Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

10.Bölüm: "Teslimiyet"

#Sezen Aksu - Ben Sende Tutuklu Kaldım

#Melike Şahin - Kara Orman

#Hande Mehan - Son Yürüyüş

Twitter da #Visal etiketiyle düşüncelerinizi ve bölüm alıntılarınızı bekliyor olacağım. Bırakırsanız zevkle oluyorum^^

Not: Çok çok uzun bir bölüm oldu. Gözlerinizin ağrımasını istemem lütfen dinlendirerek okuyun^^

Bölüm sonuna kadar hâlâ yaşıyor olursanız sizi büyük bir heyecanla orada bekliyorum gğwğdğdğ

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

*

Bir ömre kaç acı sığardı ki? Ya da bir insan bir kalbe kaç hayal kırıklığını sığdırırdı ki? Hep en güvendiklerimiz mi vururdu sol yanımızdan?

Öyleymiş.

Birisine güvenmek meğer en büyük kalp kırıklığıymış. Şu kalbinizi birisine açmaya görün, hiç acımaz üzerinde tepinirmiş.

Mirza'da benim kalbimin üzerinde tepinmişti. Daha dün gibiydi sözleri... Aklımın, kalbimin her bir yerindeydi sanki. Unutamıyordum ve ilk defa bir şeyi unutmayı bu kadar çok istiyordum.

Dört yıl önce kendime verdiğim bir sözüm vardı benim: 'Affetmeyeceğim' demiştim. Şimdi Mirza tüm sözlerimin üzerinden geçmemi istercesine 'affet' diyordu. Tek bir söz bile canımı yakmaya yetmişti. Ve beni asıl yakan da o tek bir sözün karşılığının ben de olmamasıydı.

"Keşke," diye bir fısıltı döküldü dudaklarımın arasından. Böyle içli içli neye keşke dediğimi biliyordum.

Keşke bazı sözler hiç dile dökülmeseydi,

Ve keşke o sözleri hiç duymasaydım.

Gök büyük bir gürültüyle sanki gökyüzünü yarmak istercesine gürlediğinde, iç dünyamla girdiğim düşüncelerimden sıyrılabilmiştim.

Boğazımda bir yumru oluştuğunda, "Mirza," diye fısıldadım sadece. Beni duymuş muydu bilmiyordum. Sadece yarı açık olan gözleriyle gözlerime bakıyordu o kadar.

"Ambulans çağıracağım," dediğimde sonunda ağzımdan mantıklı bir şey çıkabilmişti. "Telefon... evet telefon ambulans çağıracağım hemen." Tam eğildiğim yerden doğrulacağım sıra Mirza'nın elini bileğimin üzerinde hissettim. Hafifçe tutmuştu. Zaten sıkacak kadar gücünün olmadığının da farkındaydım.

"İyiyim," dedi Mirza. Kaşlarım çatıldı. Bu nasıl iyi olmaktı böyle acaba? Kendisini bir de benim gözümden görse yine 'iyiyim' der miydi acaba? "Sadece..." Yutkundu. "Çok üşüyorum." Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Hâlâ bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve hava öyle çok soğuktu ki... Yani üşümesi çok normaldi. Ben de çok üşüyordum ama şu an korkum, üşümemin önüne geçmişti.

"Seni eve sokmam gerek," dediğimde gözlerimi Mirza'nın gözlerinden bir an olsun çekmemiştim. "Ama ben seni taşıyamam ki." Yağmur damlalarına karışmış gözyaşlarımı sildim. Kendimi belki de ilk defa bu kadar çaresiz hissediyordum. Evle, bulunduğumuz yerin arası biraz vardı ve benim Mirza'yı tek başıma taşımam imkânsız bir şey gibi görünüyordu.

"Ben, sana yük olmam..." diye fısıldadı Mirza. Sesi kesik kesik çıkmıştı. "Kendimi bundan sonra sana yük etmem." Yutkundum. Bu da ne demekti böyle? Kendimi, sana yük etmem demekte neyin nesiydi?

Onun söylediklerini umursamadığımda, "Şimdi seni kaldıracağım tamam mı?" Dedim. Mirza sadece yüzüme bakmakla yetindiğinde, titreyen ellerimi Mirza'ya doğru uzattım. Elimi, omzunun altından geçirip onu kaldırmaya çalıştığımda, tabii ki de kaldıramadım. "Kaldıramıyormuşum," dediğimde Mirza'nın omzunu geri bıraktım. Mirza şu durumda bile güler gibi olduğunda, kaşlarım çatıldı.

"Eve girmemiz gerekiyor," dediğimde burnumu kaba bir şekilde çektim. Yediğim şu kadar yağmurdan sonra hasta olacağımı biliyordum. Hastalıktan kurtuluşum artık yok gibiydi.

Mirza, "Hasta olacaksın," dediğinde sesi titremişti. "Sen eve git hemen." Söylediklerinden sonra kaşlarım biraz daha çatıldığında Mirza sol elini yere baskı yaparak doğrulmaya çalıştı. İki elimi omuzlarına götürerek destek olduğumda, nefes nefes kalmıştım. O kadar ağırdı ki... Onu daha önce de taşımıştım ama o zaman bana destek olan bir Dila vardı. Tek başıma değildim, ve şimdi onu tek başıma taşımam çok zordu.

"Abi," diyen Beşir'in sesi kulaklarımıza dolduğunda gözlerimi ona doğru çevirdim. Koşarak bize doğru geliyordu. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, ona çölde susuz kalmış birisinin su bulmuş olduğu andaki tutuluşuyla tutunmak istedim.

"Beşir?" Dediğimde dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Nereden çıktın sen?" Duraksadığımda, "Ya da nereden çıktıysan çıktın iyi ki çıktın," dedim.

"Mahallenin başına ne olur ne olmaz diye bir ekip bırakmıştım. Onlar sizi böyle görünce aradılar hemen atlayıp geldim yenge." Gelmesine o kadar mutlu olmuştum ki, yenge demesine bile sinirlenememiştim.

"Sizin bu hâliniz ne? Abi iyi misin?" Beşir yanımıza geldiğinde hemen yere doğru eğilip, Mirza'ya bakmaya başladı. "Abi iyi misin? Bir ses ver."

"Onu eve taşımamız gerekiyor," dediğimde aralarına girmiştim. Beşir başını olumlu anlamda salladığında Mirza'nın sol kolunu yukarıya kaldırarak onu doğrulttu. Bu kadar güçlü olması beni şaşırttığında ben de dikkatli bir şekilde Mirza'nın yaralı kolunu tuttum. Mirza bana yükünü vermediğinde tamamıyla Beşir'e yaslandı.

Beşir, "Evet Beşir taşımacılık iş başında," dediğinde kendi kendine güldü. Şu hâlimizde komik bir şey göremiyordum ama işte çevremizde hiç normal insan olmadığından böyle olmasını da artık garipsemiyordum.

Beşir'le birlikte, Mirza'yı içeriye kadar taşıyabildiğimizde Mirza'yı koltuğun üzerine oturttuk. "Mirza, iyi misin?" Dediğimde sesim korku dolu bir şekilde çıkmıştı. Hem yaralıydı hem de o kadar yağmur suyunu yemişti. Ve tüm bunlara rağmen aslında iyi de dayanmıştı.

Mirza, "İyiyim," dediğinde aslında iyi olmadığını biliyordum. Sırf beni daha fazla korkutmamak için böyle yapıyordu.

Beşir, "Yenge?" Dediğinde gözlerimi ona doğru çevirdim. O bana bakmıyor, gözlerini ben dışında her yerde dolaştırıyordu. "Ben şu sobayı yakmaya bir şeyler arayım, ısının bir an önce. Sen de hem abime bak, hem de kendinde kötü görünüyorsun..." Ne diyeceğini bilemeyerek duraksadığında, elini ıslak saçlarının arasına götürüp kaşıdı. "İşte yap bir şeyler." Söylediklerinden sonra benim bir şey dememi beklemeden hızlı bir şekilde evden çıktığında, arkasından şaşkınlıkla bakmakla yetindim.

Mirza'nın, "Mihran," diyen sesiyle birlikte kendime gelebildiğimde gözlerimi hızlı bir şekilde ona doğru çevirdi.

"Ne oldu? İyi misin?" Ben ona bir şey oldu diye korkarken o beni şaşırtacak o cümlesini kurdu: "Üzerini değiştir hemen. Hasta olacaksın." Boğazıma kocaman bir yumru oturdu, yutkunamadım.

Her şeyden öte beni tutup, beni düşünüyordu. Tüm bu düşüncelerinin aksine beni üzmeyi nasıl başarabilmişti acaba? Dört yıl boyunca yandığımı, kanadığımı görmemiş miydi? Gözlerim tekrardan dolu dolu olduğunda, dudaklarımı birbirine doğru bastırdım.

"Önce senin yarana bakayım," dediğimde sesim titremişti. Onun önceliği benken, bu sefer benim önceliğimde o olmuştu.

Mirza inatla, "Önce üzerini değiştir," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Kıyafetim yok. Beşir birazdan sobayı yakacak, önünde ısınırım. Yarana bakalım." Sakince konuşmuştum.

Mirza, "Benim tişörtümü giy," dediğinde hemen yanında duran tişörtünü alıp, bana doğru uzattı. "Üzerine de ceketimle, battaniyeyi al hemen." Ceketine gerek yoktu ama bunu ona demedim. Gözlerim kararsızlık içerisinde tişörtüne düştüğünde, elinden aldım.

Gözleri bu sefer de ıslak olan pantolonumun sardığı bacaklarıma düştüğünde, "Pantolonunu da çıkar," dedi. Göz bebeklerim büyüdü. Ne?

"Gerek yok o kadarına," diye çıkıştım hemen. "Ne giyeceğim çıkarırsam?" Dudaklarım soğuktan titredi.

Mirza kızgın bir şekilde, "Te allam ya," dediğinde gözlerimi devirdim. Tek bildiği şey ya 'Mihran' demekti, ya da 'te allam ya' "Battaniye sararsın Mihran oldu mu?" Sinirli bir şekilde söylediklerine karşılık burnumdan soludum. Hayatta olmazdı.

"Olmadı," dedim ters ters. "Sana ne hem? İstediğimi giyerim, istediğimi çıkarırım." Söylediklerimden sonra Mirza eliyle yüzünü sıvazladığında 'sabır' dilercesine boş boş tavana baktı. Asıl bana sabırdı be!

"Tamam," dedi Mirza sakince. "Yeter ki çıkar şu ıslak kıyafetleri üzerinden, ısın." Ona soruyordum sanki ben. Burnumdan solumaya başladığımda mutfak tezgâhına doğru ilerlemeye başladım. Hemen yan taraftaki yere geçtiğimde, Mirza'nın görüş alanından çıkmıştım.

Ama yinede, "Bakma sakın!" Diye bağırmadan yapamamıştım. Hemen üzerimi değiştirip, Mirza'nın yarasına bakmam gerekiyordu. Bu yüzden de hızlı davranmaya çalışıyordum.

"Bakmıyorum," diye bağırdı Mirza. "Lanet olsun ki bakamıyorum. Bakamıyorum tamam mı?" Bağırmasıyla birlikte kendimi olduğum yerde sıçramamak için zor tuttum. Hem suçluydu hem de bağırıyordu.

"Bağırma bana!" Diye bağırdığımda üzerimdeki ıslak askılımı bir hışımla çıkardım. Üzerimde siyah, dantelli braletimle birlikte kaldığımda, vücudumdan geçen titrememe engel olamamıştım. Braletimde ıslanmıştı ama onu çıkartamazdım ki. Yapacak bir şeyimin olmadığını fark ettiğimde, hızlı bir şekilde ıslak braletimin üzerine tişörtü geçirdim. Mirza'nın tişörtüne sinmiş yoğun kokusu burnuma dolduğunda içime çekmeden edememiştim. Öyle güzel kokuyordu ki...

Tıpkı onun gibiydi. Kokusu bile oydu.

Mirza'nın, "Sakın tek bir adım daha atma!" Diye bağıran sesini duyduğumda tişörtünün kokusunun etkisinden zorlukla çıkabildim. Kendi kendine mi konuşuyordu bu? İyice delirmişti vallahi.

"Tamam abi vallahi atmıyorum tek bir adım daha." Beşir'in korku dolu sesini duymamla birlikte kaşlarım bu sefer de anlamamazlık içerisinde çatıldığında, "Ne oluyor?" Diye bağırdım.

"Değiştirdin mi üstünü?"

"Değiştirdim," dediğimde olduğum yerden çıkmıştım. Mirza'nın yanına ilerlemeye başladığımda, Mirza gözlerini bana çevirdi. Gözleriyle üzerimdeki tişörtüne baktığında, dudakları belli belirsiz bir şekilde kıvrıldı. Ama bu kıvrımı gözleri ıslak pantolonuma düşene kadar sürmüştü.

Dudaklarının arasından, "Beşir hemen sobayı yak!" Diye tısladığında merdivenlerin başında duran Beşir hemen yanımıza gelip sobayı yakmaya başladı. Evet, yakması gerçekten de hem benim hem de Mirza açısından iyi olacaktı.

"Yarana bakacağım hemen," dediğimde Mirza'nın yanına doğru ilerledim. Üstü çıplaktı, altında ise onun da ıslak pantolonu vardı. Aslında pantolonunu çıkarması gerekiyordu ama bu konuda bir şey diyemiyordum tabii ki de.

"Abi yağmurda romantizm yaşayalım falan mı dediniz ne yaptınız? Yani yağmurda böyle dışarıya çıkmanız pek akıllıca bir hareket gibi gelmedi de." Beşir'in söyledikleriyle birlikte kaşlarım çatıldı. Zaten yağmurların altına düşünerek çıkmamıştık. Her şey bir anda gelişmişti ve kendimizi yağmurun altında bulmuştuk.

Mirza, "Ya ya..." dedi. "Ne romantizm yaşadık anlatamam sana." Sesi imalı bir şekilde çıkmıştı. Ona ters ters bakmakla yetindim.

Beşir, "Aşk yağmurların altında yaşanıyor güzelim," dediğinde gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. Birazdan Mirza onu yağmurların altında çok güzel yaşatacaktı. Gerçi şu hâliyle Mirza'da bir şey yapamazdı ama neyse.

Mirza, "Siktir git lan şerefsiz," dediğinde yanında Beşir'e atacak bir şey aradı ama bulamadı. "Git lan." Tekrardan bağırdığında Beşir hemen sobanın başından doğruldu.

"Ben gideyim o zaman başkomiserlerin hası, başkomiserlerin gülü, başkomiserlerin..." Beşir böyle böyle sözlerine devam ediyordu ki; Mirza onu, "Kes lan zevzek..." diyerek susturdu. Başımı olumsuz anlamda salladığımda Beşir çoktan merdivenleri çıkıp gözden kaybolmuştu bile.

Mirza, Beşir'in gidişini hiç umursamadığında birden, "Tamam şimdi pantolonunu çıkarabilirsin," dedi. Söylediği şeye karşılık göz bebeklerim büyüdüğünde, burnumdan solumaya başladım. Ki o da sinirlendiğimi anladı.

"Sana ne?" Dediğimde yüzüne yüzüne çemkirmiştim. Mirza yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttuğunda,
"Sabır, sabır..." dedim.

Bol bol sabıra ihtiyacım vardı.

"Ben, sana hiç geç pantolonunu çıkar diyor muyum?" Birden dudaklarımın arasından dökülen cümleyle birlikte Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Tek bir hareketiyle aklından geçen bir şeylerin olduğunu anlayabilmiştim.

Mirza, "Sen yeter ki çıkar de," dediğinde birden elini pantolonunun düğmesine attı. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, "Ne yapıyorsun sen?" Diye bağırdım.

Mirza, "Ee sen çıkar demedin mi?" Dediğinde ciddi ciddi çıkaracağını anlamıştım. Gözlerimi hızlı bir şekilde kapattığımda, elimi de gözlerimin üzerine doğru bastırdım. Mazallah gözlerim açılıverir bakardım falan.

"Manyak!" Diye bağırdım. Sesim fazlasıyla ince bir şekilde çıkmıştı. "Ben, sana geç pantolonunu çıkar mı dedim?" Yine bağırmıştım. Valla Mirza'ya bağırmaktan hasta olup çıkacaktım.

"Demedin mi?" Tövbe tövbe... Bir de dalga geçercesine soruyordu.

"Demedim," diye cırladım. "Giy şu pantolonunu." Ellerimi biraz daha gözlerime bastırdım. Yemin ederim kocaman adamdı ama sanki daha beş yaşında gibiydi.

Mirza, "Hiç çıkarmadım," dediğinde başımı 'ya ya' dercesine salladım. Elini pantolonuna attığını görmemiştim sanki ben.

"Gözlerini açabilirsin kurban olduğum," dediğinde Mirza başımı olumsuz anlamda salladım. Şu an ona zerre inanmıyordum.

Mirza dudaklarının arasından, "Mihran!" Diye tısladı.

Ne Mihran, ne Mihran?

"Şu elini, gözüne bastırıp durma. Acıtacaksın gözünü." Söylediği şeyle birlikte gözlerimin üzerinde duran ellerim istemsiz bir şekilde gevşediğinde, yavaş bir şekilde elimi gözlerimin önünden çektim.

"Çok düşünürsün ya beni de," dediğimde sesim buruk ama bir o kadar da alaycı bir şekilde çıkmıştı. Mirza çatık olan kaşlarını biraz daha çatı.

"Düşünürüm," dediğinde Mirza onun da sesi kısık bir şekilde çıkmıştı. "Belki sen bilmezsin ama ben bir seni düşünürüm." Gözlerimi ona çevirdim. Kalbim tekledi.

Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemediğimde, en sonunda yaralı kolunun üzerine koydum. Evet, kesinlikle yarasına bakmam gerekiyordu.

"Bezi açıp tekrardan saracağım." Söylediklerimden sonra Mirza'nın yarasına sardığım bezi açtığımda, gazlı pamukla tekrardan yarasını temizlemeye başladım. Ona çok bakmamaya çalışıyor, sadece yarasıyla ilgileniyordum.

Aradan geçen dakikalarda Mirza'nın yarasını temizleyip tekrardan sardığımda, "Artık şu kolunu oynatma," dedim. "Yaralısın şunun bir farkına var." Sesim kendimden beklemediğim derecede sert bir şekilde çıkmıştı. İyileşmesi için sadece kolunu fazla oynatmaması gerekiyordu ama beyefendi onu da bir türlü yapmıyordu. O bu kadar çok oynattıkça yarası tekrardan kanıyordu. Tabii ıslanmasını saymıyordum bile...

Mirza, "Bunu sen mi söylüyorsun?" Dediğinde duraksadı. Gözlerimi gözlerine doğru çevirdim. Neden bahsediyordu bu yine? "Göğsüme yumruklarını geçiren sen mi söylüyorsun bunu?" Öylece kalakaldım. Çok kısa bir an için nefesimin kesildiğini hissettim. Hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim bir yerden vurmuştu beni.

"Ben..." dedim ama ne diyeceğimi bilemediğimde duraksadım. Ben sadece... Öğrendiklerimden sonra ne yapmamı düşünüyordu ki acaba? Boynuna atlayıp, sarılmamı falan mı?

Başımı yere eğdiğimde, "Canımı yakmaya çalışıyorsun," diye fısıldadım. Sonrasında ona hiç bakmadan mutfağa geçtiğimde şimdiye kadar tuttuğum gözyaşlarım bir bir akmaya başladı. Bir de sanki her şeyin suçlusu benmişim gibi davranıyordu.

Birden gözlerimdeki yaşları elimin tersiyle sildiğimde, "Ağlamayacağım," diye fısıldadım. Ağlamayacağım dediğim her gün daha da fazla ağlıyordum.

Aradan geçen bir kaç dakikada kendime rahatlamam için müsaade ettiğimde, rahatladığıma kanaat getirerek tekrardan içeriye geçtim. Mirza öylece tavanla bakışıyordu. Sanki benim geldiğimi hissetmiş gibi gözlerini bana çevirdiğinde, ona bakmamaya çalışarak sandalyenin üzerine oturdum. Mirza gözlerini hâlâ benden ayırmadığında ben ona bakmamaya çalışıyordum. Şu küçücük odada onun dışında her yere bakıyordum. En sonunda dayanamadığımda gözlerimi ona çevirdim. Sanki gözleriyle beni deşecek gibi bakıyordu. Ama inat ettim ve ben de ona baktım, gözlerimi ayırmadım.

Uzunca bir süre bakıştık. Sanki şu an her şeyden soyutlanmış gibiydik. Sadece birbirimiz vardık.

Mirza baktı, baktı...

Ve en sonunda kendine hakim olamadığında gözleri yavaş bir şekilde kapandı. İşte şimdi gözleri gözlerimden ayrılmıştı. Normalde böyle bir anda Mirza asla uyumazdı ama yaralı olduğu için dayanamadığının farkındaydım.

Oturduğum sandalyeden kalktığımda, kenarda duran battaniyeyi alarak Mirza'nın üzerine hafifçe örttüm. Bu gece artık uyanacağını sanmıyordum.

Tam tekrardan sandalyeye oturacağım sıra gözlerim sobanın sönmekte olan ateşine çevrildi. Sönerse bir daha yakmam zor olabilirdi. O yüzden sönmeden içine bir şeyler atsam iyi olacaktı.

Sobanın içine Beşir'in getirdiği kartonları katlayarak koyduğumda, sönmekte olan ateş tekrardan alev almıştı. Gözlerim bu sefer de ıslak pantolonuma çevrildiğinde, kararsızlık içerisinde dudaklarımı ısırdım.

Hazır Mirza'da uyuyorken hemen çıkarıp, sobada kurutsam ne olabilirdi ki? Hem böyle ıslak ıslak dolaşmak zorunda da kalmazdım. Hemencecik kururdu zaten.

Kararsız bir şekilde sobayla bakıştığımda, bir yandan da için için kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Pantolonumu çıkarıp sobanın önüne koysam zaten hemen kururdu. Kuruyunca da hemen üzerime giyerdim. Hem Mirza'da uyumuştu zaten. O uyanmadan hemen kururdu.

En sonunda iç dünyamın sesinden sıyrılabildiğimde, hemen bacaklarımı sarmış olan pantolonumu çıkardım. Üzerimde sadece Mirza'nın tişörtüyle birlikte kaldığımda, tişörtü çekiştirmeye çalıştım. Hiçte öyle kitaplardaki gibi elbise boyunda falan olmamıştı.

Pantolonumu hemen sobanın önüne serdiğimde, üzerime battaniyeyi alarak kalktığım yerime geri oturdum. Gözlerim bacağımdaki tek tük kıllarıma çarptığında, kaşlarım çatıldı. İyi ki on beş gün önce üşenmeden ağda yapmıştım. Maşallah ne de çabuk çıkmaya başlamışlardı öyle.

Düşündüğüm şeyle birlikte kaşlarım biraz daha çatıldığında, başımı olumsuz anlamda salladım. Şu an bulunduğum durumun saçmalığına karşılık, düşüncelerim çok basitti.

Ceketimin cebinden telefonumu çıkardığımda, ekranını açıp saate baktım.

04.28'di. Neredeyse sabah olacak, gün ağaracaktı. Ve ben bir gram olsun uyku uyumamıştım. Mirza güzelim koltukta rahat bir şekilde yatıyordu, ben de resmen sandalyenin üzerine kıvrılmıştım. Adalet miydi bu be!

Başımı dizlerimin üzerine yasladığımda ekranımdaki mesajlara kısaca göz gezdirdim. Zaten mesajların hepsi Behlüldendi.

Behlül: Yani biraderim bana öyle bir doğum günü yaşattın ki

Behlül: Silahlar, kurşunlar falan filan

Behlül: Unutulmaz bir yeni yaşım oldu

Behlül: Umarım bunun laneti tüm yıl boyunca sürmez

Ekranım Behlül'den gelen bu ve bunun gibi mesajlarda dolmuştu ama gerisini WhatsApp'a girmediğim için okuyamamıştım. Şimdi girip görüldü atacaktım dilinden hiç kurtulamayacaktım. En iyisi girmemekti o yüzden.

Telefonumu kapatıp tekrardan ceketimin cebine koyduğumda, dizlerimi kendime doğru çekip başımı yasladım. Gözlerim kapandı kapanacaktı ama uyumamak için direniyordum. Hem ara ara Mirza'yı kontrol etmem gerekiyordu, hem de bu şekilde uyumak istemiyordum.

Ama daha fazla uykusuzluğa direnemedim. Ve uyudum.

*

Sanki gözlerimin üzerinde tonlarca ağırlık var gibiydi. Gözlerimi açmak istiyor ama bir türlü açamıyordum. Yattığım sıcak yatağıma biraz daha sığındığımda bacaklarımı yorganımın üzerine doğru rastgele attım.

Bir dakika, bir dakika...

Sıcacık yatağım ve yorganım mı?

Yatak ve yorgan...

Bu iki kelimeyi tam anlamıyla kavrayabildiğimde az önce üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi hissettiğim gözlerim birden sonuna kadar açıldı. Gözlerimi açtığımda gördüğüm manzarayla birlikte dudaklarım da araladığında, oval şeklini almıştı. Biraz daha açsam ağzına sinek girecekti yani.

Şu an Mirza'nın tam üzerindeydim. Sağ bacağımı bacağının üzerine atmıştım ve zaten kısa olan tişört yukarıya doğru sıyrılmıştı. O da beni çıplak olan bacaklarının arasına almış, sol kolunu ise belimin altından geçirip beni kendisine doğru sarmıştı. Başım, çıplak göğsüne yaslı bir şekilde duruyordu. Yüzünü ise saçlarımın arasına daldırmış, gayet huzurlu bir şekilde uyuyordu.

Kaşlarımı çattım. Ben en son sandalyenin üzerinde oturuyordum ve yüksek ihtimalle uykusuzluğa dayanamayıp uyuya kalmıştım. Şimdi ise kendimi Mirza'nın neredeyse üzerinde bulmuştum.

Mirza'yla bu kadar yakın olmamız sanki maratonda koşmuş gibi nefes nefese kalmamı sağladığında, geriye çekilmeye çalıştım. Ama o beni öyle sıkı sarmıştı ki bu girişimim başarısızlıkla sonuçlandı. Gerçekten sanki hiç bırakmayacakmış, içine sokmak istermiş gibi sarmıştı...

Boğazıma oturan yumrudan kurtulmak için yutkunduğumda, tekrardan geriye çekilmeye çalıştım ama bu sefer Mirza belimin üzerinde duran elini sıkılaştıydı. Uyanmıştı.

"Mirza!" Diye tısladım dudaklarımın arasından. "Bıraksana." Uyanmıştı ama bilerek bırakmıyordu.

Mirza ağzının içinden anlayamadığım garip bir şeyler homurdandığında beni biraz daha kendisine doğru çekti.

"Bak bana geliyorlar ha," diye bağırdığımda tekrardan kollarının arasından çıkmak için hamle yaptım ve Mirza en sonunda gözlerini açtı.

"Ne işim var benim bu koltukta?" Dediğimde cırlamıştım. Cırlamama karşılık Mirza'nın her zamanki gibi yüzünü buruşturmasını bekledim, ama o aksine güldü.

"Koynumda demek istedin herhalde?" Mirza'nın dudaklarının arasından dökülen her bir kelimede kaşlarım biraz daha çatıldığında, yanaklarımdaki sıcaklığın arttığını hissettim.

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Kaldın öyle?" Dedi. "Böyle kalacağını bilseydim daha önce söylerdim." Dalga mı geçiyordu bu benimle?

Bu hareketlerine sinirlendiğimde bacağımı hızlı bir şekilde bacaklarının varlığından kurtarmaya çalıştım. Tepindikçe tepiniyordum. En sonunda Mirza birden hırladığında, "Mihran!" Diye tısladı dudaklarının arasından. Öylece kaldığımda Mirza beni belimden itekleyerek kendi üzerine düşmemi sağladı. Yaptığı bu hareketiyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamamıştım.

Mirza, "Üzerine bastığın yerlere dikkat et!" Dediğinde kendini bana doğru bastırdı. Mirza'nın sertleşmiş erkekliğini kadınlığımda hissettiğimde, ağzımdan kaçacak olan inlememi dudaklarımı ısırarak zor tuttum. Mirza'nın gözleri bu sefer de dudaklarıma düştüğünde, tek eli işini iyi bilen bir usta gibi belimden aşağıya kaydırmaya başladı. Parmaklarının dokunduğu tenimin cayır cayır yandığını hissediyordum.

"Mirza..." dedim ama devamını getiremedim. Mirza anladı... İrademin sonlarında olduğumu anladı.

"Öyle hasretim ki sana..." dediğinde sesi acı çeker gibi çıkmıştı. "Öyle hasretim ki kokuna..." Başını, boynuma yasladığında sanki orada soluklanmak ister gibi derin bir nefesi içine çekti. "Öyle hasretim ki tenine..." Dudaklarını boynuma dokundurduğunda, vücudumun sanki alev aldığını hissettim.

"Yapma," diye fısıldadım. Şu an en korktuğum şey kendimi onun dokunuşlarına kaptırmaktı. Bu konuda kendime hiç güvenmiyordum. Elleri belimden aşağıya doğru kaymaya devam ettiğinde dişlerimi birbirine sıkıca bastırdım.

Mirza dudaklarını boynumdan yavaş bir şekilde çektiğinde, yanağıma doğru çıkarttı. Şimdi yanağı yanağıma sürtüyor, ve dudakları tehlikeli yerlere doğru ilerliyordu.

"Dört yıl," diye fısıldadığında dudakları tam dudağımın kenarındaki o noktada durdu.

Bu sefer durmayarak dudaklarını dudaklarıma sürttüğünde, "Koskoca dört yıl," diye fısıldadı. Dudaklarım titredi. Parmakları dokunduğu tenimi okşadı. Dudaklarımı birbirine bastırarak kendimi tutmaya çalıştığımda, Mirza dudaklarını tekrardan dudaklarıma sürttü. Nefes almak için dudaklarımı araladığımda, ılık nefesim dudaklarına çarptı.

"Yokluğunla sınandığım koca dört yıl." Ben de onsuzlukla yaşamıştım ama dudaklarımı açıp tek bir kelime bile edemedim. "Şimdi varsın," dediğinde sesi inler gibi çıkmıştı. Alnını alnıma yasladı. "Şimdi varsın, yanımdasın ama ben yine sensizlikle sınanıyorum." Söylediklerinden sonra bedenimde dolaşan parmaklarını kalçama bastırdığımda, kendimi daha fazla tutamadım ve dudaklarının üzerine inledim.

Kuzguni gözlerinin biraz daha karardığını hissettiğimde, bedenim biraz daha kasıldı ve kendimi ona sürtünmeden yapamadım. Yaptığım bu hareketim aramızdaki görünmez duvarları yıkan son hamlem olduğunda, Mirza hızlı bir şekilde dudaklarıma saldırdı. Alt dudağımı dudaklarının arasına alıp dudaklarımı tüketmek ister gibi emmeye başladığında, inlemelerimi bastıramıyordum. Sanki beni yılların hasretini gidermek istercesine öpüyordu. Nefesimin bana yetmediğini hissediyordum ama nefesim Mirza oluyordu.

Ellerimi istemsiz bir şekilde Mirza'nın saçlarının arasına saldırdığımda, onu biraz daha kendime bastırdım. Dudaklarımın arasından sızan dili ahenkle ağzımın içinde dans etmeye başladığında, "Ah..." diye inleyerek kendimi ona doğru sürttüm. Mirza tek eliyle kalçamı avuçlayıp sıktığında, üzerimdeki tişört iyice yukarıya sıyrılmıştı. Aramızdaki kumaş parçalarına rağmen birbirimizi en derinlerimizde hissedebiliyorduk.

Mirza, "Kurban olduğum," diyerek dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında, peşinden hemen geri birleştirdi. Ona tekrardan izin vererek dudaklarımı araladığımda, tekrardan deli gibi öpüşmeye başladık.

Mirza'nın saçlarını çekiştirerek kendime biraz daha bastırdığımda, sürtünmeden yapamıyor, sürekli ona sürtünüyordum. Göğüs uçlarımın sertleştiğini hissettiğimde, Mirza'nın çıplak göğsüne kendimi bastırmadan yapamamıştım. Mirza'nın elleri çıplak kalçalarımdan yukarıya doğru çıkmaya başladığında, kendi sınırlarımı aştığımın farkındaydım ama buna engel olmak gibi bir düşüncem yoktu. Sanki aklımı kaybetmiş gibiydim.

Aklımı...

Düşüncelerimin arasına sızan tek kelime beni kendime getirmeye yettiğinde, hiç düşünmeden dudaklarımı Mirza'nın dudaklarından ayırdım. Düşünmemiştim çünkü; düşünürsem yapamayacağımı biliyordum.

"Olmaz..." dedim. Sesim kendi kendime konuşuyor, sanki bir şeyleri kendime hatırlatmak istiyor gibi çıkmıştı. "Olmaz..." Mirza'nın gözlerinin içine bakamadığımda onun boşluğundan yararlanarak hızlı bir şekilde üzerinden kalktım.

Mirza, "Mihran?" Dediğinde sesi sert bir şekilde çıksa da kendini kontrol etmeye çalıştığını anlayabilmiştim. O da benim gibi yattığı yerden hızlı bir şekilde doğrulduğunda, tam karşıma dikilmişti. Öpüşmemizden dolayı şişmiş olan dudaklarımı ısırmamak için kendimi zor tuttuğumda, yukarıya toplanmış tişörtün eteklerini aşağıya çektim. Az önce Mirza'nın saçlarının arasında kaybolan parmak uçlarım titriyordu.

"Yapma," dediğinde Mirza, dönüp ona bakamamıştım bile. "Yapma bunu bize." Sesi acı çeker gibi çıkmıştı. Gözlerimi ona çevirdiğimde, dudaklarına bakmamak için büyük bir çaba sarf etmiştim.

Kendimi toparlamam gerekiyordu. Evet, evet kesinlikle kendimi toparlamam gerekiyordu.

"Yapmayacağım," dediğimde sesim benden bağımsız bir şekilde titremişti. "Yapmayacağım zaten... Olmaz..." Olmazdı. "Biz yokuz..." Sanki kendimi bunlara inandırmak istiyor gibi konuşuyordum.

"Kurban olduğum," dedi Mirza. "Seviyorum." Söylediği tek bir söz kalbimi yerinden oynatmak istercesine atmaya başladı. Bir insanın gözlerinin içi bile 'seviyorum' der miydi? Diyordu işte. Onun gözleri diyordu.

"Gitmek istiyorum," dedim aniden. "Evime gitmek istiyorum." Ellerimi saçlarımın arasından geçirdiğimde, hemen geceden kuruması için koyduğum pantolonumu elime aldım. "Çık dışarı! Giyineceğim." Başımdan savurur gibi söylediklerimle birlikte Mirza'nın kaşları çatıldığında, birkaç adım atarak hemen dibimde bitti.

"Seni götüreceğim," dediğinde ses tonundan kendini zor tuttuğunun farkındaydım. "Şimdi götüreceğim ama şunu aklına sok!" Dediğinde her bir kelimenin üzerine basa basa konuşmuştu. "Ben, bundan sonra seni bırakmam." Gözlerimin içine baka baka söyledikleriyle birlikte hışımla merdivenleri tırmandığında, sadece arkasından bakmakla yetindim. Kendimde ayakta duracak güç bulamadığımda, hemen ardımda duran koltuğa bedenimi bıraktım.

Mavi gözlerimden yaşlar dökülmeye başladığımda ağzımdan kaçan hıçkırığıma engel olmak istercesine elimi ağzıma kapattım. Az önce yaşadıklarımız... Ben resmen ona teslim olacaktım. Böyle olmamalıydı, kendimi ona kaptırmamalıydım.

Ben onu affedemiyordum ki... Aklım affetse, kalbim affetmiyordu onu. On dokuz yaşım affetmiyordu. Onsuz geçen yıllarım onu affetmiyordu.

Terlediğimden dolayı yüzüme yapışmış olan saçlarımı çekmeye çalıştığımda, gözlerimden akan yaşlarımı elimin tersiyle sildim. Yığıldığım koltuktan kalktığımda elime aldığım pantolonumu yavaş bir şekilde üzerimden geçirdim. Yorulmuştum artık, enerjim falan kalmamıştı. Üzerimdeki tişörtü de çıkardığımda tişört öylece avuçlarımın arasında kalmıştı. Mirza'nın tişörtüydü... Tişörtü istemsiz bir şekilde burnuma doğru götürdüğümde tıpkı onun ben de soluklanmalı gibi ben de onun kokusunda soluklandım. Öyle çok Mirza kokuyordu ki...

Yukarıdan gelen gıcırtılı sesler kulaklarıma dolduğunda Mirza'nın geldiğini anlayabilmiştim. Elimdeki tişörtü hemen koltuğun üzerine attığımda, dün gece çıkardığım askılımı hızlı bir şekilde üzerime geçirmeye çalıştım. Askılımın kollarını soktuğumda gözlerim merdivenlerin başında olan Mirza'nın gözleriyle birleşti. Gözlerini gözlerimden ayırmadığında bir an olsun vücuduma bakmamıştı. Sesli bir şekilde yutkunduğumda hızlı bir şekilde askılımı aşağıya indirdim.

Mirza merdivenlerden inip yanıma geldiğinde gözlerini hâlâ gözlerimden ayırmamıştı. Az önceki yaşadığımız şeylerin gerginliğini aramızda hissedebiliyordum. Gözleri, az önce koltuğun üzerine attığım tişörtüne düştüğünde eline aldı. Kısa bir an için tişörte baktığında, tek kolunu geçirdi.

Yarasından dolayı giyemeyeceğini düşündüğümde, "Yardım etmemi ister misin?" Dedim. Sesim kısık bir şekilde çıkmıştı.

"İstemez," dedi Mirza ters ters. Kaşlarım çatıldı. Bana trip falan mı atıyordu bu?

"İyi," dedim ben de dik dik ona baktığımda. Mirza başını sağ tarafına doğru kütlettiğinde, tişörtü yaralı kolundan geçirdi. Geçirdiği an burnunu tişörte yaklaştırdığında, "Kokun kokuma karışmış," dedi. Öylece kaldığımda Mirza bana bakmadan tişörtünü üzerine geçirdi.

Mirza, "Gidelim," dediğinde bir tepki verememiştim. Bu sefer de sözlerini, "Kaldın öyle... Gitmeyi çok istiyordun ya evimizden," diyerek tamamladığında 'evimizin' üzerine basa basa konuşmuştu.

Mirza'nın sözleriyle kendime geldiğimde, "İstiyorum zaten," dedim. Çatık kaşlarının ardından ters ters bana baktı. Daha çok bakardı böyle... Bakışları altında elime aldığım ceketimi üzerime geçirdiğimde yanından geçerek, merdivenlere doğru yöneldim. Ama onun bir saniye olsun üzerimden ayrılmayan bakışlarını hissedebiliyordum.

Mirza'yla birlikte sonunda evden çıkabildiğimizde, ardımda bıraktığım eve son bir kez baktım. Yıllar sonra bu eve adım atmıştım. Ve belki de bu son adımlarımdı. Bir daha bu eve geleceğimi hiç zannetmiyordum. Dudağımda buruk bir tebessüm oluştu. Şimdi de gidiyordum işte.

Mirza evin kapısını kilitlediğinde anahtarı bana doğru uzattı. "Yerine koyabilir misin?" Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda elinden anahtarı hemen alıp tahta blokların arasına koydum. Doğrulduğumda gözlerimi Mirza'ya çevirdiğimde dudaklarının yukarıya kıvrılmış olduğunu gördüm. Pis pis neye gülüyordu acaba?

"Aklında tutacağın kadar önemli bir bilgi değildi ama maşallah hemen buldun yerini. Mirza'nın gülerek söyledikleriyle birlikte kaşlarım çatıldığında, dik dik ona bakmaya başladım.

"Çok biliyon sen," diye ağzımın içinden homurdandığımda, bahçe kapısını açarak kendimi dışarı attım. Gerçi buna diyecek bir şey bulamayınca kaçtım da denebilirdi. Zira diyecek bir şeyim olsa asla kaçmaz, onun başının etini yiyecek kadar söylenir dururdum.

Peşimden Mirza'da geldiğinde arabasını açtı. "Sen mi kullanacaksın?" Dediğimde sesim şaşkınlık içerisinde çıkmıştı.

Mirza, "Daha iyi bir fikrin var mı?" Dediğinde gözlerini bana çevirdi ve tek kaşını yukarıya doğru kaldırdı. Kendime baktım. Ben araba kullanmayı falan bilmiyordum ki. Yani daha öncesinde ehliyet almak için yazılmıştım ama sinyal vermeyi unuttuğum için kalmıştım. Zaten beni de arabaya binince bir heyecan sardığı için sonrasında bir daha sınava girmeyi denememiştim. Valla ellerim falan terliyordu heyecandan ha!

"Senin iyi fikrinde yaralı kolunla araba kullanmak galiba?" Alay edercesine söylediğim şeyle birlikte Mirza başını 'aynen' dercesine salladı. "Ama ben hayatta binmem bu arabaya. Canımı henüz yolda bulmadım ben." Mirza kaşlarını çattı. Belki benim gerçekten de binmeyeceğime inanırsa yaralı koluyla araba kullanmak gibi bir hataya düşmez diye böyle söylemiştim. Zira kendisinde küçücükte olsa mantıklı düşünme gibi özellik yoktu da.

"Bak sen," dedi Mirza. "Demek binmezsin?" Alay mı ediyordu bu benimle?

Ben de başımı tıpkı onun gibi 'aynen aynen' dercesine salladığımda onu ardımda bırakarak yürümeye başladım. Attığım dört beş aşından sonra çoktan arkamdan, "Mihran?" Diye bağırmaya başlamıştı bile.

"Mihran!"

Ne Mihran, ne Mihran?

"Bin şu arabaya asaplarımı çıkarma benim." Asaplarımda asaplarım. Başlayacağım ama ben senin asaplarına.

"Sana diyorum Mihran!" De canım de. Anca öyle arkamdan böğürmeyi bilirsin işte.

Mirza tekrardan, "Mihran!" Diye bağırdığında birden kolumdan tutup beni kendisine doğru çevirdi. Hangi ara yanıma geldiğini anlayamamıştım ama ben de artık kendimi tutamadığımda yüzüne yüzüne bağırdım.

"Ne Mihran, ne Mihran?" Bağırmamla birlikte Mirza öylece kalakaldığında dudakları belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı.

"Arabaya bin diyecektim sadece." Sesi az önceki bağırmalarının aksine gayet sakin bir şekilde çıkmıştı. Allah'ım sanki az önce bas bas 'Mihran' diye bağıran bendim ya. Birden yine aslan moodunu kapatmış, kediliğini açmıştı. Valla bu adam manyaktı. Tövbe tövbe...

"Binmiyorum," dedim onun aksine sesimi yükselte yükselte. "Senin arabana falan binmiyorum."

"Ne yapacaksın? Yol boyu böyle yürüyecek misin?"

"Yo..." dedim bilmiş bilmiş. "Kendime taksi çağıracağım." Burnundan soludu ama sonrasından alay edercesine güldü.

"Buraya taksi çıkmaz Mihran, bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Taksi için ana caddeye çıkman gerekiyor ama oraya kadar da kim bilir hangi köpek, kurt yer seni." Öyle bir 'yer' demişti ki... Tüm tüylerimin ürperdiğini hissettim. Bir bulunduğum dağın başına baktım, bir de evin bulunduğu izbe sokağa...

"Çok biliyorsun sen," dedim. Dişlerimi birbirine bastırdığımda kendimi üzerine atlamamak için zor tutuyordum. "Bulmuşsun tabii dağın başına köpekli, fareli evi bir de böyle alay eder gibi konuşuyorsun karşımda. Seni pişmiş kelle." Bağırarak söylediklerimden sonra gerisin geri dönerek arabaya doğru yürümeye başladım.

"Ama gör sen gör... Kolun bir kanasın asla bakmayacağım sana. Her koyun kendi bacağından asılırmış, al kullan şimdi. Manyak." Kendi kendime söyleniyordum ve bu söylenmelerim asla bitecek gibi de durmuyordu.

Söylenmelerimin üzerine sonunda arabaya binebildiğimizde, başımı cama doğru yasladım. Asla onunla muhattap olmayacak, tek bir kelime olsun konuşmayacaktım. Ona o kadar bu şekilde araba kullanamazsın demiştim ama o inadına kullanabileceğini söylemişti. Kullansında görelim bakalım.

Allah'ım sen koru bizi ya. Valla binmiştim bu delinin arabasına ama korkmuyor da değildim ha!

Mirza arabayı çalıştırdığında gözlerimi çaktırmamaya çalışarak ona doğru çevirip bakmaya başladım. Kullanabiliyordu. Kaşlarım çatıldı. Yemek yiyememişti ama maşallah işine gelince çok güzel kullanabilmişti.

Anayola çıktığımızda aramızdaki sessizlik hâlâ bozulmamıştı. İkimiz de konuşmuyorduk. Ve belki de bizim için konuşmamak en iyisiydi.

Mirza birden, "Mihran?" Diyerek aramızdaki sessizliği bozduğunda ona cevap vermedim. Asla muhatap olmayacaktım onunla. Sadece beni mahalleye kadar götürecekti o kadar.

"Mihran?" Cevap vermedim.

"Kurban olduğum?" Cevap vermedim, sadece dişlerimi kırmak istercesine birbirine doğru bastırdım.

Mirza, "Eğer sessizliğinle bana ceza vermek istiyorsan," dediğinde duraksadı. "Sessizliğin bana ceza değil, ödül olur. En azından senin cırtlak sesini çekmemiş olurum."

"Hadsiz!" Diye yükseldim birden. "Hadsiz, densiz. Hem beni arabana bindirene kadar karşımda kırk takla atıyorsun hem de konuşmamdan şikayet edip duruyorsun." Bağırarak söylediklerimle birlikte Mirza birden kahkahalarla gülmeye başladığında, kaşlarım çatıldı. Ellerimi göğsümün üzerinde bağladığımda, burnumdan solumaya başladım. Sırf beni konuşturmak için öyle söylemişti ve şimdi de kahkahalarıyla gülüyordu. Pardon anırıyordu.

Eşek.

Huysuz bir şekilde ağzımın içinden kendi kendime homurdanmaya başladığımda, Mirza sonunda kahkahalarını kesti ve gözlerini bana çevirdi. O gözlerini üzerimde hissettim ama ben ona dönüp bakmadım.

"Senin sessizliğin bana anca yara olur kurban olduğum." Söylediklerinden sonra duraksadığında boğazıma oturan yumrukla birlikte yutkunmaya çalıştım. "Dudaklarından dökülen tek bir kelime ise; sevda olur." Daha fazla dayanamadım ve gözlerimi ona çevirdim.

"Ağzın iyi laf yapıyor," dediğimde Mirza'nın dudakları beni şaşırtacak bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldı.

"Öyle," dedi hiç beklemediğim bir anda. Gözleri tıpkı bir şeytanın inine girmesi gibi parladı. "Ağzım iyi lafta yapar, başka şeylerde." Söylediklerinden sonra öylece kalakaldığımda Mirza bana imalı bir şekilde göz kırptı ve önüne döndü.

Hadsiz, densiz, saygısız.

İçimden Mirza'ya saydırmaya başladığımda ellerimi ceketimin cebine doğru atıp önünü birleştirmeye çalıştım. Parmaklarım telefonuma değdiğinde, telefonumu cebimden çıkardım. Dün geceden beri açıp bakmamıştım bile.

Ekranını açtığımda gördüğüm bildirimlerle birlikte kaşlarımı çatmadan edemedim. Çiçek defalarca kez mesaj atmış, bir de üzerine bir sürü aramıştı. Ama beni asıl şaşırtıp korkutan annem ve babamın da defalarca kez aramış olmalarıydı.

"Çiçek bir sürü mesaj atmış. Annem ve babam defalarca kez aramışlar..." dediğimde sesim korku dolu bir şekilde çıkmıştı. O kadar çok aramışlardı ki...

Mirza, "Korkma," dediğinde ters ters ona baktım. Korkma demesi kolaydı tabii. Ben şu an korkumdan mesajları açıp okuyamıyordum bile.

En sonunda dayanamadığımda WhatsApp'a girdim. Ne kadar korksam da o mesajları okumak zorundaydım sonuçta.

Çiçek: Mihran

Çiçek: Sana bir şey dicem

Çiçek: Ama çok korkuyom

Geliyordu gelmekte olan işte.

Çiçek: Sabah Nuray teyze annemi aramış

Çiçek: Daha ben elinden alamadan telefonu

Çiçek: Annem gece bizde kalmadığını söyledi

Hassiktir.

Çiçek: Toparlamaya çalıştım ama beceremedim

Bu yalanın üzerine kesin Nesibe teyze, Çiçek'e de kızmıştı. Ee tabii onları da zor durumda bırakmıştım. Oflamamak için kendimi zor tuttuğumda, içimi korku ve tedirginlik sarmıştı. Şu an belki de gitmek isteyeceğim en son yer evimdi. Ama ben bildiğiniz acılara doğru yürüyordum.

Çiçek:

Çiçek: özr dlrim

"Bittim ben. Yalan söylediğimi öğrendiler." Tedirginlikle dudağımı ısırdım. "Ne yapacağım ben? Bittim... Durdur sen arabayı, girme mahalleye." Kendi kendime konuşuyordum. Mirza'ya bakamamıştım bile.

Mirza, "Korkma," dediğinde benim söylediklerimi umursamayarak çoktan mahalleye girmişti bile. Ama mahalleye birlikte girmememiz gerekiyordu. Babam veya annem bizi görecek olsa bu durumumuzu onlara açıklayamazdım. Sanki beraber girmesek açıklayabilecekmiş gibi...

"Mahalleye girme dedim sana değil mi?" Diyerek Mirza'ya çıkıştığımda kaşlarım çatılmıştı. Ne korkuma engel olabiliyordum, ne de Mirza'ya kızmama.

Mirza, "Ben yanındayım," dediğinde âdeta her bir kelimenin üzerine basa basa konuşmuştu. "Ben yanındayım, bana güven sakın korkma tamam mı?" Mirza kendinden emin bir şekilde söylediklerinden sonra arabayı evlerinin önünde durdurdu. Olduğum yere sinmemek için kendimi zor tutuyordum.

Çok yalan söyleyen birisi değildim. Ama işte söyleyesim tuttuğu zamanda elime, yüzüme buruşturmuştum. Aferin bana yani.

"Nasıl rahatladım nasıl," dediğimde sesim alaylı bir şekilde çıkmıştı. "Senin yanımda olman öyle çok rahattı ki şu an beni..." Dalga geçtiğimi anladı ve Mirza'nın kaşları çatıldı. "Şu dünyada güveneceğim son insan bile değilsin artık." Gözlerinin içine baka baka söylediklerimden sonra onun bir şey demesine izin vermeden hızlı bir şekilde arabadan indim. Zaten arabada dursam da bir şey söyleyecekmiş gibi durmuyordu.

Benim inmemle eş zamanlı olarak Mirzaların evinin kapısı açıldığında önden annem ve babam arkalarından ise Asiye teyze ve Aslan amca çıktı. Babam gözlerini benim olduğum yere doğru çevirdiğinde, gözlerimiz birleşti. Olduğum yerde titrediğimi hissettim. O gözlerde bir çok yoğun duygu vardı, benim gözlerimde ise korku...

Babam bana doğru hızlı hızlı adımlar attığında, "Sen," diye bağırdı. Yanıma yaklaştığında elini bana doğru kaldırdı. Ama yanıma hangi ara geldiğini anlayamadığım Mirza hızlı bir şekilde babamın havada olan elini kavrayıp tuttu. Gözlerim hissettiğim hayal kırıklığı ve şaşkınlığımdan dolayı açıldığında annemin, "Mehmet!" Diye bağıran sesi kulaklarıma doldu. Hepsinin başımıza toplandığını hissettim. Ama ne babam ne de ben bir an olsun onlara bakmamıştık.

Babam, "Ne yapıyorsun sen lan?" Diye bağırdığında hâlâ üzerimde yapışmış olan şaşkınlığımı atamamıştım.

Mirza dudaklarının arasından, "Mehmet amca!" Diye uyarırcasına tısladığında boğazımı bir elin sıktığını hissettim. Mirza'nın benim için her şeyi göze alacağını yaptığı şu hareketiyle bile fark edebilmiştim.

Ama babam... O, benim babamdı. En sevdiğimdi... Yanımda dağ gibi duranımdı. Mirza, babamın elini tutmasa bana vuracak olan babamdı.

Gözlerimin içine dolan yaşlarım kendini belli etmek istercesine yanaklarıma doğru süzüldüğünde babam, "Ne Mehmet amcası lan?" Diye bağırdı. "Koca adamsın demem alırım seni ayağımın altına." Babam, elini Mirza'nın elinin varlığından bir hışımla kurtardığında, "Kızıma sarılacağım kızıma," diye bağırdı. Babamın sözlerinin üzerine şaşırmadan edemediğimde, bu sefer tek şaşıran ben değildim.

Mirza, "Ben..." dediğinde belki de ilk defa ne diyeceğini bilemeyerek sustu. Ki bilememesi de çok normaldi. "Ben sandım ki..."

"Sus!" Diye bağırdı babam hemen. "Öyle bir adam mıyım ben?" Babam kızgın bir şekilde söylediklerinden sonra beni kendisine doğru çekip sarıldığında, başım göğsüne çarptı. Babamın bu hareketiyle birlikte yaşlar gözlerimden daha da çok aktığında babam, "İyi misin kızım?" Dedi. Sadece başımı salladım ama anladı mı anlamadı mı bilmiyordum işte.

"Özür dilerim baba," dediğimde sesim sanki içime kaçmış gibi çıkmıştı. Bu özrüm onlara yalan söylediğim içindi.

Babam, "Korkuttun şu yaşlı babanı kızım," dediğinde elleriyle saçlarımı okşadı. Ben, babamın bana kızmasını beklerken, o beni korkuttun diyordu. Ve ben tam olarak neden korktuğunu bile anlayamamıştım.

"İyisin değil mi kızım?" Başımı belli belirsiz bir şekilde salladığımda, babam benden ayrıldı ama ellerini saçlarımın üzerinden çekmeyerek okşamaya devam etti.

"Bizi bırakıp gittin sandık kızım. Kalbime iniyordu." Babamın birden söylediği şeyle birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı.

"Sizi bırakıp gitmek mi?" Dediğimde ses tonumdan şaşırdığımı yeterince belli ettiğimi düşünüyordum.

"Hep bu ananın işleri işte. Yok Müge Anlı'da evden kaçan çocukları görüyormuş, kaçıp kaçıp gidiyorlarmış. Sabahtan beri kızım gitti diye ağıtlar yakıp duruyor. Kalbime indiriyordu beni." Babamın korkarak söylediklerinden sonra gözlerimi anneme doğru çevirdim. Gerçekten evden kaçıp gittiğimi mi düşünmüştü? Gerçi Müge Anlı'yı izleye izleye psikolojisinin bozulması da normaldi.

"Bir daha yok ama," dedi babam. "Esra'sı, Müge'si yok artık. Sileceğim o kanalı." Annem gözlerini kaçırdığında, ellerimi babamın kollarına sardım.

"Özür dilerim," dedim tekrardan. Şu an elimden gelen tek şey özür dilemekti. Yalan söylediğim ve babamı böylesine üzdüğüm için kendimi o kadar kötü hissetmiştim ki...

"Neredeydin kızım?" Dedi babam. Gözlerini kısa bir an için yanımdaki Mirza'ya çevirsede hemen geri bana baktı. "Neden yalan söyledin kızım?" Saçlarımı okşadı. "Söyle kızmayacağım kızım." Öylece durdum. Acilen yeni bir yalan bulmam gerekiyordu ama babam böyle gözlerimin içine bakarken de ona yalan söyleyemezdim ki.

"Ben..." dedim ama ne diyeceğimi bilemediğimde sustum. Zaten ne diyebilirdim ki? Tüm geceyi Mirza'yla geçirdim mi? "Baba ben..." Tekrardan sustum.

Mirza birden, "Ben vuruldum," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Asiye teyze, "Oğlum," diye feryat figan bağırdığında hemen Mirza'nın yanına geldi.

Aslan amca, "Oğlum ne diyorsun sen?" Diye bağırdığında o da hemen Mirza'nın yanına gelmişti. Mirza onlara bakmadığında, "Dün gece kolumdan vuruldum," dedi. "Mihran gördü beni hastaneye götürdü. Tüm gecede benimle hastanede beklemek zorunda kaldı." Bu yalanlarının hepsi babamaydı. Ve beni korumak içindi.

Asiye teyze, "Oğlum sen niye bize haber vermiyorsun? İyi misin yavrum? Söyle iyi misin?" Dediğinde ağlamaya başlamıştı bile. Onun bu hâllerine içim acıdı. Bana son günlerde yaptıklarına karşılık şu an duyguları da gerçekti. Ne olursa olsun o da bir anneydi ve kendince çocuğunu korumaya çalışıyordu.

"Bu yüzden aramadım sizi anne," dedi Mirza. "Boş yere telaşa verecektin herkesi. Önemsiz bir sıyrıktı sadece ama hastanede kalmam gerekti." Bu sefer gözlerini babama çevirdi. "Mihran'ı ben zorladım size haber vermemesi için Mehmet amca. Benim yüzümden oldu her şey." Sesi net bir şekilde çıkmıştı.

Babam başını belli belirsiz bir şekilde salladığında, sessiz kalıp bir şey demedi. Mirza'ya hâlâ sinirli olduğunu anlayabilmiştim.

Asiye teyze, "Oğlum oğlum..." dediğinde onun yaralı koluna bakmaya çalıştı ama bakamadı.

Aslan amca, "Durmayalım böyle kapıda, girelim içeri konuşalım, yarana bakalım çocuğum..." dediğinde babam, "Biz evimize geçelim," dedi. Annem buna itiraz edecek gibi olsa da babamın bakışlarını görmüş olacak ki; edemedi. Aslan amca şu durumda bir şey demek istemediğinde, "Tamam Mehmet," dedi.

Babam elini, koluma koyup beni yürütmeye başladığında, ona hiç itirazsız ayak uydurdum. Bu işten de böylelikle yırtmış gibi gözüküyordum.

Birden aklıma düşen şeyle birlikte adımlarım duraksadığında, "Aslan amca?" Diye bağırdım.

Aslan amca duraksadığında, "Efendim kızım?" Dedi.

"Doktor, Mirza abinin iki gün boyunca istirahat etmesini söyledi. Bir de kolunu fazla oynatmayacakmış." 'Abi' dememle birlikte Mirza'nın kaşları çatılmıştı. Ki ondan sonra söylediklerimle birlikte daha da çok çatıldı. Bunu bilerek Aslan amca varken söylemeyi tercih etmiştim. Mirza, Asiye teyzenin sözünü pek dinlemezdi ama Aslan amcayı az da olsa dinlerdi.

"Tamam kızım tamam sen hiç merak etme," diyen Aslan amcayla birlikte hafifçe gülümsemeye çalıştım. Valla hiç de merak etmiyordum.

'Ya Mihran ya,' diyen iç sesim düşüncelerimin arasından çıkıverdiğinde kaşlarımı çattım. 'Bok merak etmiyorsun.' Böyle iç ses olmaz olsundu be!

Babam, "Hadi kızım üşüyeceksin," dediğinde Mirza'ya son bir kez daha bakarak yürümeye başladım. Sonunda evimize girebildiğimizde tedirgin bir şekilde salondaki üçlü koltuğa oturdum. Aslında hemen odama kaçmak istiyordum ama galiba evdekilere bir açıklama yapmam gerekiyordu.

Babam, "Neden söylemedin ki kızım bize?" Dediğinde yanıma oturmuştu. "Mirza vuruldu deseydin ya." Tabii Mirza vuruldu biz de o eve gittik mi deseydim...

"Baba, Mirza abi şimdi telaş edersiniz diye söylettirmedi." Madem her şey Mirza'nın yüzünden olmuştu, ben de suçu onun üzerine atardım.

"Beni korkuttun ama kızım böyle."

"Bizi," diyerek araya girdi hemen annem. "Ben neciyim burada?" Ay annem bizi mi kıskanıyordu ne?

"Hani bu kız benim kızımdı Nuray? Evden kaçtı diye ağıtlar yakarken öyle deyip duruyordun." Babamın söyledikleriyle birlikte kısa bir an için içimin acıdığını hissetsemde çok çabuk toparlanıp oturduğum yerden kalktım.

"Ben biraz yatsam iyi olacak baba." Anneme bakmamamıştım bile.

"Tamam kızım yat sen," diyen babamla birlikte hemen odama çıkarak, kapıyı ardımdan kapattım. Üzerimdeki kıyafetlerimi hemen çıkarıp pijama takımlarımı giydiğimde, kıyafetlerimi rastgele bir yere fırlattım. Aslında duş almak istiyordum ama birden kendimde duş alacak kadar enerjiyi bulamamıştım. Masamın üzerinde duran tokam gözüme çarptığında hemen alıp saçlarımı topuz yaptım. Saçlarımın böyle salık kalması bile beni daraltmaya yetmişti.

Telefonumu elime alıp kısaca mesajlara göz gezdirdim. Behlül yine bir sürü mesaj atmıştı. Herhalde tek işi sabah, akşam durmadan bana mesaj yazmaktı. Gerçi beni merak ettiği için bunu yaptığını biliyordum.

Behlül: Valla yazıklar olsun sana

Behlül: Şu güzel gözlerime bir gram uyku girmedi

Behlül: Bu gece de seni düşündüm iyi mi

Behlül'ün attığı mesajları okuduğumda parmaklarımı klavyede hareket ettirerek mesaj yazmaya başladım.

Siz: İyiyim beni merak etme

Behlül: Vay be

Behlül: Bir gün sonra gelen iyiyim mi

Behlül: Yere göğe sığdıramadığım beni bir iyiyime sığdırdı iyi mi?

Behlül: Kalbim çok kırıldı çok

Behlül: Sana mesaj atacağım diye tüm internet paketimi smsimi yedim ben

Behlül:Şimdi koy elini vicdanıma hak ettiysem eyvallah

Telefonun ekranına melül melül baktığımda üzgünce dudaklarımı büzdüm. Şimdi o böyle yazında da üzülmüştüm.

Siz: Hklsn tmm

Siz: Abrtm

Behlül: Ne diyon kızım?

Behlül: Hiç şebeklik yapma bana elimden kurtulamazsın

Siz: Tamam be!

Behlül: Cırlama bana cırlama

Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında Behlül'ün attığı mesaja bakakaldım. Herhalde mesajlarımın dilini çözmüştü.

Siz: Tamam diyom

Behlül: Staj gününde iki zurnanı yerim

Siz: Oha

Siz: İki zurnayı nerene yiyeceksin acaba?

Behlül: Kilo almıyorum kızım ben

Ben de ne hikmetse mutfağın önünden geçsem bir kilo alıyordum. Neyse ölümlü dünya sonuçta şimdi yemeyeceğim de ne zaman yiyeceğim?

"He Mihran he," dediğimde kendi kendimi avutmuştum.

Siz: İyi alırım yersin

Siz: Camış

Behlül: Eyvallah biraderim

İyi biraderim yazdıysa benimle barışmıştı. Gerçi küs değildik ama kızgınlığı geçmiş diyebilirdik işte. Behlül'ün mesajına görüldü attığımda, telefonumu kapatarak yatağımın içine koydum.

Sonrasında kendimi de hemen yatağıma bıraktığımda yorganımı başımın üzerine kadar çektim. Artık tamamıyla yorganımın altındaydım. Böyle yaparak aslında bir nevi de saklanıyordum.

Küçüklüğümden beri belki de en çok yaptığım şeydi saklanmak. Annemle kavga ederdim saklanırdım, annem bana kızardı ben yine saklanırdım. Benim için bir şeylerde kaçmanın yolu böyle yorganımın altına saklanmaktan geçiyordu. Kendimi görünmez gibi hissediyordum. Sanki kimse beni bulamayacak gibi...

Ama belki de ilk defa saklanamıyor, öğrendiğim şeylerden kaçamıyordum. Mirza'dan kaçmak isterken ona daha çok tutuluyordum.

"Neden?" Diye fısıldadım kendi kendime. Evet, gitmişti. Ve ben gidişinin nedenini dün gece öğrenmiştim. Ama olmuyordu işte. Öğrendiğim gerçekler bana yetmiyor, koca bir hayal kırıklığı olmaktan öte gitmiyordu.

Ya ben dört yıl önce her uyuduğumda onun ismini sayıklaya sayıklaya uyanmıştım uykularımdan. Bazı geceler ağlamaktan uyuyamamıştım bile. Benim hem abim ölmüştü, hem de o gitmişti.

Ben, onu nasıl affedebilirdim ki?

Yaptıklarını şu yaralı gönlüme nasıl sığdırabilirdim ki?

Yapamıyordum işte. Affedemiyordum.

"Keşke," diye fısıldadığımda gözlerim yorgunluktan kapanmıştı bile. Kalbimdeki gerçeklerin ağırlığıyla birlikte derin bir uykuya daldım.

*

"Mihran!" Diye seslenen annemin sesi kulaklarıma dolduğunda, başımı biraz daha yastığımın içine içine gömdüm. Rüyamın öyle güzel bir yerindeydim ki şu an asla uyanamazdım. O yüzden duymamazlıktan gelmek en iyisiydi.

"Mihran sana diyorum kız." Hayır ne olur deme... Ağzımın içinden bir şeyler homurdandığımda, uyumaya devam ettim. Ama sanki gördüğüm rüyam birazdan gidecek gibi hissediyordum.

"Kız ne diyorsun sen?"

"Reyn mi kız o ne?" Ne Reyn'i ya? Range Roverdir o. Evet, rüyamda Range Roverim vardı. Benim Range Roverim vardı aa dostlar.

"Mihran şimdi cimcikleyeceğim kız. Uyan acil bir şey bu." Annemin tekrardan seslenmesiyle birlikte birden Range Roverim gözlerimin önünden uçup gittiğinde uykumun içinde "Of..." diye bağırdım. "Gitti işte ya gitti. Şimdi sittin sene çalışsam alamayacağım onu." Bağırarak söylediklerimden sonra annemin parmaklarını tenimde hissettiğimde, hemen sonrasında da annem kolumu cimcikledi. Kolumun acısıyla birlikte cırladığımda hemen gözlerimi de açmıştım.

"Kız sen kıçın açıkta falan mı uyudun?" Diye âdeta böğürdü annem. Yo kapalı uyumuştum ki...

"Uyanmadın bir saat, iyi ki bir işimiz düştü sana, zaar ölsek uyanmazsın." Tövbe tövbe. Çatılmış olan kaşlarımın ardından anneme bakmaya devam ettiğimde, "Ne oldu?" Diye mırıldandım. Gözlerim yarı açık, yarı kapalıydı ve hâlâ yatağımdan kalkamamıştım.

"Ne olacak Aslan abi geldi, Mirza oğlum çok ateşlenmiş. Yatak döşek yatıyormuş öyle. Mihran kızım geliversin de bir bakıversin diyorlar." Annemin dudaklarının arasından dökülen kelimeleri kavrayamadığımda belki de hiç söylememem gereken bir şeyi söyledim:

"Ateş düşürücü müyüm ben?" Söylediğim şey üzerine annem öylece bana bakakaldığında, ne dediğimi anlayamadığını anlayabilmiştim. Kadın bile şoka girmişti.

"Kız sen ne diyorsun?" Diye bağırdı annem kendine gelebildiğinde. "Çocuk ölüyor diyorum, ölüyor. Yatak döşek yatıyormuş." En sonunda kendime gelebildiğimde yattığım yerden hızlıca doğruldum.

"Abartma," diye ağzımın içinden homurdandığımda sandalyenin üzerinde duran hırkamı pijama takımımın üzerine geçirdim. "Ateşten ölmekte neymiş hele? Hiç gördün mü sen öleni?" Anneme kızarcasına söylediklerimden sonra hemen odamdan çıktığımda merdivenleri ikişer ikişer indim. Uykum biraz olsun açıldığı için şimdi daha sağlıklı düşünebiliyordum. O yüzdendi zaten bu acele etmelerim.

Aşağıya indiğimde babamı ve Aslan amcayı konuşurken buldum. Kenarda duran terlikleri ayağıma geçirdiğimde Aslan amca, "Seni de uyandırdık kızım," dedi mahçup bir şekilde.

"Olur mu öyle şey Aslan amca?" Dediğimde çoktan dışarıya çıkmıştım bile. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama hava baya karanlıktı ve mahalledeki evlerin ışıkları tek tük yanıyordu. Yüksek ihtimalle gece olmuş olmalıydı.

Babam arkamızdan, "Bir şey olursa haber verin, hastaneye götürelim..." diye bağırdığında Mirzaların açık olan bahçe kapısından içeriye girdim. Açıkçası çok önemli bir şey olduğunu düşünmüyordum. Sadece dün gece çok fazla yağmur yemiştik ve şu an o yediğimiz yağmurların acısı çıkıyordu. Bir de tabii üzerine Mirza'nın yarası vardı...

Eve girdiğimde hızlı bir şekilde Mirza'nın odasına geçtim. Mirza'nın başında alnına sirkeli bez koyan Asiye teyzeyi gördüğümde, adımlarım duraksasada sonrasında hemen Mirza'nın yanına geçtim. Mirza'nın gözleri sanki benim gelmemi bekliyormuşçasına aralandığında, dudaklarının belli belirsiz bir şekilde kıvrıldığını görür gibi oldum.

"Yarım saattir sirkeli, soğuk su yapıyorum kızım. Ateşi düşmedi bir türlü." Asiye teyzenin korkuyla söylediği şeyle birlikte komodinin üzerinde duran ateş ölçeri elime aldığımda Mirza'nın alnına temas ettirmeden ateşini ölçtüm. 39 derece çıkmıştı. Evet gerçekten yüksekti.

"Doktor ateşinin çıkacağını söylemişti zaten," dediğimde amacım Asiye teyzeyi biraz olsun rahatlatmaktı. Ne olursa olsun o da bir anneydi sonuçta.

Mirza, "Anne iyiyim ben," dediğinde sesi kesik kesik çıkmıştı. "Sadece açım. Canım senin tarhana çorbandan istiyor." Mirza'nın söylediği şeylerle birlikte Asiye teyzenin yüzü hemen aydınlandığında, "Yaparım tabii hemen oğlum," dedi. "Senin canın çeker, benden istersin de yapmaz mıyım?" Asiye teyze söylediklerinden sonra koştura koştura odadan çıktığında arkasından öylece bakakaldım.

Mirza'yla odada baş başa kaldığımızda sanki ateşi olan benmişim gibi Mirza, "Eee?" Dedi gayet rahat bir tavırla. "Ateşimi düşürmek için ne yapacaksın?" Kaşlarım çatıldığında gözüm elimdeki ateş ölçere düştü. Yanlış ölçmüş falan olabilir miydi acaba? Yok artık ama ya... Bu piyasada bulunan en iyi ateş ölçerlerden birisiydi ve yanlış ölçme gibi imkânı yok gibiydi.

Mirza bu sefer de, "Belki bana duş aldırırsan ateşim düşer," dediğinde gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Yok yok... Kesinlikle ateşi, diline vurmuş falan olmalıydı. Yoksa bu sözlerinin başka açıklaması olamazdı yani.

"Belki rüyanda?" Dediğimde Asiye teyzenin bıraktığı bezi sıkarak Mirza'nın alnına koymaya çalıştım ama Mirza geri çekildi.

"Bak ölürsem görürsün." Mirza'nın ciddi ciddi söylediği şeyle birlikte başımı olumsuz anlamda salladım.

"Sonra mezar taşıma ömrü yarıda, aklı kurban olduğunda yazarlar bak." Mirza'nın söylediği şeyle birlikte öylece kaldığımda en sonunda kendimi tutamadım ve güldüm. Öyle anlarda, öyle şeyler söylüyordu ki gülmemek elimde değildi yani.

"Abartma," dediğimde sıktığım bezi Mirza'nın alnına koydum. Bu sefer geri çekilmemişti.

"Senin aşkından yataklara düştüm." Mirza'nın beni suçlarcasına söylediği şeyle birlikte kaşlarım yukarıya doğru havalandı.

"Bak ölüyordum az kalsın." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir de öyle ciddi bir şekilde söylüyordu ki...

"Öldürüyorsun beni öldürüyorsun." Tövbe tövbe... Neler diyordu bu böyle? Havale geçiriyordu sanırsam.

Ağzımın içinden, "Sabır," diyerek homurdandığımda eğildiğim yerden kalktım. "Aslan amca!" Diye bağırdığımda Aslan amca hemen yanımıza geldi.

"Ne oldu kızım? Bir şey mi oldu?"

"Hayır hayır," dedim hemen. "Mirza abi..." Mirza burnundan solumaya başladı. "Ilık bir duş alsa onun için çok iyi olur. Ateşi düşer hem." Söylediklerime karşılık Aslan Amca başını olumlu anlamda salladığında, "Tamam kızım," dedi. "Ben hemen sokarım onu suya."

Mirza'nın kaşları çatıldığında, "Girmem ben," dedi hemen. Ne demek girmem?

"Ne diyorsun sen lan eşek sıpası?" Diye birden yükseldi Aslan amca. "Koca eşek oldun hâlâ senin peşinden koşturuyoruz." Elimi dudaklarımın üzerine götürdüğümde gülmemek için kendimi zor tuttum.

Mirza, "Ayıp oluyor ama baba," dediğinde sesi ondan beklenmeyecek derecede masum çıkmıştı.

Aslan amca, Mirza'yı hiç umursamadığında, "Sus lan eşek herif," diyerek Mirza'yı yattığı yatağından kaldırdı. Mirza kalkamamak için ah ah etse de Aslan amcadan daha fazla laf yememek için kalkmıştı.

İkisi birlikte Mirza'nın odasında bulunan banyoya doğru ilerlediklerinde Mirza, "Ah ah..." dedi gözlerimin içine baka baka. "Hayaller, hayatlar oldu benim iş." Kaşlarım çatıldığında, başımı yere eğdim.

Hayaller ben, hayatlar Aslan Amcaydı. Ama neyse ki Aslan amca, Mirza'nın söylemeye çalıştığı şeyi anlamamıştı.

Aslan amcanın, Mirza'yı taşırken zorlandığını fark ettiğimde, "Yardım edeyim mi Aslan amca?" Diye sordum.

Mirza hemen araya girerek, "Bak bak baba görüyorsun değil mi?" Dedi. Neyi görüyordu ki? "Yeni nesil böyle işte. Gelip yardım edeceğine, daha durduğu yerde soruyor." Mirza'nın söylediklerine karşılık kaşlarım çatıldığında, içimden sabır çekmeye başladım.

Aslan amca, "Oğlum," diyerek Mirza'yı uyardığında, "Sorun yok Aslan amca," diyerek aralarına girdim. Sonrasında hemen yanlarına gittiğimde Mirza'nın yarasına dikkat ederek onun kolundan tuttum.

"Mirza abinin çok ateşi var ya şimdi, ateşi aklını alıp götürmüş." Söylediklerimden sonra Mirza'nın sinirle burnundan solumasını bekledim ama onun dudakları yukarıya doğru kıvrıldı.

"Öyle öyle," dediğinde bana doğru eğildi ama ağırlığını üzerime bırakmamıştı. Yaptığı bu hareketiyle geriye çekilmeye çalıştım ama çekiledim. "Aklımı da aldın benim, kalbimi de..." Fısıldayarak söyledikleriyle birlikte gözlerine öylece bakakaldığımda, boğazımdan derince bir yutkunma geçti.

Gözlerimi telaşlı bir ifadeyle Aslan amcaya çevirdiğimde, onun bizi duymadığını anlamıştım. Adamcağızın duyacak hâli de yoktu zaten. Mirza'yı taşımaktan ezilip büzüşüp kalmıştı. Ki öyle kalması çok normaldi. Mirza'nın maşallahı vardı yani.

En sonunda Mirza'yı banyoya kadar taşıyabildiğimizde Aslan amca, "Sağ ol kızım sen çık hadi," dedi. Başımı olumlu anlamda salladığımda, son bir kez Mirza'ya bakarak banyodan çıktım.

Öylece odada bir başıma kaldığımda ne yapacağımı bilememiştim. Şimdi gitsem olmazdı ki... Daha Mirza'nın ateşi düşmemişti bile. En iyisi odadan çıkıp, koridorda beklemekti. Tam odadan çıkacağım sıra banyonun kapısı açıldığında içeriden üstü başı ıslanmış bir Aslan amca çıktı.

"Ben kendim alırım duşumu diye beni de çıkardı kızım," diye açıklama yaptığında mahçup bir şekilde gülümsedi. "Sana da zahmet verdik böyle kızım."

"Olur mu hiç öyle şey amcam," dediğimde gülümsemiştim. Nihayetinde ben bu insanların elinde büyümüştüm. Kaldı ki her ne kadar kendime itiraf etmekte zorlansam da benim Mirza için yapamayacağım bir şey yoktu.

"Tamam kızım bizim koca eşek çıkana kadar ben bir üstümü değiştirip geleyim o zaman." Aslan amca söylediklerinden sonra hemen odadan çıktığında, ben yine öylece odada kalakaldım. Aslında keşke Aslan amca, Mirza'yı bırakıp çıkmasaydı ama bir kere çıkmıştı işte. Ateşi çok yüksek olduğu için öyle bırakmak çokta yalnız bırakmak iyi değildi.

Banyodan birden büyük bir gürültü yükseldiğinde, kaşlarım çatıldı ve adımlarımı oraya doğru yönlendirdim. "Mirza," dediğimde ses vermemişti.

Tekrardan, "Mirza!" Diye bağırdığımda yine ses vermedi ve içeriden daha büyük bir gürültü koptu.

"Giriyorum bak," dediğimde elimi kapı kulpunun üzerine koydum ama açamadım. Nereye giriyorum diyordum acaba? O banyodayken hayatta giremezdim.

"Mirza!" Dediğimde birden kapı kolunu indirip, hemen gözlerimin önünü elimle kapattım. İçeriye doğru bir adım attığımda, "İyi misin?" Dedim. Ses vermedi.

Kalbim korkuyla çarptığında bir çift el beni belimden tutarak kendisine doğru çekti. Ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamadığımda, gözlerimin önüne koyduğum elimi hızlı bir şekilde indirdim. Karşımda gördüğüm Mirza'yla birlikte tuttuğum nefesimi bıraktığımda, rahatladığımı hissedebilmiştim. Ama bu rahatlığımın yanında da fazlasıyla sinirli ve gergindim.

"Manyak!" Diye bağırdım ve peşinden de kendimi tutamadığımda ekledim: "Aptal!" Mirza sanki ona hakaret etmemden keyif almış gibi dudaklarını yukarıya doğru kıvırdığında, "Benim için korktun?" Dedi kendi kendine konuşuyormuşçasına.

Sabır, sabır, sabır...

Ben burada onun için korkuyordum ama o benim karşımda sanki dalga geçer gibi konuşuyordu.

"Sen hastasın?" Dedim sanki bunu daha yeni anlamış gibi. "Valla hastasın sen. Yemişsin kafayı, yemiş..." Gerçekten de öyleydi. Manyak diyordum ve sanki ona iyi bir şey diyormuşum gibi gülüyordu. "Seni hastaneye yatırmamız gerek." Ciddi ciddi söylediklerimden sonra Mirza bu sefer gerçekten güldüğünde, başını olumsuz anlamda salladı.

"Olur," dediğinde beni kendisine doğru çekti ve başım ıslak göğsüne çarptı. Bedenim neredeyse bedenine yapışmıştı. Altına sadece ince bir havlu sarmıştı ve onu hissedebiliyordum.

"Mirza," diye tısladığımda dudaklarımın arasından geriye çekilmeye çalıştım.

Mirza, "Eğer hemşirem sen olacaksan, senin için o deli yerine de yatarım..." diye fısıldadığında belimde duran parmakları hareketlenerek sırtımı okşadı.

Dudaklarımın arasından, "Hasta!" Diyerek tısladığımda, çatılmış kaşlarımın ardından dik dik Mirza'ya baktım. O da gözlerini benden bir an olsun ayırmadığında bu bakışmamızı bölen bir öksürük sesi oldu. Duyduğumuz öksürük sesiyle birlikte gözlerim şaşkınlık ve korku içerisinde açıldığında, gözlerimi hemen Mirza'dan çekerek kollarının arasından çıktım. Daha doğrusu o, beni bıraktı.

Gözlerimi kapının girişine çevirdiğimde gördüğüm Asiye teyzeyle birlikte öylece kalakaldığımda Asiye teyze, "Vay benim başıma gelenler," diyerek ağıt yakmaya başladı. Tek eliyle başını dövüyor, tek eliyle de dizini. Sıfır şaka...

"Vah benim dertli başım vah." Hissettiğim korkudan dolayı alt dudağımı ısırdığımda Mirza'yla olan pozisyonumuza baktım. Bizi yakaladığında dip dibeydik, yani aramızdan rüzgâr bile esmezdi o kadar. Tabii bu durum da Asiye teyzenin böyle delirmesi de normaldi. Şu an ben iyi ki bizi Asiye teyze gördü diye dua ediyordum. Aslan amcanın görmesi gibi bir durumda ne yapardık hiç bilmiyordum.

"Allah'ım al canımı, al. Bu çocuk beni öldürecek yoksa." Hızlı bir şekilde banyodan çıktığımda ne yapacağımı bilemeyerek öylece kalakaldım.

"Asiye teyze..." dediğimde devamında ne diyeceğimi bilemeyerek sustum. Zaten ne diyebilirdim ki? Benim peşimden Mirza'da banyodan çıktığında bu sefer üzeri giyinikti. Siyah, düz tişörtünü ve yine siyah eşofmanını giymişti. İyi en azından şimdi giyinikti.

"Tansiyonlarım çıktı tansiyonlarım." Asiye teyze bağırarak kendisini Mirza'nın yatağına attığında olduğum yerde öylece kalakaldım. Sanki tam şu an kaçıp gitmem gerekiyor gibi hissediyordum ama gidemiyordum da.

"Gördün mü bak?" Dedim Mirza'ya. "Kadının tansiyonunu çıkardın. Hep senin yüzünden."

Mirza'nın kaşları çatıldığında, "Benim yüzünden mi?" Dedi. "Banyoya birden dalan da benim değil mi?" Sanki isteyerek dalmıştım ha!

Asiye teyze, "Abo!" Diyerek bir tepki verdiğinde ona bakamadım bile.

"Banyoda ses vermeyip, ölü taklidi yapan da benim değil mi?" Dediğimde Mirza'nın yüzüne yüzüne çemkirmiştim. "Ayıp be ayıp." Birden aklıma gelen şeyle dudaklarım şaşkınlık içerisinde açıldığında, "Allah bilir sen, ben banyoya gireyim diye ses vermemişsindir," dedim.

Mirza, "Görüyorsun değil mi ana?" Dediğinde sesi oldukça eğlenceli çıkmıştı. Ben sinirimden kuduruyordum ama Mirza geçmiş karşımda eğleniyordu. "Senin bu edepli, namuslu oğlun hakkında neler düşünüyor." Edepli ve namuslu mu?

Elimi ağzıma doğru götürdüğümde Mirza'ya 'rezilsin' bakışlarımdan atmadan edememiştim.

Asiye teyze, "Ay bana bir şeyler oluyor," diyerek Mirza'yla birbirimize olan bakışlarımızın arasına girdiğinde, gözlerimi ona doğru çevirdim. Eliyle, başını tutuyor, ovalıyordu.

"Asiye teyze ben senin bir tansiyonunu ölçeyim?" Dediğimde Asiye teyze gözlerini bana çevirerek, "İstemez istemez..." dedi. Verdiği tepkisine karşılık kaşlarım çatılsada bir şey demedim. Her fırsatta Mirza'dan uzak durmamı istediğini gözlerimin önüne sermekten kaçınmıyordu zaten.

Mirza, "Ana!" Diyerek kızdığında, "Ne?" Dedi Asiye teyze. "Çıkardınız tansiyonlarımı 140'lara. Ne olduğunuz belli değil, ne istediğini belli değil. Varsa bir şeyiniz her şey adabıyla olur, edilir." Asiye teyze, Mirza'ya kızarcasına söylediklerinden sonra gözlerini bana çevirdiğinde, beni peş peşe bombalayacağını anlamıştım.

"Sen, bana senin oğlundan bana ne yuva olur, ne de yâr demedin mi kızım?" Asiye teyzenin yüzüme vurduğu şeyle birlikte öylece kaldığımda, Mirza'nın gözlerini üzerimde hissedebilmiştim ama ona dönüp bakamamıştım bile. Doğru demiştim, ama böyle söylediğim şeyi yüzüme kızarcasına vurmasına gerek var mıydı?

"Ben..." dediğimde ne diyeceğimi bilemeyerek sustum. "Ben gitsem iyi olacak..." Söylediklerimden sonra bir hışımla Mirza'nın odasından çıktığımda merdivenleri hızlıca inerek, bahçeye çıktım.

Tam bahçe kapısını açacağım sıra arkamdan ne ara geldiğini anlayamadığım Mirza beni tutup kendisine çektiğinde, "Dedin mi gerçekten?" Dedi. Sesi net bir şekilde çıkmıştı. Başımı ona çevirdim, ama gözlerine bakamadım. Bana yaptığı o kadar şeyin üzerine, ben hâlâ onu düşünüyor, onu kırmamak için çaba sarf ediyordum.

"Dedin mi dedim sana Mihran?" Mirza'nın yenileyerek sorduğu soruyla birlikte gözlerimi ona çevirdiğimde, sadece gözlerine baktım.

"Evet, dedim..." dediğimde Mirza'nın gözleri acıyla kapandı ama hemen sonrasında geri açıldı.

"Şimdi sen bana yâr değil, yara mı olacaksın?" Öyle bir sormuştu ki... Gözlerimin dolduğunu hissettim ama o yaşlarımın şimdi akmaması için büyük bir çaba içerisindeydim.

Yâr değil, yara mı olacaksın?

Boğazım düğüm düğüm, gözlerim dolu doluydu.

"Zaman," diye fısıldadığımda çaresizce omzumu silktim. "Zamanın şu yaralı kalplerimize ne getireceğini bilemeyiz." Söylediklerimden sonra Mirza başını olumsuz anlamda salladı.

"Zaman," diye fısıldadı o da benim gibi çaresizce. "Zamanın bir şey getirdiği nerde görülmüş ki?" Sanki bu soruyu kendine soruyor gibiydi. "Zaman anca her şeyi alıp götürür."

Gözlerimden bir damla yaş yanaklarıma süzüldüğünde, "Sen, bizden dört yılımızı götürdün," dedim hatırlatmak istercesine. "Bakarsın ben de dört yılımızı götürürüm." Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı ama bu sefer tek bir farkı vardı: Şimdi acıya gülüyordu.

Mirza gözlerimin içine baka baka, "Değil dört yılımı, ömrümü götürsen gıkım çıkmaz," dediğinde duraksadı. "Ama senden geçmem." Âdeta kelimelerin üzerine basa basa konuşmuştu. "Her şeyden geçerim ama ne senden geçerim, ne de seni beklemekten geçerim." Öyle kararlı ve netti ki... Gerçi o söz konusu benken hep böyleydi.

Giderken de, severken de...

Bana söyleyecek başka bir söz bırakmadığında gözlerimi gözlerinden ayırdım ve açtığım kapıdan dışarıya çıktım. O ardımda kaldı, ben onun bakışlarının ağırlığının altında eve yürüdüm. Evimizin önüne geldiğimde kapıyı tıktıklattım ve babam sanki benim gelmemi bekliyormuş gibi kapıyı hemen açtı.

"Nasıl oldu kızım Mirza?" Sesinden akan telaşı hissetmemek mümkün değildi. Annem de babamın peşinden geldiğinde, "İyi," dedim. "Düştü ateşi." Annemle babamın yüzü aydınlandığında annem, "İyi iyi..." dedi. "Dalyan gibi çocuk zaten, bir şeylik olmaz ona."

Babam, "Allah'ın izniyle hanım..." dediğinde aralarına girerek, "Ben uyuyacağım. İyi geceler!" Dedim.

"Yemek yemedin ki kızım," diyen babama gülümsediğimde dudaklarımı yanağına bastırarak onu sıkıca öptüm.

"İşte şimdi yedim senin tombiş yanaklarını," dediğimde diğer yanağını da öptüm. Babamın yüzü aydınlandığında güldü, onun gülüşüyle ben de güldüm. Annem arkamızdan öylece bize bakıyordu ama ona bir tepki vermedim.

Sonrasından onları ardımda bırakarak odama çıktığımda, kapıyı ardımdan kapatarak, dolabıma doğru ilerledim. Dolabımın içine sakladığım kutuyu gün yüzüne çıkardığımda, yatağımın içine geçerek oturdum. Mirza'yla olan her şeyimizi bu kutunun içine sığdırmam imkânsız gibi bir şeydi ama çoğunluğu bu kutunun içindeydi işte.

Fotoğraflarımız, evimizin anahtarı, bana aldığı ilk çiçek, aldığı bileklik, toka ve daha niceleri hep buradaydı.

Ama şimdi bir anılarımız, bir de o yoktu.

Parmaklarım fotoğraflarımızın üzerinde dolaşmaya başladığında, acı bir gerçek yüzüme yüzüme çarptı. Biz çok mutluyduk, gerçekten mutluyduk. Sadece tek bir gecede kararmıştı tüm hayatımız.

Önce abim ölmüş, peşinden de Mirza gitmişti. Ölüm o kadar ani bir şeydi ki... Şu anı yaşarken, bir dakika sonrasında yaşayabileceğimizin garantisi yoktu. Ve ben, Mirza'ya 'dört yılımızı götürürüm' demiştim. Kim bana dört yılımızın garantisini verebilirdi ki? Ölüm vardı ve ölüm çok acıydı. Bunu yaşamıştım, onun o geçmeyen acısını hissetmiştim.

Parmaklarımı fotoğrafların üzerinden çektiğimde, kutunun kapağını kapatarak geri yerine koydum.

Bu gece kafamda bir şeyleri netleştirmiştim.

Aslında zaman diye bir şey yoktu.

Mirza'nın da dediği gibi, 'Zamanın bizden götürdükleri' vardı. Ben artık şu zamanın bizden bir şey götürmesini istemiyordum. Yenilgiyse yenilgiydi, teslimiyetse teslimiyetti.

Ama bundan sonrasında bildiğim tek bir şey vardı: Onsuz olmazdı.

Ve ben de buna göre davranacaktım. Yatağıma uzandığımda yorganımı başımın üzerine kadar çekerek, aklımdaki düşüncelerimle birlikte gözlerimi kapattım.

*

Odamdan çıktığımda merdivenleri inerek mutfağa girdim. Annem yine gözlerini bir an olsun bile kırpmadan kanal 7'de olan dizisini izliyordu. Allah'ım benim gözlerim kapanıyordu, kadın gözlerini bir an olsun ayırmıyordu o diziden.

Esnediğimde elimi ağzıma doğru götürerek kapattım. Sabah erkenden kalkmış, okuluma gitmiştim. Okulda bir güzel Behlül'ün söylenmelerini çekmiştim tabii. Bugün dersim bir tık geç bittiği için eve de birazcık geç gelmiştim. Geldiğim gibi de hiç oyalanmadan yaklaşmakta olan vizelerime çalışmaya başlamıştım. Ve yaklaşık yarım saattir de mola vermiştim. Gerçi molama on dakika diyerek başlamıştım ama artık bir kez dersin başından kalkmıştım, bugün bir daha zor oturur gibiydim.

Kekstraların olduğu çekmeceyi açtığımda, gördüğüm kekstrayla birlikte öylece kaldım. Bu Mirza'nın bana aldığı kekstraydı ve hâlâ yememiştim. Ve bu gidişle de yiyecek gibi durmuyordum. Kekstrayı elime aldığımda kenardaki sandalyeyi çekerek oturdum.

Mirza'yı en son dün gece o bahçede görmüştüm. Dün gecenin üzerine ise ne bir mesaj atmıştı, ne de onu görmüştüm. Evde miydi, yarası ne durumdaydı onu bile bilmiyordum. Gerçi yarasına bir şey olsa mutlaka haberim olurdu ama yine de işte düşünmeden yapamıyordum.

Elimdeki kekstraya baka baka Mirza'ya düşünmeye devam ettim. Ah ah... Kekstrada bile aklıma o geliyordu.

"Çıktığı varmış gibi sanki," diye kendi kendime ağzımın içinden homurdandığımda, cebime koyduğum telefonum titredi. Elimdeki keki masanın üzerine bıraktığımda, telefonumu cebimden çıkardım. Kızlarla olan gruptan mesaj gelmişti.

Sezin abla: Selam kızlar

Dila: Abla seni çağırmamıştık ama

Sezin abla: Ne diyon kız anlamadım

Valla ben de anlamamıştım. Ya bizde sorun vardı ya da Dila'da. Ki yüksek ihtimalle sorun bizdeydi.

Dila: Gruba öyle bir giriş yaptın ki abla

Dila: Yerli se - le - na geldi sandım

Dila:

Çiçek: Salak kız asdfghhasdş

Çiçek: Kalite 144p

Sezin abla:

Sezin abla: Kıskanç şey seni

Sezin abla: Evleniyorum diye kıskanıyor bu beni

Dila:

Dila: Anam neyini kıskanıcam senin

Dila: Dertsiz başıma koca mı arıyom ben sanki asdfgasdd

Çiçek: İlk defa sana hak veriyorum Dila

Dila: Eyv böceğim

Çiçek:

Okuduğum mesajlarla kendimi tutamayarak güldüğümde, kızların attıklarını yıldızladım. Sonradan lazım neyim olurdu.

Sezin abla: Evleniyorum ben aa dostlar

Sezin abla: Duyanlara duymayanlara evleniyorum

Dila: Abla valla herkes duydu sal bizi

Çiçek: Sezin abla ben giyeceğim kıyafetlerimi bile hazırladım

Sezin abla: Hele essah diyon

Dila: Kız ben daha hazırlayamadım ya

Dila: Sen benden önce nasıl seçtin

Dila: Önce benim bulmam gerekiyordu

Çiçek: Bak atacağım şimdi

Çiçek:

Çiçek'in attığı fotoğrafla birlikte şöyle bir, iki dakika boyunca ekrana bakakaldım. Sanırsam diğerleri de bakakalmıştı ki kimse gruba bir şey yazmamıştı.

Sezin abla: Çiçek beyaz bu

Çiçek: Evet abla beyaz bana çok yakışır da

Anlamıştım. Çiçek, Sezin ablayı kızdırmaya çalışıyordu. Zaten bu gelinliğimsi elbise asla Çiçek'in tarzı değildi. Çiçek bir kere beyaz giymeyi hiç sevmezdi ki. Ah Çiçek ah... Nerden de aklına geliyordu böyle şeyler? Kendi kendime güldüğümde Sezin ablanın attığı diğer mesaj okudum.

Sezin abla: Çiçek gelinlik bu

Çiçek: Yok daha neler abla

Çiçek: Bildiğin elbise bu

Dila: Kız bu çok güzel ya ben de böyle bir şey seçeyim. Beyaz bana da çok yakışır

Çiçek'in yaptığı oyuna peşinden Dila'da katıldığında ağzımdan kaçan kıkırtıma engel olamayarak güldüm. En sonunda Sezin ablayı çıldırtıp çıkacaklardı.

Sezin abla: Düğün girişine Feratlar küpekler ve gelinden rol çalanlar GİREmez yazacağım

Bu sefer gerçekten güldüğümde annem, "Neye gülüyorsun kız?" Diyerek mutfağa girdi.

Geçiştirircesine, "Gruptan bir şeye," dediğimde devamında da, "Akşama yemeğe ne var?" Dedim.

"Akşam yatıyon yemek, sabah kalkıyon yemek, öğleni yiyon yine yemek. Robot muyum ben kızım? Bulaşık, temizlik, yemek. Millet yer, içer, yatar... Ben, kalk, bulaşık, temizlik, yemek, bulaşık. Bıktım vallahi ha!" Annemin peş peşe söyledikleriyle birlikte şaşırmadan edememiştim.

"Çenen bir robot gücünde anneciğim maşallahı var yine," dediğimde annem, "Kız bana bak!" Diye bağırarak ayağındaki terliği eline aldı.

"Hele bir vur vallahi kaçarım evden, sonra Müge Anlı'larda beni ararsınız. Bir de Müge Anlı sezon finali verince kaçar giderim, o zaman arayacak bir yer de bulamazsın." Söylediklerimden sonra annemin elindeki terliği havada öylece kalakaldığında, söylediklerimi ciddiyi almış olacak ki; hemen terliği indirdi.

"Tövbe tövbe... Allah bu kıza akıl vere. Allah'ım sen bu kızı gel git akıllı yapma." Gel git akıllı mı? Ayıp oluyordu ama yani.

"Akşamı evde yemeyeceğiz diye yemek yapmadım."

"Nerede yiyeceğiz?" Diye sorduğumda aslında cevabını bildiğim bir soruyu sormuştum. Biz nerede yiyebilirdik ki? Tabii ki de Asiye teyzelerde.

"Ahiretliğimde yiyeceğiz. Şükür için kurban kestiler sabah, mangal yakacaklar."

"Ne?" Dedim yüzümü buruşturduğumda. "Şükür kurbanı mı?"

"He Mirza oğlum vuruldu ya ondan."

"Onlarda bundan dolayı hayvancağızı mı kestiler yani?"

"Kızım sanki kötü bir şey yapmışlar gibi yüzünü buruştura buruştura konuşmasana. Fakire fukaraya dağıtacaklar işte. Valla çarpılır kalırsın." Tövbe tövbe...

"Yemem ben," diye yükseldim birden. "Siz gidin, gelmem ben." Zaten daha onları göresim bile gelmemişti. Haftanın beş günü neredeyse onlardaydık, nasıl göresim gelebilirdi ki? Ki Asiye teyzeyi hiç görmek istemiyordum. Dün gece yaşadıklarımızdan sonra Mirza'yı da görmek istemiyordum. Bir karar vermiştim ama o karar şu an değildi yani.

"Hayatta olmaz," dedi annem. "Mahalledeki çoğu kişiyi çağırdılar. Sezinler neyim de orada olacak. Kimsenin ağzına laf veremem ben." Neyin lafını verecekti acaba? Gelmek istemiyordum işte.

"Yemem ben," dedim tekrardan.

"Tamam," dedi annem bezmiş bir şekilde. "Onların yaptığını yeme. Babanı yollar şimdi marketten köfte aldırırım onu da sana yaparlar."

Yüzüm ekşidiğinde, "Onu da yemem," dedim. "O farklı bir şeyden mi geliyor sanki?" Normalde et ve etin türevleriyle herhangi bir sorunum yoktu ama şimdi o hayvanın kesilmesi içimi bir tuhaf yapmıştı ve onu unutana kadar da asla yiyemezdim. İçim almazdı bir kere.

"Zıkkımın pekini ye kızım. Anca o cipsleri ye sen tamam mı?" Allah aşkına biz hangi ara cipse gelmiştik? Cips yemeyi seviyordum ve yiyordum ama annem köşeye sıkışınca hemen cips diye başlıyordu.

Annemi umursamadığımda dolabın kapağını açarak arta kalmış yemeklere baktım. Bulgur pilavı ve ıspanak vardı. "Hah tamam bunlardan yerim ben de."

"Tamam otur ye hadi hemen çıkacağız."

"Yo..." dedim. "Asiye teyzelere götürüp sizle yiyeceğim."

"Kız elin evine hiç yemek gider mi? Ayıp olur ayıp, saçma saçma konuşma hele."

"Ne yapayım?" Dedim. "Siz yerken ben öyle arpacık kumrusu gibi düşüneyim mi?"Tenceredeki yemekleri saklama kaplarına boşalttığımda annem arkamdan söylemeye başladı.

"Allah senin şu bitmez inadını ala da geri vermeye emi. Amin amin." Güldüm.

Annemle olan laf dalaşlarımız bitebildiğinde evden de çıkabilmiştik. Annem elimdeki saklama kaplarına ters ters baktığında, Mirza'ların açık olan bahçe kapısından içeriye girdik. Girdiğim gibi gözüm büyük bir kalabalıkla karşılaştığında şaşırmadan edememiştim. Valla gelen geçen herkesi çağırmışlardı herhalde. Ve ben bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmediğim için dolaptan rastgele aldığım bir eşofmanımı giyip gelmiştim. Saç, baş zaten hak getireydi yani.

Asiye teyze, "Hoş geldin Nuray'ım..." deyip anneme sarıldığında babam da çoktan erkelerin olduğu masaya geçmişti. Ben öylece kaldığımda Dila, "O elindekiler ne?" Diyerek yanıma geldi.

Ben daha bir şey diyemeden, "Ne olacak?" Diye homurdandı annem. "Hayvana kıyıp etini yiyemezmiş, evden yemek getirdi kendisini." Ay sanki ayıp bir şey yapmışım gibi söylüyordu. Ne yapsaydım yani aç mı kalsaydım?

Asiye teyze, "Kızım yemek vardı evde sana da ondan koyardım," dediğinde bir şey demeyerek sessiz kaldım. Ee ben müneccim boku yemediğim için evlerinde olup olmadığını nasıl bilerdim ki acaba?

Annemle, Asiye teyze de diğer kadınların arasına geçtiğinde ben öylece ortada kalakalmıştım. Gözlerim istemsiz bir şekilde Mirza'yı arıyordu ama aradığını da bir türlü bulamıyordu. Devran abi ve Polat abi vardı ama Mirza ortalıklarda yoktu.

Polat abi mahallenin gençleriyle birlikte oturduğu ortamdan kalktığında yanıma doğru gelmeye başladı. "Nasılsın abim?"

"İyiyim Polat abi," dediğimde boğazım düğüm düğüm olmuştu ama belli etmemeye çalıştım.

"Canını sıkan, üzen var mı?" Var Polat abi var. Mesela en başta şu arkadaşınız var. Canımı öyle bir yakıyor ki... Onu böyle bir elden geçirirseniz çok iyi olur.

İç dünyamda düşündüğüm şeylere karşılık kaşlarım hafifçe çatıldığında, "Yok..." dedim gülümsemeye çalışarak. "Kim üzecek ki beni?" Söylediğim şeyden sonra Mirza birden evlerinin kapısında belirsizinde gözleri sanki benim burada olduğumu biliyormuşçasına bana doğru çevrildi. Sonra da yanımda duran Polat abiye... Kaşları çatıldığında bahçede bulunan kimseyi umursamadan bizim yanımıza gelmeye başladı.

"Ne oluyor burada?" Diyerek Polat abiyle olan sessizliğimizin içine daldığında, çatık kaşlarımın ardından ona baktım. Ne ne oluyordu acaba? Konuşuyorduk işte kör müydü?

Neyse sakin olmam, sinirlenmemem gerekiyordu. Daha dün gece çok nette olmasam bir karar almıştım ve onu uygulayacaktım.

Polat abi, "Hoş buldum kardeşim," dediğinde Mirza'ya laf çarpmıştı.

Mirza, "Hoş geldin kardeşim hoş geldin," dediğinde sesi sert bir şekilde çıksa da biraz olsun yumuşamıştı.

"Hoş bulduk kardeşim," dedi Polat abi. Sesi imalı bir şekilde çıkmıştı. "Ben de şimdi Mihran'a canını sıkan, üzen var mı diye soruyordum." Mirza başını hafifçe yan tarafına eğdiğinde, elini de saçlarının ucuna götürüp kaşıdı. Şu hâliyle gözüme çok kısa bir an için tatlı gelmişti. Ama dedim ya işte çok kısa bir an...

"Var mıymış peki?" Dediğinde Mirza sesi meraklı bir şekilde çıkmıştı. Polat abiyle ben, ona bakakaldığımızda, "Yani üzen, sıkan falan?" Dedi.

Vardı. Hiç olmaz mıydı? En başta kendisiydi ama bunu ona şu an diyemeyeceğim için sustum.

Polat abi, "Varmış kardeşim var," dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Ama onlar Mirza'yla birbirlerine bakıyorlardı. Sanki ikisinin arasında benim bilmediğim bir olay var gibiydi.

Mirza kaşlarını yukarıya kaldırdığında, "Hayırdır kimmiş?" Dedi. Cevabını bildiği soruları sormayı ne kadar da seviyordu öyle.

Polat abi, Mirza'nın kolundan tuttuğunda, "Gel kardeşim gel," diyerek onu erkeklerin bulunduğu kısma doğru yürüttü. "Ben göstereceğim şimdi sana kim olduğunu." Arkalarından bakmakla yetindiğimde Sezin ablanın, "Mihran!" Diye bağıran sesini duydum. Sonunda kızlarla yaptığı konuşmaları kesebilmişti ve benim yanıma geliyordu.

Yanıma geldiğinde, "Naptın kız?" Dedi. "Burada böylece ayakta bekliyorsun. Geçip otursana bir yere." Gerçekten de öyleydi. Herkes bir yere oturmuştu bir tek ben böyle bahçenin ortasında ayaktaydım.

"Otururum," dediğimde gözlerim Dila'yı buldu. Sürekli mutfaktan bir şeyler taşıyordu. "Ama ben Dila'ya yardım edeyim abla." Söylediklerime karşılık Sezin abla, "Tamam," dediğinde peşinden de sanki daha yeni aklına gelmiş gibi ekledi: "Çiçek'i göremedim?" Sesi bir tuhaf çıkmıştı ya da ben öyle hissettim.

"Gelecekti abla, anca hazırlanır o şimdi. Birazdan gelir." Söylediklerimden sonra Sezin abla hafifçe yüzünü buruşturduğunda, grupta olanlar yüzünden Çiçek'e tripli olduğunu anlayabilmiştim. Ee kim olsa tripli olurdu ama. Düğünde beyaz giyeceğim diye Sezin ablayı kudurtmuştu sonuçta.

Güldüğümde gözlerime bahçe kapısından içeriye giren Çiçek çarptı. "Selamünaleyküm," diye bağırarak bahçeye girdiğinde herkesin de onu fark etmesini sağlamıştı.

Herkes ona karşılık verdiğinde ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ortama öyle bir giriş yapmıştı ki; tüm gözler onda toplanmıştı ve gülmemek elimde değildi yani.

Yanımda duran Sezin abla, "Bu niye beyaz giymiş böyle?" Dediğinde gülüşümü saklamak için başımı yere eğdim. Evet Çiçek baştan aşağıya beyaz giymişti. Beyaz, vücudunu saran, dar paçanın üzerinde beyaz, ince body giymişti. Ayakkabıları bile beyazdı be! Ve bu kadar beyazı kesinlikle Sezin ablanın inadına yapmıştı.

"Beyaz seviyor ya o," dediğimde Çiçek çoktan yanımıza gelmişti bile. Sırf gıcıklığına giymeyeceği şeyleri giyip gelmişti.

"Nabersiniz kızlar?" Dediğinde, Sezin abla, "Sen niye beyaz giydin?" Diye sordu hemen.

Çiçek güldüğünde, "Düğün için alıştırma yapıyorum abla," dedi. Ağzımdan kaçan kıkırtıma engel olamadığımda onların arasında bir tartışma başlayacağını anlayabilmiştim. Ee ben de arada kaynamak istemediğim için hemen yanlarından sıvışarak, Dila'nın yanına doğru ilerledim.

Tam içeriye gireceğim sıra Asiye teyzenin, "Oğlum senin arkadaşlarında gelecek mi?" Diyen sesini duyduğumda adımlarım istemsiz bir şekilde yavaşlamıştı.

"Beşir gelecek anne."

"Ahsen kızım gelmeyecek mi?" Hay ben senin Ahsen kızına... Anlamıyordum ya anlamıyordum. Bu kızda ne vardı da Asiye teyze böyle bu kızın peşine düşmüştü? Tırnaklarımı avucumun içine geçirdiğimde, hissettiğim kıskançlığımdan dolayı burnumdan solumaya başladım.

"Gelmeyecek ana gelmeyecek." Mirza'nın net bir şekilde söylediği şeyle birlikte, aslında onun da bu konudan bezmiş olduğunu anlayabilmiştim. Yani sesi öyle çıkmıştı...

Asiye teyze nazlı bir tavırla, "İyi oğlum böyle kızar gibi sanki bir şey dedim ben?" Dediğinde onları daha fazla dinlemeyerek içeri geçtim. Bir de söyleyip söyleyip masum ayağına yatmaz mıydı? Sinir oluyordum sinir.

Aradan geçen dakikalarda Dila'ya etleri hazırlaması ve salatalar konusunda yardım ettiğimde, mangal sonunda yakılmıştı. Hepimiz bahçedeydik ve hiç beklemediğim samimi bir ortam oluşmuştu. Küçük çocuklar bahçenin bir ucunda top oynuyor, annemler her ne kadar inkâr etseler de dedikodu yapıyorlardı. Erkeklerden namaz kılanlar içeriye geçmişlerdi. Biz de kızlarla bir arada toplanmış konuşuyorduk.

Çiçek, "Yemekten sonra ortada sıçan oynasak ya?" Dediğinde başımı olabilir anlamında salladım. Uzun zamandır böyle toplaşıp oyunlar oynamamamıştık.

Dila, "Saklambaçta oynayabiliriz aslında," dediğinde gözlerini gökyüzüne doğru çevirdi. "Karanlıkta baya sarar."

"Ben, Devran'ımla birlikte saklanırım," dediğinde Sezin abla hepimiz birden gülmeye başladık. Valla yakında işemeye de birlikte gideceklerdi.

"Yav he koca adam da sanki senle saklambaç oynar." Çiçek yine ve yine dilimin ucuna kadar gelen düşüncelerimi benim yerime dile getirdiğinde ona göz kırptım. O da sırıttığında ne kadar uyumlu iki arkadaş olduğumuzu düşünmeden edememiştim. Birimizin aklına ne geliyorsa, diğerine de o geliyordu.

Sezin abla, "Oynar tabii kız," dediğinde bu söylediğine kendisi inanmış mıydı acaba diye düşünmeden edememiştim. Onlar anca biz oynarken, kahvehanenin önüne oturur çay içerlerdi.

Çiçek, "Yav he he..." dediğinde gözlerim bahçenin diğer ucunda olan Mirza'nın gözleriyle birleşti. Diğer erkekler namaz kılmak için içeri girdiğinden dolayı Mirza tekti. Mangalın başında duruyor, mangalı yelliyor ve bir yandan da bana bakıyordu.

Birden oturduğum yerden kalktığımda, "Geliyorum ben," diyerek kızların yanından ayrılarak yürümeye başladım. Kızlar tabii ki de beni takmamış sohbetlerine geri dönmüşlerdi. Dikkat çekmemek için masanın üzerinde duran et dolu leğeni elime aldığımda Mirza'nın yanına doğru yürümeye başladım.

Yapacağım şeyin üzerine çok fazla düşünmüyordum. Çünkü; düşünürsem yapamayacağımı biliyordum. Benim, ona doğru geldiğimde anlayan Mirza'nın kaşları yukarıya doğru kalktığında sorgular bir ifadeyle bana bakmaya başladı.

Ona doğru yaklaştıkça ellerimin titrediğini hissettim ve parmaklarımla leğeni biraz daha sıktım.

Tam karşısında dikildiğimde elimdeki leğeni masanın üzerine bıraktım. "Etleri getirdim," dediğimde sesim içime kaçmış gibi çıkmıştı.

"Görüyorum," dedi Mirza gözlerini gözlerimden ayırmadığında.

"Ben..." dediğimde önüme düşen saçımın küçük tutamını kulağımın arkasına itekledim. "Ben..." Duraksadığımda bu sefer de alnımı kaşıdım. Bir türlü konuşamıyor, karşısında iki kelimeyi bir araya getiremiyordum.

Mirza, "Mihran?" Dediğinde sesi soru sorar bir şekilde çıkmıştı. Alışkanlıktan dolayı 'Ne Mihran, ne Mihran?' Diye bağırmak istedim ama tabii ki de böyle bir şeyi yapmadım.

"Ben... bize..." Kesik kesik nefesler almaya başladım. "Ömrünü..." dediğim an Mirza bana doğru bir adım attı.

"Kurban olduğum?" Dediğinde sesi öyle içli içli çıkmıştı ki... Sanki dilinin yanı sıra gözleri ve kalbi de konuşuyor gibiydi. Anlamıştı, ne diyeceğimi anlamıştı.

Ben de ona bir adım attığımda sonuma gittiğimi biliyordum. Ama bir sonum olacaksa da o olsun istiyordum.

Asiye teyzenin, "Hoş geldiniz kızım," diyen sesleri kulaklarıma doldu ama dönüp bakamadım bile. Sanki şu an sadece biz vardık.

"Baba!" Diye bağıran tanımadığım bir ses doldu kulaklarıma. Mirza'nın, benden kopamayan o gözleri sanki bu sesi duymayı bekliyormuş gibi koptuğunda, gözlerini benden çekerek sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Ben de gözlerimi onun baktığı yere çevirdiğimde küçük bir kız çocuğunun bize doğru koştuğunu gördüm.

Kalbimin az önceki hızlı hızlı atışlarının aksine yavaşladığını hissettiğimde o küçük kız tekrardan, "Baba!" Diye bağırarak, Mirza'nın üzerine atladı.

*

Geçmiş olsun 🤝 teşekkürler

Size yemin ederim şu bölümün şu son sahnesini yazmak için kaç bölümdür sabırsızlıkla bekliyorum. Siz bana söverken, ben üzerimden kalkan heyecanımla uyuyacağım gğwğeğdğ

Nasıl buldunuz bakalım?

~Uzun bölümler sizi sıkıyor mu? Ya da bölüm uzunluklarımız iyi mi?

~Hikâyemiz ile ilgili her türlü eleştirinizi buraya yapabilirsiniz. Asla kızmam, darılmam. Düşüncelerinizi bekliyorum^^

Alıntı için instagram: mavinihikayeleri
Twitter: kendince_yazar

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro