11.Bölüm: "Güven"
#Melike Şahin - Nasır
#Sıla - Zor Sevdiğimden
#Seksendört - Ölürüm Hasretinle
Bu bölümün geçmiş sahnelerini okumanızı tavsiye ederim. Naçizane fikrim🤝
İnstagramda bir sayfa Mirza'ya mezar taşı yapmış onu da şöyle bırakıyorum gğwğdğdğ
Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰
*
Hayatım boyunca koşulsuz bir şekilde sığındığım tek limanım hep babam olmuştu. Onun ne olursa olsun hep yanımda duracağını bilirdim. Ardımda değil, yanımda... Babam, kalbimde hiçbir zaman yara olmamıştı.
Bazı kız çocuklarının en büyük yaraları babasıyken, benim babam limanım olmuştu. Hiçbir zaman canımı yakmamıştı.
Şimdi babamın yakmadığı canımı küçücük bir kız çocuğunun dudaklarının arasından dökülen 'baba' lafı yakmıştı. Hem de öyle bir yakmıştı ki... Şu içimdeki ateş tekrar tekrar harlanıp, kül olmuştu.
Kimsenin yapamadığını bana Mirza yapmıştı. Bundan fazlası olamaz dediğim her an bana daha da fazlasını yapmıştı.
Şimdi bakıyordum önümdeki manzaraya... Küçük bir kız çocuğu vardı. Sarı, kısa saçları iki yanında toplanmıştı. Minik minik elleri, yüzünün küçüklüğüne karşılık büyük, yeşil gözleri vardı.
Bu küçük kız, Mirza'ya 'baba' demişti. Sanki canımı yakmak istercesine o kadar çok baba demişti ki...
Bu gerçeklik yüzüme yüzüme çarptığında, sanki olduğum yere çakıldığımı hissettim. Öylece kalakaldım, tek bir adım dahi atamadım. Sadece ben de değil, bahçedeki herkesin öylece kaldığını hissedebilmiştim. Kimseden çıt çıkmazken, herkesin gözleri Mirza ve küçük kızın üzerindeydi.
Küçük kız tekrardan, "Baba!" Dediğinde küçük elleriyle Mirza'nın bacaklarına biraz daha yapıştı. Yeniden 'baba' dedi. Mirza'ya dedi... Yüzüme çarpan bu gerçekliği kavrayamıyordum.
Öylece kaldım. Gözlerim acıyla kapandı. Karşımdaki manzarayı görmek istemedim. Şu gözlerim görmesin, şu kulaklarım Mirza'ya sağır olsun istedim.
Kapattığım gözlerimden bir damla yaş yanaklarıma süzüldüğünde, burnumun ucunun sızladığını hissettim. Şimdi tüm bedenim sızlıyor gibiydi. En çokta kalbim...
Sanki süzülen gözyaşım değilde, Mirza gibiydi...
Gözümden de gönlümden de düşmüştü artık.
Gözlerimi tekrardan açtığımda karşımda yine aynı manzarayı gördüm. Yanımda duran elimin içine tırnaklarımı bastırdığımda, dudaklarımı birbirine bastırdım. Onlara bakmak istemediğimde gözlerimi hızlı bir şekilde onlardan çektim. Ve bu sefer gözlerim belki de hiç görmek istemeyeceğim birisinin gözleriyle birleşti.
Ahsen'in...
Bahçe kapısının önünde durmuş bir şekilde karşımdaki manzarayı izliyordu. Bana baktığı an kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı ve dudakları sinsi bir tebessüme ev sahipliği etmek istercesine kıvrıldı. Dişlerimi âdeta kırmak istercesine birbirine bastırdım.
Ahsen, bu küçük kız ve Mirza...
Dudaklarım acı bir tebessümle kıvrıldığında kalbimin sızladığını hissettim. Birden öyle bir acı saplandı ki...
Mirza, "Ahu?" Dediğinde sesinden akan şaşkınlığını fark etmiştim ama anlam verememiştim.
Demek bu küçük kızın adı Ahu'ydu.
Ahsen, Ahu ve Mirza...
Mirza, "Sen böyle..." dediğinde devamını getirememişti. Ahsen'in, "Kızım?" Diyen sesini duyduğumda sesi Mirza'nın sesine karışmıştı. Kalbimin üzerine bir yumru oturdu.
Mirza, Ahsen'in sesini duyar duymaz gözlerini ona çevirdiğinde zaten çatık olan kaşları biraz daha çatıldı. Ahu hâlâ Mirza'nın bacaklarına yapışık bir şekilde duruyordu ve hiç ayrılmaya da niyeti yokmuş gibiydi.
Ahsen titrek adımlarıyla bizim yanımıza doğru yürümeye başladığında, "Ben..." dedi. Gözlerinden geçen duygulara anlam verememiştim. Sanki korkuyor gibiydi.
Mirza sinirlendiğini belli edercesine burnundan solumaya başladığında, başımı olumsuz anlamda salladım. Mirza sanki benim burada olduğumu daha yeni fark ediyormuş gibi gözlerini bana çevirdiğinde, bacağına sarılı olan çocuğu bile umursamadan bana doğru bir adım attı. Ona nasıl bakıyordum bilmiyordum ama bakışlarımda bulduğu şeyin iyi bir şey olmadığının o da farkındaydı.
"Kurban olduğum?" Dediğinde sesi acı çeker bir şekilde çıkmıştı. Başını hızlı bir şekilde olumsuz anlamda salladığında, "Hayır hayır..." dedi. Bana doğru bir adım daha attı ama bacağına sarılı olan Ahu onun bana gelmesine izin vermiyordu. Gerçi onun şu an Ahu'yu umursadığı bile yoktu ya neyse.
Ahu tekrardan, "Baba," dediğinde sesinin sanki ağlayacak gibi çıktığını fark edebilmiştim. Bu çok kısa bir an içimi acıttı.
Tırnaklarımı etimin içine biraz daha gömdüğümde, sanki gömdüğüm hislerim gibi hissetmiştim. Ona olan hislerimi gömmüş, üzerine de toprak atmıştım.
Dudaklarımı birbirine bastırdığımda, "Çocuğuna bak," dedim. Ve kendi söylediğim bu sözlerle kalbimin içine keskin bıçağı kendim sapladım.
Sözlerimden sonra Mirza olduğu yerde öylece kalakaldığında, gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. O kuzguni gözlerinden değişik değişik duygular geçiyordu.
Bir insan gözleriyle konuşabilir miydi?
Mirza konuşuyordu. O konuştuğu zaman hem kalbi, hem de gözleri konuşuyordu.
Mirza, "Hayır kurban olduğum hayır," dediğinde daha sözlerinin devamını getiremeden Asiye teyzenin, "Bana bir şeyler oluyor..." diyen sesini duydum.
Peşinden de Dila, "Anne!" Diyerek cırladığında biz hâlâ gözlerimizi birbirinden ayıramamıştık. "Anne iyi misin? Anne."
Olduğum yerde öylece kalakaldığımda annem, "Mihran!" Diye bağırdı. "Mihran koş hemen, ahiretliğime bir şeyler oluyor."
Bana da oluyor anne... Görüyor musunuz bana da oluyor. İçim acıyor, içim sökülüyor anne... Kırıklığımın sesini duyabiliyor musunuz?
Gözlerimden akan yaşları kimseye belli etmeden elimin tersiyle sildiğimde, hemen Asiye teyzenin yanına doğru koşturdum. Ben, Asiye teyzenin yanına giderken, Ahsen'in de dudağındaki belli belirsiz kıvrımıyla Mirza'nın yanına gittiğini görebilmiştim.
Ama benim şu an bunu umursamamam gerekiyordu değil mi? Acılarımı içime atıp, kimseye belli etmemem gerekiyordu değil mi? Herkesin bana gelişine gidişine vurması ama benim onlara bakmam gerekiyordu değil mi?
Başımı olumsuz anlamda salladığımda, "Şu an değil," diye fısıldadım kendi kendime. Asiye teyzenin yanına geldiğimde başına toplanan kalabalığa karşılık, "Bir açılın nefes alsın!" Dedim. Sonuçta burada öyle ağızlarını açıp izleyecekleri bir şey yoktu. Kadın şoka girip bayılmıştı.
Söylediklerimden sonra Asiye teyzenin başındaki kalabalık dağıldığında Dila'ya dönerek, "Tansiyon aletini ve ilaçlarını getirir misin?" Dedim. Dila hemen annesinin başından kalktığında içeriye doğru koşturmaya başladı.
Parmaklarımı Asiye teyzenin bileğine bastırıp nabzını saymaya başladığımda, başımda duran annem, "Vah vah..." dedi. "Şu kadının yüzü bir gülmedi. Şimdi de büyümüş torunu olduğunu öğrendi." Annemin söyledikleri darmaduman olan aklımı daha da çok karıştırdığında, kaşlarım çatıldı.
"Sus artık bi!" Dedim sertçe. "Sayamıyorum senin yüzünden." Bu çıkışımı beklemeyen annem öylece kaldığında, tekrardan Asiye teyzeyle ilgilenmeye devam ettim.
Aradan geçen beş dakika bana bir asır gibi geldiğinde, Asiye teyze nihayet biraz olsun kendine gelebilmişti.
Asiye teyze, "Ah oğlum ah..." diye dertlerini yakınmaya başladığında onu umursamayarak gözlerimi Dila'ya çevirdim. Üzgün ve telaşlı gözleriyle annesine bakıyordu.
"Ciddi bir şey değil," dedim. "İlaçlarını verdim zaten, biraz yatsın dinlensin. Bundan bir iki saat sonra da tuzlu ayran içir, o iyi gelir." Söylediklerimden sonra herkes derin bir nefes aldığında, onların da rahatladıklarını hissedebilmiştim.
Dila, "Abi, annemi içeri alsak ya..." dediğimde sesi ağlar gibi çıkmıştı. Hangi ara yanıma geldiğini anlayamadığım Mirza'dan uzak durmak için geri çekildim. Ona bakmıyordum ama onun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
Dila tekrardan, "Abi!" Dediğinde gözlerimi bu sefer Mirza'ya çevirdim. Dila belki Mirza'nın onu duymadığını düşünüyordu ama Mirza onu duyuyordu. Gözleri sadece bendeydi ve başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordu.
Annem, "Mirza oğlum kolundan taşıyamaz ki kızım..." dediğinde peşinden de, "Babanları bekleyelim," demişti. Onların da namazları hâlâ bitmemişti galiba. Gerçi yatsı namazı uzun oluyordu tabii.
Mirza, annemin sözlerinden sonra kendine gelmiş benim gözlerimden sıyrıldığında Asiye teyzeyi yaralı koluna rağmen birden kucağına aldı. Kolu acımış mıydı acaba? Şu durumda, şu yaptıklarına karşılık bile hâlâ onu düşünmeme karşılık kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.
Ben ne yapıyorsam kendime yapıyordum.
Babaannem hep, 'İnsanın kendisine yaptığını bir başkası yapamaz' derdi. Gerçekten de haklıymış. Ben her defasında bunu kendime bile bile yapıyordum.
Mirza gözlerime son bir kez baktığında âdeta koşturur adımlarla içeriye doğru yürümeye başladı. Bunu bana yetişmek için yaptığını biliyordum ama ben buradan hemen gidecektim.
Yanımda duran anneme haber vermek adına, "Ben gidiyorum artık," dediğimde annem hızlı bir şekilde gözlerini bana çevirdi.
"Kız nereye gidiyorsun? Ya bir şey olursa kadına. Yanlarında duralım, yardım edelim."
Elimi yüzüme götürüp sıvazladığımda, "Gerçekten bıktım artık," dedim. "Beni yoruyorsun ve bunun farkında bile değilsin anne." Bıkmış bir şekilde söylediklerimden sonra annemin kaşları çatıldığında onu ardımda bırakarak yürümeye başladım.
Tam bahçeden çıkacağım sıra Ahu'nun, "Anne, babam gelmeyecek mi?" Diyen sesini duyduğumda olduğum yerde istemsiz bir şekilde duraksadım.
Ahsen sesini yüksekten tuta tuta, "Baban birazdan gelecek anneciğim..." dediğinde bunu sırf ben duyayım diye bağırarak söylediğinin farkındaydım. Daha fazla burada duramayacaktım. Hızlı bir şekilde bahçeden çıktığımda, evime doğru koşturmaya başladım.
Arkamdan Çiçek'in, "Mihran!" Diye bağıran sesini duysamda durmadım. Duramadım.
"Mihran bekle." Kapımızın önüne geldiğimde titreyen ellerimle anahtarı kapının deliğine sokmaya çalıştım. Ben bunu yapmaya çalışırken Çiçek çoktan yanıma gelmişti.
"Mihran!" Dedi Çiçek nefes nefese kaldığında. "Dur konuşalım ne olur."
"Yalnız kalmak istiyorum Çiçek!" Dediğimde titrek bir nefes alarak gözlerimden dökülen gözyaşlarımı silmeye çalıştım.
Çiçek, "Bir açıklaması vardır illaki..." dediğinde sanki ne diyeceğini bilemiyormuş gibi duraksadı.
"Ne açıklaması olacak ya?" Dediğimde bağırmıştım. "Ne açıklaması olacak? Duymadın mı kadın kasıla kasıla 'baban gelecek' dedi. Çocuk 'baba' diye bağırdı." Söylediklerime karşılık yüzümü buruşturdum.
Şu dudaklarımdan dökülen sözleri ne kendime yediriyordum, ne de kalbime.
Çiçek inatla, "Mirza abi o kadarını da yapmaz," dedi. Gerçekten mi? Çevremdeki herkesin bir Mirza aşkı vardı. Herkes Mirza diyor başka bir şey demiyordu. Ama Çiçek benim yaşadıklarımı bildiği hâlde bunu diyebiliyordu.
Başımı olumsuz anlamda salladığımda, "O Mirza abin," dedim. Titreyen ellerimle inat sonunda kapıyı açabilmiştim. "O Mirza abin o kadarını da yapmaz dediğim her şeyi yaptı." Ayakkabılarımı çıkardığımda, "Yalnız kalmak istiyorum Çiçek," dedim. Sonrasında Çiçek'in bir şey demesine izin vermeden içeri girdiğimde, kapıyı ardımdan çarparak hızlı bir şekilde odama çıktım.
Odama çıkmamla birlikte artık kendimi tutamadığımda hıçkırarak ağlamaya başladım. Üzerimdeki hırkamı hızlı bir şekilde üzerimden çıkardığımda yere doğru fırlattım. Fırlatmamla birlikte cebinde duran telefonum yere çakılsada dönüp bakamamıştım bile.
Bıkmıştım artık. Kendimi ona kapılırken bulup, sonrasında da aynı hızda yere çakılmaktan bıkmıştım artık. Ben bir de bize bir şans vermeyi düşünmüştüm.
"Al sana şans. Al sıçtı bak yine ağzına." Başımı hırsla aşağı yukarı salladım. "Salaksın sen salak. Akıllanmaz bir salaksın sen kızım." Kendi kendime konuşuyordum. Sanki delirmiş gibiydim.
"Allah kahretsin seni!" Diye âdeta içim sökülürcesine haykırdığımda, çalışma masamın üzerinde duran her şeyi yerle bir ederek fırlattım.
Dudaklarımın arasından, "İnanmıştım," diye bir fısıltı döküldüğünde bedenimi daha fazla ayakta tutamadım ve dizlerimin üzerinde yere düştüm. Canım öyle çok acıyordu ki dizlerimin acısını hissedememiştim bile.
Gözlerimden yaşlar birer birer döküldüğünde, sanki zihnim gözyaşlarımın artmasını istercesine beni hayaller kurduğumuz o günümüze götürdü.
•••
"Ya sen bal mısın?" Dediğimde kucağımdaki Eylem'in yanaklarını sıktım. Eylem; komşumuz Melahat ablanın iki yaşındaki kızıydı. Bizim evde gün vardı ve bize gelmişlerdi. Annesi, annemlerle sohbete dalmışken ben de Eylem'e bakmakla meşguldüm.
"Çok tatlısın sen," dediğimde o tombul yanaklarını öptüm.
"Maşallah maşallah..." dedi komşumuz olan Suzan teyze. "Eline de ne çok yakıştı kızım."Söylediklerine karşılık bir şey demeyerek gülümsemeye çalıştım.
Annem, "Yaşı küçük daha," dediğinde gözleriyle beni süzmeyi de ihmal etmemişti. Galiba vereceğim tepkimi merak etmişti.
"Öyle öyle," dedi Melahat abla. "Gençliklerinin tadını çıkarsınlar. Erken yaşta evlenip ne yapacaklar hem? Bakın ben evlendim de ne oldu uykusuz geceler, temizlik, bulaşık, yemek işte." Melahat abla liseden sonra okumak istemediği için eşi Murat abi ile görücü usulü bir şekilde evlenmişlerdi. Bundan pişman mıydı bilmiyordum ama şu durumundan anladığım kadarıyla pişman gibi gözüküyordu.
Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, "Ama seni yerim ki ben," dedim. Sonrasında Melahat ablaya döndüğümde, "Abla bu çok tatlı," dedim.
Melahat ablanın yüzü güldüğünde, "Sen gel bir de onu geceleri gör ablam..." dedi. Bunu şakayla karışık bir şekilde söylemişti.
"Murat yardım etmiyor mu kızım sana?" Diye sordu annem.
Melahat abla, "Nerde?" Dediğinde elini gelişigüzel bir şekilde salladı. "Kıçını devirip yatıyor." Bu komik değildi ama nedense söyleyiş şekline gülesim gelmişti. "Ah kızlar ah... Evleneceğiz kişiyi iyi seçin. Her anlamda hayatınıza bir arkadaş alıyorsunuz, emin olun." Ortamda bir sessizlik oluştuğunda gözlerimi Eylem'e çevirip dalgın bir şekilde bakmaya başladım.
Mirza'yı düşündüm...
Onun nasıl bir baba olacağını düşünmeden edememiştim. Onun kucağında böyle küçük bir kız çocuğunu düşünmeden yapamamıştım. Gözlerimin önüne tıpkı bir fotoğraf karesi gibi düştüğünde dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.
Mirza'nın kucağında bizim kızımız vardı. Onu göğsüne yaslamış, bebek saçlarıyla oynuyordu. Gözlerimin önündeki görüntü öylece kalmamı sağladığında, sesli bir iç çektim.
Sonra gözlerimin önüne geceleri benim bebek baktığım ama Mirza'nın kıçını devirip yattığı görüntüler geldi. Kaşlarım anında çatıldığında, başımı olumsuz anlamda salladım.
"Saçmalama geri zekalı," dediğimde nerde olduğumu daha yeni fark edebilmiş gibiydim. Ben teyzelerle dolu bir evin içindeydim.
Asiye teyze, "İyi misin kızım sen?" Dediğinde başımı duvarlara vurmamak için kendimi zor tutmuştum. Olur olmadık yerlerde kendi kendime konuşuyor bir de üzerine hakaret ediyordum. Tabii benim bu durumumu herkes garip bir şekilde karşılıyordu.
Sanki hiç kendi kendine konuşan insan görmemişler gibi...
Kapının zili çaldığında teyzelerin bakışlarının ağırlığı altında kapıya doğru ilerledim.
Asiye teyze arkamdan, "Mirza gelecekti kızım," dediğinde kalbimin atış hızı da artmıştı. İsmini duymak bile şu kalbimi yerinden söküyordu.
Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm Mirza'yla birlikte gülümsedim. Beni görmesiyle birlikte yorgunluğundan dolayı hafif kısılmış gözleri açıldığında, dudakları belli belirsiz bir şekilde yukarıya kıvrıldı.
"Hoş geldin!" Dediğimde kenarda duran terliklerden birini alarak, kucağımdaki Eylem'e dikkat ederek önüne uzattım.
Mirza, "Çok hoş buldum!" Dediğinde gözleriyle beni süzmeye devam etmişti. Bu hareketiyle birlikte utandığımda yanaklarımın ısısının arttığına yemin edebilirdim. Önüne koyduğum terlikleri giyip içeri geçtiğinde gözlerini hâlâ benden ayırmamıştı. Normalde bu kadar kadının olduğu bir ortama girmezdi ama şu an sırf benim için giriyordu, biliyordum.
Kucağımda tuttuğum Eylem ellerini Mirza'ya doğru çırptığında, küçük ellerini ona doğru uzattı. Mirza'nın kucağına gitmek istiyordu. Vay be! Şimdiden satılmıştım ha!
Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında içeriye doğru, "Alabilir miyim?" Diye bağırdı. Bu ince düşüncesiyle birlikte içim birden sıcacık oldu.
Melahat abla, "Al tabii Mirza," dediğinde Mirza zaten onu hazırda bekleyen Eylem'i kucağına aldı. Eylem, Mirza'nın kucağına geçtiğinde sanki biraz daha kıpır kıpır olmuş gibiydi. Mirza'nın sakallarıyla oynuyor, sakalları onu huylandırdıkça da kıkırdayarak gülüyordu.
"Tek elini sırtına koy," dediğimde Mirza'nın önünü kapatarak elinden tuttum. Mirza'nın kaşları yaptığım bu harekete olan şaşkınlığını belli edercesine yukarıya doğru kalktığında, parmaklarıyla elimi okşamaya başladı. Mirza'nın elini Eylem'in sırtına götürüp bastırdığımda güldüm.
Mirza, "Özledim," diye fısıldadığında elimi ellerinin arasından kurtardım. Ben de özlemiştim ama şu an içerideki teyzelerin varlığı kendimi frenlememi sağlıyordu.
Annemin, "Oğlum aç mısın?" Diyen sesini duyduğumda hemen Mirza'dan uzaklaştım. Mirza daha cevap veremeden annem, "Hay bendeki de soru işte tabii ki açsın," dediğinde gözlerini bana çevirdi.
"Mirza abine bir tabak hazırlayıver kızım." Annemin 'abi' demesiyle birlikte Mirza'nın kaşları çatıldığında, derince bir soluğunu serbest bıraktı. 'Abi' lafı onu içten içe kudurtuyordu ama yapabileceği bir şey olmadığı için de tüm sinirini içine atmak zorunda kalıyordu.
"Tamam," dediğimde Mirza'ya son bir kez bakarak mutfağa doğru yürümeye başladım.
Annemin arkamdan, "Gel oğlum içeri," diyen sesini duysam da Mirza'nın içeri asla geçmeyeceğini biliyordum. Zaten eve de benim yüzümden girmişti, bir de ben evdeyken asla benden uzakta olmazdı.
Mirza'ya kendi yaptığım kısırımdan kocaman bir tabak doldurduğumda, diğer yemekleri es geçmiştim. Benim kısırım varken onlardan yemezdi zaten. Kısa bir an için duraksadığımda, "Yemez yemez..." dedim. Benim güzelim kısırım varken yani...
Mirza'nın, "Kurban olduğum," diyen sesini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim. Kucağındaki Eylem'le bana bakıyordu. Eylem'i hâlâ kucağından bırakmamasına şaşırsam da belli etmemeye çalıştım.
"Hazırladım," dediğimde elime kısır tabağını alarak gözlerinin önüne tuttum. "Gel ye hadi!"
Mirza, "Kısır mı?" Dediğinde gözleri tezgâhın üzerinde duran diğer yemeklere kaydı. Onun sesi küçümser gibi mi çıkmıştı yoksa ben mi yanlış anlamıştım?
"Hı hı..." diye mırıldandım. "Ben yaptım."
Mirza, "Anladım," dediğinde gerçekten de sadece kısır koyma nedenimi anlamışa benziyordu. Sesi güler gibi çıkmıştı. "Sen yaptıysan biz de yeriz o zaman kurban olduğum."
Kurban olduğun yesin seni ya...
Mirza bu sefer kucağında tuttuğu Eylem'e döndüğünde, "Yeriz değil mi?" Dedi. Ama bunu o kadar ciddi bir şekilde söylemişti ki kendimi tutamadım ve kahkahalarımla gülmeye başladım. Eylem'de, Mirza'yı ciddiye almamış olacak ki; sakallarını tutup çekmeye başladı. Mirza yüzünü buruşturduğunda, kaşları da çatılmıştı.
Karşımdaki şu görüntü içimde garip duygular oluşturduğunda iç çekmeden edememiştim. O kadar güzeldi ki...
Karşımdaki görüntünün etkisinden biraz olsun çıkabildiğimde, "O yiyemez," dedim. "Ben onu alayım da sen ye." Mirza başını salladığında kucağındaki Eylem'i bana doğru uzattı. Ama Eylem bana gelmeyi hiç istemiyor gibi Mirza'nın yakasına yapışmıştı.
Kaşlarım çatıldığında, "Yazıklar olsun sana!" Dedim. "Sabahtan beri ben bakıyorum sana ben. Altını bile ben değiştirdim." Eylem'e kızarcasına söylediklerimle birlikte bu sefer de Mirza gülmeye başladığında, çatık kaşlarımın ardından ona baktım. Gerçekten çok bozulmuştum. Sabahtan beri çocuğun her şeyiyle ilgilenmiştim ama o beş dakika gördüğü Mirza'ya, beni satmıştı.
Beni, beni... Mihran ablasını. Yazıktı yazık. Bebeklik ölmüştü gerçekten.
Mirza, "Kurban olduğum, sen şu an küçücük bebeğe kızdın farkındasın değil mi?" Dediğinde sesi baya eğleniyor gibi çıkmıştı. Tabii çıkardı. Küçücük bebek onu seçmişti sonuçta.
"Yo..." dediğimde ellerimi Eylem'e doğru uzatıp açtım. "Koş koş yapalım hadi Eylem." Eylem benim yüzüme bile bakmadığında, Mirza'nın gülmemek için kendini zor tuttuğunu fark ettim.
"Gül gül tutma kendini." Sinirli bir şekilde söylediklerimden sonra Mirza gülmeye başladığında, "Biz en iyisi beraber yiyelim kurban olduğum," dedi.
Artık kurban olduğun değilim Mirza...
"İyi..." diye ağzımın içinden homurdandığımda Mirza mutfaktaki sandalyelerden birini çekerek oturdu. Kısır tabağını önüne koyduğumda Mirza'nın gözlerinin çok kısa bir an için tezgâhın üzerindeki diğer yemeklere kaydığını gördüm. Ama bu çok kısa sürmüştü. Gözlerini hemen çektiğinde gülmeden edememiştim.
Ay acaba diğer yemeklerden de koysa mıydım? Şimdi o öyle bakınca da vicdanıma oynamıştı ha! Tabii Mirza'da haklıydı yani. Orada kekler, börekler varken benim kısırıma mı bakacaktı?
"Yemek istersen diğerlerinden de koyabilirim." Ağzımın içinde yuvarlaya yuvarlaya söylediğim şeyle birlikte Mirza güldüğünde, "Anlamadım?" Dedi. Yalancı. Kelimeleri anlayamayacağı derecede yuvarlamıştım ama o anlamıştı bir kere.
"İstersen diğer yemeklerden de koyabiliyorum diyorum."
Mirza güldüğünde, "Yok," dedi. "Kısır yeter bana." Ya resmen benim yaptığım kısırımı seçmişti.
Artık yeniden kurban olduğun olabilirim Mirza...
İstemsiz bir şekilde güldüğümde Mirza'nın gözleri anında dudaklarıma düştü. Sanki dudaklarıma her an saldıracakmış gibi baktığında, "Bakmasana," diye mırıldandım ağzımın içinden.
Mirza, "Bu kadar güzel gülme sen de," dediğinde gülüşüm dudaklarımda tıpkı bir gülün soluşu gibi soldu. Ay o birden böyle deyince... Heyecan yapmıştım İşte...
Mirza'nın kucağındaki Eylem, Mirza'nın saçlarını çekiştirdiğinde Mirza'yla olan göz bağımız kesilmişti. Mirza, Eylem'e döndüğünde kaşları çatık bir şekilde ona bakmaya başladı. Ama tabii Eylem'in, Mirza'yı umursadığı falan yoktu.
"Bak böyle saçlarımı, sakalımı çekmemelisin ama." Mirza'nın ciddi ciddi söylediği şeyle birlikte Eylem'in minik elleri Mirza'nın yanaklarında durduğunda yeşil, küçük gözleriyle Mirza'ya bakmaya başladı. Mirza'nın ne dediğini anlamaya çalışıyor gibiydi ama tabii ki de anlamıyordu.
"Gerçekten Eylem'in seni anlamasını mı bekliyorsun?" Dediğimde Eylem birden küçük parmaklarıyla Mirza'nın yanaklarını sıkmaya başladı. Daha doğrusu gücünün yettiği kadarıyla Mirza'nın yanaklarıyla oynuyor diyebilirdik.
Mirza öylece kalakaldığında gülmeye başladım. Benim yapamadığım şeyi Eylem yapıyor, bir güzel Mirza'yı gıcık ediyordu. Benim bunu yapamama nedenim de Mirza'nın bir türlü bana gıcık olmamasıydı. Sanki yaptığım her şey onun kabulü gibiydi.
Mirza ağzının içinden, "Ne yapıyor bu?" diyerek homurdandığında yanaklarını Eylem'in parmaklarından kurtarmıştı. Böyle sanki hoşnutsuzmuş gibi hareketler sergiliyordu ama ben şu an onun içten içe mutlu olduğunu biliyordum. Dalgın bir şekilde Mirza'ya baktığımda karşımdaki şu görüntü beni olmadık hayallerin içine sürüklemeye başlamıştı.
Küçük bir kız çocuğu... Ya da kız, erkek asla fark etmezdi. Babası Mirza olan bir çocuk. Bizim çocuğumuz...
Şu an gözüme imkânsız gibi gelen bu görüntü bir gün olur muydu acaba?
Mirza'nın, "Sen de benimle aynı şeyi düşünüyorsun değil mi?" Diyen sesini duyduğumda daldığım hayallerimin arasından çıkabilmiştim.
Neden bahsettiğini anlayamadığımda, "Neyi düşünüyor muyum?" Dedim.
Mirza güldüğünde, "Bebeklerin kucağıma çok yakıştığını düşünüyorsun değil mi?" Dedi.
"Ne?" Dedim şaşkınlıkla.
"Hadi hadi," dedi Mirza başını 'seni gidi seni' dercesine iki yanına salladığında. "Daldın gittin bana. Kesin bebeğin kucağıma ne kadar yakıştığını düşünüyorsun?" Tövbe tövbe. Bu Mirza benim iç dünyama gizlice girmiş falan olabilir miydi? Kesinlikle olabilirdi. Yoksa nereden bilecekti benim bunları düşündüğümü...
"Yo..." dediğimde başımı olumsuz anlamda salladım. "Hiçte düşünmüyorum." Hemen oturduğum sandalyeden kalktığımda, "Mutfağı toplayayım ben," dedim.
Benim bu kaçma çabalarıma karşılık Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, 'Tabii tabii' dercesine başını aşağı yukarı salladı.
"Eylem kızım," diyen Melahat ablanın sesini duyduğumuzda hemen gözlerimi Mirza'dan çekerek bulaşıkları makineye yerleştirmeye başladım. Melahat abla mutfağa girdiğinde ben hâlâ işimle meşgulmüş gibi davranıyordum.
"O şimdi sana rahat yemek yedirmez Mirza. Ben alayım onu." Çaktırmamaya çalışarak onlara baktığımda Eylem'in, Mirza'nın yakasını tuttuğunu ve inatla bırakmadığını gördüm. Bu kadarı da biraz şovdu artık yani.
Melahat abla zorlukla Eylem'i, Mirza'nın kucağından aldığında mutfaktan çıkmışlardı bile. Gözlerimi hızlı bir şekilde önüme çevirdiğimde pis tabakları makineye yerleştirmeye devam ettim. Mirza'nın gözlerini üzerimde hissediyordum ama dönüp bakmadım.
Tezgâhın üzerindeki son tabağı da makineye yerleştireceğim sıra Mirza'nın ellerini belimde hissettim. Beni tutup kendisine doğru çektiğinde, elimdeki tabakla birlikte öylece kalakalmıştım.
Mirza yanı başımdan uzanıp elimdeki tabağı aldığında hızlı bir şekilde makineye koyarak, makinenin kapağını kapattı. Bunu yaparken ne elini belimden çekmişti, ne de benden bir adım öteye gitmişti.
En sonunda dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdığında, "Ben düşündüm biliyor musun?" Diye fısıldadı. Neyi düşünmüştü?
Söylediği şeyi es geçtiğimde, "Birisi gelecek Mirza!" Dedim. Birisinin gelecek olması Mirza'nın pek umurunda olmasa da benim umurumdaydı. Benim bu konuda dikkatli olmam gerekiyordu.
Mirza benim söylediğim şeyi zerre umursamadığında, "Düşündüm kurban olduğum," dedi. Belimdeki ellerinin varlığına rağmen ona doğru döndüğümde, alnını alnıma doğru yasladı.
Bir gün birisine yakalanırsak tek suç şu mutfakların olacaktı.
"Seni düşündüm ben." Mirza tek elini kaldırıp önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdığında, "Sen o kapıyı kucağında bebekle açtığından itibaren tek bir şey düşündüm ben..." dedi. Anladım ve anladığımda öylece kalakaldım. Dudaklarım hafifçe aralandı ama tek bir kelime edemedim.
Benim, onu düşündüğüm gibi o da beni düşünmüştü. Birbirimizden habersiz, birbirimizin hayallerine dalmıştık.
Mirza, "Böyle tıpkı sana benzeyen," dediğinde elleriyle hafif kapalı göz kapaklarımı okşadı. "Mavi mavi gözleri olan küçük bir kız çocuğu..." Parmakları bu sefer yanaklarıma düştüğünde okşamaya başladı. "Güzel olmaz mıydı kurban olduğum?"
Olur muydu ki? Ay şimdi Mirza'da öyle bir söylemişti ki... İçimi eritmişti yani.
İkimize ait küçük bir kız çocuğu... Bizim bir parçamız olan bebeğimiz...
•••
Zihnim beni geçmişimin anılarından çıkardığında, "Neden?" Diye fısıldadım.
On dokuzumda hayal kurmayı bilmezken bir hayal kurmuştum. Pardon kurmuştuk... Mirza'yla kurmuştuk. O hayatıma girdiğinden beri hayallerim değil, hayallerimiz olmuştu artık.
Onunla beraber kurduğumuz hayallerimiz...
Şimdi onunla kurduğum hayallerimiz birer enkaz olup aşımın üzerine çökmüştü. Ama şimdi ben tektim. Ben o enkazın altında tek başıma kalırken, güvendiğim o dağ üzerime yıkılmıştı.
O, benden inancımı almıştı.
O, benim ona olan güvenimi çalmıştı.
Ağzımdan kaçan hıçkırığıma engel olamadığımda gözlerimden akan yaşlar artık görüşümü bulanıklaştırmaya başlamıştı. Akan burnumu kaba bir şekilde çektiğimde halımın üzerine düşen telefonum titremeye başladı. Bulanık gören gözlerime rağmen ekrandaki Mirza'nın numarasını görebildiğimde, telefonu elime aldım. Bir de utanmadan yüzsüz yüzsüz arıyordu. Gerçi aramasına neden şaşırıyordum ki? Sanki yapıp yapıp aramak hiç yapmadığı bir şeymiş gibi...
Hıncımı alamadığımda elimde tuttuğum telefonumu tekrardan yere doğru fırlattım. Kendimi de şöyle bir yerlere fırlatasım geliyordu. Ya da akıllanmam için kafamı duvarlara falan vurmam...
Çok kısa bir an sonra dış kapıya sanki alacaklı gelmiş gibi vurulmaya başlandığında, tepki vermeden öylece durmaya devam ettim. Böyle vuranın kim olduğunu anlamamam imkânsız gibi bir şeydi. Mirza vuruyordu. Bir yandan vuruyor, diğer yandan da arıyordu.
Titreyen bedenime rağmen kendimi attığım yerden kalktığımda camın önüne doğru ilerlemeye başladım. Böyle vurmaya nasıl cesaret edebiliyordu bilmiyordum ama biraz daha böyle vurursa tüm mahalleyi başımıza toplayacaktı. Perdeyi hafifçe araladığımda gözlerimi aşağıya doğru çevirdim. Mirza beni görmemişti ve hâlâ kapıya vuruyordu. Gözlerimi hemen bahçelerine çevirdiğimde boş olduğunu gördüm. Herkes evlerine dağılmıştı anlaşılan. İşte Mirza'da yapacağını yapmış benim kapımda bitmişti hemen.
Başımı iki yanıma doğru salladığımda Mirzaların bahçesinden çıkan Polat abi ve Devran abi, Mirza'nın yanına doğru koşturdular. Hemen Mirza'yı yakalayıp tutmaya çalıştıklarında biraz olsun rahatlayabilmiştim. Şu yaptığı hareketler en çok bana zarar veriyordu. Belki mahallede adımı bağırmıyordu ama deli danalar gibi kapıya vurup duruyordu.
Polat abi, Mirza'nın kulağına bir şeyler dediğinde Mirza biraz olsun durulmuştu. Polat abi ve Devran abi onu kapımın önünden çektiklerinde, ben de perdeyi bırakarak yatağıma doğru ilerledim. Artık telefonumda susmuştu.
Yatağımın içine girdiğimde yorganımı başımın üzerine çekerek gözlerimi kapattım. Gözlerim öyle çok acıyordu ki... Ağlamaktan helak olmuşlardı artık.
Mirza yokluğuyla da ağlatan bir adamdı,
Varlığıyla da...
*
Göz kapaklarımın üzerindeki ağırlıklara rağmen gözlerimi hafifçe aralayabildiğimde, sokak lambasının loş ışığı gözümün içine içine vurdu. Ellerimi, gözlerimin önüne siper ettiğimde yatağımdan hafifçe doğruldum. Ağladığımdan dolayı kızarmış ve şişmiş olan gözlerimi ovaladığımda, canımın acısıyla birlikte dişlerimi birbirine bastırdım.
Ah şu gözyaşlarım, ah şu uğruna uykusuz kalışlarım...
Başımı olumsuz anlamda salladığımda, yatağımın içinden çıktım. Gözlerim karanlığa sığınmış olan odamda turladığında fazlasıyla dağılmış olduğunu gördüm. Ki dağılması da normaldi. Bugün ciddi anlamda kendimi kaybetmiş, ne var ne yoksa yakıp yıkmıştım.
Boğazımda bir yumru oluştuğunda komodinimin üzerinde duran bardaktaki suyu alıp bir yudum içtim. Geçmemişti.
Çünkü; boğazıma dizilmiş heveslerim vardı.
Gözlerim yerde duran telefonuma çarptığında hemen elime aldım. Canımın bir parçası olarak gördüğüm telefonumu bile yere atabilmiştim ya ben ona artık hiçbir şey demiyordum. Her şey onun yüzündendi. Ya da benim salaklığım...
Telefonumun sapasağlam olduğunu gördüğümde tuttuğum nefesimi dışarıya bıraktım. Neyse ki ona bir şey olmamıştı. Çünkü; bir de kendi artistliğim yüzünden telefon parası vermek istemiyordum.
Telefonumun ekranını açtığımda gördüğüm bildirimlerle birlikte öylece kalakaldım.
Mirza tam 240 kez aramış ve sayamayacağım kadar da çok mesaj atmıştı. Parmaklarımı hareket dahi ettiremediğimde, mesajları açmadan ekranıma düştüğü kadarını istemsiz bir şekilde okumaya başladım.
Mirza: Kurban olduğum (23.18)
Mirza: Mihran (23.34)
Mirza: Aç şu telefonlarımı kurban olduğum (01.24)
Mirza: Bir açıklamama izin ver (01.54)
Elimi, alnıma doğru götürüp ovuşturdum. Neyi açıklayacaktı acaba? WhatsApp'tan attığı mesajları ekranımdan sildiğimde, karşıma bu sefer de normalden yağdırdığı mesajlar düştü.
Gönderen: 0543 *** ** **
Sana ulaşamadığım her an seni arayacağım.
Gönderen: 0543 *** ** **
Bu sefer beni dinleyeceksin.
Gönderen: 0543 *** ** **
Kaçmayacaksın.
Diğer mesajları da sildiğimde ekranıma Mirza'nın numarası düştü. Sana ulaşamadığım her an seni arayacağım demişti. Evet, gerçekten de arıyordu. Eğildiğim yerden doğrulacağım sıra elim ekrandaki kırmızı kısma değdiğinde onu yanlışlıkla da olsa reddetmiş bulunmuştum.
Ofladığımda, "Salak!" Dedim kendi kendime. Şimdi onun aramasını reddederekte olsa bir tepki vermiştim ve daha bu gece beni salmayacaktı. Ekrana tekrardan Mirza'nın numarası düştüğünde bir yandan da mesaj atıyordu. Ben demiştim işte.
Eğildiğim yerden kalktığımda camıma çarpan sert bir şeyin gürültüsü kulaklarıma doldu. Olduğum yerde sıçradığımda, kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Birisi camıma bir şey atmıştı ve ben aklıma olur olmadık senaryoları kurmaya başlamıştım bile.
Titreyen ellerimle birlikte balkonumun kapısını hafifçe araladığımda, balkonuma doğru bir adım attım. Çok büyük olmayan, orta boyutlarda bir taş yerde öylece duruyordu. Gözlerim kısıldığında hafifçe aşağıya doğru çevirdim ve karanlığa rağmen Mirza'yı gördüm. Üzerimden garip bir rahatlama geçtiğinde, bunu fark ettiğim an kaşlarım çatıldı.
Mirza beni görür görmez, "Kurban olduğum?" Dediğinde sustum ve bir şey demedim. Tam içeriye gireceğim sıra Mirza, "Mihran!" Diye bağırdığında ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Amacı bu bağırmalarıyla tüm mahalleliyi uykusundan uyandırıp başımıza dikmekse başarılı olacaktı.
"Ne var?" Dediğimde sesim normal bir şekilde çıkmıştı ama ona ulaşmış mıydı bilmiyordum.
Mirza, "İn aşağı, konuşalım..." dediğinde başımı hızlı bir şekilde olumsuz anlamda salladım. Benim bundan sonra onunla konuşacak hiçbir şeyim yoktu.
"İnmiyorum."
"Aşağı in!" Dedi Mirza tekrardan. Sesi belki de hiç olmadığı kadar sakin çıkmıştı ama ben yine de kendini zor tuttuğunu fark edebilmiştim.
"İnmiyorum," dedim gözlerimi gözlerimden ayırmadığımda. "Def ol git kapımın önünden."
"Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından. İşte şimdi o bitmek bilmeyen sinirini göstermeye başlamıştı. "İn aşağı."
Dudaklarımın arasından, "Manyak!" Diye tısladım tıpkı ben de onun gibi. "İnmiyorum aşağı falan."
Mirza, "İnmiyor musun?" Dediğinde sesinden bana doğru akan o tehditi hissedebilmiştim. Kim bilir yine kafasında neler kurup, planlıyordu?
"İnmiyorum," dedim sesimi yükselte yükselte. "Ne seninle konuşmak istiyorum, ne de artık o cenabet suratını görmek istiyorum."
Mirza ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde, "İnme tamam..." dedi. "Sen inme tamam. Ben geliyorum o zaman. Hadi bakalım." Söyledikleriyle birlikte öylece kaldım. Hiçbir tepki vermedim. Aklı sıra beni böyle aşağıya indirmeye çalışıyordu ama ben ne olursa olsun aşağıya inmeyi düşünmüyordum.
Tüm mahalleyi başımıza yıkmayı mı düşünüyordu? Yıkabilirdi. Evimin kapısına vurup annem ve babama her şeyi anlatmayı mı istiyordu? Onu da yapabilirdi.
Şu an istediği her şeyi yapabilirdi.
Mirza tepki vermediğimi gördüğünde, "İnmiyor musun?" Diye yineledi sözlerini. Cevap dâhi vermek istemedim. "Tamam inmiyorsan..." dediğinde başını aşağı yukarı salladı. "Ben geliyorum." Söylediklerinden sonra gözlerini gözlerimden ayırmadığında evimin kapısına doğru ilerlemeye başladı. Sadece gözlerine baktım.
Mirza tam kapımızın önüne geldiği an elini kaldırdı ama eli havada yumruk olacak şekilde kaldı. Bekledim, bir şey yapmasını bekledim... Ama yapamadı. Sadece öyle durdu. Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında başımı olumsuz anlamda salladım.
O kapıyı çalarsa olmayacağımız ihtimali onu durdurmuştu. Belki de ilk defa mantıklı düşünmüş, beni düşünerek kendini durdurmuştu.
Yumruk olan elini biraz daha sıkarak yanına indirdiğinde, dudaklarımdaki alaycı tebessümümle birlikte ona bakmaya devam ettim. Aramızdaki mesafeye rağmen bu alaycı gülüşümü gördüğünü biliyordum. Dişlerini sanki kırmak istercesine birbirine bastırdığında, gerisin geri dönüp kendi kapılarının önüne doğru yürümeye başladım.
Biraz olsun rahatladığımda, hiç beklemediğim bir şeyi yaparak ayağını hızlı bir şekilde arabasının lastiğine geçirdi. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında o bana olan hırsını çıkarmak istercesine peş peşe lastiğe vurdu.
Mirza birden, "Kurban olduğum?" Diye bağırdığında ne yapacağımı şaşırıp kalmıştım. Bir yandan âdeta kükreyerek bağırıyor, diğer yandan ise vuruyordu. Sinirlenince gözü kimseyi görmüyordu. Hele bir de bu bana olan siniriyse o zaman herkesi gözden çıkarıyordu. Ben dışında...
Ne yapacağımı bilemediğimde ellerimi sinirli bir şekilde saçlarımın arasından geçirdim. Tam şu an gözlerim Mirza'nın balkonuma attığı taşa kaydığında, aklıma gelen şeyle birlikte kaşlarım yukarıya doğru kalktı.
"Şovmen..." Diye bağırdığımda bir hışımla balkonuma düşen taşı elime aldım. Taşı, kendimi düşünme payı vermeyerek vermeden Mirza'ya doğru hızlı bir şekilde fırlattım. Mirza kaçmak gibi bir girişimde bulunmadığında taş çoktan alnına çarpmıştı bile. Galiba isabet ettirmeyi istesem bu kadar başarılı olamazdım.
Gözlerim ve dudaklarım bu yaptığım hareketten dolayı şaşkınlık içerisinde açıldığında, ellerimi dudaklarımın üzerine götürmeden yapamamıştım. Taş resmen alnının ortasına girmişti.
Mirza'nın da şaşırdığını öylece kalakalmasından anlayabilmiştim. En az benim kadar o da şaşkındı.
Mirza, elini alnına doğru götürdüğünde dudaklarımı ısırmadan yapamadım. Kanıyor muydu bilmiyordum ama kanama ihtimali yüksekti. Taşın boyutu hem büyüktü hem de alnına hızlı bir şekilde girmişti.
Mirza'nın burnundan solumalarını aramızdaki mesafeye rağmen hissettiğimde gözleri sinirli bir şekilde açılıp, kapandı. Ellerimi, dudaklarımın üzerinden çektiğimde şaşkınlığımda üzerimden silinip gitmişti.
Az bile yapmıştım. Madem o böyle gece gece kapıma dayanabiliyordu, ben de böyle yapardım o zaman.
Mirza gözlerime uzun uzun baktığında, gözlerim iki aşağıdaki evlerden birinin ışıklarına takıldı. Ay bu dedikoducu Hatice teyzenin eviydi. Vallahi beni ve Mirza'yı böyle görürse bitmiştik yani. Gözlerimi hemen Mirza'dan çektiğimde hızlı bir şekilde içeri kaçtım. En azından şimdi Mirza'nın başı yanardı...
Balkonun perdesini çektiğimde ışığı söndürerek başımı cama yasladım. Mirza'nın beni gördüğünü biliyordum. Aramıza giren perdeye rağmen gözlerini gözlerimden ayırmamıştı.
Derin bir nefesi içime çekmeye çalıştığımda olduğum yere çöktüm.
Şimdi o oradaydı,
Ben de burada.
"Ah..." diye derince bir iç çektiğimde, başımı duvara yaslayarak gözlerimi kapattım. Farklı bir sonumuz olabilirdi ama kendisi olmasına izin vermemişti.
Beni sığdıramamıştı.
Dizlerimi kendime doğru çektiğimde başımı dizlerimin üzerine yasladım. Bu gece de uyuyacağımı biliyordum. Tıpkı o geldiğinden beri uyuyamadığım gibi...
Aradan geçen saatlerde gözüme uyku girmediğinde, sabahı sabah etmiştim yine. Oturduğum yerden kalkmaya çalıştığımda, sızlayan vücudumla birlikte inledim. Böyle yerde oturmaktan tüm vücudum ağrımıştı. Ofladığımda zorla da olsa oturduğum yerden kalktım. Şu halsizliğimle beni akşama kadar kimse yatağımdan çıkartamazdı ama bugün stajım vardı ve mecburi bir şekilde gitmem gerekiyordu.
Ayağa kalkmamla birlikte başımı cama doğru çevirdiğimde Mirza'yı gördüm. Gözlerim sonuna kadar açıldığında, bu yaptığına inanamamıştım. Arabasına yaslanmış, başını yere eğmiş bir şekilde dikiliyordu. Üzerinde dün geceki kıyafetleri vardı ve aynı onu bıraktığım şekildeydi.
Sabaha kadar öylece beklemiş miydi yani? Yok artık! O kadarını da yapmamıştır. Gerçi o kadarını da yapmaz dediğim her şeyi yapıyordu ya neyse.
Şu soğuk havada böyle beni beklediğine inanmak istemiyordum. Kendisini zerre düşünmüyordu. Başımı olumsuz anlamda salladığımda, gözlerime mahalleden geçen insanlar takıldı. Erken bir saat olduğu için çok kişi yoktu ama işe gidenler sokaklardaydı. Mirza'yı tanıyan insanlar onun böyle ayakta uyur gibi durmasına garip garip bakıyorlardı. Ama Mirza'nın onları gördüğü bile yoktu.
Orada öylece beni beklediğinin farkındaydım. Ben evden çıkar çıkmaz başıma üşüşecek, beni zorla arabasına bindirecekti. Başımı iki yanıma doğru salladığımda, geç kalmamak için hazırlanmaya başladım. Artık bir şekilde bir şeyler düşünecek ve Mirza'yı atlatacaktım.
Dolabımdan çıkardığım koyu gri, dar pantolonumu giydiğimde, üzerine de gri bluzumu giyerek pantolonumun içine soktum. Önüme düşen saçlarımı toplayıp küçük bir topuz yaptığımda hazır sayılırdım. Ceketim ve çantamı da elime aldığımda odamdan çıktım.
Mutfağa girdiğimde, "Günaydın..." dedim. Sesimi normal bir şekilde tutmaya çalışmıştım.
Annem ve babam da bana karşılık olarak, "Günaydın..." dediklerinde gözlerimi babama çevirdim.
"Baba, beni bugün sen bırakabilir misin?" Dedim. Babam kahvaltısından başını kaldırdığında, "Bırakırım kızım..." dedi hiç düşünmeden. Arada bir kendimi babama bıraktırdığım için bu isteğimi garipsememişti.
"Kahvaltı yapmayacak mısın ama?"
"Yok..." dedim. "Hastanede yerim ben."
Babamın içi pek rahat etmesede üstelemeyecek, "Tamam kızım," dedi.
"Ayakkabılarımı giyeyim ben o zaman." Söylediklerimden sonra koridora geçip ayakkabılarımı giydiğimde peşimden gelen annem, "Ay Mihran..." dedi. "Bombelere gel bombelere."
Bombelere mi?
Yüzümü buruşturduğumda annemin gece yatmadan önce Kiralık Aşk'ı izlediğini anlayabilmiştim. Annem resmen izlediği dizileri kendi hayatında da yaşatmaya çalışıyordu.
"Yine Kiralık Aşk'ı mı izledin anne?" Dediğimde ayakkabılarımı giymiştim bile. Oturduğum merdivenden doğrulduğumda aynı zamanda babamda mutfaktan çıkmıştı.
Annem, "Aman boş ver şimdi Kiralık Aşk'ı neyim..." dediğinde babam, "Hadi çıkalım kızım," demişti. Annemi umursamadığımda babama karşılık başımı olumlu anlamda salladım.
"Ben neyim acaba burada?" Dedi annem. "Kız büyük dedikodu var diyorum. O kız, Mirza..."
Bu konuyu açmak bile istemediğimde, "Bize ne anne?" Diyerek kestim annemin sözlerini. Sonrasında kapıyı açtığımda hemen kendimi dışarı attım. Babamda peşimden çıktığında annemin arkamdan homurdanışlarını duyabiliyordum.
Bahçe kapısını açtığım an arabasının dibinde dikilen Mirza sanki benim çıktığımı anlamış gibi eğdiği başını kaldırdığında, bana doğru bir adım attı. Gözlerim dün gece taşı geçirdiğim alnını bulduğunda hafifçe şişmiş olduğunu gördüm. Bu görüntü dün geceki sinirimin yerini, pişmanlığa bıraktığında içim acıdı.
Canı çok yanmış mıydı acaba?
Bendeki de soruydu. Tabii ki de yanmıştı. Ama Mirza'ydı bu. Canı yansada belli etmez, kan kusup kızılcık şerbeti içtim derdi.
Mirza, "Kurban olduğum..." dediğinde bana doğru bir adım daha attı. Ama attığı adımla peşimden çıkan babamı görmesiyle birlikte duraksaması da bir olmuştu.
Babam, Mirza'yı görür görmez, "Günaydın oğlum!" Dediğinde sesi tok bir şekilde çıkmıştı. Babam, Aslan amca gibi değildi. Aslan amca, babama nazaran biraz daha herkese karşı sevecendi. Ama babam bir tek bana...
"Günaydın Mehmet amca," diyen Mirza'nın sesinden akan hoşnutsuzluğu hissedebilmiştim. Şimdi babam olmasaydı benimle konuşabilecekti ama babamın varlığı buna engel oluyordu.
"Alnına ne oldu senin?" Diye sordu babam. Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandığımda, Mirza sanki alnını unutmuş gibi elini alnına doğru götürdü.
"Alnım..." dediğinde gerçekten de unutmuş gibiydi. "Gece kapıya çarptım Mehmet amca." Sözleri babama olsa bile, gözleri banaydı.
Babam, "Dikkat et dikkat. Buz falan koy..." dediğinde gözlerini bana doğru çevirdi. Ben öylece yanlarında etkisiz eleman gibi kalmıştım. "Geç kalma kızım. Hadi gidelim biz." Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda Mirza'nın gözlerine son bir kez bakarak arabaya doğru yürümeye başladım.
Mirza öylece arkamızda kalmıştı. Arabaya bindiğimde başımı cama doğru yasladım. Mirza'nın bakışlarının derinliğini üzerimde hissetsem bile dönüp bakamıyordum bile. Babam arabayı çalıştırdığında Mirza'nın önünden yavaş bir şekilde geçtik. Arabanın filmlerine rağmen gözleri gözlerimi deşip geçiyordu. Gözlerimi kapattığımda, biraz olsun Mirza'nın gözlerinden sıyrılmak istemiştim.
Aradan geçen kırk beş dakika gibi bir sürede hastanenin önüne gelebildiğimde gülümsemeye çalışarak, "Görüşürüz baba'm..." dedim.
Babam güldüğünde, "Görüşürüz babam..." diye karşılık verdi bana. Belki de dünden beri ilk defa içten bir şekilde güldüğümde babamın yanağını öperek arabadan indim. Sensörden kartımı geçirerek içeri girdiğimde psikoloji kliniğinin bulunduğu kısma geçtim hemen. Az önceki babama taktığım gülüşüm yüzümden silinmişti.
Uyuşuk adımlarımla birlikte klinikten içeri girdiğimde, kimseyle göz teması kurmadan giyinme odasından içeri girdim. Sanki birisinin gözlerine baksam, benden korkup ardına bile bakmadan kaçacakmış gibi hissediyordum.
Uyuşuk hareketlerimle formalarımı üzerime geçirdiğimde, üşüyeceğimi düşünüpte yanıma aldığım siyah hırkamı da hemen giydim. Odalar sıcak olsa da, koridorlar pek sıcak olmuyordu.
Giyinme odasından çıktığım an birden karşıma çıkan Behlül'le birlikte olduğum yerde sıçramamak için kendimi zor tuttum.
"Ne öyle birden karşıma çıkıyorsun?" Diye Behlül'e çıkışarak kızdığımda Behlül benden kaçarak uzaklaştı.
Behlül, "Lan senin bu hâlin ne?" Dediğinde yüzünü de buruşturmuştu. Neden bahsettiğini anladığımda kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. "Ekmeğe falan mı bastın biraderim?"
Tövbe tövbe...
O kadar mı kötü gözüküyordum? Tabii ki de o kadar kötü gözüküyordum. Behlül bile ardına bile bakmadan kaçmıştı benden.
Geri zekalı.
Daha kendi tipine bakmıyor bir de benden kaçıyordu. Düşündüğüm şeye karşılık başımı olumsuz anlamda salladığımda, "Sadece uykusuzum," dedim. Söylediğim şeyden sonra yürümeye başladığımda Behlül'ün de peşimden geldiğini adım seslerinden dolayı biliyordum.
"Niye? Uyuyamadın mı gece?" Ne boş bir soruydu bu böyle? Uyusam uykusuz mu olurdum?
"Uyuyamadım," dedim kısaca.
"Eee arasaydın ya beni," dedi Behlül. "Uyuturdum ben seni." Adımlarım duraksadığında Behlül'e ters ters baktım. Şu an bana mı yazılmaya çalışıyordu? Ters bakışlarımdan etkilenmiş olacak ki, "Yani ninni söylerdim," diye devam etti cümlelerine.
Behlül bu sefer de, "Fış fış kayıkçı..." diyerek ninni söylemeye başladığında oylamadan edememiştim. "Kayıkçının küreği. Öğlene Miho'mdan iki zurna dürüm." Gözlerimi devirdim. Tek derdi boğazıydı. Yani o söz verdiğim dürümleri bir şekilde illaki yiyecekti.
"Hah şimdi derdin belli oldu," dediğimde Behlül'ü tekrardan ardımda bırakarak yürümeye başladım. Ama arkamdan bana olan serzenişlerini ve söylenmelerini tabii ki de duyabiliyordum.
Behlül'ü duymamazlıktan geldiğimde Deha'nın odasının önüne gelmiştim bile. Sabahtan alması gereken ilaçlarını vermem gerekiyordu. Onu en son geçen hafta görmüştüm ve şimdi içeriye girdiğimde bana nasıl davranacağını kestiremiyordum. Ofladığımda daha fazla burada böyle duramayacağımın farkına varmıştım. Derince bir nefesi içime çekmeye çalıştığımda kapıyı tıklatarak içeri girdim. İçeriden ses gelmesini beklememiştim.
O karanlık, kasvetli odaya girdiğimde yüzümü buruşturmadan edememiştim. Perdeleri yine kapalıydı. Bugün benden daha kötü bir şey varsa o da kesinlikle bu odaydı. Düşündüğüm şeye karşılık gülmeden edemediğimde içeriye doğru bir adım daha attım. Ama Deha'nın her zaman oturduğu koltuğu boştu, odada yok gibiydi. Gözlerim lavaboya kaydığında hafifçe tıklattım, ama ses gelmemişti. Onunla tanışmamıza olan ilk gün gibi lavabodan çıkıp beni korkutmasını istemezdim.
Lavabodan da ses gelmediğinde odada olmadığını anlayabilmiştim. Ama o odasından dışarıya da çıkmazdı ki... Ya da acaba lavabodaydı da bilerek mi ses vermiyordu? Yok artık! O kadarını da yapmazdı herhalde.
"Deha Bey!" Bağırmamla birlikte içeriden ses gelmediğinde artık odada olmadığına kanaat getirmiştim. Odadan gerisin geri çıktığımda danışmanın oraya doğru yürümeye başladım.
"Günaydın Selim abi. Deha Bey'i gördün mü?" Dediğimde Selim abi baktığı bilgisayardan gözlerini çekip bana baktı.
"Günaydın. Ona bir haftalık çıkış izni verilmiş." Kaşlarım benden bağımsız bir şekilde havalandı.
"Neden?" Diye sormadan yapamamıştım.
"Çıkış nedenine cenaze yazılmış." Dik olan omuzlarım çöktüğünde başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Ölüm deyince hep içimde bir yerlerim sızlıyordu. Acaba hangi yakını ölmüştü ki?
"Anlıyorum Selim abi," dediğimde sesim durgun bir şekilde çıkmıştı. "Kolay gelsin sana."
"Sağ ol Mirhan." İsmimi de yanlış söylemeseydin iyiydi be Selim abi! Gerçi o kadar kişi girip çıkıyordu, ismimi ezbere bilmesi de imkânsız gibi bir şeydi.
Aradan geçen dakikalar saatlere evrildiğinde hastalarımla ilgilenmiş, onlarla sohbet etmiştim. Hatta birisiyle karşılıklı kahve içmiş ve teyze benim kahve falıma bakmış, daha doğrusu sallamıştı.
Şimdi ise öğle arasına girmiştik. Ve Behlül'le birlikte dürümlerimizi yiyorduk. Evet Behlül'e söz verdiğim zurna dürümlerimizi söylemiştim. Ben dalgın bir şekilde dürümümü ısırırken, Behlül sanki açlıktan çıkmış bir şekilde dürümünü yiyordu. Bir de ona iki tane söylemiştim. Gerçi şimdi bakıyordum da iyi ki iki tane söylemişim yani. İki koca dürüm onu onca keserdi.
"Valla biraderim benim midem böyle ucuz, leş, leziz şeyleri çok seviyor." Behlül'ün ağzı dolu doluyken söylediği şeylerle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı.
Ucuz ve leş mi?
Ucuz dediği şeylere kırk TL vermiştim ben be! Ayrıca bu şeyler leş olmanın yanından bile geçmiyordu.
"Ucuz mu?" Dedim şaşkınlığımı gizleyemediğimde. "Ne kadar verdim ben buraya sen biliyor musun?"
"Ne kadar verdin biraderim?" Bir de dalga geçiyordu benimle.
"Sus konuşma, ye yemeğini!" Dediğimde Behlül beni hiç umursamadan gülerek yemeğini yemeye devam etti. Hatta birincisini bitirip çoktan ikincisine geçmişti bile.
Olmayan iştahımın biraz daha kaçtığını hissettiğimde yarısını bile yiyemediğim dürümümü masanın üzerine bıraktım.
Behlül, "Yemeyecek misin?" Dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. "Yemeyeceğim." Behlül'ün yüzü biraz daha aydınlandığında hemen bıraktığım dürümü eline aldı.
"İyi ben yerim bunu da." Daha kendi dürümünü bitiremeden benimkini yemeye başladığında şaşkınlıkla bakamadan yapamamıştım. O kadar yiyordu da yedikleri neresine gidiyordu acaba?
"İyi ye..." dediğimde yüzümü buruşturmuştum. Bir de hiç iğrenmedin benim yediğim dürümü yiyordu. "Hava alacağım ben biraz. Gelecek misin?"
"Yok be Miho'm," dedi Behlül. Ağzı doluyken konuştuğu için kelimeleri zar zor seçebiliyordum. "Kıçım donar benim." Söylediklerine karşılık sadece gözlerimi devirdiğimde bize ayrılan odadan çıkarak, dışarıya çıktım. Çıkmamla birlikte esen hava yüzüme yüzüme çarptığında derin bir nefesi içime çekmeye çalıştım.
Beni kendime bir tek soğuk hava getirebilirdi. Böyle yüzüme esen, içime işleyen soğuk içimdeki yangını biraz olsun söndürebilirdi.
Düşüncelerimde boğula boğula karşıdaki banklardan birine geçip oturduğumda, öylece karşımdaki boşluğu izlemeye başladım. Aslında boşlukta değildi, insanlar gelip geçiyordu. Burada yatan hastalar oyun oynuyor, bazıları da aralarında sohbet ediyorlardı. Belki onları izliyordum ama ne izlediğimi ben bile bilmiyordum. Öylece bakıyor, dünü düşünmeden de yapamıyordum.
'Baba' diye bağıran o küçük kızın sesi tekrardan kulaklarımda çınladığında her defasında sanki ilk defa kırılıyormuşçasına kırılan kalbimin acısını hissettim.
Kesik kesik nefesler almaya başladığımda elimi kalbimin üzerine doğru götürdüm. Mirza'yı da yaptıklarını da düşünmek bana iyi gelmiyordu.
Başımı olumsuz anlamda salladığımda, "Düşünme!" Diye bir fısıltı döküldü dudaklarımın arasından. Gerçi ben düşünmemeye çalışsam bile bir şekilde karşıma çıkıyorlardı ya neyse.
Daha fazla düşünmemek için gözlerimi bahçede dolandırmaya başladığımda gözlerim kliniğin bahçesine giren siyah, oldukça büyük olan Mercedes arabaya takıldı. Kaşlarım benden bağımsız bir şekilde yukarıya kalktığında, araba ilerledi ilerledi ve tam benim önümde durdu. Camları filmli olduğu için içerisini göremiyordum.
Garip bir hissin bedenimi sardığını hissettiğimde üzerimden geçen bir ürperti beni titretti. Üzerimdeki hırkama biraz daha sığındığımda arabanın otomatik kapısı açıldı. Arabanın içinden önce siyah, rugan ayakkabılara sahip olan ayaklar çıktığında peşinden siyah takım elbisesiyle birlikte Deha çıkmıştı. Deha'yı görmemle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, Deha sanki benim burada olduğumu biliyormuş gibi gözlerini bana çevirdi.
Selim abi, bir haftalık cenaze izninde olduğunu söylemişti ama o gelmişti. Ve onu görmeye alışık olmadığım bir şekilde gelmişti. Şimdi bir ayaklarının altındaki arabaya bakıyordum, bir de ona... Tabii o da bana...
Gözlerinin içindeki sert bakışları bir an olsun yumuşamadığında yanıma doğru gelmeye başladı. Benim yanıma...
Bir dakika, bir dakika...
Şu an resmen bana doğru geliyordu. Ben, onun yanına girdiğim an bana tahammül bile edemeyen adam bana geliyordu.
Arkama bile bakmadan kaçsa mıydım acaba?
'Saçmalama Mihran!' Dedim içimden kendi kendime. Kaçsam nereye kaçabilecektim acaba? Şimdi kaçsam yarın yine Deha'yla karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktım sonuçta. Hem benim, Deha'dan kaçmak için bir nedenim yoktu ki. Evet evet yoktu.
Deha'nın, "Günaydın hemşire hanım," diyen sesini duyduğumda birkaç adımda yanımda bitmişti. Bana günaydın demesine şaşırdığımda bunu ona belli etmemeye çalıştım.
"Günaydın!" Dediğimde sesimin titrememesi için büyük bir çaba sarf etmiştim. Deha gözlerime öylece baktığında birden yanımdaki boşluğa oturdu. Bu hareketiyle birlikte tüm vücudumun kasıldığını hissettiğimde, boğazımdan derin bir yutkunma geçti. Deha şu an tam benim yanımda oturuyordu.
Deha, "Üşüyorsunuz galiba," dediğinde ben daha bir şey diyemeden, "Koçum?" Diye bağırdı. Koçum mu? Deha'nın bağırmasıyla birlikte önümüzde duran arabadan bir adam indiğinde, "Buyur abi?" Dedi.
"Hemşire hanımın üzerine bir şeyler getirin hemen." Ne? Yok artık! Tövbe tövbe...
Birden, "Ne?" Diye yükseldiğimde çok fazla çıkıştığımı fark ederek sesimin tonunu biraz daha düşürerek tekrardan konuştum. "Hiç gerek yok. Üşümüyorum ben." Söylediklerimden sonra Deha gözlerime sanki bir şeyleri anlamak istiyormuş gibi baktığında, "Tamam..." dedi. "Üşütmüyormuş hemşire hanım."
Bu adama ne olmuştu böyle? Başına taş falan mı düşmüştü? Daha geçen hafta beni odasından kovmuştu şimdi ise böyle üşümemi falan düşünüyordu. Bir de böyle çevresinde mafya gibi adamlar dolaşıyordu.
Tövbe tövbe...
Aklıma gelen şeyle birlikte, "Galiba cenazeniz varmış. Başınız sağ olsun," dediğimde sesim durgun bir şekilde çıkmıştı.
Deha başını aşağı yukarı salladığında, "Öyle..." dedi. "Dayım öldü. Sağ olun hemşire hanım," dedi. Demek dayısı ölmüştü. Ne diyeceğimi bilemediğimde sessiz kalmayı tercih ederek, sustum. Ama Deha'nın üzerimde olan gözlerini hissedebiliyordum. Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandığımda Deha'da sanki ondan rahatsız olduğumu anlamış gibi birden yanımdan kalktı.
"İyi günler hemşire hanım." Ay bu da bir hemşire hanım deyip duruyordu.
"İyi günler," dediğimde peşinden de ekledim: "Birazdan ilaçlarınızı vermek için geleceğim."
Deha gözlerime anlamadığım bir derinlikle baktığında, "Beklerim hemşire hanım beklerim..." dedi. Sonrasında beni öylece arkasında bırakıp yürümeye başladı. Deha'nın arkasından anlamayan bakışlarımla bakmakla yetinmiştim. Ne kadar da değişik bir adamdı böyle. Ben onun benim yüzüme bile bakmayacağını düşünürken o gelip benimle konuşmuş, üzerine bir de yanıma oturmuştu. Onu çözemiyordum ve Deha'yı fazlasıyla sorguladığımı hissediyordum.
Oturduğum banka biraz daha sindiğimde, ellerimi hırkamın ceplerine koydum. Öylece boşluğa dalarmış gibi düşündüm, sadece düşündüm.
Birden Mirza'nın, "O kimdi?" Diyen sert sesini duyduğumda, kendimi olduğum yerde sıçramamak için zor tuttum. Gözlerimi ona çevirdiğimde birkaç adım uzağımda olduğunu ve seri adımlarıyla bana doğru geldiğini gördüm.
Şaşkınlığımı üzerimden atabildiğimde, "Ne işin var senin burada?" Dedim. "Nasıl girdin sen içeriye?" İçeriye sadece öğrenci kartıyla giriliyordu ama gerçi Mirza'nın rozeti vardı. Yüksek ihtimalle onu gösterip geçmişti.
Mirza, sorduğum soruları es geçtiğinde, "O kimdi?" Diye yineledi sorusunu. Sanki tek derdimiz buymuş gibi konuşmuştu.
"Sana ne?" Dediğimde bir hışımla yerimden kalkmıştım. Tam yürüyeceğim sıra Mirza beni bileğimden tutarak kendisine çektiğinde, "Kim o dedim sana Mihran?" Dedi sertçe. Bu sert söylemine karşılık dudaklarım aralandı ama bir şey diyemeden geri kapandı. Burnumdan solumaya başladım. Her şeyi yapan kendisiyken, bu hesap sorma hakkını nereden buluyordu acaba?
Ona cevap vermek ya da bir şeyleri açıklamak istemiyordum. "Seni ilgilendirmiyor."
"Beni ilgilendirmiyor?" Dediğinde Mirza sesi sert bir şekilde çıkmıştı. Kızgın bir boğa gibi gürlüyor, burnundan soluyup duruyordu.
"Aynen," dedim dikine gide gide. "Seni zerre ilgilendirmiyor."
Mirza, "Ba ba ba laflara bak laflara..." dediğinde parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. "Beni ilgilendirmiyormuş, bok ilgilendirmiyor."
Sabır, sabır, sabır...
"Doğru konuş benimle!"
"Bir doğru benim zaten," dedi Mirza çok alakasız bir şekilde. "Şu kodumun hayatında bir doğru benim."
Gülme Mihran, gülme...
Yok yok ben kendimi tutamayacaktım. Mirza acaba benim yaşamadığım bir dünyada mı yapıyordu? Şu yaptıklarına bakmadan bir kendisinin doğru olduğunu söylüyordu. Bu gülünmeyecek gibi değildi ki.
Güldüğümde, "Sen var ya sen..." dedim. "Yemişsin kafayı, sıyırmışsın." Mirza'nın kaşları çatıldı.
Gülüşüm hâlâ yüzümden silinmediğinde, "Bak!" Diyerek gözlerimle arkamda duran kliniği gösterdim. "Ben diyorum ki hazır geldin madem, gelmişken seni de buraya yatıralım."
"Olur," dedi Mirza hiç düşünmeden. Gayet ciddi görünüyordu. Sanki ona çok iyi bir şey demişim gibi bir de iyi diyordu. "Hatta yatırılış nedenime de kurban olduğu yüzünden delirdi, buralara düştü yazsınlar." Çok komikti gerçekten.
Ağzımın içinden, "Sanki delirmek için bir nedene ihtiyacın varmış," diye homurdandığımda yanından gitmek için bir adım attım ama Mirza beni yeniden bileğimden yakaladı.
"Mihran, kim o dedim sana?"
"Hastam," diye sesimi yükselttiğimde etraftaki birkaç bakışın bize döndüğünü hissettim ama umursamadım. "Hastam tamam mı?"
Mirza şaşırdığında, "O nasıl hasta lan?" Dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Takım elbiseleri çekmiş, cilalı cilalı. Öyle deli mi olur?" Deli mi? Bunlar bu kliniği ne sanıyorlardı acaba? Behlül'le ikisi bir deli diye tutturmuşlardı.
Dudaklarımın arasından, "Mirza!" Diye tısladığımda bileğimi, ellerinin varlığından kurtardım. "Def ol git!" Dediğim sıra gözlerim odasının camının perdesinden bize bakan Deha'nın gözleriyle birleşti. Mirza'da benim baktığım yere baktığında, o da Deha'yı görmüştü. Deha hemen altındaki siyah, güneşlik olan perdeyi çektiğinde, az olan göz temasımız da kesilmişti.
Mirza, "Ne bok yemeye bakıyor bu dallama sana?" Dediğinde sesi sanki camın içinden uçup Deha'ya saldırmak istiyor gibi çıkmıştı.
Bir hışımla Mirza'ya döndüğümde, "Ben sana soruyor muyum?" Dedim. Ne dediğimi anlayamadığında çatık olan kaşları biraz daha çatıldı. Ama ben kendimi daha fazla tutamadım. O konuları tekrar tekrar açmak istemesem de dayanamadım. "Ben sana Ahsen'i soruyor muyum Mirza?" Tırnaklarımı avucumun içine geçirdim. "Ben sana..." Dün yaşadığımız o anlar gözlerimin önüne geldi. "Ben sana o çocuğu soruyor muyum Mirza?"
Mirza çok kısa bir an için öylece kaldığında işte bunlara diyecek bir şeyinin olmadığını anlamıştım. Ama yanıldığımı fark ettim. Onun her zaman, her şekilde diyecek bir şey olurdu.
"Sormuyorsun!" Dedi bastıra bastıra. Buna olan sinirini anlayabilmiştim. "Zaten sormayışınla, kaçışlarınla..." Duraksadı. Parmaklarını bana doğru uzattığında geriye çekilmek istedim ama çekilemedim. Parmakları alnımın üzerinde durduğunda, hafif bir şekilde okşadı. Kaşlarım çatıldı. "Şu kafanda kurduklarınla beni içinde bitiriyorsun." Sözleri boğazıma yumru olduğunda yutkunamadım. Alnımda duran parmakları geri çekilmedi, okşamaya devam etti.
En sonunda kendime gelebildiğimde, "Sen ciddi misin?" Dedim. Sesim istemsiz bir şekilde yükselmişti. "Sen, beni mi suçluyorsun?"
Kendi yaptıklarına bakmadan benim onu dinlememelerime, ondan kaçmalarıma mı laf atıyordu? Çıldıracaktım gerçekten çıldıracaktım. En sonunda beni de şu arkamdaki hastaneye kapatacaklardı o olacaktı.
Alnımdaki parmaklarının varlığından kurtulmak adına bir hışımla geriye çekildiğimde, Mirza birden beni belimden kavrayarak kendisine doğru çekti. Başım göğsüne çarptığında, saçlarım esen havadan dolayı yüzüne çarpmıştı.
Mirza, "İstediğin kadar kur kafanda..." dediğinde nefesi saçlarımın dibini okşamıştı. Ben olmayan şeyleri mi kuruyordum acaba? Hepsi gözlerimin önünde olup, bitiyordu. "Kurdukların anca bize zarar." Söylediklerinde karşılık burnumdan sesli bir şekilde nefes alıp verdiğimde kollarının arasından çıkmaya çalıştım ama Mirza beni bırakmadı.
"Vaktim doldu, bırak!" Bırakması için öğle aramın süresinin dolduğunu bahane etmiştim ama buna rağmen beni bırakmadı.
Mirza, "Şu gözlerinin hâline bak..." dediğinde sesi kızar gibi çıkmıştı. Evet, bildiğiniz bana kızıyordu.
Elleri, yüzümü bulduğunda parmakları yavaş bir şekilde gözlerime doğru tırmandı. "Ağlamaktan kıpkırmızı olmuşlar." Kaşlarım çatıldı.
"Ağlatanların canı cehenneme..." dediğimde yine şu dilimi tutamamıştım. Söylediğim söze anında pişman olduğumda içimden 'tövbe' çekmeye başladım.
Mirza kelimelerin üzerine basa basa, "Senin gözünden akan her yaş..." dediğinde tek elini kalbinin üzerine bastırdı. "Benim kalbime düşer kurban olduğum." Sözlerinin onun için atan kalbime etkisi büyük olduğunda kollarının arasında öylece hareketsiz kalakaldım.
Ah kalbim... Yapma, ne olur yapma. Akıllan.
Akıllan, akıllan...
Kendi kendime verdiğim direktiflerle birlikte birden Mirza'nın kollarının arasından çıktığımda, göğsüm şiddetle yükselip yükselip indi. "Git buradan! Sakın bir daha gelme!"
"Şimdi git!" Dedi Mirza oldukça net çıkan ses tonuyla. "Ama beni dinleyeceksin." Duraksadı. "Kafanda kurduğun siktiri boktan şeylerle beni, kendinde bitirmene izin vermem."
Sözlerine karşılık dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldığında, "Sen, ben de var mısın ki?" Dedim. "Sen, ben de var mısın da biteceksin Mirza?" Ona doğru bir adım attım. "Yoksun!" Dedim anlaması için bastıra bastıra.
Söylediklerimden sonra onu öylece ardımda bırakarak yürümeye başladığımda, onun yanında takındığım maskem dağılmış yerle bir olmuştu. Bir de benimle konuşacakmış, onu dinleyecekmişim falan...
"Hasta, manyak..." Kendi kendime söyleniyordum. "Dinlerim ha bekle dinlerim."
Söylene söylene içeri geçtiğimde karşıma çıkan Behlül, "Ne oldu Miho'm böyle?" Dedi. "Saydıra saydıra geliyorsun. Maşallah ağzından yine bal damlıyor."
"Geç onu dışarıdaki manyağa sor." Kızgın bir şekilde söylediklerimden sonra Behlül güldü.
"He..." dedi kaşları yukarıya doğru kalktığında. "Seninki gelmiş anlaşılan."
"Seninki deyip durma şuna!" Dedim sinirle. Benimki diye bir şey yoktu.
Behlül, "Yav he he..." dediğinde bu tavrı bana Çiçek'i anımsatmıştı. Çiçek'le tanışsalar baya iyi anlaşırlar gibiydi. Hatta öyle iyi anlaşırlardı ki; beni bile satabilirlerdi.
Behlül'e ters bakışlarımla baktığımda hiçbir şey demeden yanından ayrılarak hastaların odasına girmeye başladım. Mirza'yla uğraşmak zaten bana fazla gelmişti, bir de üzerine Behlül ile uğraşamayacaktım yani.
Klinikten çıkış saatimize kadar hastalarla uğraşıp kafamı biraz olsun dağıttığımda, artık buradan çıkış vaktim gelmişti. Üzerime geçirdiğim bluzumun yakalarını düzelttiğimde üzerine de ceketimi giydim. Ofladığımda sırt çantamı da tek kol olacak şekilde sırtıma taktım. Bugün fazlasıyla yorulmuştum ama en azından bu yoğunluğumda kafamı bir şeylerle meşgul etmiş ve fazla düşünmemiştim. Uykusuzluğumdan dolayı esnediğimde giyinme odasından çıktım.
Benimle aynı anda Behlül'de çıktığında gerçekten zamanlamasına hayran kalmıştım. Sanki benim çıkmamı bekliyor gibi peşimden her yerden çıkıyordu.
Behlül, "Canımı çıkardılar benim," dediğinde yanıma gelmişti bile. Ben daha bir şey diyemeden koluma girdiğinde tüm yükünü bana verdi. Şaşkınlıkla ona bakakaldığımda o beni hiç umursamadı. Sanki şu an Behlül için yok gibiydim. Daha doğrusu vardım ama sadece yaslanması için.
"Ne yapıyorsun sen?" Dediğimde sesim şaşkınlık içerisinde çıkmıştı. Cevap vermedi. "Sana diyorum Behlül."
"Ne olur taşı beni Miho'm, ne olur taşı." Ne? Ben daha kendimi zor taşıyordum bir de üzerine Behlül beni taşı diyordu.
"Başka bir emrin?"
Behlül, "Sadece taşısan yeter Miho'm!" Dediğinde bana biraz daha sırnaşmıştı. İteklemeye çalışıyordum ama sırnaşık tavuk boku gibi yapışmıştı ve gitmiyordu.
Böyle böyle yürüyerek dışarıya kadar çıktığımızda, "Kene gibi yapışıp kaldın üzerime," dedim. Behlül'ün bu dediğim şeyi de umursamayacağını düşündüğümde o beni yanıltarak hızlı bir şekilde benden uzaklaştı. Şaşırıp kaldığımda Behlül'e sanki aramızdaki uzaklık az gelmiş gibi benden biraz daha uzağa gitti.
Behlül, "Bismillah korkulu kâbusum gelmiş bismillah..." dediğinde gözlerimi Behlül'ün baktığı yere doğru çevirdim. Mirza gelmişti ve tam karşımızda duruyor, çatık kaşlarının ardından bize bakıyordu. Kaşlarım çatıldığında başımı olumsuz anlamda salladım. Bir kene gibi yapışanda buydu işte! O kadar şey diyordum bir türlü yakamdan düşmüyordu.
Behlül, "Ne yapacağım ben şimdi biraderim?" Dediğinde sesinden bana akan korkusunu ve tedirginliğini hissedebilmiştim. "Kaçsam yakalayabilir mi ki beni? Bak şimdi Miho'm sen onu oyala, ben yandan sıvışıp kaçacağım tamam mı?"
"Oldu beyefendi başka?" Dediğimde sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. Behlül kaçacak, ben de Mirza'yla uğraşacaktım. Gerçekten çok uyanık ve akıllıydı. Behlül'ün bir şey demesini beklemeden yürümeye başladığımda arkamdan söylenmelerini duyabiliyordum. Göt korkusu nelere kadirdi be!
Mirza'yı görmemezlikten gelerek yürümeye başladığımda tabii ki de beni yakalayıp bileğimden tutacağını biliyordum. Ki beklediğim gibi de oldu. Attığım iki, üç adımın sonunda beni bileğimden tutup kendisine çektiğinde, bu hareketine zerre şaşırmamıştım. "Bırak!" Diye tısladım dudaklarımın arasından.
"Bin arabaya! Konuşacağız." Gözlerimi gözlerine çevirdiğimde dik dik baktım.
"Binmiyorum!" Dedim inatla.
"Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından.
Ne Mihran, ne Mihran?
"Bırak kolumu!" Dedim onun söylediklerini duymazdan geldiğimde. "Konuşacak bir şeyim yok benim seninle."
Mirza, "Öyle mi?" Dediğinde kaşlarını yukarıya doğru kaldırmıştı. Sanki hele bir öyle olsun dercesine gözlerime bakıyordu.
"Aynen öyle..." dedim. Mirza dik dik gözlerime baktı. Tabii ben de ondan çekemedim gözlerimi.
Behlül, Mirza'yla olan bakışmamızın arasına girdiğinde, "Enişte beni de yolunun üstüne bir yerlere fırlatsana..." dedi. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında Behlül çoktan Mirza'nın arabasının arka koltuğuna binmişti bile. Öylece kalakaldım. Ki tek kalan da ben değildim. Mirza'da kaşları çatık bir şekilde Behlül'e bakıyordu.
"Ne yapıyor bu şerefsiz?" Dediğinde sesi sanki koşup Behlül'ün tepesine binecek gibi çıkmıştı. Valla ben bile Behlül'ün ne yaptığını anlayamıyordum ki...
"Behlül!" Diye bağırdığımda beni duyduğunu biliyordum ama bilerek cevap vermemişti. Hatta kafasını biraz daha koltuğa gömüp gözlerini kapattığında çatık kaşlarımın ardından ona bakmaya devam ettim. Nereden bir deli varsa tepemde bitiyor, akıllısı beni bir türlü bulmuyordu.
Gözlerimi bu sefer de Mirza'ya çevirdiğimde, "Sen, Behlül'ü yolunun üstünde bir yerlere fırlat o zaman..." dedim. Sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. Ve Mirza'nın bakışlarına karışıkta kendimi gülmemek için zor tutuyordum.
"Mihran?" Dedi Mirza. Kendini zor tuttuğunun farkındaydım. "Şu arabaya biniyor musun, yoksa seni tepeme atıp bindireyim mi?" Kuzguni gözlerini kıstı ve kıstığı gözlerinin ardından beni tehdit edercesine bakmaya başladı.
Tepesine binmek mi?
Burnumdan solumaya başladım. Binmezsem beni o arabaya zorla da olsa bindireceğini biliyordum. Hem de çevremizdeki kalabalık insan topluluğuna rağmen... Beni rezil eder yine de bindirirdi.
Ofladığımda hızlı bir şekilde Mirza'nın arabasına doğru yürümeye başladım. Behlül'de sırıtarak bize bakıyordu. Sırıtsın sırıtsın birazdan Mirza onu çok güzel sırıttıracaktı. İçimden söylene söylene arabaya bindiğimde hemen Behlül'e dönerek, "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Diyerek çıkıştım.
"Ne yapmışım?" Ha bir de ne yaptığını soruyordu.
"Senin, benim yanımda olman gerekiyordu. Bir de enişte deyip arabasına atladın, arabasına."
Söylediklerime karşılık Behlül umursamaz bir şekilde omuzlarını silktiğinde, "Ne yapayım?" Dedi. "Canım çıktı bugün, adım atacak hâlim kapmadı. Yolunuzun üstüne beni de atın işte."
Alaycı bir şekilde güldüğümde, "Bekle bekle..." dedim. "Mirza birazdan seni atar." Ben bunu der demez Mirza arabaya bindiğinde çok kısa bir an bana bakarak gözlerini hemen Behlül'e çevirdi. Hah işte beklediğim an geliyordu.
Mirza oldukça kısa bir şekilde, "İn!" Dediğinde sesi sert bir şekilde çıkmıştı. Mirza genel olarak net bir insandı. Söyleyeceği şeyi ağzının içinde gevelemez, uzata uzata da konuşmazdı.
Behlül, "İnmesem enişte?" Dediğinde Mirza ona öyle bir baktı ki, bu bakışından korktuğu belli olan Behlül kapıya doğru kaymaya başladı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Madem o 'enişte enişte' diye diye beni satmıştı, şimdi hiç aralarına girmeyecektim. Ne hâli varsa görebilirdi.
Mirza, "İniyor musun?" Dediğinde elini benim önüme doğru uzattı. Bu ani hareketiyle birlikte öylece kaldığımda Mirza'nın parmakları bacaklarıma değmişti. Olduğum yerde rahatsızca kıpırdandığımda Mirza parmaklarını bacaklarımdan çekerek torpido gözünü açtı. Elinde gördüğüm kelepçeyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, dudaklarım aralandı ama geri bir şey diyemeden kapandı. Behlül daha Mirza'nın elindeki kelepçeyi görmemişti.
"Yapma!" Dediğimde başımı olumsuz anlamda salladım. Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "İniyor musun?" Diye yineledi cümlesini. Elindeki kelepçeyi kaldırıp Behlül'ün önünde salladığında, "Yoksa ben seni indireyim mi?" Diyerek tamamladı cümlesini. Behlül'e bakmıyordum ama gözlerinin korkuyla açıldığına emindim.
Behlül hızlı bir şekilde arabanın kapısını açtığında aynı hızda kendisini de dışarıya attı. "Allah'ım benim kelepçe fobim oluştu. Nefesim daralıyor." Behlül'ün nefes nefese söyledikleriyle birlikte gözlerimi hemen ona çevirdim. Dalga mı geçiyordu, yoksa ciddi miydi anlayamamıştım. Mirza onu nezarethanede attığından beri kafası pek iyi değildi ama şimdi böyle de bir bilememiştim.
"Senin yüzünden ileride hayal ettiğim kelepçe fantezilerini yapamayacağım enişte, enişte!" Behlül'ün bağıra bağıra söylediği şeyle birlikte öylece kalakaldığımda, ellerimi şaşkınlıkla dudaklarımın üzerine götürmemek için kendimi zor tuttum.
Yanaklarımdaki ısının arttığını hissettiğimde Mirza, "Siktir git lan şerefsiz!" Diye bağırdı. Mirza'nın bağırmasıyla birlikte Behlül korkusundan sıça sıça koşmaya başladığında, arada bir duruyor, Mirza'nın peşinden gelip gelmediğine bakıyordu.
Hızlı bir şekilde önüme döndüğümde az önce Behlül'ün bahsettiği kelepçe fantezisini aklımdan çıkarmaya çalıştım. Ama bir türlü çıkmıyordu. Tövbe tövbe...
Mirza sonunda arabayı çalıştırdığında yola koyulabilmiştik. Ara sıra bana kayan bakışlarını yüzümde hissedebiliyor ama ona dönüp bakamıyordum bile.
Kelepçe fantezisi...
Tövbe tövbe...
Aklımdaki saçmalığı silmek için, "Ne olurdu bıraksaydın çocuğu..." dedim. Her ne kadar Behlül saçmalamış olsada bari en azından otobüs durağına kadar bırakabilirdik.
Mirza yolda olan gözlerini bana çevirdiğinde, "Varken niye demedin?" Dedi. "O şerefsiz varken kıs kıs gülmeyi biliyordun." Bir de şerefsiz deyip duruyordu. "Deseydin senin için o şerefsize bile katlanırdım." Mirza'nın dudaklarının arasından dökülen cümlelerle birlikte öylece kaldım. Benim için Behlül'e katlanacağını söylemişti.
"Ya da dur..." dedi Mirza. "O bok boğaza senin için bile katlanamam." Bok boğaz mı? Kaşlarımı istemsiz bir şekilde çatıldı.
"O da sana çok meraklıydı çünkü," dediğimde ağzımı büze büze konuşmuştum. Gerçi meraklı olduğu da doğruydu. Mirza'dan kaçıyordu ama ona gizliden bir sempati beslediğinin de farkındaydım. En duymaması gereken kişiye sempati duyuyordu.
Mirza söylediğimi ciddiye almış gibi, "Olmasın kimse bana meraklı falan..." dedi. "Olmasını istediğim birisi var..." Gözlerini bana çevirdi. Gözleri gözlerimi deşti. "O da bana, kendimden bile uzak." Söyledikleri yüzüme tıpkı bir cam kırığı gibi çarptığında gözlerimi, gözlerinden çektim.
Ben artık ona istesemde olamıyordum ki...
Başımı cama yasladığımda gözlerimi kapattım. Beni nereye götürecekti bilmiyordum ama yolculuğumuzun boyunca çok konuşmayı düşünmüyordum.
Ki öyle de oldu. Aradan geçen dakikalarda Mirza sonunda arabayı durdurduğunda yarı kapalı, yarı açık olan gözlerimi tamamıyla açtım. Maysa tepesine gelmiştik.
"Buraya kadar niye geldik?" Dediğimde sesim hoşnutsuz bir şekilde çıkmıştı. Mirza'yla anılarımızın olduğu yerler bana iyi gelmiyordu. Maysa tepeside belki de bizim anılarımıza en çok şahitlik yapmış yerdi.
"Konuşacağız," dedi Mirza sanki benim bilmediğim bir şeyi diyormuşçasına. "Konuşacağız ve sen beni dinleyeceksin." Söylediklerinden sonra arabadan indiğinde, ben de kendimi sakin tutmaya çalışarak arabadan indim.
"Anlat!" Diye emir verircesine konuştum. "Ne anlatacaksan bir an önce anlat." Bu asi tavırlarına karşılık Mirza'nın kaşları çatıldı.
"O çocuk benim değil." Mirza âdeta her bir kelimenin üzerine basmak ister gibi konuşmuştu. Ve ben dudaklarının arasından dökülen her bir kelimede sanki olduğum yere biraz daha çakılmıştım. Tepki veremedim.
Mirza bu tepkisizliğim karşısında bana doğru birkaç adım attığında, "Duydun mu?" Dedi. Sanki sözlerini beynimin içine bastırmak ister gibi konuşuyordu.
Duymuştum evet. Duymuştum duymasına ama... Ama işte inanamıyordum ki. Dün Ahsen'in, kızı Ahu'ya dediği sözler beynime düşüp duruyordu. 'Baban gelecek şimdi kızım' demişti.
Kaşlarım çatıldığında, "Anlat sen seversin yalanı..." dedim. Böyle diyordum demesine ama sözlerinin gerçekliğine inanmayı öyle çok istiyordum ki...
Mirza'nın kaşları çatıldığında gözleri sanki bu söylediklerime inanamıyormuş gibi acıyla kapandı. Dişlerimi birbirine bastırdım. Ne bekliyordu ki? Ona inanmamı falan mı?
Biçimli, kalın dudakları aralandığında, "Öyle bir adam mıyım ben?" Diye bağırdı. Gözlerini de tekrardan aralamıştı. Ne dediğini anlayamadım ama o bana anlatmak istercesine yeniden bağırdı. "Sana burada kurban olduğum derken, orada başkasından çocuk..." Sanki bunu kendine yakıştıramıyormuş gibi sustu. Ellerini bir hışımla saçlarının arasından geçirdi. "Öyle bir adam mıyım ben?"
Cevap veremediğimde başımı hafifçe yere doğru eğdim. Öyle bir adam mıyım ben diyordu ya. Ben artık Mirza'nın nasıl bir adam olduğunu bile bilmiyordum. O beni onu bildiğim, tanıdığım yerden vurmuştu. Yapmaz dediğim o kadar şeyi yapmıştı ki... İşte şimdi bunu yapmaz diyememiştim. Benim gözümde artık her şeyi yapardı o. Belki bunu kendime yediremezdim ama işte yapardı.
O, benden ona olan inancımı bile çalmıştı.
"Seni hiç tanıyamamışım ki ben..." diye fısıldadığımda, fısıldamama rağmen duyduğunu biliyordum. "Bize ne yaptığınız farkında mısın sen?" Mirza bana doğru yaklaştı. "Sana artık inanamıyorum bile. Sana olan inancımı..." Gözlerimden akan yaşlar sanki hiç durmayacakmışçasına akıyordu. "Sana olan güvenimi çaldın benden. Şimdi karşıma geçmiş öyle bir adım mıyım ben diyorsun." Acıyla omuzlarımı silktiğimde, "Bilmiyorum ki..." dedim. "Sen nasıl bir adamsın ben artık bilmiyorum."
Mirza alnını alnıma yasladığında, "Sen güvenini, inancını kaybettin..." diye fısıldadı. Nefesi dudaklarıma çarpmıştı. "Ben sensiz her şeyimi kaybettim." Gülmek istedim ama gülemedim. "Sensiz kendimi kaybettim." Şu sözlerine karşılık karşısında erimem mi gerekiyordu bilmiyordum ama yine lafı istediği gibi çevirmeyi başarmıştı.
İradem onun karşısında tıpkı kumdan bir kale gibi kalmıştı. Hani deniz kenarında kumdan kaleler yapardık ya... Sonra dalgaların çarpışı o kumdan kaleyi yerle bir ederdi. O da benim karşısında tutmak istediğim irademi yerle bir ediyordu.
Aklıma gelen şeyle birlikte, "Senin çocuğun değilse..." dediğimde yüzümü buruşturmuştum. Bunu söylemek bile kendime sanki çile yapıyormuşçasına hissettiriyordu.
Mirza ne demek istediğimi anladığında dudakları belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı. Galiba şu durumda bunu sorgulamama gülesi gelmişti beyefendinin. Ama ona sorgular bir ifadeyle baktığımı fark ettiği an derin bir nefes aldı. Alnı hâlâ alnıma yaslıydı. Ve ikimizde bundan küçük bir gram olsun rahatsız olmuyorduk.
"Şırnak'a gittiğimde orada bir adamla tanıştım. Birol abi..." Duraksadığında gözlerinden geçen ifadelerde duraksamıştı. Mirza gözleriyle konuşan bir adamdı. "Aynı birimde çalışmaya başladık. Zamanla Birol abiyle kardeş olduk. Ahsen; Birol abinin eşiydi. Ahu ise onların kızları." Öylece kaldım.
Mirza'nın çocuğu değildi. Ama... Ama neden öyle demişlerdi ki?
"Ahu çok küçüktü, beş aylık falan olmalıydı galiba. Birol abi birlikte girdiğimiz bir çatışmada şehit oldu..." Mirza'nın boğazından derin bir yutkunma geçtiğinde ne diyeceğimi bilememiştim. "Sonra işte ben, Ahsen'e destek olmaya çalıştım. Ahu büyüdükçe nasıl oldu bilmiyorum ama beni babası bildi." Dudaklarım acı bir tebessümle yukarıya doğru kıvrıldı.
Ne diyebilirdim ki?
"Ahu'yu, babasının mezarına götürdüm. Ona, babasını anlattım, gösterdim. Bana baba demeyi bırakmıştı." Elini saçlarının arasına götürüp kaşıdı. "Ama ne olduysa yeniden demeye başlamış."
Ne olduğu çok belli değil miydi? Benim için belliydi ama anlaşılan Mirza'nın bunu görmesi zordu. Dün gözlerimin içine baka baka 'baban gelecek birazdan kızım' diyen kadın, o küçük kızın aklını bulandırıyor, dolduruyordu. Ne yazıktı... Ahsen kendi çıkarları uğruna küçücük kızını kullanıp, onun canını yakmaya çalışıyordu. Sırf Mirza için çocuğuna yazık ediyordu.
Mirza alnını alnıma yasladığında, "Bir şey demeyecek misin kurban olduğum?" Dedi. Sanki bir şey demem için yalvarıyor gibiydi.
Ne diyebilirdim ki?
"Demeyeceğim..." dediğimde sesim kısık bir şekilde çıkmıştı. Alnımı Mirza'nın alnından ayırmaya çalıştım ama Mirza izin vermedi. "Gidebilir miyiz artık buradan? Lütfen..." Göz pınarlarımda yaşların biriktiğinin farkındaydım ama akmamaları için kendimi tutuyor, sıkmaya çalışıyordum.
Mirza, "Mihran!" Diye inledi adımı sanki zikir çeker gibi. "Ne olur bir şey kurban olduğum?"
Omuzlarımı çaresizlikle silktiğimde, "Ne diyebilirim ki?" Diye fısıldadım. Daha fazla kendimi tutamadığımda gözlerimden bir damla yaş akıp, gitti. Mirza'nın gözleri, gözyaşlarımın üzerine düştü. Gözbebeklerinin değdiği tenimin muhtaçlıkla titrediğini hissettim.
"Ben, sana ne diyebilirim ki Mirza? Kurban olduğum dediğin kadına yapmadığın her şeyi onlara yapmışsın." Omuzlarım düştü, gözyaşlarımı sildim. "Beni bir başıma bırakıp, kendine orada resmen bir aile kurmuşsun." Mirza başını olumsuz anlamda salladı. "Benim sana en çok ihtiyacım olduğu anda, sen orada başkalarına destek olmuşsun." Bunları demek bile o kadar zordu ki benim için. Diyemeyeceğim bu şeyleri yaşamıştım.
Bana bunları o yaşatmıştı.
"Neyse..." dediğimde ellerimi iki yanıma doğru açtım.
Mirza, "Yapma..." dediğinde alnını alnıma doğru yasladı. Elleri yanaklarıma doğru yol alıp, gözyaşlarımın üzerinde durdu. Böyle kıyamıyormuş gibi bakmaya başladı.
İsyan edercesine, "Ne yapmayayım Mirza?" Dediğimde geriye çekilmeye çalıştım ama Mirza izin vermedi.
"Ben yaptım..." dediğinde ellerini yanaklarıma çıkarıp okşadı. "Ben bize en büyük kötülüğü yaptım." Başını yanına doğru yatırdı. "Ama sen yapma." Gözlerime öyle içli içli bakıyordu ki... "Sen yapma kurban olduğum."
Sustum.
Ben sustum belki ama o susmadı.
"Belki ben bize geç kaldım." Evet geç kalmıştı.
Duraksadığında, "Dört yıl kadar..." diye tamamladım onun sözlerini. Gözleri acıyla kapanıp açıldı. Aldığı nefesleri dudaklarımın üzerine vurup, nefesime karıştı.
"Evet," diye onayladı beni. "Dört yıl..." Bunu öyle acıyla söylemişti ki zaten hep hissettiğim acıyı yine hissettim. "Ama sen geç kalma..." dedi yalvarır gibi.
"Bir şansımız olsun kurban olduğum."
*
Yoruldum🤝teşekkürler
Mihran kadar beni yoran bir karakterim olmamıştı galiba... Mirza'yı zaten hiç saymıyorum gğwğdğfğğ
Nasıl buldunuz bakalım?
~Barışsınlar?
~Sürünüp barışsınlar?
~Barışmasınlar?
Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro