Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

17.Bölüm: "Vurgunum"

#Sezen Aksu - Kaçak

#Anıl Bektaş - Canözüm

#Sezen Aksu - Belalım

Yaa sizleri çok özlemişim💙Uzun bir ayrılıktı hepinizden özür dilerim öncelikle. Gidenler olmuştur illaki, olsun. Bizimle kalanlar ve aramıza yeni gelenler hepinize çok çok teşekkür ederim. Visal 369 bin!🥂İyi ki varsınız!💙

Ay bu arada buraya gelirken 'Allah'ım ne olur hikâyeyi unutmamış olsunlar' diyerek geldim ğgğwğdğfğ böyle bir şey imkânsız tabii ama lütfen unutanlar bölümden önce önceki bölümleri kısa bir göz gezdirsinler. Linç etmeyin beni artık be ğgğwğdfğ

Ve Twitter'dan #Visal etiketiyle yorumlarınızı, alıntılarınızı bekliyorum. Biliyorum kimse atmayacak ama diyeyim dedim yine degğwğeğfğfğ

Hepsi o kadar güzel ki... Visalimizi güzelleştirdiğin, yanımda olduğun için çok teşekkür ederim aşkım💙 senasnepenthe

*

"Sen de kimsin?" Mirza'nın zorla aldığı nefeslerinin arasından söylediği sözlerle birlikte öylece kalakaldığımda elimin ayağımın buz kestiğini hissettim. Uyanması, gözlerini açması içimdeki tüm duyguları boşaltmamı sağlarken, birden taş kesildim.

Sen de kimsin mi?

Ne?!

Gözlerimi kırpıştırarak, "Ne?" Dediğimde sesim de titremişti. Doktor uyandığı taktirde hasar oluşabileceğini söylemişti ama hafızası ne alakaydı? Hafızasını kaybetmiş olamazdı değil mi? Ya da benim şansıma pardon şanssızlığıma öyle bir şey olmuş olabilir miydi?

Yok yok hayır... O kadar da değil be!

"Benim Mihran." Kekelemiş, ne diyeceğimi bilememiştim. "Kurban olduğun hani." Kendimi bu şekilde tanıtmam üzerine Mirza'nın gözleri kısıldığında kaşları da çatılmıştı.

"Ba ba ba laflara bak laflara," diyen Mirza çatık kaşlarının ardından bana ters ters bakmaya devam ettiğinde gözleri tutmuş olduğu bileğime düştü. "Bir de durmuş elimi tutuyor." Ne? Ama o benim elimi tutmuştu. "Benim kurban olduğum kadın görse var ya bunu." Mirza'nın oldukça muzip bir şekilde söylediği son şeyle birlikte tutmuş olduğum nefesimi bıraktığımda, yüzümdeki ciddi ifade de birden silinivermişti.

Durmuş bir de dalga geçiyordu benimle. Hem de benim aklım onun yüzünden uçup gitmişken.

"Seni var ya ben..." dediğim an elimi ona doğru kaldırdım, tam vuracağım sıra gözlerimin önündeki yarasıyla birlikte elim öylece havada kaldığında Mirza havada duran elimi kendine çekti.

Çekişiyle birlikte saçlarım yüzüne savrulduğu an saçlarımın arasında nefesini hissettim ve hemen ardından da soluklarını, nefes alışlarını...

Mirza nefes almaya devam ettiği sıra, "Beni var ya ne?" Dediğinde burnunu da tenime sürtmeyi ihmal etmemişti. Sinirliydim, huylandım yine de geri çekilmedim.

"Seni öldüreceğim," dediğim an daha fazla gözlerimden akacak olan yaşlarımı tutamayarak ağlamaya başladım. "Seni gerçekten öldüreceğim Mirza." Bir yandan içli içli ağlıyor, diğer yandan Mirza'ya saydırıyordum.

Mirza, "Kurban olduğum?" Dediğinde yüzümü hafifçe geri çekti ve parmaklarını yüzümde hissettim. Ağlamamla birlikte doğrulacağını anladığım an ani bir tepkiyle, "Kalkma!" Dedim. Burnumu çektim. "Kalkma. Yaran..."

Mirza, "Başlarım yarasına da şimdi..." dediği an söylensede benim ona kızmamla birlikte yine de yerinden doğrulmadı.

"Doktor çağıracağım bekle."

"Başlarım doktoruna da şimdi..." Gözlerini açar açmaz yine başlamıştı asabi tavırları. Gerçi ona asabileştirenin ben ve gözyaşlarım olduğunu da biliyordum ya neyse.

"Ağlama!" Dediği an sesi sert bir şekilde çıksa da bir yandan da gözyaşlarıma içinin gittiğinin farkındaydım. Parmağını kaldırabildiği kadar kaldırdığı an gözyaşlarımın üzerine koydu. "Ağlama kurban olduğum," diye fısıldadı.

"Bir daha duyamam sandım," dediğimde Mirza ne söylediğimi anlamadı ve kaşları hafifçe çatıldı. Tam dudaklarını aralayıp konuşacağı sıra açılan kapıyla birlikte susmak zorunda kaldığında, gözyaşlarımı hızlı bir şekilde silerek gözlerimi kapıya çevirdim. Doktorlar ve hemşireler hızlı bir şekilde odaya üşüşmüşlerdi.

"Sizi dışarıya alabilir miyiz?" Kibar bir şekilde odadan kovulduğumda, zorluk çıkarmamak için başımı salladım.

Mirza'ya bakarak, "Kapıdayım..." dediğimde onun öldürücü bakışları beni dışarıya almak isteyen hemşirenin üzerindeydi ama konuşmamla birlikte bana dönmüştü. "Buradayım."

Mirza huysuz bir şekilde ağzının içinde bir şeyler homurdandığında Mirza'yla rahat rahat ilgilensinler diye odadan çıktım. Daha çıkar çıkmaz Dila gözyaşları ve gülüşlerinin arasından, "Uyandı uyandı..." diye koşarak üzerime atladığında bana sıkıca sarıldı. Ani gelen hareketiyle kendimi hemen toparladığımda ben de ona sarıldım ve gözlerimi kısaca etrafımda dolaştırdım. Asiye teyze ve Aslan amca camdan Mirza'ya baka baka ağlıyorlardı. Annem ve babam da onların hemen bir adım gerisinde duruyor, sevinçleri yüzlerinden okunacak şekilde Mirza'ya bakıyorlardı. Tabii buna rağmen babamdan yayılan o negatif elektriği de hissediyordum.

Ne olacaktık, babamla ne yapacaktık hiç bilmiyordum. Ama şu an galiba bunu düşünmemeliydim. Mirza gözlerini açmıştı ya bu da yeterdi bana.

Aradan geçen birkaç dakikada doktorlar odadan çıkabildiğinde, hemen doktorların başına üşüşmüştük.

"Nasıl nasıl? Oğlum nasıl doktor bey oğlum, nasıl?" Asiye teyzenin telaşeli çıkan sesini Aslan amcanın, "Dur bir Asiye," diyen sesi bastırdığında gözlerini doktorlara çevirdi. "Oğlum nasıl doktor bey?"

"Mirza Bey'in kontrollerini yaptık, herhangi bir sorun görünmüyor. Ama her şeye rağmen kontrol altında tutmamız gerekiyor. Bunun için birkaç gün daha misafirimiz olacak." Bunun olabileceğini zaten biliyordum. Tuttuğum nefesimi bıraktığımda Asiye teyze, "Oğlumu görebilir miyim peki?" Diye sordu.

"Tabii ama lütfen hastamızı çok fazla yormayalım." Birkaç dakikalık konuşmanın ardından doktorlar yanımızdan ayrıldığında Asiye teyze hemen içeri koşmuştu. Tabii peşinden Aslan amca ve Dila'da...

Tam bende içeriye doğru ilerleyeceğim sıra annemin, "Biz artık gidelim kızım," diyen sesini duyduğumda gözlerimi onlara çevirdim. Annemin böyle bir şeyi kendi isteğiyle demesi imkânsız gibi bir şeydi. Onun Asiye teyzeye ve özellikle de Mirza'ya olan düşkünlüğünü biliyordum. Mirza'yı oğlu gibi görür, benimserdi hatta. Yüksek ihtimalle babam söylettiriyor, ve annem de şu durumda babamdan korkuyordu.

"Ben buradayım anne," dediğimde gözlerim annem de olsa da, sözlerim babamaydı. Ben söylemiştim.

Ben söylemiştim.

Seviyorum demiştim. Herkesin özellikle de babamın gözlerinin içine baka baka haykırmıştım sevgimi, sevdamı. Sırf Mirza uyandığında gizliden, saklıdan onu görmemek için haykırmıştım. Kaçak göçek yaşamak istememiştim. Ona koşmak için söylemiştim ki ben.

Babam kendini tutamıyormuş gibi, "Mihran!" Dediğinde sesi uyarır tonda çıkmıştı.

Annem, "Kızım gel gidelim hadi biz," diyerek babamla bakışmamızın arasına girdiğinde başımı iki yanıma doğru salladım. Şu hareketlerimle hata mı yapıyordum bilmiyordum ama gidemezdim ki ben. Onu bırakıp nasıl gidebilirdim ki? Onun en çok bana ihtiyacı vardı şu an.

"Beni anlayın ne olur," dediğimde öyle içli içli konuşmuştum ki... Başımı küçük bir çocuk gibi omzuma yatırdığımda, "Anlayın..." diye fısıldadım. Kendi sözlerimle birlikte dudaklarım acıyla kıvrılmıştı. Anlaşılmayı beklemek hata gibi bir şeydi belki de. "Tamam..." dediğimde omzumu silktim. "Anlamayın ama şimdi yapmayın bari." Anne ve babama son sözlerim bunlar olduğunda onları ardımda bırakarak Mirza'nın odasına doğru ilerledim.

Aralık olan kapıdan içeri gireceğim an adımlarım duraksadığında kendimi geriye çekerek onları izlemeye başladım. Asiye teyze, Mirza'nın başına çöreklenmiş bir şekilde duruyor, sürekli onunla konuşmaya çalışıyordu. Dila ise Aslan amcaya sarılmış bir şekilde onları izliyordu. Nedensizce Asiye teyzenin huzurunu kaçırmamak için onları kapı ağzından dinlemeye devam ettim.

"Oğlum oğlum. Öldüm öldüm dirildim ben oğlum."

"Ah sana bir şey olsaydı ne yapardım ben oğlum?"

"Ölürdüm ben ölürdüm." Yana yakıla konuşan tabii ki de Asiye teyzeydi.

Mirza en sonunda dayanamamışçasına, "Anne bir dur!" Diyerek sesini yükselterek konuştuğunda Asiye teyze irkildi. Mirza annesine dayanamadığında, "Bir şeyim yok, iyiyim..." dedi. Sesi az öncekine nazaran daha yumuşak çıkmıştı. "Gören bir şey oldu zannedecek."

Asiye teyze ellerini iki yanına açtığında, "Yarabbim yarabbim," dedi. "Yok yok bu çocuk en sonunda benim sonum olacak. Gelmiş bir de bir şey oldu zannedecekler diyor. Oğlum ölüyordun ölüyordun."

Ölüyordun...

Tek bir söz, tek bir ölüm lafı bile içimi karartmaya, beni ağlatmaya yettiğinde, elimi kalbimin üzerine bastırdım.

Yaşıyordu.

Arkamdan gelen, "Hanımefendi?" Diyen ince bir ses kulaklarıma dolduğunda hemen gözlerimi sesin sahibine çevirdim. Tabii benimle birlikte içeridekilerde çevirmişti. Gördüğüm hemşireyle birlikte istemsiz bir şekilde kenara kaydığımda, "İçeri geçelim mi?" Diyerek açtığım boşluktan hemen geçti. Gözlerimden akan birkaç damla yaşı kimseye çaktırmamaya çalışarak sildiğimde, ben de peşinden içeri geçtim.

Gözlerim Mirza'nın bana yoğun bir şekilde bakan gözleriyle karşılaştığında, ağladığımı anladığını tabii ki de biliyordum. Kimse anlamasa bile o benimle ilgili her şeyi anlardı. Kaşları derin bir şekilde çatıldığında gözlerine sorgulayıcı bir ifade yerleşti.

Biz öylece birbirimize bakmaya devam ettiğimiz sıra hemşirenin, "Artık odayı boşaltmamız gerekiyor. Hastamızın yanına sadece bir refakatçi alabiliyorum. Kim kalacak?" Diyen sesini duydum.

Asiye teyze hemen, "Ben kalırım oğlumun yanında," diye lafa atladığında istemsiz bir şekilde kaşlarım çatıldı. Hayır Mihran hayır.

Asiye teyze bir anne ve o kalmalı Mihran.

Sakın atlama Mihran.

İçimden kendi kendimi telkin etmeye çalışıyordum. Ama olmuyordu ki.

Mirza'nın, "Kimseyi istemiyorum," diyen sesini duyduğum an kendi iç hesaplaşmamdan sıyrılarak gözlerimi ona çevirdim. Bana bakıyordu. "Kimseyi istemiyorum," diye sözlerini yenilediğinde hâlâ bana bakıyordu.

Kal der gibiydi. Kimseyi istemiyorum derken 'gitme, benimle kal' der gibiydi.

"Oğlum sen ne diyorsun? Seni bırakıp nasıl gidelim biz? Ah ah bu çocuk beni öldürecek artık. Kalkacak hâli yok kimseyi istemiyorum diyor daha. Bey sen de bir şey desene."

"Ben kalırım." Dudaklarımın arasından birden dökülen sözlerle birlikte herkesin gözleri benim üzerime çevrildiğinde Asiye teyzenin bakışlarından hiç de güzel bir şey söylemediğimi anlayabilmiştim.

"Ne münasebet?" Diye çığlık çığlığa konuştuğunda bir şey dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ben kalırım oğlumla." Asiye teyze şimdiden bana böyle davranıyorsa acaba ileride bir şey olması durumunda sonumuzun nasıl olacağını düşünmeden edemiyordum.

Ah kaynana kaynana. Sen beni yaktın kaynana.

Mirza, "Anne!" Diye oldukça baskın bir şekilde Asiye teyzeyi uyardığında yerinde doğrulur gibi oldu ama yarasının acısıyla birlikte olduğu yerde kalakaldı.

"Abi bir şey olacak, dur!" Diyen Dila hemen Mirza'nın yanına koşturduğunda Mirza onu umursamadan bana bakmaya devam etti.

Tüm bu olanların üzerine bir de annemle babam içeri girdiklerinde babam ateş saçan gözlerini Mirza'ya çevirdi ve sadece kuru bir, "Geçmiş olsun," demekle yetindi.

"Eyvallah Mehmet amca." Hay senin eyvallahına Mirza.

Babam sadece başını sallayıp çatık kaşlarının ardından Mirza'ya bakmakla yetindiğinde, Mirza'nın olan bitene anlam veremediğinin farkındaydım. Sen yat yiğidim yat ben her şeyi hallettim sen hiç merak etme yani.

Babam oldukça baskın bir şekilde, "Biz gidiyoruz artık Mihran!" Dediğinde bakışlarından dolayı yutkunmadan edememiştim. Daha fazla babamla ters düşüp onu üzmek istemiyordum. Ama... Aması vardı işte.

Mirza'yı nasıl bırakabilirdim ki?

Daha yeni gözlerini açmıştı ve ben kendime bile gelememiştim. Onunla kendime gelmem gerekiyordu.

"Baba ben..." dediğim an babam daha fazla bir şey dememe izin vermeden sözümü kesti.

"Evet sen Mihran?" Sesi taviz vermez bir şekilde, hadi biraz daha konuş dercesine çıkmıştı.

"Ben... Ben yani..." Az daha zorla kendini Mihran. "Ben bu gece burada kalacağım. Siz annemle gidin." Köşede duran Dila'nın korkuyla dudaklarını ısırdığını gördüğümde, tırnaklarımı avuçlarımın içine âdeta kanatmak istercesine gömdüm.

"Bu gece burada kalacaksın?" Babam söylediklerimi tekrar etmişti. Sanki 'bir daha söyle bakayım. Söyle de gör gününü' dercesine yüzüme bakıyor gibi geliyordu. Ya da ben fazla abartıyordum ama şu durumda pek abartıyor gibi de değildim.

"Ben burada kalacağım baba." Tırnaklarımı etime biraz daha geçirdim.

"Mihran sen beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsun kızım? İnadına mı yapıyorsun sen ha? Yürü eve gidiyoruz. Bu kadar dayandığıma şükret sen benim." Babamın bana sesini yükselte yükselte konuşmasıyla birlikte Mirza'da aynı anda, "Ne oluyor Mehmet amca?" Diye oldukça sert bir şekilde sormuştu. Neler olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu, ama yine de olabilecek bazı şeylerin önüne geçmeye çalışıyordu. Benim daha fazla üzülmemin ve azar işitmemin...

Aslan amca ortalığın karışacağını hissetmiş gibi, "Mehmet?" Diyerek babamın yanına doğru adımladı. "Şimdi sırası değil." Elini babamın omzuna koyarak sıktı. "Sonra konuşalım, şimdi değil." Babamın, Aslan amcaya bir şey demeyeceğini biliyordum. Her şeyden önce bunca yıllık bir hukukları vardı, ve kolay kolay onu ikisi de yıkmazlardı. Tabii ben biraz daha sınırları zorlamazsam...

Babam her an patlayacak bir bomba gibi odadan çıktığında hemen onun peşinden annem ve Aslan amcada çıkmıştı. Yüksek ihtimalle Aslan amca, babamı sakinleştirmeye çalışacaktı. Belki bir okey atmaya falan da gidebilirlerdi yani.

Dila, Asiye teyze, Mirza ve ben odada kaldığımızda Mirza gözlerini benden ayırmadan, "Sizde çıkın ana..." dedi. Ana diye sadece sinirlendiği zamanlar söylediğini söylemiş miydim?

"Oğlum..." Dila, Mirza sinirlenince dilinin kemiği olduğunu biliyormuşçasına annesini üzmemek için, "Hadi anneciğim çıkalım biz..." dediğinde Asiye teyze daha itiraz edemeden onu odadan çıkarmıştı bile. Mirza'yla ikimiz odada kaldığımızda şu yaşadıklarımıza inanmakta güçlük çekiyordum. Daha Mirza uyanalı yarım saat bile olmamıştı ama yine bir kavga ortamı oluşmuştu. Hem de kavganın ta kendisi yataktan kalkamaz bir durumdayken...

Mirza'nın, "Ne oluyor Mihran?" Diyen sert sesini duyduğumda yanına doğru adımladım.

"Söyledim..." dediğimde Mirza'nın hiçbir şey anlamadığı bakışlarından bile belli oluyordu. "Bizi söyledim." Dudaklarımın arasından dökülen iki kelimeyle birlikte önce Mirza'nın kaşları şaşkınlık içerisinde havalandı, sonrasında hemen ise kaşları çatıldı.

Mirza, "Bizi söyledin? Bizi söyledin değil mi?" Dediğinde duraksadı. Sürekli 'bizi' lafının üzerine basa basa konuşmuştu. "Yemin et."

Ne?

Yemin mi edeyim?

"Mirza söyledim diyorum sen yemin diyorsun ya."

"Bizi söyledin yani? Bizi?" Yeniden tekrarladığı şeyle birlikte kaşlarımı çattım.

"Allah allah. Senin kafa gitti herhalde. Ne diye tekrar edip duruyorsun aynı şeyleri? Bizi söyledim evet. Seviyorum dedim..." Mirza'nın gözleri 'seviyorum' dediğim andan itibaren âdeta ışık saçmaya başladığında, işte şimdi derdini anlayabilmiştim. Başından beri 'biz' diye bahsettiğim için aklı babamlara söylediğim kısmını algılayamamıştı bile.

"Seviyordum dedim, seviyordum." Kaşları çatıldı, yüzü böyle bir düştü. "Yıllar önce seviyordum dedim. Neden gitti o zaman dedi babam. Bir şey diyemedim." Bunu sırf onu sinir etmek için söylemiştim.

Mirza birden, "Hay ben böyle işin anasını, avradını, topunu, soyunu..." diye saydırmaya başladığında sesi bir hayli yüksekten çıkmıştı. "Ben sana demiştim söyleyelim diye değil mi? Şimdi adam beni ciddiyetsiz bilecek, ciddiyetsiz. Seni üzüyorum sanacak. Hay ben böyle işin anasını ya..." Mirza'nın kendi kendine konuşuyormuş gibi söyledikleriyle birlikte şaşkınca bakakaldığımda, ağzımdan kaçan kıkırtıya engel olamamıştım.

Gülüşümle birlikte Mirza'nın gözleri bana çevrildiğinde, "Gören üzmüyorsun sanır," dedim ve onun bakışları altında kendimi yanımdaki koltuğun üzerine bıraktım. Yine şu çenemi tutamamıştım.

Mirza dudaklarının arasından, "Mihran!" Diye âdeta yılan gibi tısladı.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Mihran diyorum?" Onu umursamadan oturmaya devam ettim ve cevap vermedim. Onsuz geçirdiğim anların, korkumun acısını yine ondan çıkarmaya çalışıyordum.

"Kurban olduğum?" Ve gözlerimi ona çevirdim. Ben ona dik dik bakarken onun dudakları hafif bir kıvrılmayla tebessüm etti. Mihran demesiyle ona pas vermemiştim ama tek bir 'kurban olduğum' demesine dönüp bakmıştım hemen. Yeminle adımın Mihran olduğunu unutacaktım artık be!

Mirza'yla birbirimize baktığımız sıra odanın kapısı açılıpta içeri Dila girdiğinde, "Babamlar nerede?" Diye sordum hemen. "Gittiler mi? Çok sinirli miydi?"

Dila, "Gittiler..." dediğinde sinirli olup olmaması hakkında bir şey dememişti. "Annemi de zor yolladık abi, babam zorla götürdü hepsini. Tabii annem biraz da senden korkusuna gitti. Beni de yanınıza bıraktılar, tek kalmayın diye." Dila o kadar uzun konuşmuştu ki... Kısa bir duraksamanın ardından sözlerine ellerini iki yanına açarak devam etti. "Eee şimdi ne yapıyoruz gençlik? Eğleniyor muyuz?" Dila'nın üzerinde olan gereksiz enerjiyle birlikte kaşlarım çatıldığında, başımı iki yanıma salladım. Mirza'nın durumu kötüyken ayılıp bayılan kız kaybolmuş, yerine eski Dila gelmişti işte.

Mirza, "Ne diyorsun sen Dila?" Diye sert sert konuşarak Dila'ya çıkıştı. Gerçekten ne diyorsun sen Dila? "Çık git sen de eve."

Dila, Mirza'nın sözleri üzerine onu hiç umursamadığında birden sırıtmaya başladı. "Ha sen bizi yalnız bırak diyorsun yani abiciğim?" Ne? "Tabii tabii hemen çıkıyorum ben o zaman. Yeter ki sevenler mutlu olsun, sevenler yalnız kalsın, sevenler kavuşsun. Sevenler sevişsin." Dila'nın çok iyi bir şey yapıyormuş gibi övüne övüne konuştuğunda, "Ne diyorsun sen Dila?" Diyerek bu seferde ben çıkıştım.

Sevenler sevişsin falan da neydi ya?

Sonuna kadar savaşıyoruz, sonuna kadar. Pes etmek falan yok.

Dila, "Yengem benim be!" Diyerek beni biraz daha sinirlendirdiğinde Mirza bu hâllerime dayanamıyormuş gibi Dila'ya kızdı. "Git artık Dila. Beşir nerede? O götürsün seni eve."

Dila, "Çocuk muyum ben abi?" Dediğinde omuzlarını silkti. "Giderim ben tek başıma." Çocuk değildi belki ama kadınlar için tehlikeli bir dünyada yaşadığımızın farkında değildi. Bu ülkede 'canım birisini öldürmek istedi' diye yoldan geçen sırf savunmasız bulduğu için bir kadını acımasızca öldüren katiller, soysuzlar vardı.

Ne diyebilirdim, ne diyebilirdik ki?

Dila'nın, "Hadi ben kaçtım. Sizde kavuşun, sevişin..." dediğinde bakışlarımı görmüş gibi sahte bir üzüntüyle elini dudaklarının üzerine kapatarak "Hih' dedi. "Yani sevin, birbirinizi sevin. Sevin, sevgisiz hayat olur mu hiç?"

Sınav kâğıdım dolu gözüksün diye sallarken ben falan.

Dila biraz daha kalırsa benden azar işiteceğini anlamış gibi odadan kaçarcasına çıktığında Mirza'nın, "Hay ben böyle işin..." diyen sinirli sesini duyarak ona doğru döndüm. Yüzünü buruşturmuş bir şekilde duruyordu.

"Yine ne oldu?"

Gözlerimin içine baka baka, "Yaram acıdı..." dediğinde sanki derdine derman olabilecekmiş gibi hızlı hızlı yanına ilerledim.

"Ne oldu, iyi misin?" Dememe kalmadan Mirza bileğimden tuttuğu gibi beni yanındaki boşluğa çektiğinde, ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamamıştım.

"Ne yapıyorsun sen?"

"Yaramın şifasını yanıma alıyorum." Mirza'nın gözlerimin içine baka baka beni eritmek istercesine söylediği şeylerle birlikte, gözlerimdeki şaşkın bakışlarım silindi.

"Ama olmaz ki böyle," dediğimde
artık tamamıyla ona dönmüştüm. "Yanlışlıkla yarana falan dokunurum ben şimdi, canın acır. Hem sığmayız buraya."

Mirza, "Al yak canımı, kanat yaramı. Ne yaparsan yap ama ben..." dediği an burnunu belki de çoktan yağlanmış olan saçlarımın arasına gömdü. "Ben burada böyle kalmak istiyorum kurban olduğum." Zaten kendimi ağlamamak için zor tutuyordum ve şimdi bir de Mirza'nın içime işlercesine konuşmasıyla birlikte kendimi tutamayarak gözlerimden birkaç damla yaşın düşmesine izin verdim. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki... Mirza'nın durumu, abime gidişim, babamla yaşadıklarımız... Bunların daha ağırını yaşamış olsam bile hepsi çok fazlaydı. Mirza'nın uyanışına bile doğru düzgün sevinememiştim ki.

Mirza ağladığımı anlamış gibi başını saçlarımın üzerinden çektiğinde, "Kurban olduğum?" Dedi içinden dolup taşarcasına. "Ağlama..." diye fısıldadı ve peşinden de benim ona söyleyeceğim şeyi o kendi kendisine söyledi. "Benim yüzümden ağlama artık kurban olduğum."

Kurban olduğum.

"Bir daha duyamam sandım, biliyor musun?" Dediğimde istemsiz bir şekilde tıpkı küçük bir çocuk gibi dudaklarımı büzmüştüm. Mirza ne söylediğimi anlayamadığında sözlerime omuzlarımı silkerek devam ettim.

"Bir daha bana böyle kurban olduğum dediğini duyamam sandım. Hasret kalırım sandım."

Sözlerim üzerine Mirza kısa bir an için kalakaldığında, "Kurban olduğum..." dedi dolu dolu ve ben kendimi tutamayarak iyice ağlamaya başladım. Başımı Mirza'nın koluna gömüp ağlamaya devam ettiğimde, Mirza sanki ne yapacağını bilemiyormuş gibi saçlarımı okşuyor, beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

Aradan geçen dakikalarda biraz olsun sakinleşebildiğimde ikimizden de çıt çıkmamıştı. Ben ağlarken, onun da kendi iç hesaplaşmalarının olduğunun farkındaydım.

Belki de uyanır uyanmaz 'ben nereye düştüm böyle' bile demiş olabilirdi yani.

Mirza birden, "Şimdi Mehmet amca bizi öğrenmiş ya..." dediğinde bu konuya nereden geçtiğimizi anlayamadan şaşırmadan edemedim.

"Eee?" Dediğimde devamında gelecek olan şeyi merakla bekliyordum.

"Şimdi ben diyorum ki hazır öğrenmiş madem, söylemişsin sen. Biz hiç uzatmadan direkt böyle bir söz falan, sonra da işte bunun kınası, düğünü falan. Malum hayırlı iş beklemez kurban olduğum." Oy ben başımı nerelere vuram?

"Gerçekten..." dediğimde söylediklerine hâlâ inanamıyordum. "Gerçekten ben burada ağlarken, durup bunu mu düşündün Mirza?"

Mirza, "Ne yapayım?" Dediğinde gözümde küçük bir çocuktan farkı yoktu şu an. "Ben de yârimin peşindeyim işte."

Yârimin peşindeyim...

Mirza'nın kendi kendine kurduğu hayallerine ses etmediğimde Mirza pes etmeyerek tekrardan konuştu. "Olmadı önce bir nişan, sonra biraz bekler düğünümüzü yaparız. Olmaz mı kurban olduğum?" Galiba böyle huyuma, suyuma gideceği zaman istediklerini yaptırabileceğini düşünüyordu ama öyle bir dünya yoktu yani.

"Olmaz." Sesim kendimden emin bir şekilde çıkmıştı.

Mirza benim söylediğimi duymamazlıktan geldiğinde, "Olur mu dedin sen? Tamam kurban olduğum ben hemen hazırlıklara başlıyorum..." dediği an gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Aynen aynen," dedim. "Kendi kendine gelin güvey olarak git hemen damatlık falan bakmaya başla sen."

"Damatlığım hazır ki zaten." Sanki oldukça normal bir şeyden bahsediyormuş gibi rahat rahat konuşmuştu.

"Ne?" Damatlığı hazır mıydı yani? Ay ne oluyor, ne oluyor?

"Yıllarca bugünü bekliyorum ben kızım. Tabii hazır olacak." Hangi birine şaşırsam bilemiyordum artık.

"Gerçekten şaka gibisin," dediğimde üzerine diyecek daha başka bir şey bulamamıştım. Bir de yıllarca bugünü bekliyorum demesi yok mu ya?

"Tamam..." dedi Mirza en sonunda. Beni ikna edemeyeceğini anlamış gibiydi ve biraz daha suyuma gitmek istiyordu. "Ne yapalım, nasıl ilerleyelim? Sen söyle nasıl olsun kurban olduğum?" Mirza nefesi yetmemişçesine duraksadığında, derin bir nefes aldı.

"Ne istiyorsun, nasıl istiyor..." Mirza'nın cümlesini tamamlasına izin vermeden yarıda kestiğimde, kendimden bile beklemediğim bir hareket yaparak dudaklarımı dudaklarına bastırmıştım. Kımıldatmıyor, hareket ettirmiyordum.

Sadece onu hissetmek istiyordum.

"Yarın olduğunda..." dediğimde dudaklarımı kıpırdatmıştım. Gözlerimi gözlerine çevirdiğimde şaşkın gözleri şaşkınlığını üzerinden atmış ve gözlerinin rengi biraz daha koyulaşmıştı. "Yarın olduğunda..." dediğimde dudaklarının üzerinde duran dudaklarımı biraz daha kıpırdatmış ve Mirza'nın derin, içli bir nefesi çekmesini sağlamıştım.

Dudaklarımı hafifçe çektiğimde, gözlerini hâlâ dudaklarımdan ayıramamıştı. "Başıma kakmayacaksın," diye cümlemi tamamladığımda dudaklarımı tekrardan dudaklarına bastırdım. Dudaklarıma rağmen Mirza'nın dudaklarının kıvrıldığını hissettiğimde, kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdım.

Mirza, "Aynen..." diye benimle alay edercesine mırıldandığında belimde duran eliyle beni biraz daha kendisine çekti. "Kesinlikle başına kakmayacağım..." dediğinde dudaklarını geri çekip tekrardan bastırdı. Kedinin fareyle oynaması gibi benimle oynaması dışında hiçbir sorun yoktu.

Dudaklarını tekrardan geri çekip, "Kesinlikle kurban olduğum," dediğinde kısa zamanlı olarak tekrardan dokundurmuştu dudaklarını dudaklarıma. Kendi başlattığım oyunda, kendi dengelerimi kaybetmiştim. Kaşlarım çatıldığı an Mirza güler gibi oldu. Sinirlendiğimde geriye çekilmeye çalıştım ama bana izin vermeyerek biraz daha kendine çekti.

En sonunda daha fazla dayanamıyormuşçasına dudaklarıma saldırdığında soluksuz bir şekilde öpüşmeye başladık.

Ve ben,

Yaşadığımı, yeniden nefes aldığımı hissettim.

Nefessiz kaldığım anlarda nefesim oldu, nefesi oldum.

Kaç dakika orada öylece kaldık bilmiyorum ama en sonunda birden açılan kapıyla birlikte şok içerisinde Mirza'dan ayrıldığımda kapının önündeki hemşirenin bize şaşkınlık içerisinde baktığını gördüm. Elini, dudaklarının üzerine götürüp öylece durduğunda, "Ay pardon," dedi birden. "Çok pardon, çok pardon. Görmedim, görmedim ben bir şey." Gözlerini kaçırdı hemen. Her gün böyle bizim gibi birbirini yercesine öpüşen birilerini görmediğine yemin edebilirdim. Eee hâliyle kız da şaşırıp kalmıştı.

Ay ben başımı nerelere gömem?

"Eee çıkıyorum ben çıkıyorum. Sonra gelirim. İyi şeyler size." Hemşire koştura koştura odadan çıktığında elimi alnıma götürerek vurdum.

O zaman kendime hemşire olacak biri olarak hoş geldin yeni fobi diyebilirdim galiba. Birilerini öpüşürken yakalama fobisi...

Ben burada şekilden şekle girmiş bir şekilde dururken Mirza'nın gülen sesi kulaklarıma dolduğunda kaşlarımı çatarak ona bakmaya başladım.

"Gerçekten pes..." dediğimde en sonunda sinirli bir şekilde konuşmuştum. "Kız nasıl utandı ya. Daha bizim yüzümüze bakamaz, ben ona bakamam. Sen burada kıs kıs gülüyorsun yaa."

Mirza, "Az önce dudaklarıma yapışırken hiç öyle demiyordun ama kurban olduğum," dediğinde bayağı bayağı eğleniyor gibi gözüküyordu.

Tövbe tövbe...

İyi ki 'yarın olduğunda başıma kakmayacaksın' demiştim ha. Yarını geçmiştim artık iki dakika içerisinde başıma kakmıştı be!

Sinirimden kudum kudum kudurduğumda, "Mirza?" Dedim nazlana nazlana ve gözlerimi dudaklarına doğru indirdim. Bu hareketlerimle birlikte Mirza'nın gülüşü yüzünden silindi.

"Kurban olduğum?" Derinden gelen, boğuk sesiyle konuşmuştu. Dudaklarımı ıslatmak istercesine ısırdığımda ateş gibi yanan gözleri dudaklarıma düştü.

"Uzun bir süre..." dediğimde dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. "Çok uzun bir süre..." Uzata uzata konuşmuştum. "En az bir on yıl kadar uzun süre... Evlenmeyi düşünmüyorum. Ha evlenirsem de..." Omuzlarımı nazlı bir ifadeyle silkerek güldüm. "Bu sen olur musun işte orasını bilmem."

Mirza söylediklerimden sonra dumura uğramış gibi kaldığında, gözlerini bile kırpamadan bana bakmaya devam etti. Galiba şoka falan girmişti.

En sonunda, "Ha?" Diye oldukça kaba bir tepki verdiğinde işte şimdi gülme sırası bana geçmişti. Ben kahkahalarımla gülmeye başladığımda o sinirinden homurdanmaya ve saydırmaya başlamıştı bile.

İstediği kadar kudurabilirdi.

Valla onu böyle kudurtmayı bile özlemiştim.

"Ne diyorsun sen Mihran? Senin ağzından çıkanları kulakların duyuyor mu? Senin kulakların duyuyor mu? Söyle söyle!

"Pekâlâ duyuyor tabii..." dediğimde ellerimle saçlarımı savurdum. "Gencim, güzelim, akıllıyım. Ne diye şu genç yaşımda evlenip ömrümü çürüteyim ki?" İşin şakasında falandım ama mantıklı da konuşmuştum ha!

"Ben yaşlı mıyım?" Mirza'nın oldukça ciddi bir şekilde söylediği sözle birlikte gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben her ne kadar öyle demek istemesem de 'gencim' dediğim an yanımda yaşlı olduğunu düşünmüştü anlaşılan. Aman düşünsün dursundu.

Mirza'ya cevap vermeyerek içine kurt düşürmeyi amaçladığımda birden odanın açılan kapısı bizi kendimize getirmişti. Yine bir hemşire vakası diye düşündüğüm an gördüğüm Ahsen ile birlikte vücuduma baştan aşağı bir sinir yüklendiğini hissettim. Mirza'da bu sinirimi hissetmiş gibi yanımda kasıldığında, eliyle belimi hafifçe okşadı.

Ahsen bizi bu hâlde gördüğü an öylece kaldığında, "Ben..." dedi ve kapının kolunda duran eli düştü. Karşımda kendini toparlamaya çalıştı ama pek de beceremedi. "Ben uyandığını duyunca sana bakmak için gelmiştim. Müsait olmadığını düşünemedim."

Müsait olmadığını düşünememişmiş. Yılan ya tam bir yılan. Hem kapıyı çalmadan içeri dalıyordu hem de daha konuşuyordu. Kapısız köyden çıktı sanki yılan.

"Kapıyı çalsaydın müsait olup olmadığını öğrenirdin. Dan diye dalınmaz öyle. Kaç yaşında insansın." Sinirlendiğim zaman dilimin bir kemiği olmuyordu ve ben artık Ahsen'de karşı kendimi tutmak istemiyordum.

Sözlerim üzerine Ahsen'in yüzü renkten renge girdiğinde utandığını hissedebilmiştim. "Senin olduğunu tahmin edemedim." Ne alaka ya, ne alaka?

"Ne alaka?" Dedim yüzümü buruşturduğumda. Allah'ım sen bana sabır ver. Ya bu adam çıplakta olabilirdi, çıplak.

Ahsen bana verecek bir cevap bulamamış gibi, "Neyse geçmiş olsun Mirza," dediğinde Mirza cevap vermeyerek sadece başını salladı. Gözünü Ahsen'e değdirmiyordu bile.

Mirza'nın yerine, "Teşekkür ederiz," diyerek ben konuştuğumda bizim bir olduğumuzu anlamasını istercesine gözdağı vere vere söylemiştim.

Ahsen geldiğinden farklı olarak kuyruğunu kıstıra kıstıra odadan çıktığında, "Gerçekten..." dedim kendimi tutamayarak. Sesim istemsiz bir şekilde yükselmişti. "Bir gün şu yılanın saçlarını elime dolayacağım."

"Yılana bak ya senin olduğunu bilmiyordum diyor bir de. Ulan geri zekalı bu adam çıplakta olabilir değil mi? Aaa ama bende ki de laf sonuçta. Seni çıplak görse ona bayram olur." Düşündüğüm ve söylediğim şeyle birlikte sinirim biraz daha arttığında Mirza'nın kollarının arasından sıyrılmak için, "Bırak sen de beni," diye bağırdım.

"Benim suçum ne?"

"Sen sus!" Dediğimde Mirza'nın boşluğundan yararlanarak yanından kalktım.

"Gene ne yaptım ben? Ona bakmadım bile kurban olduğum. Valla bakmadım." Kendini bana açıklama şekline gülmek istesem de kendimi tutarak gülmedim.

"Yanıma gelsene kurban olduğum." Cevap vermedim.

"Mihran?"

"Kime diyorum ben?"

"Mihran!"

"Yaram..." dediği an hemen sözünü kestim.

"Yalnız onu artık yemiyorum." Beni sürekli buradan vurarak kandırmaya çalıştığı için artık kanmıyordum yani. Sırf yanına gitmem için yapıyordu.

"Gözlerim kayıyor gibi hissediyorum kurban olduğum. Seni böyle iki tane görüyorum sanki. Bir senle baş edemiyorum ki daha, ikincisini ne yapacağım?" Kendi kendine konuşuyordu ama ciddi ciddi gözleri bir tuhaf bakıyordu.

Yine ve yeniden ona yenildiğimde, "İyi misin?" Diyerek ona adım attım. Mirza aslında içten içe tahmin ettiğim şeyi yaparak elini, bileğime koyup beni kendisine çektiğinde ona karşı koymadım. "Hani kötüydün? Ayılıp bayılıyordun ya az önce."

"Sen yanıma gelince birden kendime geldim kurban olduğum. Böyle gözlerim falan bir açıldı."

"Tabii tabii..." dediğimde ona inanmadığımı belli etmiştim.

Mirza, "Mihran?" Dediğinde ters yapmayarak, "Efendim?" Diye cevapladım onu.

"Sinirlisin biliyorum ama ben artık aramıza kimsenin girmesini istemiyorum. Ne o..." Ahsen'in ismini kullanmayarak konuşmuştu. "Ne de başkaları benim umrumda değil." Uzun uzun baktı gözlerime. "Sadece sen."

Biz, kendimize neden bunu yapıyorduk?

Ben, neden bize bunu yapıyordum?

Derin bir iç çektiğimde tekrardan, "Mihran?" Dedi. "Belki hakkım yok bilmiyorum, ya da yorgunsun farkındayım..." Sözlerinin nereye gideceğini bilmediğim için bekledim. "Ama ben..." dediği an beni belimden tutarak tekrardan yanındaki boşluğa yatırdı. "Şu rahatsız yatakta senin kokunla uyumak istiyorum." Sözlerinden sonra beni belimden tutup biraz daha kendisine çektiğinde burnunu saçlarımın arasına gömdü.

"Saçlarım yağlı olabilir." Dudaklarımın arasından birden dökülen sözlerle birlikte ne dediğimi anca fark ettiğimde, yüzümü bir yerlere gömmemek için kendimi zor tuttum.

Ben bunu gerçekten demiştim değil mi ya? Maalesef ki demiştim.

Mirza gülmeye başladığında başımı Mirza'nın koluna gömdüm.

Oluyoruz kardeşim ya oluyoruz.

Şükür her gün rezil oluyoruz.

Mirza gülmesini bir türlü kesmediğinde, "Az daha gülersen gideceğim bak," diyerek en iyi yaptığım şeyi yaparak onu tehdit ettim. Gidecek olmamdan korkmuş gibi hemen sustuğunda, gözlerimi kısarak ona baktım.

"Bırakmam ki..." dediği an onun da gözleri kısılmıştı. Dudaklarımı araladığım an ters bir şey deyip onu susturacağımı anladığında, "Hadi uyuyalım kurban olduğum," dedi benden önce davranarak.

Burnunu yeniden saçlarıma gömdüğünde, "Merak etme," dedi ve hemen peşinden de beni sinir edecek o cümleyi kurdu: "Çok yağlı değiller."

"Te allam ya..." dediğimde sinirlendiğimi hissetmiş ama daha fazla ne Mirza'yı ne de kendimi yormamak için başka bir şey dememiştim. Başımı istemsiz bir şekilde Mirza'nın göğsüne hafifçe bıraktığımda gözlerimi kapattım.

O benim saçlarımda soluklanırken, ben şimdi iki günün yorgunluğunu çıkarmak istercesine horul horul uyuyacaktım.

Tabii Mirza'nın kokusuyla...

*

"Abilerin hası, abilerin balı, abim benim be!" Beşir'in abarta abarta söylediği şeylerle birlikte güldüğümde Mirza, "Kes!" Diyerek hemen onu susturdu.

Beşir, Mirza'yı umursamadan bu sefer de, "Başkomiserlerin hası..." diye başladığında arabanın ön kapısını açmıştı.

Mirza sabır çeke çeke, "Arkaya bineceğim..." dediğinde tam arka kapıyı açacaktım ki Mirza benden önce açtı. "Geç!" Dediğinde bana arka koltuğu göstermişti. Adamın yol verişi bile kabaydı be! Gerçi Mirza'dan ne bekliyordum ki?

Peşimizden Beşir'de binip arabayı çalıştırdığında sonunda yola koyulabilmiştik. Hastaneden üçüncü günümüzün sonunda çıkabilmiştik. Daha doğrusu hastanede daha kalmamız gerekiyordu ama Mirza tabii ki de huzursuzluk çıkararak kalmak istememişti. Gerçi üç gün bile kalması ondan beklenmedik bir şeydi ya neyse. Şimdi ise mahallemize gidiyorduk işte.

Bu üç günde Mirza'nın yanında kalmış, yanından ayrılmamış, onu bolca sinir etmiştim. Gün içerisinde Aslan amca, Dila, Polat abi ve Çiçek sürekli gelmişlerdi. Devran abi ve Sezin abla balayılarını iptal edip gelmek isteseler de böyle bir şeyi kabul etmemiş ve onları da ikna etmiştik.

Babam ve annem ise tabii ki de gelmemişlerdi. Aslında annem kesin gelirdi de ona da babamın izin vermediğini tahmin edebiliyordum. İşte şimdi ben de üç gündür eve gitmememin hesabını vereceğim babama doğru ilerliyordum. Babamdan nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı bilmiyordum ama bazı şeylerin iyi olmayacağının farkındaydım. Bir seçim yapmıştım ve seçimlerimin karşılığını bugün alacaktım.

Düşüncelerime dala dala başımı cama yasladığımda içim fazlasıyla karamsar bir ruh hâline bürünmüştü. Ne bok yiyeceğimi düşünüp düşünüp duruyordum.

Düşüne düşüne bir hâl olduğum sıra elimdeki telefonum peş peşe titrediğinde telefonumu açarak WhatsApp'a girdim. Behlül mesaj atmıştı.

Behlül: Biraderim nasıl oldu senin ki?

Behlül: Nasıl oldu eniştem benim?

Behlül: Eniştemmmm benimmmm be

Behlül: Mihom mihom

Behlül'ün attığı mesajları okumaya devam ettiğimde yanımda duran Mirza burnundan solumaya başladığında gözlerimi ona çevirdim. Gözleri telefonumun ekranında dolaşıyor ve sürekli sinirli sinirli nefesler alıp veriyordu. Başımı iki yanıma salladığımda Mirza'ya bir şey demeden Behlül'e cevap yazdım.

Siz: Merak etme.

Siz: Senin mesajlarını okuyup burnundan soluyacak kadar iyi.

Bilerek Mirza'ya göstere göstere yazmıştım.

Mirza, "Te allam ya..." diye ağzının içinden homurdandığında Behlül çoktan yeni mesajlarını sıralamıştı bile.

Behlül: Oldu o zaman biraderim

Behlül: Selamlar olsun enişteye

Behlül: Ben kaçar

Behlül: Sana şimdi kapı gibi engel atacağım

Behlül: Bacım benim

Behlül: Konuşmayalım bacım lütfen beni bir daha rahatsız etmeyin

Behlül: Yazmayın bana.

Behlül'ün attığı mesajlarla birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında daha ona yazamadan birden profil resmi kayboldu. Yok artık! Beni cidden engellemiş olamazdı değil mi? Ya da olabilirdi. Behlül'dü sonuçta bu, ne yapsa yeriydi.

Başımı iki yanıma sallayarak güldüğümde Behlül'le olan sohbetimden çıktım. Gözlerim bu sefer de kızlara olan grubumuza takılı kaldığında çok fazla mesajın birikmiş olduğunu görerek oraya girerek son mesajları okumaya başladım.

Dila: Canım çıktı canım

Dila: Valla çıktı

Dila: Bezdim artık

Dila: Daha abim eve gelmeden misafirlere gelmeye başladı be

Dila: Nedir bu garip Dila'nın çektiği

Dila: Millete çay dağıtmaktan artık çaylarrrrr diye bağıracak Hüseyin abimize döndüm be

Dila: Şu narin bedenim misafiri falan kaldırmıyor

Dila: Üzerine bir de babaannemle annemin kavgalarıyla uğraşıyorum

Dila: Gelin kaynana girecekler birbirlerine

Dila: Kızlar ne olur yardıma gelin bana

Dila:

Dila: Sonum ektedir

Son okuduğum mesajlarla birlikte gözlerimi Mirza'ya çevirdiğimde onun buraya bakmadığını gördüğümde rahatlamıştım. Mirza'nın babaannesi Mardin'den gelmişti ve Mirza'nın daha bundan haberi yoktu. Dün annemle telefonda olan kısa görüşmemizde annem söylemişti geldiğini. Aslında babaannesi hastaneye gelmek için ortalığı ayağa kaldırsa da bir şekilde ikna etmişlerdi ve gelmemişti. Galiba bunun da Mirza'ya sürpriz olmasını istediklerinden dolayı Mirza'ya söylememişlerdi.

Kızlara bir şey yazmadan gruptan çıktığımda Behlül'ün SMS olarak attığı mesaj ekranıma düştü.

Behlül: Lan Mihom valla enişte yanında diye engel attım

Behlül: Kaldıracağım lan birazdan tamam mı?

Siz: Geri zekalı

Siz: Sence bu mesajını görmüyor mu:)

İstemsiz bir şekilde güldüğümde telefonumu cebime attım. Mirza'nın, "Kaçırsan beni..." diyen sesini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim. Benim ona bakmamla birlikte başını küçük bir çocuk gibi sağ tarafına yatırdığında, "Evde şimdi hengame vardır," dedi. Evet, gerçekten de vardı.

Başımı iki yanıma salladığımda, "Nereye kaçırayım be ben seni?" Dedim. "Evdekiler yolunu gözlüyor şu an."

Mirza, "Evimize gitsek kurban olduğum," dediğinde boğazımdan derin bir yutkunma geçti.

Evimize...

"Giderken kestane alsak... Sonra sobayı yaksam ben..." Ah kalbim, vah kalbim, otur da hâline ağla kalbim.

"En sonunda da birbirimize girsek." Mirza'nın en son söylediği şeyleri beklemediğimde kaşlarım yukarıya doğru havalandı, ve güldüm. Girdiğim o karamsar ruh hâlinden bir sözüyle sıyrılmıştım.

"Senin kaostan beslendiğinin farkındaydım zaten ben..." dediğimde araba Mirza'nın evinin önünde durmuştu. "Ama olmaz ki..." Uzata uzata konuşmuştum. Gözlerimi Mirza'nın evlerinin bahçesinde duran ve her hâlinden ben duralı değilim diye bağıran kadına çevirdiğimde, "Bak," dedim Mirza'ya göstere göstere.

Mirza beni takip ederek gözlerini o kadına çevirdiğinde, "Babaanne?" Dedi şaşkınlıkla. Arabayı fark edip bize doğru gelenlerin ardından kendini hemen toparladığında, "İşte şimdi yedim boku," diye ağzının içinden homurdandığında ona hak vermeden edememiştim.

Ki öyle de oldu.

Aradan geçen iki, üç dakikanın ardından ortalık birden karıştığında Mirza benden ona ulaşamayacağım kadar uzaklaşmıştı bile. Bir yanını babaannesi bir yanını da Asiye teyze sardığında, Polat abi, komşular, o, bu derken ben öylece ortada kalakalmıştım.

Burada böylece durmamın anlamsız olduğunu fark ettiğimde korka korka da olsa evime doğru yürümeye başladım. Keşke Mirza 'beni kaçır' dediğinde onu kaçırsaydım ya. Hem şu an babamın karşısına çıkmak zorunda da kalmazdım.

Akılsız Mihran.

Yürümeye devam ettiğimde ardımdan gelen Mirza'nın, "Kurban olduğum?" Diyen sesini duyduğumda adımlarım duraksadı.

Kurban olduğum mu?

Hem de herkesin içinde...

Mirza etrafındaki kalabalığı oldukça kaba bir şekilde savuşturduğunda, onların arasından çıkarak yanıma geldi.

"Ben de geleceğim kurban olduğum." Ne? Gel Mirza gel. Emin ol babam da tam olarak onu diyordu.

Başımı iki yanıma salladım. "Gelmeyeceksin Mirza."

"Geleceğim Mihran." Benim gibi kendinden emin bir şekilde konuşmuştu. "Mehmet amcayla ben konuşacağım."

"Senin babamla konuşacak bir şeyin yok ki..." dediğimde kaşlarım çatılmıştı. Daha ben babamla konuşamamışken, bir de üzerine Mirza gelmemeliydi.

Mirza, "Ne demek yok?" Dediğinde birden yükselmişti. "Bu sevdayı sen tek başına yaşamıyorsun. Ben varım, biz varız Mihran. Ve sevdamıza biz sahip çıkacağız."

Sevdamıza...

"Şimdi sırası değil bu konuların Mirza," dediğimde tek amacım şu anlık Mirza'yı geçiştirmekti. Tabii bunu o da anladı.

"Aynen devam değil mi?" Dediğinde bana doğru birkaç adım daha atarak dibime girdi. "Şu gardını sırf  belki ölüp giderim diye üç günlüğüne indirdin değil mi?" Sözleri boğazıma bir yumru olup, oturdu, takılı kaldı orada.

Öyle değildi ki...

"Sen iyi değilsin şu an," dedim. Ayakta bile zorlukla durduğunun ve yarasının acıdığının farkındaydım. "Ben iyi değilim. Her şey üst üste geldi ve... zor bunlar benim için tamam mı?" Gözlerim dolu dolu olduğunda, "Daha da zorlaştırma," diye tamamladım cümlemi ve Mirza'yı arkamda bırakarak yürümeye başladım. Evimin önüne gelipte kapıyı çaldığım an daha ilk çalmanın üzerine açılan kapıyla birlikte korka korka da olsa ayakkabılarımı çıkararak kapıdan adım attım. Yüksek ihtimalle annem geldiğimi görmüştü ve zaten beni bekliyordu.

Mirza'nın hâlâ ardımdan bana baktığını hissettiğimde gözlerimi uzunca kapatarak açtım. Her şey zaten zorken, şimdi ona gidemiyordum işte.

Oflayarak kapıdan içeri artık tamamıyla girdiğimde annem ardımdan kapıyı kapatmıştı.

Hadi bismillah.

"Hoş geldin kızım."

"Umarım..." Duraksadım. "Hoş bulurum anne." Sözlerimin arasında salonda öylece oturan babam gözüme çarptığında adımlarım duraksadı. Geldiğimin farkındaydı ama dönüp bakmamıştı bile. Babam hiç böyle yapmazdı ki... Hissettiğim duyguların üzerine gözlerim biraz daha dolduğunda annemin arkamdan kısık kısık bağırışlarını umursamadan babama doğru ilerledim.

Oturduğu üçlü koltuğun önüne geldiğim an hiç düşünmeden başımı babamın dizlerinin üzerine koyduğumda, bacaklarımı kendime çekerek yanında küçücük kalmıştım. Başımı kendinden önce gelen o göbeğine yasladığım an babamın şaşırıp kaldığını havada kalan elinden anlayabilmiştim. Gözlerimden bir damla yaş düştüğünde hemen ardından babamın elini omzumun üzerinde hissettim.

"Özür dilemeyeceğim," dediğimde sesim kısık bir şekilde çıkmıştı. "Özür dilemeyeceğim baba. Sadece..." Sustum. Babama söylemek zordu şimdi. "Sadece sevdim baba. Çok sevdim." Dudaklarımın arasından dökülen sözlerle birlikte sanki zaman durduğunda, başımı babamın göbeğine doğru biraz daha sakladım.

Sevdim... Çok sevdim baba. Onu öyle çok sevdim ki. Paramparça ederek gitti beni, unuturum sandım. Unutamadım. Her gün onun bana yaptığını kendi kendime hatırlattım ama unutamadım baba.

Babamın, "Neden saklanıyorsun?" Diyen sesini duyduğumda hemen peşinden de ellerini saçlarımın üzerinde hissetmiştim. "Yüzünü neden benden saklıyorsun kızım?"

"Saklamıyorum," dediğimde sesim kısık çıkmıştı ve söylediğimin aksine dönüp babama bakamamıştım bile.

"Çevir bakayım yaşlarla dolu o güzel yüzünü bana." Daha fazla dayanamadığımda yüzümü babamın göbeğinden kaldırarak ona baktım. Ama babamın gözlerine bakışım bile o kadar kısa sürdü ki hemen gözlerimi kaçırdım. "Utanıyorsun." Başımı iki yanıma salladım. Utanmıyordum sadece babamın karşısına geçip bu konuları konuşmak zordu benim için. Hele ki konu Mirza olunca daha da zorlaşıyordu.

"Sevdiğin için utanma kızım. Sevmişsin belli."

"Seni çok üzdüm değil mi baba?" Dediğimde dudaklarımı büzmüştüm.

Babam saçlarımı okşamaya devam ettiğinde, "Beni değil de sen kendini üzüyorsun kızım," dedi. "Şu anlık bir şey demiyorum ama şu gözlerinin bir daha böyle acılı acılı, yaşlı yaşlı baktığını görürsem kime ne soracağımı biliyorum ben." Babamın sert çıkan sözleriyle yutkunmadan edememiştim. "Şimdilik kimseye bir şey demiyorum ben." İyi ki demiyordun baba ya. Ben bir şey demediğimde babam sözlerine devam etti.

"O eşek herife de söyle hele bir iyileşsin, ayağa kalksın görüşeceğim ben onunla." Ha?

Eşek herif mi?

"Ya da sen hiçbir söyleme kızım. Onunla konuşma sakın, muhatap olma. Ben o eşek herifle konuşurum." Babamın söylediği şeylerle birlikte şaşkınlık içerisinde kalakaldığımda ne diyeceğimi bilememiştim.

"Peki babacığım... Konuşmam." Gayet uysal bir şekilde konuşmuştum ve içten içe bu hâllerime de gülmeden yapamıyordum. En sonunda babamın dizlerinin üzerinden kalktığımda, "Ben biraz dinleneyim baba," dedim. Babam çatık kaşlarına rağmen gülümseyerek başını salladığında merdivenlere doğru ilerledim. Ama tabii babamın arkamdan olan söylenmelerini duyabiliyordum.

"O eşek herifle konuşma kızım sakın. Zaten kaç gündür de o eşek herifin yanındaydın. İlk defa bana o eşek herif yüzünden karşı çıktım sen. Konuşma sakın." Güldüm. Babam bunları belki de kıskançlığından yapıyordu ama nasıl tatlı göründüğünden haberi yoktu galiba. Yüzümdeki gülümsemem silinmeden odama çıktığımda kıyafetlerimi hazırlayarak hemen duşa girdim. On dakika içinden kendimi rahatlatarak duştan çıktığımda hemen üzerimi giyerek kendimi yatağımın içine attım. Saçlarımı bile taramamıştım ve yüksek ihtimalle uyandığımda birbirlerine girmiş olacaklardı. Ama gerçekten hiç hâlim yoktu. Artık biraz olsun kendimle kalmak ve dinlenmek istiyordum. Kendi kendime bunu düşünmemle birlikte telefonumun titreşimini hissettiğimde oflayarak elime aldım. Dila arıyordu.

"Efendim Dila?" Diyerek telefonu açtığımda, "Naptın kız?" Diye cevapladı beni.

"Ne yapayım öyle aynı işte. Duştan çıktım oturuyorum." Bezmiş çıkan sesimle konuşmuştum.

"Ah bir dakika..." diyen Dila'nın sesini duyduğumda peşinden de garip garip sesler gelmişti.

"Bir şey mi oldu?"

"Yok yok. Şey... Ya Mehmet amca ne dedi? Konuştunuz mu? Çok kızdı mı sana? Ne dedi yani?" Dila'nın peş peşe söyledikleriyle birlikte kaşlarım çatıldığında olayın ne olduğunu az çok anlayabilmiştim.

Mirza Bey kendince bana trip attığı için aklı sıra Dila'ya arattırıp beni sorguya çektiriyordu.

"Söyle o abine bana bir şey diyecekse kendisi arasın bundan sonra." Derin bir sessizlik oluştu. "Ayrıca yine söyle o abine; beni arkasında bırakıp triplice gidip neyi soruyormuş daha?"

"Yalnız sen abimi bırakmışsın Mihran." Ay dur yine gaza gelip fazla uçmuştum canım. Aman neyse.

"Neyse ne?" Diyerek üste çıkmaya çalıştım.

Mirza'nın, "Te allam ya..." diye söylenen sesini duyduğumda biraz daha hırslanmıştım.

"Ayrıca yine söyle o abine..." Cümlemi tamamlayamadan Dila artık dayanamıyormuşçasına sözümü kesti:

"Ay canım bu ne ya? Onu söyle, bu söyle. Aranızda kukla yaptınız beni be! Abim buradan sen oradan. Bekle abimi veriyorum ne söyleyeceksen geç kendin söyle."

"Verme verme," diye yükseldim birden. Bu tepkime ikisinin de anlam veremediğini anlayabilmiştim. "Babam o eşek herifle konuşmamı istemiyor da." Güldüm. İnat değil miydi işte? "Eşek herif olan abinle konuşamam yani canım."

Dila, "Ha?" Diye bir tepki verdiğinde hemen peşinden de gülmüştü. "Eşek herif abim mi?" Gülmeye devam etti.

"Kes sesini Dila!" Diye bağıran Mirza'nın sesiyle birlikte Dila gülmesini kestiğinde Mirza hemen peşinden yeniden konuştu.

"Sen ne diyorsun Mihran?"

"Duydun ne dediğimi."

"De de bir daha de Mihran." Asabi çıkan sesine karşılık yeniden güldüm. Ama ben güldükçe o daha da sinirleniyordu. "Mihran!" Diye tısladı âdeta.

"Ne Mihran, ne Mihran?"

"Bak bana geliyorlar tamam mı? Bana yine bana getiriyorsun."

"Gelmediği varmış gibi..." diye ağzımın içinden homurdandım. "Ay neyse ben seninle konuşamam Mirza. Babam o eşek herifle konuşma dedi bana. Babamın sözünü çiğneyemem." Yine alaylı bir şekilde konulmuştum.

Mirza, "Başlayacağım ben böyle işe..." dediğinde küfür edeceğini anlayarak telefonu kendimden uzaklaştırdım. Yine soydan, soptan girip çıkmıştı işte. "Ulan kızından ayrı, babasından ayrı çekiyorum. Kızı canımı okuyor, üzerine babası ayrı okuyor. Arsızlığım, yüzsüzlüğüm bitti bir tek eşek herif olmadığım kalmıştı." Kahkahalarla gülmeye başladım.

Gülüşlerimin arasından, "Ha bu arada..." dediğimde Mirza, "Söyle söyle hazırım," dedi onun canını sıkacak bir şey söyleyeceğimi anlamış gibi.

"Babam bir de o eşek herife söyle hele bir iyileşsin, ayağa kalksın görüşeceğim ben onunla, dedi."

"Tamam, geliyorum görüşsün."

"Ne?" Dediğimde oturduğum yatağımdan fırlamıştım hemen. "Saçmalama." Ay ben kime ne demiştim böyle? Mirza zaten gelip konuşmaya dünden razıydı, ben de onu sinir edeceğim diye ne demiştim yani. Valla Mirza gelse bir saatte babamın ağzından girer burnundan çıkardı ve ben kendimi birden nişanlanmış bir hâlde falan bulabilirdim galiba.

Mirza, "Geliyorum geliyorum..." dediğinde hareketlendiğini anlayabilmiştim. "Pek bir eğleniyorsun ya sen oradan. Bekle beni."

"Valla benim babamın tüfeği var bak. Topuğuna sıkar adamın ona göre." Ettiğim oldukça yaratıcı olan tehdidimle (!) birlikte Mirza'nın kahkahaları yükseldi.

Ne?

Bence tam göz korkutmalık bir tehditti.

Mirza, "Sıksın sıksın," dediğinde duraksadı. "Kızı kalbimden sıktı. Babası da gelsin sıksın."

Senin kadar olamam Mirza. Sen bana defalarca kez...

İçimden içimden konuştuğumda aramızda derin bir sessizlik oluştu ve bu sessizliği de Mirza bozdu.

"Hem unuttun mu polisim ben kurban olduğum."

"Unutur muyum hiç?" Dediğimde derin bir iç çektim. "Güzel sıkarsın sen."

Derin bir sessizlik, derin bir iç çekiş daha.

"Neyse..." dediğimde ikimizde fazlasıyla durgunlaşmıştık. "Babam senin gibi bir eşek herifle konuştuğumu duymasın."

"Ba ba ba laflara..." Mirza'nın lafını bitirmesine izin vermeden telefonu kapattığımda gülerek Mirza'nın lafını tamamlarım: "Laflara bak laflara." Onu taklit edercesine konuştuktan sonra kendimi yatağıma tekrardan attığımda dudağımdaki hafif tebessümümüm hâlâ silinmemişti. Gözlerimi kapatıp günlerin yorgunluğunu çıkarmak istercesine uyumaya çalıştım. Ki öyle de oldu.

Beş dakika içerisinde tamamıyla dalarak uyudum.

*

"Mihran."

"Kız Mihran."

"Kime diyorum ben Mihran." Rüyamın en güzel yerinde duyduğum annemin sesiyle birlikte gözlerimi oflayarak açtığımda, odamı görmemle birlikte hayal kırıklığına uğrayan gözlerimi kırpıştırdım.

"Of ya of..." diye bağırdığımda yorganımı tekmeleyerek yatağımdan kalktım. "Evdeyim ya evdeyim. Range Rover'ım da yok." İsyan edercesine, üzgün bir şekilde konuştuğumda annemin, "Mihran!" Diye böğürtülerini tekrardan duydum.

Hayaller ve hayatlardı işte.

"Neyse Mihran ya bir atansan üzerine bir de otuz yıl çalışsan belki ömrünün sonlarına doğru alırsın." Kendimle dalga geçercesine söylediklerimin üzerine annemi daha fazla bağırtmamak için odamdan çıktığımda, hemen merdivenlerden indim. Kapının ağzında duran annemle babamı gördüğümde hemen ardından karşılarında olan Aslan amca çarpmıştı gözüme.

"Başka insan mı yok Aslan da Mihran'ı çağırırsın?"

"Ne oluyor?" Dediğimde hiçbir şey anlamayarak babamla Aslan amcanın arasına girmiştim.

Aslan amca, "Kızım, Mirza'nın pansumanları değişecekte seni çağırmaya gelmiştim ama babanı görüyorum ki..." dediğinde belli ki devamında söylemek istemedikleri için susmuştu.

"Başka sağlıkçı mı yok muymuş mahallede? Yok işte bir tek Mihran kızım var."

Ya ne alaka, ne alaka yaa?

Ben varken başka birisi de ne alaka?

"Gide gide mahallede tek olan sağlıkçı oldun değil mi kızım?" Diyen babamla birlikte ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırmıştım.

"Baba." Sesim uyarır bir şekilde çıkmıştı. Artık bir şey demem gerekiyordu yani.

Babam, "Tamam git!" Dediğinde kapıdan çekilmiş, söylene söylene içeri geçmişti.

Allah'ım sen bana sabır ver ya.

Üzerime, başıma bakmadan olduğum gibi hemen evden çıktığımda Aslan amcayla birlikte evlerine doğru ilerlemeye başladık. "Babamın kusuruna bakma Aslan amca," dediğimde sesim utangaç bir şekilde çıkmıştı.

Sevdiğim beyin ailesine yaranmaya çalışırken ben falan.

Şaka şaka...

"Ne kusuru kuzum? Hakkıdır Mehmet'in." Anlayışla çıkan sesiyle hafifçe gülümsediğimde, evlerine gelmiştik bile. Aslan amca kapıyı açarak bana yol verdiğinde ayağımdaki terliklerimi çıkararak içeri geçtim. Salona ilerlediğimde mutfaktan çıkan Dila beni görmesiyle birlikte gülümsediğinde, tüm patavatsızlığını göstererek konuştu:

"Senin ki yukarıda." Kaşlarım çatıldığında yüzümün renkten renge girdiğini hissettim. Aslan amcanın yanında söylenecek şey miydi şimdi bu?

Densiz ya.

Dila'ya 'sana sonra soracağım' bakışlarımdan attıktan sonra adımlarımı merdivenlere doğru yönlendirdim. Valla dönüp Aslan amcaya bakamamıştım.

Mirza'nın odasının önüne geldiğimde tam içeriye gireceğim sıra gördüğüm Asiye teyze ve Mirza'nın babaannesiyle birlikte adımlarım duraksadı. Mirza yatağında oturuyor, Asiye teyze ise Mirza'nın başına çöreklenmiş bir şekilde konuşuyordu. Galiba üç günün acısını konuşarak çıkarmaya çalışıyordu.

Ay ben ne yapacaktım şimdi?

Asiye teyze neyse de bir de üzerine babaannesi çıkmıştı şimdi ya.

Odaya girip girmemek arasında kararsız kaldığımda Mirza'nın, "Kurban olduğum?" Diyen sesini duydum. Ve odadaki tüm gözler bana döndü.

Kurban olduğun tepsin seni emi Mirza.

Öyle büyüklerin yanında 'kurban olduğum' falan deyip duruyordu. Ay bu çocuğum hiç utanması yoktu ya. Hadi kendisinin utanması yoktu, niye durup durup beni utandırıyordu?

Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandığımda, "Şey ben..." diyerek odaya girmek zorunda kaldım. "Aslan amca çağırdı da beni ondan yani."

Bir de bayıl Mihran ya.

Mirza'nın babaannesinin gözlerini üzerimde hissettiğimde, "Hele bir bak sen bana," dedi. Bana dedi değil mi?

Gözlerimi ona çevirdiğimde kara gözlerinin bakışlarının derinliğini daha da çok üzerimde hissettim. Gözleri tıpkı Mirza'nın gözleri gibiydi. "Buyurun efendim?"

"Efendim değil, adım Mihriban'dır." Otorite barındıran sesiyle birlikte söylediklerinden sonra elini öpmem için havaya kaldırdığında, hemen Mihriban teyzeye adım atarak elini öptüm. "Mihran ben de." Yüksek ihtimalle biliyordu ama yine de söyleme gereksinimi hissetmiştim.

Mihriban teyze hafifçe göbeğini kımıldatarak güldüğünde, "Bilmem mi?" Dedi. "Maşallah pek de güzelsin." Utangaç bir şekilde gülümsediğimde Mirza'nın alaylı gülüşü kulaklarıma doldu. Kaşlarım çatıldığında gözlerimi ona çevirerek dik dik baktım, ama o benim üzerime bakıyor, alaylı bakışlarını saçlarımda ve üzerimde dolaştırıyordu.

Hay sıçayım ya.

Kalktığım gibi gelmiştim ya ben. Hadi üzerimdeki pijamalarımı geçtim, kim bilir dün üşengeçliğimden taramadığım saçlarım ne hâldeydi?

Burnumdan soluya soluya Mirza'ya bakmaya devam ettiğimde Mihriban teyze, "De hayde biz çıkalım..." dedi. Bunu Asiye teyzeye demişti ama Asiye teyzenin yerinden kımıldadığı bile yoktu.

"Gelin!" Mihriban teyze baskın ses tonuyla konuşmuştu.

Asiye teyze itiraz edemeyeceğini anlamış gibi, "Geldim anne," diyerek Mihriban teyzenin peşine takıldığında, odadan çıkmışlar ve kapıyı da ardımızdan kapatmışlardı.

Onlar odadan çıkar çıkmaz Mirza'ya, "Ne gülüyorsun be!" Diyerek çemkirdiğimde o daha da çok gülmeye başladı. "Mirza!" Diye tısladım dudaklarımın arasından ona doğru ilerlediğimde.

"Buyurun efendim?" Mirza benim az önceki hâlimi taklit edercesine konuştuğunda kenarda duran yastığı alarak ona fırlattım ama tabii daha ona gelemeden havada yakalamıştı.

Ay gerçekten öyle mi konuşmuştum ben ya? Yeni gelin gibi falan mı?

"Bak bana geliyorlar tamam mı? Sen şu an bana getiriyorsun Mirza. Ve bana böyle gelince içimden tam bir psikolat çıkıyor biliyor musun sen?"

Mirza, "Bilmez miyim?" Dediğinde birden bileğimden tutarak beni kendisine çekti. Kendimi Mirza'nın yanındaki küçük boşlukta bulduğumda bacağımın teki Mirza'nın bacaklarının üzerine serilmişti. "Yalnız sen iyice ben olmuşsun ha kurban olduğum. "Geliyorlar falan." Göz kırptı. "Hayırdır?"

"Öyle," dediğimde nazlı bir ifadeyle omuzlarımı silktim. Hastaneden getirdiğimiz pansuman malzemelerini açtığımda Mirza'nın yarasını açmaya başladım. "Bence sen bana çok sataşma. Yakında küfürlere de geçebilirim çünkü." Onun gibi göz kırptım. "Eee senden kapıyorum bir şeyler işte."

Mirza, "Sevdim bu işi," dediğinde dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Desene seni hep sinir etmek zorunda kalacağım."

"Kime ne anlatıyorum ki ben ya?" Diye birden yükseldiğimde asabi bir tavırla Mirza'nın pansumanını yenilemeye devam ettim. Alnıma düşen saç tutamımı üfleyerek itelediğimde gözlerimin önünden gitmiş ama hemen geri gelmişti. Ofladığımda tam uzanıp saçlarımı yeniden toplayacaksan Mirza'nın ellerini saçlarımın arasında hissettim.

"Saçlarında senin gibi hırçın." Cevap vermediğimde saçımdaki tokayı çekti ve saçlarım omuzlarıma döküldü. "Saçlarını örmemi ister misin?" Sorduğu soruyla birlikte öylece kaldığımda şaşırmadan edememiştim.

"Sen saç örmeyi biliyor musun da?" Kaşlarımı yukarı kaldırdığımda cevap bekler bir ifadeyle yüzünü baktım.

"Yaptığım pek bir şeye benzemese de biliyorum."

"Daha önce hangi kadının saçını ördün de biliyorsun?" Dediğimde hissettiğim kıskançlıkla birlikte pamuğu yarasına bastırdım. Mirza dişlerini birbirine bastırdığında ne yaptığımı daha yeni anlayabilmiştim. "Ben yani..." İçin için kendime sayıyordum. "Acıdı mı çok?"

"Acımadı," dediğinde yalan söylediğini tabii ki de biliyordum. Ayy ne oluyordu bana böyle ya? Birden üzerime yüklenen kıskançlık hissesiyle ne yapacağımı şaşırmıştım resmen. Ama ne yapayım? Yaptığı daha önce bir şeye benzememişse birisinin saçını örmüş demekti.

Kimin saçını ördün ulan?

"Küçük bir kız çocuğunun saçını örmüştüm Mihran. Hemen aklında saçma sapma sapan şeyler kurma."

"Onun kızının mı?" Ne demek istediğimi anlamıştı. Yılan Ahsen'in kızının mı?

Mirza, "Hayır," dediğinde duraksadı. "Şırnak'ta annesi ve babası teröristler tarafından katledilen küçük bir kız çocuğu vardı." Dişlerini kırmak istercesine birbirine bastırdığında o günlere gittiğini anlayabilmiştim. "O kızı bizim karakola getirmişlerdi. Boynu bükük, sanki başına gelenleri anlamış gibi bakıyordu gözleri. Saçları sürekli gözlerinin önüne geliyordu ama kimseye bir şey de diyemiyordu. Yanına gidip konuşmaya çalıştığımda tokasını birden elime tutuşturup benden istemişti örmemi." Aklına gelmiş gibi güldü. "Sonra da beğenmemişti küçük hanım tabii. Ama bozdurmamıştı da." Güldü, güldüm.

"Senin gibiydi o da," dediğinde saçlarımı okşamaya devam etti.

"Ne oldu peki o kıza?"

"Bilmiyorum, en son yurtlardan birine gönderilmişti."

"Küçük yaşında belini eğen, boynunu büken acılar," dediğimde durgunlaşmıştım. "Belki bir gün yeniden görürsün o küçük kızı." Mirza sessiz kaldığında, "Şırnak'ta çok mu olurdu öyle?" Dedim. Ona dair ve dört yılını geçirdiği yere dair büyük bir merak besliyordum.

Mirza'nın gözleri üzerine düştüğünde, "Olurdu," dedi.

"Sana da oldu mu?" Sormaktan ve cevabından korktuğum o soruyu sormuştum.

"Ne oldu mu?" Anlamıştı ama anlamamazlığa denk geliyordu.

"Orada hiç vuruldun mu?"

"Vurulmadım," dedi gözlerini gözlerime diktiğinde. Ama inanmadım. "Benim vuruluşum hep çok başka oldu."

"O ne demek?" Dedim. Sözlerinin altında yatan anlamları anlamıyordum artık.

"Bir şey demek değil."

"Ne demek değil? Geçiştirme konuyu."

"Mihran."

"Mirza." Birbirimizin gözlerine bakmaya devam ettik. Tek fark vardı; ben savaşarak bakarken, o severek bakıyordu.

"Abi... Mihran..." Dila'nın bağıran sesi aramıza girdiğinde hemen peşinden de odanın kapısı tıklatıldıktan sonra açılmıştı. "Ne yaptınız? Ay bir şeyi bölmedim değil mi?" Dila ve klasik konuşmaları işte. "Böldüysem de hep annemin suçu valla. Babaannem yollamıyordu ama annem gizli gizli yolladı beni." Nedense şaşırmadım, klasik Asiye teyzenin tavırlarıydı işte.

"Neyi böleceksin ki?" Dediğimde Mirza'nın pansumanını yapmaya devam ettim. "Bitiyordu benim işim de şimdi." Dila bir şey demeyip odadan çıktığında bundan sonrasında durgunlaşıp bir şey demeyip Mirza'nın pansumanını bitirdim. Desem neydi ki? Sanki cevap mı veriyordu?

"Ben gideyim artık. Malum babam senin gibi bir eşek herifle konuşmamı istemiyor." Sırf onu sinir etmek için konuşuyordum.

"Bu eşek herif..." dediğinde sinirle soludu Mirza. "Yakında babanın karşısına geçip kurban olduğunu isteyecek."

Ne? Ne? Ne?

"Ay ne istemesi, ne istemesi?" Diye âdeta ciyaklayarak konuştuğumda Mirza'nın yatağından hemen kalkmıştım. Benim bünyem böyle ciddi işlere tersti yahu. Hele ki daha Mirza'yla aramızdaki sorunları halledememişken, hâlâ aramızdaki bazı şeyleri aşamamış, ve bilinmezlikleri aramıza koymuşken... "Oldu o zaman. Mihran kaçar." Söylediklerimden sonra Mirza ayaklanmadan odadan kaçarcasına çıktığımda elimi kalbimin üzerine koyarak, derin bir nefes aldım.

Mirza o kadar çok 'evleneceğiz' diyordu ki, valla bu kadar demesine kendimi Mirza'yla evli bulabilirdim her an.

Kalbimin ritimlerinin düzene girdiğini hissettiğim an merdivenleri indiğimde tek amacım bir an önce bu evden kaçmaktı. Aşağı indiğimde tüm gözler yine bana çevrildiğinde, "Pansumanını yeniledim," diye ağzımın içinden konuştum. "Ben gideyim artık." Bilerek Mihriban teyzeye bakmıyordum.

"Dur hele bakayım. Nereye gidiyorsun? De gel güzel kızım oturalım beş dakika." Aklıma gelen başıma gelmişti işte. Mihriban teyzeye hayır diyemediğimde boş olan ikili koltuğa geçerek oturdum. Ayy gözleri sürekli üzerimde dolanıyordu ve bu benim rahatsız hissetmeme neden oluyordu. Valla hükümet gibi kadın dedikleri Mihriban teyze olsa gerekti.

"Okur musun kızım?"

"Evet Mihriban teyze. Üçüncü sınıf, hemşirelik öğrencisiyim." Bölümümü de soracağını bildiğim için sormadan söylemiştim.

"Maşallah maşallah." Olduğu yerde okudu üfledi beni. "Okuyun kızım okuyun." Hemen peşinden elini bacaklarına attığında, "Ah kızım benim de şu bacaklarım ağrır durur. İyice elden ayaktan düşeceğim," dedi. "Neden olur ki bu? Diyesin hele bir." Ay senin tansiyonumu ölç demen gerekmiyor muydu ya Mihriban teyze? Doktora görünmeden nereden bileceğim ben senin bacağını yani.

"Mihran silahlı yaralanmalarda iyidir babaanne..." diyen Mirza'nın sesi salona bomba gibi düştüğünde hepimiz gözlerimizi ona çevirdik. O yaralı hâline bakmadan merdivenlerden inmeye çalışıyordu. "Yara sarmasını iyi bilir." Gözlerimin içine baka baka söylediklerinden sonra bedenini yanımdaki boşluğa bıraktığında derince yutkundum. "Yaralamayı da iyi bilir." Son söylediğini yakınlığımızdan dolayı bir tek ben duymuştum.

Yaralamayı iyi bilir.

"Oğlum niye kalktın yerinden? Yaran kanayacak bak. Doktor sana fazla hareket etmesin demedi mi?" Asiye teyze konuşuyordu ama biz sadece birbirimizin gözlerinde kayboluyorduk.

"İyiyim ben ana." Yine kendini önemsemeden kestirip atmıştı.

Mihriban babaanne, "Ah ah..." diye dizlerine vurarak sözlerine başladığında devamında ne geleceğini merakla beklemeye başladım. "Bir çocuğuma bakamadınız, geldim delik deşik benim oğlum. Ah ah yıllarca bizi torun hasretiyle koydunuz. Şimdi ki aklım olsa bu çocukları sizden alırdım ben."

Aslan amca, "Ana onlar nasıl laflar öyle?" Dediğinde sesi fazlasıyla sinirli çıkmıştı ama bir yandan da kendini frenlemeye çalışıyor gibiydi. Aslan amcanın ailesiyle arasında sorunları olduğunu biliyordum ama tabii ki de bu sorunları bilmiyordum. Arada sadece Asiye teyze ve annem konuşurken duyardım o kadar.

"Sus sus densiz. Yıllarca siz beni torun hasretiyle koydunuz. Neyse ki Mirza'm sizin gibi değil, hep geldi o yanıma benim. Ata bildi, ana bildi." Ay ben galiba bir aile kavgasının içine düşmüştüm ha. "Kızınızı ne okutmuşsunuz, ne bir iş öğretmişsiniz. Ama neyse ki daha ölmedim ben, torunlarıma bakacağım." Mihriban teyze gözlerini Dila'ya çevirdiğinde, "Oy babaannesi kurban," diye bağırdı.

Hah Mirza'nın bu kurbanlığı nereden geliyordu anlamıştım şimdi.

"Ana biz neciyiz burada? Biz çocuklarımıza bakıyoruz zaten." Ay resmen çocuk kavgası yapıyorlardı ama çocuk dediklerinin gerçekten eşek kadar olduklarını ne zaman fark ederlerdi acaba?

"Sus anana karşılık verme." Mihriban teyze gözlerini Mirza'ya çevirdiğinde gözlerindeki ifade birden yumuşadı.

"Ama ben dedim bu çocuğa gel ağa edeyim seni, okuma dedim, gel ağa ol dedim, dinlemedi gitti vuruldu, namussuzlar vurdu benim çocuğumu." Mihriban teyzenin söylediği şeyle birlikte şaşırıp kaldığımda gözlerimi Mirza'ya çevirerek güldüm.

Ağa mı?

Şimdiye kadar susan Mirza, babaannesinin sözleriyle birlikte eliyle yüzünü sıvazladığı an benim gülmemi fark ettiğinde daha bir sinirlendi ve, "Babaanne ne ağası allah aşkına?" Diye elini kolunu sallaya sallaya patladı.

Niye böyle sinirleniyordu ki? Şöyle bir düşününce 'Mirza ağa' hiç de fena durmuyordu bence. Mirza ağa. Ay düşündükçe gülmek istiyordum ama yanımdaki patlayacak olan Mirza beni korkutmuyor değildi hani.

Gülmeye devam ettiğim sıra Mirza'da benim gülüşüm karşısında yumuşadığında başını sağına yatırıp gülüşümü izlemeye başladı. Kimseyi umursamadan birbirimizin gözlerine daldığımızda bakışımızı bozan tabii ki de Asiye teyzenin sesi olmuştu: "Zahmet verdik sana da kızım, işin vardır şimdi seninde."

Yani diyordu ki; evine mi gitsen artık. Aile meselemizin ortasında kalmasan mı diyordu.

Ayıp be Asiye teyze ayıp. Yılların bir hukuku vardı aramızda be!

Mihriban teyze, "Ne bilirsin işinin olduğunu sen?" Diye yükseldiğinde gözlerini bana çevirdi. "Yoktur değil mi?" Gözlerime 'yoktur yok' der gibi bakıyordu. Sanki 'var' desem bitmiştim yani.

"Yoktur," dediğimde çatık kaşları düzeldi ve hafifçe gülümsedi. Mirza neydi ki babaannesi ne olsundu yani? Resmen aynılardı.

"İyi hadi o güzel ellerinden bir kahve yap da içelim kızım."

"Tabii ki..." dediğim an oturduğum koltuktan kalktım. "Nasıl içersiniz?"

Mihriban teyze herkesin adına, "Sade olsun kızım," dediği an başımı olumlu anlamda salladım.

Tam Mirza'nın yanından geçeceğim sıra Mirza, "Benimki tuzlu olsun kurban olduğum," dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla yukarıya doğru kalktı. Kısık sesle söylediği için bunu yalnızca ben duyabilmiştim ya da ben öyle olmasını umuyordum. Mirza'ya dik dik baktığımda ayaklarının üstünden geçerek mutfağa doğru ilerledim.

Mutfağa girer girmez kahveleri yapmaya başladığımda elimi kalbimin üzerine doğru götürdüm.

Tuzlu olsun ne ya? Bir tuzlayacaktım görecekti şimdi tuzlu kahveyi.

Kahvelerin olmasını beklediğim sıra birden belime dolanan kollarla birlikte zerre şaşırmadığımda dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. "Ne yapıyorsun?" Dediğim an kendimi Mirza'ya yaslamaktan da alıkoymamıştım. "Mirza ağam?"

Onu sinir etmek için söylediğim sözle birlikte Mirza gülerek, "Buyur kurban olduğum?" Dediğinde sesi keyifli bir şekilde çıkmıştı. Eee ben sinirlendirmek için söylemiştim ama sinirlenmek dışında sanki eğlenmiş gibiydi.

Kollarının arasında ona doğru döndüğümde elleri belimi sıkıca sararak biraz daha kendine çekti. "Sinirlenmedin mi?" Dediğimde sesim küçük bir çocuk gibi çıkmıştı.

Mirza, "Sinirlenmedim," dediğinde güldü. Ay tövbe tövbe böyle vurulunca eski Mirza gitmiş yerine böyle güleç bir şey gelmişti. "Sen sinirlenmemi isterdin tabii." Beni çok iyi tanıyordu ve bu bazen işimi zorlaştırıyordu. "Sen ne dersen de... yeter ki bana bir şey de."

Söylediği sözler karşısında kısa bir an duraksadığımda, "Peki..." dedim ve hemen peşinden de ekledim. "Mirza ağam."

"Yalnız biraz daha böyle dersen..." diyen Mirza'nın sözünü kesip, "Eee?" Dediğimde kaşlarımı soru sorarcasına yukarıya kaldırdım.

Mirza birden dudaklarını dudaklarıma bastırdığında beklemediğim bu hamlesiyle birlikte öylece kalakaldım. Kısa bir anın ardından dudaklarını çektiğinde, "Öperim..." diye tamamladı az önceki cümlesini.

Dudaklarım sinsi bir ifadeyle yukarıya kıvrıldığında tezgâhın üzerinden aldığım kahve fincanını Mirza'ya uzattım. "Kahven... Mirza ağam." Nazlana nazlana söylediklerimden sonra Mirza'nın yanından geçeceğim sıra Mirza beni kendisine çektiğinde aynı hızda sırtım da duvarla buluşmuştu. Açık olan kapıyı ayağıyla itekleyip aç bir hayvan gibi dudaklarıma saldırdığında beni tüketip bitireceğini hissettim.

Ama bunu ben istemiştim.

Ona engel olmayarak dudaklarımı kımıldatarak eşlik etmeye başladığımda, dili dudaklarımın arasından girerek içeri sızdı. Tüm vücudumu sarıp sarmayalan acıya engel olamadığımda, iniltilerime engel olamayarak inledim. Elim istemsiz bir şekilde saçlarını kavradığında saçlarını çekiştirmeye başladım. Resmen kollarının arasında kıvranıp duruyordum. Dili dilimle benimle oynamak istercesine oynadığında, dudağını ısırdım.

Mirza dudaklarımın içine içine, "Hırçın," diye fısıldadığında hâlâ benden ayrılmamıştı. Nefeslerimiz birbirine karıştığı an, "Birisi..." dedim ama konuşamadım. "Biri... Birisi gelecek şimdi."

Mirza, "Yalnız sen bildiğin beni ayaküstü götürüyorsun," dediğinde darbelerini dudaklarıma bırakmaya devam ediyordu. "Namusum elden gidiyor böyle yalnız." Sertçe öpmeye devam etti, ben de ona kendimden geçmiş bir şekilde karşılık vermeye. "Artık benimle evlenmek zorundasın."

Ha?

"Bakarız," dediğim an kendim bile ne dediğimi bilmiyordum. Kollarında öylece kendimden geçmişken, kendimde değilken ne diyebilirdim ki? Adımı sorsa söylemezdim galiba...

Verdiğim cevapla birlikte Mirza'nın gözlerinden geçen şaşkınlığın peşi sıra, "Kaçır beni," dedi. Ne? "Evimize gidelim." Yine aynı şeyi diyordu.

"İyi olmadın daha. Hem benim sana 'beni kaçır' demem gerekmiyor muydu?" Gülerek söylediklerimden sonra Mirza hoyrat öpüşleriyle şişirmiş olduğu dudağımı ısırdığında zevk ve acının karışımı bir şekilde inledim.

"Onun da zamanı gelir elbet, kurban olduğum."

"Sana kaçmam ben," dediğimde omuzlarımı silkmiş ve Mirza'nın kollarının arasından kurtulmaya çalışmış ama tabii ki de başarılı olamamıştım. "Babam kızar." Alaylı bir şekilde söylediklerimden sonra yeniden kaçmaya çalıştım ama Mirza yine izin vermedi.

Neyse ki mutfağın çalan kapısı aramıza girdiğinde Dila'nın, "Kahve bekliyorlar be kahve," diye bağıran sesini duydum. Hemen ardından da kapıyı sert bir şekilde açmıştı zaten. Bizi mutfakta böylece görmesinin üzerine gözleri yuvalarından çıkacakmışçasına açıldığında, "Oha!" Dedi. "Bari mutfakta yapmayın."

"Kes sesini!" Mirza, Dila'ya kızdığında gözlerini tekrardan bana çevirerek üzerimde dolandırdı. Elini yanağıma çıkarak okşadığında parmakları dudağımın kenarında durdu ve, "Üzerini düzelt," dedi. Mirza diyene kadar fark edememiştim ama zaten savaştan çıkmış gibi olan tipim biraz daha kaymıştı. Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda Mirza dudaklarıma son bir bakış atarak mutfaktan çıktı.

Onun çıkmasıyla Dila'ya gün doğduğunda, "Gerçekten pes ya..." dedi. İmalı bir şekilde gülüp duruyordu. "Yani gelmesem ayak üstü küçük Mirza'lar, Mihran'lar yapacaktınız ha. Ay ya da küçük Dila'lar. Sanki gerçekten bir şey oluyormuş gibi ellerini birbirine çırptı. "Ayy küçük Dila'lar olsa güzel olmaz mı Mihran? Ay benim gibi olsalar." Vallahi Dila kendini kaptırmış gidiyordu.

"Ne saçmalıyorsun sen allah aşkına ya? Ne küçük Dila'larından bahsediyorsun? Tövbe tövbe sanki bir şey yapmışız gibi." Dila'ya kızdığımda tezgâhın üzerindeki tepsiyi alarak ona uzattım. "Al götür şunu bir işe yara, sakın içeride de bir şeyler ima edip sinirimi zıplatma benim."

Dila gülerek tepsiyi elimden aldığında, "Tabii tabii götüreyim ben," dedi. "Sende ateşini söndür de öyle gel be yengeciğim." Söylediklerinden sonra hemen içeri kaçtığında arkasından sinirli bakışlarımla bakmakla yetinmiştim.

Tövbe tövbe ya...

"Sen ne yapıyorsun Mihran ya?" Diye kendi kendime konuştuğumda elimi, dudaklarımın üzerine doğru götürdüm. Hâliyle dudaklarım şişmişti. "Orada, burada, her yerde ya. Bir dengen olsun artık Mihran." Kendi kendime konuşuyor ve yine kendime akıl veriyordum.

"Yoruldum artık," diye fısıldadığımda elimi, kalbimin üzerine götürdüm. "Sen de atıyorsun onun için öyle hızlı hızlı."

Durdum,

Sadece kalbimin onun için atan ritmini dinledim.

Kalbim onun için atarken, aklım onunla bu kadar doluyken, ruhumu bir tek o böyle sarıp sarmalıyorken, nereye kadar böyle devam ettirebilecektim ki?

"Eninde sonunda..." diye fısıldadım bir gerçekliği kendime kabul ettirmek istercesine. "Eninde sonunda bu yol ona gidecek Mihran."

*

Saçlarımı tarama işlemim bitince ellerimle şekiller vererek, hacimleştirmeye çalıştım. Bir yandan da üzerime giydiğim siyah hırkamın ucunu, açık kot pantolonumun içine sokmaya çalışıyordum.

En sonunda hazır olduğuma kanaat getirdiğimde hazırladığım çantamı elime aldım ve tam o an telefonum peş peşe titremeye başladım. Yatağımın üzerindeki telefonumu da elime aldığımda ekranını açıp gelen mesajları okumaya başladım.

Behlül: Geldim lan nerdesin?

Behlül: İki dakika oldu geleli tam iki dakikadır seni bekliyorum

Behlül: Sen bilmiyor musun benim bekletilmekten hoşlanmayan bir beyefendi olduğumu?

Behlül: Hadisene Mihom

Behlül: Hala bekliyorum

Behlül: Üç dakika oldu

Bu ve bunun gibi mesajlar atmıştı ve hepsini okumaya çalışsam bekleme süresi on dakika kadar olurdu galiba. Geri zekalı.

"Neyse suyuna git Mihran. En azından bugünlük," dediğimde çantamı da koluma takarak hemen odamdan çıkarsak, merdivenlerden indim.

"Anne ben çıkıyorum," diye bağırdığımda merdivenlere oturarak ayakkabılarımı giymeye çalıştım.

"Nereye gidiyorsun kızım?"

"Behlül'le kütüphanede ders çalışacağız. Sınavlarımız yaklaşıyor ya." Yalan, yalan.

"Tam çıkmadan önce haber ettiğin için sağ ol kızım." Aklınca laf sokuyordu. "Eee evimiz torbaya mı girdi bizim? Çağır Behlül oğlumu da biz de çalışın işte."

"Yok," diye yükseldim birden ama fazla yükseldiğimi iş işten geçtikten sonra fark edebilmiştim. "Yani evde benim dikkatim çok dağılıyor ondan. Hadi ben kaçtım." Annemin daha da fazla bir şey demesini beklemeden evden hemen çıktığımda, Behlül'ü dayısından kaçırdığı arabasının içinde otururken buldum.

"Sonunda geldin be Miho'm." Bir yerlerini yırtmak istercesine bağırmıştı.

"Bağırıp durma. Dediğimi aldın mı onu söyle?"

"Aldım aldım. Lan bunun kilosu kırk TL. Valla bana bak sana satarım 50 TL'ye yoksa zırnık vermem haberin olsun."

"Tamam sus artık." Gerçekten artık illallah etmiştim. "Bekle beni burada," dediğimde Mirza'ların bahçesine doğru ilerledim. Mirza'yı en son dün görmüştüm. İşte o malum mutfakta öpüşüp, üzerine bir de yakalanıp, Dila'nın diline düştüğümüz zaman falan.

Bahçeye girdiğim an yerde duran orta büyüklükteki taşı elime alıp, "Olur gibi ya..." diye kendi kendime konuştum. "Allah'ım ne olur camı kırmayım ya." Ettiğim duadan sonra kendime düşünme payı tanımadan taşı Mirza'nın odasının camına geçirdiğimde, kırılmayan camla birlikte tuttuğum nefesimi bırakarak hemen duvarın yanına doğru kaçtım. Olur da Mirza yerine Asiye teyze falan cama çıkarsa beni görmemesi gerekiyordu.

"Ne oluyor lan? Hangi pezevenk taşlıyor lan beni?" Mirza'nın bağıran pardon böğüren sesini duyduğum an rahatlayarak saklandığım yerden çıktım.

"Pezevenk falan ayıp oluyor ama." Sahte bir alınmayla, gülerek konuşmuştum.

"Mihran?" Mirza'yı bayağı bayağı şaşırtmıştım anlaşılan.

"Hı?"

"Ne yapıyorsun sen? Camı mı taşlamakta ne? Kafam bitti şimdi de hıncını böyle mi alıyorsun kurban olduğum?"

Söylediklerine karşılık dişlerimi göstererek güldüğümde onu ikinci bir şok edecek olan cümlemi kurdum: "Seni kaçırıyorum."

"Ha?"

"Duydun işte kaçıyorum seni. Beni kaçır deyip durmuyor muydun hem? Hadi kap gel bohçanı. Bekliyorum seni."

Sözlerim üzerine Mirza kahkahalarıyla gülmeye başladığında, gülüşünü izlemeye başladım. Galiba o hep böyle gülecekse her gün onu taşlayıp, böyle kaçırabilirdim.

Uçma Mihran, uçma Mihran.

"Yalnız ben seni burada böyle saatlerce bekleyemem Mirza. Sonuçta birisini kaçırmanın da bir usulü var canım. İniyorsan in hadi."

Mirza başını eğip güldüğünde, "Serseri," diye söylendi ağzının içinden. "Bekle geliyorum."

Gülerek, "Bohçanı camdan at ben tutarım," diye bağırdım.

"Mihran!" Diye kızgınca söylendi Mirza. "Ne bohçası?" Aman iyi be! Bu Mirza'ya iyilikte yaramıyordu ki canım.

"Aman iyi be!" Diye kızgınca konuştuğumda Mirza camdan içeri girmişti. Umarım çıkarken Asiye teyzenin radarına takılmazdı. Aradan geçen birkaç dakika evlerinin kapısı açıldığında Mirza yavaş bir şekilde dışarı çıktı. Üzerine siyah eşofman ve yine aynı şekilde siyah tişörtünü geçirmişti. Onun üzerine ise siyah deri ceketini alıp, beni kendisine düşürmeye yemin etmişti anlaşılan.

Bana 'serseri' diyordu ama kendisi şu hâliyle ayrı bir 'serseri' gibi duruyordu.

Mirza'da tıpkı benim ona yaptığım gibi beni baştan aşağı süzmeye başladığında olduğum yerde rahatsızca kıpırdanarak, "Hadi hadi..." dedim. Ben onu alıcı gibi süzerken sorun yoktu ama o bana baktığı an ne yapacağımı şaşırıyordum. "Asiye teyze bizi yakalamadan gidelim hemen." Hem Asiye teyzenin hem de bizimkilerin görmeden gitmemiz gerekiyordu.

Ben hemen bahçeden çıktığımda Mirza'da arkamdan, "Ciddi ciddi kaçırıyorsun yani beni kurban olduğum?" Diye kendi kendine söylene söylene geliyordu.

Behlül bizim geldiğimizi görür görmez açık olan camdan kafasını çıkararak, "Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak'tan selamlar enişte," diye bağırdığında ben gülmemek için kendimi zor tutarken Mirza dellene dellene konuştu:

"Ne saçmalıyor bu şerefsiz? Ayrıca ne işi var bu şerefsizin?" Ne saçmaladığını söylemesem de olurdu bence.

"Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak'tan enişteme çok geçmiş olsun. Ayrıca teessüf ederim enişte şerefsiz falan ayıp olmuyor mu yani? Benim gibi bir inşaa özellikle..." Behlül duraksadığında eliyle yüzünü gösterdi. "Şöyle yakışıklı bir yüze. Lütfen enişteciğim..." Behlül daha sözünü bitiremeden Mirza sözünü keserek konuştu:

"Kes!" Diye bağırdığında gözlerini bana çevirdi. "Ne işi var bu şerefsizin burada?"

"Sen yaralısın araba kullanamazsın, beni geç zaten. Behlül'de bizi götürmeye geldi işte." Huzursuzluk çıkarmamasını umarak konuşmuştum.

"Bu şerefsizin daha ehliyeti yok. Arabayı kim bilir nasıl kullanıyor? Gerçekten seni bunun kullanacağı arabaya bindireceğimi mi düşünüyorsun?"

"Var var ehliyetim var."

"Göster."

"Evde unutmuşum enişte." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Behlül'ün ehliyetinin olmadığını ve alamadığını tabii ki de biliyordum. Behlül, Mirza'nın yalanını yemediğini anlamış gibi, "Ne yapayım?" Dedi. "Alamıyorum işte ehliyet. Ottan boktan uyarıp indiriyorlar beni arabadan." Mirza dik dik bakışlarıyla Behlül'e bakmaya devam etti.

Behlül, Mirza'nın bakışlarından korkmuş gibi gözlerini bana çevirdiğinde, "Miho'm bir şey de lan enişteme," dedi. Hay ben senin enişten kadar...

"Miho'm falan hayırdır lan?" Mirza'nın yeniden olaya girerek yükselmesiyle birlikte derin bir nefes aldım.

"Yani enişteciğim şimdi böyle askerlik arkadaşı olan Miho'm gibi. Biraderim o benim." Eee Behlülcüğüm başka başka?

"Ay yeter..." dediğimde ikisinin arasına girmiştim. "Yürüyün gidiyoruz, birisi görecek kalacağız burada." Mirza'ya döndüm. "Öne mi bineceksin, arkaya mı?" Soruyordum sormasına ama o hâlâ dik dik Behlül'e bakıyordu.

"Mirza!"

"Efendim kurban olduğum?" Bana dönen bakışları yumuşadı. Çaktırmamaya çalışsam da gülmeden edemedim.

"Öne mi bineceksin, arkaya mı?"

"Öne bineceğim. Yaptığı tek hatada kırarım kafasını ben bunun. Arabada sen varsın bir de tek tek takip edeceğim hareketlerini." Ay düşüyorum gelin tutun beni. "Zaten ehliyeti de yok." Mirza ağzının içinden homurdandığında gülerek konuştum:

"Bu sefer bir polis olarak seni de suçumuza alet ediyoruz başkomiserim." Gülerek söylediklerimden sonra nazlana nazlana yürüyerek arabaya bindiğimde, Mirza'nın hâlâ olduğu yerde durduğunu gördüm. En sonunda başını eğerek güldüğünde o da arabaya bindi ve yola koyulduk.

"Düzgün sür lan şu arabayı."

"Dur bismillah enişte ya."

Yolculuğumuz Mirza ve Behlül'ün atışmalarıyla daha doğrusu Mirza'nın laflarıyla geçtiğinde, yeminle başıma ağrılar gitmişti.

Mirza, "Babasının şeridi lan sanki, ortadan ortadan sürüyor bir de şerefsiz," diye yine Behlül'e laf ettiğinde en sonunda Behlül arabayı durdurdu.

Geldiğimiz evle birlikte rahatladığımda Mirza buraya gelmemize hiç şaşırmamıştı. Gerçi onun benden istediğini yaptığım için şaşırmaması da normaldi.

"Şükür," dediğimde tam yanımdaki kestane poşetini alıp arabadan ineceğim sıra Behlül, "Hop hop elli TL biraderim," diye bağırdı.

"Hay senin elli TL'ne ben," diye söylendiğimde elimi cüzdanıma attım.

"Ver lan!" Behlül, Mirza'nın bir bağırtısıyla korkusundan poşeti bana verdiğinde gülmemek için kendimi zor tuttum. "Al şunu da." Cebinden çıkardığı yüzdüğü Behlül'ün üzerine attığında Behlül sırıttı. Aç ve paragöz.

"Oh oh bugün de öğle yemeğim çıktı şükür." Başımı iki yanıma sallayarak arabadan indiğimde Mirza'da Behlül'e söylene söylene inmişti.

Behlül ile Mirza'nın birkaç atışmasından sonra Behlül nihayet gidebildiğinde Mirza'yla baş başa kalabilmiştik.

"İyi misin?" Dediğimde Mirza'nın yarasını ve tepkilerini takip ediyordum. "Çok fazla ayakta kalma. Geçelim hadi eve."

Mirza'da beni tekrar ederek, "Geçelim bakalım evimize," dediğinde yürümeye başlamıştı.

Evimize...

İçinde 'bizim' olduğumuz her şeyi herkesin ötesinde tutuyordu. 'Evimiz' demek bile onun için büyük bir fark ediyordu, bunun farkındaydım.

Önden önden yürüyerek taşların arasına sakladığımız anahtarı aldığımda hemen kapıyı açarak, Mirza'ya yol verdim. Mirza gözlerime birkaç saniye garip bir şekilde baksa da bir şey demedi ve içeri doğru adımladı. Birlikte alt kata indiğimizde evin soğuğunu daha yeni yeni hissediyordum.

"Sen otur, sobayı yakayım ben." Kovada bulunan odunlara ilerlediğimde Mirza'nın sesini duydum:

"Mihran?"

"Hı?" Hı ne Mihran ya, hı ne? Nereden çıktın kızım sen böyle?

"Sen iyi misin?"

"İyiyim," dediğimde kaşlarım anlamsızlıkla çatıldı.

"Ateşin falan yok değil mi?" Mirza'nın sorduğu soruyla birlikte saf saf elimi alnıma götürdüğümde, "Hayır..." dedim. "Yok ateşim falan. Niye sordun?"

"Bana olan şu sakinliğinin, şu davranışlarının tek nedeni kendinde olmaman olabilir galiba," dedi Mirza ciddi ciddi. "Ya da en iyisi ben gideyim haftada bir vurulayım." Ondan duyduğum sözlerle birden sinirim üzerime geri yüklendi.

"Ağzından hayırlı bir şey çıkacak mı senin?" Diye bağırdığımda elimdeki odunu Mirza'ya doğru kaldırdım. "Kafanı kırarım senin."

Bağırmamla birlikte Mirza'nın dudakları kıvrıldığında, "Hoş geldin kurban olduğum," dedi. "Ben de hırçınlığı nerede kaldı diyordum." Aklınca laf sokuyordu.

"Sen bir tek bundan anlıyorsun," dediğimde elimdeki odunu sobanın içine attım. Kovanın içinden aldığım çıralarla birlikte sobayı yakmaya çalıştığımda bir türlü beceremiyor, beceremedikçe de daha çok sinirleniyordum.

"Öyle olmaz," diyen Mirza yanıma geldiğinde tuttuğum çıranın bir ucundan da o tutmuştu. Elimdeki kibrite ters bir bakış attığında cebinden çakmağını çıkardı.

"Elimi falan yakma sakın ha."

"Yakmam," dedi Mirza sakince. "Seni yakarsam bende yanarım." Son söylediği sözle birlikte birbirimize bakakaldığımızda hissettiğim ateşle birlikte gözlerimi Mirza'dan çekebilmiştim.

"Yanmış... yanmış bu." Yutkunarak konuşmuştum.

Mirza dalgınca, "Yanmış," dediğinde ellerimi hemen çektim.

"Ben kestaneleri ayarlayayım en iyisi," dediğimde Mirza ses etmeden, yaktığı ateşe bakmaya devam etti. "Sen otur. Çok ayakta kalma." Dinlemedi beni. Öyle bir ateşe bir bana bakmaya devam etti.

Aradan geçen dakikalarda aramızdaki sessizlik iyice büyüyüp gittiğinde hazır olan kestanelere bakıp, "Oldu bunlar," dedim. Nedensiz bir şekilde aramıza giren bu sessizliği sevmemiş ve konuşma gereği duymuştum.

Kestanelerin ve sobanın kokusu tüm evi sardığında kestaneleri tabağa koyarak Mirza'ya doğru ilerledim. Koltukta öylece oturuyordu.

Mirza'nın şu an tüm fırsatları değerlendirip bana sataşması ve dibimde bitmesi gerekmiyor muydu?

Ah ah...

Kestane tabağını ikimizin ortasına koyarak oturduğumda Mirza gözlerini bana çevirdi ve başını koltuğa yasladı. Ben de ona uyarak başımı koltuğa yasladığımda, gözlerimiz birbirimizdeydi.

Mirza gözlerimin içine baka baka derin bir iç çektiğinde, "Çok istemiştin," dedim dikkatini dağıtmak amacıyla. "Yemeyecek misin?"

"İstedim," dedi Mirza eline bir tane kestaneyi aldığında ve hemen peşinden de ekledi: "Çok istedim."

İstediğinin kestane olduğu konusunda emin miydik?

Gözüme çarpan radyoyla birlikte, "Hâlâ çalışıyor mu ki?" Diyerek elime aldığımda anteniyle oynamaya başlamıştım bile. O kadar eski bir modeldi ki... Ve de fazlasıyla toz tutmuştu.

Bizim gibi.

Radyonun antenleriyle oynaya oynaya en sonunda çalıştırabildiğimde Sezen Aksu'nun sesi aramızdaki boşluğu doldurdu. Ama hangi şarkısı olduğunu tam olarak bilmiyordum.

"Sen iyi misin?" Dediğimde kucağıma aldığım radyoyu eski yerine bıraktım. Gözleri öyle yorgun bakıyordu ki... Belki de onu hiç dışarı çıkarmamalıydım ama işte... "Yaran acıyor mu, nasıl?"

"Acıyor." Yutkundu. "Kötü."

Kendimi suçlu hissedip onun acısını kendi içimde hissettiğimde, "Niye söylemiyorsun bana Mirza?" Diye yükseldim birden. "Bakayım bir yarana."

"Söyledim," dedi. "Defalarca kez söyledim." Üzerine basa basa, anlatmak istercesine konuşmuştu. "Duymadın."

Sözleri... Sözleri şimdi bir keskin bıçaktı.

Elimi, kalbimin üzerine götürmemek için zor tuttuğumda nefes alamadığımı hissederek, derin bir nefesi içime çekmeye çalıştım.

Yarası bendim.

Acısı bendim.

"Ben... Ben." Konuşamadım.

Mirza, "Mihran ben yapamıyorum," dediğinde sesinden akan o tükenmişliği hissedebilmiştim. Kendimle birlikte onu da tüketmiştim. "Ben yapamıyorum." Ellerini iki yanına açtı. "Senden uzak duramıyorum."

"Yanımdasın, yakınımdasın, bir nefes uzağımdasın ama ben sana dokunamıyorum. Gülüşünü doya doya izleyemiyorum." Gözleri dudaklarıma düştü. "Mihran..." dedi inlercesine. "Ben sana baktığım an sen gülüşünü kesiyorsun, benden gülüşlerini bile esirgiyorsun artık."

Bunları o kadar çok içinde tutmuştu ki... Bu günün bizim için kolay bitmeyeceğini anlamıştım.

Ya bitecektik, ya da...

"Senin gülüşün, benim gülüşüm demek." Başını ileri, geri oynatarak koltuğun kenarına vurdu. Defalarca kez vurdu. "Mihran sen benden gülüşlerimi çalıyorsun." Sözlerini duysam da gözlerim başını sürekli vurduğu koltuktaydı.

"Canın acıyacak yapma. Dur artık." Sözlerimle birlikte durdu, duruldu.

"Sen, beni hiç affetmeyeceksin değil mi? Benim cezam da yanında olup aramıza giren sınırlar olacak değil mi? Gülüşüne bakamamak, saçlarını..." dediği an gözleri saçlarıma düştü. "Saçlarını okşayamamak. Benim cezam da bu değil mi?"

"Mirza görmüyor musun?" Dediğimde ellerimi iki yanıma açtım. "Çabalıyorum ben. Bizim için çabalıyorum. Neden buradayım ben? Neden bana sadece yaşadığımız güzel günleri hatırlatıp, içimi yakan bu evdeyim ben? Senin için... Bunlar yetmiyor mu sana?"

Mirza, "Yetmiyor," diye bağırdı. "Yetmiyor tamam mı? Biliyorum bencil, arsız, eşek herifin tekiyim. Yaptıklarım yüreğini dağladı biliyorum. Geldim üzerine arsızlıklar yaptım, kırdım, parçaladım, üzdüm, ağlattım..." Dişlerini birbirine bastırdı. "Ama benden uzak olduğun her an kendimi kaybettim ben. Seni kaybettim sandığımda kendimi biraz daha kaybettim." Sadece o içini döküyor, ben öylece dolmuş gözlerimle onu izliyordum.

"Ne olacağız biz?" Sorusu kendine mi yoksa bana mıydı, bilmiyordum. "Sen iki kırmızı, bir yeşil ışık yaktıkça ne olacağız biz?" Benzetmesine gülmek istesem de şu an bunun için doğru ortam olmadığını fark ederek kendimi frenledim. Ama bunu bir ara hatırlatıp gülecektim yani. "Bugün yaktın yeşil ışıklarını ya, artık üç gün kırmızıları yakar durursun. Bir ileri, üç geri gider dururuz."

"Mihran," dedi elimi tutup kalbinin üzerine götürdüğünde. "Hisseder misin bilmem ama acıyor."

"Mirza," dedim elimle birlikte elini de kalbinin üzerinden çekip, kendi kalbime götürdüğümde. Kalbim, ikimizin avuçları arasında onun için atıyordu.

Sadece onun için.

"Şu kalbim bir seni, en çok seni sevdi." Ona doğru yaklaşıp alnımı alnına yasladım. "Ama insan en sevdiğini, en güvendiğini zor zamanında yanında bulamayınca olmuyor işte."

"Şimdiden yakmaya başladın işte kırmızlarını."

"Dinle!" Dedim bir yandan kendimi gülmemek için zor tuttuğumda.

"Sevgi her şey değil, sevgi her şeye yetmez. Körelir, tükenir ve bazen biter."

"Bizi, benim bitirdiğimi biliyorum," dediğinde yemin ederim sesinden akan acıyı içimde hissetmiştim.

"Ne köreldi, ne tükendi, ne de bitti. Dört yıl geçti ya dört yıl. İçimdeki sevgin şu kadarcık bile azalmadı. Şu içimde..." Bir olan ellerimizi kalbimin üzerine biraz daha bastırdım. "Şu içimde on sekizimde neysen, yirmi üçümde de osun." Sanki hiç bitmeyecek, tükenmeyecek gibiydi. "Mirza," dedim haykırırcasına. "Neden bu kadar içimdesin Mirza? Ben anladım artık..." dediğimde daha fazla devam edemeyerek konuşamamıştım.

"Neyi?" Mirza korka korka konuşmuştu.

"Ben, seni unutamam. Denedim Mirza..." İçin için ağladım. "Sana yemin ederim seni unutmayı, silip atmayı o kadar çok denedim ki... Yapamadım. Ben, seni unutamazmışım." Yanaklarını okşadım. "Affetmek değil bu sadece... Sadece ben bizi özgür bırakmak istiyorum artık." Mirza'nın da elleri yanaklarımı bulduğunda dokunmaya doyamazmış gibi okşadı. "Çünkü anladım artık. Ben ne yaparsam yapayım, ne kadar kaçarsam kaçayım..." Aşkıma yenildim, sevdamıza boyun eğdim. "Bu yollarımın sonu hep sana çıkacak." Sözlerimi anladı, teslimiyetimi hissetti.

"Bundan sonra sana hep yeşil ışık." Az önce sitem edercesine söylediği sözleri taklit ederek konuşmuştum.

Mirza hiç düşünmeden, bana kavuşmak istercesine dudaklarını dudaklarıma bastırdığında, gözlerimiz aynı anda kapandı. Ben, bizi özgür bırakmıştım. Kavuşmaksa kavuşmuştuk. Mirza yanaklarımda duran ellerini belime atıp yarasını bile umursamadan beni kaldırıp kucağına oturttuğunda, aramızda duran kestaneler yere bir bir dağılmıştı. Ama şu an hiçbir şey umurumuzda değildi.

Sadece biz vardık.

Dudaklarını dudaklarımdan çok kısa bir an için ayırdığında yine de bir nefes kadar olsun uzaklaşmamıştı.

Alnını alnıma biraz daha yaslayıp saçlarımı okşadığında, "Mihran," dedi.

"Sen benim vurulduğumsun kurban olduğum, tek vurgunumsun."

*

Ayayayyayyyy yandım yandım:( siz beni yaktınız, siz beni yaktınız ğgğwğdğfğ Umarım uzun zamandır size beklettiğime değen bir bölüm olmuş ve çok çok sevmişsinizzdir🥰

Bir sonraki bölüm ateşli, alevli, ateşli falan filan işte siz anladınız🔥

Nasıl buldunuz bakalım?

Mihran ve Mirza iyi ki siz...💙 Sizde onlar için dilerseniz bir kalp bırakabilirsiniz:)

Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro