Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

13.Bölüm: "Yangın"

#Anıl Bektaş - Sızı

Sizi çok çok özledim! Visalimiz şu an 111 bin okunmaya sahip. Sizlere ne kadar teşekkür etsem az gelir ama hepinize çok teşekkür. Okuyan gözlerinize sağlık. İyi ki varsınız!💙

Twitter'dan #Visal etiketiyle bölümle ilgili düşüncelerinizi ve alıntılarınızı okumadı çok isterim. Benim hesabımda kendince_yazar0 hepinize çok teşekkür ederim^^

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

Bu güzel çalışma için tozlueditler çok teşekkür teşekkür.💙

Bu güzel edit içinse Aleyna'ya çok teşekkür teşekkür ederim.💙 aleynakaryeli

Ve bu güzellikler için de canım Sena'ma çok teşekkür teşekkür. İyi ki varsın aşkım💙 senasnepenthe

*

Mirza'nın dudaklarının arasından dökülen her bir kelimede sanki yerime çakılıyormuşçasına kaldığımda, ne tepki vereceğimi bilememiştim bile. Kimseye bakamıyor, tek bir kelime bile söyleyemiyordum.

Düğünümüze bekleriz demişti değil mi?

Evet evet aynen böyle demişti. Allah'ım sana geliyorum, bana bir şeyler oluyor.

Gözlerimi Mirza'ya çevirdiğimde onunda doğrudan bana baktığını gördüm. Dudaklarım aralandı ama bir şey diyemeden geri kapandı.

Zaten şu durumda ne diyebilirdim ki?

Mirza sözlerinin üzerine bana diyecek bir şey bırakmamıştı ki. En azından şimdilik... Şu kadar insanın yanında Mirza'yı rezil etmek, onun söylediklerinin aksine bir şey söylemek istemiyordum. Yine ve yine kendimden öte onu düşünüyordum.

Mirza'ya öylece bakmaya devam ettiğim sıra Beşir'in, "Oha abi!" Diye bağıran sesini duydum. Beşir'in sesi, Mirza'yla olan bakışmamızın arasına girdiğinde etrafımızı çevreleyen kişilerden alkış sesleri yükseldi. "Oha abim evleniyor lan evleniyor." Beşir birden gelip üzerimize atladığında tek kolunu Mirza'ya, tek kolunu ise benim üzerime atmıştı. Bu hareketi bizi Mirza'yla biraz daha yakınlaştırdığında, başımı iki yanıma doğru salladım.

Resmen şu an kendileri çalıyor, kendileri oynuyorlardı.

Mirza, "Ulan bir dur!" Dediğinde hızlı bir şekilde Beşir'i çekip benim üzerimden aldı. "Kime dokunduğuna dikkat et." Dudaklarının arasından âdeta tıslayarak söylediği şeyle birlikte, kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Çünkü tek sorunumuz şu an Beşir'in bana dokunmasıydı değil mi? Evet Mirza için tam olarak buydu.

Sabır, sabır, sabır...

Beşir, "Abi bir an heyecan yaptım ben," dediğinde bu sefer sadece Mirza'ya sarıldı. Mirza yüzünü buruşturduğunda Beşir'i üzerinden savmaya çalışıyordu ama pek başarılı da olamıyordu.

"Abim evleniyor sırada bana geliyor, abim evleniyor sırada bana geliyor." Beşir gülerek söylediği şeylerden sonra göbek atmaya başladığında, başımı yere eğdim.

Akıllısı beni bulmuyor, delisi de kıçımdan ayrılmıyordu işte.

Şu an gerçekten tam bu durumu yaşıyordum. Çevremde asla akıllı bir kişi yoktu. Hepsi birbirinden deliydi ve galiba buna ben de dahildim.

"Tebrik ederim başkomiserim."

"Hayırlı olsun başkomiserim." Çevremizdeki insanlardan gelen tebrikler üzerine gülümsemeye çalıştım. Gözlerim kenarda bir yerde öylece kalmış olan Ahsen'in gözleriyle birleştiğinde, gözlerinin içindeki yıkıntıyı fark edebilmiştim. Mirza'nın sözleri belki de onun içindeki o anlamsız, boş umudu yerle bir etmişti.

Ahsen'in bana bakan gözleri kısıldığında kaşlarının çatılışına anbean şahit olmuştum. Az önceki yıkılmış hâli gitmiş sanki yerine bambaşka birisi gelmişti. Hırsı en derinlerine kadar bulandırdığı gözleriyle bana bakmaya devam ettiğinde gözleri çok kısa bir an için Mirza'yla bir olan ellerimize düştü.

Yeniden ve yeniden yıkıldı.

Ben şu an onun sahip olmak istediği şeyi yaşıyordum. Mirza benimdi, benimleydi. O Mirza'ya saplantılı bir şekilde duygular beslerken, Mirza her defasında bana olan sevdasını, aşkını haykırıyordu.

Tabii ona da söylediği o kadar lafın ardından, sadece dolu dolu olmuş gözleriyle bize bakmak kalıyordu.

Ahsen dolu gözlerinden akan bir damla yaşı kimseye belli etmeden elinin tersiyle hızlı bir şekilde sildiğinde, bana daha da çok bilendiğini hissedebilmiştim.

Ben de hayatımda ne eksik diyordum? Meğersem takıntılı bir manyak eksikmiş.

Ahsen, "Mutluluklar," dediğinde sesinden bariz bir şekilde akan alayı hissedebilmiştim. Gözleriyle bana meydan okuyor ve bir şeylerden vazgeçmeyeceğini fazlasıyla belli ediyordu. O vazgeçmeyeceği şey tabii ki de Mirza'ydı. Bunu düşünmek bile sinirlenmeme yettiğinde dişlerimi kırmak istercesine birbirine bastırdım.

Mirza, Ahsen'e cevap vermek bir yana dursun dönüp bakmadığında bile dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

Ben kendimi tutamadığımda gülerek, "Teşekkür ederiz güzelim," dedim. 'Güzelim' lafına öyle bir baskı yaparak söylemiştim ki... Baskın yapmam az önce içeride bana dediklerineydi. Ama yine de şu an kimsenin bu durumu yanlış anladığını düşünmüyordum.

"Elem tere fiş, kem gözlere şiş. Kem gözlülere hem de annemin kalın örgü şişlerinden girsin inşallah. Size gözü değenlerin gözü çıksın inşallah." Beşir'in bağırarak söylediği şeylerle birlikte gözlerimi Ahsen'den çekerek, Beşir'e çevirdiğimde Beşir bana göz kırptı.

O da biliyordu. Beşir bile Ahsen'in, Mirza'ya olan takıntısını biliyordu. Ama daha Mirza Bey bunu inkâr ediyor, anlamamazlığa yatmaya devam ediyordu. Bir o görmüyordu zaten. Bir de akıllıyım diye geçinirdi. Geri zekalı.

Tövbe tövbe...

Bak yine ayarlarımla oynamış beni kendi içimde bile olsa sinir etmeyi başarmıştı. Başımı kendime gelmek adına iki yanıma doğru salladım.

"Abi şimdiden altın için çalışmalara başlayayım ben. Malum altın fiyatları belli. Şimdi siz evleneceksiniz bir altın, çocuğunuz olacak bir daha altın, üzerine bir çocuğunuz daha olacak bir altın daha. Ona para dayanır mı hiç?" Beşir'in gülerek söylediği şeyle birlikte yüzümdeki ısının arttığını hissettim. Ama bu hissettiğim sinirimden kaynaklıydı.

Ayaküstünde evlenmiş bir de üzerine iki çocuğumuz olmuştu resmen.

"Ben gideyim artık," dediğimde kısık bir sesle konuşmuştum. Buradakilerin değil Mirza'nın duyması benim için yeterliydi.

Mirza, "Tamam kurban olduğum gidelim," dediğinde elini belime doğru atıp beni kendisine çekti. Zaten o eli şu belimden hiçbir zaman düşmüyordu ki... Tepki vermemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda Beşir, "Abi akşama bunu kutlayalım mı?" Dedi. Ne? Kutlamak mı?

Neyi kutlayacaklardı acaba?

Mirza, "Bakarız," dediğinde kestirip atmış gibiydi ama bunun nedeninin ben olduğumu biliyordum. O şu an kendisini benimle edeceği tartışmaya hazırlamaya çalışıyordu.

"Bakalım bakalım yengeciğim ne olur bakalım." Beşir'in bu sefer de bana yönelterek söylediği şeye karşılık bir şey diyemediğimde, sessiz kaldım. Ah be... Ben burada kendi içimde neyin derdindeydim, Beşir neyin derdindeydi?

"Bakarız..." dedim ben de tıpkı Mirza gibi geçiştirircesine. "Akşam olsunda bi." Kesinlikle sadece ve sadece anı kurtarmaya çalışıyordum. Akşam olunca telefonumu falan kapatıp, odama saklanacaktım. Düşündüğüm şeye karşılık için için güldüğümde, ne kadar da akıllı (!) olduğumu düşündüm. Kesinlikle odama saklansam beni bulamazlardı yani.

Beşir, "Kralsın be yengem," dediğinde kendi kendine gelin güvey olup sevinmeye başlamıştı bile. Onun bu hâllerine tepki vermemek için kendimi zor tuttuğumda çevremizdeki insanlardan aldığımız tebriklerin sonunda Mirza'yla el ele yürümeye başladık.

"Sana göstereceğim ben birazdan," diye ağzımın içinden kendi kendime mırıldandığımda, Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

"O zaten allahın emri gibi bir şey artık." Mirza'nın alay edermiş gibi söylediği şeyle birlikte burnumdan soludum. Bir de dalga geçiyor, beni ciddiye falan almıyordu. Ama ben kendimi ona birazdan çok güzel ciddiye aldıracaktım.

Nihayet emniyetten çıkabildiğimizde Mirza beni kenara park ettiği arabasına doğru yönlendirdi. Ay sanki bebektim de beni oradan oraya yürütüp duruyordu. Daha fazla dayanamadığımda elimi Mirza'nın elinden kurtararak hemen arabaya bindim.

Mirza arkamdan çatılmış kaşlarıyla bakmakla yetindiğinde, arkamdan derin derin soluduğunu hissedebilmiştim.

Peşimden o da arabaya bindiğinde, "Sen ne yaptığını sanıyorsun ya?" Diyerek sesimi yükselterek bağırdım. Mirza oldukça rahat bir şekilde gözlerini bana çevirdi. Şu an ben ne kadar sinirliysem, o da bir o kadar sakindi.

Mirza, "Dur bir kurban olduğum," dediğinde oldukça rahat bir şekilde koltuğa yayıldı. Gözlerini bana çevirdi, "Tamam..." dedi sakince. "Şimdi hazırım."

Ellerimi iki yanıma açtığımda, "Gerçekten pes," dedim inanamıyormuş gibi. "Bir de böyle karşıma rahat rahat geçip oturmaz mısın? Arsız gibi... Hazırım diyor bir de ya..." Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. "Neye hazırsın acaba, neye? Beni çıldırtmaya mı?"

Mirza, "Estağfirullah..." dediğinde elini kalbine doğru götürüp sanki 'eyvallah' dercesine bastırdı. "Ben sana şöyle bir bakarım sen zaten çıldırırsın. Onun için ekstra bir şey yapmama gerek yok kurban olduğum." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte öylece kaldım. Hâlâ benimle alay ediyordu ama alaycılığının yanı sıra sözlerinin altında içine sakladığı bir kırgınlıkta var gibi hissetmiştim.

"Ama ben şimdi nikah masasına oturmak için hazırım." Mirza'nın söylediği son şeyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, "Ne?" Dedim.

Gerçekten de ne?

Bu böyle nikah masası falan dedikçe bana bir şeyler oluyordu yani. Bir de böyle aniden söyleyip söyleyip duruyordu.

"Saçma saçma konuşma!" Dedim en sonunda kendime gelebildiğimde. "Ne nikahı, ne masası ya?" Başımı hızlı bir şekilde iki yanıma doğru salladım. "Allah korusun, allah yazdıysa bozsun tamam mı?" Mirza'nın gözlerinin içine baka baka ona inat olsun diye söylediğim şeylerle birlikte Mirza'nın az önceki rahat tavırları birden kaybolduğunda, kaşları derin bir şekilde çatıldı. Oturduğu koltuğunda doğruluğunda keyfine limon sıktığını hissedebilmiştim.

Mirza başını aşağı yukarı böyle hırsla salladığında, "Mihran!" Diye tısladı dişlerinin arasından.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Ne?" Dedim oldukça kaba bir şekilde yüzüne yüzüne. "Ne diyorsun söyle söyle."

"Bak sen şu an bana getiriyorsun Mihran. Gerçekten şu an bak benim böyle bir asaplarım falan gerildi. Bana geldiler bak, geldiler." Mirza'nın oldukça sinirli bir şekilde söylediği şeyle birlikte ağzımdan kaçan kahkahama engel olamayarak, gülmeye başladım. Mirza öylece bana bakakaldı.

"Asapların gerildi demek, gerilsin gerilsin. Biraz da senin asapların gerilsin. Hep sen mi beni gereceksin?" Gülerek ama bir o kadar da sinirli bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza burnundan solumaya başladı.

"Ba ba ba laflara bak laflara bak." Elini, yolmak istercesine saçlarının arasından geçirdi. "Allah korusun öyle mi?" Başını aşağı, yukarı hırsla salladı. "Allah yazdıysa bozsun öyle mi?" Az önce söylediğim sözleri bir türlü kendine yediremiyor gibi bir hâli vardı. Zaten asaplarının böyle gerilmesine neden olanda benim ona söylediğim sözlerimdi. Yediremedikçe de böyle oluyordu işte.

Kısacası kuduruyordu.

"Aynen öyle," dedim yüzüne baka baka.

Mirza işaret parmağını benim önüme önüme salladığında, "Hemen geri alıyorsun o söylediklerini hemen," dedi. Gözlerim parmağına düştüğünde kaşlarım biraz daha çatıldı.

"Nikah falan yok..." dedim onun söylediklerinin aksine, onu daha fazla sinir etmek istercesine.

Mirza başını salladığında, "Devam et böyle devam," dedi. Sanki bilerek yaptığımı anlamış gibi birden kendini tutmaya çalışmış ve sakinleşmişti. O böyle deyince de bir şeyler söyleyesim kaçmıştı.

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, başını yüzüme doğru eğdi. Tam geriye doğru kaçacağım an iki elini belime atıp beni kendisine doğru çektiğinde, göğüslerimiz birbirine çarptı. Beklemediğim bu ani hareketiyle birlikte kısa bir an için nefes alamadığımı hissettim, böyle kalbim bir farklı çarptı. Belimde duran elleri belimi okşamaya başladığında âdeta kaskatı kesilmiş bir şekilde öylece kaldım. Tek bir hareketiyle bile tüm dengelerimle oynamayı başarabiliyordu.

Alnını alnıma sıkıca bastırdığında, "Bizim sevdamızın," diye kelimelerin üzerine basa basa konuştu. "Bizim sevdamızın sonu nikah masasında bitecek." Sözleri boğazıma bir yumru gibi oturdu, ve derince yutkundum. O da hissetti karşısında böyle dengemi kaybedişlerimi. "Bu yolun sonunda er ya da geç sen Mihran Ulubey olacaksın."

Mihran Ulubey...

Bu sefer yutkunamadım. Tek bir sözü boğazımda yumru gibi kaldı.

Mihran Ulubey... Böyle bir düşününce de yakıştı ha! Gerçi onun soyadını böyle ilk deneyişim değildi ki... Bundan yıllar önce hayaller kurar, saf bir bir çocuklukla isminin yanına onun soyadını koyarak denerdim.

Şimdi düşündüğümde gerçekten de çok geri zekalıymışım ha!

Çok büyük boklar yemişim yani.

Ama yine de yakışıyordu yani. Mihran Ulubey. Böyle bir kulaklarıma hoş, asil gelmişti. Tabii böyle gelmesinde Mirza'nın söylemesinin etkisi de büyüktü.

Düşüncelerimin iyiden iyiye saçmalamaya doğru gittiğini hissettiğimde, "Rüyanda görürsün," dedim, düşündüklerimin aksini inkâr etmek istercesine. "Anca rüyanda görürsün."

Mirza oldukça kaba bir şekilde burnunu çektiğinde, "Rüyamda da görürüm, gerçeğini de görürüm..." dedi. Başını biraz daha bana doğru eğdi. "Sen benim yerime tasalanma kurban olduğum."

Oldukça rahat bir şekilde söylediği sözlerin üzerine sinirlendiğimde, "Bırak!" Dedim. Sesim artık yükselmişti. "Gerçeğini de görürmüşmüş. Göremezsin efendim. Asla evlenmem seninle asla. Hele az önceki yaptıklarından sonra asla." Bağıra çağıra konuşmuştum.

Mirza, "Ne yaptım söyle?" Dediğinde gözlerimin içine içine cevap bekler gibi bir ifadeyle baktı. Yani daha ne yaptığını bile bilmiyordu.

"O kadın, o yılan..." Dediğim an Mirza daha benim konuşmama müsaade etmeden hızlı bir şekilde sözümü kesti:

"O kadını, o yılanı geçeceksin sen bir," dediğinde beni taklit edercesine konuşmuştu ve sesi de oldukça sert bir şekilde çıkmıştı. "O kadın bizim hayatımızın hiçbir yerinde değil Mihran." Sanki bana anlatmak istermiş gibi kelimeleri böyle tek tek söylemişti ama gerçekten sözleriyle hayatı öyle bir çelişiyordu ki... Artık komik olmaya başlamıştı yani.

"Benim hayatımda değil zaten," dedim sinirimden güldüğümde. "Senin hayatında." Sinirli sinirli nefesler alıp vermeye devam etti ama onu umursamadan tekrardan konuştum: "Hem de öyle bir hayatındaki böyle karşıma geçip dört yıldır sen neredeydin falan diye bana hesaplar sorabiliyor." Yüzümü buruşturdum. "O yüzden şimdi karşıma geçip böyle 'o bizim hayatımızda değil' numaraları yapma bana. Çünkü; komik oluyorsun artık."

"Ben artık bıktım, illallah ettim artık..." dediğinde Mirza elini tişörtünün yakasına götürüp çekiştirdi. "Hay ben böyle işin anasını, avradını, topunu, soyunu, sopunu sikeyim artık." Sanki benim yanında olduğumu unutmuş gibi bir de geçip küfür etmişti. "Sadece beş dakika..." Elini kaldırıp yüzümün önünde salladı. "Ulan şu mutluluk bize sadece beş dakika mı gelecek? Seninle sadece beş dakika mı kavga etmeden duracağız?" Bunu gerçekten bana mı soruyordu?

"Dört yıla say dört yıla," diye bağırdım. "Bir de geçmiş karşıma sanki sürekli ota boka kavga çıkaran benmişim gibi davranıyorsun."

Mirza elini kalbinin üzerine götürüp, "Estağfirullah kurban olduğum, Estağfirullah..." dediğinde başını aşağı yukarı salladı. "Her şeyin suçlusu benim."

Başımı aşağı yukarı hırsla salladığımda, "Ha şunu bileydin," dedim. "O kadını, o yılanı bizim hayatımıza sokan sensin." Hâlâ bizim hayatımız diyordum. "O kadına, o yılana böyle yüz veren de sensin." Ahsen'in söylediği sözler hâlâ kulaklarımdaydı ve daha da gidecek gibi durmuyordu.

'O dört yılda gerçekten onun hayatında olduğunu falan mı düşünüyorsun sen' demişti. Sözleri yeniden, yeniden çınladı kulaklarımda. Hissettiğim sinirimden dolayı gözlerimin dolu dolu olduğunu hissettiğimde Mirza'dan uzaklaşarak başımı cama çevirdim. Ellerimle gözlerimi sildiğimde kırık çıkan ses tonumla konuştum:

"Bir de onun gözünün içine baka baka, böyle sanki bir şeyleri ispat etmek istercesine evleniyoruz falan diyorsun." Kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. "Kime neyi kanıtlıyorsun ki sen?" O elimi tutuşu, evleniyoruz demeleri falan beni kırmaktan başka bir şey yapmamıştı. "Keşke biraz olsun beni anlayabilseydin," dedim. Derin bir iç çektim. "Keşke..."

Gerçekten biz Mirza'yla bu kadar anlaşamayarak nasıl sevgili olmuştuk acaba? Şu sıralar bunu fazlasıyla sorgulamaya başlamıştım. Beş dakikamız normal geçse, sonrasında bir saatimiz tartışmayla geçiyordu yani. Ama buna rağmen birbirimizden de kopamıyorduk ki... Gitsem anca bir adım ötesine falan gidebiliyordum. O da gitse bile şu kalbimi kendisiyle mühürlemişti bir kere.

"Kimseye kanıtlayacağım..." Duraksadığında yanlış bir şey demiş gibi düzeltti. "Kanıtlayacağımız bir şey yok Mihran."

"O yüzden böyle elimden tutup, herkese ilan ettin değil mi? Evleniyormuşuz sözde tabii... O kadına..." Yüzümü buruşturdum. "O yılana bir şeyler kanıtlamaya çalışıyoruz ya biz zaten." Ahsen'e yılan demekten asla vazgeçmeyecektim. Çünkü; tam bir yılandı. Hem de en zehirlisinden...

Mirza, "Ne yapsaydım?" Dediğinde ellerini iki yanına doğru açtı. "Ulan bir an için be, sadece bir an için her şey çok güzel gidiyordu. Sonra o kıyamadığım gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Ne yapsaydım sen öyle ağlarken? Ya durup kendimi yakacaktım, ya da gidip benim kurban olduğumu ağlatanı yakacaktım." Karşımda öyle net bir şekilde konuşuyordu ki...

Evet, Ahsen'i yakmıştı. Benim gözyaşlarıma karşılık, onun içini yakmıştı. Ama bunun bana bir faydası yoktu ki.

"Kendine ne yapacaksın?" Dediğimde sesim fısıldar gibi çıkmıştı. Artık biraz olsun sakinleşmiş gibiydik. "Kurban olup olup ağlatan sensin. Kendine ne yapacaksın Mirza?"

Mirza, "Bana da sen yap," dediğinde başını hafifçe sağ tarafına doğru yatırdı. Birden gözüme öyle masum gözükmüştü ki...

Masumluk ve Mirza? Kendi düşündüğüm şeye kendim bile inanamamıştım.

"Saçma saçma konuşma," dedim. Mirza'nın aksine hâlâ çirkef bir şekilde davranıyor, ters ters cevaplar veriyordum. "Ne yapayım ben sana?" Mirza'ya yapabileceğim tek şey ona böyle bağırmak falan olurdu galiba.

"Öpsen mesela?" Mirza'nın dediği şeyle birlikte öylece kaldığımda kısa bir an için söylediği şeye inanamadım. Ama gayet ciddi gözüküyordu. Koyu kahverengi gözlerini hafifçe kıstığında, uzun kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşmüştü.

Bu hâliyle tatlı olduğunu falan mı düşünüyordu acaba?

Eğer öyle düşünüyorsa kesinlikle doğru düşünüyordu. Çünkü şu an gerçekten çok tatlı gözüküyordu.

Kendime gelmek istercesine başımı iki yanıma salladığımda, "Çok beklersin," dedim. Daha fazla ona bakmak istemediğimde gözlerimi gözlerinden çekerek, önüme döndüm.

Mirza, "Beklerim..." dediğinde sesi güler gibi çıkmıştı. Gözümün ucuyla ona bakmaya çalıştım. Gözlerini dik dik dikmiş yine bana bakıyordu. "Sonu sen olacaksa..." Duraksadı. "Keyifle beklerim hem de." Ona dönüp bakamadım.

Bir dört yıl bekleteyim de keyifle beklemeyi gör sen. gğwğeğdğdğ

"Eve gitmek istiyorum artık," dediğimde Mirza başka bir şey demeyeceğimi anlamış olacak ki; arabayı çalıştırdı. Sonunda yola koyulabildiğimizde başımı cama doğru yasladım.

Mirza'nın çalan telefonunun sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerim kısa bir an telefonunun ekranına koydu. Devran abi arıyordu.

Mirza yolda olan gözlerini bana çevirdiğinde, "Efendim kardeşim?" Diyerek açtı telefonu. Devran abi ne diyordu duyamıyordum ama Mirza ara ara başını sallıyor, Devran abiyi dinliyordu.

Mirza, "Bu akşam mı?" Dediğinde alnını sıvazladı. Bir yere falan gideceklerdi galiba.

Mirza bu sefer de, "Bilmiyorum ki ne der?" Dediğinde gözlerini bana çevirdi. Ne olduğunu anlayamadığımda tam Mirza'ya soracaktım ki Mirza tekrardan konuştu: "Sezin'de mi yanında?" Hah şimdi tam olmuştu işte.

Bunlar kesin yine benim başıma bir iş falan açacaklardı. Yani Sezin ablanın olduğu yerde benim başıma bir şeyin gelmemesi mümkün değildi.

Mirza, "Tamam Mihran'ı vereyim..." dediğinde ben daha ne olduğunu anlayamadan elindeki telefonu hafifçe bacaklarımın üzerine koydu. Sorgular bakışlarımla yüzüne baktığımda, "Sezin istiyor," dedi.

Oflamamak için kendimi zor tuttuğumda telefonu elime alıp, kulağıma götürdüm. "Efendim Sezin abla?"

"Ne yapıyorsun kız?" Ay bu da birden böyle sorunca...

"Bir şey yapmıyoruz Sezin abla. Eve gidiyoruz o kadar." Kendimi yersiz bir savunmanın içine atarak söylediğim şeyle birlikte Sezin ablanın gülüşü kulaklarıma doldu.

"Anladım ben anladım," dedi. Neyi anlamıştı acaba?

Sezin abla, "Neyse bunu bir araya gelince konuşuruz," dediğinde sesi muzip bir şekilde çıkmıştı. "Akşam Eva'da buluşalım diyoruz." Ne olur buluşmayalım ya. Daha dün gece beraberdik ve ben daha onları hiç özlememiştim.

"Sezin abla çok yorgunum ben," dediğim sıra Sezin abla daha benim başka bir şey dememe izin vermeden cırlayarak konuştu:

"Kız düğünüme az kaldı benim az." Yüzümü buruşturdum. Düğünüm derken sesi öyle bir heyecanlı çıkmıştı ki... Evlenmek için sabırsızlandığını anlayabilmiştim. "Yardımınıza ihtiyacım var. Yorgunmuşmuş anlamam yorgunluktan falan ben. Akşam Mirza'yı da al gel. Ben Çiçek'le, Dila'yı da arayacağım şimdi."

Sezin ablaya asla laf yetiştiremeyeceğimi anladığımda, "Tamam Sezin abla..." dedim. "Geliriz." Zaten düğününe de az kaldığı için yanında olabildiğim kadar olmak istiyordum.

"Aferin kız hadi öpüyorum seni." Sezin abla gayet keyifli bir şekilde söylediklerinden sonra ben daha cevap veremeden telefonu kapattığında, başımı olumsuz anlamda salladım. En azından bir cevap verseydim be! Neyse...

"Sezin'in elinden kurtulamadın galiba?" Mirza'nın söylediği şeyle birlikte gözlerimi ona çevirdim. Dudakları yukarıya kıvrılmıştı ve keyfi gayet yerinde gözüküyordu.

"Kurtulamadım da..." dediğimde kaşlarımı sorgular bir ifadeyle yukarıya doğru kaldırdım. "Sana ne oluyor böyle? Gülmeler, etmeler falan."

Mirza, "Seni rahat rahat görebileceğim," dediğinde başını bana çevirdi ve göz kırptı. Ha tüm bu gülüşleri falan beni rahatça görebileceğindendi yani. "Seni görmek için liseli ergenler gibi fırsat kollamayacağım. Böyle rahatça..." dediğinde duraksadı ve derin derin gözlerime baktı. "Böyle rahatça kurban olduğuma bakabileceğim." Sanki normalde hiç bakmıyordu ya. Allem edip kallem edip bir şekilde beni sıkıştırmayı başarıyordu.

Mirza'nın gözlerine bakmaya devam ettiğimde hiçbir şey demedim. Ben bir şey dediğim zaman tersliyordum ve şu dilimin şu anımıza girmesini istemedim. Sadece baktım ve en sonunda gözlerimi ondan çektim.

Mirza, "Çek gözlerini çek," dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı ama o sertliğinin altına yerleştirmiş olduğu muzipliğini de hissedebilmiştim. "Gün gelir şimdi bakmadığın gözlerime bakmak istersin ama baktığın yerde bulamazsın beni." Ne? Allah'ım aklı sıra böyle dalga geçerek alttan alttan laf sokmaya çalışıyordu.

"Haklısın," dedim onu hiç bozuntuya vermediğimde. Güldüm ama bu gülüşüm acı bir gülüştü. "Sen ne zaman baktığım yerde oldun ki? Nasıl olsa alışıksın sen gitmeye. Yine gidersin..." Cümlemi Mirza'nın bana dönen gözleri bıçak gibi kestiğinde hiçbir şey diyemedim.

Mirza dudaklarının arasından, "Sakın!" Diye tısladığında sesi öyle sert çıkmıştı ki... Dudakları aralandı ama geri kapandı. Belki diyecek çok şeyi vardı ama başka hiçbir şey demedi. Gözlerini benden çekip geri yola çevirdiğinde başını aşağı yukarı salladı. Bir şeyleri kendine yediremediğinin farkındaydım. Hatta yedirememekten de öte bu tavırlarının öfkesine ve haksızlığına olduğunu biliyordum.

Mirza kolunu cama yasladığında şimdi arabayı tek eliyle sürüyordu. Sanki yerine sığamıyor gibi bir hâli vardı. Elini hemen önünde bulunan sigara paketine uzattı ama eli paketin üzerinde duraksadı ve almadı. Rahatsız olacağımı düşündüğü için almadığını anlamıştım. Rahatsız olmazdım ama bunu ona söylemedim.

Yolun bundan sonrasında ikimizin arasında derin ve rahatsız edici bir sessizlik oluştuğunda ikimizde konuşmadık. Benim sözlerim resmen ikimizin arasına sert ve derinden esen bir rüzgâr gibi girmişti ve ikimizde başka yanlara savrulmuştuk. Daha doğrusu zihinlerimiz, düşüncelerimi... Onun tam olarak ne düşündüğünü, ne hissettiğini kestiremiyordum ama kendisiyle büyük bir çatışma içerisinde olduğunun farkındaydım.

Kendimden artık bahsetmek bile istemiyordum.

Başımı cama yasladığımda gözlerim öylece akıp giden yolda kaldı. Aradan geçen dakikalarda Mirza arabayı evinin önünde durdurduğunda aramızdaki sessizlik hâlâ sürüyordu.

Mirza, "Bir saate kalmaz çıkarız," dediğinde dönüp bana bakmamıştı bile. Kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. Ne bu böyle hareketler falan?

"İyi," dediğim sıra arabadan hızlı bir şekilde indim ve aynı hızda da kapıyı çarparak kapattım. Öyle hızlı çarpmıştım ki... Sanki böyle ondan alamadığım hıncımı, arabasından almak istercesine çarpmıştım.

Hızlı hızlı yürüyerek evin kapısına geldiğimde kapıya vurmaya başladım. Ama daha kapıya bir kez vurmamda sanki benim gelmemi bekliyormuş gibi açıldığında karşımda annem belirdi.

Annemin açtığı kapıdan içeri girdiğimde annem, "Nerede kaldın böyle?" Dedi. "Saat geç oldu. Dersin mi geç bitti?" Hoş buldum anne ya gerçekten hoş buldum.

Başımı iki yanıma doğru salladığımda, "Arkadaşlarımlaydım," demekle yetindim.

"Mirza oğlumun arabasından inerken gördüm seni." Gözlerimi annemin gözlerinden kaçırdığımda çıkardığım ayakkabılarımı ayakkabılığa koydum. Ağzıma aramaya falan mı çalışıyordu yani?

"Yolda karşılaştık o yüzden öyle oldu." Annem bir şey demediğinde, "Hazırlanıp çıkacağım ben," diye devam ettim sözlerime. "Sezin abla aradı Eva'ya gideceğiz."

Annem, "Tamam," dediğinde zaten bir şey demeyeceğimi anlamıştım. O zaten benim bu mahallenin gençleriyle takılmamı isterdi ve şimdi o iş ayağına gelmişti işte.

Merdivenlere yöneldiğimde annem arkamdan, "Yemek yemeden çıkma!" Diye bağırdı.

"Dışarıda yedim, tokum..." dediğimde aklıma emniyette yediğim yemekler geldi. Bir güzel silip süpürmüştüm ama işte sonradan o da mideme oturmuştu. Daha doğrusu o yılan mideme oturtmuştu.

Annem, "Ah ah benim güzelim yemeklerim varken sen git ne olduğu belli olmayan, kaç günlük yağlarla yapılan yemekleri ye e mi kızım..." diyerek söylendiğinde annemi umursamayarak hemen odama girdim. Kaç günlük yağ falan diyordu ama valla o beğenmediği yemeklerin tadı da çok güzel oluyordu yani.

Odama girer girmez çantamı çıkarıp odamın kenarına fırlattığımda üzerimdeki kıyafetlerimi de bir bir çıkardım. Sabahtan beri aynı kıyafetlerle dura dura terlemiştim. Üzerimde siyah iç çamaşırlarımla birlikte kaldığımda, dolabımın kapaklarını açarak kendime giyecek bir şeyler bakmaya başladım. Gözüme ilk çarpan açık kot mom jeanımı ve beyaz gömleğimi çıkardığımda, hiç vakit kaybetmeden üzerimi giymeye başladım.

Pantolonumu bacaklarımın arasından geçirerek giydiğimde, pantolonum üst bacağıma ve kalçama tam oturmuş, sıkıca sarmıştı. Bu darlığı daha da bir güzel göstermişti. Aynadan kendimi inceleye inceleye beyaz gömleğimi de üzerime geçirdiğimde hemen ucunu pantolonumun içine sokarak, siyah kemerimi de taktım. Gömleğimin üstten düğmelerini açıkta bırakarak açtığımda siyah braletimin dantelleri göz önüne çıkmıştı.

Ay sanki böyle bir Mavi'nin reklamında falandım ha!

"Maşallah maşallah," dediğimde böyle bir kendimi okuyup üfledim. Mazallah nazara falan gelir, bir tarafımı falan kırardım ben şimdi.

Saçlarımı da elimle gelişigüzel bir şekilde dağıttığımda makyaj masama yaklaşarak elime rimelimi aldım. Aynaya iyice yaklaşarak rimelimi sürmeye başladığımda, gözüme çarpan bıyıklarımla birlikte elimde rimelle birlikte öylece kaldım.

"Geç kalmıştın geç..." dediğimde sesim sinirli bir şekilde çıkmıştı. Elimdeki rimeli geri yerine koydum. Çıkan bıyıklarımı gördükten sonra makyaj yapasım falan kaçmıştı. "Hemen çık hemen." Kendi kendime konuşuyordum.

Allah'ım sabır ya.

Ofladığımda hemen ipi elime alarak bıyıklarımı almaya başladım. Normalde ipten önce ağdayla alır, sonra ipe geçerdim ama şimdi ağdanın yarım saat ısınmasını bekleyecek kadar vaktim yoktu.

Beş dakikanın sonunda ahlaya ahlaya bıyıklarımı almayı başardığımda hemen kızaran cildimi nemlendirdim. Beş dakikaya kalmaz kızarıklığı da geçerdi zaten. O geçene kadar hemen rimelimi tekrardan sürmeye başladığımda, kirpiklerimi güzel bir şekilde yukarıya doğru kıvırdım. Koyu kahverengi tonlarında olan mat rujumu da elime aldığımda dikkatli bir şekilde dudaklarıma sürdüm. Sürdükçe böyle hafifçe bordoya çalıyordu.

"Maşallah maşallah ya..." dediğimde kendime beğeni dolu gözlerle baktım. Aslında belki her zaman giydiğim şeylerimi giymiştim ama bugün böyle gözüme bir farklı gelmiştim. Saçım falan ayrı bir güzel olmuştu yani. "Nasıl güzelim ama nasıl güzel." Anlaşılan bugün kendimi öve öve bitirmeyecektim. Kendime asıl nazarı yine kendim vermeseydim bari.

Yatağımın üzerine koyduğum telefonumun peş peşe titrediğinde hemen telefonumu elime aldım. Bu kadar titremeye birisi arıyor sanmıştım ama birisi aramamıştı, sadece Dila mesaj atmıştı o kadar. WhatsApp'a girerek mesajları okumaya başladım.

Dila: Yenge

Dila: Yengee

Dila: Yengeee

Sabır, sabır, sabır...

Dila böyle yenge dedikçe bana bir şeyler oluyordu valla ya. Durup durup yenge diyordu, bir de böyle bir kez de demiyordu ki. İnşallah dışarıda başkalarının yanında falan da demezdi.

Dila: Hazır mısın yenge?

Dila: Abim sorduruyor yengee

Dila: Hazırsan çıkacakmışız yengeee

Ayy bu böyle yenge dedikçe valla bir irite oluyordum ha!

Siz: Abinin kendi telefonu yok herhalde!

Tabii kendisi bana tripli olduğu için ne aramaya, ne de bir mesaj atmaya tenezzül ediyordu.

Dila: Abim biriyle konuşuyor yenge

Siz: Kiminle??

Dila: Bekle asdfasdfg

Siz: BENİM SORDURDUĞUMU SÖYLEME SAKIN

Böyle yazmıştım yazmasına ama uyarmak için geç kalmıştım galiba, çünkü; mesajımı görmemişti bile. Gerçi görse bile o inadına söylerdi kesin.

Dila: Beşirle konuşuyormuş

Dila: Abimi çıldırtıyor

Oh çok iyi yapıyor.

Dila: VE TABİ Kİ DE SÖYLEDİM ASDŞĞWĞW

Çok büyük bok yedin.

Dila: Bu arada şimdiden beni kullanmaya başladın bakıyorum da yengeciğim asdfasdfasdf

Dila: Neyse kullan kullan

Dila: Abimin sırlarını her türlü sana açık ederim

Dila: Şunun şurasında yengem olacaksın sonuçta asfpasdf

Siz: Bu mesajları abine göstereceğime emin olabilirsin Dila:)

Dila: SENİN AĞZIAN SIÇSRIM

Dila: YAŞMA ETME BAK

Kendimi tutamadığımda kahkahalarla gülmeye başladım. Ay öyle bir korkmuştu ki gülmemek elimde değildi. Kahkahalarımın arasında Dila'ya mesaj yazarak yolladım.

Siz: Ben hazırım Dila:)

Telefonumun ekranını kapattığımda peş peşe titremeye başladı. Anlaşılan Dila korkusundan böyle mesajlar atmaya devam edecekti. Telefonumu sessize alıp çantamın içine attığımda, çantamı koluma takarak odamdan çıktım.

"Anne ben çıkıyorum," diye bağırdığımda merdivenleri inmiştim bile. Ayakkabılıktan çıkardığım siyah, topuklu botlarımı ayağıma geçirdiğimde, portmantodaki siyah ceketimi de elime aldım.

"Tü tü tü maşallah..." diyen annemin sesini duyduğumda gözlerimi anneme çevirdim. 'Maşallah' çekerek bana bakıyor, bir yandan da galiba dua okuyordu. "Tü tü tü maşallah nazar değmesin benim kızıma." Annem yüzüme yüzüme üflediğinde, yüzümü buruşturarak geriye kaçtım. Ay iyi ki yüzüme falan tükürmemişti.

"Ay anne yaa..." dediğimde kapıyı açarak hemen kendimi dışarı attım. Valla bunun peşinden tükürüğünde gelmesinden korkmuştum.

Annem arkamdan, "Ayy anne ne kız? Bir de cırlıyor anasına," diye söylenmeye başladığında, ben çoktan bahçe kapısını açarak sokağa çıkmıştım bile. Ayy yalnız annemin söylenmeleri sokaktan nasıl da duyuluyordu öyle. Valla her zaman böyle duyuluyorsa biz rezil olmuştuk yani.

Bir adım atar atmaz arabasının önünde dikilerek telefonuyla oynayan Mirza'yı gördüğümde, attığım adımım istemsiz bir şekilde duraksadı. Üzerine siyah, düz bir tişört giymeyi tercih etmişti, altına ise; yine siyah, çokta bol olmayan bir kot pantolon giymişti. İnce tişörtünün üzerine de deri ceketini atmıştı. Fazlasıyla sıradandı ama sıradanken bile öyle güzeldi ki...

Telefonuna öyle dikkatli bakıyordu ki geldiğimi fark etmemişti bile. Hem de annemin o kadar bağırmalarına rağmen. Ya da fark etmişti ama en son ki tripli ayrılışımızın üzerine bilerek bakmıyordu. Kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Yolun ortasında fazla duraksadığımı fark ettiğimde Mirza'ya doğru adımlar atmaya başladım. Topuklu ayakkabımdan çıkan sesler taşlara çarparak yankı yapıyordu. Ah bu ses kulaklarıma öyle güzel geliyordu ki...

Mirza nihayet burada olduğumu anlamış gibi gözlerini bana çevirdiğinde, kaşları yukarıya doğru kalktı. Hafiften hafiften esen rüzgar dağınık olan saçlarımı biraz daha karıştırdığında, elimle saçlarımı geriye doğru attım. Mirza'nın gözleri önce saçlarıma düştüğünde, hemen sonrasında dudaklarımda duraksadı. Gözlerininin ağırlığı altında ezilen dudaklarımın karıncalandığını hissettiğimde Mirza'nın derince yutkunduğunu hissettim.

Dudaklarımda olan gözleri yavaş yavaş göğsüme doğru indiğinde kaşları hafifçe çatıldı. Gözleri uzun uzun gömleğimin açıkta bıraktığı tenimde dolaştı. Dolaştıkça kaşları biraz daha çatıldı. Ağzının içinden bir şeyler homurdandığında başını sağ tarafına yatırarak kütletti.

Bana doğru adımlar attığında, "Bu hâlin ne?" Dedi. Sesi sert bir şekilde çıkmıştı. Böyle bir yeniden süzdü beni falan. Ama baktıkça daha da sinirleniyor gibi gözüküyordu. Neye böyle sinirleniyorsa beyefendi? Hem trip atıyordu hem de böyle sinirleniyordu.

"Ne varmış hâlimde?" Dediğimde dik dik ona baktım. Ben onun neye böyle sinirlendiğini biliyordum ama açıkçası zerre umrumda değildi.

Mirza, "Ne yok ki?" Dediğinde başını iki yanına doğru salladı. "Podyumda falan yürüyeceksiniz herhalde Mihran hanım."

"Aynen aynen," dedim benimle alay etmesini umursamadığımda. Ona doğru adımlar attıkça topuklu ayakkabımın sesi yankılanıyordu. Mirza'nın gözleri topuklu ayakkabılarıma düştüğünde ağzının içinden bir şeyler homurdandı ama ne dediğini pek anlayamadım.

"Nasıl güzel yürüyebiliyor muyum?" Dediğimde önüme düşen saçlarımı havalı bir şekilde geriye doğru attım. O benimle böyle alay ede ede konuşursa ben de ona uyardım.

Mirza, "Te allam ya..." dediğinde başını 'sabır çeke çeke' yukarıya kaldırdı. Anca böyle sabır çekerdi zaten. "Daha bir de dalga geçiyor benimle." Hep onun benimle geçecek hâli yoktu ya.

Mirza'nın gözleri tekrardan önce gömleğimin açıkta bıraktığı siyah, dantelli braletime oradan da göğüslerime kaydığında yutkunduğunu hissettim. "Ne kadar güzel göründüğünün farkında mısın sen?" Mirza'nın sinirli bir şekilde söylediği şeyle birlikte kaşlarım benden bağımsız bir şekilde yukarıya doğru kalktı.

Ay aniden böyle deyince bir garip hissettim kendimi ha! Şöyle sanki kal gelmiş gibi kaldım yani.

"Farkındayım tabii..." dediğimde sesimi kendimden emin bir şekilde çıkarmak için baya çaba sarf etmiştim. Sözlerinin beni etkilediğini belli etmemek için de...

"İyi farkındaysan şimdi git üzerine doğru düzgün bir şey giy!" Mirza'nın oldukça sert bir şekilde söylediği şeyle birlikte öylece kaldığımda, gözlerim âdeta yuvalarından çıkacakmışçasına açıldı.

Gerçi ben neye şaşırıyordum ki? Klasik Mirza'ydı işte. Artık alışmam ve böyle şaşırmamam gerekiyordu.

Açılan göz kapaklarım hafifçe kapandığında, "Pardon?" Dedim ve peşinden de kendimi tutamayarak güldüm. Gülüyordum gülmesine ama içten içe böyle bir sinir olmuştum. "Gerçekten şaka gibisin. Öyle şakasın ki hatta böyle gülüyorum işte. Zaten şu söylediğin şeye anca güler..." Duraksadığımda elimi rastgele havada salladım. "Geçerim."

Mirza dudaklarının arasından, "Mihran!" Diyerek tısladığında öne doğru birkaç adım attı.

Ne Mihran, ne Mihran?

Mirza'nın bana doğru attığı sert adımları Dila'nın, "Allah'ım inşallah abim beni bırakıp gitmemiştir..." diye bağıran sesiyle birlikte kesildiğinde, hemen peşinden de evlerinin bahçe kapısı açıldı ve açılan kapıdan Dila göründü.

Dila bizi görür görmez derin bir nefesi içine çektiğinde, "Oh be!" Dedi rahatlayarak. "Valla beni bırakıp gittiniz sandım." Tabii abisinin huyunu ve huysuzluğunu bildiği için onu bırakıp gitmemizden korkmuştu.

Mirza, "Gitmedik," dediğinde çatık kaşlarının ardından bana bakmaya devam etti. "Bu gidişle gidecek gibi de durmuyoruz." Aklı sıra üzerimi değiştirmeden gidemeyeceğimizi söylüyordu. Sanki onu dinleyen vardı ya.

Dila, "Neden abi? O kadar hazırlandım ben ya," dediğinde sesi sitemli bir şekilde çıkmıştı. O kadar hazırlandığım dediği de düz bir tişört ve pantolon giymişti. Aslında Dila böyle çıkmazdı ama Mirza'nın varlığının süslenmesine engel olduğunu anlayabilmiştim.

Dila, "Mihran..." diyerek gözlerini bana çevirdiğinde, "Of be!" Diyerek tamamladı cümlesini. Birden ruh hâli değişmiş, böyle bir gözleri falan açılmıştı. Dudaklarıyla ıslık çaldığında, "Of be kızım!" Dedi tekrardan. "Acun Ilıcalı'nın bir sözü var bilir misin?" Güldüğünde, "Hay maşallah..." diyerek tamamladı sözlerini.

Bu abartılı gelen tepkisine karşılık güldüğümde Mirza, "Gel gel..." dedi. Gözlerini benden çekerek Dila'ya çevirdi.
"Sen de gel üzerime. İkiniz birleşin gelin üzerime. Hadi az daha attırın benim asaplarımı tepeme." Ayy sanki asaplarının atması için bize çok gerek vardı ya...

Dila, "Abi ben..." dediğinde ne diyeceğini bile bilememişti. Yazık kızda abisinin huyunu bildiği hâlde böyle birden neye uğradığını şaşırmıştı. "Ben ne yaptım ya?"

Aralarına girmem gerektiğini düşündüğümde, "Hiçbir şey yapmadın Dila..." dedim. "Abinin doğal hâli bu ya zaten."

Dila, "Hay ağzını bal yesin kız..." diyerek yanıma gelmeye başladığında Mirza'nın âdeta ateş saçan gözleri Dila'nın üzerinde dolandı. Dila'da abartmıştı ha! Sonuçta gün sonunda benimle değil, Mirza'yla aynı eve girecekti.

Mirza, "Dila!" Dediğinde sesi öyle sert çıkmıştı ki... "Şu eve girdiğimiz an çok güzel seveceğim seni abiciğim." Dila'nın boğazından derince bir yutkunma geçti.

Dila, "Sen beni sevmesen abiciğim," dediğinde sesi titremişti. Başını iki yanına salladığında gözlerini bana çevirdi ve son bir umutla bana sığınmayı tercih etti. "Yengem..." dediğinde sesi öyle içten ve candan çıkmıştı ki... "Canım yengem, abimin canı, cananı yengem..." Kaşlarımı derince çattım.

Çiçek'in ansızın 'eniştem' demesiyle, Dila'nın böyle 'yengem' demesi kapışabilirdi galiba.

"Hay senin yengenin..." dediğim an buradaki yengenin kendim olduğunu fark ettiğimde duraksadım. Az kalsın kendime kötü söz ettirip, beddua ettireceklerdi be! Gerçekten abili kardeşli çok güzel dengemi bozmuşlardı. "Gidelim artık," dediğimde sıra elimde tuttuğum telefonum titredi. Sezin abla arıyordu ve yüksek ihtimalle geç kaldığımız için onun çenesini çekmek zorunda kalacaktık. "Sezin abla arıyor, gidelim artık." Bunu artık birisinin demesini gerekiyordu yani.

Mirza, "Şu hâlde..." dediğinde gözlerini üzerimde gezdirdi. "Sen şu hâldeyken hiçbir yere gitmiyoruz."

Sabır, sabır, sabır...

"Tamam sen gelme," dedim kendimi zor tuttuğumda. "Sen gelme burada böyle bekle. Ama biz Dila'yla gidiyoruz." Kendimden emin bir şekilde konuşmuştum. Kendini ne sanıyordu acaba? O deyince gitmeyeceğimizi falan mı?

Mirza başını hırsla aşağı yukarı salladığında, "Binin!" Dedi sinirli bir şekilde. "Ama hele sana böyle bir çift göz değsin, böyle bir dönüp baksınlar o zaman göstereceğim ben onlara." Bana açıkça verdiği göz dağıyla birlikte çok kısa bir an için korktuğumda olduğum yerde tedirgince kıpırdandım.

İçimdeki korkumun aksine, "Yorma beni," dediğimde arabaya doğru ilerledim. Benim peşimden Dila'da sanki onu burada bırakacakmışız gibi hızlı hızlı yürüdüğünde hemen arka koltuğa geçerek oturdu. Bana kalan ön koltuğa kısa bir bakış attığımda oflamamak için kendimi zor tutmuştum. El mecbur bir şekilde ön koltuğa geçtiğimde Mirza'da kasım kasım kasılarak arabaya bindiğinde oldukça gergin görünüyordu.

Sanki gergin olmadığı bir an varmış gibi...

Arabayı çalıştırdığında sonunda yola koyulabilmiştik. Aradan geçen dakikalarda Eva'ya gelebildiğimizde Mirza arabayı uygun bir yere park ederek durdurdu. Kısa yolculuğumuz Mirza sayesinde oldukça sorunlu bir şekilde çıkmıştı. Sürekli burnundan solumuş, bana böyle dik dik bakmıştı. Dila'yla konuşmaya başladığımız an açtığı oldukça yüksek sesli arabesk müziklerden bahsetmek bile istemiyordum. Gerçekten küçük bir çocuk gibiydi yani.

Dila daha fazla abisine dayanamıyormuşçasına hızlı bir şekilde arabadan inip içeri geçtiğinde, ben de içimden söylene söylene arabadan indim.

Mirza arkamdan, "Şuna bak için nasıl belli? Giymişsin bir de sanki bana inat gibi beyaz gömleği," diye kendi kendine homurdandığında peşimden arabadan inmişti bile. "Atletimi falan mı versem?" Mirza'nın söylediği şeyle birlikte gözlerim yuvalarından çıkacakmışçasına açıldı.

"Yok artık!" Dediğimde onu umursamadan yürümeye devam ettim. Mazallah şimdi kolumdan falan tutar o atleti bana zorla giydirirdi. Valla Mirza'ydı bu, ondan her şey beklenirdi.

"Şuna bak bir de geçmiş kocaman topuklu giymişsin. Düşüp kalacaksın şimdi." Sesli bir şekilde nefes alıp verdim. Valla düşmeyecektim ama her an şurada bir yerde bayılıp kalabilirdim.

"Laf etmediğin bir şey kaldı mı?" Dediğimde sesim sinirli bir şekilde çıkmıştı. "Gömlek, bralet, ayakkabı... Sırada ne var?" Galiba sadece pantolonum kalmıştı.

Mirza, "Te allam..." diyerek birkaç adımda yanıma ulaştığında elini, belime doğru atarak beni kendisine çekti. Ansızın gelen bu hareketiyle birlikte başım göğsüne çarptığında aramızdaki boy farkından dolayı başım tam kalbinin üzerine denk gelmişti.

Ah kalbi... Şu başımın altında atan kalbi vardı ya sanki avuçlarımın arasında yaşam buluyor gibi hissetmiştim.

"Birisi görecek," diye mırıldandığımda başımı hemen Mirza'nın göğsünden kalkarak çekildim. Mirza bu durumdan hoşlanmadığını belli ederek burnundan solumaya başladığında, belimde duran ellerinin varlığını sıkılaştırmıştı. Ondan böyle uzaklaşmamdan nefret ediyordu, bunun fazlasıyla farkındaydım.

"Şu elini de çek!" Mirza bana ters ters baktı.

"Ulan iyice liseli ergenlere döndük iyi mi? O görür, bu bakar diye diye..." Kendi kendine söylendiğinde belimde duran elini istemeyerekte olsa çekti. Elini çekmişti çekmesine ama hâlâ dibimde olan varlığını koruyor, bir adım olsun öteye gitmiyordu.

Mirza'ya laf anlatamayacağımı anladığımda, Mirza ile birlikte yan yana Eva'dan içeri girdik. Girer girmez kalabalık ortamda gözlerim direkt olarak Sezin ablanın gözleriyle birleşti. Bize doğru heyecanlı bir şekilde el salladığında yanında oturan Dila'nın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Kesinlikle bizim dedikodumuzu yaptığını hissetmiştim.

Mirza, "Selamünaleyküm..." diyerek ortama giriş yaptığında Devran abi ve Polat abi yerlerinden kalktılar. Onların erkeksi bir şekilde selamlaştıklarında, ben de hemen kızların yanına geçtim. Zaten sadece Sezin abla ve Dila vardı, Çiçek henüz gelmemişti.

Dila'nın yanındaki sandalyeyi çekip oturduğumda Sezin abla hemen üzerime eğilerek, "Maşallah kız maşallah," dedi. "Ne çok yakışıyorsunuz siz öyle. Maşallah, maşallah. Ay kıçımızı kaşıyalım nazar etmeyelim." Sezin ablanın kendi kendine söylediği şeylerle birlikte güldüm. Sanki nazar etmeyecek bir ilişkimiz vardı ya.

"Sağ ol abla..." dediğimde sadece nezaketen cevap vermiştim. O kadar şey söylemişti sonuçta.

Dila, "Yengem benim be utandı bu utandı," dediğinde kaşlarım hafif bir şekilde çatıldı.

Tepki vermemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda Mirza bana doğru birkaç adım atarak geldi, ve yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Elini hemen sahiplenir bir şekilde arkama doğru attığında parmaklarının uçlarını tenimde hissedebilmiştim.

Devran abi, "Siparişleri verelim mi artık?" Dediğinde sesi soru sorar bir şekilde çıkmıştı. Galiba bizi biraz fazla beklediği için böyle sabırsızdı.

Sezin abla, "Çiçek gelmedi daha aşko," dediğinde garip bir ifadeyle Sezin ablaya baktım. Aşko mu demişti o?

Devran abi, "Sezin şu kelimeyi insan içinde demeyecektin hani? Aşko ne kızım?" Diyerek çıkıştığında hepimizi bir gülme tuttu.

Polat abi, "Ulan sen nasıl adamsın böyle?" Dediğinde çoktan Devran abiyle dalga geçmeye başlamıştı bile.

Çiçek'e mesaj atmak için telefonumu cebimden çıkardığım sıra Mirza'nın, "Ulan bir sen bana şöyle demedin," diyen sesi kulaklarıma doldu. Şaşkınlık içerisinde açılan gözlerimi ona çevirdiğimde ciddi olup olmadığına baktım.

Cidden ona aşko dememi falan mı bekliyordu?

Bedenimi ona doğru döndürdüğümde çevremizdeki herkesten soyutlanmış gibiydik. "Gerçekten sana aşko dememi mi istiyorsun?" Söylerken bile böyle bir irite olmuş, yüzümü buruşturmuştum.

Mirza seslice bir nefes aldığında, "Düşün artık," dedi. "Hasretinle nasıl yandıysa gönlüm böyle aşkolara kadar düştüm." Aşko derken yüzünü öyle bir buruşturmuş ki...

Mirza'nın bu dediğine inanamadığımda kaşlarımı yukarıya doğru kaldırarak, "Şov yapma!" Dedim. "Sana böyle aşko desem beni ters çevirip böyle aklım başıma gelsin diye sallandıracağını ikimizde biliyoruz." Gülerek söylediklerimden sonra gözlerimi telefonuma çevirerek ekranını açtım. Tabii ki de sallandırmazdı ama böyle kaşlarını çatıp, burnundan soluyacağına emindim.

Mirza'nın, "İyi fikir aslında..." diyen sesini duyduğum sıra gözlerimi tekrardan ona çevirdim. Dudaklarında oluşan kıvrımıyla böyle bana bakarak derin düşüncelere dalmıştı. "Belki aklın biraz başına gelir de beni hasretinle daha fazla yakmazsın."

"O iş yaş canım ya..." dediğimde sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. "Aklım böyle bir dört yıl hasretlik çektirmeyi planlıyor." Evet, bu dört yılı hep yüzüne yüzüne vuracaktım.

Mirza gözlerime ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine baktığında, sert bakışları gözlerimi delip geçmişti. Gözlerimi gözlerinden çekerek telefonuma çevirdiğimde Çiçek'e mesaj yazmaya başladım.

Siz: Nerde kaldın Çiçek'im?

Siz: Seni bekliyoruz

Siz: Hepimiz aç çaysız kaldık şurada

Evet, çaysız kalan kesinlikle bendim.

Siz: Koşarak gel

Çiçek: He zıplaya zıplaya geliyom

Çiçek: Az daha bekleyin

Çiçek:

Attığı mesaja karşılık kendimi tutamayarak güldüğümde, hemen yıldızladım.

Siz: Gerçekten bu hayatı yoldayken bile sticker atacak kadar çok mu seviyorsun çiçeeekkk aspdğasdğrp

Çiçek: Yolda olduğumu da kim dedi ki

Çiçek: Evden daha yeni çıkıyom ben

Çiçek: asdşdpasdf

Gerçekten mi ya? Şimdi bu yarım saate anca gelirdi o zaman.

Çiçek'e başka bir şey demediğimde telefonumu masanın üzerine bıraktım. Polat abinin, "Çiçek'le mi konuştun Mihran?" Diyen sert sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi ona çevirdim.

Bu sertliğine anlam veremediğimde, "Evet..." dedim sakince. "Çıkmış geliyormuş." Daha ben bunu der demez kafenin kapısı açıldığında Çiçek'in, "Geldim geldim," diyen sesi kulaklarımıza doldu. Demek daha 'yeni çıkıyorum' derken beni kandırmıştı.

Mirza ve Devran abi dışında hepimiz gözlerimizi kapıya çevirdiğimizde gördüğümüz Çiçek ve Beşir'le birlikte kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdım. Çiçek ve Beşir güle konuşa bizim yanımıza doğru geliyorlardı.

İkisi ne işti acaba böyle?

Yanımda oturan Sezin abla sanki içimi okumuş gibi, "Kız bunlar ne iş?" Dediğinde 'bilmiyorum' dercesine omzumu silktim. Gözlerim tam o sıra çaprazımda oturan Polat abiye kaydığında gözlerinden geçen anlam veremediğim ifadelerle birlikte Çiçek ve Beşir'e baktığını gördüm. Böyle bir garip, donuk donuk bakıyordu.

Beşir, "Hepinize selamünaleyküm," diyerek ortama giriş yaptığında gözlerini hemen Mirza'ya çevirdi. "Abilerin hası, abilerin gülü, abilerin canı." Beşir yine klasik Beşirliğini yapmış ve daha gelir gelmez zaten sinirli olan Mirza'yı biraz daha sinir etmişti.

Mirza başını iki yanına sallayıp ağzının içinden sabır çektiğinde, Beşir bu sefer gözlerini gülerek bana çevirdi. Söyleyeceklerine kendimi tabii ki de hazırlamıştım. "Canım yengem, abimin Canan'ı yengem..." Beşir'in bunu devam ettireceğini anladığımda, "Beşir!" Diyerek hemen onu durdurdum.

"Buyur yenge?" Hay senin yengene...

"Otursanıza," dediğimde konuyu biraz olsun Beşir'in çenesinden kurtulmak için değiştirmek istemiştim.

Beşir, "Tabii yenge..." dediğinde hemen Devran abinin yanındaki sandalyeyi çekerek oturdu.

Ayakta kalan Çiçek, "Ben kızların yanına geçeyim," dediğinde arkamdan dolanarak Dila'nın yanına geçti. 'Ona sonra görüşeceğiz' bakışlarımla bakıp gözümü kırptım. Şimdi aramıza Sezin abla ve Dila girmişti ama yalnız kaldığımız ilk an Beşir'i soracaktım. Gerçi bana kalmadan kızların da soracağını biliyordum.

Çiçek, "Malum dedikodu, gıybet..." diyerek Dila'nın yanına geçip oturduğunda çoktan konuşmaya başlamışlardı bile.

Aradan geçen dakikalarda kızlarla o kadar çok konuşmuştuk ki... Bir konu bitmiş, hemen diğerine atlamıştık. Tabii Beşir'le birlikte gelmelerini de sormuştuk. Kapıda karşılaştıklarını o yüzden birlikte girdiklerine söylemişti.

Şimdi ise durmuş Sezin ablanın düğününde ne giyeceğimize karar vermeye çalışıyorduk. Dila ve Çiçek beğendiği elbiseleri gösterirken ben de onlara fikirler vermeye çalışıyordum.

Erkekler ise kendi aralarında konuşuyor, önümüzdeki günlerde olacak futbol maçı üzerine tahminlerde bulunuyorlardı.

Mirza, "Beşiktaş'ım varken?" Dediğinde sesi alaylı bir şekilde çıkmıştı. Koyu bir Beşiktaşlı olduğu için Beşiktaş'ın karşısına asla başka bir takımı koyamıyordu.

"Sen ne giyeceksin Mihran, karar verdin mi?" Sezin ablanın sesi kulaklarıma dolduğunda erkekleri dinlemeyi bırakarak gözlerimi ona doğru çevirdim. Elbise konusunda Dila ve Çiçek'in ne giyeceklerine dair fikirleri vardı, hatta tartışıp duruyorlardı bile ama ben bu konu hakkında daha bir şey söylememiştim. Galiba sessizliğim dolayı da Sezin abla merak etmişti.

"Daha bakmadım," dediğim an Sezin ablanın kaşları derince çatıldı. Ayy kızacağını anlamıştım. Birden aklıma teyzemin oğlunun düğününde giydiğim kırmızı elbisem geldiğinde, "Aslında kırmızı elbisemi giyebilirim," dedim büyük bir aydınlanma yaşayarak.

Çiçek, "Hangi kırmızı elbisen?" Dediğinde gözlerinin önüne dolabımın geldiğine yemin edebilirdim. Sık sık birbirimizin dolabından giyindiğimiz için dolaplarımızda hangi parçaların olduğunu ezbere biliyorduk.

"Hani şu saten var ya o."

"He..." dedi yüksek ihtimalle elbiseyi hatırladığında. Gözleri hayranlıkla parlamıştı. "Giy giy o sana çok yakışıyor."

Sezin abla, "Kız çatlayacağım ben. Bir fotoğrafı falan yok mu göstersene," dediğinde bu tepkisine karşılık gülerek telefonumu elime aldım. Kuzenimin düğününde de giydiğim için telefonumda bir sürü fotoğrafım vardı.

Fotoğraflarımdan araya taraya bulduğum düğünden çekindiğim fotoğrafı kızlara doğru gösterdiğimde, "Elbise şu işte," dedim.

Sezin abla, "Oha!" Dediğinde peşinden de ekledi. "Kız benden güzel olmayın dedikçe siz ne yapıyorsunuz böyle?" Dudaklarımdan kaçan kıkırtıma engel olamadığımda, güldüm.

Galiba haklı bir isyanı vardı. Yani kendim için tam anlamıyla bunu söyleyemesemde Çiçek ve Dila gerçekten çok güzel olacağa benziyordu.

Dila, "Bu çok güzel," dediğinde sesinden akan hayranlığını hissedebilmiştim. "Kız bu elbiseyle seni var ya havada, karada götürürler." Dila'nın bu amansız sözleri ortamıza bir bomba gibi düştüğünde, Mirza'nın sustuğunu ve bakışlarının bana çevrildiğini hissettim.

Mirza, "Bakayım şuna bir," dediğinde sesi tok bir şekilde çıkmıştı. Tek bir cümlesinden bile ne istediğini ve hissettiğini anlayabilmiştim. Elimdeki telefonu Mirza'ya çevirdiğimde, belimi okşayan parmakları duraksadı.

Baktı, baktı, baktı...

"Oho kuzeninin düğününde de bunu giymişti ya. Valla o düğünden sonra kaç tanesini geri çevirdiler. Hepsi de dalyan gibiydi maşallah." Çiçek'in söyledikleriyle birlikte öylece kaldığımda, kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdım ama o beni umursamayarak sözlerine devam etti. Laf mıydı şimdi ettiği yani?

"Gerçi birisi vardı az koşmamıştı Mihran'ın peşinden. Valla kaç kez kapılardan geri döndü, Mihran'da Mihran diye sokaklara düştü. Valla resmen kızın başına bela olmuştu." Çiçek duraksadığında sanki daha yeni aklına gelmiş gibi gözlerini bana çevirdi. "Sahi o adam seni bir daha aradı mı kız?" Vallahi bu kız bilerek yapıyordu. Çiçek'in bahsettiği kişi kuzenim Oğuz'un düğünündeki kız tarafının yakın akrabası olan Alparslan'dı. Az peşimden koşmamış, sürekli çevremde, yakınımda dolanmıştı. Başımdan onu savmak için çok zorlanmıştım. Ama şimdi böyle Çiçek'in geçmiş meseleleri ortaya dökmesi hiç hoş olmamıştı. Hele de bunu bu ortamda yapması hiç olmamıştı.

Çiçek'in söylediği her bir sözle birlikte Mirza'nın belimde duran parmakları biraz daha sıkılaştığında, gözlerini hızlı bir şekilde Devran abi ve Polat abiye çevirdi. Onlara nasıl baktı bilmiyorum ama Polat abi böyle yerinde bir dikleşmeye çalıştı ama beceremedi. Devran abi gözlerini Mirza'nın gözlerinden kaçırdığında, Mirza burnundan soludu.

"Beşir," dedi sertçe. Beşir cevap verecekti ama Mirza aynı sertlikle sözlerine devam etti: "Bana hemen o şerefsizin, o münasebetsizin, o pezevenkin her şeyini ortaya döküyorsun." Beşir oturduğu yerden doğruluğunda öylece kalakaldım ama Mirza durmadı.

"Görülecek bir hesabım var."

Ne? Gözlerim şaşkınlık, biraz daha korku içerisinde açıldığında, "Saçmalama," dedim. Ortam birden gerilmiş, bizim dışımızda herkes sessizliğe bürünmüştü.

Gözlerim ayakta dikilen Beşir'e kaydığında, "Hiçbir şeyi ortaya dökmüyorsun Beşir!" Dedim sertçe.

Beşir'in gözleri Mirza'ya kaydığında, "Başkomiserim ne derse odur yenge," dedi. Pardon? Çatık kaşlarımın ardından Beşir'e baktığımda Beşir hemen gözlerini gözlerimden kaçırdı.

"Mirza!" Dediğimde Mirza'ya doğru döndüm. "Bak ondan uzak..." Daha sözümü tamamlayamadan Mirza gözlerini hızlı bir şekilde bana çevirdiğinde âdeta ateş saçan gözleriyle baktı gözlerime.

"Ondan ha?" Dediğinde başını aşağı yukarı salladı. "Ondan uzak durayım ha? Ne zamandır elin şerefsizi, elin münasebetsizi, elin pezevenki senin ondanın oldu Mihran?"

Ha?

"Ne?" Dedim yüzüne yüzüne şaşkınlığımı gizleyemediğimde. "Ne saçmalıyorsun sen Mirza?"

"Hiç bana..." dediğinde elini kaldırdı ve önüme set çekermiş gibi çekti. "Hiç bana o şerefsizi, o münasebetsizi, o pezevenki savunma Mihran. Bir de seninle o şerefsiz..." Yine olayın başa döneceğini hissettiğimde hızlı bir şekilde Mirza'nın sözünü kestim.

"Şerefsiz falan deyip durmasana çocuğa."

Mirza kaşlarını yukarıya doğru kaldırdığında, "Çocuk ha?" Dedi. "Şimdi de çocuk oldu öyle mi?"

Ha?

"Ne diyeyim allah aşkına ya?" Dedim. "Ne saçmalayıp duruyorsun sen? Kimseye sataşmayacaksın Mirza. Alparslan'a da hiçbir şey yapmayacaksın!" Taviz vermez bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza'nın kaşları çatıldığında başını yeniden aşağı yukarı salladı.

"Alparslan demek?" Dişlerini kırmak istercesine birbirine bastırdı. "Adını da biliyorsun demek?" Bu çocuk normal değil miydi? O kadar peşimden koşmuş, kaç kez evimize annesini yollamıştı. Adını bilmemden daha normal bir şey yoktu galiba.

Mirza gözlerini Beşir'e çevirdiğinde, "Aradığımız düğüne gelen şerefsiz, münasebetsiz, pezevenk bir Alparslan..." dediği an kanın beynime sıçradığını hissettim. Sinirli bir şekilde nefes alıp vermeye başladım. Durduk yere başımdan defettiğim Alparslan'ı yine benim başıma saracaktı.

Polat abi, "Kardeşim bak," diyerek araya girdiğinde Mirza, "Hele siz hiç konuşmayın!" Diyerek hemen onu susturdu.

Daha fazla bu olanlara katlanamadığımda, "Ben gidiyorum," diyerek oturduğum yerden kalktım hemen. Benimle birlikte kızlar da kalktığında Sezin abla, "Ay bir durun!" Diye bağırdı.

"Yenge bir durun gözünüzü seveyim ya. Ne çabuk yükseldiniz böyle yine siz."

"Duramam efendim duramam," dediğimde ceketimi hemen üzerime geçirdim. "Ben artık bununla aynı ortamda duramam."

Mirza, "Demek bu?" Dediğinde o da oturduğu yerden fırlamıştı. "Elin şerefsizine gelince çocuk, Alparslan..." Yüzünü buruşturdu. "Bana gelince 'bu' öyle mi?"

"Yaa sabır, sabır..." dediğimde elimle böyle illallah etmişçesine gömleğimin yakasını çekiştirdim.

Mirza bu sefer de, "Çekiştirip durmasana şunu kızım," deyip ellerini gömleğimin üzerine koyup beni durdurduğunda ona inanamıyormuş gibi baktım. Şu durumda bile önümün açılıp, açılmamasını düşünüyordu.

"Pes, gerçekten pes!" Sinirli bir şekilde söylediklerimden sonra çantamı ve telefonumu da elime aldığımda, "Ben gidiyorum artık," dedim. "Daha fazla burada bununla kalmayacağım." Bununla derken sırf Mirza'yı sinir etmek için üzerine basa basa söylemiştim.

Çiçek'in, "Ortalığı beş dakikada karıştırdım," diyen sesini duyduğumda dönüp ona bakmadım bile. Evet aynen dediği gibi yapmış, beş dakikada ortalığı karıştırmayı başarmıştı.

Bizimkilerin yanından geçerek yürümeye başladığımda arkamdan seslenseler bile hiçbirine tepki vermeden yürümeye devam ettim. Bir yandan yürüyor, diğer yandan da kendi kendime söyleniyordum. "Zaten sabahtan beri patlamaya hazır bir bomba gibi geziyordu beyefendi. Böyle bir afralar, tafralar falan." Söylene söylene Eva'dan çıktığımda hemen arkamdan kapının çarpma sesi kulaklarıma doldu.

"Kimin yüzünden patlamaya hazır bomba gibi geziyorum acaba ben?" Mirza'nın arkamdan bağıran sesini duyduğumda onu zerre umursamadan yürümeye devam ettim. Topuklu ayakkabılarımın izin verdiği ölçüde hızlı hızlı yürümeye çalışıyordum ama o da sağ olsun izin vermiyordu ki.

Mirza bu sefer de arkamdan, "Nereye gidiyorsun?" Diye bağırdığında başımı gökyüzüne doğru çevirdim. "Yüce rabbim, yüce rabbim beni görüyorsun biliyorum ne olur al şu deliyi başımdan, ne olur." Yürüyor ama söylenmekten de geri durmuyordum.

"Nereye gidiyorsun dedim sana." Mirza arkamdan yeniden bağırmıştı.

"Senin olmadığın bir yere gidiyorum," diye bağırdım ben de. İyi ki şu sokakta kimse yoktu. Yoksa şu bağırmalarımızla mahalleyi falan yıkardık yani.

Mirza, "He öyle bir yer var ya gidersin," diye arkamdan âdeta kükreyerek bağırdığında birden kolumdan tutarak beni kendisine doğru çekti. Hangi ara yanıma gelmişti anlayamamıştım bile.

"Tabii dibime yapışıp beni bırakmadığın için," dediğimde sesim imalı bir şekilde çıkmıştı. Bana gerçekten de Mirza'sız yer yok gibiydi artık.

"Bırak şu kolumu! Gideceğim ben." Kolumda duran elini çekip belime attığında söylediğimin aksine yapıyormuş gibi beni biraz daha kendine çekti.

Mirza, "Artık ne sen gidersin benden öteye..." dediğinde duraksadı. Nefesi yüzüme yüzüme vurdu. "Ne ben giderim senden öteye kurban olduğum."

"Ben senden çoktan gittim, çoktan..." Elimi yüzüne doğru kaldırdım. "El salla bana." Söylediklerim Mirza'nın biraz daha sinirlenmesine neden olduğunda, "Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Ne?" Dedim yüzüne yüzüne çemkirircesine. Öylece birbirimize baktık. Bize dışarıdan bakan birisi böyle birbirine tutkuyla bakan bir çift gibi görebilirdi ama biz bir çiftten ziyade şu an böyle savaş boylarını sürmüş gibiydik.

Birbirimize olan bakışlarımızın arasında Mirza'nın çalan telefonunun sesi aramıza girdiğinde, gözlerimizi hâlâ birbirinden ayırmamıştık. Mirza'nın telefonu sustuğunda hemen peşinden benim telefonum titremeye başladı. "Telefonum çalıyor," dediğimde gözlerimi Mirza'dan çekerek cebimdeki telefonumu çıkardım. Sezin abla arıyordu. Mirza'nın gözlerinin de telefonuma düştüğünü hissettiğimde tam telefonumu açacaktım ki arama kapandı.

Birden yokuşun ucundan gelen bağrışma sesleri kulaklarımıza dolduğunda kaşlarım çatıldı. Az önce birbirimize yiye yiye indiğimiz yokuştan şimdi kızıl kıyamet bağrışma sesleri geliyordu.

"Ne oluyor Mirza?" Dedim sanki sorumun cevabı Mirza'da varmış gibi. Mirza ellerini benden çekip yokuştan çıkmaya başladığında durmadan çalan telefonu hemen açtı.

"Ne oldu Devran?" Demesiyle birlikte karşıdan Devran abinin âdeta kükreyerek bağıran sesi kulaklarımıza doldu.

"Yanıyor. Eva yanıyor." Ne? Mirza'nın yanına doğru koşturmaya başladığımda telefondan gelen çığlık seslerinin kulaklarımı delip geçtiğini hissettim.

Yokuşun ucuna koşturduğumuz sıra Sezin ablanın, "Dila!" Diye ağlayarak bağırma seslerini duyduğumuz an adımlarım duraksadı.

Mirza, "Dila mı?" Dediğinde onun da benimle aynı durumda olduğunu fark ettim. "Ne oldu Dila'ya?" Mirza bu sefer öyle bir bağırmıştı ki...

Ve Devran abi bizim dünyamızı başımıza yıkacak o cümleyi bağırarak söyledi:

"Dila içeride kaldı."

*

Öncelikle bölümü nasıl buldunuz?

Ve az kaldı🔥🔥

Şimdi size bir şey sormak istiyorum. Anket gibi bir şey olacak. Ama siz ne sorduğumu bilmeyeceksiniz. Anlatamadım ama olsun gğwğdğdğ aşağıya bıraktığım seçeneklerden birini seçer misiniz? Ne olduğunu bilmeden seçmek çok zor ama yapacak bir şey yok gğwğdğğd birini seçin tamam mı?🥰

~Yap?

~Yapma?

~Ve Mihran ve Mirza'nın nasıl sevgili olduklarını okumak ister misiniz?

Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
İnstagramı olmayanlar için Wattpad panomda da veriyorum. Wattpad hesabımı da takip edebilirsiniz.
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro