Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

12.Bölüm: "Evlilik"

#Sibel Tezal - Gece Ay Şahit (şarkıda Mihran ve Mirza'yı buldum^^)

#Yeni Türkü - Sezenler Olmuş

Sizi çok özledim!💙 Visalimiz şu an 79 bin okunmaya sahip. Yüksek ihtimalle bu bölümle birlikte 80 bin olacak. Her şey sizin sayenizde. Çok teşekkür ederim, iyi ki...

Bölüm 15.000 kelimeyi geçti. Baya uzun bir bölüm oldu. Ve ben bölümü düzenleyemedim. Vaktim yetmedi, bu yüzden mutsuzum şu an🥺 off düzenlemeden bölüm atmayı hiç sevmiyorum... neyse...

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

[Burada bir GIF veya video olmalı. Görmek için uygulamayı şimdi güncelle.]

Visalimiz için yapılan bir video. Bu güzel video için Deniz'e çok teşekkür ederim.💙 (Deniz hesabını etiket yapamadım Deniz gğwğdğğf olmuyor denizgiwidğdi)

Bu güzel çalışmalar tabii ki de Sena'mın ellerinden💙 İyi ki varsın aşkım. senasnepenthe

*

Benim gözümde birisine yeni bir şans vermek, kendinden bir parça koparıp vermek demekti. Her seferinde bir parça...

Şimdi Mirza'da benden bir şans istiyordu. Gözlerime aşkla bakıyor, benden asla vazgeçmeyeceğini o gözleriyle belli ediyordu. 'Bir şansımız olsun' diyordu.

Ona şans vermek, kendimden bir parça koparıp vermekti.

Mirza'yı seviyordum evet. Bunu inkâr edemezdim, çünkü; bu inkâr edeceğimden çok önde bir şeydi. Bir kere dilimle inkâr etsem, onun için atan kalbimle inkâr edemezdim.

Ama ona bir şans vermek... Şu yaptıklarına rağmen ona bir şans vermek... Sanki yaptığım yerden yeniden kırılmak gibiydi.

Mirza varlığını belli etmek adına derince bir nefesi içine çekip, dudaklarımın üzerine bıraktığında, ılık nefesi beni biraz olsun kendime getirebilmişti. Alnına alnıma biraz daha bastırdığında, "Kurban olduğum?" Dedi.

Kurban olduğum...

Deme işte. Şunu deme...

Öylece kaldığımda hiçbir şey diyemedim. Ama onun benden cevap beklediğinin farkındaydım. Böyle sessiz kalıp, kendi kabuğuma çekilmemden nefret ettiğinden de...

"Mihran," diye fısıldadı parmaklarıyla yanaklarımı okşamaya başladığında. Adım, dudaklarının arasından sanki muhtaçlıkla dökülmüş gibiydi. "Ne olur bir şey de kurban olduğum." Diyemiyordum ki... Şimdi öyle bir yerde sıkışıp kalmıştım ki... Hem ardıma bile bakmadan kaçıp gitmek istiyor, hem de onun kollarının arasına sığınmak.

Ne garipti. Bu derece karışık hissetmeme sebep olan oydu. Ondan kaçmak istemem, ya da ona koşmak istememin tek sebebi yine oydu.

"Ben..." dedim ama ne diyeceğimi bilemeyerek sustum. "Ben seni..." Gözleri meraklı bir ifadeyle gözlerimin içinde dolandı. Ettiğim tek bir kelimeyle bile gözlerine peydah olan o umudu görebilmiştim.

"Ben yapamam..." Dudaklarımın arasından dökülen iki kelimeyle birlikte Mirza öylece kalakaldığında, kaşları çatıldı. Ne bekliyordu bilmiyordum ama 'yapamam' dememi beklemediğini açık ve net bir şekilde belli etmişti.

"Mihran?" Dedi Mirza. Sesi sakin bir şekilde çıksada sanki her an sinirlenecek gibiydi. Bir şey demediğimde Mirza sözlerine devam etti: "Bende sensiz yapamam." Sesi inler gibi çıkmıştı. Belimdeki ellerini biraz daha bastırdığında, beni kendisine doğru çekti. Neredeyse tek beden şeklindeydik, hatta bir bütün olduk bile diyebilirdim.

Mirza burnunu burnuma sürttüğünde, "Sensiz yapamam..." diye fısıldadı. "Hele ki..." dediğinde yanaklarımda duran elleri, gözlerime doğru tırmandı. "Yıllar sonra sana gelmişken, seni böylesine hissetmişken..." Aralıklı olan göz kapaklarımı okşadı. "Senden daha da gidemem."

Sensiz yapamam diyordu ama bensiz yapmıştı. Beni silip, üstüme basa basa gitmişti. Bir de böyle gözlerimin içine baka baka 'sensiz yapamam' diyordu ya o gözlerini oyasım geliyordu.

Yapmıştı, bensiz çok güzel yapmıştı.

"Yaparsın," dediğimde onun etki alanının altından çıkmak için geriye çekilmeye çalıştım ama Mirza izin vermedi. Belimi öyle sıkı sarmıştı ki... Onun ellerinin varlığından, o bırakmadan çıkmam imkânsız gibi bir şeydi. "Şimdiye kadar bensizdin bak çok güzel yapmışsın. Yine yaparsın." O kadar güzel yapmıştı ki... Resmen orada kendisine bir aile kurmuştu. O çocuğun, kendisine 'baba' demesine izin vermiş, birlikte kurduğumuz tüm hayallerimizi üzerini çizmişti. Bir de bunları derken onları da buraya getirmişti.

Mirza, "Kurban olduğum..." dediğinde sözlerine devam etmesine izin vermeden hemen konuşarak kestim.

"Mirza..." Geri çekilmeye çalıştım. "Bırak! Gideceğim ben."

Mirza, "Mihran?" Dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Şu adım dudaklarının arasından bir türlü düşmüyordu.

Bir şey diyemediğimde Mirza sözlerine devam ederek, "Öleyim mi ben?" Dedi. Ne? "Öleyim mi bunu mu istiyorsun?"

İkinci bir ne?

Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, "Ne?" Dedim. "Ne saçmalıyorsun sen? Saçma saçma konuşma."

"Tamam tamam..." dedi Mirza ellerini belimden çektiğinde. Sağ elini burnunun üzerine götürdüğünde, "Anladım ben seni. Sen benim ölmemi istiyorsun," dedi. Burnunu hiçte kibar sayılmayacak bir şekilde çektiğinde başımı olumsuz anlamda salladım.

Şu an tam karşımda flash tv oyunculuğunu sergiliyordu.

"Şov yapma bana," dediğimde çatık kaşlarımın ardından ona bakmaya devam ettim. Aklına da geliyordu böyle şeyler yani.

"Mihran?" Dedi Mirza oldukça ciddi bir şekilde. Bana doğru bir adım atarak, aramızdaki mesafeyi tekrardan sıfırladı. "Ölürüm."

Öylece kaldım. Ağzından çıkanları şu kulakları duyuyor muydu acaba? Şimdi benim karşıma öyle bir şeyle geliyordu ki... Ölürüm diyordu. Ölümü bir kez tatmış bana, ölürüm diyordu. Gözlerimin içine baka baka, şu içimdeki yaramın üzerine basıyordu.

Abim ölmüştü benim, abim. Gözlerimin önünde ölmüştü. Ben onunla bir kez bile konuşamadan o ölmüştü. Şu gözlerimin önünde üzerine beyaz örtüyü örtmüşlerdi. Şimdi yaramı bile bile gözlerimin içine baka baka 'ölürüm' diyordu.

Gözlerim kısıldığında, "Sen..." diye bağırdım ama ona diyecek sözlerimin yetersiz kalacağını fark ederek sustum. Mirza, ona olan bağırışıma şaşırıp kaldığında, "Sen nasıl bir adamsın ya?" Dedim. Yumruk yaptığım ellerimi hızlı bir şekilde Mirza'nın göğsüne geçirdim. "Beni nasıl böyle bir şeyden vurmaya çalışıyorsun sen? Ölürüm diyor ya bir de ölürüm diyor." Bağıra bağıra Mirza'nın göğsüne vuruyordum.

Dünden beri kendimi öyle çok sıkmıştım ki... Şimdi de patlamıştım işte. Şu an ondan hem söylediklerinin acısını çıkarmaya çalışıyordum, hem de bana yaptıklarının...

Yaşların gözlerimden hangi ara aktığını anlayamadığımda, hâlâ Mirza'nın göğsüne vuruyordum.

Mirza birden beni kendisine doğru çektiğinde, hiç beklemediğim bir şeyi yaparak dudaklarıma yapıştı. Dudakları dudaklarımı sanki benden koparmak istercesine öpüyordu. Kolumda duran elinin tekini yanağıma koyduğunda, beni biraz daha kendisine çekti. Ortamızda duran ellerimi göğsüne koyduğumda benimle aynı şekilde delicesine atan kalbini avuçlarımın içinde hissettim. Daha fazla onun özlemine dayanamadığımda dudaklarımı aralayarak ona karşılık vermeye başladım. Dilini ağzımın içine doğru ittiğinde tüm vücudumdan geçen titremeyi hissedebilmiştim. Göğsünde duran ellerimi ona tutunmak için sıkıca bastırdım. Yılların özlemini gidermek istercesine birbirimizle öpüşüyor, birbirimizde kayboluyorduk.

Gözlerimden dökülen bir damla yaş yanaklarıma süzüldüğünde, yanaklarımdan yol alarak dudağımın kenarında durdu. O bir damla yaş dudaklarımızın arasında kaybolduğunda Mirza sanki bu onun durak noktasıymış gibi birden durarak geri çekildi. Belki dudaklarımız ayrılmıştı ama nefesi hâlâ nefesimdeydi. Alnını alnıma sıkıca bastırdığında ellerimin altında yatan kalbinin atışlarını sanki içimde hissediyor gibiydik.

Mirza, "Sana kurban olurum..." dediğinde yanaklarımdaki yaşları parmaklarıyla sildi. Parmakları en son dudağımın kenarındaki ıslaklığın üzerine gittiğinde, "Senin gözünden akan tek bir yaşa kurban olurum..." dedi.

"Seni affetmeyeceğim..." dediğimde kendimi ona biraz daha bastırdım. Mirza'nın kaşları çatıldığında gözlerinden geçen hayal kırıklığına anbean şahit olabilmiştim. "Seni affetmeyeceğim..." dedim tekrardan. Dudaklarımı Mirza'nın dudaklarına sürttüğümde Mirza'nın yaptıklarıma anlam veremeyen bakışları bir an olsun benden ayrılmamıştı.

Mirza, "Mihran..." dediğinde sesi inler gibi çıkmıştı.

"Seninle olmuyor..." dediğimde Mirza başını iki yanına doğru salladı. 'Deme' der gibi gözlerime bakıyordu. Dudaklarımın arasından çıkan sözlerin onun yıkımı olduğunu biliyordum. Derince bir nefesi içime çekmeye çalıştığımda ellerimi Mirza'nın kalbine biraz daha bastırdım.

Kalbi benimdi.

"Ama sensiz de hiç olmuyor." Dudaklarımın arasından dökülen her bir kelime de Mirza'nın yüzü biraz daha aydınlandığında, sanki beni çekmek istercesine derince bir nefesi içine çekti.

"Kurban olduğum..." Sözlerimin onun üzerinde bıraktığı etkiyi fark edebiliyordum. Fark etmekten de öte hissedebiliyordum. Şimdi sanki yeni doğmuş bir bebek gibiydi çırpınışları. O bebeğin, anne sütüne olan muhtaçlığıydı Mirza'nın bana tutunuşu.

"Olmuyor..." dedim omuzlarımı çaresizce iki yanıma silktiğimde. Yapamıyordum ki onsuz. Hele de bu kadar yakınıma girdiğinde hiç yapamıyordum. Önceden hiç değilse uzaktaydı, şu gözlerim görmeyince yarasını bir şekilde içime atabiliyordum. Ama şimdi yanımdayken, bu kadar yakınımdayken hiç olmuyordu.

"Tamam," dedi Mirza benden hafifçe uzaklaştığında. "Tamam ben halledeceğim." Neyi halledecekti acaba? Güvenmek istiyorum diyordum halledeceğim diyordu. Mirza, elini saçlarına götürüp kaşıdığında, "Dur dur..." dedi. Kaşlarının çatıklığı düzelmiş, normal hâline dönmüştü.

"Mirza ne diyorsun?"

"Tamam ben şimdi hemen halledeceğim." Elini ceketinin cebine götürüp telefonunu çıkardığında kaşlarım çatıldı. "Hemen nikah tarihimizi alıyorum. Gelinlik, damatlık falan hepsini halledeceğim." Ne?

"Ne?" Diye cırladım. Ne nikahından, ne gelinliğinden, ne damatlığından bahsediyordu bu? "Ne saçmalıyorsun sen ya?"

"Ne bileyim sen, sensiz olmuyor deyince ben de nikah tarihi alayım dedim." Mirza'nın arsız bir şekilde söyledikleriyle birlikte elimi, yüzüme götürüp sertçe sıvazladığımda, içimden sabır çekmeye başladım.

Arsızlık deseniz o da vardı yani.

"Sen gerçekten..." dediğimde devamında ne diyeceğimi bilemeyerek sustum. Yani ona ne desem sanki eksik kalır gibiydi. "Farkındaysan sana onu derken aynı zamanda seni affetmeyeceğimi de söyledim."
Söylediklerimden sonra Mirza öylece kaldığında, düzelen kaşları da çatılmıştı.

"Te allam ya..." dediğinde ellerini saçlarının arasından geçirdi. Burnundan solumaya başladığımda, dudaklarımı birbirine bastırdım. Olur olmadık yerlerde verdiği şu tepkileriyle birlikte kendimi zor tutuyordum.

Mirza, "Affedeceksin," dediğinde birden beni belimden tutup kendisine doğru çekti. Başım, göğsüne çarptığında Mirza ellerini belimin arkasında birleştirerek, başını saçlarımın üzerine yasladı. Şimdi beni sıkıca sarmıştı. "Kendimi sana affettireceğim kurban olduğum." Fısıldayarak söyledikleriyle birlikte kendimi ona bastırmadan yapamamıştım. Kokusunu içime çektiğimde, o da aynı anda burnunu saçlarımın arasına bastırdı.

Ay iyi ki dün üşenmeyip duşa girmiştim. Yoksa şimdi kesin kokarca gibi kokardım. Tövbe tövbe... Şu durumda bile düşündüğüm şeye diyecek bir şey bulamıyordum.

"Çok zor," dediğimde başımı göğsüne biraz daha yasladım. Ne garipti... Kaçtığımda oydu, koştuğumda.

Mirza, "Olsun," dediğinde dudaklarını saçlarımın arasına bastırdı. Gözlerim istemsiz bir şekilde kapandı. "Zor olsun. Sonunda sen ol da..." Sessiz kalıp, bir şey demediğimde Mirza derince bir iç çekti. Bir şeylerin benim için kolay olmadığının o da farkındaydı ve sanki kendisini zor tutuyor gibiydi.

Mirza, göğsünde duran başımı hafif bir şekilde kaldırdığında, ellerini yanaklarımın üzerine koyup, okşadı. Başını sağ tarafına hafifçe yatırdığında, "Kurban olduğum," dedi sanki inler gibi. Bir şey dememi, sesimi duymak istiyordu.

"Sana güvenmiyorum." Dudaklarımın arasından dökülen iki kelime Mirza'nın öylece kalmasını sağladığında, sözlerimin ona ağır geldiğini anlayabilmiştim. Bir zamanlar en güvendiğimdeyken, şimdi güvenin kırıntısını bile hissedemediğimdi o. Zaten ona koyan ve ağır gelendi buydu ya.

Bizden aldıkları ona koyuyordu.

Şimdi için için bizi getirdiği duruma bakıyor ve bunun kendi suçu olduğunu biliyordu.

"Güven," dedi Mirza kendi kendine konuşuyormuş gibi. Başını aşağı yukarı salladı. "Her şeyi bitirdim değil mi?" Sesi çaresizlik içinde çıkmıştı. Ona olan güvensizliğimi kendine yediremediği çok belli oluyordu.

Sessiz kalıp bir şey demediğimde ondan uzaklaşmak istedim ama o buna izin vermedi. "Mihran!" Diye inledi. "Kaçma, konuşalım kurban olduğum..." Durdu, sustu. Sessizliğimi sevmiyordu, bunu biliyordum. Ona susmamı değil, bir ona konuşmamı istiyordu.

"Güvenmek istiyorum," dediğimde ona istediğini vermiştim. Mirza'nın gözleri şaşkınlığını belli edercesine hafifçe açıldığında, söylediğim şeye içten içe bende şaşırmıştım. Böyle bir şeyi söylemeyi kendim de beklememiştim.

Şimdi Mirza'ya güvenmek demek; sonsuz bir okyanusun dibini görmek demekti. Ona güvenmek imkânsızın da ötesinde bir şeydi ama ben ona güvenmek istiyordum.

"Güvenmek istiyorum," dedim tekrardan bastıra bastıra. Şimdi ben ondan bir şey demesini bekliyordum ama bir şey demiyordu. Göz göre göre ona kanmak, sözlerine kapılmak istiyordum.

Tek bir söz söylese inanacak, ona kapılacak durumdaydım. Bu ne kadar da acıydı... Bunu düşünmek bile kendime olan sinirimi arttırdığında dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım.

Ben, ona yenilmeye dünden razıydım.

Mirza derince bir nefesi içine çektiğinde, "Güven, dilde olmaz kurban olduğum. Şimdi ben sana ne dersem diyeyim hepsi boş gelecek sana..." dedi. Gelmeyecekti ama o bunu bilmiyordu. Ben şimdi o ne derse desin ona inanacak durumdaydım.

Mirza duraksadığında alnını alnıma doğru bastırdı. "Hissedeceğiz... Hissettireceğim sana." Saçlarımı hafifçe, kırmaktan korkarcasına okşadı. "Sana yeminim olsun her şey eskisinden daha güzel olacak kurban olduğum."

İşte buna inancım yoktu. Biz eskiden o kadar güzeldik ki... Ben on dokuzumdayken, o yirmi dördündeyken her şey o kadar başkaydı ki... Şimdi elime bir şans verip 'geçmişte bir güne döneceksin' deseler ben onunla olan tek bir günüme dönmeyi isterdim. Anılarımızın olduğu tek bir günümüze...

Sessiz kalıp bir şey demedim. Bir şey desem sanki şimdi tüm hevesini kıracak gibi hissetmiştim.

Sustuk.

Sadece öylece birbirimize baktık.

Mirza'nın telefonunun sesi aramıza girerek çalmaya başladığında, Mirza gözlerini gözlerimden ayırmadı. Çalan telefonu umrumda bile değildi. Hatta duyup duymadığından emin bile değildim. Gözlerime öyle bir dalmış gibiydi ki...

"Telefonun," dediğimde gözlerim kısa bir an için Mirza'nın ceketine düştü ama geri onun gözlerine tırmandı. "Çalıyor..."

"Çalsın..." dedi Mirza sanki bana kapılmış gibi. Bu söylemi o kadar komik gelmişti ki gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Mirza'nın telefonu sustuğunda, saniyeler sonra yeniden çalmaya başladı.

"Aç artık şunu!" Dedim telefonunun sesi beni rahatsız ettiğinde. Arayan kişi kimdi bilmiyordum demek ki; önemli bir şey söyleyecekti. Mirza burnundan aldığı nefesini aynı sertlikle dışarıya bıraktığında, elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Tam o an ekranda gördüğüm isimle birlikte öylece kaldığımda, başımı aşağı yukarı hırsla salladım.

Ahsen arıyordu.

"Başlayacağım ama artık," dediğimde kendimi daha fazlasını söylememek için zor tutmuştum. "Gerçekten var ya..." İçimden sabır çekiyordum ama o kızın ismini bile görmem benim sinirlerimi tepeme tepeme çıkarıyordu. "Aynen güven dilde olmaz ama böyle de olmuyor işte. Seni böyle peş peşe ne de güzel arıyor." Hırsımı alamıyordum.

Mirza, "Kurban olduğum iş..." dediğinde devamında gelecek olan cümleleri de bildiğim için hızlı bir şekilde sözünü kestim.

"Seni benim başıma gel bu kızı çıldırt diye mi verdiler Mirza? Söyle söyle beni çıldırtmak mı istiyorsun sen?" Valla bana tam şu an gelmişlerdi ve gidecekleri de yok gibiydi. "Ya kadının çocuğu sana baba diyor baba. İş için mi baba diyor?"

Mirza'nın kaşları hafifçe çatıldığında, "Kurban olduğum..." dedi ama çalan telefonu yine bize engel oldu.

"Aç aç..." dedim sinirimden güldüğümde. "Aç bakalım iş için mi aramış." Mirza gözlerime bakmaya devam ettiğinde, "Aç şunu Mirza!" Dedim.

Mirza ne kadar sinirlendiğimi daha yeni anlamış olacak ki, beni daha fazla sinirlendirmemek için telefonu açtı. "Ne var?" Dediğinde karşı tarafı dinledi, dinledi. Ahsen konuştukça Mirza'nın kaşları biraz daha çatılıyor, gözlerini de gözlerimden kaçırıyordu.

En sonunda telefonu hiçbir şey demeden Ahsen'in yüzüne kapattığında, "Eee ne diyor?" Dedim. Sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı ama bu alaycı hâlimin altına gizlediğim sinirim mevcuttu. "Hangi önemli işiniz için aramış seni?"

Mirza, "Bak sana yemin ederim benim onunla bir alakam yok. Hayatımda o diye bir şey yok..." dediğinde tırnaklarımı avucumun içine geçirdim. "Bak Allah belamı versin kurban olduğum." Ona inanmadığımı düşünmüş gibi konuşmuştu.

"Senin hayatında o yok evet," dedim. "Ama sen, onun hayatındasın Mirza. Kafasında kurduğu her şeyde sen varsın. Çocuğunun babasının mesela..." Yüzümü buruşturdum. Bunun düşüncesi bile içimi bulandırmaya yetiyordu.

Mirza, "Deme Mihran şöyle," dediğinde dişlerinin arasından âdeta tıslamıştı.

"Neyi demeyeyim ya?" Diye bağırdım kendimi tutamadığımda. "Kadın seni seviyor, seviyor."

Mirza dişlerinin arasından, "Mihran!" Diye tısladığında kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Ne Mihran ya?" Dedim yükselte yükselte. Ve tam şu an hissettiğim şeyle birlikte olduğum yerde öylece kaldım. "Sen..." Konuşamadım. "Sen bunun farkındasın," dedim başımı aşağı yukarı salladığımda. "Sen, o kadının seni sevdiğinin farkındasın." Bu gerçek esen rüzgâr gibi yüzüme yüzüme çarptı. "Sen bunu kendine yediremiyorsun."

Söylediklerimden sonra Mirza dişlerini birbirine bastırarak, konuştu: "Sevmiyor."

Başımı iki yanıma doğru salladığımda, "Görmezden geliyorsun," dedim. "Biliyorsun ama görmezden geliyorsun işte." Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. "Sen var ya sen..." dediğimde parmağımı Mirza'ya doğru salladım. "Ben artık sana hiçbir şey demiyorum." Sakin bir şekilde söylediğim şeyden sonra ardımı dönüp hızlı bir şekilde yürümeye başladığımda, daha birkaç adım bile atamamıştım ki Mirza her zamanki gibi belimden tutarak beni kendisine doğru çekti.

"Bırak Mirza," dedim sakin çıkan ses tonumla. Belki o, benim bağırmamı isterdi ama ben bağırmıyordum.

Mirza, "Kurban olduğum," dediğinde beni biraz daha kendisine çekti. "Artık seni bırakmam." Bunu derken bile beni sıkıca sarıp sarmalamıştı. "Dur konuşalım ne olur."

Allah'ım sen bana sabır ver.

"Ne konuşacağız ya?" Dedim. "Bir saattir konuşuyoruz biz. Bir arpa boyu yol alamadık daha."

Mirza, "Başlayacağım böyle işe anasını, avradını, topunu, soyunu..." diye cümlesine başladığında devam edemeyerek dudaklarını birbirine bastırdı. "Ulan biz az önce neydik, şimdi ne olduk? Çıldıracağım çıldıracağım." Anca bağırıyordu. "Sen az önce bana şans veriyordun, şimdi ne olduk biz Mihran?"

"O da benim salaklığım işte," diye bağırdım. "Ben, senin neyine şans veriyorsam sanki?"

"Ba ba ba laflara bak laflara," diyen Mirza sinirli bir şekilde ağzının içinden homurdanmıştı.

"Ne ba ba ba?" Dedim onu taklit ederek. "Anca ba ba ba... Başka bir şey bildiğin yok zaten." Hıncımı almak istercesine yüzüne yüzüne çemkirircesine konuşmuştum.

Bağırmamla birlikte Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Ulan!" Dedi. Başını kütletti. "Şu bağırışların alıyor aklımı. Ben de bir şey bırakmıyorsun kurban olduğum." Mirza'nın söylediği şeylerle birlikte öylece kaldım. Ama bu kalışım o kadar kısa sürdü ki... Mirza'nın ne yapmaya çalıştığını anladığımda tekrardan konuştum.

"Konuyu değiştirme konuyu." Bildiğiniz sözleriyle aklımı bulandırıp konuyu değiştirmeye çalışıyordu.

"Tamam," dedi Mirza sakin çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Ben böylesine yükselmişken, Mirza şu an kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Suçluydu çünkü suçlu. "Tamam kurban olduğum. Konuşalım sakince..." Mirza'nın sakinliği karşısında elimi ağzıma doğru götürüp, başımı iki yanıma doğru salladım.

"Gerçekten pes..." dedim. "Böyle bizi şu duruma getiripte sakince konuşalım demiyor musun bir de. Üzerine uçasım geliyor bak."

Mirza ellerini iki yanına açtığında, "Tamam Mihran," dedi. "Gel uç üstüme. Sende rahatla ben de rahatlayayım kurban olduğum." Başını iki yanına sallayarak ağzının içinden 'sabır' çekti. "Ne yapayım kurban olduğum ne yapayım? Günümüz böyle mi bitsin, böyle mi ayrılalım şimdi? Ulan şans vermiştin şans." İşte şimdi üzerinde az önceki sakinliğinin gramı bile yoktu.

"Kadın iş ayağına seni götürüyor, götürüyor." Bağırmıştım. "Sen burada gelmişsin bana o kadını savunuyorsun." Daha sözlerime devam ediyordum ki; Mirza beni kolumdan tutarak birden kendisine doğru çevirdi.

Başım, göğsüne çarptığında, rüzgârdan havalanan saçlarım yüzüne yel eser gibi esti. Mirza'nın gözleri yavaş bir şekilde kapandığında, saçlarımdan derin bir nefesi içine çekti.

Mirza, "Onu savunduğum yok," dediğinde âdeta her bir kelimenin üzerine basa basa konuşmuştu. Sesi sert ama bir o kadar da sakin gibiydi... Burnunu hâlâ saçlarıma değdiriyordu ve gözleri de kapalıydı.

"Benim için bir sen varsın, hep sen varsın kurban olduğum..." Duraksadı. Derince yutkunuşunu hissettiğimde ben de yutkundum. "Şu kalbim bir sana böylesine atar, bir sana böylesine yanar." Dudaklarının arasından dökülen her bir kelime benim üzerimde öyle büyük etkiler yaratıyordu ki... Öylesine içime işliyordu ki...

O, benim öyle çok içimdi ki...

"Mirza," dedim cesaretimi ondan aldığımda. Gözlerime beklentiyle baktı. "Ben artık ağlamak istemiyorum." Bunu derken bile dolan gözlerime lanet ettim. Onun karşısında bu kadar güçsüz olmam, gözyaşlarımın böyle hemen akması benim ona olan yenilgimdi.

Söylediğim tek bir cümle Mirza'nın öylece kalmasını sağladığında, saçlarımın içinde dolanan parmakları duraksadı. Belki benden her şeyi bekliyordu ama bunu asla beklemediği belli oluyordu.

"Asla!" Dedi Mirza kendinden emin bir ifadeyle. Saçlarımın arasındaki parmakları hareketlenerek gözlerime doğru yol aldı ve en sonunda göz kapaklarımın üzerinde durdu. Yeniden, "Asla!" Dediğinde yüzünü bana doğru yaklaştırdı. "Şu gözlerinden bir daha asla yaş akmayacak kurban olduğum..." Öyle büyük konuşuyordu ki... "Artık kendimden geçerim ama senin tek bir damla gözyaşından geçmem kurban olduğum."

Yutkundum. Böyle söylüyordu ama günü gelecek şu gözyaşlarım yine onun yoluna akacaktı bunu hissedebiliyordum. Gün gelecek 'kendimden geçerim' deyişleri beni öldürecekti.

Biliyordum, ve bilmekten de öte hissediyordum. Bu yüzden de sustum işte. Bir şey diyemedim. Ona kanmak istedim.

"Gidelim artık," dediğimde Mirza'nın kaşları çatıldı. O bir şeyler dememi beklerken, ben başka bir şey demiştim. Mirza dudaklarını araladığında itiraz edeceğini anlamıştım ama beni şaşırtan bir şey yaparak başını olumlu anlamda salladı. Gözlerimde ne görmüştü bilmiyordum ama galiba beni çok zorlamak istememişti. Zaten bugün yeterince zorlamıştı.

Arabaya doğru ilerlemeye başladığımızda ikimizde sessizdik ve bu sessizliğimiz bozulacak gibi de durmuyordu.

Ki öyle de oldu.

Arabaya binip yola koyulduğumuzda başım camda yaslı bir şekilde, akıp giden yolu izliyordum. Sessizdik ve bu sessizliğimiz benim düşüncelerime gömülmeme sebebiyet vermişti.

Bir şans verip, ona güvenmeyi istediğimi söylemiştim. Bu benim için bile o kadar ani olmuştu ki... Onu affetmemiştim ama ondan da geçememiştim.

Geçemezdim de zaten biliyordum.

Her şeyden herkesten geçerdi ama ben ondan geçemezdim. Geçebilseydim zaten şu dört yılda geçerdim ama işte...

"Kurban olduğum?" Diyen Mirza'nın sesini duyduğumda daldığım düşüncelerimden sıyrılarak gözlerimi ona çevirdim. Yolda olan gözleri arada bana kayıyor ama hemen geri yola çeviriyordu.

"Efendim?"

"Aç mısın?" Sesi sakin bir şekilde çıkmıştı. Duraksadığında gözlerini bana çevirdi. "Beraber yemek yiyelim mi?" Gözlerimin içine öyle hevesli bakıyordu ki...

Boğazıma kocaman bir taş oturduğunda, "Değilim," dedim. Yalan da değildi hani. Klinikte yediğim dürümü bile daha sindirememiştim.

Mirza, "Emin misin?" Dediğinde gözlerini tekrardan yola çevirdi. Sanki şu an 'açım' desem tüm dünyalar onun olacak, yüzü aydınlanacak gibiydi. "Belki açsındır?"

Belki açlık nasıl oluyordu acaba?

"Klinikte yemiştim, o yüzden aç değilim." Duraksadığımda söyleyeceğim şey konusunda kararsız kalsamda devam ederek konuştum: "Sen açsan sana eşlik edebilirim." Şu an sanki az önce kavga eden biz değilmiş gibi davranıyorduk. İkimizin de şu değişken tavırları artık yoruyordu.

Mirza bunu der demez gözlerini bana çevirdiğinde, kaşları yukarıya doğru kalkmıştı. "Açım..." dediğinde gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmamıştı. Olduğum yerde titrediğimi hissettim. Konu şu an yemekten çıkmıştı ve bunu zaten hep yapıyordu.

Gözlerimi hızlı bir şekilde Mirza'nın gözlerinden çektiğimde, tüm ısının yanaklarıma çekildiğini hissettim. Mirza, "Ayrıca..." diye sözlerine devam ettiğinde sesi oldukça sert bir şekilde çıkmıştı. "En son öğlen yemişsin, üzerinden saatler geçmiş ve sen aç değilim diyorsun." Sesi baskılayıcı ve sanki bana kızıyor gibiydi.

Garip bir şekilde acıkmamıştım. Yani normalde baya yiyen bir insandım ama şu an içim hiçbir şeyi istemiyordu. Gerçi benim baya yiyorum dediğim şey de; cipsler, kekstralardı ya neyse.

Cevap vermeyerek sessiz kaldığımda, "Şuna bak..." diyerek devam etti Mirza sözlerine. Sesi hoşnutsuz bir şekilde çıkmıştı. "Yemeye yemeye minicik kalmışsın." Ne? Minicik mi kalmışım?

Gözlerim istemsiz bir şekilde göbeğime düştüğünde, kendi durumuma gülmeden edememiştim.

Baya miniktim yani. Göbekli bir minik.

Tam dudaklarımı aralayıp bir şey diyeceğim sıra Mirza'nın telefonunun ışığı yandı. Dikkatim dağıldığında gözlerim istemsiz bir şekilde oraya kaydı. Ekranda gördüğüm Beşir'in ismiyle birlikte sebepsiz bir şekilde üzerimden bir rahatlama geçti. Beşir mesaj atmıştı. Mirza telefonu eline alıp mesajı okuduğunda, gözlerimi ondan bir an olsun ayıramamıştım. Okuduğu mesajla birlikte kaşları çatıldığında, gözleri dikiz aynasına doğru kaydı. Başını sağ tarafına doğru yatırdığında çıkan damarlarını görebilmiştim. Gözlerini hâlâ dikiz aynasından ayırmamıştı. Ne oluyordu hiçbir şey anlamamıştım.

Mirza bu sefer de elindeki telefonuyla uğraşmaya başladığında, "Mihran?" Dedi. "Seni ileride indireceğim ve hemen markete gireceksen tamam mı? Beşir seni almaya gelecek, o gelene kadar asla oradan çıkmayacaksın."

"Ne?" Dedim. "Ne oluyor Mirza? Neden böyle bir şey yapıyoruz?" Şaşkınlık ve korku barındıran sesimle söylediklerimden sonra gözlerimi hemen dikiz aynasına çevirip, arkaya doğru bakmaya başladım. Hemen peşimizde siyah, Mercedes bir araba vardı.

"Mihran soru sorma kurban olduğum. Birazdan indireceğim seni ve hemen markete koşacaksın."

"Sen?" Dedim korkuyla. O araba hâlâ peşimizdeydi. "Sen ne olacaksın?" Kalbim korkuyla çarptı. "Bunlar kim Mirza? Ne istiyorlar bizden?"

Mirza, "Ben de geleceğim on dakikaya tamam mı kurban olduğum?" Dediğinde diğer sorularımı es geçmişti. Çocuk falan mı avutuyordu bu? On dakikaya gelecekmiş falan...

"Ne yapacaksın on dakikada Mirza?" Dedim sinirli bir şekilde. Şu an hissettiğim korku tüm bedenimi ele geçirmiş gibiydi.

Mirza bana cevap vermediğinde başımı iki yanıma doğru salladım. Şu an beni korkutmamak için susuyordu ama beni daha da çok korkuyordu.

"Boşuna durdurma," dedim içimdeki korkuya aldırmadığımda. "Arabadan inmeyeceğim. Seninle gideceğim."

"Mihran," dedi Mirza. "İneceksin."

"İnmiyorum..." dedim inatla. "Sakın durdurma inmeyeceğim. Seninle geleceğim."

Söylediklerimle birlikte Mirza gözlerini bana çevirdiğinde sinirli bir ifadeyle gözlerime bakmaya başladı. Burnundan soluyor, yine kabına sığamıyordu. Dudaklarının arasından, "Mihran!" Diye tısladığında gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Sana bir şey olacak," dediğimde sesim titrek bir şekilde çıkmıştı.

Mirza, "Olmayacak..." dediğinde çok kısa bir an duraksadı ama sözlerine devam etti. "Kurban olduğum sen bana güveniyor musun?" Bu nasıl bir soruydu böyle?

"Tabii ki de güvenmiyorum," dediğimde Mirza gözlerini bana çevirdi. Gözleri, benden böyle bir şeyi beklemiyormuş gibi kısılmıştı. Ne bekliyordu acaba? Ona tabii ki de güvenmiyordum yani.

Mirza, "Te allam ya..." dediğinde gözlerini geri yola çevirdi ama bozulduğunu anlayabilmiştim. Sadece şu an içinde bulunduğumuz durumdan dolayı uzatmak istemiyor gibiydi.

Mirza başını iki yanına salladığında, "Mihran, Mihran..." dedi kendi kendine. Sonrasında telefonunu eline aldığında ekranda gördüğüm Beşir ismiyle telefonunu mıknatısın üzerine koydu. Beşir'i arıyordu.

"Efendim abi?"

Mirza, "Adamları atlatacağım..." dediğinde hiç uzatmadan konuya girmişti. "Siz takibe alın."

Beşir, "İndirmeyecek misin abi?" Dediğinde Mirza gözlerini bana çevirdi. Burnundan soluyor, gözlerindeki sinirli ifadesiyle bana bakıyordu. Ne? Benim ne suçum vardı da bana öyle kötü kötü bakıyordu? "Yola çıkmıştık biz."

"İndirmiyorum," dediğinde gözlerini benden çekti. "Atlatacağım ben. Siz takipte kalın." Söylediklerinden sonra Mirza telefonu Beşir'in cevap vermesini beklemeden kapattı.

"Niye indiremiyorum acaba?" Diye Mirza kendi kendine söylendi. Hızını arttırdı. Galiba dediği gibi atlatacaktı.

"Yanımda Mihran hanım ve onun hiç bitmeyen inadı olduğu için adamları indiremiyorum." Hâlâ kendi kendine söyleniyor ve bana da laf çarpmadan geçmiyordu.

"Allah allah ya..." dedim sesimi yükselte yükselte. "Sanki ben dedim gel beni al, sonra arabana zorla bindir diye."

Mirza söylediklerimden sonra, "Tamam kurban olduğum tamam," dediğinde eliyle yüzünü sıvazladı. Sanki sabır çekiyordu ha!

Hızını biraz daha arttırdığında ara sokaklardan birine girdi. Girdiği ara sokaktan da sağa döndüğünde, elimi torpido gözünün üzerine koydum. Bir şeyler demek istiyordum ama sanki şu an konuşmasam daha iyi olacak gibiydi. Hem dikkatini dağıtmak istemiyordum, hem de daha fazla sinirlendirmek. Mirza ara sokaklardan âdeta cirit atarcasına geçtiğinde, gözleri dikiz aynasına doğru kaydı. Dudakları sinsi bir tebessümle yukarıya doğru kıvrıldığında, hiç bitmeyen o sinirini de hissetmiştim. Atlattığımızı anlayabilmiştim.

Dudaklarımı araladığımda Mirza benden önce davranarak konuştu: "Ne olur sorma kurban olduğum." Kaşlarım çatıldı. Sürekli başımıza bir bela geliyordu ama Mirza bana 'sorma' diyordu.

"Tabii ki de soracağım," dediğimde sesimi yükseltmiştim. "Kim bunlar? Neden takip ediyorlar bizi?"

Mirza, elini alnına götürüp baskılayıcı bir şekilde sıktığında, "Mihran!" Dedi. Sakin olmaya çalışıyor gibi bir hâli vardı. "Bunu sana söylemeyeceğim."

"Başın belada değil mi?" Dedim fısıltıyla. Bunu dillendirmek bile kalbimin korkuyla çarpmasına sebep olmuştu.

Mirza, "Benim başım hep beladadır..." dediğinde mahalleyi girmişti bile. Şu sözlerinin beni ne kadar korkuttuğunun farkında değildi galiba. "Götümden bela eksik olmaz benim. Bela sıçarım hatta ben." Başını sağ tarafına doğru kütletti.

"Mirza..." dediğimde sesim nasıl çıkmıştı bilmiyordum ama kötü bir şekilde çıkmış olacak ki; Mirza arabayı aniden sola çekerek durdurdu.

Gözlerini hemen bana çevirdiğinde, "Mihran..." dedi. Ellerini yanaklarıma götürüp kendisine çektiğinde, az önceki sinirli hâllerinden eser bile kalmamıştı. Şimdi benim yanımda olan Mirza'ya dönüşmüştü.

"Benim hayatımda tehlike hep var kurban olduğum," dedi. Şöyle demeseydi işte... Belki o böyle demese, o bunu kabullenmese ben de içimi böyle korkuya sürüklemezdim. "Ama ben, o tehlikelerden daha belayım, her şeyin hakkından gelirim." Duraksadığında sanki aklına bir şey gelmiş gibi dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

"Seni unutmuşum..." dediğinde sesi güler gibi çıkmıştı. "Bir sana, bir de senin şu inadına yetmiyor gücüm." Ben öylece kaldığımda benim bu hâlimden faydalanıp alnını alnıma yasladı.

Çok kısa bir an için benden ve de şu sürekli dillendirip durduğu inadımdan şikayetçi olup olmadığını düşündüm. Hiç bıkmış ya da şikayetçi gibi durmuyordu ama...

Mirza, "Olsun be kurban olduğum..." dediğinde önüme düşen bebek saçlarımı okşadı. "Varsın gelen senden gelsin. Sen bana gel de, beraberinde senden gelen her şeye razıyım. Yeter ki sen gel..." Sözleri sanki kalbime ilmek ilmek işledi...

Ona karşı gardımı belki de ilk defa bu kadar indirdiğimde ellerimi dokunmaktan korktuğum sakallarına doğru götürdüm. Ona dokunan parmak uçlarım titrediğinde, Mirza'nın gözleri yavaşça kapandı. Sakallarını okşadım, kirpikleri titredi.

"Sana da bir şey olursa..." dediğimde fısıldamıştım. Mirza'nın gözleri anında açıldığında, gözlerimden bir damla yaş akıp yanaklarıma süzüldü.

Abimden sonra Mirza'ya da... Hayır hayır... Bunu düşünmek bile istemiyordum.

Mirza, "Mihran..." dediğinde sözlerine devam edecekti ki; parmaklarımla dudaklarının kenarına dokundum. Öylece kaldı. Tüm vücudunun kaskatı kesildiğini hissettim, sanki birden buz tutmuş gibiydi.

"Sana gelme ihtimalim..." Duraksadım. "Kendime yenilip, sana gelme ihtimalime tutun." Alnını biraz daha bana bastırdığında, bana sıkıca sarılma isteğiyle dolup taştığını hissedebilmiştim. "Dikkat et, kendin için olmasa bile bizim için yaşa." Sözlerimin onda yarattığı etkileri fark edebilmiştim. Bir gün 'kendime yenilip, ona gideceğim ihtimali' onun tutunuşu olmuştu.

Mirza, "Kurban olduğum," dediğinde sesi inler gibi çıkmıştı. Parmaklarım hâlâ sakallarının üzerindeydi. Tam parmaklarımı çekeceğim sıra Mirza'nın camının önünde gördüğüm Polat abiyle birlikte öylece kalakaldım. Polat abi, cama tıklattığında hızlı bir şekilde Mirza'dan uzaklaştım.

Mirza şaşkın şaşkın bakan gözlerini camına çevirdiğinde gördüğü Polat abiyle birlikte, "Hay ananı Polat..." diye ağzının içinden küfür savurdu. Camı hızlı bir şekilde açtığında, "Ne var lan?" Dedi. Az önceki sakinliği hemen gitmiş, birden barut gibi olmuştu.

Polat abi, "Ne yapıyorsun oğlum siz böyle arabada?" Dediğinde gözleri bana doğru kaydı. Başımı hemen cama çevirdiğimde şu an yerin dibine girme isteğiyle yanıp tutuşmuştum. "Eviniz yok mu sizin, böyle arabada." Polat abi konuştukça ardıma bile bakmadan kaçmak istiyordum.

Mirza, "Pezevenk..." dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı. "O evi sokacağım ben sana." Eliyle, yüzünü sertçe sıvazladı. Dışından da olduğu gibi içinden de Polat abiye saydırdığına yemin edebilirdim.

Polat abi, Mirza'yı umursamadığında bana bakarak, "Mihran gel kardeşim gel..." dedi. Kaşlarım çatıldı. "İn bunun arabasından, gel ben seni evine bırakayım." Ne?

Mirza, "Siktir git lan!" Dediğinde kısa bir an için arabanın içinden uçup Polat abiye kafa atacağını falan düşünmüştüm ama neyse ki yapmadı. Onun yerine camı kapattığında Polat abi kapanan camdan kafasını zorla çekmişti.

"Mirza senin..." diyen Polat abi daha sözlerine devam edemediğinde Mirza hemen arabayı çalıştırdı.

"Hay ben böyle işin... En olmadık zamanda geldi bu pezevenk. Bir rahat vermiyorlar adama anasını satayım. İki laf ediyoruz pat birisi. Şansıma sıçayım... Bir de sana diyor ki; gel ben seni eve bırakayım." Mirza kendi kendine sinirli bir şekilde söylemiyordu.

Ben burada rezil olduğumuzu düşünüyorken, o daha Polat abiye söyleniyordu. Resmen mahallede olmaması gereken bir şey yapmıştık. Neyse ki şansımıza Polat abi görmüştü ama onun da dilinden düşecek gibi değildik.

"Mirza," dedim artık susmasını dileyerek. "Rezil olduk adama zaten sen hâlâ konuşuyorsun."

Mirza, "Bizi rahatsız eden o, rezil olan..." dediğinde yüzünü buruşturdu. "Biz miyiz?" Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Gerçekten ya sorun ondaydı, ya da bende.

"Adam bizi ne hâlde gördü ya?" Uzun bir süre Polat abinin yüzüne bakamazdım herhalde. "Uzak dur benden biraz uzak. Her bulduğun boşlukta dibimdesin, sonra böyle oluyor işte." Sinirli bir şekilde söylediklerimle birlikte Mirza arabayı evlerinin önünde durdurduğunda gözlerini bana çevirdi.

"Ne uzak durması?" Dedi yüzünü buruşturduğunda. Bunun düşüncesi bile onu rahatsız etmişti. "Senden mi uzak duracağım? Te allam ya..." Kendi kendine söyleniyordu.

"Ne te allam ya?" Dedim tıpkı onu taklit ederek, ama gülmemek için de kendimi zor tutuyordum. Ay böyle deyince de valla bir komik oluyormuş. "Senin yüzünden yakalandık. Düştük bir kez artık Polat abinin diline, daha da kurtulamayız."

Mirza, benim bu çıkışıma karşılık güldüğünde, "Yalnız kurban olduğum," dedi. Başını üzerime üzerime eğdi. "Bu sefer benim üzerime atlayan sendin." Kaşlarım çatıldı. Parmakları ellerimi tutarak havaya kaldırdığında kaşlarım biraz daha çatıldı. Ne yapıyordu bu? Mahallenin ortasında, evlerimizin önündeydik.

"Bir gören olacak," dediğimde ellerimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı.

Tıpkı benim az önce yaptığım gibi parmaklarımı sakallarına sürttüğünde, parmak uçlarım sanki elektrik çarpmışcasına öylece kaldı.

"Az önce böyle Mirza, Mirza diyordun ama." Mirza'nın beni taklit ederek söyledikleriyle birlikte öylece kaldığımda, elimi hızlı bir şekilde sakallarından çektim.

"Pislik!" Dediğimde peşinden de, "Ne münasebet?" Diye ekledim sözlerime. "Gidiyorum ben be! Bir gören, eden olacak şimdi." Sinirli bir şekilde konuşmuştum. Daha doğrusu kaçmaya çalışmıştım...

Elimi, kapı kulpuna götürüp kapıyı açtığımda aklıma gelen şeyle birlikte gözlerimi Mirza'ya çevirdim. Umursamaz bir şekilde görünmeye çalıştığımda, "Sen gelmiyor musun?" Dedim. Aslında cevabını bildiğim bir soruyu sormuştum. Gelmeyeceğini, gideceğini biliyordum.

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Sen git kurban olduğum," dedi. "Ben sonra geleceğim." Belki mesleği buydu ama şu kalbimin korkuyla çarpmasına engel olamıyordum işte.

Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, "Dikkat et," dedim.

Mirza, "Edeceğim..." dediğinde gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. "Senin için." Sözleri kalbime aktığında, açık olan kapıdan esen rüzgâr sırtıma vurdu. Titrediğimi hissettim.

"Çelik yelek giy tamam mı? Sakın giymemezlik yapma. Sonra her şeye atlama öyle." Yıllarca Arka Sokaklar izleye izleye ben de bir şeyler öğrenmiştim işte. Tabii onun dizi olması dışında bir sorun yoktu.

Mirza güldüğünde, "Tamam kurban olduğum," dedi. Gözlerim gülüşüne takıldı. Öyle bir gülüşü vardı ki... Mirza çok sık gülen birisi değildi, gerçi gülmemesi daha iyiydi ya neyse.

Diyecek daha fazla bir şeyim kalmadığında tam arabadan iniyordum ki Mirza'nın, "Yemek yemeyi unutma!" Diyen sesi kulaklarıma doldu. Sesi taviz vermez bir şekilde çıkmıştı.

Bir şey demediğimde sadece başımı salladım. Sonrasında hemen arabadan indiğimde, eve doğru yürümeye başladım. Birisi bizi görse kimseye açıklayamazdım valla. Aslında açıklamamakta değildi, kimseyle uğraşamazdım.

Kapının önüne geldiğimde, zile bastım. Mirza hâlâ gitmemişti, ve bakışlarının ağırlığını sırtımda hissedebiliyordum. "Geldim geldim patlamayın," diyen annemin sesini duyduğumda peşinden de hemen kapı açılmıştı. Ay zile bir kez basmıştım, böyle sanki çok basmışım gibi bir de bağırıyordu.

"Anam hoş geldin kız." Annemin bağırmasıyla birlikte kaşlarım çatıldı. Neden bağırarak konuşuyordu ki?

"Hoş buldum anne," dediğimde ayakkabımı çıkararak içeri geçtim.

"Bugün geç geldin biraz." Eh biraz öyle olmuştu. Mirza'yla saatler süren konuşmanın, çokça da tartışmanın içinden çıkıp gelmiştim sonuçta.

"Çıkışta arkadaşlarımla bir şeyler içtik, trafikte vardı o yüzden."

Annem, "Mihran!" Diye cırladığında olduğum yerde sıçradım. "Kız ne içtiniz? Sakın bana haram şeyler içtim deme Mihran. Ah Mihran ah... Başıma bunlarda mı gelecekti?"

Ne?

Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, ellerimi birbirine vurarak alkışlamaya başladım. Yani ayaküstünde kafasında öyle bir senaryo kurmuştu ki...

"Pes!" Dedim. "Gerçekten sana pes artık." Valla annem gün geçtikçe öyle bir çığır açıyordu ki... Her gün bana 'pes' dedirtiyordu.

Merdivenlere doğru yöneldiğimde annem arkamdan, "Pesmiş..." diye bağırdı. "Yemek hazır gel yemeğini ye. Ah ah ana yüreği işte." Güldüm. Kendi çalıyor, kendi oynuyordu.

Odama çıktığımda hemen üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Çıkardığım kıyafetlerimi kir çamaşır selesine attığımda, üzerime geceliklerimi giydim.

Odamdan çıktığımda hemen mutfağa geçtim. Annem tezgâhın önünde bir şeylerle uğraşıyordu. "Yardım edilecek bir şey var mı?"

"Yok yaptım her şeyi. Sen geç otur."

"Babam yok mu?" Dediğimde annem yüzünü buruşturdu.

"Kankalarıyla kahveye gitti." Sesi hoşnutsuz bir şekilde çıkmıştı. Babam böyle çok gitmezdi ama ara ara arkadaşlarıyla giderdi. Yüksek ihtimalle o arkadaşlarının arasından Aslan amcada vardı.

Annem kocaman bir kase dolusu yoğurt çorbasını önüme koyduğunda, kendisi de geçip çaprazımdaki sandalyeye oturdu. Aslında çok aç değildim ama, Mirza'nın 'yemek yemeyi unutma!' Demesinden sonra birden acıktığımı hissetmiştim.

Çorbamdan bir kaşık aldığımda annem, "Çok yoruldun mu bugün?" Dedi. Başımı aşağı yukarı salladım. "Yoruldum." Sesimden bile ne kadar yorulduğumu belli etmiştim.

"Eee tabii elin delisiyle uğraşılmaz." Çevremdeki herkesin orada yatan hastalara karşılık deli demesinden hiç mi hiç hoşlanmıyordum. "Neyse dayan biraz. Sayılı gün çabuk geçer." Ne? Görende şafak falan sayıyoruz ha!

Çorbamdan bir kaşık aldığımda, "Bazen çevremdeki herkesin oraya yatmaya ihtiyacı varmış gibi hissediyorum..." diye mırıldandım. Daha çok kendi kendime konuşmuştum ama annemin çatılan kaşlarından da anladığım kadarıyla beni duymuştu.

"Allah seni ne etmeye," dediğinde annem elini başına vurdu. "Bak bak laflara bak hele. Bizi oraya yatıracakmış. Deli miyiz kız biz?" Gülmemek için dudaklarımı birbirine doğru bastırdım. Valla pekte akıllı sayılmazlardı.

Güldüğümde, "Estağfirullah..." dedim. "Hepiniz çok akıllısınız, bir ben deliyim."

Annem, "Öylesin öyle bak şimdi doğru dedin..." dediğinde oturduğu yerden kalktı. "Ah ah iki laf etmeye geldiydim yine tüm laflarımı ağzıma tıktı bu kız." Anmem söylene söylene mutfaktan çıktığında başımı olumsuz anlamda sallayarak, yemeğimi yemeye devam ettim. Valla iyi ki tüm laflarını ağzına tıkmıştım, yoksa şimdi bir saat konuşup duracaktı.

Beş dakika içinde tüm yemekleri silip süpürdüğümde bulaşıkları makineye dizerek mutfaktan çıktım. Tam merdivenlere yöneleceğim sıra çalan kapıyla birlikte kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kızlarla birlikte şaşırmadan edememiştim. Çiçek, Sezin abla ve Dila tam karşımda duruyordu.

Ellerinde tuttukları çekirdek poşetini ve kolayı önümde sakladıklarında, Dila, "Kap üstüne bir şey gel kapının önüne..." dedi.

Gülümsemeden edemediğimde, "Geliyorum," dedim. Nedensizce birden üzerimdeki yorgunluğumun geçtiğini hissetmiştim.

"Kapının önündeyim ben," diye içeriye doğru bağırdığımda portmantodaki hırkamı alarak askılımın üzerine geçirdim. Altımda klasik ev pijamalarımdan vardı ama nasılsa hava kararmıştı. Bu yüzden hiç değiştirmekle falan uğraşmayacaktım. Kapının üzerindeki anahtarımı elime alıp dışarı çıktığımda kızları bizim merdivenlerin altındaki yere oturmuş bir şekilde buldum. Hemen yanlarına oturup bağdaş kurduğumda, başımı duvara doğru yasladım.

Böyle içim bir garip olmuştu. Bu garipliğimin nedeni de aslında uzun zaman kendimi herkesten soyutlamamdı. Mesela normalde Çiçek dışında mahalledeki kızlarla fazla konuşmazdım. İşte denk geldikçe altın günlerinde falan anca konuşurduk. Ama şimdi öyle değildi. Dila'yla bile aramız her ne kadar pek iyi olmasa da bugün çıkmak istemiştim. Galiba uzun zaman sonra böyle bir ortama ihtiyacım olduğunu hissetmiştim.

Çiçek, "Naptın kız bugün?" Dediğinde bunu bana dediğini anlayabilmiştim. Elindeki çekirdekleri aynı Cennet Mahallesindeki, Pembe gibi çitlemeye başladığında, güldüm.

"Stajdaydım işte öyle. Siz?" Mirza'yla aramızda olanlardan şimdi bahsetmek istemiyordum.

"Valla ben kaynanama gittim bugün. Misafirleri varmış 'gel de bir gelin görsünler' demişti. Hay gitmek olaydım, canımı çıkardı tüm gün." Sezin ablanın sinirli bir şekilde söyledikleriyle birlikte güldüm.

Dila, bardaklara kolalarımızı doldurduğunda hepimize sıradan uzattı. Kolanın hastası falan olabilirdim. Avucuma çekirdek alıp çitlemeye başladığımda Dila, "Aman aman..." dedi. "Dertliyim, kederliyim."

"Ne oldu?" Dedim. Dila'yı ilk defa böyle görüyordum.

"YouTube kanalımın izlenmeleri düştü be! Artık eskisi kadar yorumda gelmiyor." Ne? Tövbe tövbe... Öyle bir dertliyim demişti ki ben de bir şey oldu sanmıştım ya.

Sezin abla, "Allah canını almaya kız..." dediğinde elindeki çekirdeği Dila'nın yüzüne fırlattı. "Bir şey oldu sandık bizde burada."

"Lütfen dertlerimi küçümsemeyin. Ah benim dertlerim, ah benim dertli başım." Dila'nın üzgün bir şekilde söylediği şeyle birlikte birazcıkta olsa ciddileştim. Aslında gülmemek için kendimi zor tutuyordum ama Dila gerçekten üzgün olduğu için bir şey de yapamıyordum.

"Zamanla artar," dedim ne dediğimi bilmeden. "Videoların da izlenir."

Dila, başını dizlerinin üzerine vurduğunda, "Olmuyor işte olmuyor," dedi. "Kaç haftadır dikkat çekici videolar atıyorum bir türlü olmuyor. Benim farklı bir şeyler denemem gerekiyor artık." Ay hiçte böyle şeylerden anlamazdım ki... Aman en iyisi ben çekirdeğimi çitleyeyim be!

Çekirdeğimi çitlemeye devam ettiğimde Sezin abla, "Mahallede videolar çekelim kız," dedi. "Altın günlerini falan, şu mahalleden üç sezon dizi çıkar bak."

"Kıç kadar mahalleden elli tane video çıkardım zaten ama olmuyor artık. Dikkat çekmiyor, benim dikkat çekecek bir şeylere ihtiyacım var." Dila'nın üzgün bir şekilde söylediği şeyle birlikte çekirdeğimi çitlemeye devam ettiğimde aramızda bir sessizlik oluştu.

Dila, "Aslında..." dediğinde duraksadı. Ona bakmadım bile, öylece önüme bakıyordum. "Aslında kanalım için aklımda bir fikir var ama." Dila'nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde, "Ne?" Diyerek gözlerimi ona doğru çevirdim.

"Aslında seninle bir video çeksek. Böyle bölümün hakkında konuşsak, hemşireliği anlatsan, sınava gireceklere tavsiyeler versen." Ne? Bir dakika, bir dakika... Ben doğru anlamıştım değil mi? Dila benimle YouTube videosu mu çekmek istiyordu? Evet, tam olarak bunu istemişti.

"Yok artık," dedim şaşkınlığımı gizleyemediğimde. "Güzel şaka bak bu." Sözlerim üzerine Dila başını yana doğru yatırıp gözlerim masum olduğunu düşündüğü bakışlarıyla bakmaya başladığında, ona inanamıyormuş gibi baktım.

Ciddiydi, hem de baya ciddiydi.

"Saçmalama Dila. Asla öyle bir şey olmaz Dila." Ay YouTube'a video çekmek kimdi, ben kimdi yani?

Ben 'hayır' diyordum demesine ama Dila gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki, bir noktadan sonra ona kıyamayacağımı biliyordum. Bu yüzden de hızlı bir şekilde gözlerimi Dila'dan çekerek, önüme döndüm.

Çiçek'in, "Aslında bu fikir iyiymiş," diyen sesini duyduğumda gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Benimle de özel eğitim öğretmenliği hakkında çekersin, atanmalar falan..." Gözlerimi Çiçek'e çevirdim. Ciddi olup olmadığını anlamak istiyordum ama Çiçek bu konuda gayet ciddi gibi duruyordu.

Dila, "İşte budur be!" Diye bağırdığında sesinin çok fazla yükseldiğini fark etmiş olacak ki; hemen sesini alçalttı. "İşte arkadaşlık, işte dostluk, işte Mihran'da olmayan her şey." Dila'nın bana laf soka soka söylediği şeyle birlikte gözlerimi devirdim.

Sezin abla, "Kız benimle de çeyiz videoları çekersin. Yeni gelinlik falan..." dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Sende mi be Sezin abla!

"Siz ikiniz canımsınız benim canım," diyen Dila ellerini birbirine çarptığında, bir gözünün hâlâ benim üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

"Bazıları da işte bir video bile çekmez. Arkadaş deriz bağrımıza basarız. Ama bu dünya böyle işte bir kere düştük mü bitiyor yani." Dila'nın kendini acındırarak söylediği şeylere karşılık gözlerimi devirdim. Ay abarta abarta bir hâl olmuştu ha!

Eğer kabul etmezsen Dila'nın çenesinden bir ömür kurtulamayacağımı anladığımda, "İyi bakarız," dedim.

Dila, "Valla mı?" Dediğinde, "He valla," dedim gülerek. Bakarız demiştim demesine ama açıkçası Dila'yı bir şekilde kandırmayı düşünüyordum.

"İşte dostluk, işte arkadaşlık, işte iyi kalp ve bunların hepsi işte Mihran." Dila'nın abarta abarta söyledikleriyle birlikte hepimiz güldüğümüzde, aramızda samimi bir ortamın olduğunu hissedebilmiştim.

Çiçek, "Bana baksana kız sen bu YouTube'dan çok para kazanıyor musun?" Dediğinde sesinden akan merakı hissedebilmiştim.

Dila, "Kazanıyorum tabii kız..." dediğinde Çiçek hemen, Sezin ablanın yanından kalkıp Dila'nın yanına geçti. Bu gidişle artık iki tane YouTube fenomenimiz olacak gibiydi. Dila ve Çiçek aralarında konuşmaya başladıklarında Sezin abla, "Ayıp ayıp," dedi. "Toplum içerisinde böyle aralarında konuşuyorlar bir de."

Çiçek konuşmalarına ara verip gözlerini bize çevirdiğinde, "Aman toplum da siz mi oluyorsunuz şimdi?" Dedi. Bir de üzerine bize bakarak yüzünü buruşturmuştu. Çiçek ve Dila geri YouTube konuşmalarına döndüklerinde, kaşlarım çatıldı. Valla Çiçek beni satışa çıkarmış gibiydi.

Sezin abla, "Bir şarkı açayım da dertlenelim," dediğinde telefonunu eline alıp, hemen bir şarkı açtı.

Şimdi hiç derdimiz yokmuş gibi, bir şarkının sözlerinde kaybolacak, bir de ona dertlenecektik.

Şarkının sözleri aramızda yükseldiğinde başımı arkaya doğru yaslayarak gözlerimi Mirza'nın odasına doğru çevirdim. O olmasa bile uzun uzun baktım.

Şarkıda, 'Bir sana güçsüzlüğüm' diyordu.

Bizim güçsüzlüğümüzde bir tek birbirimizeydi.

Şarkının devamında da, 'Ne büyük aşklar bitti, bir ömür geçti..." diyordu.

Bir gün bizimde... Bunu düşünmek bile içimdeki bir yerleri sızlattığında, başımı dizlerimin üzerine doğru yasladım. Gözlerim hâlâ Mirza'nın odasındaydı, oradan çekemiyordum.

"Abim evde değil. On dakika uğradı hemen çıktı." Yanımda oturan Dila'nın kulağıma fısır fısır söylediği şeyle birlikte gözlerimi ona çevirdim. İmalı bakışlarıyla bana bakıyordu. Niye öyle bakıyordu ki şimdi bu?

"Ona bakmıyorum ki ben..." dedim hemen kendimi savunmaya geçerek. "Bana ne yani?" Evet kesinlikle ona bakmıyordum. (!)

Dila, "Tabii tabii..." dediğinde imalı bir şekilde güldü. Başını 'hadi gidi hadi' dercesine iki yanına salladı. "Barışmışsınız." Dila'nın söylediği son şeyle birlikte birden şaşırıp kaldığımda öksürmeye başladım.

Hemen gidip Dila'ya söylemiş miydi yani? Şaka gibiydi gerçekten. Daha tam anlamıyla barışmamıştık bile.

Yanımda oturan Çiçek sırtıma vurduğunda, "Helal helal..." dedi. Böyle diyordu ama sırtıma öyle bir geçiriyordu ki yani.

"Yavaş Çiçek'im yavaş," dediğimde hemen Çiçek'ten uzaklaştım. Valla vura vura öldürecekti beni.

Biraz olsun kendime gelebildiğimde gözlerimi, bana gülerek bakan Dila'ya çevirdim. "Sen nerden biliyorsun bunu?" Dediğimde ne kadar saçma bir soru sorduğumu anca sorduktan sonra fark edebilmiştim.

Dila birden, "Oha!" Diye bağırdığında gözleri şaşkınlık içerisinde açılmıştı. "Oha! Gerçekten barışmışsınız siz." Ne? Bilmiyor muydu yani?

Sezin abla, "Ne?" Diye cırladığında ağzındaki çekirdeği dışarıya püskürtmüştü.

"Benim niye haberim yok bundan? Niye yok niye?" Çiçek'in de bağırarak söyledikleriyle birlikte şu başımı duvarlara vurmamak için kendimi zor tutmuştum. İyi ki söylemeyeceğim demiştim ama şimdi benim sayemde hepsi öğrenmişti.

"Sen..." dedim Dila'ya döndüğümde. Kaşlarım çatılmıştı. "Sen var ya sen."

Dila güldüğünde, "Abim bugün eve geldiğinde hiç olmadığı kadar mutlu geldi. Bir de salak salak sırıtıp duruyordu sürekli. Oradan tahmin ettim barıştığınızı sana bir zarf atayım demiştim, sende sağ olasın hemen kaptın..." dedi. Oha ama ya.

"Barışmadık," dedim hemen inkâr etme yolunu tercih ederek. "Asla barışmadık."

Çiçek, "Seni yolacağım, seni döveceğim..." dediğinde hemen Dila'nın yanından kalkıp, karşıma geçip oturdu. "Hemen anlatıyorsun hemen."

"Anlatacak hiçbir şey yok," dediğimde umursamaz gözükmeye çalışıyordum ama bu inkâr etmelerimin de bir işe yaramayacağının farkındaydım.

Sezin abla, "Dökül kız hemen!" Dediğinde başımı arkaya doğru atarak, ofladım. Bu üç delinin elinden kurtulamayacak gibiydim.

Ki öyle de oldu,

Kurtulamadım.

Aradan geçen saatlerde kızlar bir türlü beni salmadıklarında başımı duvarlara vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Kaç saat geçmişti bilmiyordum ama ben kızların elinden bir türlü kurtulamamıştım. Mirza'yla aramızda geçen olayları üzeri kapalı bir şekilde kaç kez anlatmıştım satamamıştım bile. Her anlatışımda 'bir daha anlat' diye diye bana aynı şeyleri defalarca kez anlattırmışlardı.

"Ay yeter bıktım!" Dediğimde sesim istemsiz bir şekilde yüksek çıkmıştı. "Salın bir beni ya."

Çiçek, "Vay be..." dediğinde başını aşağı yukarı salladı. "Demek Mirza artık enişte oldu." Ne? Yüzümü buruşturdum.

"Bunu yapma," dediğimde Çiçek'i en başından uyarmak istemiştim. Valla bu deli, Mirza'yı görür görmez 'enişte' diye bağırır, üzerine de beni rezil ederdi.

Çiçek, "Aman enişte, canım enişte..." diyerek oynamaya başladığında hızını alamayarak bedenini geriye doğru attı. Ay bu salak arkasında duvar olduğunu falan mı sanıyordu? Bedeni geriye savrulduğunda yere düştü. Çiçek, "Ay bismillah..." diye bağırdığında kızlarla birlikte gülmeye başladık.

Şu Çiçek olmasa kime gülerdim ki acaba?

İç sesim anında, 'Behlül' diye cevap verdiğinde haklılıkla başımı salladım. Evet, iç sesime başımı salladım.

Çiçek, "Ay biriniz kaldırın beni..." diye bağırdığında dudaklarımdaki gülüşümü silmeden elimi ona doğru uzattım. "Ağzınıza tükürdüklerim, bir de ağızlarını yaya gülüyorlar bana." Ay bir de bize kızıyordu.

Çiçek'i düştüğü yerden kaldırıp en azından oturur pozisyona getirdiğimde hâlâ kendi kendine söyleniyordu. Dudaklarımdaki gülüşümle ona bakmaya devam ettiğim sıra, mahalleden içeri giren bir arabanın ışıkları gözüme gözüme vurduğunda, elimi gözlerimin önüne götürdüm. Gülüşüm dudaklarımda solup silindiğinde, kaşlarımı çattım.

Çiçek'in, "Aha eniştem gelmiş be!" Diye bağıran sesini duyduğumda, gözlerimin önündeki eli hızlı bir şekilde çektim. Gördüğüm Mirza'nın arabasıyla birlikte sebepsiz bir şekilde rahatladım. Bugünde sağ salim bir şekilde eve gelebilmişti. Rahatlamam da bundandı zaten.

Mirza arabasından indiğinde gözleri hemen gözlerimle birleşti ve çatık kaşlarının ardından bana bakmaya başladı. Kaşlarının bu kadar çatık olmasının sebebi yine bir şeylere sinirlenmiş olmasıydı. Ve adım kadar emindim ki; çok boş bir şeye sinirlenmişti.

Sezin abla, "Ee biz gidelim o zaman," dediğinde sesi imalı bir şekilde çıkmıştı.

Çiçek, "Gidelim tabii gidelim," dediğinde hızlı bir şekilde oturduğu yerden kalktı. "Gidelim de sevenler baş başa kalsın." Kaşlarım çatıldığında hemen oturduğum yerden kalktım. Uyuşan popomla birlikte yüzümü buruşturduğumda, elimi popoma götürmemek için kendimi zor tutmuştum. Bu soğukta bir de popom üşümüştü be!

Sezin abla bana bakarak, "Görüşürüz güzelim," dediğinde göz kırptı. Gülümsemeye çalıştım. "Görüşürüz Sezin abla."

Çiçek, "İyi geceler enişte. Görüşürüz enişte. İyi geceler demiş miydim enişte?" Dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Allah'ım sana geliyorum. Ben, Çiçek'in böyle bir halt yiyeceğini biliyordum ama ya. Valla malımı çok güzel tanıyordum.

Dişlerimin arasından, "Çiçek!" Diyerek tısladığımda kendimi üzerine atlamamak için zor tutuyordum. Çiçek sırıtarak bana el salladığında Sezin ablanın koluna girdi ve yürümeye başladılar.

Dila, "Eee o zaman ben de eve gireyim artık," dediğinde, "Gir gir..." dedim. Resmen hepsi beni, Mirza'yla bırakıp kaçmaya yer arıyordu.

"Ee ben girdim o zaman," diyen Dila evlerine doğru koşturduğunda, işte şimdi Mirza'yla karşı karşıya kalmıştık.

Mirza hiç vakit kaybetmeden bana doğru bir adım attığında, "Ne işin var senin böyle?" Dedi. Ne demek istediğini anlayamadım. "Üstündeki incecik..." Gözleri geceliğime düştüğünde kaşları biraz daha çatıldı. "İncecik şeyle oturmuşsun betonun üzerine bir de." Hah şimdi neye sinirlendiğini anlayabilmiştim.

Mirza'yı terslemek istemediğimde, "İnce değil," demekle yetindim. Yalandı, üzerimde baya ince olan gecelik takımım vardı. Üst kısmımı hırka giydiğim için biraz olsun kurtarabilmiştim, ama alt kısmımın kurtarılacak bir yanı kalmamıştı. Popom ve bacaklarım donmuştu.

Mirza, "İnce değil?" Dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı. Attığı birkaç adımın ardından tam dibimde bittiğinde, "Şu ince olmayan şeye bir de ben bakayım..." dedi. Sözleri soğuğunda etkisiyle olduğum yerde titrememi sağladığında, geriye doğru birkaç adım atıp kaçacaktım ki; Mirza beni belimden yakalayarak kendisine doğru çekti.

"Mirza birisi görecek şimdi," dediğimde sesimden akan tek duygu; korku olmuştu. Belki yakalanmıyorduk ama bir gün mutlaka birisi böyle bizi görecekti.

Mirza, benim söylediğim şeyi umursamadığında belimde duran elini, bacaklarıma doğru kaydırdı. Elini, bacağımda hissetmemle birlikte kaskatı kesildiğimde, "Ne yapıyorsun?" Dedim sesim titremişti.

"Bu mu ince değil Mihran?" Diye çıkıştı Mirza. "Buz gibi olmuş bacağın resmen avuçlarımın arasında."

Tövbe tövbe.

Elimi, Mirza'nın bacağımda duran elinin üzerine koyduğumda elini çekmeye çalıştım ama Mirza bacağımı öyle bir sarmıştı ki bırakmıyordu. Bacağımı hafifçe okşadığında, "Hasta olacaksın kurban olduğum," dedi.

"Birisi görecek."

Mirza umursamaz bir şekilde, "Görsün," dediğinde başını yüzüme doğru eğdi. "Sence insanları umursuyor gibi mi duruyorum?"

"Ben umursuyorum," dedim. Tek bir kişinin bile bizi bu şekilde görmesi demek; bunu tüm mahallenin öğrenmesi demekti. Bu mahallede hiçbir şey gizli kalmazdı. "Aileme açıklayamayacağım hiçbir şeyin içinde adım geçsin istemiyorum." Sözlerim üzerine Mirza'nın kaşları çatıldı.

"Bizi mi açıklayamayacaksın?" Sert çıkan sözleri üzerine bedenimi okşayan elleri duraksadı. Bunu gerçekten sormuş muydu? Bizi nasıl açıklayabilirdim ki?

"Evet..." dedim dik dik gözlerine bakmaya devam ettiğimde. "Bizi açıklayamacağım." Kelimelerin üzerine basmak istercesine konuşmuştum.

Mirza, "Bizi kızlara açıklamışsın, barıştığımızı anlatmışsın..." dediğinde sesinden bu duruma bozulduğunu anlayabilmiştim.

"Kimseye bir şey açıklamadım ben. Artık eve gittiğinde nasıl sırıtıp durduysan Dila anlamış işte. Kardeşinde senin gibi olduğundan hemen üzerime üzerime oynadı tabii."

Mirza başını aşağı yukarı salladığında, "Herkes her şeyi görüyor," dedi. "Şu gülmeyen yüzüm güldüğünde sebebinin kim olduğunu herkes biliyor." Bu sözleri benim için o kadar beklenmedik olmuştu ki... Sözleri tıpkı belirti vermeyen bir hastalık gibi gizlice sızdı içime.

"Şu gülmeyen yüzümün bir sana güldüğünü, sınırlarımın bir sende yok olduğunu herkes biliyor..." Duraksadığında alnını alnıma yasladı. "Bir tek kişi dışında..." Uzun uzun baktı gözlerime. Ve en sonunda da konuştu: "Kurban olduğum dışında." Gözlerimi gözlerinden kaçırdığımda başımı yere eğdim.

"Mirza ben..." Ne diyeceğimi bilememiş olmanın yükü üzerime bindiğinde duraksadım.

"Mihran gir içeri!" Dedi Mirza. Sesi tok bir şekilde çıkmıştı. "Üşüme daha fazla."

Kurban olduğum değil, Mihran demişti.

İçimi garip bir his sarıp sarmaladığında, ben bile ne olduğunu anlayamamıştım. Öyle bir huzursuz olmuştum ki...

"Ama..." dediğimde Mirza hızlı bir şekilde sözümü kesti ve benim bir şey dememe izin vermeden konuştu:

"Ne var biliyor musun Mihran? Sen şimdi yatağına girdiğinde benim yaptıklarımı düşüne düşüne uyuyacaksın. Sonra bana daha da fazla bilenerek geri uyanacaksın." Alaylı bir şekilde güldü ama gülüşünün altında yatan o acıyı hissedebilmiştim.

"Ben ise senin ufak bir gülüşünle uyuyacağım, uykuya dalar gibi gözlerine dalacağım. Sonra yine sana uyanacağım. Bu dört yıldır hep böyleydi, on dört yıl geçse de hep böyle olacak." Alnını alnıma yasladı. "Ama sanki..." dediğinde sesi acı çeker gibi çıkmıştı.

"Sanki... Değil on dört yıl, yirmi dört yıl bile geçse sana bir şeyleri unutturamayacak gibiyim. Şu içindeki acıları silemeyecek gibiyim." Gözleri acıyla kapandı. "Hiç unutmayacaksın değil mi?" Diye inledi.

"Mirza ben..." İçimin bu kadar acıması normal miydi?

"Tamam kurban olduğum," dedi Mirza. Gözleri hâlâ kapalıydı. "Gir hadi içeri sen, üşüme." Ben burada onu böyle üzerken, onun böyle beni kendinden bile öteye koyarak düşünmesi canımı yakmıştı.

Tam dudaklarımı aralayıp itiraz edeceğim sıra mahallede yükselen seslerle birlikte gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdim. Babam ve Aslan amca bize doğru geliyorlardı. Bizi görmüşler miydi bilmiyordum ama pek görmüşe de benzemiyorlardı.

"Babamlar," dediğimde hemen Mirza'dan uzaklaştım. O bırakmasa ondan gidemezdim ama bırakmıştı işte.

Mirza, "Merak etme görmediler," dediğinde sesi tok bir şekilde çıkmıştı. Ama bunu sanki imalı bir şekilde söyledi gibi hissetmiştim. "Gir hadi içeri." Şu durumda yapacağım başka bir şey olmadığını anladığımda, başımı olumlu anlamda sallayarak eve doğru yürümeye başladım. Mirza'nın bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum.

Titreyen ellerimle kapıyı açabildiğimde eve girdim. Girmeden önce duyduğum sesler babamların ve Mirza'nın konuşma sesleri olmuştu.

Anneme gözükmeden hızlı bir şekilde odama çıktığımda, hemen camın önüne geçerek aşağı baktım. Babam, Aslan amca ve Mirza konuşuyorlardı. Mirza, babamın söylediklerine karşılık dalgın bir şekilde başını salladığında, güldü. Öylece onu izledim.

Konuştular, konuştular.

Ayaküstünde o kadar çok şey konuştular ki... Bir an bu kadar ne konuştuklarını merak ettim. En sonunda babam evimize doğru yöneldiğinde, Aslan amca ve Mirza'da evlerine doğru yöneldiler. Mirza bahçeden içeri girip kapıyı kapattığında, bahçedeki sandalyelerden birini çekerek oturdu. Elini, cebine atıp sigara paketini çıkardığında, hemen bir tane yakıp içmeye başladı. O kadar çok sigara içiyordu ki... Sanki onun için günlük bir ihtiyaçmış gibiydi.

Cebimden telefonumu çıkardığımda Mirza'ya yazıp yazmamak konusunda kararsız kalmıştım. Yazsam ne diyecektim ki? Anca kem küm edecektim işte.

İç sesimle girdiğimiz çatışmanın sonunda yazmamaya karar verdiğimde, Mirza'da zaten biten sigarasının ardından oturduğu sandalyeden kalkarak eve doğru ilerledi.

Sayamadığım saniyelerin sonunda önce odasının ışığı açıldı, ama çok bir zaman geçmedi ki geri kapandı. Uyuyacağını anlamıştım. Yavaş bir şekilde camın önünden çekildiğimde, ben de yatağımın içine girdim.

Bu gece zihnimi saran düşüncelerim yüzünden uyuyamayacağımı biliyordum.

Bu gece de uykuya değil, Mirza'ya kapıldım.

*

Çalan kapıyla birlikte yattığım yerden doğrulduğumda ayaklarımı sürüye sürüye kapıya doğru ilerledim. Evde benden başka kimse yoktu. Babam işe gitmişti, annemi ise hiç bilmiyordum. Ama yüksek ihtimalle komşulara falan gitmiş olmalıydı, ya da pazara...

Ellerimle yarı açık, yarı kapalı olan gözlerimi oluşturdum. Uyandığımdan beri anca pineklediğim için daha kendime gelememiştim.

Uyuşuk bir şekilde çalan kapıyı açtığımda karşımda Dila'yı gördüm. Ben daha bir şey demeden yanımdan sıyrılıp içeri girdiğinde, "Sakın bana şu saate kadar uyuduğunu söyleme," dedi. Tamam söylemezdim.

"Ne oldu?" Dediğimde gözlerim, elinde tuttuğu poşetlere kaydı. "Onlar ne?"

"Ne olacak kameralarım falan işte..." dediğinde Dila içeriye doğru yürümeye başladı.

Peşinden yürüdüğümde, "Kameraların mı?" Dedim. Dila poşetin içinden çıkardığı garip şeyleri masanın üzerine dizmeye başladı. "Ne alaka? Ne yapacaksın onlarla?"

Dila, "Dün konuşmuştuk ya..." dediğinde kaşlarım çatıldı. Dün ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyordum. "Hani kanalım için video çekecektik ya." Ne? Öyle mi konuşmuştuk? Sadece Dila sorduğu zaman 'bakarız' deyip geçiştirmiştim o kadar. Benim için o 'bakarız' kesinlikle başımdan savmak için söylenmiş bir şeydi ama Dila ciddi ciddi kalkıp gelmişti.

"Bakarız demiştim Dila, çekeriz dememiştim ki..." dediğimde dudaklarımı ısırdım. Dila çoktan ortamı hazırlamaya başlamıştı ve ben bu işten nasıl sıvışacağımı hiç bilmiyordum.

Dila, "Çekeriz demiştin çekeriz," dediğinde gözlerini bana çevirdi. Gözleriyle beni süzmeye başladığında yüzünü buruşturdu. Ne öyle yüzünü buluşturmalar falan ya...

"Önce bir şu üstünü halledelim, böyle olmaz yani. Benim kanalımın da bir kalitesi var sonuçta canım." Dila'nın söylediği şeylerle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Hem benimle video çekmeye çalışıyordu, hem de beni beğenmiyordu.

"Dila hayır," dediğimde başımı iki yanıma doğru sallayarak çekmek istemediğimi belli etmiştim.

Dila, "Evet canım evet," dediğinde benim yanıma doğru gelmeye başladı. Ve ben bu işten kaçışımın olmadığını anlayabilmiştim.

Aradan geçen bir saat gibi bir sürede Dila'nın beni ve ortamı hazırlama işi bittiğinde, gözlerimi üzerime doğru çevirdim. Kameradan dolayı alt kısmım gözükmeyeceği için pijamamı çıkartmamıştım ama Dila üzerime büzgülü, bebek mavisi cropumu giydirmişti. Birbirine girmiş olan saçlarıma hafif dalgalar vermiş, ve makyajımı da kendi yöntemleriyle yapmıştı.

"Çok güzel oldun," diyen Dila kameraları da ayarladığında heyecandan olduğum yerde duramadığımı fark ettim. Ne yapacaktım ben şimdi?

"Ne yapacağız şimdi?" Dediğimde terleyen ellerimi eşofmanımın üzerine sildim.

"Sen önce şöyle otur..." Sanki bunu bekliyormuş gibi koltuğa oturdum. Dila'da yanıma gelip oturduğunda, "Önce kanalın açılışını yapacağız, bu kısım biraz zor." Güldü. O gülüyordu ama ben asla gülemiyordum. "Kendini çok kasma, rahat ol. Gözlerini sürekli kameraya dikmeye de çalışma. Zaten ilerledikçe alışacaksın." Neye alışacaktım acaba? Bir de karşımda sanki çok normal bir şey yapıyormuşuz gibi konuşuyorduk.

Bir şey demediğimde Dila, "Önce giriş kısmını yapacağız," dedi. Yine sessiz kaldım. Benim yerime de o yapsa olmuyor muydu acaba? "Selam sevgili arkadaşlar diyeceksin tamam mı?" Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.

Allah aşkına ben şu an ne yapıyordum ya? Resmen bir YouTube kanalına konuk olmuştum. Ki Dila'nın kanalının da abone sayısı falan baya iyiydi, videoları da genel olarak iyi bir izlenmeye sahipti.

Allah'ım inşallah bu videoyu okuldakiler falan izlemez. Yani Behlül'ün izlediğini düşünemiyordum bile, valla dilinden düşürmezdi beni.

Dila'nın yüzüme cevap beklercesine baktığını fark ettiğimde, "Tamam..." dedim oflarcasına. "Ona da tamam."

Dila yüzündeki gülümsemesiyle birlikte kameraya döndüğünde, "O zaman başlıyoruz," dedi. Ne olur şu kameraların şarjı falan bitsin ya. Ama maalesef ki bitmedi.

Ve biz başladık.

Benim için ızdırap gibi geçen dakikalar, saatlere evrildiğinde sonunda çekimi bitirebilmiştik. Üzerinden kaç saat geçmişti bilmiyordum ama benim cılkım çıkmıştı. Ben, ben olmaktan çıkmıştım artık.

Gerçekten sadece bir girişi bile sayamayacağım kez tekrar etmiştik ve Dila'ya bir türlü beğendirememiştim. Videonun neredeyse her yerinde kem küm etmiş, Dila'yı sinirlendirmiştim. Neyse ki Dila 'ben oraları montajlarken keserim' demişti de yenisini çekmek zorunda kalmamıştık. Ama ben ciddi ciddi bu işi yapanlara saygı duymaya başlamıştı. Valla böyle video çekmesi falan zor işti yani.

"Yorgunluktan ölüyorum," dediğimde başımı arkaya doğru yasladım.

Dila, "Çok güzel oldu çok..." dediğinde hemen oturduğu yerden kalktı. Hâlâ enerjikti. "Şimdi hemşirelik isteyenler bu videoyu hep izleyecek, dikkat çekecek. Hemen editini yapmam gerekiyor bunun."

Dila'nın söylediklerini zerre umursayamadığımda, "Ay boğazım kurudu..." dedim. Masanın üzerindeki suyu alıp kafama diktiğimde, biraz olsun rahatlayabilmiştim. Ee tabii saatlerce öyle konuşunca boğazım acımıştı.

Dila ortalığa dağıttığı kameralarını toplamaya başladığında kendi kendine Gazapizm'in, Unutulacak Dünler şarkısını mırıldanmaya başladı. "Kurumuş boğazım... Bekliyorlar yol ağzında... Bir gün beni sorarlarsa suscan..." Bir yandan başını sallıyor, ritim tutturmaya çalışıyor, diğer yandan da eşyalarını topluyordu.

Başımı tekrardan koltuğa yasladığımda gözlerimi devirdim. Zaten başım ağrıyordu, bir de üzerine Dila'nın sesi ağrıtıyordu.

"Kız var ya allah benim abime sabır versin. Kocatırsın sen kız adamı, kocatırsın. Suratsız, suratsız oturuyorsun. Abim, seninle nasıl bir ömür geçirecek kız?" Dila'nın söyledikleriyle birlikte öylece kaldığımda, "Ne?" Dedim. Sesim şaşkınlık içerisinde çıkmıştı. Sabahtan beri onun için uğraşmıştım ve o şimdi bana suratsız ediyordu.

"Ay haspam..." dedim sinirli bir ifadeyle. "Senin abinden enerji akıyor çünkü değil mi? Böyle güleç güleç dolaşıyor hatta." Ayak üstü Mirza'yı da gömmüştüm ama kesinlikle söylediklerimle yalan bir şey yoktu.

Dila, "Abimle bir ömür geçirmek hakkında bir şey demedin yengeciğim," dediğinde sesi alaylı bir şekilde çıkmıştı. Bir de benimle alay ede ede yengeciğim diyordu. Kaşlarım çatıldı.

"Dila!" Diye bağırdığımda hemen oturduğum yerden fırladım. Dila elindeki poşetlerle birlikte gülerek benden kaçmaya başladığında, "Yengeciğim de yengeciğim..." diye bağırdı. Ay bir de yengeciğim deyip duruyordu.

"Salak!" Diye bağırdığımda Dila çoktan bana el sallayarak evden çıkmıştı bile. "Yengeciğim de yengeciğim." Taklidini yapa yapa konuştuğumda kendimi tekrardan koltuğun üzerine fırlattım. "Yengeymiş he yenge." Ay içim bir tuhaf olmuştu böyle. Hani böyle 'yenge' deyince içimden garip bir his geçmişti.

"Yok yok bunlar abili kardeşli beni delirtmeye yemin etmişler," dediğimde telefonumu elime alıp, instagram'a girdim. Belki instagram'da dolaştıkça kafam dağılırdı da, çok düşünmezdim.

Ana sayfamda dolaşmaya başladığımda gördüğüm fotoğrafla birlikte yüzümü buruşturduğumda, "Iy..." dedim. Liseden bir arkadaşım sevgilisinin doğum gününü kalpli videolarla kutlamış, bir de yarım sayfa yazı yazıp, methiyeler düzmüştü. Sanki bir bunlar seviyordu ha!

"Allah'ım nasip etme..." dediğimde beğenmeden sayfayı aşağı doğru kaydırdım. Böyle dolanıyordum dolanmasına ama her gördüğüm gönderide de ayrı bir sinirlenip duruyordum.

"Oha!" Dedim gördüğüm fotoğrafla birlikte. "Kız senin ikinci çocuk hangi ara oldu?" Liseden arkadaşımın şu an kucağında ikinci çocuğu vardı. Aynı yaştaydık be! Ve kızın iki çocuğu vardı. Kaşlarım çatıldı.

Bir kendime baktım, bir de ona...

Ofladığımda hemen instagramdan çıktım. Böyle dolaştıkça saçmalamaya ve başkalarına sarmaya başlamıştım. Valla işsiz olmak çok zordu. Tam telefonumu kapatacağım sıra ekrana Dila'nın ismi düştü. Mesaj atmıştı. WhatsApp'a girerek peş peşe attığı mesajları okumaya başladım.

Dila: Yenge

Dila: Yengee

Dila: Yengeee

Hay okumaz olaydım.

Dila: Yengeeee

Dila: Yengeeeee

Ben cevap vermedikçe daha da üsteleyerek yazıyordu.

Dila: Kız sana diyorum yenge

Dila: Yengeciğim

Dila: Ağlayacağım ya ağlayacağım

Siz: Dila şu dünyaya yenge demek için mi doğdun??

Siz: Yenge demek için bugünümü bekliyordun?

Siz: Yenge de yenge

Siz: Ne var?

Dila: Ay katnem yenge

*Arkadaşlar siz sormadan ben söyleyeyim gğwğdğ katnem: hırçın, huysuz*

Dila: Sen şimdiden bana karşı böyleysen ilerde neler neler yaparsın kim bilir

Dila: Bak abim bana karşı zaten kurulu saat gibi geziyor, üzerine bir de sen onu doldurma tamam mı?

Dila: Selenadaki gibi kötü yenge olma ne olur

Dila'nın attığı mesajlara karşılık öylece bakakaldığımda en sonunda kendimi tutamayarak güldüm. Bu kız ciddi miydi?

Siz: Dila:))

Dila: Aha böyle sinsi sinsi gülüyorsan kesin kötü yenge olacaksın benim başıma

Dila: Vay şu başıma gelenler

Dila'nın böylesine saçmalamak için yazdığını hiç zannetmiyordum. Bir şey olmasa bana böyle üst üste mesajlar da yazmazdı zaten. Ama şu an konudan o kadar kopmuştu ki...

Siz: Bana bunları söylemek için yazdığını düşünmüyorum Dila:))

Dila: Bak daha sinsi sinsi gülüyor

Dila: Ay neyse dur

Dila: Ağlıyorum şu an ağlıyorum

Dila:

Ay şimdi böyle atmıştı ya ben onu ciddiye almazdım ki... Allah aşkına gerçekten üzgün olsa böyle sticker mı atardı? Yıldızladığım stickerlardan birini seçerek Dila'ya yolladım.

Siz:

Siz: Olayı abartmadan anlatır mısın artık Dila

Dila: Tamam be

Dila: Videonun editini yapıyordum abim geldi

Dila: Böyle baktı, seni gördü işte

Dila: Sonrasını anlatmak bile istemiyorum

Dila: Videoyu yayınlamama izin vermiyor.

Dila: Ağlayacağım ağlayacağım

Dila: Kanalım o videoyla çok iyi bir çıkış yapacaktı ya

Sinirli bir şekilde nefes alıp, verdim. Sırf Mirza istemiyor diye videoyu yayınlamayacağımı falan mı düşünüyordu bu? Tamam video konusunda pek istekli değildim ama bir kere ben o video için saatlerimi vermiştim. O kadar çektikten sonra öyle çöp olmasını asla kabul edemezdim. Hem Mirza'ya da neydi ya?

Siz: Ona neymiş

Siz: İkimiz çektik sonuçta

Siz: Yayınla sen videoyu

Dila: Canımı sokakta bulmadım daha

Dila: Valla kolumdan tuttuğu gibi duvara duvara çarpar beni

Ay Dila'nın şu sözleri bayıyordu beni.

Siz: Saçma saçma konuşma Dila

Siz: Yayınla diyorsam yayınla

Dila: Ben bunu yapamam

Kendimi tutamadığımda güldüm. Ay bu da iyiden iyiye kafayı yemeye başlamıştı.

Siz: Ben yayınlattım

Siz: Abine böyle dersin tamam mı?

Dila: Öyle mi diyorsun?

Yavaştan aklını çelmeye başlamıştım sanki.

Dila: Öyle yapsam beni kurtarır mısın?

Ay tövbe tövbe. Sanki Mirza öcüydü de, beni kurtarır mısın falan diyordu bir de. Bendeki de laftı yani, Mirza tabii ki de öcüydü.

Siz: Korkma kurtarırım

Yazdığım mesajıma gülmeden edememiştim. Böyle demiştim ama ben de kaçmayı düşünüyordum.

Dila: Tamam kız yayınlıyorum o zaman

Dila: Hem abim sana kıyamaz

Dila: Yengem benim be asdfasds

Attığı mesajlara görüldü attığımda WhatsApp'tan çıktım. Telefonumu yanıma doğru koyduğumda başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım.

Ah be Dila... O sana kıyamaz demiştin ama o en çok bana kıyıyordu. Hem de öyle bir kıyıyordu ki...

Zaten hepte böyle olmaz mıydı? Bize en çok 'sana kıyamam' diyenler kıymaz mıydı?

Çalan kapı düşüncelerimi tıpkı bir bıçak gibi kestiğinde, oturduğum yerden kalkarak kapıya doğru ilerledim. Yüksek ihtimalle annem gittiği yerden gelmişti. Ki bu çalışta annemin çalışına benziyordu.

Kapıyı açtığımda gördüğüm annemle birlikte annem, "Ooo..." dedi. "Uyanabilmişsin sonunda." Terliklerini çıkarıp eve girdi. Aklınca bana laf sokmaya falan çalışıyordu.

"Ooo..." dedim ben de tıpkı onun gibi. "Komşulardan vakit bulup eve gelebildin sonunda." Kaşları çatıldı.

"Laf mı soktun kız sen bana?" Kime ne anlatıyordum acaba?

Anneme cevap vermediğimde içeriye geçip, koltuğuma geri oturdum. Annem de peşimden geldiğinde, "Asiye teyzenlerde mangal yapacağız," dedi. Yine mi ya? Gerçekten valla bunalmıştım artık. Tamam komşuculuk ilişkilerimiz iyiydi falan ama sabah, akşam da olmazdı yani. Hem bana acaba 'Asiye teyzeyi görmek istiyor muyum?' Diye soruyorlar mıydı?

"Bak anne..." dediğimde gözlerimi anneme çevirdim. "Bizim bir evimiz var. Bak burası bizim evimiz, şurası bahçemiz, şurada yemek yapmak için mutfağımız falan var." Oldukça ciddi bir şekilde söylediğim ama altında alay barındıran cümlelerimle birlikte annem cırladığında, "Mihran!" Diye bağırdı.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Ne?" Dedim kendimi tutamadığımda. Valla beni bile çıldırtmışlardı artık.

"Mirza oğlum davet etti," dedi annem sakin bir şekilde. Mirza'nın ismini duyduğumda öylece kaldım. "Her şeyi planlamış çocuk, şimdi elleriyle hazırlıyor. Baban da oraya geçecek, seni çağırmaya geldim ben de. Kalk hadi, sinirlerimi çıkarma benim iyice."

Kısa bir an için tepki vermeden öylece kaldığımda en sonunda, "Ders çalışacağım ben..." dedim. "Sınavlarım yaklaşıyor."

Annem, "İyi tamam," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Ben bu söylediklerimin üzerine annemin itiraz edip, beni sanki çocukmuşum gibi zorla götürmesini beklerden annem beni şaşırtmış ve sadece 'tamam' demişti. Ayy rüyada falansam ne olur cimcikleyin beni ya. Başına taş falan mı düşmüştü acaba?

Anneme cevap vermeyerek öylece kaldığımda annem beni öylece bırakarak mutfağa gitti. Ay ben gitmeyeceğim demiştim ama inşallah evde yemek vardır ya. Onlar orda mis gibi köfteleri yerken, ben evde peynir-ekmek yemezdim inşallah.

"Neyse Mihran..." dedim kendi kendime. "Onu bulamayanlarda var sonuçta."

Annem elindeki tencereyle birlikte mutfaktan çıktığında, "Ben gidiyorum," diye bağırdı.

"İnşallah evdeki yemeği götürmüyorsun anne," diye bağırdım elindeki tencereye bakarak.

"He gel yemek götürüyorum. Çiğ tavuk var yer misin? Mirza oğlum hiçbir şey istemedi ama ayıp olur böyle eli boş boş... İşte biri yemek götürme diye anasına çemkirir, diğeri hiçbir şey istemez." Annem, bana söylene söylene evden çıktığında arkasından öylece bakmakla yetinmiştim. Resmen ayaküstü beni gömmüş, Mirza'yı da övmüştü.

Sanki ben değilde, Mirza çocuğuydu ha!

Sinirli bir şekilde telefonumu elime aldığımda oturduğum yerden kalktım. Madem sınavlarımı bahane edip gitmemiştim, bari gerçekten oturup ders çalışayım da bir işe yarasındı yani.

Odama çıktığımda fazlasıyla dağıtmış olduğum masamı toparlayıp hemen ders çalışmaya başladım. Notlarım da baya birikmişti. Normalde haftalık olarak notlarımı tekrar ederdim ama şu sıralar pek yapamamıştım. Malum özel hayatım, derslerime vakit ayıramayacağım kadar yoğundu.

Tam notlarımı tekrar etmeye başladığımda titreyen telefonumla birlikte gözlerimi telefonuma çevirdim. Şu telefonu titreşimde kullanmam en büyük pişmanlığım olabilirdi galiba. Her defasında değiştireceğim dememe rağmen bir türlü de değiştirmiyordum.

Masanın üzerinde ters bir şekilde duran telefonumu elime aldığımda ekranında gördüğüm Mirza'nın numarasıyla birlikte öylece kaldım. Numarasını hâlâ kaydetmemiştim. Arıyordu ve açıp, açmamak arasında kararsız kalmıştım.

En sonunda açtığımda telefonumu kulağıma götürüp, "Efendim?" Dedim.

Mirza anında, "Kurban olduğum?" Dediğinde şu sesinin bile içimi titrettiğini hissettim. Sessiz kalıp, bir şey diyemediğimde Mirza sözlerine devam etti: "Gelmeyecek misin?" Sesindeki dalgalanmaları hissedebilmiştim.

"Yok..." dediğimde sesim kısık bir şekilde çıkmıştı. Gözlerim dalgın bir şekilde önümdeki notlarıma çevirdim. "Ders çalışıyorum." Mirza arayana kadar belki çalışıyordum ama bu telefonu kapattıktan sonra asla çalışamayacağımı biliyordum.

Mirza, "Bugün senin içindi kurban olduğum..." dediğinde duraksadı. Benim için mi? Derince yutkundum, yutkunduk.

"Anneme, sevdiğin köftelerden yaptırdım. Domatesleri senin sevdiğin gibi közledim..." Mirza sustuğunda bulunduğum ortamın bana dar geldiğini hissettim. Oturduğum yerden kalkıp camı açtığımda, balkona doğru bir adım attım. Gözlerimi Mirza'nın evine çevirdiğimde gözlerim Mirza'nın gözleriyle kesişti. Öylece bahçelerinin önüne oturmuş, benim gözlerime baka baka sigarasını içiyordu.

"Senin sevdiğin her şey var..." dediğinde gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Uzun uzun baktı gözlerime. Sadece baktı ve en sonunda konuştu.

"Ama benim her şeyim yok." Dudaklarının arasından dökülen tek bir cümleyle kalbim yerinden çıkacakmış gibi attığında, ellerimi kalbimin üzerine götürmemek için kendimi zor tuttum.

Ama benim her şeyim yok...

Telefonu tutan ellerim titrediğinde daha fazla böyle tutamayacağımı anlamıştım. Elim, boşluğa düşercesine yanıma düştüğünde, gözlerimi Mirza'nın gözlerinden ayırdım ve içeri girdim.

Girer girmez derin derin nefesler almaya çalıştığımda, üzerimdeki bluzu biraz daha çekiştirdim. Sözleri de, gözleri de bana zarardı...

Her şeyi benim için hazırlamıştı. Sevdiğim şeyleri almış, sırf benimle yemek yiyebilmek için yapmıştı. Ben ise gitmemiştim işte.

Aniden hırkamı alıp üzerime geçirdiğimde odamdan çıkarak, merdivenleri indim. Kapının üzerindeki anahtarı elime aldığımda, hemen evden çıkarak, tam karşımdaki eve doğru yürümeye başladım.

Bahçe kapısını açarak içeri girdiğimde, gözlerim anında Mirza'nın gözleriyle birleşti. Gözleri kapıda olduğu için bu pekte zor olmamıştı zaten.

Beni görür görmez elindeki sigarasını yere fırlattığında hemen oturduğu yerden kalktı. Bana doğru bir adım attığında aramızdaki mesafe kapanmıştı bile. O, attığı tek bir adımda bize koşardı.

"Geldin," dediğinde gözlerimin içine öyle bir baktı ki... Tam şu an koşup boynuna sarılmamak için kendimi zor tuttum. Bunu yapmamam için nedenlerim, aramızdaki yok denecek kadar mesafeye rağmen olan uzaklığımız vardı. Tabii bir de şu an burada olan ailelerimiz...

"Hı..." diye mırıldandım saçma bir şekilde. Gözlerim mangalın üzerinde pişen köftelere takıldı. "Köfte çok güzel koktu da ondan geldim." Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, 'anlıyorum' dercesine başını aşağı yukarı salladı.

Kesinlikle anlıyordu.

"Ama bu köfteler sanki yanıyor gibi." Muzip bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza gözlerini köftelere çevirdiğinde, hemen mangalın önüne gidip maşayla köfteleri aldı. Ah be... Eline de pek yakışıyordu.

Mirza, "Sen gelmeyince bırakmıştım kurban olduğum..." dediğinde gözlerini bana çevirdi. "Buradakilere de kömür yedirecektim." Ciddi bir şekilde söyledikleriyle birlikte güldüm. Mirza'nın gözleri hemen dudaklarıma indiğinde, sanki ömrü boyunca gülüşümü izlemek istermiş gibi bakmaya başladı. Onun bakışı içime içime işlediğinde, gülüşüm dudaklarımda hafifçe solarak, kayboldu.

Öylece birbirimize baktık.

Ta ki Dila, "Mihran!" Diye bağırana kadar. Bağırışıyla birlikte gözlerimi Mirza'dan çekip ona çevirdiğimde, herkeste benim varlığımı fark etmiş oldu.

Annem, "Kızım hani sen gelmiyordun?" Dediğinde, "Geldim işte," diyerek geçiştirdim onu. Çok fazla dikkat çekmek istemediğimde Mirza'yı ardımda bırakarak yanlarına doğru yürümeye başladım. Annem ve Asiye teyze masanın başında oturup, konuşuyorlardı. Asiye teyze, bana karşı bir şey dememişti. Gerçi dememesi daha iyiydi ya neyse.

Göremediğim babam ve Aslan amcayla birlikte, "Babamlar yok mu?" Diye sordum.

Dila, "Aradım şimdi yoldalar," dediğinde elindeki tabakları masanın üzerine koydu. Burada böyle boş boş durmak istemediğimde, "Yardım edilecek bir şey var mı?" Dedim. Belki Dila bize gelse yapmazdı ama ben öyle değildim işte. Hem Dila'da, Mirza döndüğünden beri baya değişmişti.

"Getirilecek bir tek salata kaldı. Ama malzemeleri atılmamıştı," diyen Dila'yla birlikte başımı olumlu anlamda sallayarak mutfağa doğru ilerledim.

Mutfağa girdiğimde hemen dolaptan çıkardığım limonu sıkmaya başladım. Sıktığım limonu salatanın içine katıp, yağını da döktüğümde, üst raftaki tuzluğa uzandım.

Tam tuzluğu elime aldığım sıra belime sarılan kollarla birlikte öylece kaldığımda, elimdeki tuzluğu tutamadım ve sertçe tezgâhın üzerine düştü.

Bu korkuma sinirlendiğimde, "Mirza!" Dedim uzata uzata. Birden böyle arkamdan gelmelerine asla alışamamıştım. "Ne yapıyorsun yaa böyle?" Belimdeki ellerini çekmeyeceğini anladığımda ona doğru döndüm.

O kadar yanımda, o kadar yakınımdaydı ki...

Mirza, benim ona kızışlarımı umursamadığında, "Ne yapıyormuşum ben?" Dedi. Ben kızıyordum o ise, gülüyordu. Yani klasik Mirzalığını yapıyordu işte.

"Hayırdır?" Dediğimde gözümü kırpıp, başımı sağıma ve soluma doğru salladım.

Mirza, "Hayır hayır kurban olduğum," dedi. "Özledim." Belimi biraz daha sıkı sardı. "Çok özledim!"

Dün akşam gördüğüm Mirza'yla, şimdiki Mirza aynı kişi miydi? Galiba dün gece dediği gibi yine benimle yatmış, benimle uyanmıştı. Benim için her şeyi silmiş, dün geceki kırgınlığını bir kenara atmış, bu geceyi hazırlamıştı.

"Mirza..." dediğimde elimi, Mirza'nın göğsüne doğru koydum. Ben de tıpkı onun gibi hafifçe okşadığımda, tüm bedeninin kaskatı kesildiğini hissettim. Tek bir dokunuşumun onda yarattığı etkileri görebiliyordum. Aynı şekilde onun dokunuşlarının da ben de bıraktığı etkiyi...

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında tıpkı beni taklit edercesine, "Hayırdır?" Deyip göz kırptı.

Güldüm.

Şimdi benimde onun gibi 'özledim' mi demem gerekiyordu? Eğer öyle bir şey bekliyorsa galiba daha çok bekleyecekti.

"Hani dün gece dedin ya; değil on dört yıl, on dört yıl geçsede sana bir şeyleri unutturamayacak gibiyim diye." Mirza derin bir nefesi içine çekti.

"Mihran kapatalım bunu." Başımı iki yanıma salladım. O belki o an sadece hissettiğini söylemişti ama kapatmak istemiyordum. Ben, Mirza'nın bana asla kırılmayacağını, kim tutmayacağını, günün sonunda yine bana geleceğini biliyordum ama şu an belki de ilk defa konuşmak istiyordum.

"O dört yıl benim için çok zordu," dedim. "Bir sürü şey yaşadım, bilmediğim yollarda kayboldum, abimi çok özledim..." Yutkundum. "Kimseye sarılamadım." Gözlerimi gözlerinden ayırdığımda gözlerim göğsüne düştü. "Bir başıma kaldım ben." Mirza derin bir ah çektiğinde, bunu geçmişimize çektiğini anlayabilmiştim.

"Böyle yıllar geçti döndün şimdi. Ama böyle sana birden hiçbir şey olmamış gibi 'hoş geldin' diyemem ki... Yaptığın onca şeyi de görmezden gelemem." Duraksadım. "Ama çabalıyorum... Bizim için..."

Bizim için...

Bu sanki Mirza için kilit kelimeymiş gibi etki yarattığında, "Bizim için," diyerek tekrar etti beni.

Mirza'nın bu saatten sonra bensiz bir hayatı olmayacaktı. Ya benle olacaktı, ya benle olacaktı... Ben de bir şeyleri en azından bizim için zorlaştırmama kararı almıştım.

"Beni anlıyorsun değil mi?" Dediğimde Mirza kollarını biraz daha belime sardı.

Mirza, "Anlıyorum kurban olduğum," dediğinde sesi uysal bir şekilde çıkmıştı. "Ben unutturacağım sana. Hep yanında, yakınında olacağım." Dudakları saçlarımı okşadı. "Bizim için..."

Bizim için...

Annemin, "Mihran bir salata getirecektin alt tarafı," diyen sesini duyduğumda hemen Mirza'nın kollarının arasından sıyrıldım.

"Ay salata bekliyorlardı," dediğimde kendimi hemencecik toparlamıştım. "Salata evet salata..." dediğimde sanki daha yeni aklıma gelmiş gibi konuşmuştum. Mirza benim bu telaşlı hâlime hafif bir tebessümle karşılık verdiğinde, salatayı elime alarak hemen mutfaktan çıktım.

"Getirdim," dediğimde salatayı masanın üzerine koydum. Babamlar bile gelmişti ama masadaki tek eksik Mirza ve bendim. Hemen Dila'nın yanındaki boşluğa oturduğumda, Mirza'da tabakları köfte ve tavuklarla doldurmaya başladı.

Mirza benim için hazırladığı kocaman bir tabak dolusu köfteyi önüme koydu. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, gözlerimi annemlere çevirdim. Herkes kendi hâlinde takılıyor, sohbet ediyordu.

"Çok fazla bu," dediğimde sesimin kısık bir şekilde çıkması için özen göstermiştim. "Diğerleri ne yiyecek?"

Mirza, "Onlara da var," dediğinde gözleriyle tabağımı gösterdi. "Bitecekler." Bu kadar köfteyi anca ekmeksiz yersem bitirebilirdim galiba.

"Teşekkür ederim," dediğimde aklıma gelen şeyle birlikte peşinden de ekledim: "Mirza abi."

Mirza'nın kaşları duyduğu 'abi' lafıyla birlikte çatıldığında, "Te allam ya..." dedi. Galiba tek bir lafımla yine sinirlerinin tepesine tepesine yol almasını sağlamıştım.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda Mirza sabır çeke çeke karşımdaki sandalyeye oturdu. Keyifli bir şekilde köftemden kocaman bir ısırık aldığımda, herkes kendi arasında konuşmaya başladı. Ben dışında herkes konuşuyor gibiydi. Hatta Mirza bile... Ben öylece yemeğimi yiyor, bana bir şey sorulduğu zaman cevap veriyordum.

Mirza, "Beşiktaş'ımın karşısında pek şansınız yok Mehmet amca," dediğinde masanın üzerinde duran telefonunun ışığı yanıp, söndü. Gözleri kısa bir an için telefonuna düştüğünde, hemen geri çekti. Ama aynı hızda tekrardan telefonuna düşen gözleriyle birlikte kaşları çatıldığında, telefonunu eline aldı. Ne geldiğini deli gibi merak etmiştim.

Mirza bu sefer de gözlerini bize çevirdiğinde, ateş saçan gözleri Dila ile benim aramda mekik dokurcasına dolanmaya başladı. Ne olmuştu ki? Böyle sanki öcüymüşüz gibi bize bakıp duruyordu. 

Asiye teyze, "Oğlum bir şey mi oldu?" Dediğinde Mirza, "Yok ana..." dedi. Ana dediyse kesinlikle bir şey olmuştu. "Gözüm dalmış öyle."

Dila, "Abi gözün bana dalmasa," dediğinde onun da Mirza'nın bakışlarından korktuğunu anlayabilmiştim. Mirza bu sefer de Dila'yı gözleriyle susturduğunda, valla Dila olduğu yere sinip kaldı. Yazık kıza ya.

Kaşlarım çatıldığında, ben de Mirza'ya körü kötü kötü bakmaya başladım. Benim bakışlarımdan ne derece korkardı bilmiyordum ama yine de bakıyordum işte.

Annem, "Mihran kızım su bitmiş bir doldursan," dediğinde gözlerimi Mirza'dan çekebilmiştim. Başımı salladığımda oturduğum yerden kalkarak elime sürahiyi aldım.

Mirza'nın sırtımda olan bakışlarıyla birlikte mutfağa kadar geçtiğimde, birazdan onun da peşimden geleceğini biliyordum. Ki öyle de oldu.

Mirza peşimden mutfağa girip kapıyı hafif açık kalacak şekilde kapattığında, birkaç adım atarak yanıma gelmişti. "Bu ne?" Dediğinde elindeki telefonu kaldırıp gözüme gözüme soktu.

"Ay çek şunu," diye cırladığımda geriye çekilmeye çalıştım ama sırtım tezgâha çarptı. İşte şimdi beni iyice köşeye sıkıştırmıştı.

"Bu ne Mihran dedim sana." Ya sabır.

"Ay neymiş ver bakayım," dediğimde telefonunu elinden çekip aldım. Bu ne deyip duruyordu. Görmeden ne olduğunu nereden bileceksem sanki?

Gözlerimi ekrana çevirdiğimde gördüğüm videoyla birlikte dudağımı ısırdım. Dila'ya zorla yüklettiğim YouTube videosundan bahsediyordu.

"Video," dedim anlamamazlığa yatarak. "Video işte yani görmüyor musun?"

Mirza başını aşağı yukarı salladığında, "Ben sana göstereceğim, çok güzel göstereceğim," dedi. Ay bu beni tehdit falan mı ediyordu? Ne öyle imalı imalı konuşmalar falan yani...

"Ben, Dila'ya bu video asla yayınlanmayacak demiştim," dedi Mirza bastıra bastıra. "O benim sözümün üstüne geçmez." Kardeşini ne kadar da güzel tanıyordu. Dila geçmek istememiş ama ben geçirmiştim işte.

"Bu video..." dediğinde gözleri videoya düştü. Kaşları biraz daha çatıldı. "Senin başının altından çıktı değil mi?" Valla beni de çok iyi tanıyordu.

"Alt tarafı bir video," dedim sakince. Konuyu biraz daha uzatırsa ben de hırçınlaşmaya başlayacaktım.

Mirza, "Alt tarafı bir video mu?" Dediğinde elimde tuttuğum telefonunu aldı. Telefonda bir şeyler yapmaya başladığında, sadece ona bakmakla yetindim. Ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım.

En sonunda işi bitmiş olacak ki; telefonunun ekranını bana çevirerek, "Bak şuna..." dedi. Videoyu açmıştı ve ekranda ben vardım. "Bak şuna burada gülüyorsun," dedi. Evet, gülüyordum. Video çekerken somurtacak hâlim yoktu ya.

"Ne kadar güzel güldüğünden haberin bile yok. Şimdi yüz binlerce kişi senin gülüşünü mü izleyecek? Böyle belki durdurup durdurup bakacaklar gülüşüne. Bak bunu düşündükçe bile bana geliyorlar." Mirza'nın oldukça ciddi ve sinirli bir şekilde söyledikleriyle birlikte ne düşüneceğimi bilememiştim.

Bu söylediklerinde ciddi miydi?

"Sen ciddi misin?" Dedim. Elimi, Mirza'nın alnına koydum. "Ateşin de yok ama."

"Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından Mirza.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Yahu normal mi bu dediğin şimdi? Kim ne yapsın benim gülüşümü? Bir de durdurup izleyeceklermiş falan. Delirdin mi sen?" Gerçi bendeki de soruydu. Tabii ki de delirmişti.

Mirza, "Delirdim delirdim," dediğinde elini, saçlarının arasından geçirdi. "Aranızda kala kala ben de delirdim. Bir de video çekip koymuşsunuz. Eğildikçe göğsün falan görülüyor bir de." Mirza'nın bana kızarak söylediği şeylerin hangisine şaşırsam gerçekten bilememiştim.

"Pes!" Dedim en sonunda konuşabildiğimde. "Sen oturup o videoyu mu izledin bir de? Hiç işin yokmuş gibi..."

Mirza, "İzledim..." dediğinde elini, belime atarak beni kendisine doğru çekti. "İçinde senin olduğun her şeye vâkıf olmalıyım ben." Elleri, belimi okşadı.

Aman olmasan şaşardım zaten.

Mirza, "Ulan!" Dediğinde kendi kendine konuşuyor gibi konuşmuştu. "Ulan bir kere bana öyle gülmedin, geçmişsin video da kakara kikiri gülmüşsün." Mirza'nın beni taklit edercesine söylediği şeyle birlikte kendimi tutamayarak güldüm.

"Bak işte..." dedim gülüşlerimin arasından. "Gülüyorum."

Mirza, "Görüyorum," dediğinde gülüşüme dalmış gibiydi. "Sen hep gül..." Durdu. "Ama hep bana gül." Mirza o kadar bencil bir adamdı ki... Artık gülüşüme bile gözlerini dikmişti yahu!

Nazlı bir ifadeyle, "Olmaz," dedim. "Şimdi şımarırsın falan."

Mirza, "Bak sen..." deyip beni kendisine çektiğinde aynı anda mutfağın kapısı açıldı. Mirza'nın kollarının arasında öylece kaldığımda gördüğüm Asiye teyzeyle birlikte dudağımı ısırdım.

Bize geçmiş olsundu.

Her defasında nasıl yakalanmayı beceriyorduk hiç bilmiyordum ama bunların hep Asiye teyzeye gelmesi şans mıydı, yoksa şanssızlık mıydı, hiç bilmiyordum işte.

Asiye teyze, "Oğlum," dediğinde hızlı bir şekilde Mirza'dan ayrıldım. Öyle bir oğlum demişti ki... Asiye teyzenin sinirini biraz daha üzerime çekmeyeceğimi bilsem şu an gülerdim yani.

Oğlun elden gidiyor be Asiye teyze.

Mirza bir an olsun Asiye teyzeye bakmadığında, "Sen içeri geç kurban olduğum," dedi. Mirza'nın 'kurban olduğum' demesiyle birlikte Asiye teyze olduğu yerde sanki sarsıntı geçiriyormuş gibi kaldığında, dudağımı ısırdım.

Valla kadına bir şeyler oluyordu.

Mirza tekrardan, "Geç hadi kurban olduğum," dediğinde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. "Ben de birazdan geleceğim." Bunun içimi rahatlatması mı gerekiyordu?

Mirza'nın yanındaki boşluktan sıyrılarak geçtiğimde dönüp bir daha Asiye teyzeye bakamamıştım bile. Koşar adımlarla mutfaktan çıktığımda kapı ardımdan sertçe kapandı. O kapı en son böyle kapandığında Asiye teyze bizi öğrenmişti. Kim bilir şimdi neler olacaktı?

"En iyisi kaçmak kızım," dediğimde kendi kendime konuşmuştum. "Valla yoksa yer bu kadın seni." Asiye teyze hakkında böyle düşünmem belki yanlıştı ama bir noktadan sonra bazı davranışları beni kendisinden itmişti.

Bahçeye çıkar çıkmaz, "Ben gideyim artık," dediğimde herkes gözlerini bana çevirdi. "Ödevim yarım kalmıştı da..." diye açıklama yaptığımda babam başını sallayarak konuştu. "Tamam kızım git sen. Bizde geliriz zaten."

"Tamam babacığım. İyi akşamlar." Söylediklerimden sonra bahçenin çıkışına doğru yürümeye başladığımda, güldüm. Ay gerçekten de Asiye teyzeden kaçıyordum.

"Mihran!" Diye bağıran Dila'nın sesini duyduğumda adımlarım duraksadı ve gözlerimi ona çevirdim.

"Ne oldu Dila?"

"Abimin derdi neymiş? Niye bize kötü kötü bakmış?"

"Koyduğun videoyu görmüş," dedim aceleci bir tavırla. "Ondan öyle sanki güreşe çıkacak boğa gibi bakmış."

Dila, "Siktir!" Dediğinde elini dudaklarının üzerine götürdü. "Sıçtım ben." Kim derdi ki YouTuber Dila'nın böyle bir küfürbaz olacağını...

"Valla canını seviyorsan git odana, kitle kapını." Ciddi bir şekilde söylediklerimden sonra Dila'nın bir şey demesini beklemeden bahçeden çıktığımda, Dila arkamdan bağırdı:

"Alacağın olsun senin. Hani koruyacaktın beni? Bak bak nasıl da kaçıyor." Ya ne yapacaktım? Tabii ki de kaçacaktım.

Asiye teyzeyi çekecek hâlim yoktu ya.

Ay ileride kaynanam falan okursa vallahi de yanmıştım, billahi de.

Düşündüğüm şeyle birlikte kıkırdadım.

*

"Bu hoca bende beyin bırakmıyor," dediğimde parmaklarımla başımı ovdum. Sabah dokuzdan beri derslerde sürünüyordum ve bir hayli yorulmuştum.

"Al benden de o kadar. Son saniyeye kadar ders işledi lan." Yanımda duran Behlül'ün söyledikleriyle birlikte başımı olumlu anlamda salladım. Gerçekten de bir türlü bizi bırakamamıştı.

Behlül ile birlikte yan yana yürümeye başladığımızda fakülteden çıkabilmiştik. Ceketimin cebinden telefonumu çıkardığımda saate baktım. Dördü geçmişti bile. Ben otobüslerde sürüne sürüne eve gidene kadar da altıyı geçerdi şimdi.

"Miho'm?" Diyen Behlül'ün sesiyle birlikte gözlerimi telefonumdan ayırdığımda, ona doğru çevirdim.

"Efendim?"

Behlül güldüğünde, "Hiç..." dedi. "Sadece sana Miho'm demek hoşuma gidiyor." Ne? Bu da yeni çıkardığı huyu falan mıydı? İnşallah huy hâline getirip sürekli tekrarlamazdı bunu. Yoksa valla kafasını koparırdım.

Tövbe tövbe...

Tekrardan önüme döndüğümde telefonumu cebime koydum.

"Biraderim?" Burnumdan solumaya başladığımda gözlerimi tekrardan ona çevirdim.

"Efendim Behlül?" Sabrımın sonlarına doğru yol alıyorduk.

Behlül sırıtarak güldüğünde, "Hiç..." dedi tıpkı az önceki gibi. "Sadece sana biraderim demek hoşuma gidiyor." Ya sabır...

"Ulan mal," dedim sabrımın bittiğini gösterircesine. Mal demiştim ama sırıtmaya devam ediyordu. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Valla şu elimdeki çantayı en sonunda kafasına geçirecektim.

"Aman be Miho'm," dedi Behlül gülerek. "Seviyorum kız seni, bunlar hep ondan ondan." Ay bu da birden böyle deyince... Bir kaldım yani, ne diyeceğimi bilemedim falan. Birden sinirim uçup gitmişti. Ay bu çocukta kesinlikle şeytan tüyü vardı, yoksa karşısında böyle yumuşamam mümkün değildi yani.

"İyi," dedim geçiştirmek istercesine.

Behlül, "Sadece iyi mi?" Diye bağırdığında gözleri şaşkınlık içerisinde açıldı. "Seni seviyorum Miho'm diyorum ve sen sadece iyi mi diyorsun? Yazıktır, günahtır, ayıptır."

Ya sabır... Onu sevdiğimi söylemediğim için trip mi yiyordum ben şu an? Gerçi bu tribinde ötesinde bir şeydi.

"Off tamam be! Bende işte aynısından." Başımdan savmak istercesine söylediklerimle birlikte Behlül, "Pes!" Dedi. "Gerçekten pes."

Ne pes ya? Allah allah...

"Ne?" Dedim gözlerimi belerte belerte. "Ne öyle bakıyorsun bana?" Kötü kötü bakıp duruyordu.

"Biraderim sevgilin miyim ben senin? Seni seviyorum diyorum, gelmişsin bende aynısından diyorsun. Sanki trip yiyor gibiyim şu an lan." Yok artık! Daha neler be!

"Abart abart," dedim sesimi yükselte yükselte. "Az daha abart." Ay sanki kötü bir şey demiştim ha!

Behlül, "Çok yazık, yazık sana..." dediğinde birden gülerek Serdar Ortaç'ın şarkısını söylemeye başladı. "Git, sevemem git artık seni. Git ona, dön ona." Bir yandan söylüyor, bir yandan da el, kol hareketleriyle oynamaya çalışıyordu. Ve bunu kampüsün içinde yapıyordu.

Acaba 'ben bunu tanımıyorum' deyip kaçsam, bana ne yapardı? Artık kaç saat trip atardı onu hiç bilmiyordum işte.

Behlül, "Miho'm bizimle gelsene," dediğinde elini omzuma atmıştı. Dik dik bakışlarım kısa bir an için omzumdaki eline düşse de bir şey demedim.

"Sizle mi?" Dediğimde kampüsün içinden çıkmıştık.

"Dayım gelecek beni almaya. 101 oynamaya gideceğiz. Dördüncümüz eksik lan, gelsen ya bizimle."

Elimi savurduğumda, "İstemez," dedim. "Ne işim var tanımadığım insanların yanında?" Normalde bazen okuldan arkadaşlarla 101 oynamaya giderdik, ama hepsi tanıdığım insanlar olurdu. Şimdi sadece Behlül'ü tanıyordum ve gidemezdim yani. Hem yorulmuştum da...

Behlül, "Ben varım ben," dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Gözlerimi Behlül'den çekerek caddeye çevirdiğimde, karşı tarafta gördüğüm kişiyle birlikte öylece kaldım. Mirza gelmişti. Range Rover arabasının önünde dikiliyor, beni beklediğini belli edercesine kaşları çatılmış bir şekilde bana bakıyordu. Yüksek ihtimalle yine yanımdaki Behlül'den rahatsız olmuştu.

Behlül birden, "Oha!" Diye bağırdığında onun da Mirza'yı gördüğünü anlayabilmiştim. Omzumda duran elini hemen çektiğinde, benden birkaç adım uzaklaştı. Şimdi Mirza'dan korkupta benden uzaklaştığı için benim de ona mı trip atmam gerekiyordu?

Behlül, "Rota yeniden oluşturuluyor," dediğinde gülerek elini, alnına koyup bana selam çaktı. "O zaman Behlül kaçar." Gülerek söylediklerinden sonra yanımdan ışık hızıyla uzaklaştığında, başımı olumsuz anlamda salladım. Resmen Mirza'yı görür görmez kaçmıştı.

Gözlerimi tekrardan Mirza'ya çevirdiğimde onun Behlül'ün arkasından dik dik baktığını fark ettim. Yanına doğru adımlar atmaya başladığımda, bir yandan da onun neden geldiğini düşünüyordum. Onu en son dün gece görmüştüm ve bugün böyle okul çıkışıma gelmesini hiç mi hiç beklemiyordum.

Mirza, Behlül'e yeterince bakmış olduğunu fark etmiş olacak ki; gözlerini bana doğru çevirdi. Gözleri bana değer değmez hemen yumuşamış, çatık olan kaşları düzelmişti.

Yaslandığı arabasından doğrulduğunda o da bana doğru adımlar atmaya başladı. Benim ona attığım adımlara karşı, o da bana atıyordu. Attığımız birkaç adımın ardından karşı karşıya geldiğimizde, "Seni beklemiyordum," dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek.

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, elini belime doğru atarak beni kendisine doğru çekti. İşte şimdi o hoşnut olmadığı aramızdaki mesafe kapanmıştı. "Beni gördüğüne çok sevinmiş gibisin," dediğinde sesi alaylı bir şekilde çıkmıştı. Belki alaylıydı ama o alaycılığının altına gizlediği hoşnutsuzluğu hissedebilmiştim.

"Çok..." dedim ben de tıpkı onun gibi alaya vurarak. "Çok sevindim." Sevincim kesinlikle yüzüme vuruyordu.

Mirza güldüğünde, bu gülüşünün altında yatan hislerini fark edebilmiştim. Ona böylesine uzak olmamı hiç sevmiyordu.

Mirza başını salladığında, "Aç mısın?" Dedi. Belimde duran sağ eli göbeğime doğru yol aldı ve hafif çıkık olan göbeğimin üzerinde durdu. Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım. Ay resmen eli göbeğimin üzerindeydi.

Cevap vermediğimde elleri hafifçe göbeğimi okşadığında, "Hım..." dedi sanki bir şeyleri ölçüyormuş gibi. "Açsın aç." Doğru açtım. En son sabah poğaça yemiş, öğlende sadece çay içip, kekstra yemiştim.

"Senin karnını doyuralım kurban olduğum." Mirza'nın söyledikleriyle birlikte dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. Mirza belimden tutup beni arabaya doğru yönlendirdiğinde tıpkı bir oyuncak bebekmişim gibi beni arabaya bindirdi. Beni ele geçirmişti ve şu an dediği her şeyi yapıyor gibiydim.

Yola çıktığımızda nereye gittiğimizi bilmiyorum. Mirza 'karnını doyuralım' demişti ama nereye gidecektik acaba?

"Nereye gideceğiz?" Dediğim sıra Mirza'nın telefonu çaldığında, "Bir dakika kurban olduğum," dedi. Başımı onaylar anlamda salladım.

Mirza, "Söyle Beşir!" Diyerek telefonunu açtığında Beşir kısmının üzerine basa basa söylemişti. Yüksek ihtimalle bana kiminle konuştuğunu duyurmaya çalışıyordu.

Atılacak imzayı bugüne mi buldunuz lan?" Sinirlenmişti. "Başka bir şey var mı pezevenk?" Beşir bir şeyler diyor, Mirza ise onu dinliyordu. Adem elması sinirle kalkıp, duruyordu.

Mirza, "Kapat! Ben sizin yapacağınız işin..." diye saydırmaya başladığında, telefonu kapattı.

"Ne oldu?" Dedim. İşinin çıktığını ve önemli olduğunu anlayabilmiştim.

"Emniyete uğramam gerek kurban olduğum." Sesi sıkıntılı bir şekilde çıkmıştı. "Seni eve bırakayım olur mu?" Yemeğimiz iptal olduğu için sinirlenmişti.

"Ben, seninle gelsem?" Dediğimde gözlerini gözlerime çevirdi. İnanamamıştı. "Yolun uzamaz hem."

Mirza, "Benimle mi gelmek istiyorsun?" Dediğinde gerçekten de sesi inanamıyormuş gibi çıkmıştı. Ay ne vardı ki bunda? Alt tarafı yolu uzamasın, işi aksamasın diye şey etmiştim yani.

"Hı hı..." diye mırıldandığımda dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Valla buna bile bu kadar mutlu olması normal değildi yani.

Mirza, "Kurban olduğum," dediğinde derin bir iç çekmişti. Öylece ona dalıp, gittim. Öyle içten, öyle güzel diyordu ki...

Yolda olan gözlerini sanki ona dalıp gittiğimi anlamış gibi bana çevirdiğinde, "Böyle bakacaksan kaza yaparız kurban olduğum," dedi. Kaşlarım çatıldı. "Bakmaya devam edeceksen söyle arabayı durdurayım birbirimize bakalım."

Gözlerimi gözlerinden kaçırdığımda, "Off Mirza..." dedim mırın kırın ede ede.

Mirza, "Ne Mirza?" Dediğinde sesi çocuksu bir şekilde çıkmıştı. Sağ elini birden bana uzattığında irkilsemde geri çekilmedim. Mirza hiç beklemediğim bir şey yaparak burnumu parmaklarının arasına aldığında, uzatarak sıktı. Cırlamaya başladığımda Mirza benim bu hâllerime güldü.

"Off Mirza bırak!" Diye bağırdığımda son bir kez burnumu sıkarak bıraktı. Serbest kalan burnumla birlikte rahatladığımda, elimi burnumun üzerine götürdüm.

"Acıttın hayvan," diye bağırdığımda Mirza gülerek başını iki yanına doğru salladı. Normalde birisi ona 'hayvan' dese belki de o birisi diye bir şey kalmazdı ama ben deyince sanki iyi bir şey demişim gibi gülüyordu.

"Öpeyim de geçsin kurban olduğum."

"Çocuk mu var senin karşında?" Dediğimde elimi, burnumun üzerinden çekememiştim. Acıtmıştı valla.

Küçükken kendi kendime mandalları alıp parmaklarıma, kulaklarıma, burnuma falan takardım. İşte Mirza'da tıpkı küçükken burnuma taktığım mandallar gibi, elimi burnuma takmıştı.

"Evet, çocuksun." Mirza'nın ciddi ama bir o kadar da alaylı bir şekilde söylediği şeyle birlikte kaşlarım çatıldı.

Şuradan uçup kafasını ısırsam ne olurdu acaba? İşte o zaman görürdü çocukluğu.

Hayır hayır böyle bir şey yapmayacaktım. Kendimi tutacak ve kafasını ısırmayacaktım.

Öyle de oldu. On beş dakikalık bir yolculuğun ardından emniyete gelebildiğimizde, başımı yasladığım camdan kaldırdım. Yol boyunca sürekli 'kafasını ısırsam mı, ısırmasam mı' ikilemi yaşamış ve ısırmamak için kendimi zor tutmuştum.

Böyle de manyaktım işte.

Mirza, "Hadi kurban olduğum," dediğinde gözlerini bana çevirdi. Ne hadi? Ayy beni de mi çağırıyordu?

"Ben de mi geleceğim?" Dediğimde Mirza'nın kaşları anlamamazlık içerisinde çatıldı. Ay ben arabada oturur, Mirza'yı beklerim diye düşünüyordum.

"Arabada oturmak için mi geldin kurban olduğum?" Dedi Mirza. Sesi tok bir şekilde çıkmıştı. Yine sinirlenmişti ve sinirini bastırmaya çalışıyordu. "Oturacaksan evde de otururdun Mihran." Eee haklıydı.

"Gelecektim zaten," dediğimde arabanın kapısını açıp, indim. Mirza başını 'tabii tabii' dercesine salladığında, o da arabadan indi.

Ay bir heyecan basmıştı beni.

Mirza'yla yan yana merkezden içeri girdiğimizde, kendimi belki de hiç hissetmediğim kadar tedirgin hissediyordum. İlk defa onunla böyle emniyete geliyordum. Sevgili olduğumuz dönemde bile gelmemiştim.

Etrafı incelemek istiyordum ama kimseyle göz teması kurmak istemediğim için, onu da yapamıyordum.

Beşir'in, "Yenge," diye bağıran sesini duyduğumda gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdim. Bize doğru koşturarak geliyordu. "Yengem benim be!" Galiba birisi beni gördüğüne ilk defa bu kadar sevinmişti. Tabii Mirza'dan sonra...

Beşir heyecanla gelip üzerime atılacağı sıra Mirza dudaklarının arasından, "Geri bas!" Diye âdeta tıslayarak konuştu.

Beşir'in elleri öylece havada kaldığında hemen benden uzaklaştı. "Bastım abi," dediğinde havada duran ellerini sanki teslim oluyormuş gibi biraz daha kaldırdı. "Yeter ki bir şey yapma abi." Ne? Ay Mirza, bu çocuğa ne yapıyordu acaba?

Yazık nasıl da korkuyordu Mirza'dan. Bir de garip garip bakıyordu.

"Ne yapıyorsun sen bu çocuğa böyle?" Dediğimde merakıma engel olamamıştım. "Garip garip bakıyor bir de."

Beşir, "Garibim garibim," dediğinde gözlerimi ona çevirdim. "Ben çok garibim yenge." Burnunu içli bir şekilde çekti. "Anam yok, babam yok. Garip geldim dünyaya." Yaa kıyamazdım ki ama...

Mirza, "Ulan senin yalanını sik..." dediğinde cümlesini devam ettiremedi ve sustu. Benim varlığım buna engel olmuştu. "Anandan, babandan utan lan." Ne? Annesi, babası yaşıyor muydu yani?

Gözlerimi Beşir'e çevirdiğimde ona inanamıyormuş gibi baktım. Bir de ben onun için üzülmüştüm be!

"Yenge yaşıyorlar ama uzaktalar. Yine de garibim ben garip." Başımı iki yanıma doğru salladım.

Mirza, "Ulan şerefsiz," dediğinde elini, Beşir'in kafasına geçirdi. "Hâlâ yalan söylüyor bak. Garipmiş garip görmesek." Mirza, Beşir'e kızmalarını bitirdiğinde gözlerini bana doğru çevirdi.

"Sen de şununla konuşma!" Diye bana da çıkıştığında, kaşlarım çatıldı. "Bunun söylediği on şeyin, dokuzu yalan, biri de şüpheli." Kendimi tutamadım ve güldüm. Yine ciddi bir anda öyle bir şey söylemişti ki gülmeden yapamamıştım.

Mirza'nın gözleri gülüşüme kaydığında, "Kurban olduğum," dedi. Sesi sanki kendini zor tutuyormuş gibi çıkmıştı. Gözleriyle tam karşımızda bulunan odayı gösterdi. "Sen odama geç. Ben hemen geliyorum tamam mı?" Söylediklerinden sonra hafifçe belimi okşadı.

"Tamam," dediğimde sonunda konuşabilmiştim. Mirza gözlerime güven verircesine baktığında gözlerini bir kez kapatıp açtı. Gözlerimi gözlerinden ayırdığımda Mirza'nın odasına doğru ilerlemeye başladım.

Odasından içeri girdiğim an gözlerim sanki odağını bulmuş gibi masanın üzerinde duran yiyeceklere değdiğinde, olduğum yerde öylece kaldım. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, inanamazcasına başımı iki yanıma doğru salladım. Masasının üstü sevdiğim yiyeceklerle doluydu.

Bunları hangi ara söylemiş, hangi ara hazır ettirmiş gerçekten hiç anlayamamıştım.

Olduğum yerden hareket edemediğim sıra belime sarılan bir çift kol beni kendisine doğru çekti. Gözlerim yavaş bir şekilde kapandığında kendimi Mirza'ya bastırmadan yapamamıştım. Ellerini karnımın üzerinde birleştirdiğinde, "Kurban olduğum," dedi. Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

Başımı ona doğru çevirdiğimde, "Burası..." dedim, ama devamında ne diyeceğimi bilemedim.

"İşim uzayacaktı," dedi Mirza. "Seni bir saniye olsun aç bırakmak istemedim. Şimdi sen burada otur güzelce ye. Ben de içim rahat bir şekilde işlerimi halledeyim kurban olduğum." Duraksadığında başını bana doğru eğdi. "Olur mu?" Birden içimi garip bir sıcaklığın kapladığını hissettiğimde bunun sözlerinden kaynaklı olduğunu biliyordum.

"Çok fazla şey var burada..." Gözlerim kısa bir an için masaya kaydı ama geri Mirza'nın gözlerine tırmandı. "Sen yemeyecek misin?"

"Sen ye kurban olduğum... Sen yersen, yemiş kadar olurum ben." Kalbim hızlı hızlı çarptı.

Ah kalbim... Dur durduğun yerde.

Mirza'nın belimde duran elinin teki saçlarıma uzandığımda, "Rahatına bak tamam mı? İstediğin gibi takıl burada!" Dedi. Cevap vermediğimde başımı sallamakta yetindim.

"Ulan!" Dedi Mirza kendi kendine konuşuyormuş gibi. "Şimdi oturup manzarama karşı yemek yemek varken, gideceğim elin itiyle kopuğuyla uğraşacağım." Sinirli bir şekilde söylediklerinden sonra başını kütletti. "Ama buna engel oldukları için o şerefsizleri si..." Sanki benim burada olduğumu daha yeni fark etmiş gibi duraksadı.

"Tamam kurban olduğum tamam..." dediğinde sakinleşmeye çalıştığını anlayabilmiştim. O kadar değişken bir karakteri vardı ki... Daha yirmi saniye öncesinde her şey normalken bir anda yine coşmuş ve sinirlenmişti.

İkizler burcu diyecektim ama değildi ki...

"Tamam sen ye yemeğini hadi. Soğumasınlar." Mirza söylediklerinden sonra benim bir şey dememi beklemeyerek odadan çıktığında, arkasından öylece bakmakla yetindim.

Gözlerimi yemeklere çevirdiğimde hızlı bir şekilde masaya doğru ilerledim. Eee Mirza o kadar almıştı, asla yemeden bırakmazdım. Mirza'nın koltuğuna oturduğumda başımı geriye doğru yasladım.

Oh be! Pekte rahattı valla. Eee tabii başkomiser koltuğu bir başka oluyordu demek ki.

Hiç vakit kaybetmeden önümdeki yemeklere saldırdığımda, köftemden kocaman bir ısırık aldım. Saatlerin sonunda mideme ilk defa doğru bir şey girmişti.

Aradan geçen yarım saatin sonunda yiyebileceğim kadar yemeği yiyebildiğimde, gerine gerine arkama yaslandım. Gözlerim yedikçe çıkmış olan göbeğime düştüğünde, kaşlarım çatıldı. Aman iki yemeye hemen de kendini belli ediyordu.

Yüzümü buruşturduğumda, "Valla yazık," dedim. "Keyfimden mi yiyorum ben sanki? Seni besliyorum burada. Sen de hemen 'ben burdayım' dercesine çık tamam mı?" Göbeğime baka baka oldukça ciddi bir şekilde söylediklerimle birlikte öylece kaldım.

Ay ben ciddi ciddi göbeğimle konuşmuştum değil mi? Valla bildiğiniz konuşmuştum.

Tövbe tövbe.

Birden açılan kapıyla birlikte gözlerimi kapıya doğru çevirdiğimde Ahsen'in, "Mirza," diyen sesi kulaklarıma doldu. Ahsen'in gözleri burada beni beklemiyormuşçasına açıldığında, dişlerimi kırmak istercesine birbirine bastırdım.

Kapıyı bile çalmadan resmen 'Mirza' diyerek odaya dalmıştı.

Ahsen, "Mirza..." dediğinde ne diyeceğini bilemeyecek sustu. Tırnaklarımı, avucumun içine hızlı bir şekilde bastırdım. Şu kızın, Mirza demesi bile beni öfkeden delirtmeye yetiyordu. "Mirza'ya..." Başını iki yanına salladı. "Dosya getirmiştim."

Ya ya kesin dosya getirmişsindir.

"Gördüğün gibi Mirza yok," dedim. Şimdi Mirza'nın koltuğunda dik dik ona bakıyordum. Oturduğum yerde biraz daha dikleştiğimde, tekrardan konuştum: "Ben varım." Bastıra bastıra söylediğim şeyle birlikte Ahsen'in kaşları çatıldı.

Evet, ben vardım. Ben her anlamda vardım ve onun artık bunu anlaması gerekiyordu.

Ahsen, "Görüyorum," dediğinde gözlerinden geçen hayal kırıklığını fark edebilmiştim.

Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında, "Pek sevinmemiş gibisin ama," dedim onun bozulmuş suratına bakmaya devam ettiğimde.

"Anlamadım?" Sesi titremişti. Sözlerimi bal gibi de anladığı hâlde anlamamazlığa yatmayı tercih ediyordu.

"Anlatayım o zaman," dedim ona üstten bakışlarımla bakmaya devam ettiğimde. "Söylediğin yalanından sonra benim köşeme çekilip ağlamamı, Mirza'yla kavga etmemizi bekliyordun değil mi?" Bunları zaten yapmıştım ama şimdi bunu tabii ki de söylemeyecektim. Deli gibi ağlamış, bir de üzerine Mirza'yla kavga etmiştik.

"Ben... Yalan falan..." Ahsen ne diyeceğini bilemediğinde sustu.

"Ama ben burdayım bak. Mirza'nın yanındayım, onunlayım." Her bir kelimemi bastıra bastıra söylemiştim. "Senin ve kızının aksine ben onun hayatının merkezindeyim." Sözlerim karşısında Ahsen öylece kalakaldığında, keyifli bir şekilde bacak bacak üstüne attım.

Ahsen, "Mirza'nın bizi bırakacağını mı sanıyorsun sen?" Dediğinde işte şimdi o eski hâline dönmüştü. "Böyle küçümseyici şekilde konuşuyorsun falan..." Yüzünü buruşturdu. "Mirza dört yıldır nerdeydi güzelim? O dört yılda gerçekten onun hayatında olduğunu falan mı düşünüyorsun sen?" Duraksadığında amacını anlamıştım.

Sonuna kadar gidecek, canımı yakacaktı.

"Bizimleydi," dedi bastıra bastıra. Tek bir sözüyle birlikte içimdeki kaynayan öfkem biraz daha harlandığında, artık kendimi olduğum yerde zor tutuyordum.

"Sen var ya..." dedim artık kendimi tutamadığımda. "Sen çok tehlikeli bir kadınsın..." Söylediklerimle birlikte Ahsen'in dudakları sanki ona çok iyi bir şey demişim gibi yukarıya doğru kıvrıldı.

"Hem de..." dediğimde oturduğum yerde hafifçe dikleştim. "Kendi çıkarların uğruna küçücük kızının psikolojisini bozacak kadar tehlikeli bir kadınsın." Ahsen'in suratı dumura uğramış gibi kalakaldığında, bu sefer dudakları yukarı kıvrılan ben olmuştum. Onun bu hâlleriyle birlikte keyfim iyice yerine geldiğinde sözlerime devam ettim.

"Şehit olan eşinin anısına, kızına saygı duymayacak kadar tehlikeli bir kadınsın." Ahsen'in kaşları sanki hassas noktasına basmışım gibi çatıldığında, içten içe kendimi kötü hissetmeden edememiştim. Ama bu gerçekten çok kısa sürmüştü.

Ahsen, "Sen..." dediğinde hızlı bir şekilde sözünü kestim.

"Ama ben bunları yemem." Belki yemiştim ama şimdi sorun bu değildi. "Bana bunları yediremezsin güzelim." Tıpkı onun gibi alay edercesine 'güzelim' demiştim. Ahsen elindeki dosyalarla birlikte öylece kaldığında, ona göz kırptım.

"Şimdi..." dediğimde elimi havada rastgele salladım. "Elindekileri şöyle bırakıp çıkabilirsin. Ben, Mirza başkomiserin gelince ona iletirim." Her bir kelimemin üzerine iyice anlamasını ister gibi basa basa konuşmuştum.

Bunu dememle birlikte odanın kapısı açıldığında Mirza'nın, "Kurban olduğum?" Diyen sesi kulaklarıma doldu. Ahsen'in yüzü gitgide morarıp kaldığında, gözlerimi Mirza'ya doğru çevirdim. Çatılmış kaşlarının ardından bize bakıyordu. Yüksek ihtimalle Ahsen'in canımı sıktığını falan düşünmüştü.

"Efendim?" Dediğimde kısa bir an için duraksadım. Mirza'nın bana değen gözleri yumuşadı, çatılan kaşları düzeldi. Oturduğum koltuktan kalktığımda sözlerime devam ettim: "Aşkım."

Mirza öylece kaldığında, şaşırdığında gözlerinden, duruşundan bile anlayabilmiştim. Ki tek şaşıran o da değildi. Ben bile kendi söylediğim şeye şaşırmıştım.

"Ben çıksam iyi olacak," diyen Ahsen'in titreyen sesi kulaklarımıza dolduğunda ikimizde ona dönüp bakmadık bile. O kadar umurumuzda değildi yani. Ahsen odadan çıkıp gittiğinde, tuvalete gidip ağlayacağına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım galiba.

Mirza en sonunda konuşabildiğinde, "Kurban olduğum," dedi inlercesine.

Mirza'ya doğru giden adımlarım duraksadığında, Mirza birkaç adım atarak yanıma geldi. "Aşkım?" Dediğinde sesinden akan soru işaretlerini hissedebilmiştim. "Aşkım dedin." Demiştim evet. Bir şey demediğimde öylece baktım gözlerine.

"Keşke..." dedi Mirza. "Keşke onun için değil de..." Ahsen'in adını ağzına almamayı tercih etmişti. Alnını alnıma doğru yasladı. "Keşke gerçekten bizim için deseydin." Anlamıştı. Ahsen için dediğimi anlamıştı. Sesinden akan hayal kırıklıklarını hissedebilmiştim ama bir yerde yine de ona olan duvarlarımın yıkılışına tutunuyordu.

"Senden nefret ediyorum," dedim gözlerinin içine baka baka. Tekrarladım. "Senden nefret ediyorum." Öyle bir hırsla söylemiştim ki...

Onun için atan şu kalbimi bilmesem ben bile bu söylediğime inanırdım.

Mirza, "Kurban olduğum..." dediğinde sesinin titrediğini hissettim. Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi sustu. Derince yutkundu.

"Şu kadın var ya şu kadın..." dediğimde elimi havada rastgele salladım. "O kadın karşıma geçip, pişmiş kelle gibi sırıtıp seninle olan dört yılından bahsediyor." Mirza'nın kaşları çatıldığında, gözlerinde şimdiye kadar hiç görmediğim bir sertlik gördüm. Kuzguni siyah gözleri kararmıştı.

"O kadın karşıma geçip sen nerdeydin diyor bana. Dört yıldır nerdeydin diyor." Ellerimi iki yanıma açtım ve çaresizce konuştum. "Nerdeydim ben Mirza?" Ve tam şu an gözlerimden bir damla yaş süzülerek yanaklarıma aktığında, Mirza'nın gözleri o yaşın üzerinde durdu.

Dudaklarım acı bir tebessümle kıvrıldı. "Şu gözlerimden..." dedim bastıra bastıra. "Şu gözlerimden bir daha asla yaş akmayacaktı." Daha iki gün önce bana bunları söylemişti.

O gün ona inanmamıştım, inanamamıştım.

Zaten bugün de şu gözlerimden akan yaşlar inançsızlığıma kanıt olmuştu.

Mirza, elini yüzüme uzattığında geri çekilmeme izin vermeden yüzümü kavradı. Parmakları o tek damla gözyaşımın üzerinde durduğunda, yavaşça okşadı. Çatık olan kaşları biraz daha çatıldı. Birden eliyle elimi kavrayıp tuttuğunda, beni yürütmeye başladı.

"Ne yapıyorsun?" Dedim yorgun çıkan ses tonumla. Beni artık oradan oraya sürüklemesinden sıkılmıştım. "Bırak Mirza!"

Odadan çıktığımız an Mirza, "Kolay gelsin arkadaşlar," dediğinde herkesin bakışları bize dönmüştü. Oldukları yerde Mirza'ya olan saygılarından ötürü doğrulduklarında, "Sağ olun başkomiserim!" Dediler.

Beşir, "Bir şey mi istemiştin abi?" Dediğinde Mirza, "Yok," dedi. Gözlerim kenarda bizim birleşen ellerimize bakan Ahsen'in gözleriyle kesişti. Gözleri dolu doluydu. Yıkılmıştı ama bunu da belli etmemeye çalışıyordu.

Mirza, elinin arasındaki elimi okşadığında, "Hayırlısıyla yakında evleniyorum arkadaşlar," dedi. Kaskatı kesildim. Gözlerini bana çevirdi ve benden başka yolunun olmadığını belli edercesine tekrardan konuştu: "Kurban olduğumla." Elim ayağım birbirine dolaştı.

"Hepinizi düğünümüze bekleriz."

*

Bittii bitttiii ğgwğğdğdğf arkadaşlar barışıp, barışmadıklarını ben de anlayamadım anlayan varsa bana da anlatsın ne olur ğgwğğdğd ama evleniyorlar galiba gğwğdğfğ

Nasıl buldunuz bakalım?

~Bölüm ile ilgili eleştirilerinizi buraya bırakırsanız çok sevinirim. Asla kırılmam, darılmam^^

Ve lütfen oy vermeyi de unutmayın🥰

Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri (aynı zamanda wattpad panomda da veriyorum)
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro