Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

1.Bölüm: "Yuva"

#Hüsnü Arkan - Gönül Yarası

Oy verdiysek başlayalım mı?🥰

*

18 Kasım 2021 (Kitabın güncel tarihidir.)

"Evet, hanımlar. Derin derin nefesler alıyoruz, öyle duruyoruz. Karınlarımız sıkılaşıyor, löp löp sallanmıyor." Pilatesçi ablamızın bağırarak söylediği şeylerle birlikte, zorlukla derin derin nefesler almaya başladım. Bu pilatesçi ablayla ta telefonun ekranından aramızda bir bağ oluşmuştu. İnanıyordum bu göbeğimi bu pilatesçi abla eritecekti.

Operasyonumun adı; göbeğimdi.

O göbek eriyecekti. Hayır, yani ben kendimi bazen öyle bir yemeye kaptırıyordum ki; tabii sonra göbeğimde başını alıp gidiyordu.

Bacaklarımın arasında duran topu biraz daha sıkıştırdığımda pilatesçi abla, "Durmak yok!" diye bağırdı. Tamam pilatesçi ablacığım durmak yoktu ama böyle giderse ben de birazdan son nefesimi verecektim.

Vallahi sıka sıka karın diye bir şey kalmamıştı bende. Bildiğiniz yanıyordu yani.

"Evet, şimdi düzenli bir şekilde nefes alıp veriyoruz." Canım pilatesçi ablamın söyledikleriyle birlikte nefes alıp vermeye başladığımda, "Off..." diye bağırdım. Bacağımın arasına koyduğum koca pilates topunu kaldıramıyor, doğru düzgün nefes alıp veremiyordum.

"Nefes alıp veremiyorum."

"Başlayacağım böyle işe ya..." diye ağzımın içinden homurdandığımda, bacaklarımın arasındaki topu fırlattım. "Yapmıyorum pilates falan. Pilates kim, ben kim zaten. Göbeğimle kardeş kardeş takılırım ben." Karşıma koyduğum telefonumu aldığımda, açtığım pilatesçi ablayı kapattım.

Yattığım yerden zorlukla doğrulduğumda, ders çalışırken yemek için aldığım çikolatamı açıp, yemeye başladım.

Spor yaptıktan sonra oturup çikolata yemek en büyük hobilerimin arasındaydı. On dakika yerde tepinir, sonra da bir güzel çikolatamı yerdim.

Çikolatamı yiye balkona çıktığımda, gözlerimi mahallede gezdirmeye başladım.

Visal mahallesiydi burası. Girdap'ın kuytu bir köşesine sıkışmış olan Visal mahallesi... Burada insanlar birbirine yardımcı olur, bir lokma ekmekleri dahi olsa birbirleriyle paylaşırlardı. Haksızlığa göz yumulmaz, mazlumun yanında olunurdu.

Ben de bu mahallenin çocuğuydum işte. Çocukluğum bu sokaklarda geçmiş, gecenin bir körlerine kadar sokaklardan içeriye girmemiştim. Gecenin körlerinde saklambaçlar oynar, sonra abimle birlikte duvarların arasında ateş böcekleri arar, oturur o ateş böceklerini izlerdik. Annem ve babam bizi zorla eve sokarlardı.

Aklıma abimin gelmesiyle birlikte yediğim çikolatam bir yumru gibi boğazıma dizildiğinde, çikolatayı masanın üzerine bıraktım.

Şimdi abim yoktu,

Ateş böcekleri de yoktu.

Dört yıl önce abim ölmüş, ve abimle birlikte de her şey gitmişti. Abim; benden sadece kendisini değil, hayatımı da götürmüştü.

"Mihran abla hadi gel ip atlayalım." Geçmişin sızlayan kuytularından mahallenin çocuklarından olan Betül'ün sesini duyarak çıktığımda, gözlerimi aşağıya doğru çevirdim.

Çoluk çocuk toplaşmış ip atlıyorlardı, ve beni de çağırıyorlardı.

Güldüğümde, "Bekleyin geliyorum," diye bağırdım. Belki hayat beni büyütmüştü ama içimde bir yerde hâlâ çocukluğum vardı.

Gözlerimi üzerimde gezdirdiğimde sandalyenin kenarında asılı duran hırkamı alıp, üzerime giydim. Altımda siyah taytım, üzerimde ise siyah askılım vardı. Hırkamın fermuarını çektiğimde artık ip atlamak için hazırdım.

Odamdan çıktığımda, hızlı bir şekilde merdivenleri inerek, kendimi dışarı attım. Evde kimse yoktu.

Babam işe gitmişti. Mahallede olan; küçük bir giyim mağazamız vardı ve orayı işletiyordu. Annem ise; karşı komşumuz olan Asiye teyzenin evindeki altın gününe gitmişti. Ben ise; evde ders çalışacağım bahanesiyle kalmış ama ders çalışmak dışında her şeyi yapmıştım.

Yirmi üç yaşında, hemşirelik bölümü üçüncü sınıf öğrencisiydim. Baya yoğun geçen bir programım vardı. Haftanın üç günü okuluma gidiyor, iki günü ise stajıma gidiyordum. Hafta sonu geldiğinde ise; oturuyor ve KPSS'ye çalışıyordum. Ama bugün nedensiz bir şekilde hiç çalışamamıştım.

Altın gününe gitmemek için çalışmayı bahane etmiş ama çalışmak dışında her şeyi yapmıştım.

Oh iyi de yapmıştım.

Yani o güne gitseydim; bir kere tüm bulaşıklar benim üzerime yıkılacaktı. Bir de teyzelerin sorularına maruz kalıp duracaktım. Şükür daha aklımı o kadar yememiştim.

"Mihran abla hadi seni bekliyoruz."

"Geldim," diye bağırdığımda hemen kızların salladığı ipin arasına girerek, atlamaya başladım.

"Ama abla sıra bendeydi," diyen Esin'in sesini duyduğumda, omuzlarımı silktim.

"Demek ki; bendeymiş." Şu an Esin'i çok sinir ettiğimin farkındaydım ama sonuçta beni onlar çağırmıştı. Gerçi beni hep çağırıyorlardı sonra da böyle mızıkçılık yapıyorlardı. Ama galiba şu an mızıkçılık yapan bendim ya neyse.

"Kızlar kaç atladım saydınız mı?" dediğimde, hâlâ atlamaya devam ediyordum.

"Sayamıyoruz Mirhan abla. Bizim o kadar matematiğimiz yok."

"Hadi ya..." dedim. "Matematiğiniz mi yok, yoksa benden mi korktunuz? Valla ben anlamam en az elli atladım ben."

"Hadi abla yan artık ya." Aaa bunlar da hem beni çağırıyorlardı hem de 'hadi yan' deyip duruyorlardı.

"Yok ya," dedim alaylı bir şekilde. "Ne de güzel atlıyorum ama."

Kenarda duran Esin, "Hızlı sallayın ya..." dediğinde kızlar birden hızlıca sallamaya başladılar. Valla küçücük falanlardı ama akılları zehir gibi çalışıyordu.

Kızların salladığı ipin temposuna yetişmeye çalışarak hızlı hızlı atladığımda, artık yorulduğumu hissediyordum.

"Anam şuna bak çocukla çocuk olmuş bir de ip atlıyor."

"Kız Mirhan evlenecek yaşın geldi evlenecek."

Tam yanımdan geçen teyzelerin söyledikleriyle birlikte kaşlarım hafif bir şekilde çatıldı. "Sen gitte otuz beşine merdiven dayamış oğlunu evlendir önce Hatice teyze," diye bağırdım. Yani kendi oğlundan haberi yoktu gelmiş burada bana evliliğin yaşından bahsediyordu.

Sanki evlenme yaşının resmî bir kuralı varmış gibi.

Zaten kırılmış bir kızdım, herkes de benim üstüme geliyordu.

'Seviyorum seni kurban olduğum'

'Sevmek değilmiş bizimkisi'

Geçmişin izleri zihnimin bir köşesinden çıkıp, kalbime düştüğünde; istemsiz bir şekilde duraksadım.

"Yandın abla yandın," diye bağıran Esin'in sesi kulaklarıma dolduğunda, başımı olumlu anlamda salladım.

"Yandım ablacığım." Dudaklarımın arasından dökülen kelimelerle birlikte kenara çekildiğimde, durgunlaşmıştım.

"Kız Mihran! Ne yapıyorsun sen orada? Ben seni ders çalış diye evde bırakmadım mı? Küçücük çocuklarla ip mi atlıyorsun sen?" Annemin sesi kulaklarıma dolduğunda, gözlerimi Asiye teyzenin evine doğru çevirdim.

İki katlı bir evdi. Dış boyası koyu maviydi. Oldukça geniş de bahçeleri vardı. Belki de mahalledeki en güzel evlerden biriyi bu ev. Aslan amca aslen Mardinliydi. Ve bildiğim kadarıyla çok güçlü bir aşirete mensuptular. Durumlarının baya iyi olduğunu biliyor ama neden bu mahallede yaşadıklarını pek bilmiyordum.

Asiye teyze; annemin kankası, ölümüne ahiretliği olan kadındı. Aslan amcayla da babam çok yakın arkadaştılar.

Onun ailesiydiler. Yıllardır adını dudaklarımın arasından sildiğim o adamın...

Düşüncelerimin önünü keskin bir bıçakla kestiğimde, "Ders çalışıyordum zaten," dedim. "Mola verdim. Ne yapayım hiç durmadan ders mi çalışayım? Allah allah ya."

"Sus sus..." diye bağırdı annem. "Koca kız oldun hâlâ ip atlıyorsun. Gel hemen şuraya."

"İp atlamanın yaşımı var anne ya? Keşke gelip siz de atlasanız. Bak ip atlamak hem kilo verdiriyor, hem de insanın üzerindeki stresi çekip alıyor. Yani senin ikisine de ihtiyacın varmış gibi duruyor."

Annem âdeta, "Mihran!" diyerek böğürdüğünde, "Tamam ya geliyorum..." dedim. Şansımı fazlasıyla zorlamıştım, bundan fazla zorlamasam iyi olacaktı.

Asiye teyze sanki benim geldiğimi biliyormuşçasına kapıyı açtığında, "Hoş geldin kızım," dedi.

Hafifçe gülümsediğimde, "Hoş bulduk Asiye teyze," dedim. "Nasılsın?"

"İyiyim güzel kuzum benim. Geç içeri hadi." Başımı olumlu anlamda salladığımda, ayakkabılarımı çıkararak içeri geçtim.

Hem evde yapmaya çalıştığım spordan hem de atladığım ipten dolayı ter kokuyordum ama yapacak bir şeyim yoktu. Annem zorla getirmişti sonuçta.

"Kız Mihran hoş geldin."

"Nereden geliyon kız sen böyle?" Kocadan. Hayır yani nereden gelebilirdim ki? Evden geliyordum işte.

"Maşallah maşallah görmeyeli de baya güzelleşmişsin." En son dün görüşmüştük ama sen bilirsin Suzan teyzeciğim.

"Okul başlayınca yanımıza da uğramaz oldu."

Mahalleden olan teyzelerin söyledikleriyle birlikte gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttuğumda, Asiye teyze sanki olduğum durumdan rahatsız olduğumu anlamış gibi elini belime koyup, konuşmaya başladı. "Geç kuzum sen mutfağa. Hep senin sevdiğin yemeklerden var, hem kızlar da mutfakta."

Yani kızlar olmasa da olurdu ama neyse.

"Teşekkür ederim canım teyzem," dediğimde onun yanaklarını öperek, mutfağa doğru ilerledim.

Oh yaptığım sporun üzerine şimdi bir güzel de karnımı doyururdum. Tabii onun üzerine de yediklerimi eritmek için bulaşıkları yıkardım.

Mutfaktan içeri girdiğimde Dila ve Sezin ablayı konuşurlarken buldum. Beni gördükleri gibi sustuklarında, kendimi kısa bir an için kötü hissetmiştim. Sanki öcü gelmişti ha!

Dila; bu evin kızıydı. Aslan amca ve Asiye teyzenin; biricik kızı, onun ise kardeşiydi. Dila'yla annelerimizin aksine pek anlaşamazdık. Yani ben Dila'yla konuşmaya çalışırdım ama Dila pek benimle konuşmazdı. Ben de bir zaman sonra onunla konuşmamaya başlamıştım. Dila liseden sonra üniversite okumamış, kendisini youtuber olmaya adamıştı. YouTube'da çeşitli videolar çekiyordu.

Sezin abla ise; Suzan teyzenin kızıydı. Yirmi altı yaşındaydı ve yaklaşık bir ay sonra mahallenin ağır abilerinden olan Devran abiyle evleneceklerdi.

"Hiç bölmeyin," dedim. "Konuşun siz."

Dolaptan bir tabak çıkardığımda Sezin abla, "Sen napıyorsun Mihran? Görüşemiyoruz uzun zamandır?" dedi. "İyiyim abla..." dedim. "Okul, staj uğraşıp duruyorum işte."

"Baya geç çıkıyorsun okuldan herhalde." Dila'nın birden söylediği ile birlikte şaşırsam da başımı olumlu anlamda salladım.

"Geç çıkıyorum, bir de üzerine trafik falan çok oluyor." Tabağı dolmalarla doldurmaya başladığımda, "Siz napıyorsunuz?" dedim.

Şu an baya zoraki bir sohbetin içerisindeydik.

Ah benim canım arkadaşım Çiçek neden gelmemişti ki? Gerçi hafta sonları çalıştığı için gelmemesi de çok normaldi. Çiçek; bizim mahallenin kızlarından biriydi. Benim ise en yakın arkadaşımdı. Babası o çok küçükken ölmüştü ve annesi; Nesibe teyzeyle birlikte yaşıyorlardı. Daha doğrusu yaşamaya çalışıyorlardı. Çiçek; Özel eğitim öğretmenliği bölümünü okuyordu. Hafta sonu ve okulu olmadığı zamanlarda ise bir kafede çalışıyordu.

"Benim gelinliğime bakıyorduk ablacığım," dediğinde Sezin abla, elimdeki tabakla birlikte yanlarına oturdum. "Sen de bakmak ister misin?"

"Tabii bakayım," dedim.

Sezin abla elindeki telefonu bana uzattığımda, ekranda gördüğüm gelinlikle birlikte dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. "Çok güzelmiş Sezin abla."

"Gerçekten beğendin mi?

"Evet," diyerek onayladım. "Çok güzel."

"Darısı sizin başınıza inşallah." Aman allah korusundu.

Dila, "Amin..." dediğinde ben sessiz kalarak bir şey demedim.

Bu konuda yıllar önce ağzımın payımı aldığım için kendimi de gönlümü de tamamıyla mühürlemiştim. Aklıma geldikçe bile gözlerimi dolduran adamı kalbimin kuytularına bir daha hiç açılmayacak şekilde kapatmıştım.

Gözlerimin dolu dolu olduğunu fark ettiğimde başımı iki yanıma sallayarak, dolmamı yemeye başladım.

Düşünmeyecektim.

Birden aklıma düşmesine izin vermeyecektim.

Dolmamı yiyecektim.

"Umarım abin olacak o hanzo bizim düğünümüze gelir. Devran üzülüp duruyor, kardeşim olmadan düğün mü olur diyor." Sezin ablanın dudaklarının arasından dökülen cümlelerle birlikte, elimdeki çatal tabağın kenarına düştü.

Yiyemiyordum.

İzin vermeyecektim diyordum ama öyle demekle de olmuyordu işte. Hayat bir şekilde onu karşıma çıkarıyordu.

Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda tabağımı elime alarak, mutfaktan çıktım. Derince bir nefesi içime çektiğimde, tabağı masanın üzerine koyarak, boş bardakları elime aldım.

"Maşallah maşallah," dedi Suzan teyze.

"Valla beş dakikadır boş şu kızlar gelsin de alsın diye bekledik. Anca konuşuyorlar anca konuşuyorlar." Vahime teyzenin söylediğine karşılık bir şey demeyip sessiz kaldığımda Asiye teyze, "Öyledir öyle..." dedi. "Maşallah benim güzel kuzuma."

Şu an galiba erkek annelerinin bir numaralı gelin adayı oluyordum.

"Hele benim kızı görüyorsunuz değil mi? Şimdi şurada kaynanası olsa kıçından ayrılmazdı." Suzan teyzenin, Sezin abla hakkında söylediklerine karşılık gülmemek için dudaklarımı birbirine doğru bastırdım.

Ama gerçekten de öyleydi. Sezin abla; kaynanasının olduğu ortamlarda pek bir marifetli kesiliyor, boşalan tabakları, bardakları âdeta ışık hızında topluyordu. Ama kaynanasının olmadığı ortamlarda birden yok oluyordu.

Annem, "Aman gençler işte..." dediğinde kaşlarımı inanamıyormuş gibi yukarıya doğru kaldırdım. Benim canımı okuyan annem, başkalarına gelince maşallah 'gençler işte' deyip geçiyordu. Valla şu an ne diyeceğimi bilememiştim. Annemin garezi bir tek banaydı herhalde.

Suzan teyze, "Koca meraklısı işte," dediğinde gülerek salondan çıktım. En azından annem gibi değildi.

Mutfağa tekrardan girdiğimde Sezin abla ve Dila kendi aralarında konuşuyorlardı. Onları umursamayarak çayları doldurmaya başladığımda, cebimde duran telefonum titremeye başladı. Cebimden çıkardığım telefonumu açarak, mesajları okumaya başladım. Sınıf grubundan gelmişti.

'105 Hemşirelik'

Behlül: Biyoistatistik dersinin notları atıldı mı? (17.58)

Kimse cevap vermemişti. Ki aslında verilmemesi de normaldi. Yani not hemen üstte atılmıştı. Ama daha not atıldı mı diye soracak kadar geri zekalıydı. Üstelik bunu ilk defa da yapmıyordu. Sürekli saçma sapan sorular sorup duruyordu.

Tam ekranı kapatacağım sıra başka bir mesaj daha geldi.

Behlül:

Yemin ederim geri zekalıydı.

Daha fazla bu salağa dayanamayarak ekranımı kapatarak, telefonumu sessize aldım. Birazdan grupta çıkacak kavga yüzünden telefonumun götümde sanki bomba atmışlar gibi titremesini istemiyordum.

Elime aldığım çay bardaklarıyla birlikte tekrardan mutfaktan çıktığımda, bardakların birini Suzan teyzenin önüne bıraktım.

Tam diğer bardağı da Fadime teyzenin önüne bırakacağım sıra Emine teyze, "Mirza oğlumuz da dönmedi. Ne zaman gelecek?" dedi.

Duyduğum isimle birlikte tüm bedenimin buz kestiğini hissettiğimde, bardağı tutan parmaklarım titredi. Bugün sanki tüm dünya bana karşı gibi; onu karşıma çıkarıp duruyordu.

Ve onun ismini başkalarının dudaklarından duymak bile bana yetiyordu.

Kendi dudaklarıma yasak koyduğum o isim benim canımı yakmaya yetmişti.

Titreyen parmaklarımı daha fazla tutamadığımda, çay bardağı parmaklarımın arasından kayarak üzerime döküldü. Etraftan birden çığlık sesleri yükseldiğinde annem, "Kızım," diye bağırdı. "Yandın, yandın." Etrafıma dolaşan kadınları hissedebiliyor ama herhangi bir tepki vermiyordum.

Veremiyordum.

Tenime yapışmış olan hırkamın üzerimden çekildiğini hissettiğimde, kendime gelmek adına başımı iki yanıma doğru salladım.

"Kızım iyi misin?" Annemin telaşlı çıkan sesine karşılık, "İyiyim," diye fısıldadım.

Ne üzerime dökülen sıcak çayı hissetmiştim ne de acısını.

"Ben üstümü yıkayayım." Söylediğim şeyin üzerine başımı üşüşen insanların arasından çıktığımda, üst kata çıkan merdivenlere doğru yöneldim. Lavabo üst kattaydı.

Üst kata çıktığımda, hemen sol tarafımda duran banyonun içine girdim. Kapıyı ardımdan kapatmamla birlikte gözlerimden akan yaşlarıma engel olamadığımda, ağlamaya başladım.

Sadece adıyla bile düştüğüm şu hale üzülüyordum. Onun üzerinden yıllar geçmişti ama ben ondan bir türlü geçememiştim.

O benden geçmişti ama içimdeki o küçük, saf aşık ondan geçememişti.

"Ağlama Mihran diye fısıldadım. "Ağlama." Kendi kendime söylediklerimle birlikte, akan gözyaşlarımı sildiğimde banyodan çıktım.

Daha fazla burada böylece durup ağlamayacaktım.

Merdivenlere yöneldiğimde içimi sıkıp saran bir hisle adımlarım duraksadı. Sağ elimi kalbimin üzerine götürdüğümde, "Hayır," diye fısıldadım. "Bunu yapma Mihran."

Ama yaptım.

Gerisin geri döndüğümde hemen karşımda duran onun odasına ilerlemeye başladım. Dört yıldır bu odanın kapısının önünden geçmiyordum. Hatta belki de kapısını kilitlemişlerdi.

Titreyen elimi kapının koluna uzattığımda, yavaş bir şekilde aşağıya indirdim. Kilitli değildi, açılmıştı. Açılan kapıyla birlikte içeriye doğru bir adım attığımda, derince bir nefesi içime çekmeye çalıştım.

Bu ne kadar garipti. Sanki bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi hissediyordum. Gelmeyeceğini bile bile şu an sanki ellerini arkamdan belime saracakmış gibi hissediyordum.

Ve yıllar geçtikten sonra bile böyle düşünmem; kendime yaptığım en büyük saygısızlıktı. O yoktu.

O bizi; bitirebileceği en kötü şekilde bitirip gitmişti.

Düşüncelerimin aksine odaya doğru bir adım daha attığımda, kapıyı ardımdan yavaş bir şekilde kapattım.

İşte şimdi tamamıyla onunlaydım.

Odası galiba bıraktığı gibiydi. Kimse girmemiş, düzenini bozmamıştı. Odanın tam ortasında çift kişilik, oldukça geniş bir yatak vardı. Nevresimleri ve üst örtüsü siyahtan oluşuyordu. Yatağının hemen yanında ise küçük bir komodin vardı. Şimdi o burada olsaydı, yüksek ihtimalle o komodinin üzerinde silahı olacaktı. Ama şimdi boştu.

Onun yatağına doğru yaklaşmaya başladığımda, titreyen bacaklarım her an yerle bağlantısını kesecekmiş gibi duruyordu. Siyah nevresimlerinin olduğu yatağının üzerine oturduğumda, ellerimi onun yattığı yerde dolaştırmaya başladım.

O yatağın sol tarafında yatardı.

Elimi yastığının üzerine götürüp okşamaya başladığımda, gözlerimden düşün bir damla yaş yastığının üzerinde yer edindi.

Sanki her şey çok farklı ama bir o kadar da aynı gibiydi.

"Neden?" diye fısıldadım. "Neden yaptın bunu bize?"

Bize diyordum ama biz diye bir şey kalmamıştı ki... Onun yıllar önce dudaklarının arasından dökülen cümleler bizim aslında hiç olmadığımızın en büyük kanıtı olmuştu.

Titreyen ellerimi yastığına uzattığımda, kendi iç sesimle hesaplaşmama izin vermeden çekip aldım. Kokusunu duyumsamak istiyordum.

Yastığı çekmemle birlikte altından fırlayan metal bir parça yere düştüğünde, büyük bir gürültü çıktı. Kaşlarım hafif bir şekilde çatıldığında, gözlerimi yere çevirdim.

Gördüğüm kurşunla birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldığında, yere eğilip hemen aldım.

Şimdi avuçlarımın içinde onun bedenine saplanan kurşunlardan birini tutuyordum. Tüm vücudumdan geçen bir titremeyi hissettiğimde, önümde dökülen saçlarımı arkaya itekledim.

Ve tam o an bizi gördüm.

Bizim fotoğrafımızı yastığının altına koymuştu. Tek bir kurşunu da üzerine... Biz yıllardık tozlanmış bir odanın köşesinde, onun kokusunun hakim olduğu yastığının altındaydık.

Boğazımda oluşan yumruyla birlikte elimi fotoğrafımıza uzatıp aldım. İşte şimdi bir elimde kurşun... Diğer elimde ise fotoğrafımız vardı...

Gözümden dökülen bir damla yaş fotoğrafımızın üzerine düştüğünde, yaşlarla dolu gözlerimi kapattım.

Ve anılar birer birer değil, birden düştü aklıma.

•••

"Dila?" diye bağırdı Asiye teyze. "Şunun şarjı bitmiş. Nerede bunun şarj şeyi?" Dila umursamaz bir şekilde başını telefonundan kaldırdığında, "Abimin odasına koymuştum," dedi.

"Kalkta bir getiriver kızım bana."

"Anne oyun oynuyorum. Öleyim mi şimdi? Birazdan getiririm."

"Tövbe tövbe... Ne ölmesi kız?" Gülmemek için kendimi zor tuttuğumda, "Ben getiririm şimdi Asiye teyze," dedim.

"Ahh kızım sen de olmasan." Asiye teyzenin söylediklerine karşılık gülümsemekle yetindiğimde, merdivenleri çıkmaya başladım.

Vallahi Asiye teyzeciğim ben olmasam senin oğlunu alan olmazdı.

Düşündüğüm şeyle birlikte ağzımdan kaçan kıkırtıma engel olamayarak güldüm. Mirza'nın odasının önüne geldiğimde, içeri girdim.

Her zamanki gibi çok düzenliydi. Gerçekten onun nasıl bu kadar düzenli olduğunu anlayamıyordum. Acaba Asiye teyzemi topluyor diye düşünüyordum ama o odasına kimseyi sokmazdı ki...

Odasında çok oyalanmamak adına çekmeceleri karıştırmaya başladığımda, gördüğüm küçük kavanozla birlikte ellerim istemsiz bir şekilde duraksadı.

Kavanozun içinde kurşunlar vardı.

Mirza'nın bedenine giren kurşunlar...

Polis olduğu için sık sık çatışmalara giriyordu. Ben onun sadece bir kez yaralandığını görmüştüm ama avucumun içindeki kurşunlar bunun tam aksini gösteriyordu.

Kurşunlara bakakaldığım sıra belime dolanan kollarla birlikte olduğum yerde sıçradığımda, "Mirza yaa..." dedim. "Korkuttun."

Onu görmeden onun olduğunu hissedebiliyordum.

"Çok mu korktun kurban olduğum?" Mirza'nın eğlenen sesi kulaklarıma dolduğunda, başımı ona doğru çevirdim. Aramızda çok az bir mesafe vardı.

"Korktum tabii..." diye kızdım, elimi üzerindeki ceketinin yakalarına götürdüğümde. "Ne öyle gizli gizli geliyorsun?"

Mirza dudaklarını dudaklarıma doğru sürttüğünde, dudaklarımın titrediğini hissettim. "Biri gelecek şimdi." Yani bu Mirza'nın beni olur olmadık yerde sıkıştırmaları yüzünden biz daha ilişkimizi söyleyemeden, öğreneceklerdi.

Bir gün şu halimizle birisine basılacaktık.

Sonra ben de Mirza'nın kafasını kıracaktım.

Mirza dudaklarıma doğru, "Gelmezler korkma..." diye fısıldadığında, nedense ben hiç rahatlayamamıştım.

"Sana bir şey söyleyeceğim," dediğimde Mirza'nın kollarının arasından çıkmaya çalıştım. Mirza benim çıkmak istememin aksine beni biraz daha sardığında, "Hım..." diye mırıldandı.

"Ya..." dedim nazlı bir ifadeyle. "Biraz ciddi olur musun?" Söylediğim şey üzerine Mirza dudaklarını dudaklarıma sürttüğünde, "Ben şu an çok ciddiyim yavrum," diye fısıldadı. Her konuşmasında dudaklarını dudaklarıma sürtüyor ve ben ne diyeceğimi biraz daha unutuyordum.

Aklımı başımdan alıyordu.

"Off Mirza ya..." diye kızdığımda gülerek beni kendisine çekti.

"Tamam," dedi. "Şu an çok ciddiyim." Ciddiyim diyordu ama gözleri hâlâ dudaklarımdaydı. Burnunu burnuma sürtüyor bir şekilde dikkatimi dağıtmayı beceriyordu.

Sonunda, "Bu kurşunları," dediğimde elimde tuttuğum kavanozun içindeki kurşunları gösterdim. "Bana verir misin?"

Söylediğim şey üzerine kaşları çatıldığında, işte şimdi gerçekten ciddileşmişti.

"Niye istiyorsun o kurşunları kurban olduğum?"

"Senin canını yaktılar," diye yüzüne doğru fısıldadığımda, nefesim yüzünü yakıp geçmişti. Dudaklarımı dudaklarına doğru sürttüm. "Senin canını yakan hiçbir şey sen de kalmasın."

"Canımı yakmadılar ki." Mirza'nın çocuk kandırır gibi söylediği şeyle birlikte kaşlarım huysuz bir şekilde çatıldı.

"Ya çocuk mu var senin karşında?" diye huysuzca homurdandım. Kurşundu bu sonuçta, can yakardı.

"Hım..." diye mırıldandı Mirza. "Belki küçük, huysuz bir çocuk olabilir."

Kaşlarım çatıldığında, "Ve sen bu küçük, huysuz çocukla sevgili olabilirsin," dedim.

Mirza'nın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Evet..." diye fısıldadı. Fısıltısı dudaklarımı yakıp geçmişti. "Ben o küçük çocukla sevgili olabilirim."

Şu an konunun arada kaynaması için; dikkatlimi dağıtmaya çalışıyordu.

'Yeme bunları Mihran...' diye fısıldadım içimden kendi kendime.

"Hani bir defasında kolundan vurulmuştun ya..." Mirza'nın o hali gözlerimin önüne geldiğinde, kalbime amansız bir ağrı girdi. "O gün böyle canın hiç acımıyor gibiydi. Ama ben senin göğsüne yattığımda kollarını bana zorla sarmıştın. Ağzından bir inleme kaçmıştı. O zaman canın çok acımıştı değil mi?"

Mirza'nın kaşları sanki o anımızı hatırlamış gibi çatıldığında, "Benim canımı bunlar yakmaz," dedi. Elimde tuttuğum kavanozu alıp, çekmecenin içine koyduğunda, aramızdaki mesafeyi de artık sıfırlamıştı.

"Şu hayatta benim canımı bir sen yakarsın." Ben mi yakardım? Ben onun canını yakmazdım ki... İstesem yapardım biliyordum ama ben ona kıyamazdım ki.

"Ben mi?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Senin gözyaşların, senin acın, senin mutsuzluğun yakar canımı..." dediğinde duraksadı Mirza. "Senin aşkın yakar beni."

•••

Anılar yerini dudaklarımdan kaçan hıçkırıklarıma bıraktığında, ağlamaya başladım.

Senin gözyaşların beni yakar demişti.

Beni en çok o ağlatmıştı.

Senin mutsuzluğun beni yakar demişti.

Beni üzmüş, bir an olsun güldürmeyi denememişti.

Senin aşkın beni yakar demişti.

Gerçekten de yakmıştı. Onun değil ama benim aşkım, beni yakmıştı.

Dudaklarım acı bir tebessüme ev sahipliği yaptığında, Asiye teyzenin bağıran sesi kulaklarıma doldu.

"Oğlum... Yavrum..."

Duyduğum 'oğlum' lafıyla birlikte oturduğum yataktan birden kalktığımda, elimde tuttuğum kurşunu ve fotoğrafı pantolonum cebine koydum.

Oğlum demişti.

"Döndün mü oğlum?" Dönmüş müydü? Asiye teyzenin bağırmaları ve Dila'nın sevinç çığlıkları kulaklarıma doluyordu.

Dönmüştü.

Yıllar önce 'sakın dönme' dediğim adam dönmüştü.

Kalbim tıpkı yıllar önceki gibi amansız bir acıya ev sahipliği yaptığında, ellerimi kalbimin üzerine doğru götürdüm.

"Geldi," diye fısıldadığımda, tüm bedenimden bir titreme geçti.

Gelmişti ve ben onun odasındaydım.

Titreyen bacaklarımla birlikte hızlı bir şekilde odasından çıktığımda, onun sesini duydum.

"Döndüm." Ve yıllar sonra onun sesi kulaklarıma doldu. Elimi destek almak istercesine yanımdaki duvara uzattığımda, gözlerimden akan yaşlar birer birer döküldü.

Şimdi aramızda bir kat merdiven vardı. Mesafeler katlanarak azalmıştı.

"Dağılmak yok," diye kendi kendime fısıldadığımda, Derince bir nefesi içime çekmeye çalıştım. Nefes aldıkça göğsüm kalkıp kalkıp, iniyordu.

"Dağılmak yok Mihran." Bir gün bu günün geleceğini biliyordum sonuçta. Ömrü boyunca orada kalmayıp, döneceğini biliyordum.

Aradan geçen saniyeler bana dakikalar gibi gelmeye başladığında, merdivenlerden inmeye başladım.

Kendime bir kez 'dağılmak yok' demiştim ve dağılmayacaktım. En azından şimdilik bunu yapmayacaktım. Onun evinde, onun gözlerinin önünde kendimi yıkmayacaktım.

En sonunda merdivenleri inebildiğimde, dışarıdan gelen sesler kulaklarıma bir uğultu gibi gelmeye başladı. Yüksek ihtimale bahçedelerdi.

Omuzlarımı dik tutmaya çalıştığımda bahçeye doğru yöneldim. Dış kapının önüne geldiğimde, onu gördüm.

Yıllar sonra onu gördüm.

Ağlayan Asiye teyzeye sarılıyordu.

Benim aksime o hiç değişmemişti. Üzerinde beyaz, düz bir tişört vardı. Tişörtünün üstüne ise; siyah ceketini giymişti. Saçları, sakalları hâlâ aynıydı. Yıllar onda hiçbir şeyi değiştirmemişti ve bu bile canımı yakmaya yetmişti.

Beni nasıl bıraktıysa hâlâ aynıydı.

Sanki benim varlığımı hissetmiş gibi gözlerini bana çevirdiğinde, yıllar sonra gözlerim gözlerine değdi.

Yıllar sonra gözlerini gördüm.

Gözleri tıpkı benim az önce ona yaptığım gibi beni baştan aşağıya süzmeye başladığında, tüm vücudumdan geçen bir titremeyi en derinlerimde hissettim. Ama yinede dik durmaya çalıştım.

Mirza kahverengi gözlerini, mavi gözlerimle birleştirdiğinde, "Döndüm," dedi. "Yuvama döndüm."

Tüm bedenimin onun varlığıyla birlikte titrediğini hissettim. Geçen yılların ardından yaşadığım bu hisler bana ağır gelmişti.

Gözlerimin içine baka baka yuvama döndüm demişti. Sanki 'yuvam sensin' der gibi döndüm demişti.

Yıllar önce yuvamı başıma yıkan adam; bugün 'yuvama döndüm' demişti.

O zaman bana da o yıkık yuvaya onu buyur etmek düşerdi.

"Hoş geldin..." dediğimde dudaklarımı bilerek yukarıya doğru kıvırdım. Gözleri dudaklarıma düştüğünde, yılların acısını çıkarmak, gerçekliğini yüzüne vurmak istercesine konuştum. "Mirza abi."

*

MİRZA ABİ GĞWĞDĞDĞ HER BİR RANDOM GEÇMİŞ OLSUN MİRZA DEMEK ĞWĞDĞDĞ

Nasıl buldunuz bakalım?

~Bölümlerin içinde flashback sahneler olacaktır. Olan bir şeyi yıkarak başladığım için (sırıtıyorum) sizlere geçmişlerini de göstermek istiyorum. Kafanızda soru işaretleri olacaktır ama ilerleyen bölümlerde gidermek için elimden geleni yapacağım.

Alıntılar için instagram: mavininhikayeleri
Duyurular için Wattpad: kendince_yazar

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro