliydi.
"Annenim ben senin annenim."
"Annemsin evet," dediğimde yaptığım kısırımdan başımı kaldırarak gözlerimi anneme çevirdim. "Mirza'ya oğlum diyecek kadar, ama bana dolu dolu kızım demeyen annemsin." Sözlerim üzerine annem dumura uğramış gibi kalakaldı. "Ne var biliyor musun anne?" Dediğimde baskılaya baskılaya konuşmuştum. "Ben sana gelip bir derdimi anlatmam, anlatamam. Sen beni anlamazsın ki bir kere." Sözlerimin annem de olan etkisini bilmiyordum. "Sen benim annemsin," dedim dolu dolu. Onun bana bir kez içinden gelerek 'kızım' demediği kadar içten söylemiştim bunu. "Lisede hep arkadaşlarım anlatırdı biliyor musun? Anneleriyle nasıl arkadaş gibi olduklarını, her şeylerini annelerine anlattıklarını falan." Gözlerim dolu dolu oldu ama kendimi tuttum, ağlamadım. Karşısına ağlamayacaktım.
"Sen benim en yakın arkadaşım değilsin." Sözlerim keskindi. "Sadece annemsin." Anneme söyleyeceğim sözlerim bittiğinde gözlerimi tekrardan kısırıma çevirerek poşetten çıkardığım soğanları doğramaya başladım.
Annemin öylece kaldığını ve bana baktığını hissediyordum. Ama tüm bunlara rağmen ona dönüp bakmadım. O da zaten birkaç dakika sonra mutfaktan çıktı. Umursamamaya çalışarak başımı iki yanıma salladığımda soğanları doğramaya devam ettim ve gözümden birkaç damla yaş akarak yanaklarıma süzüldü.
Hep bu soğanlar işte, hep bu soğanlar.
Dudaklarım acı bir tebessüme eşlik ettiğinde ağlaya ağlaya soymaya devam ettim. Aradan geçen yarım saat gibi bir sürede hiçbir şeyi umursamamaya çalışarak kısırı yapabildiğimde koymak için saklama kabı aramaya başladım. Açtığım çekmecedeki saklama kabını çıkaracağım sıra gözüme çarpan kekstrayla birlikte dudaklarım kıvrıldığında kekstrayı elime aldım.
Hayır tabii ki de şimdi yemeyecektim.
Yani umarım. Kendimi tutabilirsem.
Aklıma gelen şeyle birlikte bardakların olduğu dolabı açıp kupaların birinin içinde olan mumlardan bir tanesini aldım. Doğum günlerinden arta kalan mumları hep böyle bardağın içine toplardık. Şimdi iyi ki diyordum yani.
Aldığım mumu ve kekstrayı aradaki çantamın içine attığımda, "Hazırım ben," diye bağırdım içeriye doğru. Annem salonda öylece oturmuş duruyordu. Sesimi duyar duymaz kalktığında ağır aksak adımlarıyla yanıma doğru geldi. Anneme fazla bakmak istemediğimde mutfağa girip hazırladığım kısırı elime aldım.
Ayakkabılarımı değil de terliklerimi giymeyi tercih ettiğimde annem, "Bunu çamaşırları ayırırken senin pantolonun cebinde buldum," dedi. Gözlerimi ona çevirdiğimde elinde Deha'nın bana verdiği kartviziti tuttuğunu gördüm. "Önemlidir belki diye atmadım. Yakın gözlüğümü de bulamadığımdan okuyamadım da."
Kartı hemen elinden çekip aldığımda, "Mağaza kartı önemli bir şey değildi," diyerek geçiştirmeye çalıştım ve kartviziti hırkamın cebine sıkıştırdım hemen.
Annem bir şey demediğinde birlikte evden çıkıp Mirzaların evine geçtik. Asiye teyze bizi görür görmez, "Hoş geldiniz Nuray'ım..." diyerek annemi kucakladı.
Onlar annemle sanki kürk yıldır görüşmemiş gibi sarılıp bir de ayaküstü dedikoduya başladıklarında gözlerimi çevremde dolaştırmaya başladım. Mahalleden Mirza'nın sayıp sevgi duyduğu herkes neredeyse buradaydı.
Ama Mirza'yı görememiştim.
Asiye teyzenin, "Kızım o elindeki ne?" Diyen sesini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim.
"Kısır yapmıştım da Asiye teyze size de getirmek istedim." Kesinlikle Mirza için yapmamıştım yani.
Asiye teyze oldukça itici olduğunu düşündüğüm bir kahkahasını anlamsız bir şekilde dudaklarından kopardığında, "İlahi kızım," dedi. "Altın gününe, beş çayına mı geliyorsun sanki? Akşam akşam kısır yenir mi hiç?" Asiye teyze... Belki de gözüme hiç gelmediği kadar itici geldi. Bu kadının ellerinde büyümüştüm ben ama...
Ama işte...
Annemin bana 'ben demiştim sana' bakışlarıyla baktığını hissedebiliyordum.
Gözlerim hayal kırıklığına bürünerek kısıldığında, "İçimden geldi yaptım," dedim. Ve belki de sesim ona karşı ilk defa bu kadar sert çıkmıştı. "Sen yemezsen yeme Asiye teyze."
Asiye teyzeyle gözlerimizin arasında bile bir savaş çıktığında Mirza'nın, "Bence de anne," diyen sesini duydum. Sesi beni şaşırtacak derecede sakin çıkmıştı. Evden çıktı ve yanımıza doğru adımladı. Asiye teyze olduğu yerde rahatsızca kıpırdandığında Mirza çoktan yanımıza gelmişti bile. "Sen yeme zaten. Kısır sende şişkinlik yapıyor. Sonra gece boyu soda içip duruyorsun hazımsızlığından dolayı." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda başımı hafifçe eğdim.
Mirza elimde tuttuğum saklama kabını ellerimin arasından aldığında, "Ben yerim," dedi gözlerimin içine baka baka. Zaten ben de bir tek onun yemesi için yapmıştım. "Sabah, akşam, her öğünümde yerim." Gülümsedim, gülüşüme baktı. Bu sefer silmedim gülüşümü dudaklarımdan, baksın istedim. "Ellerine sağlık kurban olduğum."
"Afiyet olsun," dediğimde ben onun kadar açık olamamıştım ama yinede güldüm. Asiye teyze hâlâ bize bakıyordu ama bizim ona baktığımız söylenemezdi.
Mirza'yla olan bakışmamızı Devran abinin, "Kardeşim?" Diyen sesi böldüğünde Devran abi ve Sezin ablanın el ele bahçeden içeri girdiklerini gördüm. Balayından ne zaman gelmişlerdi ki acaba? Geleceklerini haber de vermemişlerdi.
Devran abi, "Nasılsın kardeşim?" Diyerek elini Mirza'nın omzuna bastırdığında, "Yavaş olsana Devran abi..." diye hemen sesim yüksele yüksele çıkıştım. Şimdi tüm bakışlar bana döndüğünde ne dediğimi yeni idrak edebilmiş bir şekilde başımı bir yerlere gömmek isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
"Yani ben... yarası var ya şimdi..." dediğimde elimle garip bir şekilde kendi omzumu gösterdim. "Acır diye yani doktor dedi ondan."
Girecek bir yerin dibi varsa ben ondan alabilir miyim acaba?
"Anladım ben kardeşim anladım," diyen Devran abi gözlerini kısarak imalı bir şekilde bir Mirza'ya bir bana bakmaya başladığında gözlerini sürekli ikimizde dolaştırıyordu.
Mirza, "O gözlerini oyarım kardeşim," dediğinde gerekli mesaj Devran abiye gitmiş olmalı ki bana daha fazla bakmayı kesti. Rahatladım, yoksa o imalı bakışlarıyla daha fazla burada kalamazdım yani.
Aradan geçen saatlerde ortam iyiden iyiye kaynaştığında herkes eğleniyor, gülüyor, sohbet ediyordu. Boylu boyunca bir masanın etrafında hep birlikte toplaşmıştık. Erkekler bir tarafa otururken, kadınlar ayrı bir tarafa oturmuştu. Tabii Mihriban teyze olaya el atmış ve beni bir şekilde Mirza'nın yanına oturtmayı başarmıştı.
Yanımda oturan Mirza artık kaçıncı tabak olduğunu saymayı bıraktığım kısırı yemeye devam ettiğinde, "Mirza?" Dedim ikimizin duyabileceği bir şekilde.
"Efendim kurban olduğum?"
"Yeme artık. Birazını da yarın yersin hem. Böyle yersen dokunacak bak." Sanki Asiye teyze bizim aramızda konuştuklarımızı duymuş gibi lafa atlayarak, "Oğlum yeter kısır yiyip durduğun. Al biraz da et ya aslan oğlum," dediğinde başımı iki yanıma salladım.
Mirza, "Yemek istiyorum yiyorum," dediğinde Asiye teyzeye dönüp bakmamıştı bile. Gözlerini Dila'ya çevirdiğinde ona bakarak konuştu: "Dila abiciğim bana köfte getirir misin?" Dila hemen başını sallayıp kalktığında birkaç dakika içinde koca bir tabak dolusu köfteyi getirip Mirza'nın önüne bırakmıştı bile.
Mirza önüne gelen tabağı kimseden çekincesi, sakıncası olmadan alıp önüme koyduğunda, "Ye hadi kurban olduğum," dedi. Bir köftelere, bir Mirza'ya baktım. Eti öylece sade sevmediğimi bildiği için benim için köfte yaptırtmıştı. Zaten az önce bir tabak dolusu köfteyi yemişken, şimdi yeniden getirtmişti bir de.
Yanımda oturan Çiçek'in kıs kıs gülüşlerini duysam da dönüp onlara bakmamıştım bile. Yüksek ihtimalle Mirza'nın yaptığı harekete karşılık çoktan aralarında bizi kaynatarak konuşmama başlamışlardı bile.
"Herkesin içinde ne diye şöyle hareketler yapıyorsun ki?"
"Te allam ya..." dedi Mirza. "Kurban olduğum seni düşünemez miyim ben? Çoğu bizi biliyor zaten. Hem herkes kendi hâlinde. Ha öyle olmasa da yapardım ya neyse." Herkes kendi hâlinde gibi duruyordu ama ben ara ara bize kayan bakışları fark edebiliyordum. Özellikle de annem ve Asiye teyze hiç çekmeden bize bakıyorlardı.
"Tamam," dedim çok fazla uzatmayarak. "Hepsini yiyemem ama sen de ye." Mirza'nın bir şey demesine izin vermeden çatalını alıp köfteye batırdığımda ona uzattım. "Öyle hep kısır olmaz. Bunun da vitaminini alman lazım."
Mirza gözlerimin içine baka baka, "Alırım kurban olduğum," dediğinde çatalı eline alıp köfteden yemişti. Memnun olmuş bir şekilde dudaklarım kıvrıldığında tam o an Asiye teyzenin bana bakan gözlerine denk geldim.
Kaşlarımı sorgular bir ifadeyle havalandırdığımda çekinip gözlerimi ondan çekmemiştim. Mirza benim yanındaydı, benimleydi ve onun yapmaz dediği her şeyi benim için yapıyordu. Aslında bu bile Asiye teyze için bir cevaptı ama anlamıyordu işte.
Asiye teyze sanki bana gol atmak istercesine inadıma inadıma, "Ahsen kızımı da çağırsaydınız keşke," dediğinde elimdeki çatalı sıka sıka tuttum.
Dişlerimi birbirine geçirerek sıktığımda Mirza annesine dönerek, "Ne alaka?" Dedi.
"Oğlum arkadaşın ya..." dediğinde Mirza'nın tepkisini ölçmek istercesine bekledi. "Yani iş arkadaşın ya ondan dedim ben."
Mirza, "Bak şuraya bir ana," dediğinde gözlerini çevresinde kısaca dolandırdı. Ben de onunla birlikte baktım. Beşir, Polat abi, Devran abi, mahalleden birkaç arkadaşı daha, ve hatta Behlül bile vardı. Tabii onlar kendi hâllerinde oldukları için bize duyamıyorlardı.
"Hepsi saydığım sevdiğim insanlar." Gözlerini bana çevirdi. "Ailem gibiler." 'Ailem' derken gözlerimin içine baka baka konuşmuştu. "Dediğin gibi sadece iş arkadaşım olan birisinin burada ne işi var?" Bana bakarken yumuşayan gözleri Asiye teyzeye döndüğü an sertleşti. Baktı, baktı ve Asiye teyze Mirza'nın bakışları karşısında zorlukla yutkundu.
Asiye teyze en sonunda oturduğu yerden, "Ben salataları getireyim," diyerek kalktığında kaçarcasına içeri koşturdu. Onun bu hâllerine kısa bir an için gülmek istesemde bunu yapmadım.
Mihriban teyzenin, "Hiç işte densizlik," demesiyle birlikte ben de oturduğum yerden kalktım.
Boşalmış sürahiyi elime aldığımda, "Su getireyim ben de," diyerek kimsenin bir şey demesini beklemeden Asiye teyzenin peşine takıldım. Dursaydım Mirza bir şey deyip beni durduracaktı, biliyordum.
Mutfağa girer girmez hiç uzatmadan, "Neden böyle yapıyorsun Asiye teyze?" Dediğimde tezgâhın önünde bir şeylerle uğraşan Asiye teyze ansızın gelmemden dolayı korka korka bana döndü.
"Ne yapıyorum ben kızım? Sen söyle ne yapıyorum ben?" Gerçekten mi, gerçekten bana bunu mu soruyordu?
"Huzurumuzu bozuyorsun," dedim hiç düşünmeden. "Bunu bilerek yapıyorsun, gözlerimin içine baka baka. Kendimi geçtim, ama sen artık Mirza'yı üzüyorsun."
Asiye teyze, "Ben mi üzüyorum?" Dediğinde kaşları çatıldı ve yaşının vermiş olduğu kırışıkları yüzüne düştü. "Ben günlerce oğlumun senin için sızlanmalarına şahit oldum, aslan gibi oğlum senin yüzünden gözlerimin önünde küçüldü. Kaç kez kapında yattı da içeri sokamadım sen biliyor musun?" Duymayı beklemediğim bu sözlerle birlikte sanki kalbime ağır bir darbe yemişim gibi kaldığımda kalbimin sıkıştığını hissettim.
"Söyle hele ben mi üzüyorum oğlumu?" Cevap bekler bir ifadeyle yüzüme yüzüme baktı ama cevap veremedim.
"Sen ne dedin bana Mihran? Sen olmaz demedin mi Mihran? Sen bana Mirza'dan bana yâr olmaz demedin mi kızım?" Galiba ömrümün sonuna kadar bunu benim başıma kakıp duracaktı.
"Dedim," diye fısıldadım. "Ama sen benim ne yaşadığımı bilmiyorsun Asiye teyze. Ben de yıllarca..." Sustum, devamını getiremedim.
"Sen bana olmaz dedin kızım, istemiyorum dedin. Ben de gittim Ahsen kızımla konuştum. Yazık değil mi o kıza?" Söylediklerine karşılık dudaklarım aralandığında Asiye teyze sanki söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi gözlerini kaçırdı benden.
"Sen..." dedim ne diyeceğimi bilemiyormuş gibi. "Sen, Mirza'dan habersiz ona gelin mi aradın?" Başımı iki yanıma salladım. "Ben sana olmaz dedim Asiye teyze evet. Sen biliyordun... Ama sen biliyordun, sen Mirza'nın bana olan sevdasını biliyordun, oğlunun benim için yandığını biliyordun." Ona doğru bir adım attım.
"Ellerinde büyüdüm ben senin Asiye teyze. Sizi de ailem bildim ben. Ama bana karşı olan şu tavırların..." Yüzümü buruşturmadan edememiştim. "O kadar iğrenç ki..." Dediklerimin haklılığından ötürü kaşları çatıldı.
"Anla diye söylüyorum şimdi sana. Mirza benimle, benim yanımda, Mirza'ylayım ben. İlerisi için ne olur ne olmaz bilemem." Çok büyük büyük konuşmakta istemiyorum. "Ama bu yolun sonunda biz olacağız. Evleneceğiz belki de. O yüzden Asiye teyze..." Ellerimi iki yanıma saldım. "Sal bizi. Yapma." Benden böyle bir konuşma beklemediği her hâlinden belliydi ama ben durmadım. "Yapma ki; ileride yüzüme bakacak yüzün, evimize girecek hatırın olsun." Sözlerime son noktayı da oldukça sert bir şekilde koyduğumda Asiye teyze elini kalbine doğru götürdü. Benden böyle bir çıkış, bu sertlikte bir cevap beklemediğinin farkındaydım.
Ama ben böyleydim işte. Sabrederdim sabrederdim ve bir noktada sabrım taşardı. Bana taş atana ne taş atar, ne de önüne çiçek bahçeleri sererdim. Sadece unutmazdım. Kinci bir yapıya sahiptim ve Asiye teyzenin bu yaptıklarını da unutabileceğimi zannetmiyordum.
"Mihran!" Diyen Mirza'nın sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi ona çevirdim. Mutfak kapısının önünde durmuş bir şekilde bize bakıyordu. "Odama çık!" Sesindeki sertliğin beni üşüttüğünü hissettim. Asiye teyzeye bu kadar sert çıkıştığım için bana kızmış olabilir miydi?
"Mirza ben..."
"Odama çık kurban olduğum." Kızmamıştı, kesinlikle kızmamıştı. Bizi duymuştu ve tüm kızgınlığı Asiye teyzeyeydi.
Asiye teyzenin önünde bir şey demek istemediğim için başımı salladığımda mutfaktan çıkarak merdivenlere yöneldim. Tam merdivenlerden çıkacağım sıra portmantoya astığım çantam gözüme takıldığında hemen çantamı alarak Mirza'nın odasına geçtim.
Yatağının üzerine oturup Mirza'yı beklemeye başladığımda yatağının rahatlığı karşısında yayılmadan da edememiştim. Ay benim yatağım neden böyle değildi ki? Ay markası, modeli neydi ki acaba?
Evet gerçekten tam da zamanında takılacak şeye takılmıştım. Evet benim de derdim bu işte.
Kendi kendime ofladığımda yataktan kalkarak odayı turlamaya başladım. Genel olarak çok sade bir odası olduğu için gözüme çarpan çok bir şey yoktu, sadece bir masası vardı o da fazlasıyla dağınık duruyordu. Yüksek ihtimalle geceleri burada çalışıyordu.
Masasına işle ilgili olduğunu düşündüğüm için bakmamaya karar verdiğimde tam geri yatağına yönelecektim ki defterin ucunda bir fotoğraf gördüm. Ucundan çıkan çıkıntıda gördüğüm yüzler tanıdıktı.
Bizdik.
Bizdik ve bu benim yırttığım, parçalara ayırdığım fotoğrafımızdı. Yırtıp Mirza'nın ayaklarının altında yerle yeksan ettiğim fotoğrafımızdı.
Ama Mirza birleştirmişti.
Yırttığım yerde her bir parçasını tek tek birleştirmişti.
Elimdeki fotoğrafla birlikte tekrardan yatağa oturduğumda öylece bize bakıp durdum. Gözlerimizin içi gülüyordu resmen.
Bir daha böyle güler miydik, birbirimizin gözlerinde kaybolur muyduk?
Öylece fotoğrafımıza bakmaya devam ettiğim sıra odanın kapısı açıldı ve Mirza girdi. Elimdeki fotoğrafı bırakmadan ona baktığımda, "Ne oldu?" Dedim. Fazlasıyla sinirli görünüyordu ama beni görünce biraz yumuşamış gibi duruyordu. "Ne konuştun Asiye teyzeyle?" Konuşmalarının kötü geçtiğini fark edebiliyordum.
"Mihran ben..." dediğinde yanıma adımladı Mirza. Yataktan kalkmayarak iki dizimin üzerinde oturduğumda yanıma gelmişti bile. O bana tepeden tepeden bakıyor, ben de boyumun yettiği kadarıyla ona bakmaya çalışıyordum. "Annem adına..." dediği an hızlı bir şekilde sözünü kestim:
"Annen adına bir şey demek zorunda değilsin, ya da onun söylediklerinden dolayı kendini suçlu hissetmek."
"Ahsen'le konuşmuş," dediği an sinirlerimin birden tepeme attığını hissettim.
"Anma şu yılanın adını ağzına." Sesim oldukça sert bir şekilde çıkmıştı.
Bu hırçınlığım karşısında şu durumda bile Mirza dudaklarını kıvırarak güldüğünde, "Tamam kurban olduğum," dedi. "Annem onunla konuşmuş, ona bir sürü umutlar vermiş."
"Tabii o yılan da zaten o beklediği umutları havada kapmış," dediğimde üzerine ne diyeceğimi bilememiştim. Asiye teyzenin, Mirza'dan gizli böyle bir şey yapmış olmasını sindiremiyordum. "Asiye teyze onun senin en yakın arkadaşının eşi olduğunu bilmiyor mu?" Evet bu vardı. Her şeyden önce böyle bir gerçek vardı ve Asiye teyze de o yılan Ahsen'de midemi bulandırmaktan öte gidemiyorlardı.
"Biliyor," dedi Mirza. "Defalarca kez anlattım biliyor. Annem neye güveniyor da bunu yapıyor bilmiyorum ama o güvenine başlayacağım çok az kaldı. Bu kadına büyü mü yaptılar, aklını mı aldılar ya da cesaret mi aşıladılar bilmiyorum ki. Ama çok az kaldı." Mirza dişlerini birbirine bastıra bastıra konuşmuştu.
"Büyü değil," dediğimde konuştuğumuz konunun saçmalığına gülmek istesem de yapmadım. "Sadece... Annen gelinini seçmiş," dediğimde sesim istemsiz bir şekilde burukça çıkmıştı.
Mirza, "Mihran!" Diyerek çenemden tutup ona bakmamı sağladığında, "Şöyle bakma!" Diye devam etti sözlerine. "Şu gözlerindeki kırgınlıkla bakma gözlerime ne olur. Sen şöyle baktıkça kendimi zor tutuyorum bak." Elimde değildi ki...
Mirza saçlarımı okşamaya başladığında, dudaklarını şakaklarımda hissettim. Öptü, öptü, öptü...
"Benim gelinim sensin," dediği an dudaklarını bu sefer alnımda hissettim ve gözlerim hissettiğim kalp çarpıntısıyla birlikte kapandı.
Ne demem gerekiyordu şimdi?
Benim de damadım sensin falan mı?
Hayır Mihran hayır.
Düşündüğüm şeyle birlikte kıkırdadığımda Mirza benden hafifçe ayrılıp gözlerini gülüşüme indirdi. "Neye gülüyorsun kurban olduğum?"
"Hiç..." dediğimde tabii ki de neye güldüğümü söylemeyecektim. "Öyle aklıma bir şey geldi de. Kendi kendime güldüm öyle yani." Mirza'nın sorgulayacağını fark ettiğimde konuyu değiştirmek için elimde tuttuğum fotoğrafı kaldırıp gözlerinin önüne çıkardım.
"Bunu buldum," dediğimde gözleri fotoğrafımıza değdi. "Yırtmıştım ben, sen birleştirmişsin tüm parçalarını." Hayır yaptığımdan ötürü asla pişman değildim.
Mirza, "Eskisi gibi olmuş mu?" Dediğinde sorusunun altında yatan anlamlar çok çok farklıydı.
"Olmuş ama..." Duraksadım.
"Ama ne Mihran?"
"Şuna baksana!" Dediğimde fotoğrafı gösterdim gözlerimle. "Ne kadar masumuz, gözlerimizin içi gülüyor. Fotoğraf eskisi gibi olmuş ama..." Boğazım düğüm düğüm oldu. "Biz bir daha eskisi gibi olur muyuz Mirza?"
"Olamayız..." dedi Mirza bir an bile düşünmeden. Gözlerim hüzünle boğuldu, sanki bir ip boğazımı boğazımı sıktı.
"Mihran..." dediğinde Mirza alnını alnıma yasladı ve derince soludu. "Biz birlikte olursak, bir olursak eskiyi değil, şimdimizi yazabiliriz."
"Çakmağını verebilir misin?" Onun dediklerine karşılık çok alakasız bir şey söylediğimde yüzüme yüzüme anlam veremeyerek baktı. "Ver hadi." Yenilediğimde bu sefer ikiletmesen cebinden çakmağı çıkarıp avucumun içine bıraktı.
"Ne yapacaksın çakmağımla?"
"Gözünü de kapat!"
"Ne yapacaksın? Beni mi yakacaksın kurban olduğum?" Mirza alay ederek konuştuğunda yüzümde tek bir mimik bile oynatmadan baktım. "Cidden beni mi yakacaksın?"
"Ay saçmalama Mirza. Kapat hadi gözlerini." Mirza sonunda gözlerini kapatabildiğinde yatağımın üzerine koyduğum çantamı açtım. "Bakma bak sakın!"
"Bakmıyorum tamam."
"Bu kaç?" Diyerek üç parmağımı havaya kaldırdığımda bir yandan da ona bakıyordum.
"Üç," dediği an kaşlarım derin bir şekilde çatıldı ve, "Hani bakmıyordun?" Diye ciyak ciyak cırladım.
"Kurban olduğum görmüyor musun valla gözlerim kapalı. Bakmıyorum diyorum sana."
"Aferin," dediğimde Mirza'nın yanımda böylesine korkması hoşuma gitmişti. Kıkırdadığımda çantamın içimden çıkardığım kekstramın üzerine aldığım mumu diktim ve çakmağı ateşledim.
Kekstrayı Mirza'nın önünde tuttuğumda, "Açabilirsin," dedim ve Mirza gözlerini açtı. Gözleri önce beni sonra elimde tuttuğum mum dikili kekstrayı bulduğunda her hâlinden şaşırdığını anlayabilmiştim.
"Bu ne?" Diyebildi sadece.
"Sen uyandın ya hani, gözlerini açtın, bize geri döndün. Böyle sanki yeniden doğmuş gibi oldun." Omuzlarımı silktim. "Bu ondan yani." Hayran hayran beni izledi.
"Hadi üfle de artık yiyeyim ya..." dediğimde sesim muzip bir şekilde çıkmıştı.
Mirza güldüğünde, "Birlikte üfleyelim kurban olduğum," dedi. Hiç itiraz etmedim. Yeter ki üfleyelim de ben artık yiyeyim yani.
Mirza'yla ikimiz kekstranın üzerine eğilip birbirimizin gözünün içine baka baka üflediğimizde nefesimizle birlikte mum söndü. Biz öylece birbirimize baktık, baktık.
"Nasıl bir şeysin sen böyle kurban olduğum?"
"Güzel." Saçlarımı savura savura konuşmuştum.
"Eee başka?" Eğleniyordu.
"Çok güzel," dediğimde güldüm ve Mirza dudaklarını birden güldüğümde çıkan gamzelerime bastırdı.
Mirza gözlerimin içine baka baka, "Çok güzel," dediğinde burnunu burnuma sürterek derin bir nefesi içine çekti.
"Yesem mi artık ya?" Dediğimde yine kendi açlığımı konuşturmuştum. Mirza bu hâlime güldüğünde kekstrayı ortadan ikiye böldüm. Normalde pata küte yerdim de şimdi biraz kibar olsam iyi olacaktı.
"Yer misin?" Dediğimde istemeye istemeye de olsa yarısını Mirza'ya uzattım. Valla inşallah istemezdi.
"Ye sen, benim yemek için daha güzel, çok güzel planlarım var kurban olduğum." Derince yutkundum.
"Hım..." diye mırıldandığımda kekstranın yarısını ağzıma tıkmıştım bile. "Neymiş o çok güzel planların?"
Bunu der demez Mirza dudaklarını dudağımın kenarına bastırdığında dilini dudaklarıma hissettim. Dudaklarımın çevresinde dilini gezdiriyordu. Kendimi sanki çok katlı bir binanın en yüksek katından düşüyormuş gibi hissettiğimde elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyerek Mirza'ya tutundum.
Mirza diliyle beni çıldırtmaya devam ettiğinde dudağımın kenarına bulaştırdığım kekstranın jölesini yaladı, yaladı.
"Güzel..." diye dudaklarıma nefesini bırakarak konuştuğunda yutkunamadım. "Çok güzel." Sözleri, dudakları ve dili benim tüm irademi yıkıyor ve her an biraz daha ona olan teslimiyetime yol açıyordu.
"Yapma..." dediğim an sesim inler gibi çıkmıştı. Böyle söylesem de hareketlerim tam aksini söylüyor gibiydi. "Birisi gelecek şimdi... Yapma."
Mirza, "Yapmayayım mı?" Dediğinde dudaklarını benden hafifçe ayırmıştı. "Söyle! Yapmayayım mı?" Tek solukta konuşmuştu.
"Yapma," dediğim an söylediğime tezat bir şekilde kollarının arasında kıvranıyordum. Böyle olmamalıydı ama oluyordu işte.
Ah Mirza...
Sen, bana ne yapıyorsun böyle Mirza?
Mirza benden hafifçe uzaklaştığı an sanki kendimi boşlukta hissettim. Göğsüm inip inip, Mirza'ya doğru yükseliyordu.
Bu sefer ben kendimi tutamadığım an Mirza'nın benden daha fazla uzaklaşmasına izin vermeden dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Ellerimi ensesine götürüp kendime çektiğim an Mirza sanki bunu bekliyormuşçasına öpüşüme büyük bir tutkuyla karşılık vermeye başladı.
Ellerini belimden tuttuğu an beni hafifçe havalandırdı ve ben ne yapacağımı bilmememin getirisinden dolayı bacaklarımı beline doladım. Artık tamamıyla tek vücut olmuş gibiydik.
Mirza hemen arkamızda duran masadaki dosyaları elinin tersiyle yere yığdığında hızlıca beni masanın üzerine oturttu. Bacaklarım hâlâ beline bağlıydı ve onu hissediyordum. Sertliğini kadınlığımın her bir yerinde hissetmemle ellerim istemsiz bir şekilde ensesine keskin çizikler atmaya başladığında âdeta hırlayarak dudaklarımı daha da bir açlıkla sömürmeye devam etti.
Elleri de rahat durmayarak hırkamın üzerinden göğüslerimi avuçladığında, "Ah..." diyerek kendimi avuçlarının içine doğru kavislendirdim.
"Mihran," dedi Mirza boğuk çıkan sesiyle. "Sen, beni mahvediyorsun." Tek eli göğüslerimden aşağı inerek kalçalarımda durdu, okşadı okşadı... "Mahvediyorsun beni." Titrek titrek nefesler alıp, verdim.
"Dayanamıyorum," dedi Mirza. Eli hırkamın içine girdiği an tişörtümün üzerinde göğsümü avuçladı. İnleyerek dişlerimi birbirine bastırdım. "Karşında bir gün değil, bir dakika bile dayanamıyorum." Dudaklarımı ısırdı. "Ben on yıl nasıl bekleyeceğim? Bekleyemem ki..." Kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Sen beni böyle mahvederken bekleyemem." Sertliğini bana biraz daha bastırdığında elini kadınlığımın üzerinde hissettim.
"Mirza..." Adını haykırmamı umursamadığı an elleri pantolonumun üzerinden kadınlığımı okşadı. İçimden gelip taşan arzunun sızısını kadınlığımda hissettiğimde, alt bölgelerime sızan sıvı tamamıyla dengemi sarsmıştı. "Ah Mirza..." Ellerim rahat durmuyor ensesine izlerini bırakıyordu.
"Sızlıyor değil mi?" Konuşamadım, dilim lal oldu sanki. "Çok sızlıyor değil mi? Kıvranıyorsun..."
Kollarının arasında, kollarının arasında kıvranıyordum.
"Sen nasıl bekleyeceksin on yıl?" Sorduğu soruyla birlikte avucunu tam kadınlığıma bastırdı. "Sen nasıl bekleyeceksin kurban olduğum?" Soruyordu sormasına ama ben nefes alıp vermek dışında hiçbir şey yapamıyordum.
"Bilerek yapıyorsun," dediğim an göğsümde duran diğer eli işleve geçti ve göğüs ucumu parmaklarının arasına sıkıştırdı. Dudaklarımın arasından firar eden inlememe engel olamadığımda, "Yapma..." dedim sık sık aldığım nefeslerimin arasından. Ama o yaptı. Sertleşen göğüs ucumu parmaklarının arasında oynattı.
Birden, "Mihran!" Diye bağıran Dila'nın sesi kulaklarıma dolduğunda onun sesini duyduğuma hiç bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi. "Mihran? Ay gidecekmişsiniz. Kim bilir nerede bu kız? Bendeki de soru tabii ki de abimin yanındadır." Dila'nın kendi kendine konuşmalarını duyabiliyordum.
"Gelecek..." dediğim an Mirza arzuyla yoğunlaşmış gözlerini göğüslerime indirdi ve son bir kez göğüslerimi sertçe sıkarak bıraktı. Dişlerimi birbirine bastırarak olduğum yerde kıvranmamak için kendimi zor tuttuğumda Mirza üzerimden çekildi ve ben masanın üzerinden hemen zıplayarak indim.
Göğüslerimin ucu sızlıyordu.
Kendimi biraz olsun toparlamaya çalıştığımda başarılı olamıyor, yerimden hareket dahi edemiyordum. Sadece sık sık nefesler alıp veriyordum.
Dila'nın buraya damlayacağını anladığım an dağılmış olan üstümü başımı biraz olsun düzelttiğimde Mirza'nın, "Bu ne?" Diyen sesi kulaklarıma doldu. Titreyen göz bebeklerimi ona çevirdiğimde elinde gördüğüm kartvizitle birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.
"Benim o..." dememe kalmadan Mirza ikiye bükülmüş olan kartviziti açtığında kaşları derin bir şekilde çatıldı, ve alnının ortasında derin bir yarık oluştu.
Okudu, okudu ve kaşları biraz daha çatıldı.
Dudaklarının arasından, "Deha Sonat!" Diyerek tısladığında gözleri bir fırtınanın habercisi gibi kısılmıştı. Kısık gözlerinin ardından bana baktı ve tekrardan konuştu:
"Bu kim?"
*
Nasıl buldunuz bakalım?
~Mihran ve Mihran'ın hareketleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
~Mirza hakkındaki düşüncelerinizi de öğrenebilir miyim?
Dila ve Cihangir'in de bir kesim tarafından merak edildiğinin farkındayım. Bir sonraki bölümde onlara yer vermeye çalışacağım🥰
Bölüm alıntısı için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro